Beyazın Karanlık Gölgesi

By _bellaCiao

956 172 857

Şimdi sana çok yakınım. Hayır, artık ruhunlayım. Kapat gözlerini, seni duyamayacaklar. Bağır dilediğin kad... More

Beyazın Karanlık Gölgesi

79 6 106
By _bellaCiao

Bölüm dokuz: Adam yıldızlara basa basa yürüdü. Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı...

__________

19-Haziran/2018

__________

Küçücüğüm, her şeyim.

Ne olur çok uzaklara gitme.

Gidersen öleceğim.

Karanlığa döneceğim.

Sesi huzur dolu bir kadın şarkıyı mırıldanmaya devam etti. Öyle naif, öyle duru bir sese sahipti ki, insanın uyuyası geliyordu. Ömür boyu onu dinleyesi, onun gibi huzur bulası.

Küçük evde sesin sahibini bulmak için odaları geziyordum.

Ne olur çok uzaklara gitme.

Gidersen öleceğim, karanlığa döneceğim...

Bir odanın kapısını daha açtım. Burası da boştu. Küçük holde ilerlemeye devam ettim. Burası hoş dekore edilmiş bir holdü. Ayağımın altında kalın ve eski desenlere sahip, kahverengi ve kızıl tonlarında bir halı vardı, keçe gibi sertti. Sararmış ve yıpranmış resimler soluk renkli kızıl çerçevelerin içerisinde krem rengi duvara monte edilmişti.

Küçük tahta komidinin üzerinde duran eski çerçevenin içerisindeki fotoğrafa takıldı gözlerim. Kulağımdaki melodi devam ederken fotoğrafı ellerime aldım. Bir kadın... güzel, dalgalı ve uzun saçları, eski model fırfırlı bir elbisesi ve kameraya odaklanan gülümseyen gözleri. Bir adam... kadını kollarının arasına almış, onun gözlerine bakarak gülümsüyor. Yıkılmış bir evin içindeler. Duvarlar göçmüş, eşyalar parçalanmış.

Sararmış fotoğrafı bırakıp kahverengi kapısı kapalı olan bir odaya ilerliyorum.

Küçücüğüm, her şeyim.

Şarkı kulaklarımda huzurla yankılanmaya devam ederken kapıyı açıyorum. Bir yatak var, üzerinde oturan bir kadın. Arkası bana dönük ama fırfırlı elbisesi ve saçlarından onu tanıyorum. Foroğraftaki kadın. Yatağın önündeki beşiğe eğilmiş şarkı söylüyor, bir yandan da tüllerle kaplı tahta beşiği yavaş yavaş sallamaya devam ediyor.

İçeri giriyorum, kadının tam önüne geçiyorum. Kadın bana bakmıyor, şarkı söylemeye devam ediyor.

Ne olur çok uzaklara gitme.

Gidersen öleceğim, karanlığa döneceğim.

Gözlerimi kadından ayırıp beşiğe çeviriyorum ve şokla geriliyorum. Beşik kanlar içinde. İçerisindeki bebek parçalara ayrılmış, açık kalan gözleriyle tavana bakıyor.

Çığlık atıyorum. Kadın sinirle bana dönüyor ve elini dudaklarına götürüyor. Kadının yüzü de kanlar içinde. Yine de güzel... Şarkıyı mırıldanmaya devam ediyor. Ölmüş bebeğini uyutuyor.

Korkuyla geriliyorum ve komidine çarpıp parfümleri düşürüyorum. Kadının büyük kahverengi gözleri tekrar bana dönüyor. Sinirle kısılıyor. Sanki bebeğini öldürmüşüm, ben öldürmüşüm gibi bakıyor. Arkama baka baka odadan çıkıyorum ve holde koşuşturuyorum. Kapılarını açık bıraktığım boş odalardan çığlık sesleri geliyor. Bebek ağlamaları ve çocuk kahkahaları.

Küçücüğüm, her şeyim.

Ne olur çok uzaklara gitme.

Şarkı söyleyen kadının sesi çığlık seslerine, bebek ağlamalarına karışıyor. Korkuyla olduğum yerde kalıyorum. Buradan çıkmam gerekiyor ama dışarıya açılan kapıyı bulamıyorum. Koridorda kapalı olan bütün kapıları aça aça koşmaya devam ediyorum. Odalarda kan var. Ağlayan bebekler, çığlık atan kadınlar. Delirmiş gibi koşuyorum, buradan çıkmam lazım. Sonra onu görüyorum. Karanlık gözler. Ondan kaçmak için bir odanın kapısını zorluyorum. Kapı kilitli, açılmıyor. Çığlık atarak kapıyı iteklemeye devam ediyorum. Kulaklarımdaki şarkı son buluyor. Karanlık gölgenin bana arkamdan yaklaştığını hissediyorum. Elim eski kapının kulpunu zorlamaya devam ediyor.

Güçlü bir nefes alarak gözlerimi açtım ve beyaz tavanla karşı karşıya geldim.

Ağzımdan aldığım derin nefesler burnumdan aldığım küçük soluklara dönene kadar tavanı seyrettim. Hâlâ gördüğüm rüyanın etkisindeydim.

Ciğerlerime dolan metal ve ilaç karışımıyla birlikte temiz çarşaf kokusu bana hastane odasında olduğumun haberini veriyordu. Yatakta doğrulurken kolumdaki seruma dikkat ederek sırtımı yatağın demir başlığına dayadım.

Beyazlarla çevrili odanın içerisi karanlıktı. Pencereye vuran yağmur damlalarının sesi odayı kasvetli yapıyordu. Gözlerim duvardaki küçük televizyona kaydı. Sesi fazlasıyla kısık olan televizyonda bir dizi açık kalmıştı.

Kafamı sol tarafıma çevirdim ve tek kişilik koltukta büzülerek uyuyakalmış Seda ile karşılaştım. Bu hâli beni üzmüştü.

Kim bilir ne zamandır bu pozisyondaydı... kalbimde bir yerlerin fena halde sızladığını hissediyordum.

"Seda?"

Seslenmem karşısında kıpırdandı ama uyanmadı.

"Seda??"

Koltukta birden bire doğruldu ve sarıya yakın, dip boyası gelmiş olan kahve saçları yüzünün önünü kapattı. Saçlarının arasından bana doğru baktığında mavi gözleri fal taşı gibi açılmış, hemen sonra aniden ayağa fırlamıştı.

"Ah, Allah'ım! Sükürler olsun, uyandı! Naz, ne kadar endişel-"

Daha fazla konuşamadan ayağa kalktığı gibi hızla koltuğa devrildi.

Onun bu hâline güldüm. O ise başının dönmesini umursamadan saçlarını gözünün önünden çekip toparlandı.

"İyi misin?!"

Dudaklarımı kıvırdım. "Benim bunu sana sormam gerekmiyor mu, canım?"

"Dalga geçmeyi bırak Naz."

Ciddiyeti beni de ciddi olmaya zorlarken gülümseyen dudaklarım düz bir çizgi halini almış, kaşlarım çatılmıştı.

"Ah, ölüyordum." Dedi, çıldırmamaya çalışıyormuşçasına. "Sen, sen... Sen kendine ne yaptın?!"

Birden bire bağırdığı an öylece bakakaldım.

"Ya ölseydin Naz! Ya ölseydin... o zaman biz ne yapacaktık?"

Dudaklarımı birbirine bastırırken ellerimi birbirine kenetlemiş, sakin kalmak için kendimi zorlamıştım. O ise bana bağırmaya devam etti. Kendimi öldürmeye çalıştığımı nasıl düşünebilirlerdi?

"Seda ben kendime bir şey yapmadım. Bunun için beni suçladığına inanamıyorum!"

Sakin başlayan cümlemi o kadar sakin devam ettirememiş ve titreyen ellerime öfkeli sesimi eklerken tahammülsüzce devam etmiştim. "Hiç mi tanımadınız beni, ha? Hiç mi?!"

Sinirle bir nefes aldı ve elleriyle saçlarını dağıttı. İkimiz de sakin kalamıyorduk. "Kim yaptı o zaman Naz?! Kim kapıyı kilitledi? Kim seni öldürmeye çalıştı?"

"Sana olanları anlatsam bile ne değişecek, söylesene? Boş versene, hiçbir şey değişmeyecek! İnanmayacaksın, onlar da inanmayacak! O zaman ne diye soruyorsun? Sorma! Bana bir şey sorma!"

Öyle çok sinirlenmiştim ki gözlerimi kapatıp kendime nefes egzersizi yapmaya başladım. Ne tepki vereceğini şaşırmış halde olan Seda da en az benim kadar sinirliydi. Tonunu ayarlamaya çalıştığı sesi odayı henüz tam olarak doldurmamıştı ki içeriye giren bir doktor yüzünden bütün kelimelerini yutmak zorunda kaldı.

Güler yüzlü doktor ve yanındaki genç hemşire benim suratsızlığıma rağmen sevecen tavırlarla kontrolleri yaptıktan sonra çıkabileceğimi söylediklerinde Seda, Alp'i arayıp gelmesini ve bizi eve bırakmasını istedi.

"Birazdan gelirler. Ben çıkış işlemlerini yaparken sen burada bekle." Sinirden yüzüme bile bakmayan arkadaşım kolumdan çıktığında kafamı onaylar şekilde salladım ve bekleme koltuklarından birine yığılırcasına oturdum.

Dışarıda çakan şimşekler hastanenin boş koridorlarında uğultu oluşturuyordu. Gözlerim bileğimdeki saate kaydı. 22:35. Bu da bana yaklaşık bir gündür hastanede olduğumun haberini veriyordu.

Aman ne iyi.

Ne fark eder ki?

Sıkıntılı bir nefes aldım ve gözlerimi ayaklarıma dikerek gri ve mavi renklerini barındıran spor ayakkabılarımı seyrettim. Ayakkabılarımı öyle çok seyre dalmıştım ki karşı koltukta oturan kişinin de ayaklarını aynı benim gibi uzatıp ayakkabılarıma değmek üzere olduğunu çok geç fark etmiştim.

Gözlerim karşımdaki siyah spor ayakkabıların sahibine doğru yavaşça yükseldi. Siyah bir pantolon, beyaz bir tişört ve üzerinde mavi bir gömlek.

"Merhaba."

Bana gülümseyen çocuğu bir müddet izledim. Kahverengiye yakın, karamel tonlarında olan saçları, karizmatik gülümsemesi ve lacivert gözleri.

Denis.

Yanaklarıma bir sıcaklık doluştu. En son ondan kaçmıştım...

"Merhaba," diye mırıldandım onun gibi gülümsemeye çalışarak. Ancak yine o huzursuzluk kalbimi bir battaniye gibi sarmalamıştı.

"Güzel ayakkabılar," dedi gözleriyle ayakkabımı işaret ederken. Dakikalardır onları seyrettiğimi vurgulamaya çalışmıştı sanırım. Güldüm.

"Seninkiler de öyle."

Tekrar güldüm. Denis karşımdaydı ve ayakkabı muhabbeti yapıyorduk. Tanrım... saçları çok güzeldi.

O da güldü. "Seyredebileceğin daha güzel şeyler olmalı."

Gözlerim tekrar lacivert gözleriyle buluşurken omuz silktim. "Ne gibi?"

Öne doğru eğildi ve uzattığı ayaklarını geri çekip dirsekleriyle bacaklarına yaslandı. "Mesela, yağmur. Dışarısı gerçekten güzel."

"Belki," diye mırıldandım. Karanlığı sevseydim, belki güzel olurdu.

"Benim seyredebileceğim en güzel şey senin gözlerin olurdu sanırım."

Zaten her zaman kırmızı olan yanaklarımın daha da kızardığına emindim. Ben istemsizce gözlerimi kaçırırken onun daha fazla gülümsediğini fark ettim. Hatta, sol yanağında küçük bir oyuk oluştu.

"Hastalandın sanırım. Dün sırılsıklamdın."

Tekrar konuşmasıyla ne zaman saçlarımla oynadığımı fark etmediğim ellerimi kucağımda birleştirdim. Hâlâ ona bakamıyor oluşum bana iltifat etmesi yüzünden miydi yoksa ondan kaçmış olduğum için utanmış mıydım bilemedim. Belki de, ona bakarsam gamzesini izlemekten kendimi alıkoyamayacağım içindi...

"Şey... evet. Biraz öyle oldu. Peki ya sen, neden buradasın?"

Gözlerim isteğim dışı hareket ederek beni keyifle izleyen lacivertleriyle buluştu.

"Arkadaşım için buradayım." Dedi, gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan.

Beni izlemesi rahatsız ediyordu. Ben de onu izlemek istiyordum. Gözlerini ve gamzesini, dağınık saçlarını. Saçlarının rengi öyle muhteşemdi ki... Kahverenginin böyle güzel bir tonunun olduğunu bilmiyordum.

"Naz!" Yanıma gelen Derin'i fark ettiğimde kaçamak bakışlarla Denis'e bakmaya devam ettim. O zaten hâlâ bana bakıyordu.

"Ah, nasılsın? Senin için o kadar endişelendik ki... canım." Derin kollarını etrafıma doladığında gülümseyerek ona sarıldım.

"Üzgünüm."

"Hayır, hayır. Üzülme. Senin suçun değil, çok ağır şeyler yaşadın. Şu an hassas bir dönem geçiriyorsun ve biz sana yeteri kadar iyi davranmadık. Seni çok iyi anlıyorum."

Konuşmayı dinleyen Denis'in kaşları merakla çatıldı. Derin benden ayrıldığında büyük kahverengi gözleri sulanmıştı. Elleriyle gözlerini kuruladı. O da hâlâ hassastı. O da yaşadığımız olayı atlatamamıştı fakat aramızda tek bir fark vardı ki o, o gece sadece bir cinayet işlendiğini sanıyordu. Ve o, bu olayları sürekli yaşamıyordu. Ondan nefret ediyorum.

"Hadi, gel canım. Arabaya gidelim."

Koluma girdiğinde beni yavaşça ayağa kaldırdı. Yürümekte zorlanıyordum. Aslına bakarsanız, nefes almakta dahi zorlanıyordum.

"Aah! Bir dakika, siz... gece kulübündeki çocuk değil misiniz?"

Derin Denis'i fark ettiğinde Denis gözlerini benden çekip ona baktı ve karizmatik gülümsemesi dudaklarında oluşuverdi. "Evet, o çocuğum."

Ardından hemen tekrar gözleri gözlerimle buluştu. Yine kızardığımı hissettim. Neden bana baktığında kızarıyordum ki?

"Adınız, Denis miydi? Naz böyle bahsetmişti sanırım."

Gözlerim kocaman açıldı. Beni izleyen Denis ise bu manzarayla keyiflendi. Ah! Ben Derin'e Denis'ten bahsetmemiştim ki. Lanet olsun sana Seda!

"Evet, adım Denis."

Derin bana doğru baktığında ona 'ne yapmaya çalışıyorsun, sus' bakışlarımı yolladım. Ancak beni takmadı ve bu hâlime çaktırmadan gülmeye başladı. Rezalet!

"Neyse. Alp, sevgilim yardım et de Naz'ı yormayalım."

Gözlerim burada olduğunu fark etmediğim Alp'i bulduğunda onun Denis'e baktığını gördüm. Kısa süre sonra gözleri beni buldu ve aramızda anlamsız bir bakışma yaşandı.

"Kendisi yürüyebilecek kadar iyi görünüyor." Sonrasında bu cümlesiyle bakışmamızı bozdu ve gözlerini kaçıran taraf ben oldum.

"Alp, o hasta."

Derin'in, çocuğunu yaptığı bir hareket yüzünden çaktırmadan azarlayan, eve gidince daha kötü şeyler olacağını gözleriyle ima eden bir anne gibi söylediği sözler üzerine yanıma gelip koluma girmek üzere olan Alp'i geri çevirerek kolumu ondan kurtardım. "Gerek yok, ben iyiyim."

"Naz, yorulmamalısın."

Bana endişeli gözlerle bakan Derin'e gülümsedim ve ona iyi olduğumu kabullendirdim. Ameliyatlı bir hasta muamelesi görmeme gerek yoktu, alt tarafı canavarım beni boğmuştu.

O anda soğuk terler dökmeye başladığımı hissettim. Söylediğim cümleyi beynim henüz idrak edebiliyordu...

Derin beni çekiştirmeye başladığında kendime gelmeye çalışarak gözlerini benden ayırmayan Denis'e dönüp boştaki elimi salladım. "Hoşça kal."

"Hoşça kal. Kendini yorma."

Gözlerimi lacivert gözlerinden zorlukla çektim ve hastaneden çıktık.

Alp arabanın kapısını açtı ve Derin ben içeri girip oturana kadar kolumdan tutarak bana destek olmaya devam etti. Sonrasında yanıma oturdu.

Kahverengi gözleri oradan oraya kayıyor, bana söylemek isteyip söyleyemediği şeylerin acısını ince parmaklarından çıkarıyordu.

"Naz," En sonunda tereddütle ağzını açtığında gözlerimi ona odakladım. "Ben, dün seni nefes alamıyor olarak görünce... ne hissedeceğimi bilemedim. Öyle korktum ki, tek arkadaşımı kaybedeceğim diye o kadar korktum ki..."

Gözyaşları yanaklarından süzülürken ona karşı kendimi o kadar mahçup hissettim ki, bu anı yaşamaktansa ölmeyi yeğlerdim. Ben onun hakkında neler düşünüyorum, onun sevgilisine karşı neler hissediyorum, o benim için neler hissediyor. Acaba bilse ne yapardı? Beni bu kadar sever miydi? Ben o kadar kötü biriydim ki, kimsenin sevgisini hak etmiyordum.

Derin bana sarıldığında ona sarılmaya yüzüm olmasa da sarıldım. Çünkü ben böyleydim işte. Kendimden nefret etmek için birçok sebebe sahiptim.

Ayrıldığımızda ona bakmaya utandığım için gözlerimi kaçırdım ve dikiz aynasından bana bakan Alp ile göz göze geldim. Çatık kaşları ve sinirle parıldayan kahveleri benim yeşillerime sabitlenmişti. Sevgilisini ağlattığım için kızgın olmalıydı. Ne de olsa benim kendimi öldürmeye çalıştığımı düşünüyorlardı ve Alp buna sevinmiş bile olabilirdi!

Seda'nın arabaya gelmesinin ardından sessiz bir yolculuk geçirmiş ve evimize ulaşmıştık. Bazen buraya evim diyesim gelmiyordu. Her zamanki gibi, duygularım karışıktı. Duygularım hep karışık olurdu. Burayı benimsemiyordum. Sanki buradan başka bir evim varmış gibi...

Şu koca dünyada, yapayalnızdım. Yalnızlığın tanımı ben olsam gerekti. On sekiz yaşına gelene kadar dört farklı yetiştirme yurdunda büyümüştüm. Hepsi de birbirinden iğrenç yerlerdi.

Alp ve Seda. Sahip olduğum tek insanlardı ki, on beş yaşından sonra Derin ile tanıştık. Derin'i seviyordum ve hâlâ Derin'den nefret eden, onu tanıdığı güne lanet eden tarafımdan tiksiniyordum. Duygularım, -ne şaşırtıcı ki- yine karmakarışıktı.

Alp ve Derin birbirlerini seviyorlardı. Kaldığımız ev Derin'in baba tarafından bir akrabasının eviydi. O ölünce halaları bu evi on sekiz yaşına giren ve Türkiye'de bir yetiştirme yurdunda büyüyen Derin'e vermişlerdi. O yüzden burada, Finlandiya'da yaşıyorduk. Derin nadir de olsa akrabalarının yanına giderdi. Seda'nın da Türkiye'de halaları ve dayıları vardı. Onlar zamanında ona sahip çıkmamış olsa da şimdi az da olsa Seda'ya maddi ve manevi yardımlarda bulunurlardı. Alp ise ailesinin onu terkedip gittiği günden beri onlarla görüşmemişti. En azından hâlâ hayatta olan yakınları vardı... ama o Derin ile, sadece Derin ile mutluydu ve öyle kalmak istiyordu.

Sonra, ben... hikayemizin bahtsız çocuğu olarak sayfalara kazındım. Yurt müdiresini annem sanarak beş yaşına ulaşmışım. O günleri fazla hatırlamasam da, hafızamda kalan can alıcı minik anılar var. Bebekliğimden beri yurtlarda süründüm ve bunu bana yapan anneden hep nefret ettim. Var olup olmadığını bile bilmiyorum. Öldü mü, hayatta mı, mutsuz mu, benim gibi yalnız mı?

Naz KırAy. İsmimi müdire vermiş. Soy adımı ise sanırım uydurmuşlar. Belki soyundan gelen bütün insanların ölmüş olduğu bir babanın soy ismini kullanmışlardır.

Bir insanın nasıl kimsesi olmaz? Hiç kimsesi. Hiç. Bunu aklım almıyor ve ben, yıllar önce aklımın almadığı şeyleri düşünmeyi kestim.

"Hayatım!"

Derin odanın kapısını kırarcasına açtığında dışarıda yağan yağmuru izleyen durgun bakışlarımı ona çevirdim.

"Yemekler hazır! Zaten senin hastaneden bugün çıkacağını bildiğim için sabahtan hazırlamaya başlamıştım. Hadi gel, soğumalarını istemiyorum."

Ne kadar karşı çıkıp istemediğimi söylesem de Derin beni çekiştire çekiştire mutfağa indirdi.

Ben önüme koyduğu çorba kasesiyle meşgul olurken diğerleri de susmuşlardı. Tatsız konuları açmayı istemedikleri belliydi. Derin birkaç kez sohbet konusu açmaya çalıştı ancak başarılı olamadı.

Gözlerim sürekli yemeğiyle ilgilenen çatık kaşlı Alp'e kayıyordu. Onu izlemekten kendimi alıkoyamıyordum ve bu beni çileden çıkarıyordu.

Kaşığı masaya bıraktığımda Derin sinirle bana döndü. "Naz, Naz, Naz. Çorban bitmemiş! Yarım saattir küçücük kasenin içindeki çorbayla oynayıp duruyorsun. Lütfen onu bitirir misin? Daha yemekler var, lütfen."

"Gerçekten. Gerçekten aç değilim Derin. Teşekkür ederim."

Sandalyemden kalktım. Masadan ayrılmak üzereydim ki Alp, masanın üzerinden uzattığı eliyle bileğimi sıkıca kavrayarak gitmemi engelledi.

"Otur ve yemeğini ye Naz. Senin için endişelendiklerini görmüyor musun?"

Kısa süreli şokumu atlatıp kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. "Aç değilim, dedim. Bırak."

"Yemeğini ye ve ortalıkta hayalet gibi gezmeyi kes. Bu gidişle her gün halüsinasyon görmeye devam edeceksin."

Sinirli bir hamleyle kolumu tekrar çekmeye çalıştım. Öfkeden dudaklarım düz bir çizgi halini almıştı. "Bırak kolumu! Ben halüsinasyon görmüyorum, tamam mı? Bırak kolumu, bırak!"

"İkiniz de şunu keser misiniz?!"

Seda'nın bağırmasıyla kurtulma çabalarım sona ererken Alp oturduğu yerden kolumu hâlâ sıkıca tutmaya devam ediyordu.

"Çocuk gibi davranıyorsunuz! Tam bir çocuk gibi! Ne oldu size ha? Eskiden ne kadar iyi anlaştığınızı unuttunuz galiba?"

"Söyledin işte, eskiden." Dedim adeta sinirden tıslarcasına.

"Siz arkadaşsınız! Birbirinizden başka kiminiz var ki?" Seda'nın sinirli cümlesiyle konuşmak için açtığım ağzım kapandı. Benim değil, onun sahip olduğu biri vardı.

"Lütfen, ben eskiyi özlüyorum..."

Gözler fısıltıyla konuşan Derin'e kaydığında burukça gülümsedi. "Hep birlikte eğlendiğimiz günleri, yüzmeye gittiğimiz, film izlediğimiz, beraber savaş yaptığımız günleri. Alp'in Naz'a karşı kibar olduğu, Naz'ın ondan nefret etmediği, hepimizin mutlu olduğu günleri."

Aklımdan geçenlerle kendimi tokatlamak istedim. Ben ise, Derin'in olmadığı günleri özlemiştim. Özlüyordum.

"Eskisi gibi olamaz mı her şey?" Bize umutla bakan Derin'e bakamayacak kadar utanıyordum. Ondan utanıyordum. Onu hak etmiyordum. Ondan nefret ediyordum.

Alp kolumu birden bire bıraktığında havada olan elim hızla çorba kasesinin içerisine düşüp Alp'in yüzünü ve benim beyaz tişörtümü çorba içinde bıraktı.

Kısa bir sessizlikten sonra Derin ve Seda kahkahalara boğulurken ben şokla geriledim. Her yer mercimek çorbası olmuştu. Bu duruma çaktırmadan gülümsemiştim. Kasenin kenarları bileğimi acıtsa da o kadar önemli bir ağrı değildi. Alp gözlerini kapatmış, yüzünden akan çorbayla masada öylece oturuyorken bu sahne kendimi tutabileceğim bir sahne değildi ve ben de diğerleri gibi bir kahkaha attım.

Alp'e havlu kağıt uzatan olmadı. Herkes onun bu haline bakıp bakıp gülme krizine girmekle meşguldü. O ise gözlerini açtığında sinirle bakan kahvelerini direkt olarak bana çevirdi.

Dayanamadım ve bir kahkaha daha attım, saçından akıp kirpiklerine dökülen mercimek çorbasına bakarken.

Alp, gözlerime kenetlediği gözlerini ayırıp gülüşüme sabitledikten sonra ayağa kalktı. Saniyeler içinde sinirle bakan kahveleri tekrar gözlerime odaklanmışken dudaklarımdaki gülümsemeler dondu ve yok oldu. O ise bana doğru yaklaştı. İstemsizce gerilemeye başlamıştım.

Ona güldüğüm ve bu hâle düşürdüğüm için mi bana sinirlenmişti? Saniyeler içerisinde o bana yaklaşırken canımı yakmasından korktuğum için bedenim kasıldı ve tezgaha dayanan kalçam yüzünden gerilemeyi kestim.

Ona korkuyla bakan gözlerime sinirli gözleriyle bakmaya devam eden Alp bir anda hiç ummadığım bir şeyi yaptı. Ben canımı yakacak bir hamle ya da birkaç söz beklerken o, ani bir hareketle yanağımı öptüğünde kasılan bedenim âdeta buzdan bir heykele dönüştü. O ise güldü ve mutfaktan çıktı.

Çorbaya bulanmamış olan elim Alp'in yüzünden çorba bulaşan yanağıma giderken onun çıkıp gittiği mutfak kapısına bakıyordum. Kızlar ise bu halimize daha keyifli kahkahalar atmaya başladı.

"Sonunda eskisi gibi olmaya başlıyorsunuz!"

Derin heyecanla yerinde el çırparken kalbimin yerinden fırlayacak gibi atması yüzünden ona odaklanamadım. Onların arkadaşça bulduğu bu harekete kalbimin verdiği tepkiyi bilselerdi de böyle düşünürler miydi acaba?

------
Selam. Bu bölüm tamamıyla senin içindi bircennetdelisi 🐦 kimse olmasa bile sırf senin için yayımladığım kitap...😁

Continue Reading

You'll Also Like

14.5K 534 51
Bacım sevindir şu gariban yazarı
1.1K 173 15
kny school AU fakat bu sizin bildiğiniz bir school au değil Arkadaşlar konu şu şeytanlar olarak bilinen bir grup var ve bu grup;Sanemi Shinazugawa, İ...
294K 16.3K 29
30.01.2020 paranormal içinde #1 Her kız gibi okula giden, notlar tutan, arkadaşlarıyla eğlenen, hayatın akışına ayak uyduran Sinem, Her şeyden haber...
356K 70.6K 54
Ölüm; ruhun bedeni terk ettiği, o yedi saniyedir. Fakat zamanın bile ötesinde, o yedi saniyenin önemsiz olduğu noktada, sıkışıp kalmak bir ihanetti...