War of Hearts

By sleepintheatlantis

79.3K 7K 4.8K

⭐ 2019 Wattys Ödülleri "Hayran Kurgu" kategorisi kazananı ⭐ Kendi hayalinizde oluşturup aşık olduğunuz kişi k... More

Bilgilendirme
çalma listesi
Giriş
Birinci Bölüm
İkinci Bölüm
Üçüncü Bölüm
çöp kutusundaki önemli taslak
Beşinci Bölüm
Altıncı Bölüm
Yedinci Bölüm
Sekizinci Bölüm
Dokuzuncu Bölüm
Onuncu Bölüm
On Birinci Bölüm
On İkinci Bölüm
On Üçüncü Bölüm
On Dördüncü Bölüm
On Beşinci Bölüm
On Altıncı Bölüm
On Yedinci Bölüm
okunmamış 1 ileti
On Sekizinci Bölüm
On Dokuzuncu Bölüm
Yirminci Bölüm
Yirmi Birinci Bölüm
Yirmi İkinci Bölüm
Yirmi Üçüncü Bölüm
Yirmi Dördüncü Bölüm
Yirmi Beşinci Bölüm
Geçmiş
Yirmi Altıncı Bölüm
Yirmi Yedinci Bölüm
Yirmi Sekizinci Bölüm
Yirmi Dokuzuncu Bölüm
Otuzuncu Bölüm
Otuz Birinci Bölüm
Otuz İkinci Bölüm
Otuz Üçüncü Bölüm
Otuz Dördüncü Bölüm
Otuz Beşinci Bölüm
Otuz Altıncı Bölüm
Otuz Yedinci Bölüm
Otuz Sekizinci Bölüm
Otuz Dokuzuncu Bölüm
Kırkıncı Bölüm
Kırk Birinci Bölüm
mucizeler yalnızca onlara inananları bulur
Kırk İkinci Bölüm
Final
Teşekkür

Dördüncü Bölüm

1.7K 173 82
By sleepintheatlantis

Michael gelene kadar tüm mağazaları dolaşmıştım. Umutsuzca onu aramıştım. Çoktan gittiğini hissediyor olmama rağmen ayaklarım kendi özgürlüklerini elde etmişlerdi. Onun beni bırakmasına hala inanamıyordum. Sanki bir yerden çıkıp "Ben sana şaka yapmıştım." demesini bekliyordum. Ama ortada bir şaka yoktu. Sadece giden biri vardı ve bu hiç komik değildi.

Michael geldiğinde dinlenme koltuğunda oturmuş ağlamakla ağlamamak arasında gidip geliyordum. Etrafta dolaşan insanları gördükçe ağlama isteğim bastırıyordu ama ağlarsam düşünme yetimi kaybederdim. Düşünme yetimi kaybedersem onu bulmam daha da imkansız bir hal alırdı.

Michael önümde eğilip kollarını dizlerime yerleştirdi. Yeşil irisleri benim üzerimdeydi. İçimi okuduğunu biliyordum ama yine de olanları anlattım. Ben olanları anlatmayı bitirene kadar tek kelime etmedi. Onun da Calum'ın nereye gideceğini düşündüğüne emindim.

"Beni bıraktı ve gitti Michael." diye fısıldadım.

Bazı cümleler yüksek sesle dile getirildiğinde kalbi daha fazla kırıyordu.

"Onu bulacağız merak etme." dedi. Söylediğine inanmak istiyordum ama inanmamıştım. New York gibi bir şehirde telefonsuz ve yol bilmeyen bir adam nasıl bulunabilirdi ki? 

"Polise haber verelim." dedim. Sonuçta onlar herkesi bulabiliyordu. 

Michael şiddetle başını salladı. "Olmaz. Calum'ın kimliği yok. Bilgilerini isterlerse ya da onu bulurlarsa nasıl bir açıklama yapacağız?" dedi.

Aklım adım adım durma noktasına doğru ilerliyordu. Michael'ı bile nasıl aradığımı hatırlamıyordum. Mantıklı yanım da Calum'la birlikte gitmişti.

Ellerimle yüzümü kapatıp başımı arkaya attım.

"Her şey o kadar anlamsız ki!" dedim. Gitmesi anlamsızdı. Ortaya çıkması anlamsızdı. Bana hiçbir faydası olmadığı gibi hayatımı da çalkalamaya başlamıştı.

Sessiz dünyamın bir anda elimden alınmasına daha ne kadar tahammül edebilirdim bilmiyordum.

Michael ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Eve gidelim yoksa burada çıldıracaksın." dedi.

O, eve gelmeyecekse evde olmanın ne anlamı vardı?

Michael'ın elini tuttum ve beni yönlendirmesine izin verdim. Çantamı ve poşetlerimizi o taşıyordu. Şapkamı da nerede bıraktığımı bilmiyordum. Her şey hayatımdan çıkıyordu ve ben buna engel olamıyordum.

"Giderken etrafı da turlarız tamam mı? Sakin ol onu bulacağız." 

Michael beni yatıştırmaya çalışıyordu ama üzerimde ağır bir yük vardı. Calum'a karşı kendimi sorumlu hissediyordum. Sanki buraya gelmesinin suçu benmişim gibi.

Üç dilek hakkının birini onun için kullanmış ve diğer hakları elinden alınmış biri gibiydim.

O, bizi bulamayacağı için bizim onu bulmamız gerekiyordu ve bu kocaman şehirde iğne deliği kadar bile yeri yoktu. Kafamı toplayıp düşünmem gerekiyordu.

Tanrıcılık oynadığımı iddia etmişti. Bu iddiasının doğru olması için onu bulabiliyor olmam gerekirdi.

Ben Calum olsam nereye giderdim?

Arabanın içerisinde etrafa bakmaya başladım. Fazla dalgındım ama yine de onu görsem tanırdım. Sonuçta onu ben yazmıştım. Aramızda adını koyamadığım bir bağ vardı. Arkadaşlık ya da aşktan farklı bir bağdı. Bana ihtiyaç duyacağını biliyordum. Bana ihtiyaç duymasını istiyordum.

Çünkü benim ona ihtiyacım vardı.

"Onu bulabilecek tek kişi sensin Felicia. Eve gidince ben kitabı baştan okurken sen de kendine gelmeye çalış. Sonra olabileceği yerleri aramaya başlarız."

Gözlerimi kapattım. Onun gitmesine nasıl izin verebilmiştim? Şehir her geçen gün daha fazla insana kapılarını açıyordu. Yani onun dönemiyle bizim dönemimiz çok farklıydı. Gitmeyi planladığı yere ulaşamamış bile olabilirdi. Gideceği yer artık orada olmayabilirdi. İstediği yer şehrin başka diğer yakasında olabilirdi. 

"Ya ona bir şey olduysa?" dedim Michael'a doğru dönüp.

Bu da bir ihtimaldi. Sonuçta New York'taydık. Her gün onlarca gasp ve bıçaklanma haberleri görüyorduk. Keyif için bile insanları dövebiliyorlardı.

Calum, bir yerde can çekişiyor bile olabilirdi.

"Bıçaklansa bile ölür mü ki?" dedi ve sonra kırdığı potu anlayıp sertçe dudağını ısırdı. "Özür dilerim. Yani sadece bir teori olarak söyledim. Tamam hayali olmasa da belki ölünce yeniden dirilme özelliği falan vardır belki?" 

Pekala sanırım Michael'ın da devreleri yanmıştı. Ben fantastik kurgu yazarı değildim. Yani muhtemelen Calum ölürse ölürdü. Ama eğer bir fantastik güç verecek olursam ona kesinlikle evin yolunu bulabilme özelliği verirdim. Böylece onu bir daha kaybetmezdim.

"Onu bir an önce bulsak iyi olacak. Birkaç saat sonra hava kararacak." dedim.

Başını salladı ve eve doğru sürmeye devam etti. Sessizlik geri gelmişti. Eve girdiğimde de o boğucu sessizlikle karşılaşmıştım. Sessizliği seven ben, bu defaki sessizlikten korkmuştum.

Gittiğinde böyle olacaktı. Gerçi şimdi de gitmişti. Gitmelerine alışmam gerekecekti.

"Ben odama gidiyorum." dedim. Michael da peşimden gelip odaya girdi ve Calum'ın yarım bıraktığı kitabımın taslağını alıp salona geçti.

Calum'ın uyuduğu yatağıma uzanıp cenin pozisyonu aldım. Bir gecede kokusunun yatağıma sinmiş olması inanılmazdı ama hayata tutunmamı sağlamıştı. Şimdi her zaman olduğu gibi tüm dikkatimi ona verebiliyordum.

Aptalca davranmıştı. Beni parmağında oynatıyordu.

Göğsüm sıkışıyordu. Onun hayatını düşünürken nefes alamıyor gibiydim. Nereye yetişmeye çalışıyor olabilirdi ki?

Onun bir yerde beklemesi gerektiği bir sahne yazmamıştım. Şu an her nereye gidiyorsa kendi kafasına göre hareket ediyor olmalıydı.

Bağımız sandığım kadar kuvvetli olmayabilirdi.

Michael, odaya girip yanıma geldi ve yatağa oturdu. "Benim aklıma bir fikir geldi. Aptalca ama belki işe yarar." diye fısıldadı. Devam etmesini istiyordum ama sesim çıkmıyordu. En önemsiz öneriye bile açıktım.

Sadece dönmesini istiyordum.

Michael sessizliği onay olarak algılayarak devam etti. "Seni terk etmemesini yazabilirsen belki geri döner." dedi. Bu defa bakışlarımı yatağa serili pikeden ayırıp ona çevirdim. İlgisini çektiğim için mutlu olmuştu.

"Yani sonuçta onu sen yazdın. Yazdığın her şeyi yaşadığını düşündüğüne göre belki geri döndüğünü yazarsan geri döner." dedi.

"Denemekten zarar gelmez." dedim ve yavaşça doğruldum. Bunun işe yarayacağından hiç emin değildim ama deneyebilirdim.

Masaya oturup Michael'ın gelmesini bekledim. Bu sırada bilgisayarı açıp yeni bir taslak açtım. İmleç yanıp sönerken ne yazacağımı düşünmeye başladım. Aklıma gelen bir sorunla kafamı kaldırıp Michael'a baktım. Aynı soru onun da kafasında belirmiş olmalıydı. Çünkü yüzünde düşünceli bir ifade vardı.

"Ama ben hikayenin içerisinde değilim. Onu buraya nasıl getireceğim?" dedim.

 "Hafızasında bir yer ettin sonuçta. Kitaptan çıktığını biliyor. O yüzden sorun olmaz belki. Ne dersin?" dedi.

Başımla onu onaylayıp ekrana geri döndüm.

Calum, onu kahve dükkanında terk ettiği için pişmandı.

"Bu olmadı Felicia. O, zamiri Faye olarak da algılanabilir."

Ama ben adımı yazmak istemiyordum. Belki de beni hayatında barındırmak istemiyor olabilirdi.

"İsmin zaten onun belleğine çoktan yerleşti. Yaz gitsin. Dönmesini istemiyor musun?"

Calum, Felicia'nın yanından ayrıldıktan sonra pişman olmuştu. Nereye gittiğini bilmediği için geri dönmeye karar verdi.

Michael araya girip "Taksiye bindi ve evi tarif etti, yaz." dedi. Gözlerimi devirip Michael'a baktım.

"Michael, Calum evin adresini bilmiyor ki." dedim ve ardından ekledim. "Bence sen bize birer kahve yap. Gece uzun olacağa benziyor."

Michael, sıkıntıyla nefes verip yanımdan uzaklaştı ve beni beyaz ekranla baş başa bıraktı. İlk kez bu ekran beni korkutuyordu. Eğer gerçekten yazdıklarıma göre hareket ediyorsa onu çok zor durumlara da sokabilirdim.

Kalem kimin elindeyse kuralları yazma hakkına sahip olan da oydu.

Ve onun hayatı benim kalemimden akan kelimelerle şekil alıyorsa çok yanlış bir elde olduğu artık anlaşılmıştı.

Ona söyleyemediğim çok fazla şey vardı. Kitabı yazarken hayalimde hep karşımda olurdu. Ona onu tanıdığım için şanslı olduğumu söylerdim. Hayatımda olduğu için teşekkür ederdim.

Ama hiçbir zaman hayatımdan çıkıp gittiğini hayal etmemiştim. Onun gerçek düşüncelerini hiç düşünmemiştim. Belki de o, benim için aynı duyguları beslemiyordu.

Belki de onu özgür bırakmamı istiyordu.

Gözümden damlayan bir yaşı silip diğer elimle beyaz sayfada yazan tüm kelimeleri sildim. Onu gelmesi için zorlayamazdım. Onu bulduğumda bunu ona bakarak sormalıydım. Bu defa kendisi seçimini yapmalıydı.

Michael beni onaylamamıştı. Şu an onun hayatının özgürlüğünden daha değerli olduğunu düşünüyordu. 

"Bunu yapmak istemediğine emin misin?" dedi ikinci kahvemi elime verip yanıma otururken. Evimin belki de en sevdiğim yanı olan camların karşısına oturmuştuk. Gökyüzünde belirmeye başlayan yıldızları izliyor ve konuşuyorduk. Ona aklımdan geçen her şeyi anlatmıştım.

Başımla onu onayladım. "Bu defa onun istediği olacak." dedim.

Michael, kahvesinden büyük bir yudum alıp gökyüzündeki en parlak yıldızı gösterdi. Hava daha yeni kararmasına rağmen çok parlak bir şekilde bize göz kırpan o yıldıza. 

Benim pusulama.

"Belki de eve dönmek için uzun yolu seçmiştir." dedi. Bu cümle beni burukça gülümsetti. Calum, Faye ile ilk tanıştığında onu evine biraz daha geç bırakabilmek için uzun yolu kullanmıştı. Ön okumadan sonra herkes bana bu cümleyi atmıştı.

Kaybolmak ve seninle sonsuza kadar gitmek istiyorum. Bu yüzden eve giden uzun yolu seçtik.

Birden ağlamaya başladım. Bir romanda "Hala ağlayabiliyorsan hissedebiliyorsun demektir." diye bir cümlenin altını çizmiştim. Fazla ağlayan biri değildim ama şu bir buçuk günde sinirlerim tümüyle harap olmuştu.

Michael beni yatıştırmaya çalışmadı. Belki de Calum'a bu özelliği Michael'dan vermiş olabilirdim. O da beni yatıştırmamıştı. Ama Calum'ı yazarken ilhamı nereden bulmuştum hatırlamıyordum. Sanki sadece Calum'dı. Kimseden bir parça toplamamıştı. Kendi hikayesinin kahramanıydı. 

Michael elimden kahveyi alıp kanepenin yanındaki sehpaya yerleştirirken gözyaşlarımı silmeye çalıştım. "Aptalın tekiyim biliyorum." dedim.

"Sanırım sadece aşıksın. Aşk da bir aptallık işidir." dedi.

Michael, kurgu karakterlere aşık olduğum zamanları bilirdi. Hala da kurgu karakterlere aşık olabiliyordum. Ama uzun zamandır Calum dışında birine bu kadar bağlanmamıştım. Michael, bu cümleyi kurduğu her zaman inkar edip kızardım. Bu defa kabullenip sesimi çıkamadım. Canım yeterince acıyordu.

"Ben biraz etrafı arabayla dolaşacağım. Lütfen Felicia biraz daha düşün. Onu bulmuşken kaybetmek mi istiyorsun?" dedi ve saçlarımı öpüp uzaklaştı.

Calum mı beni bulmuştu yoksa ben mi onu çağırmıştım anlamak zordu. Tek bildiğim hayatlarımızın bir noktada fantastik bir şekilde birleştiğiydi.

Ayağa kalkıp Michael'ın salonun ortasındaki koltuğa bıraktığı taslakları alıp yeniden pencerenin önüne oturdum. Michael, ben pes ettiğimde kanepeyi pencerenin önüne çevirmiş ve sakinleşmem için oraya oturtmuştu. 

Siyah ojeli parmaklarım satırların üzerinde dolanırken ağlamaya devam ediyordum. Her satırda izi vardı. Her kelimenin üzerine dokunduğunu biliyordum. Çünkü tüm dikkatini bir kitaba vermeye çalıştığında parmağıyla satır takibi yaptığını biliyordum. Konu kendi hayatı olduğunda daha fazla odaklanmaya çalışacağını tahmin etmem çok da zor değildi.

Her olayın üzerinden geçtim. Kelimelerin arka yüzünü düşündüm. Kendi kelimelerimi okumayı sevmezken sırf onu bulmak için binlerce kere aynı cümleleri okudum. Aşıktı, yalnızdı, kızgındı ve bilmediği bir şehirde kaybolmuştu. 

Yetişmesi gereken bir yer neresi olabilirdi? Kafasından mı uydurmuştu? Ne planlıyordu?

Evin sessizliğinde kelimeler gizleniyordu. Sessizlikte o kelimeleri bulup hikayeye eklerdim. Gizli ayrıntıları yakalamak benim işimdi ama şimdi elim bomboş kalmıştı. Onun nerede olduğunu düşünmekten migrenim tutmaya başlamıştı.

Dolaptan ilaç almak için kalktığımda evin sessizliğini bir melodi bıçak gibi kesti. Michael olduğunu düşünerek ilk önce telefona gittim ama arayan Ashton'dı. Hattımı meşgul tutmak istemiyordum bu yüzden ona cevap vermedim.

Ama telefon hiçbir şekilde susmuyordu. Ashton ardı ardına aramaya devam ediyordu. Dayanamayıp telefonu açtım. Yoksa migren atağım beni hastanelik edecekti.

"Efendim Ashton?" dedim dolabı açıp ilacı çıkarırken.

Aramızdaki tek mutlu insan oydu. Neşeli bir şekilde, benim üzgün sesimi umursamadan, "Kapıdayım bebeğim. Açar mısın?" dedi.

Evime gelmesini istediğim en son insan emrivaki yaparak kendisini eve aldırmayı başarmıştı. Kapıyı açmak zorundaydım çünkü telefonu daha fazla meşgul tutamazdım.

Ashton asansöre binip daire kapıma geldiğinde asık bir yüzle kapıyı açtım. Bir haftadır şehir dışındaydı ve şimdi de görünüşümü umursamamaya özellikle dikkat ederek bana sıkıca sarılmıştı. Yere bıraktığı kahverengi deri valiz de dikkatimden kaçmamıştı. Şehre geldiği gibi soluğu benim yanımda almış olamazdı. Çünkü emrivakilerden ve sürprizlerden hoşlanmadığımı bilirdi. Zaten sürpriz kaldıracak halim de kalmamıştı.

"Beni gördüğüne sevinmedin mi Felicia?" dedi ve omuzlarımdan tutup beni inceledi. "Michael ölmüş gibi duruyorsun." dedi.

Ashton'ın bazen sırf kendisini önemsemesinden nefret ediyordum. O, hiçbir zaman kendisinden başka birisinin durumuyla ilgilenmezdi. Bana neden takmıştı onu da bilmiyordum. Michael'a göre sadece onu reddedip durduğum için takıntı yapmıştı. Ashton, aynadaki aksiyle evlenebilse hepimizi bırakırdı. Buna adımız gibi emindik.

Ama işte beni önemsediğini söyleyip onun için oluşan önyargıları yıkıyordu. Kitaplarımı okuyan insanlar bile bizim sevgili olduğumuzu düşünüyordu. Tüm imza günlerimde yanımda oluyordu.

Gözlerimi devirip onu içeriye aldım. "Neden geldin Ashton? Hem de bu saatte?" dedim. Ashton ise bıkmış çıkan sesimi ve sorularımı umursamadan gününü anlatmaya başladı.

Tek bir kelimesini bile dinlemek istemiyordum. Benim düşünmeme engel oluyordu. Calum benden her dakika biraz daha uzaklaşıyordu.

"Ashton gerçekten hiç iyi bir gün geçirmedim." dedim.

Ashton bu defa beni bana döndü ve kaşlarını çattı. Onun anlattıklarını yarıda kestiğim için sinirlenmiş olmalıydı. "Sana neler oluyor Felicia?" dedi.

Ben iyi bir gün geçirmediğimi söylediğim halde kavga edeceği zamanlarda bu cümleyi kurardı. Sonra sanki iki sevgiliymişiz gibi saatlerce tartışırdık. Ardından o, çekip giderdi ve geceyi adını bile bilmediği kadınlarla geçirirdi.

İnsan sevdiğine sadakatsizlik yapabilir miydi? Sadakatsiz bir insan başka bir insanı gönülden sevebilir miydi?

"Sadece artık yoruldum Ashton. Sana bir ilişki içinde bulunmak istemediğimi söyledikçe sen hayatıma daha da çok yayılıyorsun." Bir virüs gibi.

Ben sesimi yükseltmeden medenice konuşurken o tekrar bağırdı ve "Hayatında başka biri mi var?" dedi.

Evet ve benim onu bulmam lazım ama seninle uğraşıyorum. "Hayır yok. Sana bir ilişki istemiyorum diyorum. Bu sen ve diğer tüm erkekler için geçerli. Lütfen evimden gider misin?" dedim.  

Ashton dediklerimi dinlemeden bağırıp söylenmeye devam etti.

"Hep o lanet kitabın yüzünden oluyor bunların hepsi. O kitap seni benden uzaklaştırıyor. Onu yırtıp paramparça yapmak istiyorum."

Son cümle bardağı taşıran damla olmuştu. "Sakın kitabıma dokunmaya bile kalkışma!" dedim. Kitabımın ne kadar önemli olduğunu biliyor olmalıydı. Taslakların bile kırışmasına izin vermiyordum. Ona en az kendime verdiğim değeri veriyordum.

"Neydi adı? Kylie mi?" dedi ve ekledi. "Kendini kitaba odaklamadığın zamanlarda o çöpteki taslaklara adıyorsun! O çöpler bile benden daha değerli! Lanet olsun."

Çöpteki taslaklar...

Bir haftadır boşaltmadığım çöpteki deneme yazılarım...

Kahretsin! Neden daha önce akıl edemedim ki?

Elimdeki telefonu sıkıca tutup Michael'ın numarasını tuşlarken odama koşup kapıyı kilitledim. Ashton ise arkamdan adımı seslenip durmamı söylüyordu. 

O, kapıya vurmaya başladığında masanın yanındaki çöpü ters çevirip her buruşmuş kağıdı yere serdim. Ashton özür dilemeye başladığında kağıtları düzeltmeye çalışıyordum. Gerçi onları da ben yazmıştım. Kağıtlara ihtiyacım yoktu. Yine de elimde somut bir şeyler olmasını istiyordum. Teorimin doğru çıkacağını kanıtlayacak minicik bir detay.

Michael, telefonu açtığında doğru kağıdı bulmuş halının üzerinde buruşuk kağıdı okunabilir hale getiriyordum.

O gittiğinden beri ilk kez güldüm. Kahkaham kulaklarıma dolduğunda kalbim daha hızlı atmaya başladı.

Onun nerede olduğunu biliyordum.

"Onu buldum Michael. Nerede olduğunu biliyorum." diye sevinç çığlıkları atmaya başladım. Michael da gülmeye başlamıştı. Evime gelmesine bir sokak kaldığını söylediğinde hiç yukarıya gelmemesini söyledim. Arabamı alışveriş merkezinin otoparkında bıraktığım için Michael'ın arabasıyla oraya gidecektik. O arabayı çalışır vaziyette tutarsa adrese varmamız daha kısa sürerdi. Gülmeye devam ederken elimdeki kağıdı sıkı sıkı tuttum.

O benim Calum'mımdı. 

Ve onu bulmayı başarmıştım.


_____________________________________

*Felicia'nın bir romandan alıntı dediği cümle Twin isimli hikayemde geçiyordu. İlk hikayemle son hikayemin böyle birbiriyle kesişmesi beni duygulandırdı. :')

Continue Reading

You'll Also Like

888 74 6
"Seni hatırlamayacağımı düşünmene inanamıyorum, bu çok kırıcı." dedi adam. Kadın güldü. Masanın diğer ucundaki adama bakarken zihnini eski anılar do...
755 117 10
-Eğlenmeniz için güzel sorular ve karşılaştırmalar hazırladım zevkle okumalar ☁️ -I have prepared good questions and comparisons for you to enjoy rea...
36.6K 1.5K 23
Bir YavBah Hikayesi Ethem'in Harcadığı Çiftime Mutlu Bir Hikaye Yazdım Arada Ayrılık Gözyaşı da Olacak ;)
722 135 19
Toprakla bağım kesildi ve düşmeye başladım. Düşerken elbisemin etekleri ve saçlarım uçuşuyordu. Demek, dedim yanarak değil de boğularak öleceğim. Ols...