KAYIP MELEKLER

Od KathyCalanthe

138K 8.9K 2.7K

"Sana bir sır vermemi ister misin?" Diye fısıldadı. Sesinde yasaklanan bütün günahların ağırlığı vardı. Gözle... Více

KAYIP MELEKLER
I. KEHRİBAR
II. SOĞUK VE DONUK
III. YASAK ELMA
IV. KANATLARIN ARKASINDA
V. SESSİZ ÇIĞLIKLAR
VI. SONUÇLARA NEDEN OLAN SEBEPLER
VII. KALPTEKİ KAFES
VIII. REPLİKA
IX. YIKILAN KRALLIK
X. GEÇMİŞİN HAYALETİ
XI. GİZLİ HAYRAN
XII. 999
XIII. FELAKETİN BAŞLANGICI
XIV. CEHENNEMİN DİBİ

XV. ÖLÜMÜN SESİ

3.8K 389 89
Od KathyCalanthe



İyi okumalar dilerim.
Lütfen satır arası yorumları unutmayalım.



XV. ÖLÜMÜN SESİ

Ruelle - Secrets and Lies
Ursıne Vulpine - Wicked Game

♟️

Hissediyordum.

Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyor, kelimeler ile ifade edemiyordum. Tuhaf bir duygu içimi yakıyor, kanım damarlarımdan çekiliyordu. Yüreğimin ritmi kontrolden çıkmıştı fakat savurduğu her darbe beni öpmeye devam eden adamın göğsüne yasladığım elinin altındaki kalp ile senkronizeydi. Sanki kalplerimiz birbirinin elinden tutmuş, aynı anda yaşamı karşılamaya başlamıştı.

Benim nefesim nerede bitiyordu ve onun solukları ne zaman benim haline gelmişti?

Zihnimdeki kaos, sessizdi. Bütün düşüncelerim ve şüphelerim buhar olup uçmuştu. Geriye kalan şey ise parlak ve sonsuz bir boşluktu. Bana çukuru andırıyordu lakin içinde hapsolduğum bir çukurdan ziyade güneş ile yıkanmış bir kafes gibiydi.

Elini boynuma sarıp parmaklarıyla doğum lekemi okşadığında bedenim titredi. Akıl ve mantık işi değildi ama şu an bedenimin kontrolünü ele alıyormuşçasına saldırgandı. Beni göğsüne yaslıyor, diğer eliyle kalçamı kavrarken hem savaşıyor hem de yeniliyordu.

Zaman algımı yitirmiştim.

Ne zamandır bu halde olduğumuzu bilmiyordum fakat kapıya inen yumruk ile Karan geriye çekildiğinde onu günlerdir öpüyor gibi hissetmekten kendimi alı koyamamıştım. Dudaklarım şişmişti ve acıyordu. Tatlı bir ızdırap üşüyen bedenime tezatlık oluşturan bir ateşi içime salıyordu. Gözlerimin içine bakan adamın kehribarlarına karşılık titrek bir soluk verdim. Karan da en az benim kadar uyuşmuştu.

Kapı tekrar çalındığında çenesi seğirdi.

Bana tek kelime etmeden elinin tersiyle nazikçe yanağımı okşadı. Sarı tutamlarımı geriye itip alnıma varla yok arasında bir buse iliştirdi. Ardından beni masasında oturur halde bırakarak kapıya yöneldi. Aralık tuttuğu kapının diğer tarafında kalan kişi her kim ise boğuk ve tok bir sese sahipti. Öyle ki konuştuğunda tüylerim diken diken oluvermişti. "Konuşmamız gerek."

"Şimdi olmaz."

"İçeride biri mi var?" diyen her kim ise odaya göz atmak istemiş olmalıydı ki Karan kapıyı biraz daha örterek öfkeyle homurdandı. "Hayır, sadece meşgulüm."

"Beş dakikanı ayır."

Israrcı kişiyle Karan iç geçirip "Bekle." Dedikten sonra kapıyı kapattı. Bana doğru adımlayıp kısık bir ses ile konuştuğunda elleri belimi sarmıştı. "Beni diğer odada bekleyebilir misin, prenses?" Masadan kalkmamı sağlayarak beni ayaklarımın üstüne bıraktı. "İşim uzun sürmez."

Ağzımı açıp neler olduğunu sormak istedim ama bakışlarındaki bir şey sessiz kalmamı sağladı. Başımı salladığımda bileğimi kavradı ve beni karanlık odanın köşesinde kalan kapıya yönlendirdi. Benim için kapıyı araladığında içeri girdim. Tebessüm ederek tekrar alnımı öptüğünde içimde bir huzursuzluk yeşerdi. Kapıyı kapatmada önce uzanıp düğmeye bastı ve olduğum alanı aydınlattı. Gerçi pek aydınlatmış sayılmazdı. Kısık sarı ışık pek bir işe yaramıyordu ama hiç yoktan iyiydi. Karan kapıyı kapattığında derin bir nefes alıp sertçe yutkundum.

İçinde bulunduğum alana göz attım.

Küçük bir odaydı ve ıvır zıvırı koymak için kullanılıyor olmalıydı. Az ileri de üzerinde çıkış yazan bir kapı vardı. Odada tek bir eşyaya bile yer yoktu ve anlamadığım bir şekilde fazlasıyla soğuktu.

"Sorun ne?"

Karan'ın sesini işittiğimde yavaşça kapıya yanaştım. Yaptığım şeyin yanlış olduğunu bilsem de umursamadım ve kulağımı kapıya dayayarak konuşulanları dinlemeye başladım. Tok ve yabancı erkek sesin sözleriyle kasıldım. "Günlüğü buldum."

"Nerede?"

"Kasabada." Diyen adamı ile ilgili bir şey beni rahatsız etti. "Bu izini bulabildiğim üçüncü günlük."

Neyden bahsettiklerinden emin değildim lakin günlük kelimesini duyunca aklıma gelen ilk şey Baykal Hocanın bana gösterdiği eski defter oldu. Arşivden çıkardığı o günlükten mi konuşuyorlardı? Ayrıca tok sesli adam da kimdi?

Merakım galip geldiğinde kapının kolunu kavrayıp yavaşça indirdim.

Sessiz olmaya dikkat ederek hafifçe araladığım kapıdan diğer odanın içinde duran ikiliye baktım. Karan'ın sırtı bana dönüktü. Sesini işittiğim diğer adam ise onun hemen karşısındaydı. Uzun boyu, çene hatları, gözleri ve saçlarına eklenen duruşundaki kendinden eminlik ile kalbim tekledi çünkü onun kim olduğunu anladım.

Karan'ın amcası, Alparsan Özer.

Ellerini ceplerine iliştiren adam Karan'a bakarak konuştu. "Günlüğü alabilirim. Kimde olduğunu biliyorum. Belki ikinci günlükte olduğu gibi bizi bir diğerine yönlendirebilir." İç geçirip histerik bir heyecan ile tebessüm ederken ekledi. "Aradığımız cevabın o günlüklerden birinde olduğuna eminim."

"Günlük tam olarak nerede?"

"Akademide çalışan öğretmenlerden birinde."

Uyuştuğumu hissettim. Bütün hücrelerim alarm verirken kalbim tekledi. Gerçekten de Baykal Hoca'nın bana gösterdiği günlükten bahsediyorlardı ama o günlüğün konuyla alakası neydi ve içinde ne bulacaklarını düşünüyorlardı?

"Saniyeler içinde günlük ellerimizde olabilir." Diyen Alparslan Özer'in yüzündeki ifade kanımı dondurdu. Ölümcül bir tavır ile mırıldandığı kelimelerin ardından tebessüm etmişti ve söylemeliydim ki gülümsemesi şeytanı bile ürkütebilirdi. "İzin verirsen icabına bakarım."

Dizlerim titredi.

İşittiğim son cümle zihnimde bir alarm sesi belirmesini sağladı. Bütün varlığım ile tehlikede olduğumu düşünmekten kendimi alı koyamadım. Bakışlarım arkası bana dönük olan adama kaydı. Karan kasılmıştı ve başını hafifçe benim olduğum yöne doğru eğmişti. Aklındaki soru işaretini görebiliyordum. Konuşmalarını duyup duymadığımı sorguluyor ama aslında cevabı biliyor ve bu da onun gerilmesine neden oluyordu.

"Hayır." Dediğinde sesi irkilmemi sağladı.

Alparslan Özer çatılan kaşlarıyla homurdandı. "Hayır da ne demek?"

"Hayır demek." Dedi Karan. "İzin vermiyorum."

Kafamın içinde yeşeren kaos bütün düşüncelerimin birbirine karışmasına neden oldu. Karan bana amcasını anlattığında beklediğim şey bu değildi. Onun için dövüşlere çıktığından bahsettiğinde, bu adanın ona ait olduğunu öğrendiğimde Alparslan Özer'in tehlikeli olduğu kanısına vararak Karan'a istemediği halde elinde tuttuğu güçle bir şeyler yaptırdığını onu zorladığını sanmıştım. Şimdiyse iplerin kimin elinde olduğunu anlayamıyordum.

"Ama..."

"Hayır!"

Karan'ın bağırışıyla küçüldüğümü hissettim. Kesilen nefesim ile öylece kala kaldığımda beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Dakikalar önce beni büyük bir tutkuyla öpen yıllardır tanıdığım o adam gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti öyle ki sesi bile bana yabancıydı.

Alparslan Özer şaşkınlığımı arşa çıkaran bir eylem sergileyip ellerini önünde bağladı ve başını eğerken itaat ederek konuştu. "Nasıl isterseniz efendim."

Boğulduğumu hissettim.

Hitap şekliyle tuttuğum kapının kolu elimi yakıyormuş gibi hızla geri çekildim. Neler olduğunu anlayamamanın verdiği kafa karışıklığının yanında kendimi aptal gibi de hissediyordum. Kendinden yaşça küçük olan bir adama böyle hitap etmesinin nedeni ne olabilirdi? Ayrıca neden Alparslan Özer, yeğenin emrindeki bir asker gibi davranıyordu? Ve en önemlisi gözlerindeki korkuya sebep olan şey neydi?

Göğsümdeki kasılmayla titreyen bacaklarımı harekete geçirdim. Koşar adımlar ile çıkış kapısından kendimi dışarıya attım. Mekânın arkasına çıktığımda temiz havayı hızla içime çektim. Ardından düşünmeye fırsat bulmadan koşmaya başladım. Kaçtığım şeyin tam olarak ne olduğundan bile emin değildim fakat altıncı hissim bana güvende olmadığımı söylerken kendimi daha fazla orada tutamazdım. Kızlara mesaj atıp sahilde bizi bekleyen sürat teknesiyle Mercan Kasabasına geri döndüğümüzde transta gibiydim.

Dün gecenin anılarından sıyrılarak bileğimdeki damgaya bakmaya devam ettim.

Silinmeye yüz tutan, kulübe girerken tenime mühür edilen A ve K harflerinin bir kombinasyonundan oluşan garip işarete bakarken düşüncelerime dalmıştım. Ada'dan döndüğümden beri kendimde değildim ve uyku yüzü görmemiş olmamda odaklanmamı zorlaştırıyordu. Bütün gece düşüncelere dalmamın sonucunda aklımı kaçıracağımı düşünmeye başlamıştım. Gerçi kim bilir, belki de çoktan kaçırmıştım.

"Anlatmaya hazır mısın?"

İşittiğim ses ile titrek bir soluk dudaklarımın arasından kayıp gitti. Başımı kaldırıp karşımdaki adama baktığımda boğazımda bir düğüm vardı. Onu yok etmek, ardından kelimelerimi dile getirmek istedim lakin bunu yapabileceğimi sanmıyordum. Bazı şeyler o kadar uzun zamandır içimdeydi ki artık yer edinmişlerdi ve gitmemeye yeminliydi.

Bakışlarımı solumda kalan pencereye çevirdim. Görüş açımda kalan çınar ağacına baktığımda günler önce öğrendiğim hikâyeyi anımsadım. Alesvia'ya duyduğum acımayla çınar ağacının dallarını göz attım. Ardından kendimin de acınacak halde olduğunu hatırlayarak mırıldandım. "Ne anlatmamı istersiniz?"

"Baban uyurgezerliğinin tekrar başladığını ve yakın zamanda bazı kayıplar yaşadığını söyledi. Belki buradan başlayabiliriz."

Kayıplarım o kadar fazlaydı ki hangisinden başlayacağıma karar vermem güçtü. Sadece ölüm ile kazandığım kayıplar yoktu. Bunun haricinde içimdeki bazı şeylerin kırılmasıyla da bir çok şeyi yitirmiştim.

"Tamam, daha kolay bir yerden başlayalım." Diyen adamın sözleriyle ona baktım. Onu uzun zamandır görmüyordum. Bu yüzden ilk fark ettiğim şey yaşlandığı olmuştu. Kırklı yaşlarının başındaydı. Elaya kaçan gözlerini gölgeleyen siyah kemikli gözlüklerini hiçbir zaman çıkarmazdı. Üzerine giydiği takım elbise son derece temizdi. Siyah saçlarında ara ara beyazlar vardı ve tatlı yüzünde tezatlık oluşturuyordu. Uzun boyuna rağmen ince bir bedeni vardı. "Bana nasıl olduğunu söyler misin?"

Yüzündeki tebessüm ile bana bakarken kendimi mutlu olmak zorundaymışım gibi hissetmeme neden oluyordu ve bundan nefret ediyordum. Bu yüzden bakışlarımı kaçırıp büyük odaya göz attım. En son bıraktığım gibiydi. Koltukların arkasında kalan büyük çalışma masasının yanına yeni bir kitaplık eklenmesi dışında tabi.

"İyiyim." Diye mırıldanmam üzerine karşımdaki adam konuştu. "Yıllar önce bir anlaşma yapmıştık. Bana yalan söylemeyecektin. Unuttun mu yoksa?"

İplerim koptu ve otomatikman gözlerim devrildi.

Akın Bey'in yüzündeki tebessüm solarken boğazını temizledi. "Başın sağ olsun. Yas sürecinin zor olduğunu biliyorum. Acını paylaştığımı bilmeni isterim." Bakışlarımız buluştu. "Baban söyledi, arkadaşlarını kaybetmişsin. "Bakışlarını kucağında duran kahverengi deriden not defterine çevirirken acılarım onu da üzmüşe benziyordu. "Gerçekten zor bir durum." Başını kaldırıp tekrar bana baktığın da elinde tuttuğu kalemi hafifçe çevirmeye başladı. "İlayda ve Pelin ile yakın mıydın?"

Sorusu üzerine aklımın köşelerinde yaşamlarını sürdüren anılar gözlerimin önüne serildi. İlayda'nın güzel gülümsemesini ve birlikte alışverişe çıktığımız bir anıyı hatırladım. Bana elindeki poşetleri taşımanın zorluğunu anlatırken Çağlar'ın bizim ile gelmemiş olmasına yakınıyordu bir yandan. Hayat dolu, gizemli ve sırlar ile çevrili benliğini güzel gülümsemesiyle kamufle etmesini bilen bir kızdı. Pelin ise daha farklıydı. İçinde barındırdığı acıları görebilirdiniz. Bazen onun üflesem yıkılacağını veya söylediğim en ufak bir eleştiri de günlerce ağlayacağını düşünürdüm. Bana her zaman korunması gereken küçük bir çocuğu anımsatırdı. Şimdiyse onu düşünmek bana acı veriyordu çünkü kendisini tanımadığımı hissediyordum. Benim tanıdığım Pelin, Karan'ı öpmeye çalışmazdı. O asla benim canımı bu şekilde yakmazdı.

"İlayda ile çok yakın değildik." Kahverengi gözlerimi kucağımda amaçsızca duran ellerime çevirdim. "Ama Pelin en yakın arkadaşlarımdan biriydi."

Geçmiş zamanda konuşmamın nedeni Pelin'in öldüğünü düşünmem değildi. Geçmiş zamanda konuşuyordum çünkü kalbimi kırmıştı. Karan için attığını bildiği yüreğimi parçalara ayırmıştı ve bu bir daha arkadaşım olmaması için yeterliydi. Belki peşin hükümlüydüm ama Karan söz konusu olduğunda umurumda değildi.

"Onları görüyor musun, Alvina?"

İşittiğim soruyla tüylerim diken diken oldu. Karşımdaki adam, benim ile ilgili ailemden daha fazla şey biliyordu. Belki de yaşadığım sorunları en iyi bilen kişi bile olabilirdi. Yıllar önce gerçekleştirdiğimiz seanslar sonucunda böyle bir soru sorması anlaşılabilirdi çünkü bu başıma ilk kez gelmiyordu.

Başımı evet anlamında salladığımda defterine not aldı. Bunun üzerine kendimi açıklama ihtiyacı hissederek konuştum. "Birkaç kez gördüm." Dedikten sonra belirttim. "Aynaya baktığımda ortaya çıktılar."

Bu durumu ilk yaşadığımda çok küçüktüm. Ölen köpeğimi bahçede koşuştururken, yatağımın kenarında otururken gördüğüm anlar olurdu. Babaannem öldüğündeyse bir hafta boyunca her gün gece uykumda gezmiş, mezarına gitmiştim. Bunun nedeniyse o yürüyüşlerim sırasında bana eşlik etmesiydi. Bazen benim ile konuşur, bazen sessiz kalır sadece yanımda yürürdü.

"Böyle anlarda yarattığımız güvenli alanı düşünüyor musun?"

"Evet." Diyerek zihnimdeki cennetimi düşledim. "Bana iyi geliyor ve görüntülerin kaybolmasını sağlıyor." Akın Bey başını sallayarak defterine not aldı. "Peki ilaç alıyor musun?"

"Sadece bir kez."

"Sadece bir kez almanın sebebi nedir?"

Tuvalette yaşadığım boğucu anı düşledim. "İlk kez birden fazlaydılar."

"İlayda ile Pelin'i aynı anda mı gördün?" diye sormasıyla başımı aşağı yukarı salladım. "Bir şey söylediler mi?" dediğindeyse bu sefer başımı iki yana salladım. "Peki nasıl görünüyorlardı?"

"Ölmüş gibi."

Cevabım içimdeki yarayı kanattı. Gözümün önüne gelen halleriyle hafifçe titredim. Onları neden bu şekilde gördüğümü bilemiyordum ama şaşırmıyordum çünkü ölen köpeğim ile babaannemi de gördüğümde öldükleri sıradaki halleriyle görmüştüm. Onlara bir kez bakmam hayatta olmadıklarını anlamamı sağlamıştı. Sanki bana dadanan şey hayaletleriydi. Bu farkındalığım ile gözlerim doldu çünkü aniden emin oldum ki Pelin artık yaşamıyordu.

O sadece kaybolmamıştı.

Elimde bir kanıt yoktu fakat biliyordum, Pelin ölü olmalıydı.

"Sence onları neden böyle görüyorsun?" diye sorduğunda titrek bir soluk verip ağlamamak adına dişlerimi sıktım. Bu sorunun cevabına verebileceğim herhangi mantıklı bir yanıta sahip değildim. Bu yüzden aklıma ilk geleni dile döktüm. "Çünkü gördüğüm şey sanrı değil." Gözlerinin içine baktığım adam cevabım ile ifadesizliğini korudu. "Sanırım onların hayaletlerini görüyorum."

Son cümlem bana bile saçma gelmişti ama ilk kez omuzlarımdaki yükün kalktığını hissediyordum. Akli dengemin yerinde olmadığını düşünen adama karşılık kendimden emin bir duruş sergilerken sezgilerime güveniyordum. Aksi taktirde akıl hastanesindeki odamda çürüyeceğimi biliyordum.

"Hayaletlere inanır mısın?"

Rahat bir tonlamayla sorduğu soru üzerine iç geçirdim. "Hayır ama deli olmadığımı da biliyorum."

"Sana deli olduğunu hissettirenler mi oldu?" dediğinde gafil avlandım çünkü bunu bana hissettirecek kimse yoktu. Kimse gerçekleri, içimdeki fırtınayı bilmiyordu. Gördüklerim hakkında konuştuğum tek kişi karşımdaki adamdı ve onun dışında bana deli yaftası vurabilecek yegâne insan bendim. Anlaşılan bir yanım buna inanıyordu.

Gözlerimi kaçırıp sessiz kaldım.

Bakışlarım yakaladığı detaya odaklandı ve başka bir şey konuşma ihtiyacım dayanılmaz bir hale geldi. Bu yüzden seans akışını bozarak sorguladım. "Ne zamandır evlisiniz?"

"Üç ay sonra dört yıl olacak."

Kaşlarım havalanırken şaşkınlığımı saklamadım. "Karınızı hala ilk günkü gibi seviyor musunuz?" Bu soruyu neden sorduğumu bilmiyordum. Sadece başka bir şeye, başkalarına odaklanmak istedim. Akın Bey'in kaşları hafifçe çatıldı. "Elbette seviyorum." Yüzündeki gülümseme tebessüme dönüşürken konuştu. "Sence bir insana olan sevgin zaman ile azalır mı?"

"Bilmem." Derken gözlerimi kaçırdım.

Aklıma gelen Karan içimi yaktı. Ona duyduğum hisler hiçbir zaman azalmamıştı. Tam tersi bir şekilde geçen her gün artış göstererek beni etkisi altında bırakmıştı. Varlığına minnettar olduğum o kadar fazla zaman vardı ki, şimdi kendimi yokluğunun içinde göremiyordum. Dün gece yaşananlardan sonraysa her an görebileceğimi düşünüyordum.

Adadan kaçmış, onu ardımda bırakmıştım.

Beni defalarca kez aramıştı. Ona mesaj atarak kafamın fazla güzel olduğunu ve ne ara sürat teknesine bindiğimi hatırlamadığımı söylemiştim. Evet, yalan atmıştım çünkü duyduklarımdan sonra korkudan kafayı yediğimi ve huzursuzlukla boğulduğumu söyleyememiştim. Bana inandığını düşünmüyordum ama üstüme gelmemişti. Kasabaya yakında döneceğini ve geldiğinde konuşacağımızı belirten bir mesaj attıktan sonra onu özlememi emrederek konuyu kapatmıştı.

Onu özlüyordum.

Ama aynı zamanda ilk kez, ondan bir nebze de olsa uzak kalmak istiyordum.

Akın Bey sorguladı. "Bilmem dediğine göre şu an duygusal bir birlikteliğin yok, öyle mi?" Sorusu üzerine omuzlarımı silktim. "Erkek arkadaşım yok ama fazlasıyla güvendiğim ve kalbimin saçma sapan bir şekilde hızlanarak midemin kasılmasına sebebiyet veren ruhuma dokunan bir adam var."

Güven.

Ona hala güveniyordum.

Bunu fark etmek içim rahatlatmıştı.

Tebessüm eden adam konuştuğunda gözlerimizi buluşturdum. "Çok güzel bir şekilde tasvir ettin. Ruha dokunmak herkesin yapabileceği bir şey değildir. Güvendiğin adam ruhuna dokunuyorsa sence kalbini de fethedebilir mi?"

Karan ruhuma dokunmak ile kalmıyordu.

O adam benim ruhumu parçalara ayırmıştı ve ben hiç bu kadar güzel bir cinayet görmemiştim.

"Bazı insanlar ruhumuza dokunmak ile kalmıyor. Ruhumuzu istila ediyor. Arasındaki farkı bilmek önemli." İç geçirerek fısıldadım. "Birinin ruhunu istila etmesi kanlı bir savaş gibi. Ondan başka hiçbir şey düşünemez hale geliyorsun. İki farklı insan değil, bütün bir beden oluyorsun. Düşünceleriniz ve hareketleriniz ayrılmaz bir ikili haline geliyor. En ufak bir hareketinden veya bakışından ne düşündüğünü, hissettiğini anlamaya başlıyorsun. Sanki aniden yalnız gelmişsin ve yalnız gidecekmişsin gibi değil de onun için gelmişsin ve onun ile gidecekmişsin diye düşünüyorsun."

Ezberlemiştim.

Karan'ın bakışlarını, tavırlarını, her şeyini ezberlemiştim.

Akın Bey'in yüzündeki gülümseme büyüdü. "Eğer bu söylediklerim sana ruhuna dokunan o adamı hatırlatıyorsa verdiğin savaşta yenilmişsin demektir ama merak etme karşındaki insan bunları sana hissettiriyor, aranızda bir bağ olduğunu düşündürtüyorsa o da yenilmiştir. Aşk kazananın olmadığı herkesin yenildiği tek savaştır, Alvina."

Beni nasıl yola getireceğini biliyor olmasına öfkelenemedim çünkü psikoloğum yerine beni anlayan biri gibi konuştuğunda gardımı indirmeden edemiyordum. Bu yüzden yanağımdan kayan bir damla yaşı silerken acele etmedim.

Kendimi yenilmiş hissediyordum ve bundan nefret ediyordum çünkü doğduğumdan beri bana aşılanan tek şey her daim kazanmam gerektiğiydi. Bütün dünyaya kafa tutabilirdim ama kehribarın sahibine karşı güçsüzdüm. Bu beni öfkelendiriyordu. Özellikle de içimdeki o tuhaf his her geçen gün büyüyüp beni uyarmaya çalışırken.

Seansımız sonlandığında Akın Bey bana eşlik etti. Birlikte odadan çıkıp gelecek haftaki seansım için randevu aldım. Tam o sırada az ilerimdeki bekleme alanında oturan kızı fark ederek afalladım.

Karmen biraz ilerimde duran koltuklarda oturmuş bakışlarını ellerine kilitlemişti. Yıkanmış ve özen ile taranmış saçlarıyla çok güzel görünüyordu. Uzun siyah saçları da tıpkı gözleri gibi karanlıktan bir parça gibiydi. Beyaz teni soluk duruyordu. Üzerine geçirilmiş siyah eşofman takımı ince bedenini ortaya çıkarmıştı.

Geçen gece olanlardan sonra onun ile konuşmak istesem de karşım da gördüğüm kızın yaralı olduğunu anlayabiliyordum. Onu ürkütmek veya korkutmak istediğim en son şeydi. Bu yüzden yavaş adımlar ile ona ilerleyip yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. "Merhaba." Sesim beklediğimden daha sevecen çıkmıştı. Bu tınıya kesinlikle alışık değildim. Karmen başını kaldırıp siyaha yakın koyu kahverengi gözlerini gözlerim ile buluşturdu. Tepkisiz ve mimiksiz bir şekilde bana bakıyordu. Saniyelik bir tebessüm dudaklarında belirip kaybolduğunda önünde durdum. Ellerimi ceketimin cebine yerleştirirken sabırlı olmaya çalışıyordum. "Nasılsın?"

Karmen kısık bir sesle konuştu. "Senin ile konuşmam lazım." Sözleri bedenimdeki bütün hücrelerin alarma geçmesine neden olurken titrediğimi hissettim. "Konuşalım."

Psikolog Akın Bey çatılan kaşlarıyla birkaç adım ötemizde durdu. Bir bana bir karşımdaki kıza bakarken kafası karışmış gibi gözüküyordu. "Karmen, seansımızı ertelediğimizi sanıyordum." Sözleri karşımda oturan kızın huzursuzca olduğu yerde kıpırdanmasına neden oldu. Az ilerimizde masada oturan asistan kız koltuğundan kalkıp koşar adımlar ile yanımıza geldi. "Akın Bey, özür dilerim. Ben Kemal Bey'e haber vermeyi unuttum."

Akın Bey sinirle homurdandı. "Nasıl yaparsın bunu?" İç geçirip endişeyle Karmen'e baktı. "Birazdan konferansa gitmem gerekiyor. Seans kabul edemem."

Yüzümdeki tebessüm ile Akın Bey'e döndüm. Fırsat ayağıma gelmişti. "Sorun değil, ben Kemal abiyi ararım. O gelene kadar Karmen'in yanında beklerim. Siz işinize bakın."

Akın Bey anlayamıyor gibi tuhaf bir ifade takındı. "Karmen ile tanıştığınızı bilmiyordum."

"Tanışıyoruz." Diyerek beni onaylaması adına koltukta oturan kıza döndüm. Gözlerini üzerimde gezdirip çekingen bir tavır ile tekrar Akın Bey'e bakıp başını salladı. "Alvina'yı tanıyorum."

Sözleri bana imalı geldi.

"Peki öyleyse." Diyen Akın Bey iç çekti. "Karmen abin ile iletişime girip yeni bir seans ayarlayacağım. Lütfen kusuruma bakma. En yakın zamanda görüşürüz." Gözlerini bana çevirip hafifçe başını eğdi. "Teşekkürler, Alvina."

Akın Bey gittiğinde tekrar Karmen'e baktım. Sevecen olmaya gayret ederek ona yaklaştım. Şu an resmen avını ürkütmemek adına özen gösteren bir avcı gibiydim. "Ağabeyin gelene kadar kahve içelim mi?"

Sorum Karmen'in bakışlarını kaçırmasına neden oldu. Üzerinde buz rengi bir kot ve lacivert bir kazak vardı. Kot montu hemen yanında duruyordu. Montunu alıp ona doğru uzattığımda yavaşça yerinden kalktı. Montunu elimden alıp üzerine geçirdiğinde birlikte kliniğin içinde yürümeye başlamıştık. Güzel bir bedeni ve yüzü vardı. Lakin çekingen tavırları yüzünden küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Oysa fazlasıyla çekici bir havaya sahipti. Gerçi çekingen olması oldukça normaldi.

Klinikten çıkıp caddenin karşısında kalan kafeye ilerledik.

Bu süreç zarfında tamamen sessiz kalmıştık.

Kafeye girdiğimizde cam kenarında kalan bir masaya ilerledim. Karmen ile konuştuktan sonra elbette abisini arayacak ve kardeşini almasını söyleyecektim. Fakat ilk önce yanımdaki kız ile konuşmalıydım. Kahverengi gözlerim onu bulduğunda bakışlarının etrafta dolaştığını gördüm. Dikkat ile insanlara bakıyor, aramıza mesafe girmesine izin vermiyordu. Sanki en ufak bir hareketlilikte bana sığınmayı planlıyor gibiydi.

Karmen'i peşimden sürükleyerek iki kişilik bir masaya yönlendirdim. Lacivert renkteki ufak koltuklara oturduğumuzda çantamı yanıma astım. Karmen gözlerini mekânda dolaştırırken yüzü mimiksizdi. Etrafa ilgiyle bakıyordu. Arkasına yaslanıp başını öne eğdiğinde yüzüme bir tebessüm yerleştirip konuştum. "Ne içmek istersin?"

Sorum üzerine Karmen'in gözleri beni buldu. Hafifçe omzunu silkerken bir cevap vermeyeceğe benziyordu. "Sıcak çikolata?" diyerek öneride bulundum.

Kafasını olumlu anlamda salladığında oturduğum yerden kalkıp sipariş vermek üzere kasaya yöneldim. İki tane sıcak çikolata söyleyip ödemesini yaptım. Saniyeler sonra siparişlerimi alıp masaya döndüm.

Siyah bardaklardan birini Karmen'in önüne bıraktım. "Nasılsın?" diye sordum içeceğinden ilk yudumu aldığında. "Kendine gelebildin mi?"

"İyiyim." Derken sözlerine inanmıyor gibiydi. "En azından iyi olmaya çalışıyorum."

Sesi inceydi. Gözlerimi kapatıp konuşmasını dinlesem karşımda beliren yüz Karmen'in sert ve çekici hatlarından daha farklı bir şey olurdu. Kendi sıcak çikolatamdan büyük bir yudum aldıktan sonra bütün samimiyetim ile konuştum. "Eğer benim ile konuşmak istersen yanındayım."

Karmen'in siyah gözleri beni buldu. Beyaz soluk teninde parlayan siyah gözler tam gözlerimin içine bakıyordu. Bana tehlikede olduğumu söylemişti. Bu yüzden anlatacağı şeyler olduğuna emindim. Kesinlikle bildikleri vardı ve onları öğrenmek zorundaydım. Belki de saniyeler akıp giderken tek kelime etmiyor olması bu yüzden beni daha sabırsız bir hale getiriyordu.

"Sizin arkadaşınızın ölümünü gördüğüm için kaçırıldım."

İşittiğim cümle beynimden vurulmuşa dönmeme neden oldu. Kesilen nefesim ile karşımdaki kıza baka kaldığımda ne düşüneceğimi bilemedim. Tepki veremiyor, duyduğumu sindirmeye çalışıyordum.

Karmen yanağından süzülen bir damla yaşı silip konuşmaya devam etti. "O gece verdiğiniz partideydim. Şehre yeni gelmiştim ve sizin okuldan birkaç kişiyle tanışmıştım." Sesi titriyor, bakışlarını kaçırmadan duramıyordu. "Beni partiye davet ettiklerinde kabul ettim. Gece yarısına doğru sarhoş olmuştum ve kendime gelmek için temiz hava almaya karar verip dışarıya çıktım." Baş parmağını bileğine bastırıyor, ağlamamak için kendiyle savaşıyordu. "Sonra o kızı gördüm." Bakışları tekrar beni buldu. Derin bir girdabı anımsatan gözlerinde yavaş yavaş kayboluyordum. "İlayda ormana girdi, yalnızdı ve denge de duramıyor gibiydi. Sarhoş olduğunu düşünüp peşinden gittim."

Bir film izliyormuş gibi dinliyordum karşımdaki kızı.

Anlattığı her şey aklımda birer birer canlanıyor, geçmiş beni avlıyordu.

"Ama her yer çok karanlıktı ve bir süre sonra kayboldum. İlayda artık görüş alanımda değildi." Karmen baş parmağını tekrar bileğinin içine bastırdı. Öylesine sert bastırmıştı ki mavi damarı şişti. "Dakikalarca yürüdüm. Hatta bir ara koştum." Beni mahvediyor ağzından çıkan her söz ruhum da bir yara açıyordu. "Çok yakınımdan gelen bir silah sesi duydum." Karmen'in yüzü ekşirken ağzında acı bir tat oluşmuş gibi konuştu. "İlayda'yı buldum. Kanlar içinde yatıyordu." İşaret parmağını kaldırıp iki kaşının arasını gösterdi. "Tam buradan girmişti kurşun. Gözleri açıktı. Sanki doğruca bana bakıyor gibiydi. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor, yardım istiyor gibiydi."

Gözlerimden akan yaşları hissedemeyecek kadar kendimden geçmiştim. Bütün dünya üzerime yakılıyor gibiydi. Altından kalkamayacağım yükler birer birer omzuma yükleniyordu.

"Çığlık attım. Defalarca kez." Dedi Karmen öfkeyle. Dişlerini sertçe sıkıyordu. "Ardından kafama bir darbe aldım. Sert bir darbe."

Sustu ve alaşağı olmuş gözlerime baktı. Bedenini yaklaştırıp masanın üzerinden eğildi. Aramızdaki mesafeyi kapatırken korkuyla parlayan gözleri bana ölümün soğuk ve çaresizliğini anımsatıyordu.

"Yüzünde maske vardı." Diye kısık bir ses ile konuştu. "Ama gördüm, Alvina. Onun gözlerini gördüm." Yüzünde oluşan histerik tebessüm bende çığlık atma isteği uyandırıyordu. Gözlerinden yaşlar akarken tebessümünü silmedi. "Mavi gözlerinde ölüm vardı. Soğuk ve boş gözlerinin ardında bir ruh yoktu."

Vücudumdaki bütün tüyler dikilip baş kaldırıya geçtiğin de midemin bulandığını hissettim. Sanki bedenime yüzlerce iğne batıyor, biri güçlü ellerini boynuma dolamış beni boğuyordu. Ellerim buz kesmiş olsa da geri kalan bütün uzuvlarım alev alev yanıyordu.

Katil, mavi gözlüydü.

Bu ona dair belki de öğrenebildiğimiz tek ipucuydu.

Karmen yanağında biriken gözyaşlarını hızla sildi. Derin bir nefes alıp şiddetle titreyen bedenini kontrol etmeye çalıştı. "Uyandığım da karanlık bir bodrum katındaydım." Tek bir mimik veya duygu yoktu yüzünde. Sanki o anları tekrar yaşıyor, hissettiği acıyı ve çaresizliği tekrardan hissediyordu. "Sadece bir sarı ampul. Sabah olduğun da ışığı yakıyor, gece yarısından sonra ışığı kapatıyordu."

Bir oda belirdi zihnimde. Karanlık, soğuk bir oda. Tek ışık kaynağı küçük bir ampul. Orada bir kız. Bir cinayete tanıklık ettiği için esir hayatına mahkûm edilmiş bir kız. Günlerini, saatleri ve aylarını kaybetmişti. Girdiği cehennem kuyularında yalnız kalmış, ölümün şahidi olarak kayıtlara geçmişti.

Karmen boş gözlerini bana çevirdi. "Neredeyse iki aydır kayıp olduğumu söyledi abim." Kaşları hafifçe çatıldı. "Ama ben sanki yıllar geçmiş gibi hissediyorum."

Onun yaralı ruhundan gelen çığlıklar sessizliğimi yendi. Hafifçe doğrulup masanın üzerinden ona doğru uzandım ve ellerini tuttum. O an gördüğüm hüzün, bu zamana kadar yaşadığım bütün acıları sıfırladı.

"O şerefsiz sana yaşattıklarını yaşamadan ölmeyecek." Dedim ruhumda kalan son kırıntılar ile. Ardından ellerini daha sıkı sardım. Karmen'in yüzünde buruk bir tebessüm yeşerdi. Gözlerini kaçırdı. Bakışları masanın ucunda asılı kalırken yüzündeki tebessüm tuzla buz oldu. Yine geçmişten gelen acı bir görüntü yerleşmişti bakışlarına. O anları tekrar ve tekrar yaşıyor, hapsolduğu esaretten kurtulamıyordu. Saniyeler birbirini kovalarken sesi kulaklarıma doldu. "Bazen gelir, kapının ardında otururdu. Yalvarışlarıma, çığlıklarıma rağmen kapıyı açmaz, bana ninni söylerdi."

"Ninni mi?"

Sorum ile fısıldadığında tüylerim diken diken oldu. "Minik minik yıldızlar, bebeğim için parlarlar. Dolunayın ışığı, okşar yanağını. Artemis'in kardeşi, sürdü arabasını. Gün doğmadan öne, bebeğim uyanmadı."

Pınar Teyze'nin söylediği ninniydi bu.

Onu akıl hastanesinde ziyaret ettiğimizde oyuncak bebeğe söylediği ninni.

Açık kalan ağzımı kapatamayarak neler olduğunu sorguladım. Sandığımdan daha karmaşık olan bu durumun içinden nasıl çıkacağımı bilemiyordum. Fikirlerim birbirine girmiş, uçları düğüm olmuştu.

"Karmen." Dediğimde sesim mırıltıdan ibaretti. "O pisliği bulmam için bana yardım et. Ona dair başka neler hatırlıyorsun?" Sorum üzerine karşımdaki kız düşünmeye başladı. Bakışlarını etrafta dolaştırıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar bana baktı. "Sesini hatırlıyorum. Bir de kaçtığım gece biriyle tartıştı. Bir konu da fikir ayrılığı yaşıyor gibiydiler ama tam olarak ne konuştular bilmiyorum."

Kaşlarım hafifçe çatılırken en başından beri sormam gereken soruyu sordum. "Sahi sen nasıl kaçtın?"

Karmen derin bir nefes alıp ellerini çekti ve artık soğumuş olan sıcak çikolatasından büyük bir yudum aldı. "Tartışmaları bittikten sonra ikisi de gitti. Uyuya kalmışım. Uyandığımda bulunduğum odanın kapısı açıktı ve etrafta kimse yoktu."

Kaşlarım daha çok çatıldı. Neden aylardır kilit altında tuttuğu kızı salmıştı ki? Bu çok saçmaydı. Başka bir şey olmuş olmalıydı. Belki de Karmen'i esaretinden kurtaran kişi bir başkasıydı. Duyduklarımı bir an önce Karan'a anlatmalıydım. Bunları bilmesi gerekiyordu.

"Kavga ettiği kişi kadın mıydı erkek mi?"

Sorum üzerine bir an düşündü. "İnce bir sesi vardı ama sanırım erkekti."

"Peki benim adımı nereden biliyordun?"

Gözlerini bir saniye bile olsun benden ayırmadan konuştuğunda nefes alamadım. "O gece, senin hakkında tartıştılar." Karmen bariz bir şekilde yutkundu. Ardından titreyen sesiyle kanımı donduran cümleyi kurdu. "Alvina Saral ölmeyecek, henüz değil. Sıradaki başka biri. Beni kaçıran adam tartıştığı kişiye bağırarak bunları söyledi."

Yer altımdan kayıp gidiyor gibi hissediyordum. Bir korku filmini anımsatan hayatım tamamen kontrolden çıkmıştı. Alvina Saral ölmeyecek, henüz değil. Beni sona saklamayı planlıyor, sevdiğim herkesi elimden alarak bana acı çektirmeyi amaçlıyordu. Ama neden? Aklımı kaybedecek gibi oluyordum. Neden biri bana bunu yapıyordu? Neden biri hayatımdaki bütün insanları yok etmeyi amaç ediniyordu?

Gözümün önüne gelen bir çift kehribar rengi göz ruhumu yaktı.

O psikopat sevdiklerimi kaybetmemi istiyordu. Elimden Karan'ı almaya çalışacaktı. Histerik bir kahkaha dudaklarımın arasından sıyrıldığında Karmen şaşkınlıkla bana baktı. Kendi hayatım hiçbir zaman önemli olmamıştı. Ölümün son derece gerçek ve kaçınılmaz olduğunun farkındaydım.

Karan ile konuşmam gerekiyordu. Ona duyduklarımı anlatmalıydım lakin içimden bir ses şimdilik bunları kendime saklamamı söylüyordu. Hayır, bunu yapamazdım. Karan her ne kadar benden bir şeyler saklıyor olsa da kız kardeşinin ölümüyle onun katiliyle ilgili olan gerçekleri bilmeden edemezdi.

Çantamın içinden hızla ufak bir defter ve kalem çıkarıp numaramı kâğıda işledim. Kâğıdı koparıp Karmen'e uzattıktan sonra defter ile kalemi tekrar çantama koydum. "Bu benim numaram. Ne zaman istersen ara." Elim Karmen'in omzuna yerleştiğinde karşımdaki kızın yüzünde bir tebessüm belirdi. "Yalnız değilsin, Karmen. Ben her zaman yanındayım."

Minnetle tebessüm etti. "Teşekkür ederim, Alvina."

Karmen'i evine bırakırken abisini araması için telefonumu ödünç verdim. Onu eve bırakıp içeriye girdiğinden emin olduktan sonra ise yurda döndüm. Odama çıkıp yatağıma uzandığımda telefonumu elime aldım.

İçimdeki sıkıntıyla Karan'ın numarasına tuşladım. Aramam ikinci çalışta cevaplandı. "Efendim, prenses." Diyen sesini işittiğimde yüreğim kasılmıştı. "Nasılsın?"

"İyiyim." Diyerek sorumu yanıtladı. "Asıl sen nasılsın?"

"İyiyim."

Yalanımı sezdiğini biliyordum. Dün gece hakkında konuşmasına ya da tek kelime etmesine izin vermeden Karmen ile olan konuşmamı anlatmaya başladım. Bütün süreç boyunca beni sessizce dinledi fakat sarf ettiğim her kelimeyle öfkeleniyor olduğunu biliyordum. Son cümlelerimi dile getirdiğim sıra da desibelim alçaldı.

"Onu öldüreceğim." Dedi konuşmam bittinde. "Bu hayatta yaptığım son şey olsa bile onu bulup öldüreceğim."

İçten içe kurduğu cümleyi eyleme dökebileceğinin farkındaydım ve bu beni kahrediyordu.

"Karmen kaçtığı gece bir şey duymuş." Kelimeler içimde büyüyor, nefes almak benim için bir işkence haline geliyordu. "Tartıştığı kişiye şey diye bağırmış."

Mırıldandığımı fark ettim.

Karan sabırsız bir şekilde konuştu. "Ne diye bağırmış?"

Bakışlarım karşımda duran orman manzarasında dolaşırken derin nefes alıp gözlerimi kapattım. Ardından tekrar gözlerimi açıp karşımdaki manzaraya bakmaya devam ettim. "Alvina Saral ölmeyecek, henüz değil. Sıradaki başka biri."

Zor da olsa yutkundum.

Sessizlik beni boğuyordu çünkü Karan sözlerim üzerine nefes almayı dahi bırakmış gibiydi. Hattın sonlandığını sanmıştım ki aniden beni hem ürküten hem de güvende olduğumu düşünmemi sağlayan sesini işittim. "Sana zarar vermesine asla izin vermem."

Yemin eder gibiydi.

Ve bu beni mahvetti.

Dün gecenin anıları gözümün önüne gelmeye başladı. Beni nasıl öptüğünü ölsem dahi unutmazdım. Dudaklarında saklı kalan duygular içime akmış ve ruhumda filizlenmişti ama hemen sonrasında gerçekleşen konuşmada duyduklarım bana ağır gelmişti.

Adeta fısıldadım. "Biliyorum."

İç geçirip göğsümü sızlattı. "Gerçekten biliyor musun, Alvina?"

Bana inanmıyor oluşuyla onu suçlayamadım. Dün gece ondan adeta kaçmıştım ve Karan her şeyin farkındaydı. Aptal biri değildi aksine zekiydi ve beni çok iyi tanıyordu. Onu tanıdığımı düşünüyordum. Onun içindeki bütün renkleri görmüştüm. Çoğu siyahtı fakat sorun değildi. Gökkuşağını sevmezdim.

"Biliyorum, Karan." Dediğimde bana inanmasını istedim. "Biliyorum ki, bana asla zarar vermezsin ve kimsenin de bana zarar vermesine izin vermezsin."

Rahatlamış gibi derin bir nefes aldı. "Yarın akademiye dönüyorum. Geldiğimde seni arayacağım. Konuşmamız gerek, prenses."

"Tamam, haberleşiriz."

Telefonu kapatacağını sandım ama o konuşamaya devam etti. "Şimdi neredesin ve ne yapıyorsun?" dediğinde yatağımda kıpırdandım. "Odamdayım, uzanıyorum. Dün gece pek uyuyamadım. Bu yüzden erkenden yatacağım."

"Öyleyse iyi geceler, prenses."

Buruk bir tebessüm dudaklarımı kutsadı. "İyi geceler, kehribar."

Gülümsediğini anlamamı sağlayan bir homurtu çıkardı. Hitap şeklinden memnun olduğunu biliyordum. Saniyeler içinde konuştuğunda sesi öylesine yumuşak ve içtendi ki gözlerimi yumdum. Bedenimi mayıştıran emrini bir hava gibi içime çektim. "Özle beni."

Telefonu kapattı ve ben itaat ettim.

Onu özledim.

Öyle ki uykuya dalana kadar yaptığım tek şey dudaklarını düşlemek oldu.

B Ö L Ü M  S O N U

Tahminleriniz neler?

Sizce bizi bundan sonra neler bekliyor?

Seviliyorsunuz!

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

696K 46.1K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
63.3K 257 3
"Özge?" O... "Söyle buldun mu aradığın aşkı, söyle." Çocukluk arkadaşım. "Yoksa yalnız mısın sen yine?" Çocukluk aşkım. "Emre?" "Benim gibi boynu bü...
10.1K 6.1K 53
Yaşayacaksan bir Şiir gibi yaşa Bir gün öleceksen de bir Şiir gibi.. Hayata dair sevgiyle. .
1.2M 44.5K 50
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...