Şafağın Anısı

By nursu_cugalir

297K 22K 3K

WATTYS 2018 KAZANANI! (KAHRAMANLAR KATEGORİSİ) Hreak ayağa aheste bir şekilde kalktıktan sonra kenarda yayıl... More

ŞAFAĞIN ANISI
Karakterler
1.Bölüm ❄ Ormanın Gizemi
2.Bölüm ❄ Saldırı ve Merhamet
3.Bölüm ❄ Sessizlik
5.Bölüm ❄ Taş Zemin
6.Bölüm ❄ Kurtlar
7.Bölüm ❄ Krallığın İzcisi
8.Bölüm ❄ Kaçma Girişimi
9.Bölüm ❄ Yolculuk
10.Bölüm ❄ Kelepçe
11.Bölüm ❄ Kötü Adam
12.Bölüm ❄ Okçu
13.Bölüm ❄ Kırgınlık
14.Bölüm ❄ Zayıf Nokta
15.Bölüm ❄ Han
16.Bölüm ❄ Gecenin Ateşi
17.Bölüm ❄ Büyük Ölüm
18.Bölüm ❄ Utanç
19.Bölüm ❄ Misafirler
20.Bölüm ❄ Kötü Haber
21.Bölüm ❄ Havadaki Yumruklar
22.Bölüm ❄ Pençeler
23.Bölüm ❄ İntikam İsteği
24.Bölüm ❄ Geçmiş
25.Bölüm ❄ Orman ve Dönüşüm
26.Bölüm ❄ Tuhaf Yaşlı Kadın
27.Bölüm ❄ Yemek
28.Bölüm ❄ Şehre Gidiş
29.Bölüm ❄ Yakalanış
30.Bölüm ❄ Kıyafet Hırsızları
31.Bölüm ❄ Balo
32.Bölüm ❄ Tehlike İşareti
33.Bölüm ❄ Sürünün Lideri
34.Bölüm ❄ Mektup
35.Bölüm ❄ İhtiyaç İçin Para
36.Bölüm ❄ Tuhaf Not
37.Bölüm ❄ Tuhaf Adamın Bakışları
38.Bölüm ❄ Yeni Kadın
39.Bölüm ❄ Tuzak
40.Bölüm ❄ Zincirler
41.Bölüm ❄ İhanet
42.Bölüm ❄ Panzehir
43.Bölüm ❄ Göl
44.Bölüm ❄ Ölü Adam
45.Bölüm ❄ Mükemmel Kurtuluş
46.Bölüm ❄ Gerçek İnsanlar
47.Bölüm ❄ Ölü Kurtlar
48.Bölüm ❄ Yuva
49.Bölüm ❄ Kavuşmanın Sıcaklığı
50.Bölüm ❄ FİNAL

4.Bölüm ❄ Çaresiz Kadın

7.9K 575 56
By nursu_cugalir

Saraya hemen gitmedi. Kalabalık yerlerde biraz daha gezdi. Ama vaktinin büyük bir çoğunluğunu, onun kraliçenin kızı olduğunu bilip, görünce sevinen kadınla ve sevimli küçük çocuklarıyla geçirmişti. Kadın, ona yemek ikram etmişti ve itiraf etmek gerekirse kadının yaptığı yemek, saraydaki yemeklerden daha güzeldi.

Saraya döndüğünde ise gökyüzünün rengi koyu maviye çalıyordu. Bu rengi Alina, kendi gözlerinin rengine benzetmişti.

Biraz, yaralı Molin'in yanına uğradıktan sonra yemek salonuna indi ve saray halkıyla beraber yemek yedi. Ogufer görünürde yoktu. Aslında Ogufer hiçbir zaman görünürde yoktu ve bu yüzden bazı zamanlar Kraliçe Evelyn ve Kral Surtlas çılgına dönüyordu. Ama bugün çocuklarıyla çok fazla ilgilenememişlerdi çünkü bir kraliyet sahipleri olarak çok fazla işleri vardı.

Alina, sarayda kalmayı çok fazla sevmezdi. Çocukluğundan bu yana dışarıda gezmekten daha çok hoşlanmıştı. Günlerinin yarısını ya kardeşleriyle, ya da dışarıda geçirirdi. Çok fazla arkadaşı yoktu. Bunun sebebini o da bilmiyordu. Ama Ogufer ile Molin, onun her daim kardeşten öte arkadaşı olmuşlardı. Genelde tanıdığı kardeşler birbiriyle anlaşamazdı ama onlar garip bir şekilde çok iyi anlaşıyorlardı. Bunu gören insanlar, onlara sanki bir canavarlarmış gibi bakıyordu.

Akşam olup yıldızlar ve koca bir ay, karanlık gökyüzüne çökünce, insanlar büyük salonu doldurdu. Molin'in ayağı her ne kadar kalın sargılarda olsa bile, onu görevliler kucağında taşıyıp büyük salondaki bir sandalyeye oturmasını sağladı. Alina Myrina ise, o sandalyenin karşısındaki yakut kakmalı sandalyede oturuyordu. Üzerindeki kıyafeti değiştirmemişti. Yine aynı mavi elbiseyi giyiyordu ancak kürkü çıkarmıştı. Çünkü hizmetçiler seri bir şekilde salondaki şömineleri körüklüyordu. Yani salon oldukça sıcaktı. Hatta Alina terlemişti bile.

Hizmetçiler onlara Lordenda'nın mis kokulu çaylarından ikram ettiklerinde, Molin de, Alina da buna hayır diyemeden aldı. Sıcak bir çaya kimse hayır diyemezdi.

"Ayağıma bakar mısın, Alina?" dedi Molin, yüzünü asarak. Kahverengi gözlerini, sargılı ayağına dikti. "Yürüyemiyorum bile. Yüzümdeki kocaman pençe yarasından bahsetmeme gerek yok sanırım."

Alina, ablasının yüzüne bakmadı. Gözlerini, seri bir şekilde dikiş diken kadınlara, rahibelere, dikti. "Biliyorum," dedi umursamazca, ancak ablasını umursuyordu. Yalnızca bunun önemli bir şey olmadığı konusunda onu ikna etmeye çalışıyordu. "Yaraların geçecek."

"Orianar, bu korkunç izin hayatım boyunca suratımda kalacağını söyledi."

"Orianar da kim?"

"Aptal bir soylunun aptal kızı... Tam bir dalkavuk..."

Alina kıkırdadı. "Orianar yalan söylüyor. Hekimin vereceği merhemler, o yarayı iyileştirecek. Buna eminim."

"Umarım," derken Molin'in gözlerinden umutsuzluk akıyordu. Kristal yüzüklü parmaklarını, yüzündeki pençe yarasında gezdirdi. "Oraya gittiğime deli gibi pişmanım. Tanrı adına." Saçlarına nazaran biraz koyu olan kumral kaşlarını çattı. "Bu arada, Ogufer nerede?"

"Bilmiyorum. Ortalıkta görünmüyor," dedi Alina, üzerinde dumanı tüten çayından ufak bir yudum alırken.

"Umarım bir aptallık peşinde değildir."

"Sanmıyorum." Alina omuz silkti. "O her zaman ortalıktan kaybolur. Bilirsin."

"Evet, bilirim." Molin, iki sandalyenin arasında kalan küçük ve ahşap sehpanın üzerine, içindeki çayın bittiği bardağını koydu ve kâsedeki limonlu keklerden bir tanesini eline aldı. Bunu yaparken, hizmetçilerden biri onun bardağına tekrar çay doldurmaya başladı. "Bu rahibelerin işi gücü yok mu?" diye sordu, az önce Alina'nın baktığı tarafa, dikiş diken iki kadına bakarken. "Sürekli dikiş dikiyorlar. Ben doğduğumdan beri..."

"Bunu deli gibi yapıyorlar. Sabahtan akşama kadar... Son hızla ve yoğunlukla..." Alina yüzünü buruşturdu. "Sıkılmadıklarına şaşırdığımı da eklemek isterim."

"Aslında güzel. Ama benim sevdiğim, düz beyaz kumaşın üzerine desenler eklemek. Bunu bana annem öğretmişti. Kırmızı ve pembe çiçekler favorim," dedi ve gülümsedi Molin. "Ve limonlu kekler harika."

Alina, sehpadaki limonlu kek dilimlerinden bir tanesini aldı. "Aslında-" Sözlerini, onlara doğru gelen Malyonie prensi Hillaris Tamhant yüzünden tamamlayamadı. Ağzındaki leziz keki hızla yuttu ve ayağa kalktı.

Hillaris Tamhant gülümsedi ve her ikisini de ayrı ayrı baş selamı verdi. "Leydilerim."

"Lordum."

Molin, oturduğu yerden baş selamı verdi çünkü kalkamıyordu.

Hillaris, "İzniniz var mı? Oturabilir miyim?" diye sordu iki kıza.

"Tabii ki. Neden olmasın?" dedi Alina, yüzündeki sırıtışla beraber sandalyesine otururken. Çocuğu baştan aşağıya süzmeye başladı. Üzerinde koyu gri, dizlerine kadar uzanan bir cüppe ve siyah pantolon vardı. Ama bu siyah pantolonu, dizlerinin altına gelen kahverengi çizmeleri örtüyordu. Ela gözleri ışıldıyordu ve elmacıkkemikleriyle çenesine düşen açık kahverengi saçları, tıpkı gözleri gibi parlıyordu. O, Alina'dan yalnızca bir yaş büyüktü; on sekiz yaşındaydı. Yani çok olgun biri sayılmazdı.

Hillaris, ahşap sandalyeyi, onların yanına çekti. Mermer zeminde biraz gıcırdamıştı sandalyenin keskin ayakları. Genç çocuk, sandalyeye oturdu ve onlara tekrar gülümsedi. Tam ağzını açıp bir şey diyecekken, hizmetçilerin ona verdiği bir kadeh şarabı eline alıp zarifçe bir yudum aldı. "Tanrım, buranın şarapları mükemmel..."

Alina, genç adamın elindeki kıpkırmızı şaraba bakıp üzüntüyle iç çekti. "Babam ve annem, şarap içmemi istemiyor."

"Belki de, leydim, çay sizin için en iyisidir." Hillaris, kadehini masaya koydu. "Hem, yarından sonraki baloda içebileceğinizi varsayıyorum."

"Ah," dedi ve hayal kırıklığı içinde ona baktı Alina. "Biz cezalıyız. Baloya gelemiyoruz."

"Efendim?" diye şaşkına uğradı Hillaris. "Neden?"

Alina kaşlarıyla, ablasının ayağını gösterdi. "Bu yüzden."

"Ah, Tanrım. Evet. Leydi Molin'in ayağı yaralanmıştı," deyip kızın ayağına ve ufakça yaralı yüzüne baktı Hillaris. "Eğer uygunsa, bunun nasıl olduğunu sorabilir miyim?"

Molin ile Alina, kısa süre içerisinde bakıştılar. Alina, ablasından bir yanıt bekler gibi kaşlarını kaldırdığında, Molin'in yüzündeki onaylamayı gördü.

"Soğuk Orman'da, bir kurdun saldırısına uğradık. Aptal kurt, Molin'in ayağını kaptı ve çizmesini parçaladığı gibi ayağını baştanbaşa yaraladı. Üstelik pençesiyle, yanağına bir çizik attı."

"Bu çok üzücü, leydim. Çok korkunç. Ve yanılmıyorsam, aileniz bu yüzden baloya gitmeme cezası verdi size, değil mi?"

"Aslında onlardan habersiz gittiğimiz için. Gerçi haber verseydik reddederlerdi. Bu yüzden hiçbir şey dememeyi tercih ettik. Bu, hepimizin hatasıydı. Ogufer'in, Molin'in ve benim."

Hillaris yüzünü astı. "Baloya gelip eğlenmenizi isterdim."

"Bunu en az ben de senin kadar isterdim," deyip gözlerini devirdi Molin, hiç de nazik olmayan bir ses tonuyla. "Hadi ama! Bu yaptıklarınız çok samimiyetsiz. Ve sen, çocuk... Üzüntünün yalan olduğunu görebiliyorum."

Hillaris, korkuyla Molin'e baktı. Ve bir o kadar da şaşkındı. "Ne?" dedi incelmiş sesiyle.

"Alina'yla dans etmek istemiyorsun çünkü aklında başka biri var, değil mi, Malyonie prensi?"

Alina, Molin'e susması için kötü bir bakış gönderse de, Molin buna çok da aldırmış gözükmüyordu.

"Hayır," deyip kafasını iki yana salladı Hillaris. "Bunu istiyordum."

"Belli oluyor, sahtekâr." Molin aniden bir kahkaha patlatınca, Hillaris de saf saf gülmeye başladı. "Şaka yapıyordum, ah, şaka," dedi kahkahalarının arasından. "Bundan babana bahsetmeyeceksin, değil mi?" Bir anda ciddileşti.

"H-hayır."

"Öyleyse kalkabilirsin, genç prens."

Hillaris, Molin'e sanki bir canavarmış gibi baktı ve kaşlarını çatıp sandalyeden kalktı.

Hillaris uzaklaşınca Alina, Molin'e dik bakışlar fırlattı. "Molin, o küçük bir çocuk değil!"

"Ama tam bir aptal olduğu kesin," deyip tekrar gülmeye başladı Molin. Ardından, Hillaris'in sehpada bıraktığı şarabı aldı ve içmeye başladı. Kaşlarını dikkatle çattı. "Gerçekten de bu şarap çok güzelmiş. İçine ne kattılar acaba? Benim içtiklerim genelde lağım suyu gibi oluyor da."

"Abla!" diye uyardı onu Alina. "Çocuğu kaçırdın."

"Boş ver. İşe yaramazdı zaten. O yakışıklı ağabeylerinin daha ciddi ve daha akıllı olduğuna bahse girebilirim. Sahi, neredeydi onlar? Ah, evet, evet... Onlar Malyonie'de kalıyorlardı, Lordenda'ya gelmemişlerdi, değil mi?"

"Aslında evet. O sarışın olan ağabeyi çok zeki. Ve aslında bakarsan Hillaris'ten daha yakışıklı."

"Tanrı aşkına, sen o çocuktan hoşlanmıyor muydun?"

"Sen ona sahtekâr deyince gülmeye başladığından beri bu fikirden vazgeçtim."

"Bu arada, annemler yarın ziyafet verecek."

Alina gözlerini devirdi. "Yine ne ziyafeti?"

"Bilmiyorum, ama annemle babamı bilirsin; her daim, uğruna ziyafet verecek bir şeyler bulurlar. Şimdi beni dışarı çıkar."

"Ne?"

"Alina, beni dışarıya çıkar çünkü bir hayalet gibi sürekli dikiş diken rahibeleri izlemekten bıktım."

"Ayağın yaralı. Üstelik kar yağıyor."

Molin omuz silkti ve pencereyi, işaret parmağıyla gösterdi. "Kar yağmıyor."

Alina pencereye baktı. Kar yağmıyordu. "O zaman bana yardım edebilecek nedimelerimi çağırayım."

Alina tam ayağa kalkıp gidecekken, Molin onun mavi elbisesinin yeninden tuttu ve durdurdu. "İki ayağım yaralı değil, Alina. Omzuna tutunarak yürüyebilirim. Yalnızca biraz hava almak için avluya gitmek istiyorum." Kalkmak için elini sandalyenin koluna koydu. "Ayrıca nedimeler berbat, kokuşmuş ve can sıkıcılar."

Alina iç çekti ve gözlerini devirdi. "İyi, tamam." Ablasını, elinin yardımıyla kaldırdıktan sonra, elini, omzuna atmasını sağladı. Onu topallayarak yürütürken, aslında beklediği kadar zor olmadığını fark etti. Molin, sandalyesine yasladığı oymalı ahşap değneğini aldı ve işi daha da kolaylaştırdı. Zor olan tek taraf yavaş gitmeleri ve tüm yükünü Alina'nın omuzlarına vermesiydi.

"Yürümek rahatlatıcı," dedi Molin, sağlam ayağını dikkatle mermer zemine basarken. Diğer ayağı yere değmiyordu bile.

"Yürüyemeyen biri için öyle olmalı," diye homurdandı Alina, omuzlarında hissettiği baskı yüzünden rahatsızca kıpırdanarak. "Bu rahatlamayı bir de bana sor."

"Ne var?" deyip ona üstten dik dik baktı Molin. Boyu, kız kardeşinden daha uzundu. "Bir kere de ablana fedakârlık yapamaz mısın?"

"Yapıyorum işte." Salondan geçip kanatlı kapıdan çıktılar ve kışın soğukluğu ikisinin de yüzüne vurdu. Bu soğukta bile dışarıda olanlar vardı.

"Ah, yavaş. Ayağım acıyor, Myrina."

Alina, ablasının bu isteği üzerine yavaşladı.

"Beni şuradaki banka götürür müsün?"

Başını salladı ve Molin'i banka doğru götürdü. Onu banka götürdüğünde omuzlarından, gerçek anlamda, bir yük kalktı. "Çok ağırsın, Molin."

Molin homurdandı.

Alina, onlara doğru, telaşlı bir genç kadının geldiğini gördü. Kadının boyu epey uzundu ve belli belirsiz sarı çilleri, mum ışığında bile zar zor belli oluyordu. Beti benzi atmıştı, ya da ten rengi çok beyazdı, bu bilinmezdi. Soğuktan dolayı geniş dudakları ve ince burnu kızarmıştı. Sırtına kadar inen koyu sarı saçları dağınıktı ve soluktu. Üzerindeki kahverengi, kalitesiz kumaştan yapılmış elbisesinden ve omuzlarına attığı posttan, fakir halktan olan bir köylü olduğu anlaşılıyordu. Yüzü korku doluydu. Hatta biraz da ağlamaklıydı.

Onların yanına ulaştığında, kadın nefes nefeseydi. Alina'ya bakarak konuştu: "Prenses, prenses. Sizin yardımınıza ihtiyacım var. Annem... Annem yaralandı. Lütfen onu kurtarmama yardım edin. Lütfen. Size yalvarıyorum. O ölmek üzere."

Alina, endişe ve panik dalgasını her yerinde hissederken kaşlarını kaldırıp ona baktı. Yutkundu; bu tür durumlarda sakin olması gerekiyordu. "Ben hemen hekimi çağırayım."

Kadın ona çaresizce baktı ve gitmek üzere olan Alina'nın bileğini tuttu. "Lütfen, bu çok zaman alır. Benimle gelin."

Kadın onu çekiştirdiğinde, Alina, Molin'in yüzüne baktı. Müphem bakan bir suratı vardı. Ama Alina itiraz etmedi ve kadının peşinden gitti. Çaresiz bir köylü kadını yarı yolda bırakacak değildi.

"Hekim çağırsaydık, anneni iyileştirebilirdik."

Kadın, prensesin bileğini bırakmadı. "Size ihtiyacımız var, hekimlere değil."

Avlunun kaygan zemininde, Alina düşmemek için çaba harcaması gerekiyordu. "Ama neden?" dedi isyan edercesine. Avlunun kapısında çıkıp koşarak otlukta ilerlediler. "Annen nerede?"

Kadın cevap vermedi ve onu bir ata doğru koşturdu. Alina artık şüphelenmeye başlıyordu.

Kahverengi bir atın yanında durduklarında Alina, "Annen nerede?" diye yineledi sorusunu. Etrafa baktı.

"İşte burada!" Kadın, ona bir tokat yapıştırdığında, kızın gözlerini kör edici bir acı, onun yüzüne yerleşti. İnleyerek yere düştü. Tanrı aşkına! Neler oluyordu? Kadın onu bir tokadıyla yere sermişti ve Alina, aslında görünüşü kadar güçsüz değildi. Babası sayesinde. Yani bir kadını kolaylıkla alt edebilirdi. Ama bu kadının gücüne karşı koyamıyordu.

Göğüs kafesinin altındaki kalbi hızla çarpmaya başladı. Yüreğini ağzının oralarda hissetti ve endişe yerini korkuya bıraktı. Birilerinin onu duyup gelmesi için çığlık koparmaya çalıştı ancak kadın, kuvvetli elini onun ağzına koydu ve çığlık atmasını engelledi.

Diğer güçlü eliyle Alina Myrina'yı kaldırdı ve onu kahverengi kısrağa bindirdi. Alina her ne kadar çırpınsa da, kadının muazzam gücüne karşı koyamadı.

Öfkesi daha fazlalaştı. Ağlamak üzereydi. Neden gelmişti ki buraya? Bu kadın onu, bir prensesi kandırmıştı ve üstüne üstlük tokat atmıştı. Bunun bedelini ödeyecekti.

Kadın, onun arkasına bindi ve kürkünün içinden bir şey çıkardı. Diğer eliyle hâlâ kızın ağzını tutuyordu. Alina o eli her ne kadar ısırsa da kadın dayanıklıydı ve ona etki etmiyordu.

Kürkünün içinden çıkardığı bez parçasını, Alina'nın burnuna tuttuğunda, Alina, baharatlı ve keskin bir şeyi kokluyormuş gibi hissetti. Tanrı aşkına, bu kokuyu çok iyi tanıyordu. Bu bir çeşit zehir gibi bir şeydi ve insanı çok rahatlıkla bayıltabilirdi. Fazlası öldürebilirdi de.

Kızın bilinci kapanmadan önce son hissettiği şey; alnının, doru atın kara yelesiyle birleştiğiydi. 

Continue Reading

You'll Also Like

28.9K 11.9K 30
Aşk-ı Polisiye Serisi'nin ikinci kitabı olan Çocuk Çığlığı huzurlarınızda..Hayatımızda yeterince hem kadına hem çocuğa şiddet haberleri olsa da bu ko...
1.1M 71.9K 52
Müzede başlayan lanet, Antik Mısır'da devam ediyor. Entrikalarla çevrili bir sarayda Firavun kim olacak? Günümüzden Antik devre uzanan dram ve romant...
1K 64 8
umarım severek okursunuz ,iyi okumalar 🥰 bölümler gelmeye devam edecek🙂
71.3K 5.1K 29
WATTYS 2018 ORİJİNALLER KATEGORİSİ KAZANANI. Okyanusun sonsuz sularında, yüreğinde kutsal bir ateşle var oldu: ölümden. Ölümü yendi, ölümden doğdu...