KAYIP MELEKLER

KathyCalanthe tarafından

137K 8.8K 2.7K

"Sana bir sır vermemi ister misin?" Diye fısıldadı. Sesinde yasaklanan bütün günahların ağırlığı vardı. Gözle... Daha Fazla

KAYIP MELEKLER
I. KEHRİBAR
II. SOĞUK VE DONUK
III. YASAK ELMA
IV. KANATLARIN ARKASINDA
V. SESSİZ ÇIĞLIKLAR
VI. SONUÇLARA NEDEN OLAN SEBEPLER
VII. KALPTEKİ KAFES
VIII. REPLİKA
IX. YIKILAN KRALLIK
X. GEÇMİŞİN HAYALETİ
XI. GİZLİ HAYRAN
XIII. FELAKETİN BAŞLANGICI
XIV. CEHENNEMİN DİBİ
XV. ÖLÜMÜN SESİ

XII. 999

4.2K 442 154
KathyCalanthe tarafından





İyi okumalar dilerim.
Lütfen satır arası yorumları unutmayınız.



XII. 999

Ben Cocks - So Cold
Broken İris - The Eyes of Tomorrow
Go Go Dolls - İris


♟️



Her genç kız gibi bazen yaşadığım olayların altında ezildiğimi hisseder, hayatın bu kadar zor olmasına lanet ederdim fakat itiraf etmeliydim, son bir aydır yaşadıklarımdan sonra, öncesinde kendime dert edindiğim şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu anlıyordum. Ölüm kokan ve ruhumu harabeye çeviren bu zorluklar içimde oluşturduğum duvarlarda büyük çatlaklıklar yaratmıştı.

Kendimden vazgeçmeyi düşündüğüm bir sürü an vardı, prenses Alvina'nın tatmin olmadığı, ruhunda hissettiği boşlukları dolduramadığı binlerce zaman döngüsü vardı ama hiçbiri şimdikiyle kıyaslanamazdı.

Ailem beni hep güçlü yetiştirmeye çalışmıştı. On dört yaşımdayken babaannemi yitirdiğimde bir damla bile gözyaşı dökmememin nedeni onu sevmemem değildi. Aksine babaanneme hayran olarak büyümüş bir kız çocuğuydum çünkü bir tek ondan şefkat görmüştüm. O öldüğünde içimde hayat bulan acıyı tarif dahi edemezdim fakat o kadar acı çekmeme rağmen hiç ağlamamıştım. Çünkü bana bu öğretilmişti. Ne kadar üzgün olsan da ağlama, haksız olsan da başını eğme ve biri sana tokat atarsa sen ona yumruk at.

Gücün bu olduğunu sanırdım. Şimdiyse zayıflık gösterdiğimi anlıyordum. İçimde, derinlerimde, bastırdığım bütün duygular gün yüzüne çıkmaya başlamışken kontrolümü yitiriyordum. Bu yüzden girdiğim lavabodan çıkamıyor, baktığım aynada gördüğüm kendim haricindeki yansımalardan gözlerimi ayıramıyordum.

Pelin'in tebessüm eden yüzüne eklenen İlayda'nın gülümsemesi, ikisi de bana bakarlarken ben aynadaki görüntülerini inceliyordum. Vücudum felç geçirmiş gibiydi. Hareket edemiyor, soluklanamıyordum.

Gözlerimi yumarak zihnimdeki güvenli alana gittim.

Şöminedeki odunların yanarken çıkardığı sesi işitebiliyordum. Burnuma dolan tarçın kokusuyla midem kasıldı. Bakışlarımı geniş pencerelerin ardında yağan karda dolaştırdım. Her yer bembeyazdı. Ayaklarımın dibinde duran köpeğim başını kaldırıp bana baktığında yumuşak tüylerini okşamaya başladım. Kısık ses ile çalan şarkıyı mırıldanmaya başladığımda bedenim gevşedi.

İçimde hissettiğim sevgi açlığını bu zamana kadar hep kontrol etmeye, bastırmaya çalışmıştım. Bu yüzden kaçtıklarımdan saklanabilmeyi başardığımda kendimi hep daha sıcak bir ortamda bulurdum. Sevgi görmesem bile rahatsız edilmediğim bu yerde, her daim kalmak isterdim.

Derin bir nefes alıp gözlerimi araladığımda karşımdaki aynada gördüğüm tek yansıma bana aitti. Kaybolan yüzler ile rahatlarken uzanıp çekmeceyi açtım. Oldukça uzun bir zamandır kullanmadığım lakin her ihtimale karşı yanımda tuttuğum ilaç kutusuna uzandım. Reçeteli haptan bir adet alıp ağzıma attım ve zar zor yuttum. Arka arkaya yutkunup boğazıma takılmaması için çabaladım.

İlaç kutusunu çekmeceye geri bırakıp titreyen ellerimi taytıma sürttüm ve derin nefesler aldım. Aynadaki yansımama bakıp sarı tutamlarımı düzelttim ve iyi olduğumu kendime hatırlattım. Lavabomun kenarında duran dudak parlatıcımı alıp kapağını açtım ve sevdiğim şarkılardan birini mırıldanırken dolgun dudaklarıma parlatıcıyı sürdüm. Güzel gözüktüğümü düşünerek aklımı oyalamaya çalıştım.

Banyodan ayrılıp odamdan çıktım ve aşağıya indim.

Mutfaktan gelen leziz koku ile midem guruldadığında en son ne zaman yemek yediğimi sorguladım. Sola dönüp mutfağa girdiğimde karşılaştığım görsel ile duraksadım. Karan omzuna attığı minik havluya ellerini silip tavaya uzandı ve kızarttığı tavuklara baharat döktü. Kapüşonlusunu çıkarmıştı. Siyah tişörtüyle yemek hazırlarken kollarındaki kaslar ve dövmeler gözlerimi alıyordu. İsyankâr kahverengi saçlarından birkaç tutam alnına dökülmüştü. Tavanın sapını tutup çevik bir hareket ile tavukları ters yüz ettikten sonra varlığımı hissetmiş gibi bana baktı.

Kehribarları, üşüyen içimi ısıttı.

"Acıktın mı prenses?" diye sorduğunda yüzüme yerleşen tebessüm ile başımı salladım. Önüne dönerek tavukları bir kez daha ters yüz etti. "Beş dakikaya hazır olur. Tavuklu taco yapıyorum. Seviyorsun değil mi?"

"Sevdiğimi biliyorsun."

Cevabım ile alaylı bir sırıtış arsızca dudaklarında sallandı. Ona doğru yürüyüp hemen yanında durdum ve tezgâha kalçamı yasladım. Bakışlarımı yüzünde gezdirerek varlığını içime çektim. Bana iyi gelen benliği içimdeki kanayan yarayı dağladı.

Bana bakmadan sesini doğal tutmaya çalışarak sorguladığında merakını işitebiliyordum. "Nasıl hissediyorsun?" dediğinde tebessüm ettim. "Gayet iyiyim. Sarsıldım ama yıkılmam." Sözlerim ile bana bakıp göz kırptı. "Bu da bildiğim şeyler listesinde prenses."

Gerçek bir gülümsemeyle yemeği hazırlamasını izlemeye devam ettim. Ona bahsetmeyi unuttuğum lakin anlatmak istediğim şeyi hatırlayarak bakışlarımı kaçırıp mırıldandım. "Pelin'in babası bugün kızının bütün eşyalarını toplayıp yurdu boşalttı." Sıkıntılı bir nefes verdim. "Çünkü canım dedem Pelin'in kaydını iptal etmekte zaman kaybetmemiş." Boğazıma bir yumru takıldı. "Pelin bulunacak ve iyi olacak ama dedem sanki arkadaşım ölmüş gibi davranıyor. Oysa ölmedi. Sadece..."

Cümleme devam edemedim çünkü ne diyeceğimi bilmiyordum.

Pelin'in bir yerlerde iyi olduğunu düşünmek istiyordum. Hayata tutunmaya çalıştığına ve onu kaçıran kişinin ona zarar vermediğine inanmayı diliyordum. Bu düşünce aklımdan geçerken bile içten içe saçmaladığımı biliyordum ama kendime engel olmayacaktım. Bir yalan olsa bile bu düşünceme doğru misali tutunacaktım çünkü aksini kabul etmeye hazır değildim.

Çeneme yerleşen parmaklar başımı kaldırmamı sağladı. Kehribar gözler, gözlerimi esir aldığında bakışlarında inanç gördüm. Bana duyduğu saf güvene eşlik eden inanç, aniden kendimi daha cesur hissetmemi sağladı.

"Deden piçin teki."

Kıkırdayarak sözlerine karşılık günler sonra ilk kez gerçekten güldüm. Karan bakışlarını gülüşümde gezdirip tebessüm etti. Beni güldürmüş olmaktan memnuniyet duyduğu barizdi.

"Doğru söylüyorsun." Diyerek hala çenemde olan parmaklarını tuttum.  Başımı hafifçe yana eğip dokunuşuna yaslandım. "Tam olarak bu yüzden dedem ile konuştuğumda ona cehennemin dibine gitmesini söyleyeceğim."

Şeytani bir ışıltı gözlerinin adeta parıldamasını sağladı. Hafifçe eğilip aramızdaki mesafeyi kapattığında sıcak nefesini yüzüme çarparak mırıldandı. "Eninde sonunda gideceği yerin orası olduğuna eminim prenses."

Bedenimin alev almasına neden olan bir eylemde bulundu ve alnımı öptü. Geriye çekilip gözlerimin içine baktığında ruhumda yarattığı tahribatı görüyor olduğunu biliyordum. Temasları ya da bakışları altında bambaşka bir kadındım. Niye sadece ona böyle tepkimeler gösterdiğimi bilmiyordum ama bazen kalbime dokunabilen bu nadide adamın ruh eşim olabileceğini düşünüyordum. Belki de bu yüzden onu gördüğüm ilk andan beri mıknatısa çekilen bir demir parçası misali varlığına sürükleniyordum.

Çalınan kapıyla irkildim.

"Devrim gelmiş olmalı." Diyen Karan ile Seren salondan koşarak çıktı ve evin kapısına yöneldi. Elini belime atıp tekrar ona bakmamı sağladığında ciddiyeti karşısında afalladım. Bir şey söylemek istiyor gibiydi. Bunu fark ederek kaşlarımı hafifçe çattığımda dilinin altındaki baklayı çıkardı. "Senden bir şey saklamak istemediğim için söylüyorum ama şu an için bu söyleyeceğimi eyleme geçirmenin mantıklı olduğuna da inanmıyorum."

"Ne demek istiyorsun?"

Karan gözlerime bakarken omuzlarını düşürdü. "Buraya gelmemin tek nedeni flaş belleği göstermek değildi. Pelin'in annesinin şu an nerede olduğunu buldum. Tekirdağ'da bir akıl hastanesinde."

Kanımda kaynayan adrenalinin nedeni merakımdı. Dün gece, Pınar Teyze'nin dosyasını okuduğumdan beri kafamda çok fazla cevapsız soru vardı ve hepsi olmasa bile birazının cevabını ondan edinebilecek olmak beni aç bir kurt haline çeviriyordu.

"Gitmemiz gerek."

"Alvina."

"Yemekten sonra." Diyerek yaptığı tacoları işaret ettim. "Karnımızı doyurup yola çıkarsak bir buçuk saate Tekirdağ'a varırız." Bileğimdeki saate bakıp neredeyse yedi olduğunu gördüğümde içeriye girememe ihtimalimiz ile yüzleştim. "Gerçi bu saatte ziyaret etmemize izin vermezler ama."

Karan'ın minik tebessüm vaat doluydu.

"Orasını bana bırak prenses." Dediğinde gülümsememe engel olamadım.

O yanımdayken her şeyi başarabileceğimi düşünüyor olmam aptallık mıydı yoksa büyük bir güç mü emin değildim ama özellikle yaşanan şu bir aylık süreçte yanımda olduğu için fazlasıyla şanslıydım. O yokken bütün bunlarla baş etmem çok ama çok daha zor olurdu.

"Selam."

Devrim'in sesiyle ona doğru döndük. Karan ocağı kapatırken Devrim ile Seren mutfağın içine adımladı. Gözlerini yüzümde gezdiren arkadaşım tebessüm ettiğinde sempatisini es geçerek acı gerçek ile yüzleşmek istedim. "Ercan hakkında ne biliyorsun?"

Sorum ile bakışlarını kaçırıp hafifçe boğazını temizledi. Kaçamak bakışlarını Karan'a çevirdikten sonra tamamen bana odaklanıp sorumu yanıtladı. "Çok fazla bir şey bilmiyorum. Geçen sene aynı takımdaydık. İyi adamdı. Güzel oynuyordu. Sakatlanınca da hayatı değişti işte. Sana olan ilgisini az buçuk biliyordum. Final maçında sana çıkma teklifi edecekti ama sakatlanınca yapamadı tabi." Eliyle saçlarını karıştırdı. "Sorup soruştururum ama pek bir şey bulacağımı sanmıyorum."

"İlayda ya da Pelin ile ne alakası olabilir acaba?"

Seren'in sorusuyla Devrim omuzlarını silkti. "Arkadaştırlar belki. Popüler çocuklar popüler kızlar ile takılırlar ve Ercan takımdayken burslu olmasına rağmen gayet popülerdi."

Aslında bu, basit lakin doğru bir düşünceydi. Akademideki çoğu kişi birbirini tanırdı. Bu yüzden illaki bir noktada karşılaşmış olabilirlerdi ama benim merak ettiğim alaka seviyesi bu değildi. Ben neden katilin bu üçlüyü hatta dörtlüyü hedef aldığını ne gibi bir ortak nokta gördüğünü öğrenmek istiyordum çünkü asıl hakikat orada saklıydı.

"Acıktım." Diyen Seren dudağını büzdü. "En azından birkaç saatliğine normal üniversiteli bir arkadaş grubu olarak karnımızı doyurabilir miyiz?" İç geçirdi. "Gerçekten buna çok ihtiyacım var."

Onu anlayabiliyordum.

Karan omzundaki havluyu alıp ellerini silerken anons etti. "Yemek hazır." Başıyla masayı işaret etti ve havluyu bir kenara bıraktı. "Tabakları çıkarın, servisi ben yaparım."

Her şeyi hazırlayıp yemek masasına kurulduğumuzda tabağımdaki tacolara bakmak bile ağzımın sulanmasına neden oldu. Herkes ile birlikte yemeğime adeta saldırdım. O kadar açtım ki karnımı doyurana dek konuşmak ya da teşekkür etmek aklıma bile gelmedi. Üçüncü tacomu yarıladığımdaysa yüzündeki gülümsemeyle beni izleyen adama dönerek dolu ağzımı umursamadan homurdandım. "Ellerine sağlık. Çok güzel olmuş."

"Afiyet olsun prenses."

"Leziz." Diyen Seren gözlerini yummuş ağzındaki lokmasının tadını çıkarıyordu. "Mükemmel."

"Yemeğin seni orgazm ediyormuş gibi davranmayı bırakır mısın?" Devrim'in sorusuyla Seren öfke saçan bakışlarını ona çevirdi ve hızla çiğnediği tacosunu yuttuktan sonra yanındaki adamı derinden sarsacağını bildiği kelimeleri mırıldandı. "Niye, sen edemiyorsun diye kıskandın mı?"

Ağzı açık kalan Devrim'e insaflı davranamayarak kahkaha attığımda Karan arkadaşına acımış gibi komik bir yüz ifadesi sergiledi.

Bozulduğunu bariz eden Devrim sinirle homurdandı. "Sanki izin verdin de ben yapamadım." Bakışlarını kaçırıp tabağındaki tacolardan birini aldı ve yarısını saniyeler içinde midesine indirdi. Seren haline acıyarak gülmemek adına dudaklarını birbirine bastırdığında az önceki konuşmanın hiç yaşanmadığını var sayarak ortamı yumuşatmak adına bir öneride bulundum. "Hadi soru cevap oynayalım."

Bu bizim arada sırada oynadığımız bir oyundu. Özellikle içki içiyorsak veya yapacak başka hiçbir şeyimiz yoksa birbirimize salak saçma sorular sorar ve cevaplar alırdık. Seren az önce söylediği sözün geride bıraktığı soğuk hava dalgasını yok etmek istercesine konuştu. "Bana uyar."

Devrim sert sesiyle mırıldandı. "Fark etmez."

Bakışlarım onay almak istercesine Karan'a kaydığında çenesini hafifçe indirdi. "Pekâlâ." Diyerek aklıma düşen ilk saçma soruyu dile getirdim. "Sizce Titanik filmindeki Jack boşuna mı öldü?"

Birkaç hafta önce izlediğim filmin neden aklıma gelen ilk şey olduğunu bilmiyordum fakat sohbeti değiştirmek için makul bir yol gibi gözükmüştü.

"Bence saçmalıktı." Dedi Devrim. "Rose hanımefendi kendini yayıp yatmasaydı, Jack ölmezdi."

Seren gözlerini devirdi. "Ay ne romantiksin, vallahi gözlerim yaşardı."

"Bilemiyorum. O kapı parçasına ikisi birlikte çıksaydılar ağırlıklarından dolayı ahşap batabilirdi ama yine de en azından deneyebilirlerdi gibi geliyor. Sonuçta kadın orada durup adamın ölümünü izlerken bu olasılığı hiç denememiş olması bana kalırsa kabul edilebilir gibi değil."

Karan söze girdi. "Jack, Rose teklif etseydi bile o kapının üstüne çıkmazdı çünkü riski göze almazdı. Onun için önemli olan Rose'un kurtulması ve iyi olmasıydı. Amacına da ulaştı."

"Ama burada Rose'da aynı şeyi düşünmeliydi."

Seren omzunu silkerek tek kaşını kaldırdı. "Belki de Rose, Jack'i, onun onu sevdiği kadar sevmiyordu."

"Ayrıca Rose sözünü tutmadı." Dedi Devrim. "Jack'e onu hiç bırakmayacağını söylemişti ama bıraktı. Bu bile sevgisinde şüphe etmemize yeterli."

Sözleriyle savunma moduna geçtim. "Ama bazen hayatta söylediklerimiz ile sınana kadar ağzımızdan çıkan kelimelerin ne anlama geldiğini bilemeyebiliriz. Sonuçta Rose, Jack'e, seni bırakmayacağım derken Titanik'in batıp kapının üstünde hayat ve ölüm arasında sıkışacağını bilmiyordu."

Karan'ın gözlerini üzerimde hissettim. Bana bakarken sessiz kaldı lakin ifadesindeki bir şey bana düşüncelere daldığını düşündürttü. Söylediğim şeyin neden onu ciddiyete sürüklediğini anlayamadım.

"O zaman söz vermemeliydi."

Devrim'in nokta niteliğindeki cümlesiyle Seren başını salladı. Ardından söze girdi. "Sıra bende." Lokmasını yutup kolasından büyük bir yudum aldıktan sonra konuştu. "Peki sizce Rachel ve Ross ara verdiklerinde Ross'un başka biriyle yatması aldatmaya giriyor mu?"

Sorusu üzerine herkes birbirine kaçamak bakışlar atıp düşünmeye başladı.

Ardından Seren kendi cevabını zaman kaybetmeden dile getirdi. "Bence kesinlikle aldatmaktır." Elini masaya vurduğunda bir yargıç gibiydi. "Sonuçta ara verdiler, ayrılmadılar. Ve Ross hemen gidip bir başkasıyla birlikte oldu."

Dudaklarımı aralayıp konuşacağım sıra da Devrim lafa atladı. "Saçmalık. Ara vermek, ayrılmak için ön hazırlıktır bunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca ara vermek isteyen Rachel'di, Ross'un suçu ne?"

Kaşlarım çatılırken kendimi tutamadım. "Ne yani Rachel ara vermek istediği için Ross'un onu aldatması normal mi?" Gözlerimi devirdim. "Yok artık Devrim."

"Bence Rachel abarttı."

Cevabıyla ağzım açık kaldığında Seren'in ona attığı ölümcül bakışlardan haberdar olmadığı için bu kadar rahat konuşabiliyor olacağını fark ettim. Kaş göz yaparak ona işaret vermeye çalıştığımda tamamen Karan'a odaklanmıştı. "Kardeşim sende bir şey söylesene beni iki kadının arasında bırakıyorsun."

Yardım çığlıkları Karan'ı bulduğunda vereceği cevabı merak etmiştim. Karan içeceğinden bir yudum alıp kendi düşüncesini dile döktü. "Ross haksızdı. Ara vermiş olsalar bile bir başkasıyla yatmaması gerekirdi. Aldatmanın bir bahanesi olduğunu da düşünmüyorum."

Büyük bir ciddiyet ile verdiği cevap mutlu olmamı sağlamıştı.

"Hay ben senin." Diye homurdandı Devrim ve Seren'e baktı. "Ben kararımın arkasındayım. Bence Rachel haksız." Seren sinir ile homurdandı. "Aman senden başka bir cevap beklemezdim. Mesajlarına cevap vermediğim zamanlarda hemen partilere giden adamdan başka ne cevap beklenir ki zaten?"

Devrim alay ile karşılık verdi. "We were on a break."

Gözlerimi devirdim çünkü ikisini de fazla iyi tanıyordum. Seren'in az önceki sözlerine rağmen Devrim hiçbir zaman ondan vazgeçen ya da onun ilgisizliği yüzünden başkalarına giden taraf olmamıştı. Şu an ki sözlerinin hepsi az önceki diyalogdan kaynaklanıyordu. Sadece Seren'i sinir etmeye çalışıyor ve başarılı oluyordu. Gerçi yine de sağlıklı bir iletişim kurarak anlaşmalarını tercih ederdim.

Yemeklerimiz bittiğinde ortalığı toplamayı teklif eden Devrim ve Seren ile Karan'ı salonda bırakıp odama çıktım. Üzerime bir ceket alıp spor ayakkabılarımı giydikten sonra özel eşyalarımı sığdırabileceğim küçük çantalarımdan birini alıp tekrar aşağıya indim.

Karan'ı salonda sigara içerken bulduğumda yanına gidip telefonumu çantama sıkıştırırken mırıldandım. "Ben hazırım." Sözlerim ile bana bakıp ayaklandı ve sigarasından bir duman daha çekti. O sıra omzumun ardından mutfakta bulaşıkları makinaya dizen ikiliyi gördüm. "Onlara nereye gittiğimizi söylemeli miyiz?"

"Sen nasıl istersen prenses."

Ona bakıp ellerimi belime yerleştirdim. "Topu bana atma, ortak karar verelim." Dediğimde gülümseyerek hemen önümde durdu ve bir tutam saçımı kulağımın ardına sıkıştırırken doğum lekemi hafifçe okşadı. O noktadan ayak parmak ucuma dek bir titreme yayıldı. Kesilen nefesim ile Karan bunu fark etmiş gibi gülümsemesini memnuniyet dolu bir tebessüme eğriltti. "Bence bir şey bulursak onlara söyleriz, elimiz boş dönersek boşuna onları germemiş oluruz."

Aslında mantıklıydı çünkü Seren'i günler sonra ilk kez bugün bir tık daha iyi görmüştüm.

Başım sallayıp salonun çıkışına yöneldiğimde Karan peşimden geldi. Evden çıkacağımız sıra Devrim'in meraklı sorusunu işiterek duraksadık. "Nereye gidiyorsunuz?"

Ağzımı açıp kapattım ve verecek bir cevap bulamadığım için yardım istercesine Karan'a baktım. Benim telaşıma rağmen o son derece rahattı ve gözünü kırpmadan yalan söylediğinde profesyonelliği beni huzursuz etti. "Alvina'ya kahve ısmarlayacağım."

"Hani bize?"

Devrim'in alaylı sesi ve ifadesiyle Karan elini belime yerleştirdi. Kapıya doğru ilerlerken omzunun ardından arkadaşına bakıp kalbimi tekleten bir tonlamayla karşılık verdi. "Bu sefer ki prensesime özel."

"Prensesin mi?"

Seren'in bağırışını işitsem de gülümsemek dışında bir şey yapamadım. Karan sessiz kalıp bizi evden apar topar çıkardı. Evin önündeki aracına ilerlediğimizde hitap şeklinin kalbimde yarattığı sızıyla kasıldım. Bana prenses diye hitap etmesini seviyordum ama aitlik ekini eklediği gibi bu hitap şekli aniden bambaşka bir boyut atlamıştı. Ve bu versiyonu ruhuma giden bir anahtar gibiydi.

Arabaya binip emniyet kemerimi taktım. Karan motoru çalıştırıp yola koyulduğunda birlikte akademiden uzaklaşıp yola koyulduk. Tekirdağ'a giden iki saatlik yolun yarısını müzik dinleyerek harcadık. Playlistinin benimkine olan benzerliğiyle zevklerimizin ne kadar benzer olduğunu fark ettim. Arabayı dinlenme tesisinde durdurup bize kahve almak üzere araçtan indiğinde sosyal medyalarımda gezerek onu beklemeye başladım.

Geri dönüp elindeki kahve karton bardaklar ile araca bindiğinde ona yardımcı oldum. Elinden aldığım bardaklara göz attığım sıra Karan'ın sesini işittim. "Sağdaki seninki." Dediğinde buharı tüten kahveden minik bir yudum aldım. Tam sevdiğim şekilde olduğunu fark ettiğimde istemsizce mutlu olmuştum. "Teşekkür ederim, favorimden almışsın."

"Havalar soğumaya başladığına göre Caramel Macchiato içmenin vakti gelmişti."

"Havalar sıcak olsaydı da yine onu içerdim."

"Evet ama o zaman İce içerdin."

Cevabıyla beni bu kadar iyi tanıyor olmasından aldığım hazzı tarif edebilecek kadar geniş bir kelime dağarcığına sahip olmadığımı belirtmeliydim. Elimde duran kendi kupasını uzatırken mırıldandım. "Ve sende her zamanki gibi filtre kahve içiyorsun." Tek kaşımı kaldırdım. "Arada tatlı şeyler de denemelisin."

"Kahvemi acı severim."

"Tatlı sevdiğin bir şey var mı ki?"

"Sen." Dediğinde afalladım. Çekici bir tebessüm ile bana bakarken alaylı sözleri kalbimi darma duman etti. "Senin en çok tatlı versiyonunu seviyorum. Acı olduğun zamanlarda baş edilmesi güç hale geliyorsun."

Hafifçe omzuna vurup benim ile dalga geçtiği için homurdandım. "Bunu bana söyleyecek en son kişisin. Benim en azından versiyonlarım var. Sen fazla stabilsin."

Arabayı çalıştırıp park alanından çıkarken sözlerime gülmek ile yetindi. Gözlerimi üzerinde dolaştırırken onu zihnime kazımak ister gibiydim. Tek eliyle aracı kullanıp boşta kalan diğer eliyle kahve bardağını tutuyor, arada sıcak içecekten yudumlar alıyordu. Onu izleyerek geçirdiğim on dakikanın ardından yüzündeki gülümsemenin büyüdüğünü gördüm lakin laf atana dek bunun nedeninin onu izliyor oluşum olduğunu anlamadım. "Prenses, araya reklam sokmak istemezdim ama bana sigara yakabilmen mümkün mü?"

Hızla önüme dönüp alaşağı olan ifademi toparladım.

Ona karşı neden böyleydim bende bilmiyordum ama aptal beynim kendini kamufle edemiyor diye onu suçlayacak aşamayı çoktan geçmiştim. Bütün kabahati kalbimde ve ona böyle hissettiren adamda bulmak yeni hobimdi.

Kahvesini bardaklık bölüme yerleştirdiğinde boşta olan eliyle neden kendi sigarasını kendi yakmadığını sorguladım. Ardından bunu görmezden gelerek aramızdaki konsolda duran paketine ve zipposuna uzandım. Beyaz filtreli sigarayı dudaklarıma iliştirip ucunu ateşe verdikten sonra ilk dumanı içime çektim. Sigarayı ona uzattığımda penceresini araladı. Sigarayı içip yanaklarının çukurlaşmasını sağlarken gözlerini yoldan ayırmadan konuştu. "Teşekkür ederim."

Bu sefer onu izlememek adına direnip bakışlarımı kaçırdım. Kahvemi yudumlayıp saate baktığımda merak ettiğim şeyi dile döktüm. "Pınar Teyze'yi görebileceğimize emin misin?" Saatimin takılı olduğu kolumu kaldırdım. "Ziyaret saatinin çoktan bittiğine eminim."

"Paranın açamayacağı bir kapı yoktur." Diyerek bana baktığında alaycılığı öylesine şeytaniydi ki insan hayran kalmadan edemiyordu. "Bunu en iyi senin bilmen gerekiyor."

Doğru söylüyordu ve bir an bunu düşünemediğim için kendime hayret ettim. Genellikle bütün işlerimi bu şekilde hallederdim. Bu zamana kadar herhangi bir şey için sıra beklediğimi ya da randevu saati aldığımı bile hatırlamıyordum. Halletmem gereken bir problem varsa onu canımın istediği zaman canımın istediği şekilde tanıdıkları ya da paramı araya sokarak saniyeler içinde hallederdim. Anlaşılan son zamanlarda yaşananlar yüzünden kendimi daha insani ve zayıf hissediyor olmam bana aslında kim olduğumu ve yapabileceklerimi unutturmaya başlamıştı.

Kahvemi yudumlayıp sessiz kaldım lakin bir süre sonra Karan'ın sesini duyamamaya dayanamayarak sohbet başlattım. "Küçükken çok yaramaz olduğunu hatırlıyorum." Dediğimde neden bu konuyu seçtiğimi bilmiyordum fakat onunla daha derine inmeyi ve ilk tanıştığımız o masumane çağlarda bile ona olan ilgimi kendisine hatırlatmayı istiyordum. "Sekiz yaşındayken kafama lego atmıştın."

Hatırladığım gerçek bir anıydı. Yaratıcılığımızı baz alan görsel sanatlar adında bir ders vardı ve karma sınıflar ile yapılırdı. Hoca bize verdiği legolar ile hayal gücümüzü kullanarak bir şeyler üretmemizi istemişti. Ve Karan hiç beklemediğim bir anda legoyu kafama fırlatmış, dünyamı sarsmıştı.

Başını geriye atarak kahkaha attığında afalladım. Gözümü alacak derece de güzelleşmesini sağlayan bu eylemini zihnime kazımak ve sonsuza dek saklamak istedim. Kehribar gözlerini bana çevirip keyifle karşılık verdi. "Hatırlıyorum."

Hafifçe koluna vurdum. "Komik değil, canım acımıştı."

Beklemediğim bir anda kolunu belime attı ve beni kendine çekip başımın üstüne bir öpücük bıraktı. Saçlarımın arasına iliştirdiği buseyi bedenimin geri kalan kısmında dahi hissedebiliyor olduğuma yemin edebilirdim. Fakat beni asıl şoka sokan şey, legonun denk geldiği noktayı nasıl hatırlıyor olabildiğiydi.

Geriye çekilip yola bakarken belimi sarmaya devam etti. Yüzünü ele geçiren sırıtış ile konuştuğunda sesindeki bir şey merakımı uyandırdı. "Bir şey itiraf edeyim mi?"

"Evet."

"Ben aslında o legoyu sana atmak istememiştim."

Çatılan kaşlarım ile geri çekilip ona doğru döndüm. Parmakları belimde durmaya devam ediyordu. Yan profiline bakarken ne dediğini anlayamadım çünkü o legoyu öylesine şiddetli atmıştı ki iki gün boyunca baş ağrısı çekmiş, uzun süre benden nefret ettiğini düşünmüştüm.

"Nasıl ya?" Diye mırıldandığımda yüzündeki gülümseme genişledi. Bakışlarını kaçırırken derin bir nefes aldı. "Mehmet'e atmıştım ben onu."

Dudaklarım aralanırken şaşkınlığımı bir zırh gibi kuşanmıştım. Mehmet'in kim olduğunu hatırlamaya çalıştım. Ardından bir aydınlanma yaşadım. Mehmet, görsel sanatlar dersinde eş olduğum çocuktu. Benden iki yaş büyüktü. Sarı saçlara ve kahverengi büyük gözlere sahip tatlı biriydi.

"Niye ki?" Şaşkınlığım ile sorduğum soru üzerine Karan birkaç saniyeliğine bana baktı. Ardından tekrar önüne döndü. Sanki o anları yeniden yaşıyor gibiydi. Anımsadığı şey çenesinin hafifçe kısılmasına ve sinirlenmesine neden oldu. Saniyeler içinde beni daha fazla şaşıramayacağımı zannettiğim anlarda yalancı çıkartacak cümleyi dile döktü. "Sana yavşıyordu çünkü."

Ağzım birkaç saniye açık kaldı, ardından derinliklerimden gelen bir kahkaha ıssızlığın içinde gürledi. Kendime hâkim olamayarak gülmeye devam ettiğim sıra kehribarın sahibi öfkeyle bana bakmaya devam ediyordu. Kendimi durdurmam gerekiyordu lakin yapamıyordum. Dakikalar birbirini kovalarken mideme giren sancıyla durdum ve derin nefesler aldım.

"Karan daha sekiz yaşındaydım." Diye yakardım keyifle.

"O çocuk az anasının gözü değildi."

"Adı üstünde bak çocuk diyorsun. On yaşında falandı. Beni beğenmiş ve senin tabirin ile bana yavşamış olma olasılığı bir hayli düşük."

"Prenses gerçekten bazen kendini tanımadığını ya da aynaya bakmadığını düşünüyorum."

Kızaran yanaklarım ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Güzel olduğumu biliyordum ama bunu ondan duymak beni her seferinde dehşet bir şekilde mutlu ediyordu. Onu yavaşça dürtüp alayla homurdandım. "Kıskançsın."

"Elbette." Diyerek gözlerimizi buluşturdu. "Her şeyin en güzeline ve iyisine sahip olmak isteyen tek kişi sen değilsin."

Kalbimdeki kasılmayla üstüne atlayıp onu deliler gibi öpmemek için var gücüm ile savaşmak zorunda kaldım. Yoldan çıkıp kaza yapabilme ihtimalimiz dışında beni durmaya iten bir diğer etken Karan'ın bunu yapacağı birçok durum olmuşken sadece bir kez yeltenmiş ondan sonra da şansını tekrar denememiş olmasıydı. Elbette istediğimi alabilir ve ilk adımı atabilirdim. Yine de içimdeki bir parça önceliğin onun hakkı olduğunu söylüyordu çünkü kendimden emin olsam da ondan hiçbir zaman emin olamamıştım.

"Ortak bir özellik daha." Diye mırıldanmak ile yetindim.

Cümlemin ardından parmaklarının hareketini idrak ettim. Belimdeki eli hafifçe kazağımın üstünden beni okşadı ve yemin ederim ki bütün bedenimi ele geçiren akım ile arzu doğal üstü bir güç kadar absürttü.

Karan çıkışa yönelip elini üstümden çektiğinde tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bırakarak arkama yaslandım. Kuruyan dudaklarımı hafifçe yalayıp yutkunduğumda minik temasının bende yarattığı ağır yenilgiyle ne yapacağımı bilemedim.

Sessizliğin ve karanlığın içinde bir süre daha yol aldık.

Dakikaların ardından varmamız gereken konuma gelebilmiştik. Aracı hastanenin açık otoparkına park ettiğinde etrafa göz attım. Son derece bakımlı, normal bir bina, az ilerimde duruyordu. Özel bir hastane olduğunu sanmıştım lakin devlet gibi gözüküyordu. Açıkçası Arif Amca'nın sahip olduğu para ile eşini neden daha iyi bir yere yerleştirip tedavi almasını sağlamadığını anlayamadım. Gerçi kitabı kapağına göre yargılamamam gerekirdi. Belki de tedavi olarak birçok özel hastaneden daha iyi hizmet veriyor olabilirlerdi. Tabi benim pahalı olan her zaman iyidir mottoma bu pek uygun değildi.

Araçtan inip hastanenin acil kısmına yöneldik.

İçeriye girdiğimizde ortalık bir hayli sessizdi ki bu beni şaşırttı. İlaç kokan alanda yürüdüğümüzde solda kalan alanı fark ettim. Kayıt bölümünün ardında oturan ve elindeki telefon ile oynayan adama baktığım sıra Karan beklememi işaret etti. Durup yanımdan gitmesini izlerken onu süzmeden edemedim. Kendini taşıyış şekli, yürüyüşüne yansıyan özgüveni ve tırmanmak istediğim bir dağ misali duran sırtıyla içimde tuhaf bir sızı oluşturmuştu.

Karan adama bir şeyler söylediğinde kafasını telefondan kaldırıp ona bakan görevliyi inceledim. Adam işittikleriyle bir Karan'a bir bana bakıp duyamadığım bir cevap verdi ve tekrar telefonuna döndü. Bunun üzerine Karan tekrar konuştu. Her ne söylediyse adamın ilgisini üstüne çekebilmişti. Görevli gülümseyerek cevap verdiğinde Karan'ın gerildiğini fark ettim. Buradan bile görebildiğim sert bir tutum ile bir şey söylediğinde görevli geriye çekildi. Tekrar bana bakıp ardından hızla gözlerini kaçırdı. Karan cebinden çıkardığı kâğıt paraları çaktırmadan adamın önündeki defterin altına sıkıştırdı.

Adam bunun karşılığında bir şey söylediğindeyse tek kelime etmeden bana doğru geldi. Neler olduğunu merak ederek hafifçe kaşlarımı çattığımda sessiz kalarak beni şaşırtan bir eylem sergiledi. Uzanıp elimi tuttuğunda birbirine karışan parmaklarımız yüzünden titredim. Bedenimi sarsan akım ile dudaklarımdan titrek bir soluk kayıp gitti. Dokunuşu adeta yakıyor, avcuma yayılan sıcaklık doğruca kalbime ulaşıyordu.

Afallamış ifadem ile Karan'a baktığım sıra beni görmezden geldi. Hızla yürümeye başladığında ona ayak uydurdum. Birlikte merdivenlerden çıkmaya başladığımızda gözlerim parmaklarımı sıkıca kavramış olan eline kaydı. Tutuşundaki kudrete tezatlık oluşturan bir narinlik ile parmaklarımı hafifçe okşuyordu. İçimden bir ses bunu bilinçsizce yaptığını söylüyordu. Yine de umurumda değildi çünkü onun tarafından böyle dokunulmak kanadığını dahi bilmediğim bir yaraya merhem olmuştu.

İkinci kata vardığımızda konuşmayı akıl ettim. "Adam ne dedi?" diye sorduğumda Karan sorumu geçiştirerek koridorun sonundaki odayı işaret etti. "Pınar Açıkgöz'ün kaldığı oda."

Kapının önüne geldiğimizde elimi bırakmasıyla bütün vücudumu ele geçirmiş olan o sıcaklık buhar olup uçtu. Elimi tutmadan önceki halime geri dönerek hafifçe ürperdiğimde üstümdeki bu garip etkiyi mantıklı bir yere oturtamadım.

Bakışlarım karşımdaki kapıyı buldu.

999, numaralı odanın önünde dururken kalbim sıkıştı. Kapının ardında neyin olduğunu bilememek beni germişti. Yine de bilgiye aç olan yanım bu gerginliğimi umursamadı. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Karan ardımda kaldı.

Yatağın yanındaki komidinin üstünde duran lambadan yayılan sarı loş ışık karanlık odayı aydınlatmak için yeterli değildi. Yine de görebildiğim kadarıyla karşılaştığım manzara yeterliydi. Yanağımın içini sertçe ısırırken karşımdaki kadına dikkatle baktım. Yatağının üstünde oturan kadın, kırklı yaşlarının sonlarında olmalıydı. Kahverengi saçları uzun zamandır tarak yüzü görmemiş gibiydi. Üzerine geçirdiği saten mor pijama takımının üstünde yemek lekeleri vardı. Bakışları yatağının çaprazında kalan demir parmaklıklı küçük camın ardındaki manzaraya odaklıydı. Bizi fark etmemiş olmalıydı. Kucağında salladığı küçük, kahverengi bir ayı vardı. Onun başını hafifçe okşarken aynı zamanda dudaklarından ufak bir ninni dökülüyordu. "Minik minik yıldızlar, bebeğim için parlarlar. Dolunayın ışığı, okşar yanağını. Artemis'in kardeşi, sürdü arabasını. Gün doğmadan önce, bebeğim uyanmadı."

Karşımdaki kadının uyumlu bir ahenk içinde tekrar ve tekrar söylediği ninniye kendimi kaptırırken ürperdiğimi hissettim. Karan odanın kapısını ardımızdan sertçe kapattığında bile karşımdaki kadın gürültünün geldiği noktaya dönüp bakmadı. Tek yaptığı şey kucağında tuttuğu ayıyı sallamak ve ninniyi defalarca kez tekrarlamaktı. Birkaç adım atıp odanın ortasında durdum ve her ihtimale karşı kadın ile arama mesafe yerleştirdim. Boğazımı gürültülü bir şekilde temizledikten hemen sonra konuştum. "Merhaba."

Ela gözler bir anda bana kilitlendiğinde bakışlarından korkmadan edememiştim. Pınar Teyze fısıldayarak konuştu. "Bağırma." Elindeki ayıyı işaret etti. "Bebeğimi daha yeni uyuttum."

Vücudumdaki bütün tüyler diken diken olurken aldığım nefesi verememiştim. Gözlerim kehribarın sahibini bulduğunda Karan çatık kaşlar ile Pınar Teyzeye bakıyor, gerçekliğini sorguluyordu. Tekrar önüme dönüp karşımdaki kadına odaklandım. Kadına bakmak dahi canımı acıtıyordu çünkü kızıyla olan benzerliği yadsınamazdı.

En yakın arkadaşlarımdan birinin bahsetmekten çekindiği annesiyle karşı karşıya olduğuma inanamıyordum. Asla görmeyi ummadığım bu görsel ile nasıl baş edebilirdim emin değildim ama aklıma tek bir şey geliyordu. Onun hikayesine ayak uydurmaya çalışarak yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. "Çok güzel bir bebek." Dediğimde sesim hüzünle titredi. "Adı ne?"

Pınar Teyzenin gözleri sorum üzerine beni buldu. Yüzüne yerleşen gülümseme bana Pelin'i anımsatırken kalbim sıkışmıştı. Efsun Teyze kafasını yavaşça eğip tekrar kucağındaki ayıya baktı. "Evet, çok güzel." Gülümsemesi kaybolurken üzgün bakışları beni buldu. "Ama bu ara hiçbir şey yemiyor." Gözleri dolmaya başlarken sesi titredi. "Beni artık sevmiyor."

Kalbim parçalanırken karşımda gördüğüm kadın için her bir hücrem harekete geçmiş, vicdanım bayrakları çekmişti. Birkaç adımda yatağının yanında duran sandalyenin yanına gittim ve gri sandalyeyi Pınar Teyzenin yatağının önüne çekip oturdum. Omzumun ardından Karan'a baktığımda karanlığa karışıp duvarın dibine yaslandığını gördüm. Kontrolü bana devretse de en ufak bir sorunda müdahale edebilecek gibi duruyordu.

Pınar Teyze'ye dönüp tebessüm ettim. "Bence seni seviyor." Diyerek ilgisini üstüme çektiğimde daha fazlasını bilmek istememin yanı sıra onu rahatlatmayı diledim. "Bebekler, annelerini her zaman severler."

Dudaklarımdan sıyrılan sözler üzerine karşımdaki kadının gözleri ışıldadı. "Seviyordur değil mi?"

Başımı evet anlamında aşağı yukarı sallarken Pınar Teyze kucağındaki ayıya daha sıkı sarıldı. Beklemediğim bir anda ayıyı kendine yaklaştırıp kokusunu içine çekti. Ardından gülümseyerek fısıldadı. "Benim oğlum cennet kokuyor."

Boğazım düğümlenirken yüzümdeki gülümsemenin silinmemesi için büyük bir savaş veriyordum. Kadın kucağındaki ayıyı oğlu sanıyordu. Lakin dosyasında yazana göre hiçbir zaman bir oğlu olmamıştı. Eski hastanesindeki doktoru kafasında kusursuz bir evlat yarattığını tespit etmişti ama ben buna tam olarak inanamıyordum çünkü karşımdaki kadın gerçek bir insandan bahsediyor gibi davranıyordu. İnsan olmayan bir şeye bu denli anlam yükler miydi?

"Cennet kokuyor." Diye kendini tekrar etti ve zar zor duyabildiğim bir fısıltıyla ekledi. "Cehennem değil, cennet kokuyor."

Ne demek istediğini anlamasam da saçmalıyor olduğunu bilerek üstüne düşmedim. Benden esirgediği ilgisini geri kazanmak isteyerek sorguladım. "Oğlunuz kaç yaşında?"

Sorum üzerine Pınar Teyze kasıldı. Bakışlarını zemine odaklamıştı. Onu tetikleyen şeyin ne olduğunu anlayamadım. Bebeğinin yaşını sormamdan duyduğu bariz rahatsızlığın neden kaynaklandığını bilemiyordum. Ve bu bilinmezlik beni korkutmaya başlamıştı.

Yavaşça başını kaldırdığında gözlerimiz buluştu. İlk kez bana doğrudan bakıyor, puslu gözleriyle değil, bütün dikkatiyle beni görüyordu. Kaşlarını çatarak bana boğazımın düğümlenmesini sağlayan sert bir ifadeyle bakmaya devam etti. Saniyelerin ardından tok sesiyle sorguladı. "Seni tanıyor muyum?" dedi ve başını yana eğip gözlerini yüzümde gezdirdi. "Bana birini anımsatıyorsun."

Pelin'in benim fotoğrafımı anneme göstermiş olabilme ihtimalini düşük buldum. Kadının bu mental durumuyla fotoğraf üzerinden dahi olsa beni aklının bir köşesine koyabilmiş olmasının olasılığı ise bana göre yoktu.

"Hayır, tanımıyorsunuz."

Verdiğim cevaptan memnun olmayan kadın kaşlarını biraz daha çattı. Alnındaki o derin çizgiye eşlik eden aralık dudaklarından kesik soluklar sıyrılıyordu. "Hala aynısın." Diye fısıldadığında kalbim korkuyla sendeledi. "Sana yapmayalım demiştim." Titreyen sesine yüzünde beliren dehşet uyum gösterdi. "Beni dinleseydin..." Kesilen nefesiyle soluklandığında yanağından bir damla yaş kayıp gitti. "Beni dinlemeliydiniz. Hepiniz, beni dinlemeliydiniz."

Neler olduğunu anlayamayarak şaşkınlıkla mırıldandım. "Ben..."

"Dinlemeliydiniz." Diyerek sözümü kesti. "Beni dinlemeliydiniz." Aniden öne atılıp bileğimi kavradığında bağırmaya başladı. "Sizin yüzünüzden oldu!" Üstümdeki kumaş parçalarına rağmen beni öyle sert tutmuştu ki tenimde parmaklarının izinin çıkacağına emindim. "Bütün suç size ait ama bedelini ben ödedim."

Acıyan canım ile sandalyeden fırlayıp tutuşundan kurtulmaya çalıştım. Ayağa kalkan kadın canımı daha fazla yakmak isteyerek üstüme yürüyeceği sıra belime dolanan kollar beni geriye çekti. Pınar teyzenin eli kolumdan kayıp gittiğinde Karan beni ardına sakladı. Ceketimin üstünden kolumu kavrayarak bedenimdeki titremeyi örselemeye çalıştım. Kadının tepkisini ve sözlerini anlayamamış olmak beni şoka sokmuşken üstüne bir de artan kafa karışıklığım eklendi.

Ağzından çıkan her sözcük ayrı bir yapboz parçası gibiydi. Parçaları birleştirmeye çalışsam da ortaya anlamlı bir sonuç çıkmıyor, aklım daha çok alt üst oluyordu.

"Sakın ona dokunma."

Karan'ın sesi bir an bana yabancı geldi. Göğsündeki hırıltılı tonlamayla emredercesine konuşması üzerine sırtımdan aşağı soğuk bir ter aktı. Ensemde bir karıncalanma hissettim. Bir adım önümde duran adamın keskin ve zalim tavrıyla kas katı kesilmiştim. Yalnız da değildim. Pınar Açıkgöz, şoka girmiş gibi öylece duruyor ve korkuyla ışıldayan gözlerini Karan'ın kehribarlarından ayıramıyordu.

Rüzgârda kalmış cılız bir dal misali titreyen kadın varlığımı unutmuştu. Yaptığı tek şey Karan'a bakmak ve nefes alıp vermeye çalışmaktı lakin başarılı olamıyordu. Solukları birbirine karışıyor, geçen her saniye de yüzündeki korku büyüyordu. Neyin içine düştüğümü bilemeyerek ardıma dahi bakmadan kaçmak istediğimde Pınar Teyze aniden dizlerinin üstüne çöktü. Ellerini önünde birleştirip şiddetle ağlamaya başladığında içimi yakan bir çaresizlik ile yalvarmaya başladı. "Lütfen, lütfen, lütfen." Dediğinde aklımı yitireceğimi zannettim. "Lütfen, sahip olduğum başka bir şey yok. Verebileceğim başka bir şey yok. Lütfen, lütfen."

Açılan ağzım ve damarlarımda dahi hissedebildiğim dehşet ile başım dönmeye başladı. Kadının Karan'ın ayaklarına kapanarak yalvarmasına karşılık ne düşünüp hissedeceğimi bilemedim. Önümde dikilen adama baktığımda çattığı kaşlarıyla ayaklarının dibindeki kadına odaklandığını gördüm. Yüzünde insani bir duygu yoktu. Öylesine kayıtsızdı ki şu an da bir heykelden farksızdı. Bu gerçek beni bıçak gibi kestiğinde kanayan ruhum oldu.

Karan bana doğru dönüp elini belime yerleştirdiğinde dokunuşundan sakınmam gerektiğini biliyordum. Gördüğüm ama ne olduğunu bile bilmediğim bu tablo karşısında ne yapacağıma emin değildim. Bu yüzden beni alelacele odadan çıkartıp ardımızda bağırarak ağlamaya başlayan kadını bırakmamızı sağladığında ona ayak uydurdum.

Koridorda koşar adımlarla yürüyüp aşağı indik. Karan'ın para verdiği görevli ve sarışın bir hemşire yanımızdan hızla geçerken kadının sorgulayıcı bakışlarıyla kendimizi dışarıya zor attık.

Karan arabaya doğru ilerlerken cebinden aracın anahtarını çıkardı. Bileğimdeki eline ardından ona baktığımda aleve dokunmuşum gibi hızla geriye çekilip temasımızı sonlandırdım. Otoparkın orta yerinde durduğumda bana bakan adam neler olduğunu anlayamıyor gibi kaşlarını çattı. Akli dengemi yitirdiğimi fark etmeme neden olan histerik bir tavır ile adeta bağırdım. "Az önce ne oldu?"

İç geçiren adam anlayışla konuştu. "Çok yazık değil mi?" diyerek başını iki yana salladığında hem hüzünlü hem öfkeli gibiydi. "Kadın ne hale gelmiş. Kesinlikle daha iyi bir tedavi almalı."

"Kadın ayaklarına kapanıp yalvardı!"

Bağırışım ile kaşlarını çatan adam gözlerimin içine baktı. Aramızdaki birkaç adımlık uzaklık bana ağır geliyordu fakat düşüncelerimi toparlayabilmek için mesafeye ihtiyacım vardı. Az önce yaşananlar beni fazlasıyla sarsmıştı. Özellikle de son kısmı.

"Ne demek istiyorsun?" Diyen adam bana hayretle baktı.

İma ettiğim şeyin ne olduğunu bende bilmiyordum fakat gördüğüm şeylerin ardından allak bullak olmuştum. Karan'ın ifadesiz duruşuna eklenen Pınar Teyze'nin çaresizliğiyle düşüncelerim birbirine girmişti. Kadının bağırışları kulağımda çınlıyor, nefesimi kesiyordu.

"Seni tanıyor gibiydi." Mırıldanışım ile Karan'ın kehribarlarına odaklandım. "Senden korkuyor gibiydi."

Sözlerim ile neye uğradığını şaşırarak bir adım sendeledi. Bana bakarken hayrete düşmüş gibiydi ve ifadesindeki bir şey kendimden nefret etmememe sebebiyet verdi. "Alvina, kadın hasta." Dediğinde cevap barizdi. "Sana da seni tanıdığını söyledi. Zihninde ne olup bitiyorsa gerçek ile yanlışı ayırt edemediği bariz. Sana saldırmasına engel olup tepki gösterdiğim için bir an korktu ve saçma bir eylem sergiledi."

Derin bir nefes alıp bakışlarımı kaçırdığımda kendimi salak gibi hissettim çünkü Karan haklıydı. Pınar Teyze'nin bana olan davranışları ve sözleri bile bunun bir kanıtıydı. Kadın ikimizi de başka birileriyle karıştırmıştı ve benim asıl sorgulamam gereken şey biz zannettiği kişilerin kim olduğuydu.

"Özür dilerim." Diyerek tekrar Karan'a baktım. "Neye uğradığımı şaşırdım." Kollarımı kendi etrafıma sararak titrememe engel olmaya çalıştım. "Kadın bizi kim zannetti bilmiyorum ama tepkisi o kadar kuvvetliydi ki bir an..." Karan iki adımda dibimde dikilip elimi tutup kaldırdı. Sözlerimi yarı da keserek deri ceketimin kolunu ittirip tenime göz attı. "Canını çok yaktı mı?"

Sorusuyla kalbim sıkıştı. Sesindeki endişe ve ifadesindeki panik ile benim adıma duyduğu bu naiflik kendime öfkelenmemi sağladı. Gözlerimi yumarak derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. Pınar Teyze'nin histerik tavırlarına kafa yormamalıydım. Kadın saçma cümleler söylemiş, beyanlarda bulunmuş, üstüne bana saldırmaya kalkmıştı. Karan müdahale etmeseydi, bana gerçek bir zarar verebilirdi.

Endişeyle beni inceleyen adama bakarken kalbim tekledi. Bana bir zarar gelme ihtimaline karşılık ne kadar korumacı ve endişeli olduğunu görmek istemsizce buruk bir tebessüm etmemi sağladı. Onun için önemli olduğumu bilmek aniden bana güç vermişti.

"Hayır, acımıyor."

Tenimi okşadı ve ardından bütün bedenimin sızlamasına neden olan bir öpücüğü bileğime bıraktı. Dudaklarının değdiği yer sıcak bir akım ile beni afallattı. Neden bana dokunduğunda böyle tepkiler veriyordum bilmiyordum ama bedenim sanki onun emrine amade gibiydi. En ufak bir temas ile alev alabilirdi. Ve ben yanmak istiyordum. Karan'ın alevlerinin arasında bir ömür boyu kavrulabilirdim.

Gözlerimin içine bakıp bir eliyle bileğimi tutarken diğeriyle ensemi kavradı. Doğum lekeme değen parmak uçlarıyla titrek bir soluk dudaklarımın arasından kayıp gitti. Kehribarlarında kaybolduğum sıra büyülenmiş gibiydim. Bunun farkında olmalıydı ki memnuniyet dolu bir tebessüm ile bana bakmaya başlaması uzun sürmedi.

Yakınlığı ve dokunuşlarıyla sersemlesem de dilimi tutamadım. "Pınar Teyze bizi kime benzetti, kimden bu kadar nefret ediyor ve korkuyor, öğrenmeliyiz. Sözleri bir ipucu olabilir."

Başını sallamak ile yetinen adam bakışlarını yüzümde gezdirirken neler olduğunu anlayamadım. Ellerinin ve gözlerinin arasında, onun merhametindeydim. İçimi kaplayan mayışmaya engel olamıyordum. Bütün endişem buhar olup uçmuş, adeta yok olmuştu. O bana böyle bakarken tek istediğim şey göğsüne kıvrılmak ve gözlerimi yummaktı. Zihnimi okumuş gibi beni kendine çekti. Kolları belimi sararken göğsüne başımı gömerek gözlerimi yumdum. Kokusu anında beni sarmaladı. Zehirli bir sarmaşık misali bedenimi ve ruhumu ele geçiren varlığı ölmek için güzel bir yola benziyordu.

Kulağımdaki fısıltısı midemdeki kelebeklerin kanatlarını daha hızlı çırpmasına neden oldu. "Bilmek istediğin her şeyi öğreneceğiz, prenses. Söz veriyorum, ben her şeyi yoluna sokacağım." Saçlarımın arasına bıraktığı öpücük ile hafifçe titrediğimde beni daha sıkı sardı. "Sadece bana güven." Dediğinde fısıltısındaki bir şey beni hipnotize etti.

Bir kedi misali sırnaştığım adamın göğsünde huzur bulurken ona güvendiğimi söylemek istedim çünkü hislerim bu yöndeydi lakin ağzımdan çıkamayan kelimeler içimde büyük bir yumru oluşturdu.

Aniden her şey bana fazla yanlış geldi.


B Ö L Ü M S O N U


Tahminleriniz?

Düşüncelerinizi benim ile paylaşmayı unutmayın aşklarım.

Seviliyorsunuz!

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

63.3K 257 3
"Özge?" O... "Söyle buldun mu aradığın aşkı, söyle." Çocukluk arkadaşım. "Yoksa yalnız mısın sen yine?" Çocukluk aşkım. "Emre?" "Benim gibi boynu bü...
92.8K 10.2K 26
Çünkü bağ bozumu zamanı gelmişti ve bağ bozumu biraz da isyanın zamanı değil miydi?
24.8K 3K 26
"Kimsesizlik bir kelime olsaydı eğer; kimselere sahip olanlar, cümle dahi kuramazdı." Bir piyanonun acı dolu notalarındayım. Siyah beyaz tuşlara dok...
689K 45.8K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...