ASLAN

By LettuceBeam

81.7K 4.8K 1.5K

"faB.L serisi" nin 3. kitabıdır.(Ördek 1, Kurbağa 2, Aslan 3) BxB "Sabır, biraz da zaman Güçten, öfkeden yama... More

1
2
3
4
5
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38 [Final]

6

2.6K 163 27
By LettuceBeam

*Medya Enes

/Bars/

Banyoda kaybolan adamın arkasından bakmaktan vazgeçip odaya iki H.K çağırdım. Biri Ayşenur Abla'ydı. Burayı günah yuvası olarak işaretleyip hatim indirerek temizleyecekti ama eskisinden de iyi hale geleceğini biliyordum. Kapıyı çaldıklarında onları içeri aldım ve getirdikleri malzeme arabasından temiz bir havlu çekip banyo kapısında nöbete dikildim.

"Cehenneme odun olacak bunlar, zina yapıyorlar, artıklarını topluyoruz bir de, Allah'ım sen affet.." diye diye ortalığa saçılan ve en küçük harekette tekrar havalanan kaz tüylerini elektrik süpürgesiyle yakalamaya çalışıyordu. Açıkçası eğlenceliydi. Onun yaşlarındaki Fatma'da perdeyi tekrar yerine geçirirken camdaki ten izlerini görmüş, sinir krizi eşiğindeki arkadaşına çaktırmadan camları silmeye koyulmuştu. Onlar odada dönüp dururken aklımda dönense Nalan'ı nasıl işe aldıracağımdı. Kefil olacağıma şimdiden istifa etsem yeriydi. Belki part-time denemesi için konuşabilirdim.

Kadınların işi hala bitmemişti ve dönen kapı kolu birazdan odaya, yaprağı eksik bir Adem'in gireceğini işaret ediyordu. Hala daha alışamadığım teni gözlerime dolarken yavaşça önüne geçtim.

"Arslan," deyip rahatsız olduğumu belli eden bir nefes çekerek gülümsedim, "İçeride temizlik yapılıyor. İzniniz olursa size kıyafet getireyim."

Kapıdan ancak yarım çıkarmasına izin verdiğim bedeniyle beni süzdü. Dudağının kenarı kıvrılırken ne düşündüğünü tahmin bile edemeyerek cevabını bekledim. Nur'un karşımdaki mahçup hali gözümün önünden gitmiyordu ama yaşadığı deneyimin yerini asla dolduramayağını tahmin edebiliyordum. Şu gülüşü gördüğümde kaynamaya başlayan kanım, tenlerimiz değse beni odadan kova kova taşıyacaklarını ima ediyordu. Öyle bir erirdim ki, kemiklerim bile sıvılaşabilirdi. Enes Arslan, bildiğin ateşti. Bir kaç saliselik bakışmamızda aklımdan geçen düşünceleri okuyamadığı için şükretme kısmına geçtim ki bana başıyla onay verip uzattığım havluyu aldım ve çenesiyle dolabı işaret etti. 

Elbiselerini yerleştirirken dikkat ettiğim noktalardan biri de çok az iç çamaşırı olmasıydı. Ben her gün hatta bu yazın sıcağında bazen günde iki kere çamaşır değiştiriyorken bu adam nasıl bu kadar az çamaşırla gezebiliyordu ki? Bulduğum bir baksır, şort ve tshirtle banyo kapısını çaldım. Kapı sonuna kadar açılırken, kapıyı açan kişi uzaklaşarak aynanın önüne geçti. Sakallarını ovuyor ve kontrol ediyordu. Kıyafetleri kuru bir yere bırakıp çıkmak için arkamı döndüm.

"Bars, bana otel berberini çağır."

Adımı o kadar ılımlı bir tonda söylemişti ki. Bir an olduğum yerde durup gözlerimi kapattım ve ardından gelen cümleyi duymamış gibi yapmayı denedim. Ağzından dökülen sadece adımmış gibi duymak istedim. Bugün saliselik gündüz düşleri yaşıyordum ve her seferinde daha da fazla kapıldığımı hissediyor, tedirgin oluyordum.

Banyodan çıkarken tekrar arkama bakmadım ve hiçbir şey söylemeden terminale acil uyarısıyla not düştüm. On beş dakika sonra berber yanında genç çırağıyla içeri girdiğinde, kadınlar son rötuşlarını atıyorlardı. Oraya buraya saklanmış kaz tüyleri için kontrol yaptım. Her şey gayet iyiydi. Ofisteki ergonomik, sırt destekli çalışma sandalyesini getirip salonun geniş bir alanına yerleştirdikten sonra, üzerine yerleşen; getirdiğim tshirtü giymeyerek bana haddimi bildiren adama kesinlikle bakmak istemiyordum.

"Başka bir emriniz yoksa çıkabilir miyim?" dedim. Ona Arslan diye hitap etmemi istiyordu ama yapmak istemiyordum, beni huzursuz ediyordu. 

Öyleyse ben de adını kullanmaktan kaçınırım, olabildiğince hem de.

"Çık, Bars."

****

Arslan'ın yanında işi bittikten sonra, berberle bir de ben görüştüm. Saçlarımın diplerini halletmeyi eve gidene kadar beklemek istemiyordum. Ayrıca otel personeline %30 indirim vardı. Bir saat sonra doğal bir dalga verdiği saçlarımla aynanın karşısında aşk yaşıyordum. Mutfağa geçip acaba artık bir şeyler mi yesem diye aklımdan geçirirken teftişe çıkmış olan F&B(food and beverage-yiyecek ve içecek dep.) müdürüyle karşılaştım.

"Bars, nasılsın?"

"İyiyim Tayfun, sen?"

"Bildiğin gibi. Perla'da çetin bir misafirimiz varmış?"

"Doğru, biraz çetin. Ama kesinlikle memnun." diyerek gülümsedim. Kendi alanında cidden kusursuz çalışan bir adamdı. Adil dövüşür, adil yenerdi. Severdim Tayfun'u, yaşıyla ilgili problemi vardı ve ağabey denilmesini istemezdi. Beraber çalıştığı ve samimi bulduğu insanların da ona bey diye hitap etmesini istemezdi. Sık sık karşılaşmasak da aramız iyiydi yani.

NALAN!

"Tayfun, bir kahve içelim mi?"

"Olur, lobi mi ofis mi?"

"Lobi, hem çalışanları keseriz." dedim gülerek. O da bana güldü ve lobideki fazla doğal ışık almayan ve müşterilerin tercih etmediği masalara ilerledik. Garson çocuğa kahveleri söyledikten sonra kollarını koltuğun yanına koyarak bana baktı.

"E, dökül bakalım Bars."

"Alınıcam ama ya."

"Alınma, işinin düştüğünü ama kendin için bir şey istemeyeceğini biliyorum. Departman müdürlerini kahve içmeye davet etmenin tek sebebi hep bu oldu."

"Mimlendim desene." dedim bakışlarımı hafifçe devirerek.

"Mutfaktaki bazı kızlar senin melek olduğunu düşünüyormuş." diyerek bana göz kırptı. Ben okurken, benim gibi zor durumda olan insanları takip etmişliğim vardı. Bana iyi ya da kötü davranmalarını ayırt etmeksizin, ihtiyacı olan bir kaç kişiye ekmek kapısı açmıştım, ki görsünler gayler insan yemiyor.

"Aslında bu sefer part-time garson alır mısın diyecektim. Açık olacağım oldukça sakar bir kadın. Ama işe ihtiyacı var, kefil olmuyorum ve kemiğine kadar senin olsun diyorum."

Elini çenesine götürdü ve tavanı inceler gibi yapıp düşündü. "Hmm. Bilemedim Bars, sakar bir garson işimi görmez. Ayrıca olmadık insanın kafasından aşağı bir şeyler yuvarlarsa şöhretimize gelecek zararı düşün."

Haklıydı. Küçük hataları ve sakarlıkları "Ay canım sen yeni misin?" diye geçiştirecek müşteri portföyü değildi bizimkisi. 

"Peki onu Feriş'in yanına versek? Üç günde kendine getirir." dedim, gülümserken ağzım yırtılacaktı ve bu profesyonel gülüşüm değildi. Nalan'ın kendi başına açtığı belaydı ve kesinlikle beni suçlayamayacaktı. Feriş, üç günde onun feriştahını sikeceği için, evde bile yatağa ölü düşerdi kesin.

"Bak bu olur, onun da canı sıkılıyordu zaten. Feriş bu iş görür derse lobiye çekeriz."

Sohbetimiz esnasında çoktan önümüze servis edilmiş kahvelerimizi yarılamıştık. Tayfun'a Nalan'dan biraz daha bahsettiğimde - tabi ki özel hayatını ve biraz paçoz olan karakterini katmadan - o kadar eğlendi ki, işe başlayacağı günü iple çekeceğini söylüyordu. Sohbet keyifliydi ve Nalan'a olacakları düşünmek eğlenceliydi. Sabahtan beri ilk defa tam anlamıyla keyfim yerindeydi. Öyle ki asansörden inip gözlerini bir av gibi bana diken ve gittikçe büyüyen siniriyle oturduğum masaya doğru gelen, hayat bulmuş bronz heykeli lobinin ortasındayken fark ettim. Bir anlık gafletle gülüşüm solarken toparlayarak ayağa kalktım ve  tekrar giydiğim gülümsememle karşıladım.

Ah, yine o burun delikleri, galiba bu oluşma evresi.. Ama neye kızdı bu?

"Sıhhatler olsun. Sizi food'n beverage müdürümüzle tanıştırayım. Diyerek yanımda ayaklanmış olan Tayfun'u gösterdim.

Arslan gözlerini benden çekerek hızla bakışlarını Tayfun'a çevirdi. Ona doğru uzanan eli kavradı ve bir an için Tayfun'un kaşlarının çatıldığını sandım.

"Memnun oldum Enes Bey. Umarım otel şeflerimizden memnunsunuzdur?"

"Memnunum, teşekkürler." dedi.

"Ne ala, ne ala."

Ben orada durmuş onları izlerken ardından gelecek olan "Bana Enes Bey deme." cümlesini beklesem de duyamadım. Elleri ayrıldığında Tayfun hızla bize iyi günler dileyerek mutfağa inen koridorlarda kayıplara karıştı. Biraz önceki siniri biraz olsun dinmiş görünen Arslan'ın burun deliklerine baktım.

Hmm, normale dönmüş.

"Neye bakıyorsun sen?"

Gözlerimi gözlerine çıkarıp, koyu sandığım mavilerin ve bıkkın bakan gözlerinin aslında çok canlı olduğunu gördüğümde, ona ne kadar yakın durmuş olursam olayım bu kadar dikkatli bakmadığımı fark ettim. Nasıl görmezdim bu güzellikteki gözleri yoksa. İlk karşılaşmamızdaki burun deliklerinin genişliği aklıma gelince bastıramadığım doğal gülüşümle cevap verdim.

"Bir şeye değil, siz niye sinirliydiniz?"

Suratımdaki hedefi dudaklarım olurken, Arslan'ın yüzünde iki köpek dişini birden ortaya seren gülüşü gördüm. Yan ve alaycı değildi, gerçekten gülüyordu. Geçen akşam evimde güldüğü gibi.

"İşte şu an gözlerimi acıtmıyorsun."

"Neh?" dedim, biri bana yürürse anlardım, o kadar da kalas değilim. Ama söz konusu Arslan olduğunda hayal gücüm fazla mesai yapıyordu.

"Yanımda yapay gülme, itici oluyor. Sana bunu ilk gün söylemedim çünkü Sami görsün istedim. Profesyonel ama itici bir gülüşün var."

Arslan, yüzüme gülerek bakıp arka arkaya üç-dört cümle konuşmuştu ve bunlardan sadece biri emirdi. Bana yürümüyordu, profesyonel yüzümün onda işe yaramadığını ima ediyordu. Umut ederek şaha kalkan tarafımı voyvodaya oturtarak bakışlarımı ondan çektim. Hala daha ayakta dikiliyorduk.

"Siz bir yere mi gidiyordunuz?"

"Siktir, evet." diyerek aceleyle oteli terk ederken ardında bıraktığı ten kokusunu takip ederek bile onu bulabilirdim. Kokusuna o kadar alışmıştım ki, burnuma dolduğu anda bütün koku algılarım coşuyordu. Kendime gelip ofise dönmem gerekiyordu. Zeynep Hanım'dan gelen maili incelemem gerekiyordu. Yapılacak pazarlığım ve çıkarılacak bir ödeme planım vardı.

****

Akşam altı sularında çağrı cihazının ötmesiyle ofisten çıktım. Villanın kapısına geldiğimde kulaklarımı okşayan müzik, boğuk da olsa kulaklarıma ulaştı. Kapıyı açınca üzerime doğru gelen müzik sesi yüzünden biraz çekinerek salona doğru ilerledim. Eğer içeri girdim diye bu güzel nağmeler kesilirse çok yazık olurdu. Ama tahmin ettiğim gibi olmadı. *Medya 

Neden bu odaya bugün her iki çağırılışımda da Arslan'ın helvalaştırdığı bedenlerin odayı terk edişini izlemek zorunda bırakıldım ben? Gitsinler de öyle çağır beni ya. Sapık mıdır nedir?!

Odaya girişimle hareketlenen tek beden, berberin genç çırağıydı. Karışamayacağım, otel içindeki özerk bir işletme çalışanıydı, Arslan ise önünden geçmeye cüret eden her türlü parlak böceğe dil atan pis bir kurbağaydı. Ve o pis kurbağa, koltukta kaykılmış yine sigarasını içiyordu, şaşılacak şey ki altında sabah verdiğim şort vardı. Boynunda tırnak izleri, sağ göğsünde ise hafif bir morarma vardı. Hınçla çocuğa döndüm ama giyinmesini tamamlamış, çoktan topuklamıştı bile. Yanımdan geçen bedeni papirüs kokuyordu. Sinirden ve açlıktan başım dönmeye başlamıştı ve sakinleşmek için gitara sevgilisiymiş gibi muamele yapan Sami'ye döndüm.

Açlık artık göz ardı edemeyeceğim bir hale gelmişti ve en azında toparlamak için oturmaya ihtiyacım vardı. Müziği bölmek istemediğim için sesimi çıkarmasam da, bulanıklaşan görüşümü odaklamak için bir kaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Sami'nin yüzünü göremiyordum ama saçlarına bulaşmış kırmızılık orada fazlaydı. Alnından burnuna doğru ilerleyen kızıl hat, burnunun ucundan gitar tellerini sıyırarak yere damladığında, deyim yerindeyse beynimde yanan ampulü gördüm.

Siktir kan mı lan o?

Sendeleyerek kasanın yanındaki ecza dolabına doğru ilerledim. Çalması bitince pansuman yapabilirdim. Kendimden alışkındım nasılsa, az kavga çıkarıp kafa göz girişmemiştim insanlara. Pansuman için oturmam gerekiyordu, en azından kendimi toparlamam için bir şanstı bu.

Rahatsız etmeden Sami'nin sağ yanına yerleştiğimde müziğin sonları olduğunu anladım. Beynim daha o kadar sulanmamıştı sanırım. Pamuğa oksijenli suyu döktüğümde, Arslan kaykıldığı yerden doğruldu, gözlerini üzerime diktiğini hissedebiliyordum. Müzik biterken bedenimi yan çevirerek Sami'ye döndüm. 

Takip edemediğim bir hızla Sami bir anda sağ elini boğazıma sarmış beni hareketsiz bırakmıştı. Açlıktan dönen başım bu sefer de nefessizlikten isyan bayrağı çekmişti.

Ben neyle sınanıyorum? Neden?

Sami'nin parmakları boynuma sarıldığı hızla beni bırakırken koltuğa doğru sarsılıp devrilmeden kendime geldim. Kafamı kaldırdığımda koskoca adam, Arslan'ın savurduğu elinden kurtulmuş mutfak yönüne doğru uçuyordu. Sonunda hala elinden bırakmadığı gitarla beraber büyük bir gürültü çıkararak yerle buluştuğunda, adrenalin ve şoktan dolayı tüm pilimi harcamıştım. Gözlerim kararırken ağzımdan dökülen sadece "Arslan?" oldu.

****

Karakterleri az çok tanıtabildim mi? 

Değişik bir yol izlemeye çalışıyorum. 

Sürprizlerim var, hehhe. 

Bb✌

Continue Reading

You'll Also Like

13.1M 435K 41
When Desmond Mellow transfers to an elite all-boys high school, he immediately gets a bad impression of his new deskmate, Ivan Moonrich. Gorgeous, my...
1.1M 37.6K 70
HIGHEST RANKINGS: #1 in teenagegirl #1 in overprotective #3 in anxiety Maddie Rossi is only 13, and has known nothing but pain and heartbreak her ent...
65.3K 1.7K 18
In which three college students were placed into the same dorm. They have a lot of things in common but the most important thing is that they're all...