47.Bölüm ❄ Ölü Kurtlar

2.3K 236 8
                                    

Vën Chin'in sıcak havası onları karşıladı. Sarayın en uzağından gitmeye çalışmışlardı.

Atlarını, Soğuk Orman'ın büyük ağaçlarına bağladılar. Üçü beraber yürümeye başladı. Alina'nın içinde tedirginlik vardı. Eğer buradan sağ çıkmayı başarabilirse, cidden yuvasına geri dönecekti.

Burası, annesinin öldüğü ve ilk Kyron'la karşılaştığı yerdi. Her şeyin başlangıç noktası olduğu gibi, her şeyin bitiş noktası olacaktı.

İlerlerden buraya girişin artık yasaklandığının kanıtı olan yüksek ve yatay teller örülmüştü. Demirlerin parlaklığı, güneş ışığıyla göz kamaştırıyordu. Ama teller faydalı değildi. Başka bir giriş vardı ve bu girişi sadece Kyronlar biliyordu. Ama tellerin de engel olacağı pek bir şey yoktu. Oraya tırmanılabilip girilebilirdi ancak şimdi saraydaki kimin buraya girmek isteyeceği şüphe konusuydu. Sanki teller daha çok girilmemesi hakkında bir uyarı gibiydi, daha fazlası değil.

Dışarısı sıcak olmasına rağmen, ormanda soğuk ve karanlık bir hava vardı. Ağaçlar güneşi kapatmış, zemini gölgelemişti.

Alina, Kyron'a baktı. "Kolonilerini biliyor musun?"

Kyron başını evet anlamında salladı. Tetikteydi. Elleri hançerindeydi. Lissa da elindeki ateş yakma kabıyla beraber yanındaydı. Ormanda buldukları, ateşin taşınmasını sağlayan şeyle yürüyordu. Bunun daha çok onların kullandığını söylemişlerdi çünkü Alina bunu daha önce sarayda hiç görmemişti. İçindeki bu ateşle ne yapacaklarını bilmiyor olsa da tahmin edebiliyordu.

Biraz daha yürüdüler. Yürüdüler ve yürüdüler. Alina terlemişti ve sırtı ıslaktı. Elleriyle alnını sildi. Ayakları ağrıyordu. Tek istediği, yatmak ve uyumaktı.

Sonunda Kyron ile Lissa durdu, Alina birkaç adım daha atacakken Kyron koluyla onu engelledi. Alina'nın kalp atışları hızlanmaya başladı.

Lissa birkaç adım önce çıktı ve kükredi. Ateşi elindeydi. Söndürmemek için elinden geleni yapmıştı. Ama şanslılardı ki rüzgâr sık sık esmiyordu ve bu esintiler etkisizdi.

"Neden kükrüyor?" diye sordu Alina.

"Vivian Kurtlarının gelmesini sağlıyor."

"Buradalar mı? Gelecekler mi" diye sordu endişe içinde.

Kyron başını salladı. "Evet."

"Çoklar mıdır?"

"Hayır."

"Hayatta kalabilir miyiz?"

"Rahatlıkla."

Alina, Kyron'un verdiği kısa cevaplara gülümsedi. "Bunu başaracağız. Kolay olacak. Sakin ol."

Kyron omuz silkti. "Sakin olması gereken sensin."

Alina da omuz silkti ve içindeki heyecanı yok etmeye çalıştı. "Her neyse."

İlerlerden adım sesleri gelince Lissa elindeki ateşi ağabeyine verdi ve sırtına astığı sadağından uzun bir ok alıp yayına yerleştirdi. Adım sesleri çoğaldı ve daha yakından gelmeye başladı. Büyük bir kükreme sesi daha geldi. Ama bu onlardan değildi, Vivianlardandı.

Sonunda bir kurt kendini gösterdi. Kurdun kahverengi tüyleri ve Alina'nın ilk gün gibi hatırladığı, korkutucu gözleri vardı. Diğerleri de gelince, aslında hepsinin birbirinin aynısı olduğunu gördü. Lordenda kurtlarına nazaran daha kısa ama daha şişmanlardı.

Hepsi saldırmaya hazırlanırken, Lissa son hızla, çektiği kirişi serbest bırakıp tam olarak Vivian kolonisinin baş lideri olan kurdu başından vurdu. Kurt düştü. Diğerleri de gelmeye başlayınca Lissa onları da öldürmeye başladı. Eli çabuktu, gerçek bir okçuydu. Kyron ise onlara hançer atıyordu. Rahat ve hiç zorlanmıyormuş gibi görünüyordu.

Yaklaşık yirmi kurt ölmüştü. Alina ise çimenlere dökülen kanları da ölü kurtları inceliyordu. Kalbine bir ağırlık çökmüştü ve zihni, yaşadığı durumdan dolayı zonkluyordu. Bunlar, annesini öldürenlerdi.

İntikamı alınmıştı.

"Anne," diye fısıldadı gökyüzüne, ama bunu ondan başka kimse duymuyordu. "İntikamını aldım."

Sanki omuzlarından, vaat ettiği bir yük kalkmış gibiydi. Sanki huzura ermiş ve annesini gerçekten cehenneminden çıkarıp cennetine sokmuş gibiydi. Mutlu değildi, ama mutsuz da değildi. Sanki Tanrı'dan ona verilen kutsal bir görevi tamamlamış da içindeki karanlıkla boğuşmayı bırakıp ona teslim olmuş gibiydi. Hissettiği tek şey buydu. Kötü ruhlu olmayan karanlık... Gerçek ve masumane bir karanlık... İntikamın kör ettiği, içinde canilik de barındıran, hissiz, dilemmalı bir karanlıktı. Gece vaktindeki, güvenli olduğu bilinen rutubetli ama ucu güneşli bir ülkeye çıkan hayali bir dehlize girmiş gibi.

Kyron'un, yere bıraktığı ateş kabı hâlâ yanıyordu ama şimdi daha şiddetli gibiydi, gri ve boğucu dumanlar çıkartıyordu.

Kyron aranıp, kullanılmamaktan ve bakımsızlıktan dolayı araları çöplüğe dönmüş çimenlerin içinden bir kâğıt buldu. Kâğıdı ateşe tuttuğunda, kâğıt harla yanmaya başladı. Kâğıttaki turuncu ateş, ölümün ve zaferin simgesi gibiydi.

Kurtların yanına gitti ve bir ateşe, bir de ölü kurtlara baktı. Ardından tamamen ifadesiz ya da ne hissettiğini hiçbir şekilde belli etmeyen, sadece harelerinden biraz tedirginlik yansıyan gözlerini Alina'ya çevirdi. Ateşi ona verdi.

"Sen yapmak ister misin?"

Alina'nın boğazı acıdı, bu yüzden yutkundu. Hiçbir şey hissetmeksizin kâğıdı aldığında iyice alta inen ateş, cildini sıcaklıkla kavurdu. Ama umursamadı, sadece aldı.

Ateşi, yerde yatan kurtların birine attığında ateş, kurdun tüylerini yaktı. Bu ateş yayılacaktı ve yakacaktı. Belki de ormanı kavuracaktı.

Derin bir nefes alıp arkasına döndü. Lissa'yla Kyron da peşinden geldi. Hep beraber çıkışa doğru yürümeye başladılar.

Alina ne hissettiğini bilmiyordu. Karmaşa içerisindeydi. Beynine sanki düşsel ejderhalar ateşini püskürtüyor ve tüm düşüncelerini öldürüyordu.

Bir yandan kendini büyük bir imparatorluğun imparatoru kadar cesur ve güçlü; bir yandan da öldürülmek için çaresizce bekleyen, bir örümceğin ördüğü yapışkan ağa takılan minik bir kelebek kadar savunmasız ve perişan halde hissediyordu. 

Şafağın AnısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin