40 6 23
                                    


Bölüm yedi: Gözlerimizin içine baksak, ilk kaçıran adına uzun şarkılar yazsak...

------------

18-Haziran/2018

------------

Üniversitenin geniş kafeteryasında otururken buzlu kahveyi yudumlayarak notlarıma göz gezdirdim.

Ah. Karakol olayları, kendi canavarım, psikolojim falan derken derslerden baya geri kalmıştım.
Bu gidişle üniversiteyi anca rüyamda bitirirdim.

Oturduğum masadan bir sandalye çekildiğinde kafamı notlardan kaldırıp yanıma oturan kişiye baktım.

Robert gözlerine kadar ulaşan gülümsemesiyle selam verdi.

Onu başımla onayladım ve bacaklarıma kayan gözlerinden sonra gülümsemesinin yavaşça kayboluşunu seyrettim.

Eteğimin açıkta bıraktığı sargılı diz kapağıma bakıyordu. Bu sabah Seda ile birlikte eczaneye gidip sargıyı yeniletmiştik. Diz kapağımın üzerinde onu boylu boyunca kaplayan derin ve büyük bir kesik vardı. Küçük yarıkları hesaba katmıyorum. Bileğimdeki sargıyı da çıkartmışlardı. Kesiğin üzeri kapalı olursa iyileşmesi zaman alırmış ancak bacağıma yapacak başka bir müdahale yokmuş.

"Bacağına ne oldu?"

İşte şimdi endişelenmişti. Omuz silktim. "Küçük bir talihsizlik."

Kaşları çatılırken bakışları yavaş yavaş bileğime yöneldi. Daha sonra kollarımdaki morluklara... Ela gözlerinin içerisinde sinirli parıltılar oluştu. Tam ağzını açıyordu ki birden bire masada birden çok sandalyenin çekilmesinin gürültüsüyle sustu. Seda, Derin ve Alp masada yerlerini aldılar. 

"Selam! Ne yapıyorsunuz?" Derin neşeyle bir bana bir de Rob'a baktı.

Ben gülümsememle selamına karşılık verirken Rob ile sohbete başlamışlardı.

Günlerdir Alp'in bulunduğu her ortamdan kaçıyordum. Yani, evde olduğum için kaçması kolay oluyordu. Zaten odadan çıkmıyordum. Ama buradayken bir şekilde sürekli yüz yüze gelebiliyorduk işte. Oysa yanında oturmak istemiyordum. Onu görmek dâhi istemiyordum.

Yalan. Dedi içimdeki kız. Yalan söyleme. Onu her an görmek istiyorsun.

Görmek istesem de, yanında durmak istemediğim kesindi. Tam ayaklanıp derse gitmem gerektiğini söyleyecektim ki arkamdan boynuma sarılan kollarla oturduğum yerde kaldım. Birkaç saniye sonra gözlerim kapatılmıştı.

"Bil bakalım kimim ben?!" Arkamdan yüksek enerjili bir ses kulaklarıma dolduğunda istemsizce gülümsedim.

"Claudia?"

"Ah, Tanrım tabii ki Claudia! Hayatım, sen günlerdir nerelerdeydin?"

Claudia Rob'un sandalyesini ittirerek aramıza bir sandalye çekti. Masaya Claudia'nın sevgilisi ve sevgilisinin arkadaşı James de kurulmuş, sessizce bizi izlemeye başlamışlardı.

"Yoğunluk işte..." diye geçiştiriyordum ki, kırmızı rujlu dudakları neredeyse yarım metre açıldı.

"Nazi! Bu halin ne? Berbat görünüyorsun, neyin var? Bacağın, kolun..." Tek tek bütün kesik izlerinde gözlerini gezdirdi.

"Ufak sakarlıklar," dedim ve daha fazla sormamasını umarak buzlu kahvemi yudumladim.

"Ufak sakarlıklar mı? Tanrım, Nazireena sen buna sakarlık mı diyorsun?"

Nazireena. Bana bu şekilde seslenmeyi seviyordu. Naz ismi ona çok sade geliyormuş.

Sol bileğimi derin kesik izine değmeden narince tutup havaya kaldırdı ama Alp'in oluşturduğu mor halkaya değdiği için küçük bir iniltiyle elimi ondan kurtardım.

Beyazın Karanlık Gölgesi Where stories live. Discover now