secretum|jikook

By msanyone

334K 31.1K 69.4K

TAMAMLANDI| Lanetli kral, açlıktan, hastalıktan ölen insanlar, büyük savaş, tüm insanlığı tehdit eden büyücül... More

Başlangıç
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm| ultimum spiritum
Son
Özel Bölüm

7. Bölüm

19.7K 2.1K 4.1K
By msanyone

"Yalnız bir yolda yürüyen kişi gibi
Korku ve dehşet içinde,
Bir kez ardına baktıktan sonra yürüyor,
Ve başını çevirmiyor bir daha;
Biliyor çünkü, korkunç bir düşman
Hemen ardından yaklaşıyor." -Samuel Taylor Coleridge

İnsanlar bilinmezlikten korkarlar.

Karanlık bir sokaktan karanlık olduğu için değil, içinde ne olduğunu bilmedikleri için korkarlar. Yabancılardan kim olduklarını bilmedikleri için,aşktan beraberinde ne getireceğini bilmedikleri için,ölümden ise sonrasında onları ne beklediğini bilmedikleri için korkarlar.

Park Jimin tam da bu nedenden ötürü Jungkook'dan korkuyordu.

"O insanları kurtarmak istediğini söylemiştin!" diye bağırdığında genç muhafızın sesi neredeyse tüm sarayda yankılanmıştı. "Benden saraya girmemi ilk istediğinde büyük savaşı durdurmak istediğini söylemiştin!"

Büyücü sakince başını salladı, "Ben öyle bir şey söylemedim."

"Hayır, söyledi-"

"Sadece," diyerek araya girdi Jungkook. "Sadece, sana sarayın ülkeyi savaşa sürüklediğini söyledim. O savaşı durdurmak istediğimden bahsetmedim."

Jimin titreyen parmaklarını dağınık saçlarının içerisinden geçirirken sinirine hakim olmaya çalışıyordu, "Bana hiç öyle gelmemişti."

Jungkook yanına yaklaşan Lucifer'ın kalın postunu okşarken son derece tasasız gözüküyordu. Sanki konuştukları konu binlerce insanın öleceği bir savaş değildi de sadece hafta sonu göl kenarında bir kaçamak planlıyorlardı. "Siz insanlar ne isterseniz onu anlıyorsunuz."

Bu Jimin'e sinirli bir kahkaha attırdı, "Biz insanlar, senin gibi kalpsiz, duygusuz, düşüncesiz değiliz! Durdurabilecek gücümüz varken kendi sarayımıza saklanıp kralcık oynayacak kadar korkak da değiliz!"

Jimin'in sözleri Jungkook'u sinirlendirmeliyken sadece gülümsetti. Siyah, deri botlarıyla ahşap zemini gıcırdatarak Jimin'e yaklaştı ve gözleri sinirden alev alev olmuş genç muhafızın yüzünü avuçlarının içine aldı.

Jimin deri eldivenlerin soğukluğunu yüzünde hisseder hissetmez geri çekilmeye çalışsa da, Jungkook da onunla birlikte adım attığı için işe yaramamıştı. Kaçmaktan vazgeçip büyücünün gözlerinin içine baktı;

"Ne-"

"Gözlerini yum, muhafız," diye mırıldandı Jungkook yumuşak bir sesle. "Kulaklarını kapat. Hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi davran. Çünkü siz insanların yapacağı şey bu."

Jimin yeniden titremeye başlayan ellerini kaldırıp Jungkook'un bileklerine yerleştirdi ve ellerini yüzünden uzaklaştırdı.

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Her şeyin sorumlusu siz değil misiniz?" dedi Jungkook sakince. "Büyük savaşın sorumlusu siz değil miydiniz? Bir avuç toprak için birbirini öldüren, çocukları katleden siz değil miydiniz?" Sakin sesi mermer gibi sert gözüken yüzüne tezat oluşturuyordu. Şaşkınca ona bakan Jimin'i kolundan sertçe tutup kütüphanenin büyük camına sürükledi.

Muhafızı tam camın önüne getirince elini çenesine yerleştirip sertçe ölü ormana doğru bakmasını sağladı, "Bunun sebebi siz değil misiniz? Bu ormanı zehirleyen sizin yaptığınız kara büyü değil miydi?"

Jimin Jungkook'u sertçe ittirerek ondan kurtuldu. "Bir kaç kişinin yaptığı hatayı bütün insanlığa mal edemezsin."

"Korkarım ki bunu çoktan yaptım bile..." Büyücü ormandan tarafa sert bir bakış fırlattı. "Bu ormandaki tüm ağaçların insanlar tarafından dikildiğini ve isminin neden ölü orman olduğunu biliyor muydun?"

Jungkook'un konuyu değiştirdiğini düşünmesine rağmen Jimin dürüst davranarak başını salladı, "Hayır, bilmiyordum." Şehirde, kasabada, eğitimlerde, her yerde insanlar ölü orman hakkında konuşmaktan kaçınırlardı. Elbette Jimin bir sürü efsane işitmişti ama hiç birinin doğru olduğunu düşünmemişti. Tek bildiği şey büyük savaştan sonra bu hale geldiğiydi.

"Bundan yıllar önce," diye konuşmaya başladı Jungkook sakin bir sesle. Gözleri hala ormandaydı. Sanki o orman onun için çok daha fazlasıydı. Özlediği bir şeyi ona hatırlatıyordu. Jimin biraz olsun gözlerinde duygu kırıntısı görebiliyordu.

"Ölen her insan için bir ağaç dikilirmiş," diye devam etti büyücü. "Dikilen her ağaç o kişinin yer yüzünde harcadığı zamanı, aldığı her nefesi, ettiği her lafı temsil edermiş. İnsanlar ölen yakınlarını özlediklerinde diktikleri ağacı görmeye giderlermiş. Ağacın kişinin ruhuna sahip olduğuna inanmışlar."

Jungkook bir anda susunca Jimin kendisinin de dikkatlice ölü ormana baktığını fark etti. Büyücünün her kelimesiyle orman çok daha anlamlı bir hale geliyordu. Zehirli ağaçlar bir anda Jimin'e insanları anımsatmaya başlamıştı.

"Sonra?" diye mırıldandı Jimin. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki neredeyse kendisi bile duymamıştı.

"Sonra," Jungkook bir saniyeliğine bakışlarını Jimin'e çevirip baktı ama hemen ardından hızlıca önüne dönmüştü. "Sonra bir kişi çıkıp ormanın sahip olduğu tüm ruhların insanlık için tehlike barındırdığını söylemiş." Jungkook artık gülümsüyordu. "Sonra tüm o insanlar kendi yarattıkları ormanı yine kendileri yok etmeye karar vermişler. Sevdikleri insanların ruhlarından korkup ormanı ateşe vermişler. İçinde yaşayan tüm canlıların ölümüne sebep olmuşlar. Onlardan geriye kalan tek şeyi, ruhlarını da öldürmek istemişler."

Büyük camdan, dolayısıyla ormandan bir adım uzaklaşıp ona arkasını döndükten sonra, "İşte bu yüzden adı ölü orman," diye mırıldandı Jungkook.

Jimin son bir kez simsiyah ağaçlarla, kırık dallarla, yabani otlarla çevrelenmiş ormana göz attıktan sonra tıpkı Jungkook gibi ona arkasını döndü, "Sonra ne olmuş?" diye sormaktan kendini alamadı. "Tüm o zehirli ağaçlar, ormana girip çıkamayan insanlar için anlatılan gizemli hikayelerin sebebi ne?"

Büyücü Jimin'in sorusunu yanıtsız bırakabilecekken cevap vermeyi tercih etti, "Sevdikleri insanlar tarafından ateşe verilen ruhlar saf öfke ile dolup taşmış. Ateşe ve ölüme karşı koymuş. Her ne kadar dışarıdan yanıp kül olsalar da nefretleri ile tüm ormanı zehirlemişler. Ormana girip onları yeniden rahatsız eden tüm insanlardan da ataları adına intikam almışlar. Böylece ölen ne ağaçlar ne de ruhlar olmuş."

"Peki sen," diye mırıldandı Jimin. Jungkook'un anlattıkları onu büyülemişti. "Sana neden bir şey yapmıyor? Orman neden senden ve... halkından intikam almıyor? Ormanın içinde yaşıyorsunuz."

Jungkook'un gözlerinden tehlikeli bir parıltı geçse de gülümsemesi oldukça masum gözüküyordu. "Ben bu ormanın içinde öldüm ve yeniden doğdum. Belki de sebebi budur."

Büyücü, hazır Jimin'in sorduğu sorulara cevap veriyorken muhafız şansını son bir kez kullanmak istedi, "Saraya hemen gitmeme izin verecek misin?"

Bu, Jungkook'un kahkaha atmasına sebep olmuştu. Gözleri kahkahası ile kaybolurken saçlarının hafifçe uçuşmasına yol açacak şekilde başını salladı. "Hiç pes etmeyeceksin değil mi?"

Jimin gergince dudaklarını dişleyerek başını salladı. Tıpkı Jungkook'un saçları gibi onun saçları da hareket ederek gözlerinin üzerine düşmüştü. "Hayır, söz konusu masum insanlarken pek pes etmeyi tercih etmem."

Jungkook çoktan onu dinlemeyi kesmiş, Jimin'in gözlerini kapatan siyah tutamlara dikkatini vermiş gibi gözüküyor olsa da, "Bunu düşüneceğim," diye mırıldandı. "Hava almak ister misin? Ormanı gösterebilirim sana."

Jimin tüm o kızgın ruhları düşünerek, "Hayır..." diye mırıldandı. Sadece Jungkook onun teklifini düşüneceğini söylediği için temkinli davranmaya çalışıyordu. Belki onu kızdırmazsa o da istediğini gerçekleştirirdi. "Kulağa beni öldürmek istiyormuşsun gibi geliyor."

Jungkook yeniden güldü, "O kadar belli mi?" diye kendi kendine mırıldandığında Jimin'in gergince geri çekildiğini görünce, "Hadi ama!" diye bağırdı. "Eğlenceli olacak. Şansımız varsa bir kaç leş görebiliriz."

Jimin bembeyaz suratla Jungkook'a baktı, "Hayır dedim."

Jungkook gülümsemeyi kesip derin bir nefes aldı, "Kimin umurunda? Burada ben ne dersem o olur."

*****

Jimin, pes etmek zorunda kalmıştı. Sinirli bir şekilde Jungkook'u bahçenin içinde takip ederken bir anda duraksadı. "Bir dakika. Şehre ineceğimizi söylemedin mi?"

Büyücü yürümeyi bırakıp yavaşça topuklarının üzerinde dönerek Jimin'e baktı, "Evet?"

"Şehre giden yol," kendinden emin olmayan bir şekilde eliyle tam ters yolu gösterdi. "Burada."

Jungkook kendine Jimin'i incelemek için bir kaç saniye verdikten sonra aynı umursamazlıkla önüne döndü ve yürümeye devam etti. Patika yol ahşaptan yapılma bir yapıya çıkana kadar bir şey söylemedi.

En sonunda garip kokulu, küçük camlara sahip kulübeye geldiklerinde "Kasabaya yürüyerek gitmek istemiyorum," diye mırıldandı büyücü. "Sonuçta kral sayılırım, değil mi?"

Jimin ne demek istediğini anlayamamıştı. Onlara doğru yaklaşan iyi giyimli ve kesinlikle kaliteli kılıçlara sahip iki dışlanmış da dikkatini dağıtmak konusunda oldukça iyilerdi.

"Yürümeyip.. Ne yapacaksın?" Muhafızın gözleri hala o iki dışlanmıştaydı.

Büyücü de tıpkı Jimin gibi, ellerini ceplerine sokup ona doğru hızlıca yaklaşan dışalanmışlara baktı.

İki dışlanmış da Jungkook'un önünde eğilerek hızlı bir selam verdikten sonra saçları omuzlarına kadar uzanan konuştu; "Efendim, Ares'i hazırladık. Arzu ederseniz hemen getirelim?"

"Gerek yok," diye yanıtladı Jungkook sakince. "Gerisini ben hallederim."

Jungkook, Jimin'e bakmadan kulübeye benzeyen yere doğru yürürken Jimin olduğu yerde bekledi. İki dışlanmış da uzaklaşıyordu. Jungkook gözden kaybolmuştu. İleride kapısı açık bir kulübe daha vardı. Işığın yansımasından içeride kullanabileceği türlü silahlar olduğundan emindi...

Etrafına şöyle bir bakındıktan sonra gözlerini Jungkook'un gittiği yönden ayırmadan geriye doğru bir adım attı. Jungkook'un orman ile ilgili anlattıklarından sonra buradan elini kolunu sallayarak kaçamayacağını anlamıştı ama...

Ya kendini savunabileceği bir şeylere sahip olursa?

Buradan gitmesi gerekiyordu. Bu, artık sadece özgürlüğü ile ilgili değildi. Savaş yaklaşıyordu. Arkadaşı Yoongi'yi uyarmalıydı. Kasabada yaşayan ve ona güvenen onca kişinin güvende olduğundan emin olmalıydı. En azından çocukları kurtarabilirse...

"Nereye gidiyorsun, muhafız?"

Bu sefer konuşan Jungkook değildi.

Jimin gözlerini yummasına sebep olacak kadar derinden ve korkunç çıkan sesi tanıyordu. Cesaretini toplayıp Soğuk Kan'a baktı;

"Hiçbir yere," diye yanıtladı hemen. "Büyücüyü bekliyorum."

Terra kan ile dolu bir kuyuya benzeyen gözlerini Jimin'e dikerek bir süre ona baktı. Konuştuğunda Jimin neredeyse gerginlikten dolayı çizmelerinin üzerine kusacaktı, "Aklından geçirdiğin şeylere dikkat et. Onu kızdırmak istemezsin."

"Onun herhangi bir duyguya sahip olabileceğini zannetmiyorum. Onun için her şey bir oyun." Sinirine hakim olamayarak ekledi, "Sizde oyuncaklarısınız."

"Kendine çok fazla güveniyorsun. Dikkatli ol, muhafız. Gördüklerin, görmediklerinin yanında hiçbir şey."

Jimin hissettiği soğuk esinti ile irkildi. Gördüklerin derken neyi kast etmişti? Kütüphanede, Jungkook'un arkasında durup onun kulağına bir şeyler fısıldayan yaratığı hatırlayınca, "Bekle," dedi şok içinde. "Şeyden mi bahsediyorsu-"

"Alevlerin bile yok edemediği bir lanetten bahsediyorum. Sadece bakıyorsun, görmüyorsun muhafız. Sana cevaplar çoktan verildi. Büyücüyü ve yapabileceklerini hafife alma. Sana ne kadar iyi davrandığını bilsen bu şekilde ukala olmazdın."

Jimin konuşmak için ağzını açtığı anda tam arkasından büyücünün, "Terra?" dediğini duyar duymaz sustu.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu Jungkook Jimin'e yaklaşırken.

Terra duygu barındırmayan bir sesle, "Hayır efendim," deyince Jimin rahat bir nefes alarak Jungkook'a döndü. Ancak döner dönmez ağzı yeniden beş karış açılmıştı.

Büyücü bir atın dizginlerini tutuyordu.

Jimin şaşkınca üzerinde siyah lekeler olan beyaz ata bakarken büyücü, "Hayatında ilk defa mı at gördün muhafız?" dedi keyifli bir ses tonuyla. Onu şaşırtacağını başından beri biliyor olmalıydı.

"Ama-" Jimin şaşkınca atı işaret etti, "Saray dışında hiç kimse atlara sahip değil?"

Jungkook omuz silkti, "Bu kadar niye şaşırdın anlamıyorum. Lucifer'i gördüğünde bu kadar şaşırmış mıydın? Ya da ne bileyim, tam arkanda bir Soğuk Kan var ama hala seni yemedi. Bunlara şaşırsan?"

Jimin dehşet içinde Terra'dan uzaklaşınca Jungkook Jimin'e gülerek göz ucuyla bakıp Soğuk Kan'a döndü, "Akşam yemeğini yedin mi?"

Soğuk Kan sakince Jungkook'u başıyla onayladı.

Jimin şu akşam yemeği olayını asla ama asla öğrenmek istemiyordu. Bu konu hakkında ne kadar az şey bilirse o kadar huzur içinde öleceğinden oldukça emindi.

"Jimin ile birlikte çevreyi dolaşacağız, gelen olursa onları Lucifer'ın yanına götür. İnsanlar onu görünce heyecanlanıyorlar..."

Jimin gözlerini devirmemek için kendini sıktı.

Terra, Jungkook'u onaylayıp selam verdikten sonra içeriye girmek için yanlarından ayrıldı.

Jimin hala orada ne yapacağını bilmeyerek beklerken büyücü atletik bir hareketle atın üzerine çıkıp ona elini uzattı, "Bin."

Jimin boş boş Jungkook'a baktı, "Latife ediyorsunuz herhalde. Ata binemem ben."

Jungkook onaylamaz bir şekilde ona bakarken elini geri çekmemişti, "Ares. Adı Ares. Şimdi saçmalayı bırak da elimi tut. Korkuyor musun yoksa?"

Jimin kendi kendine homurdanarak Jungkook'un elini- daha doğrusu sürekli giydiği deri eldivenini tuttu ve onun kendisini yukarıya çekmesine izin verdi.

Bir ata ilk defa biniyordu. Tahmin ettiğinin aksine at hareket etmeye başlar başlamaz hayvanın sırtındaki kaslar da hareket etmeye başlamıştı. Jimin neredeyse kayıp yere düşecekken son anda büyücünün ceketine tutundu.

"O şekilde tutunursan düşüp boynunu kırarsın ve ben öldüğün için seninle uğraşamam. Muhtemelen bu beni sinirlendirir."

Jimin, kendini tutamayarak yumruğunu sertçe büyücünün sırtına geçirince Jungkook acı içinde inleyip saniyeler içinde atı dört nala sürmeye başladığı için muhafız kollarını büyücünün gövdesine sarmak zorunda kalmıştı.

'Ölmek istemiyorum,' diye geçirdi içinden. 'Sadece bunun için.'

*****

Bir süre sonra Jungkook Ares'i direkt ormanın içine sürmeye başladığında Jimin iyice gerilmişti. Anlattığı onca hikayeden sonra yanından geçtikleri her ağaç onun için dikkat etmesi gereken bir şey olmuştu.

Büyücü bir anda atı yavaşlattı ve durdurdu.

"İşte," dedi Ares'in üzerinden tıpkı binerkenki gibi çevik bir hareketle inerken. "Ormanın ortasındayız."

Jimin attan inmek konusunda biraz kararsız kalsa da en sonunda büyücününki kadar olmasa da güzelce inmeyi başardı.

"Bunu nereden biliyorsun?"

Büyücü hemen karşılarında duran büyük- hayır büyük onun için basit bir kelimeydi, devasa meşe ağacını gösterdi. "Bu ilk dikilen ağaç. En eski ruh."

Ağacın gövdesi neredeyse simsiyahtı. Çıplak, uzun dalları dört bir yana uzanıyor, güneş ışığını bölüyordu. Köklerinin bir kısmı sanki yer yüzüne sıkıca tutunduğunu göstermek istercesine dışarıya çıkmış ve yeniden toprağın altına girmişti.

Jimin bir anda ağacın gövdesine dokunup insanlar adına ondan özür dileme arzusuyla yanıp tutuştuğunu fark edince gözlerini kırpıştırdı.

"Neden buradayız?" diye sordu onun yerine.

Büyücü cevap vermeden önce ağacın dışarıya taşan köklerinden birine oturup derin bir nefes çekerek etrafına bakındı. Burada kesinlikle yalnızlardı.

Konuşmaya başladığında sesi buz gibiydi, "Hiç birinden gerçekten nefret ettiğini hissettin mi muhafız? Onun acı çekişini izlemenin sana ne kadar haz vereceğini düşünüp hayaller kurdun mu?" Donuk bakan gözlerini onun aksine şaşkın olan muhafıza dikti; "Onu öldürebilecek kadar yakındayken aynı zamanda öldüremeyecek kadar uzakta oldun mu hiç?" Donuk bakan gözleri sahte bir gülümsemeyle kısıldı, "Ona zorla gülümsedin mi hiç?"

Jimin'in içinde kötü bir his vardı. Nedeni de açık bir şekilde ortadaydı.

"Neden bahsediyorsun?" Sesini normal tutmaya özen gösterdi. Etrafındaki tüm ağaçlar üzerine üzerine geliyormuş gibiydi.

"Sadece soruyorum," dedi Jungkook sakince.

"Bu normal bir soru değil."

"Aklımdan çıkmayan bir şey sadece." Jungkook başını sallayarak güldü. Güldüğünde oldukça genç gözüküyordu. Saf ve temiz.

Jimin gergince başını çevirince onlara bir ağacın arkasına saklanmış bakan iki tane çocuk gördü. Kirli kıyafetleri ve yüzlerine karşın büyük parlak gözleri vardı. Jimin ile göz göze geldiklerinde kıkırdayarak saklandıkları yerden çıktılar.

Saçları lüle lüle olan ufak tefek kız Jungkook'a küçük dişlerini göstererek güldü ve çekingence el salladı. Erkek kardeşi olması olası olan çocuk ise onun arkasından Jimin'e bakıyordu.

Jimin çocukların burada tek başlarına ne yaptıklarına anlam veremeyerek Jungkook'a göz attı; Ona gülümseyerek bakan çocukların aksine Jungkook gülmüyordu. Mermer gibi sert ve soğuk bir ifadeyle çocuklara bakıyordu sadece.

Jungkook'un konuşmayacağını anladığı için Jimin araya girmek zorunda hissetti kendini, "Burada ne işiniz var?" Çocuklar anında ona dönünce kendini gülümsemeye zorladı. "Tek başına mısınız?"

İki kardeş de birbirlerine bakarak kıkırdadıktan sonra büyücünün yanına koşturup kollarını onun etrafına sardılar. Jimin şaşkınca büyücünün çocuklara kayıtsız kalışını izlerken iki çocuk da eğilip Jungkook'un kulağına bir şeyler fısıldadı.

Jimin bir anda bu görüntünün tanıdıklığı ile irkilip geri çekildi ve tam o anda Jungkook'un duygu barındırmayan, boş bakan gözleriyle göz göze geldi.

İki çocuk kıkırdamaya ve Jungkook'a bir şeyler fısıldamaya devam ettikçe Jungkook'un yüz ifadesi daha da sertleşiyordu.

Jimin gergince, "Jungkook?" diye fısıldayınca iki çocuk da susup Jimin'e baktı.

Jimin bu sefer kendisini gülümsemeye zorlayamadı.

Çocuklar bir anda eskisi gibi gözükmemeye başlamıştı. İkisinin de saçları yolunmuş gibiydi, bembeyaz tenlerinin altından damarlar belli oluyordu, gözleri kan çanağıydı ve dişleri... İkisinin de ağzı simsiyah, sivri dişlerle kaplıydı.

Jimin dehşet içinde geri çekilmeye çalışınca iki çocuk da Jungkook'un ardından ona dişlerini göstererek hırladı. Çıkardıkları ses bir hayvanın acı çekişini anımsatıyordu.

Jimin Jungkook'a baktı ama büyücü ona tamamen boş bakıyordu. Sanki olanlar umurunda değilmiş gibi.

Sonra, çocuklar daha sesli bir şekilde Jimin'in anlamadığı bir dilde Jungkook'la konuşmaya başlayınca Jimin Jungkook'un yumruklarını sıktığını fark etti.

Sanki bir şey yapmamak için kendini tutuyordu.

Dişlerini birbirine bastırarak Jimin'e "Git," dedi.

Jimin başını salladı bu şeylerle onu bırakamazdı.

"Ares'i alıp git!" Jungkook'un sesi hiç olmadığı kadar sinirliydi. "Çabuk!"

Jungkook konuştukça çocuklar sanki daha da sinirleniyorlardı.

Jimin Ares'in dizginlerini tutunca erkek olan çığlık attı.

İkisi de Jungkook'a zarar vermek istemiyorlardı.

İstedikleri şey Jimin'in gitmemesiydi.

Jungkook onu öldürsün diye Jimin'in gitmesini istemiyorlardı.

Fısıldadıkları şey buydu.

*****

Jimin saraya nasıl geri döndüğünü hatırlamıyordu. Atı ormanın dışına, eve sürmeyi bile akıl edememişti. Gerçi bunu istese de yapamayabilirdi çünkü Ares yolu kendisi bulmuştu.

Atın üzerinden indiğinde titriyordu.

Sarayın kapısına giden merdivenin önünde dizlerinin üzerine düştü.

Yaşadığı şeyin bir kabus olması için her şeyi verirdi ama Lucifer'in varlığını hisseder hissetmez uyumadığını anladı. Kurt Jimin'in yanına gelerek uzandı. Hatta Jimin o kadar acınası gözüküyor olmalıydı ki başını Jimin'in bacağına sürterek ona güven vermeye çalıştı.

Göz yaşları genç muhafızın görüş açısını kısıtlamaya başlar başlamaz Jimin Lucifer'ın kalın kürküne tutunarak sarıldı. Birinin ona güven vermesine ihtiyacı vardı.

Daha önce asla aklına gelmezdi ama bu kişi gerçekten de bir kurttu.

"Demek dönebildin."

Jimin sesi duyar duymaz Lucifer'ı bıraktı. Zar zor ayağa kalkıp ona dikkatlice bakan Terra'ya cevap verebilmek için boğazını temizledi, "Jungkook ormanın içinde. İki tane çocuk- hayır şeytan. İki tane çocuğa benzeyen şeyin yanında. Beni geri yolladı ama kendisi hala orada-"

Terra, gözlerini Jimin'den onun arkasına çevirince Jimin duraksasa da devam etmeyi başardı, "Başına bir şey gelebilir! Neden beni dinle-"

"Benim için bu kadar endişeleneceğini bilsem seni daha önceden ormana götürürdüm, muhafız."

Jimin büyücünün kendini beğenmiş sesi ile bir anda donup kalsa da bir hışımla arlasını dönmesi çok uzun sürmedi, "S-sen. Nasıl bu kadar çabuk-"

Jungkook sanki hiçbir şey olmamış gibi gülerek elleri cebinde Jimin'in yanına kadar gitti.

"Büyücüyüm ben. Unuttun mu?"

Jimin hala ikna olmamıştı. Gözlerinin önüne düşen saçlarını elinin tersiyle ittirerek Jungkook'a baktı.

Ama Jungkook açıklama yapmak yerine sadece göz ucuyla Lucifer ve Terra'ya baktıktan sonra Jimin'e "Gel," dedi. Ardından da elini oynatarak büyük kapıyı açıp içeriye girdi.

"Nereye gidiyoruz?" dedi Jimin şaşkınca. Aklı hala o çocuklarda olduğu için sağlıklı tepkiler veremiyordu.

Jungkook karanlık koridorda yürümeye devam ederken, "Göreceksin," diye mırıldandı.

Jimin her zaman yaptığı gibi karşı çıkmayı düşünse de vazgeçti. Bir işe yaramıyordu. Sadece daha fazla baş ağrısına yol açıyordu.

"O çocuklar ile ilgili soru sormayacak mısın?" dedi Jungkook bir süre sonra. Sesi temkinliydi.

"Şimdi değil," diyerek kestirip attı Jimin. Şimdi, sadece onları aklından çıkarmak istiyordu.

Büyücünün onu yönlendirmesine izin vererek yürürken ayağı pahalı bir halıya takılınca sendeledi. Jungkook belinden sıkıca tutmasaydı yere düşebilirdi. Jimin içinden kendine küfürler ederek Jungkook'un kendisiyle dalga geçmesini bekledi ama onun yerine uzun koridordaki tüm şamdanlar teker teker yanarak yolu loş bir ışıkla aydınlattı.

"Şimdi daha iyi oldu mu?" diye sordu Jungkook, en ufak kinaye barındırmayan bir sesle.

Jimin şaşırsa da belli etmemek için kendini zorladı. "Evet."

Büyük bir merdivenden yukarıya sessizce çıktıktan sonra başka bir koridora girip koridorun en sonundaki kapının önüne gelene kadar hiç konuşmadılar. Bu sırada attıkları her adımla birlikte önleri aydınlanıyordu.

"Burası neresi?" Jimin kendini daha fazla tutamamıştı. Jungkook'un ormanda yaşadıkları şeyden sonra bir anda değişmiş olması yeterince garipti zaten.

Jungkook kanatlı kapıyı ittirerek açarken, "Benim odam," diyerek onu yanıtladı.

Muhafız bunu duyar duymaz donup kalsa da bir şekilde içeriye adım atmayı başarmıştı.

İşte her şey o zaman başladı;

Gözlerini kapatmasına sebep olacak kadar yoğun bir sancı başına saplanınca sendeledi. Odanın her köşesini biliyordu. Yatağın tam karşısında duran bir başka kanatlı kapıyı ve balkonu, tül perdelerin arasından gözüken ölü ormanın manzarasını daha önce görmüştü.

Rüyasında bu odayı görmüştü.

Jimin söze "Ben..." diye başladıysa da devamını getiremedi.

Jungkook onun sözünü tamamladı, "Sen... O rüyayı sen de mi gördün?"

Sanki Jimin'in içinde kopan fırtınayı anlatmak istercesine rüzgar balkonun kapısını zorlarken muhafız zar zor başını sallayarak büyücüyü onayladı. "Bu nasıl olabilir?"

Jungkook düşünceli bir şekilde Jimin'e baktıktan sonra sanki bir düşünceyi aklından çıkarmak istiyormuş gibi başını salladı ve "Bilmek istemezsin," diye mırıldandı. Jimin'in söylemesi için ısrar edeceğini bildiği için hemen bileğinden tutarak onu odanın içine çekti ve kapıyı kapadı.

"Gel," diyerek odanın içindeki başka bir odaya yönlendirdi onu.

Aslında buraya oda demek pek doğru olmazdı çünkü Jimin'in evi yaklaşık olarak bu oda kadardı. Jungkook'un onu yönlendirdiği yer ise kişisel bir bayoydu ama tabii ki burası da aşırı lüks bir şekilde döşenmişti; küvet iki kişinin sığabileceği kadar büyüktü, özel yapım olduğu belli olan fayanslar, sıra sıra yerleştirilmiş yumuşak görünümlü havlular... Çerçevesi muhtemelen altınla kaplı olan bir ayna....

"Burada ne yapıyoruz?" diye mırıldandı Jimin düz bir sesle. "Geldiğimden beri yıkanmadığımı düşünüyorsan sadece söyleyebilirdin-"

"Hayır, öyle düşünmüyorum," diyerek sözünü kesti Jungkook. Bu onu güldürmüştü. Jimin'in fark etmediği bir tabureyi küvetin önüne çekti. "Otur."

Muhafız boş boş Jungkook'a baktı, "Neden?"

"Saçların," Jungkook uzanıp Jimin'in gözlerinin üzerine düşen bir tutamı alnını açacak çekilde ittirdi. "Çok uzamışlar. Onları keseceğim."

Jimin kendi nefesini yutarak küçük bir boğulma tehlikesi geçirince büyücü geri çekildi. "Anlamadım?" dedi Jimin hala nefes nefeseyken. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. "Saçımın uzamasından sana ne?"

Büyücü umursamaz bir şekilde omuz silkti, "Beni rahatsız ediyorlar. Sürekli gözlerini kısarak bakıyorsun. Zaten gözlerinin çok büyük olduğu söylenemez."

Jimin istemsizce gözlerini kıstı, "O saçlarım yüzünden değil. Bu benim sinirli yüz ifadem. Sürekli beni sinirlendirdiğin için farkına varamamış olabilirsin."

"Ah öyle mi? Hiç anlamamışım," dedi Jungkook Jimin'i omuzundan tutarak tabureye oturturken. "Bence o ifaden üzerinde biraz çalışmalısın. Zira dışarıdan bakınca aynı böyle gözüküyorsun." Jimin'in sinirli yüz ifadesini talik ederek boş boş Jimin'e baktı.

Jimin gülmemek için dudağını ısırıp başını çevirince Jungkook keyifli bir sesle, "Gördüm," diye mırıldandı. Çekmeceden makas ve tarak almak için arkasını dönmüştü. "Gülümsemen üzerinde çalışmana gerek yok ama. Yeterince iyi."

Jimin kendisini kastığı için ağrıyan çene kaslarını serbest bırakarak gülümseyince büyücü "Hala görüyorum," diye mırıldandı. Jimin anında gülümsemeyi kesip başını kaldırdığında aynada göz göze geldiler.

"Neden saçlarımı sen kesiyorsun?" diyerek konuyu değiştirdi Jimin. "Bunun için bir hizmetkârın yok mu?"

"Ben onlara öyle seslenmiyorum," dedi Jungkook elindeki makası inceleyerek. "Ve hayır, kendi saçlarımı da kendim kesiyorum. Birinin yüzüme kesici bir aletle yaklaşmasından hoşlanmam."

Jimin, büyücü, bacaklarını açarak küvetin köşesine oturarak Jimin'in arkasına geçince ona hak verdi. Ama saniyeler içinde makası unutmuştu.

Su sesini duyar duymaz arkasını dönmek istese de Jungkook onu durdurdu. "Saçlarını ıslatacağım sadece," diye mırıldandı.

Suyun ısısını ayarlamasını beklerlerken Jimin sırf konuşmuş olmak için, "Sıcak suyu böylece kullanabiliyor olman güzel," dedi. "Ben evimde şöminede kaynatmak zorunda kalıyorum."

Jungkook tam arkasında, nefesini ensesinde hissedebileceği bir mesafede güldü, "Bir de seni kaçırdığım için huysuzlanıyorsun..."

Jimin gözlerini devirdi.

Jungkook ılık su ile Jimin'in siyah saç tutamlarını hafifçe ıslattığı sırada konuşmadı. Ve doğruyu söylemek gerekirse bu biraz garipti.

Jimin içinde bulundukları durumun garipliğini düşünmekten kendini alamıyordu. Normalde olsa Jimin o makasla Jungkook'un gözünü oymaya çalışmış, Jungkook büyüsünü üzerinde kullanarak onu engellemiş ve sinir bozucu bir sürü laf söylemişti.

Şimdiyse Jungkook Jimin'in uzayan saçlarını kesiyordu?

"Sahiden bunu neden yapıyorsun?" diye sordu bir anda Jimin.

Büyücünün duraksadığını saçlarında hareket eden ellerin durması sayesinde anlamıştı.

Jungkook bir süre cevap vermedi. Konuştuğunda sesi oldukça kısıktı; "Bilmiyorum." Jimin'in başını hafifçe öne ittirdi, "Başını böyle tut."

Jimin sesini çıkartmadı. Sessizce Jungkook'un, ensesindeki uzayan tutamları kesmesini bekledi.

Bir süre boyunca makasın sesi ve yere düşen siyah saçlar dışında odada hiç hareketlilik olmadı. Jimin garipliğe kolayca alıştı. Hatta birinin saçları ile uğraşıyor olması hoşuna gitmişti. Kasabadaki berberin aksine büyücü oldukça nazikti.

On dakika kadar sonra Jungkook Jimin'den ona doğru dönmesini istedi.

Muhafız çekingen bir şekilde ona doğru döndü. Gözlerine düşen saçlarını bahane ederek gözlerini yummuştu. Büyücüyü bu kadar yakından görmenin sağlıklı bir karar olmadığını tahmin edebiliyordu.

Alnına değen ince, deri eldivenin hissi ile nefesini içine çekti. Neden sürekli o eldivenleri giydiğini bilmiyordu ama bu his hoşuna gitmeye başlamıştı.

Büyücü saçlarını olması gibi kısalttığı sırada gözlerini hiç açmadı. Jungkook da işini bitirip makası yanına, küvetin kenarına yerleştirene kadar hiç konuşmadı.

"Bitti," diye fısıldadı. "Uyumadın değil mi?"

Jimin zorlanarak da olsa gözlerini açtı. Uyumamıştı ama birinin saçlarıyla oynamasının uykusunu getirdiğini de itiraz edemezdi.

Yavaşça ayağa kalkıp yeni saç kesimine bakarken istemsizce gülümsedi, "Teşekkür ederim."

Jungkook oturduğu yerden Jimin'in gülümsemesine başka bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Benim için bir zevkti."

Etraflarını saran garip elektrik yüzünden Jimin gözlerini kaçırdı, "Şey, iyi geceler."

"İyi geceler, muhafız."

*****

Ertesi sabah Jimin erkenden uyanıp kütüphaneye inmişti. Burası onu rahatlatıyordu

İçinde ne yazdığını bilmediği yüzlerce kitabın önünden yavaş adımlarla geçip giderken, 'Acaba Jungkook bunları benim için okur mu?' diye düşündü Jimin. 'Yanıma uzanıp kollarını bana sararak ben uyuyana kadar benim için okur mu?'

Tüm bu fikirlerin aklından geçip gitmesi yarım saniyeyi almıştı.

Bir anda ne düşündüğünün farkına vararak irkildi muhafız. Bu ne biçim bir hayaldi böyle?

Acaba Jungkook yine onunla oyun mu oynuyordu?

Jimin dikkat kesilip büyük kütüphanenin içinde Jungkook'a ait bir belirti aradıysa da bulamadı. Hem, büyücü bu şekilde şeyler düşündürtecek biri değildi. Eğer oyun oynamak isteseydi ikisinin çıplak olduğu bir sahneyi Jimin'in aklına sokmayı tercih ederdi.

'Ben de böyle şeyler düşünecek biri değilim,' diye içinden geçirdi Jimin.

Bu tür şeyleri sadece soylu kadınların onun için yazdığı mektuplarda okumuştu. Hemen hemen yazılanların hepsi aynıydı; saçları okşamak, kokusunu içine çekerek öpmek, sarılmak, kulağına güzel şeyler fısıldamak... Jimin her okuduğu mektubu salonundaki şöminenin içine atarken gözlerini devirmekten kendini alamıyordu. Böyle şeyleri kim isterdi ki?

'Eh, belli ki şu anda ben istiyorum...'

Dün olanlardan sonra Jimin her ne kadar uğraşırsa uğraşsın böyle düşünceleri aklından çıkaramıyordu. Ellerini yeni kesilmiş saçlarında dolaştırırken dudaklarını ısırdı. Acaba Jungkook'un çıplak ellerini saçlarında gezdirmesi nasıl hissettirirdi?

Kütüphanenin kapısının açılması ile ellerini yanlış bir şey yapmış yaramaz bir çocuk gibi arkasına sakladı.

"Burada olacağını tahmin etmeliydim," dedi Jungkook içeri girer girmez.

Jimin cevap vermedi.

"Anladığım kadarıyla aşırı konuşma havandasın muhafız."

Jimin açık açık gözlerini devirdi ama yine de cevap vermedi.

Jungkook denemeye devam ediyordu, "Saç kesimin yakışmış. Kim yaptı? Baya yakışıklı olmalı."

Jimin yeniden gözlerini devirmemek için kendini tuttu. Ne olursa olsun sınırları zorlamaktan kaçınıyordu. "Saç kesimimden yakışıklı olduğunu nasıl çıkarttın? Sinir bozucu yaşlı bir herifti."

Bu sefer gözlerini devirme sırası büyücüdeydi.

"Gördüğüm kadarıyla benimle vakit geçire geçire sinir bozucu biri olmaya başlamışsın."

Muhafız bunu duyunca güldü, "Yani öyle biri olduğunu kabul ediyorsun?"

"Yakışıklı, mükemmel ve çekici olmam dışında hiçbir şeyi kabul etmiyorum."

Jimin onun bu ukalalığına kayıtsız kalmayı başardı.

Sessiz geçen bir kaç dakikanın sonunda Jungkook bir anda, "Teklifini düşündüm," deyince Jimin şaşkınca ona baktı.

"Eğer istediğin hala buysa öğle saatinde Terra seni kasabaya geri götürecek. Savaşı durdurmak için istediğin şansı sana veriyorum muhafız, iyi değerlendir."

Continue Reading

You'll Also Like

675 67 7
⨋Nikolai Gogol, akıl hastanesinde kalan riskli, tehlikeli seviyede olan bir hastaydı. Fyodor Dostoyevsky ise onun sadist doktoruydu.⨋...
9295 ✓ By élis

Teen Fiction

53.3K 5.5K 30
"Sana vişne diye mi hitap etmeliyim?"
46K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
113K 12.4K 35
JIKOOK Park Jimin; ünlü Kardiyolog, bir dahi, medikal deha, hastanedeki en iyi cerrah. Kibar, arkadaş canlısı, yakışıklı ve sabırlı. Ve bunların yanı...