Mahallenin Ağır Abisi (DELİKA...

De dlraygt

1.6M 76.4K 20K

Bizim hikayemiz içimizden biri öldüğünde başlayacak. Ben Hakan Yılmaz. Öyle soyadıma bakmayın; çokta güzel yı... Mai multe

Ben aslında namlunun ucuyum...
Yaraları görür görür ağlardı garibim...
Gittiğine daha çok sevinmiştim...
Senin öyle görmeni istiyor içindekileri kimse bilemez...
Sevecek bir kalp bıraksalardı vicdansızlar, severdik...
O adam hangi birimizi diri diri mezara gömecekti...
Bir insan ne diye dostunun sevdiği adama göz diker anlayamam...
...
Ben bir daha bu çocuğun haykırışlarını duymayacağım...
O hiç kuşkusuz bu dünyanın en sağlam adamıydı...
Mahallenin abisinin adamlığı bu kadar mı zedelendi...
Onun kadar duygularımı saklayabilen biri olmak...
Mahalleye sorduk...
Sen hatırlamıyoruz sanabilirsin ama hiç birimiz unutmuyoruz abim...
Zamanın bir şeyleri iyileştirmek gibi bir derdi yok...
•••
Altı asır gibi olmuş yüzünü görmeyeli...
Seviyor abi, seni bekliyorum der gibi bakıyor...
Gözlerinden çillerine kadar öptüğüm günlerde gelecek...
Lan insan küçücük mahallede nasıl kaybolur...
Bak işte bu delikanlı bir adamın yıkımıydı...
Yapma kardeşim yapma abim içine gömme artık şu sevgiyi...
Yaralarını tek, tek ben saracağım hatta geçmezse öpeceğim...
Sen iyi ki geldin en yorgun sabahlarıma umut ışığım...
Bana bir şey olursa abim ölmez sizi öldürür...
Ne güzel uyuyorsun bayram sabahım, nasıl güzelsin öyle...
Affetmem, ben affetsem vicdanım affetmez...
Heyy millet!!
Tam burayı işte tam burayı seviyor Senin güzel kalbini seviyor...
Sizin o delikanlı dediğiniz abinizi aldım ben...
Delikanlı adamı sırtından vururlarmış...
Ablamı sevecekse bu koca yürekli adam sevsin dedim...
Söz veriyorum kahramanını kaybetmene izin vermeyeceğim...
Seni içime saklayacak kadar çok...
Belki herkesi kurtaramam ama seni kendimden kurtarabilirim...
Bir bize imkansız kardeşim, bir bize zor...
Bir asır geçse de hep onu seveceğim...
Beni bu hikayenin kötü adamı yapma...
Birlikte ölmeyeceğiz, birlikte yaşayacağız...
Bana karşı bu kadar merhametli olma ne de olsa artık dost değiliz...
Soru-Cevap 🙋🏻‍♀️
Birbirlerine düşman gibi bakmaları kanıma dokunuyor...
Yalnızlığın bir sonraki kurbanı olmaktan...
KARPUZ ÇEKİRDEĞİ
Bütün yollarımın sana vardığını bilmiyorsun...
O sonsuzluğa uğurlanırken, ben kalacaktım bir başıma...
Kanın benden akması o kadar güzel bir duygu ki...
Yüreğinde çiçek bahçesi yetiştirdiğim güzel kadın...
Şayet biri ölecekse bir gün; bu hiç şüphesiz ben olmalıyım...
Bütün dünyaya galip gelirsinde, ölüme galip gelemezsin...
Beni öldür ama beni yüreğinden atma...
Ölmüşsem ve başım da ağlıyorsanız bu beni sanırım mutlu eder...
Bütün kötülüklerin arasında bu kadar eşsiz durduğuna inanamıyorum...
Seni sevdiğim yerler kanıyor sahiden görmüyor musun...
Hepsinin kanın içinde yüzeceğim. Hepsinin cenaze namazını kıldıracağım...
Biliyor musun seni seçmek istemezdim ama sen gidersen...

Dersine çalışıpta gelmiş seni içten fethetmeye çalışıyor...

16.6K 870 220
De dlraygt

Evet evet yazarınız geçte olsa geldi. Hadi ama ekşitmeyin o suratlarıda okuyun yepisyeni tazecik bölümü 😊♥️

İki keskin bakışlar birbirini bulduğu anda bu gergin havayı fark eden Azelya'nın kalp atışları hızlandı ama yine de başını kaldırarak kendinden emin bir duruş sergilemeye çalıştı. Yapması gereken tek şey Hakan'ı oradan uzaklaştırmaktı fakat Ömer'in atağa geçmesiyle duraksadı.

Ömer'in normalde hep düzenli duran saçları kısalmış eski halinden eser kalmamıştı, çok değişmişti yüzü hafiften gerilmişti. "Teyzem için geldim, boş konuşup olay çıkartma." deyince ortamı daha fazla gerginleştirdi, elini Hakan'a uzatıp gevşek gevşek etrafa sırıtırken kimse onun ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı.

Kenan uzaktan izlediği ikiliye gülümsedi. "Bu gerizekalı kimden hoşlanıyordu la?" bir anda iki arkadaşına dönerek. "Hakan kimin için kırmıştı burnunu?"

Murat'ın yanakları öfkeden yanmaya başlamıştı ama o, bu hisse karşı direnmeye çalıştı. "Hera olmadığı kesin." diyerek ani bir çıkış yaptı, bu ani ve gereksiz çıkışına içinden isyan etmiş arkadaşlarının bir şey anlamamasını dilemişti.

Kenan arkadaşının çenesini tutup kendine çevirdi. "Senin gözler yine niye fıldır fıldır?"

Kenan'ın elini ittirip suratını ekşiterek alnını kaşıdı. "Kıl oluyorum şu adama." Lafı değiştirerek az önce kırdığı potu unutturmaya çalıştı.

Kenan gözlerini Ömer'den ayırmadan gülümsemeye devam etti. "Az dayanın iki gün sonra çeker gider." dedikten sonra adımlarını yeni çocuğun olduğu tarafa yöneltti.

"Hoşgeldin Ömer." deyip samimiyetle elini uzattı fakat buna iki saniye sonra pişman olacaktı.

Ömer gözlerini kısıp elini uzatan adamı baştan aşağı inceledi, birden bire gözlerinin parıldamasıyla yüzüne sinsi bir gülüş oturdu.

"Hoşbulduk hanımcı." dediği anda Kenan'ın yüzündeki sırıtış kayboldu, elini geri çekerken Ömer'in gözlerine tehlikeli bakışlarını yönlendirdi.

Çocukken Kenan'ın Canan'a karşı hareketlerini, tavırlarını görmüş bunu aklının bir köşesine yazmıştı. Canan'ın her dediğini yerine getirmesi Kenan'a dezavantaj yaratmıştı. Bunu elbet zamanında biri kullanacaktı.

Kenan eski haline geri dönerek sırıttı, işaret parmağıyla burnunu gösterdi. "Doktorlar o güzel burnunu düzeltememişler." dedi alaycı konuşmasının ardından devam etti. "Hala yamuk."

Ömer ister istemez burnuna dokundu ve Kenan zafer edasıyla kaşlarını yukarı kaldırıp gülümsedi. Ömer her zaman gıcık bir tipti, asla değişmeyecekti. Hakan'ı sinir etmek için elinden geleni ardına koymayacaktı, tıpkı çocukken yaptığı gibi yapacak kuzenini çileden çıkaracaktı.

Çocukluğundan beri Azelya'dan hoşlanırdı. Bir haftasonu sabahı sokağın başında kızcağızı korkutup yanağından öpünce Hakan tek yumruğuyla burnunu kırmıştı. O günden sonra bir daha hiç İncir'liye uğramamıştı.

Hakan rahatsızca kıpırdanıp gözlerini Azelya'ya dikti. "Siz nereye?"

"Melek ablaya."

Hakan saçlarını karıştırdı ve arkadaşı Murat ile aynı anda. "Ben bırakırım." dediler.

Murat gözlerini devirip öksürdü. "Ben de seninle geleyim o zaman abi." diyerek cümlesini düzeltti.

"Gel tabi. Biz gidiyoruz kahvede görüşürüz."

Kenan elini kaldırıp gülümsedi. "Görüşürüz birader."

"Canan abla yukarıda sabah habersiz çıkmışsın, gardını al Kenan abi." Azelya son vuruşunuda yapınca oradan ayrıldılar.

Murat ve Hera birbirini seven iki insanın arkasında kalıp yürümeye başladılar. Çekinerek yürüyen Hera, dün yaşananları bir türlü unutamıyor durduk yere yanakları kızarıyordu.

"Ne dedin sen beni tekrardan öpmek mi istiyorsun?" Murat gözlerini belirterek sessizce konuştu.

Bu tamamen Murat'ın küçük yaramaz bir oyunuydu. Hera ağzını açmamış, böyle bir şey söylemesi söz konusu bile değildi fakat saf kız bunu fark edemeyecek kadar derin hayal alemine dalmıştı.

Hera küçük çaplı telaşla gözlerini kapatıp yumruklarını sıktı. "Ben onu dıştan mı söyledim?" utangaç bir tavırla başını eğdi.

Murat kahkahalar atmamak için kendini sıkı tutup oyununa devam etti. "Yaa dıştan söyledin."

"Murat ben aslında öyle söylemek istemedim kızdın mı?"

Başını diğer tarafa çevirip gülümsedi. "Kızdım."

Hera küçük küçük yutkundu. "Söz bir daha yapmayaca-" elini Hera'nın parmaklarına yakınlaştırdığında sözlerini ciddiyetle kesti.

"Bir daha yap, hatta her fırsatta bunu yap Hera." Hera şaşkınlıkla düz yolda yürürken erkek arkadaşının konuşmalarını daha fazla duyamadan ayağı bir taş çıkıntısına sürttü.

Dengesini kaybedeceği sırada Murat kolundan tutup onu gülümsemesiyle sakinleştirdi.

"Ne sırıtıyorsunuz öyle deliler gibi?" diyen Hakan tüm o olağanüstü atmosferi şüpheci bakışlarıyla bozmuştu.

İkisi birbirinden beş santim uzaklaşarak telaşa kapılmışlardı. Avcısına yakalanan ceylanlar gibi kaçmaya çalışmaları tam bir gülünçtü. Murat'ın o tatlı telaşesi görülmelere değer bir tabloydu.

"Sırıtıyor muyuz?" saçma sapan bir soru ortaya atması Hakan'ı gülümsetmişti.

"Şaka yapıyorum la!" deyip Hakan gözlerini kız kardeşine çevirdi. "Murat abinin yanından ayrılma seni Asiye'ye o bırakacak."

Hera gözlerini devirerek başını salladı. Birbirlerinden ayrıldıkları vakit içlerine serin sular serpilmiş, bir kuş kadar özgür hissetmişlerdi. Bu sır artık ikisini de ciddi anlamda sıkıntıya düşürüyor, ellerini kollarını birbirine bağlıyordu.

"Murat?" dedi Hera sıkıntılı bir nefes almış sevdiği adamın gözlerinin içine bakmıştı.

Murat adımlarını yavaşlatarak Hera'ya kulak kesildi.

Hera saçlarıyla bir süre oynadıktan sonra konuşmaya cesaret edebilmişti. "Abime söylersek çok kızar mı?"

Murat'ın dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. "Benim gibi bir damat bulmuş, üstüne bir de kızacak mı arsız?"

Hera yürümeyi bırakıp sevdiği adamın kolundan tutup durdurdu." Yüzüme bakarak konuş Murat. Abim sana zarar verir mi?" Hera son günlerde abisinin tepkisini hayalinde canlandırıp ne yapacağını düşünüp duruyordu.

Murat yine en iyi bildiğini yapmış; susmuş hiç konuşmamıştı.

"Murat korkuyorum." ardından gözlerini sokağın çevresinde gezdirdi. "Sanki her an tanıdık bir çift göz karşımıza çıkıp, bizi abime ifşa edecekmiş gibi hissediyorum."

Gözleri dolu dolu olmasına rağmen konuşmaya devam etti. "Sonra..." dedi yutkunarak. "Sonra seni kaybedecekmişim gibi-"

Murat parmağını kaldırıp Hera'nın dudaklarının üzerine kapattı, sözleri yarıda kalmıştı. "Hayır. Bu sefer olmayacak. Bir kere daha karanlıkta kalmayacağım, bir kere daha ışığımı kaybetmeyeceğim Hera." Kolunu boynuna dolayıp sevdiği kadının başını, güven dolu göğsüne yasladı. Anne babasını kaybetmiş, ikinci ailesini de kaybetmeyecekti.

Saçlarında gezinirken parmakları, düşündü sadece düşündü. İçinden çıkılmayacak bir bataklığa batmıştı, üstelik bunu ilk defa kendisi yapmıştı. Bataklığı o yaratmıştı. Onca insan varken, birilerine bakarken hep titreyen, hep suçluluk duygusu hisseden o masum mavi gözlere ne diye sevdalanmıştı?

"Murat?"

"Seni dinliyorum."

"Ben çok mu çirkinim?" Başını sevdiği adamın göğsünden ayırıp pür dikkat kesildi.

Murat kaşlarını kaldırarak bu saçma soruya öfkelendi. "Nereden çıktı şimdi?"

Hera alnına dokunarak başını eğdi. "Geçen yazı hatırlıyor musun? Doktor Yakup abinin oğlu Eyüp beni çok beğenmişti istemeye geleceklerdi hani." diyerek kelimeleri zar zor toparladı.

Murat hafızasını zorlamaya gerek duymadan duygusuzca cevap verdi. "Evet."

Hera yumruklarını sıkıp kaşlarını çattı. "Eyüp bizim kapıya gelip sen çok çirkin bir kızsın, seninle bu gidişle kimse evlenmez istemeye falan gelmiyoruz demişti. Sahiden dediği kadar çirkin miyim?"

Murat ciddi ciddi dinlerken mahallenin en sessiz, en ıssız sokağında bir anda gürültülü bir kahkaha koparıp bir duvara yaslandı. Gülmekten başı dönmüştü.

"Ne gülüyorsun?" Bu dediğine biraz daha gülmüş karnını tutmuştu. "Murat o kadar mı kara kuru bir şeyim ya?" diyerek sesli bir isyan etmişti.

Murat sakinleşmeye çalışarak tekrar sevdiği kadına yaklaştı. Aralarında sadece iki santimlik mesafe vardı.

"Hera?" dedi gülümsemesini durdurmaya çalışarak ama bir türlü dudaklarından o sersem gülüşünü atamıyordu.

"Kızmayacaksan bir şey söyleyeceğim."

"Dinliyorum. Üzülmeyeceğim hadi söyle." deyip gözlerini kapatmış duyacaklarını korkuyla beklemişti.

"Bütün o istemeleri ben engellemiştim." Hera şaşkın bir tavırla gözlerini yavaşça açmış sevdiği adamın hareketlerini baştan aşağı izlemeye başlamıştı.

"O dediklerini ben söylettirdim. Belki birazcık, minnacık yumruklayıp korkutmuş olabilirim gerizekalı çocuğu."

Ağzı açık bir şekilde aklına bir şeyler takıldı. "Ya Sümüklü Necati?"

"En şanssızı oydu, çok dayak yedi kafasız. Neymiş okyanus gibi gözlerin varmışta, Necati bey kaybolmuşmuşta hayatta senden vazgeçmezmiş... bir çaktım yamuk ağzına kanının içinde kaybolup gitti salak." Ciddi bakışmanın ardından bu sıkı ortamı Murat'ın alaycı gülüşü bozdu. Kahkahası o kadar içtendi ki, Hera ona kızamıyor aksine bu anı ölümsüzleştirmek istiyordu.

"Evet diğerlerinide ben kaçırdım." dedi yeşil gözleri haylazca açılıp kapanıyor, yaptıklarından zerre pişmanlık duymuyordu.

Hera durmadan gülen ağzına hızla bir tane vurdu. "Sen çok kötü bir adamsın." Kaşlarını çatıp yürümeye koyuldu fakat bu onu içten içe sevindirmişti.

Murat arkasından koşup yetişti, arkadan kulağına doğru fısıldayarak konuştu. "Evet feci kötü bir adamım. Madem seni sevmeme izin yoktu, madem bu dünyada yan yana gelemeyecektik; o zaman hiç kimse gelemeyecekti." O günleri hatırladıkça yüreği küçülüyor ezildikçe eziliyordu. Konuşma Asiye'nin evlerinin önünde sonlanmış, mesafeli bir şekilde vedalaşmışlardı...

                                    ****

Işık görmeyen, karanlık, tenha bodrumda büyük bir sessizlik hakimdi. Kararmış duvarları, yıkık dökük kapıları pekte göze batmıyor, ağır rutubet kokusu artık onları rahatsız etmiyordu. Yağmur yoktu fakat soğuk havalar hala etkisini göstermekten çekinmiyordu. Bu virane yer çok soğuktu.

Baran bir başına koltukta otururken bir kapı gıcırdaması onu gülümsetmişti. Bu gülümseme ruhunu okşamıştı. Tek kaşını kaldırırken kırışan anlı keyfinin yerinde olduğunun kanıtıydı.

Kaç gündür bu anı bekliyordu. Koltuğa daha çok yayılırken kulağına gelip bodrumda yankılanan o tok kundura sesi onu endişelendirmiyor, aksine alışık olmadığı rahatlık hissi veriyordu. Adım sesleri kesilince elini yukarı kaldırdı.

"Ben de seni bekliyordum." Diye bağırarak konuştu. Başını hala gelen o muallak kişiye çevirmemişti.

"Kimsin sen?" Baran'ın kulağını tırmalayan ses bilhassa Ferhat denen adama aitti.

Yayıldığı koltuktan sakince ayağa kalkıp yüzünü karşısındakine çevirdi. Yüzündeki ciddiyet, dağınık çatık kaşları, sivri çenesi ve kısık kehribar rengi gözleri Ferhat'ı korkutmuştu. Karşısında böyle bir adam beklemediği apaçık ortadaydı.

Ferhat tabikide tek gelmemişti. Yanında duran bir yığın adamları; nasıl korkak bir adi olduğunu gösteriyordu.

"Aa çok üzülürüm. Hakkımda hiç bir şey öğrenemedin mi?" Rahat bir tavırla ellerini ceplerine sokup karşısına dikildi.

Ferhat öfkeyle soludu. "Yolumdan çekilmez, bana engel olursan buradan leşin çıkar." Yaklaşamıyor uzaktan uzağa sadece tehdit edebiliyordu.

Yavaşça dudakları yukarı kıvrıldı, Baran adamın bu dediklerine sadece gülmüştü. "O kadar korktum ki birazdan buradan topuklayarak kaçacağım."

"Dalga mı geçiyorsun lan!" deyip belindeki tabancanın soğuk namlusunu Baran'a doğrulttu ardından yanındaki bütün adamlar bu hareketi tekrarladı.

Baran bir sürü tabancanın hedefi olmuştu ama bu adamların bilmediği bir şey vardı; Baran çok zeki bir o kadar da güçlü biriydi.

Dudak bükerek başını salladı. "Çok salak düşmanlarsınız, ben akıllı düşmanlarla karşılaşırım sanıyordum." Kaşlarını kaldırıp kafasını yukarıya kaldırdı. El sallayıp gülümsedi.

"Gerizekalı düşmanlara selam verin çocuklar." dediği anda şaşkına uğrayan adamlar kafalarını yukarıya kaldırdılar.

Bir de ne görsünler? Onlarca insan merdivenlerde oturmuş ellerindeki tabancayı üzerlerine doğrultmuş gelen emri bekliyordu. Merdivenin en başında Selim, Serkan, Bulut Yiğit ve Aslan vardı, bu hallerinden pek memnunlardı fakat Kepçe yerinde duramıyor sürekli kalkmaya yelteniyordu.

"Yine aynı hataya düştünüz. Burada tek başıma oturduğumu sandınız değil mi?" Yavaşça ellerini ceplerinden çıkardı ve Ferhat'ın olduğu tarafa doğru yürümeye başladı.

Derin bir nefes alırken gözlerini düşmanından bir kez olsun ayırmıyordu. "Bir kere önce o laf anlamayan kafana şunu sok; ben Hakan değilim zaaflarım yoktur. Mesela Hakan seni gördüğü an öldürür ama ben öldürmem, bu yaptıklarına pişman ederim."

Ferhat'ın dizleri titriyor, bu hataya düştüğü için kendine küfürler savuruyordu. Şimdi nasıl kurtulacaktı? Onca adamın arasından nasıl sıyrılıp kaçacaktı?

"Bırakın silahları yoksa o fındıktan da küçük beyinlerinizi dağıtırım."

Hepsi Ferhat daha bir şey söylemeden tabancaları yere koyup ileri sürüklediler. İçlerinden biri, "bizi bırakın, bizim bir suçumuz yok." deyip kendilerine masumane bir ifade takınmıştı fakat Baran bunu pekte umursamamıştı.

"Alın bunları çocuklar." dediği anda merdivenlerden inip hepsini teker teker bu ortamdan çıkardılar. Ferhat hariç. Yalnız o kalmıştı.

Yiğit daha fazla dayanamayıp merdivenleri koşarak indi. Bu deli çocuk asla sakin kalamayacaktı. Bu öfke de neyin nesiydi?

"Seni sülalesiz oruspu çocuğu!" Gözlerini kısıp yumruklarını sıktı.

Gittikçe Ferhat'a yaklaşmış sert yumruğunu suratının ortasında patlatmıştı.

"Benim abime! Benim canıma, benim sevdiklerime hangi elinle dokundun!" Ferhat yumruğun etkisiyle yüzünü saklamış kendini kamufle etmişti.

Bir anda doğrulup Yiğit'i hazırlıksız yakaladı; daha sert bir yumruk şimdi Yiğit'in yüzünde patlamıştı.

"Bu elimle dokundum piç!" Sessizlik bir anda çöktü ortama, Selim'in gözleri kayarken Serkan elindeki tabancayı hızla Ferhat'a doğrultmuştu.

Piç... bu kadar kolay bir kelimeydi. Bu kadar kısa fakat anlamı feci kötü ve çok uzundu.

Anneleri onları çocuk yaşında bırakıp kadın pazarlayan bir adamla kaçıp gitmiş diye bir dedikodu yayılıp çığ gibi büyümüştü. Mahalleli hepsi bilir ama bu konuyu asla açmaz, deşmezlerdi.

Bu üç çocuğun hassas yanı, yaralı yerleri annelerinin onlara bıraktığı utançtı.

Bulut bir anda arkadaşının elindeki tabancaya bir tekme savurmuş, kolundan tutup sakinleştirmeye çalışmıştı.

"Senin hakkında bir şey bulamadım evet." dedi hırıltılı bir ses tonuyla. "Ama bunların tuz basılacak yaralarını buldum. Kim biliyor musun? Oruspu anaları!"

Selim'in gözleri dönmüştü merdivenlerin basamaklarını umursamadan koşarak Ferhat'a yakınlaştı. Yakalarından tutarak durmaksızın bu adi adama vurmaya başladı. Taa ki burnundan oluk oluk kan gelene kadar, Baran daha fazla vurmasına izin vermeyip arkadaşına arkadan kollarını sımsıkı sararak, sarılıp durdurdu.

"Aslan, Yiğit'i buradan götür!" Hızla arkadaşının omzundan tutup onu buradan zar zor uzaklaştırdı.

"Kardeşim." dedi sessizce. Arkadaşı kolları arasında çırpınıyor delirmişçesine Ferhat'a atılmaya devam ediyordu.

"Şuanda istediği şeyi yapıyorsun. Dersine çalışıpta gelmiş, seni içten fethetmeye çalışıyor. Buna izin verme Selim..." Baran sadece onun duyabileceği şekilde konuşuyor arkadaşını sakinleştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

Yüzünü Baran'a çevirirken mavi gözleri kan çanağına dönmüştü, dişlerini sıkarak sakin kalmaya çalışıyordu. "Hayatım boyunca sırf bunları duymamak için, hep kulaklarımı kapattım hep ama hiç bir zaman bu şerefsizlerin ağzından annemi çekip kurtaramadım, ben annemi kurtaramadım abi!" Son kelimeleri boğuk bir şekilde çıkmıştı çünkü Baran arkadaşının başını göğsüne yaslayıp sıkıca sarılmıştı.

Ferhat olacakları umursamadan ağzını tekrar açmıştı. "Geçen gün yatağımday-" sözleri boğazına dizilmişti, Baran hızla ayağa kalkıp tabancanın soğuk namlusunu ağzına sokmuştu.

"Tek kelime daha edersen yedi sülaleni sikerim!" Diyerek tabancayı ağzında sarsıp canını acıtıyordu.

Ferhat başını sallayarak korku gözlerle ellerini havaya kaldırdı. Sustu. Biliyordu daha fazla konuşursa bu tabanca ağzında patlayacaktı.

****

"Güzelim niye anlamıyorsun? Hakan erkenden arayıp işi çabucak bitirmemiz gerektiğini söyledi." Kahvaltı bitmiş karısı sofrayı toplarken o da etrafında dönüp dolaşıyordu.

"Git başımdan Kenan yemin ederim kafana geçireceğim şu tavayı."

"Affettiğini söylemezsen gitmem."

"Haber verseydin! Aklım çıktı seni evde bulamayınca, telefonunda kapalı. Şu halime bak pijamalarla geldim buraya." Üzerindekileri gösterip öfkeyle kaşlarını çattı.

Kenan alttan alttan bu haline gülümsedi. "Pijamaları nasılda yakışmış, yeni mi aldın bunları?" Canan'a yakınlaşıp yediği haltı unutturmaya çalıştı fakat karısı bu numaraları yiyecek kadar saf değildi.

Yumruğunu toplayıp karın boşluğuna gelişine bir tane vurdu. "Sırnaşma Kenan yemezler."

Karnını tutup iki büklüm olurken yalandan haykırarak masanın ucunu tuttu. "Ahh ölüyorum!" Suratını buruşturarak acı içinde kıvrandı. İyi oynuyordu sahtekar.

Canan bu oyunlara aldırış etmeden arkasını döndü. "Geber!" deyip elindeki tavayla mutfağa doğru ilerledi.

Kadir ikiliyi izlerken sadece tebessüm etmişti. Aklına bir anda Asiye düştü. Kadir onu belanın içine sokmak istemiyor, ondan uzaklaşabildiği kadar uzak kalıyordu.

Başını eğdi yavaştan. Gitmeye hazırlanırken bir el dokununca omzuna duraksadı, arkadaşı anlayışla bakmıştı mahzun gözlerine. "Asiye seni anlayacaktır kardeşim sıkma canını." Diyor ama umutsuz kalbi bu sözleri umursamıyordu.

Asıl gerçek, bela değildi. Asıl gerçek yüreğinin sancılı derinliklerinde saklıydı ve o içindeki his asıl korktuğu şeyi sürekli haykırıyor, tekrarlıyordu: Asiye seni sevmiyor...

****

Yavaşça kararan havadan anlıyorum, birazdan onun buraya gelip beni alacağını. Hemen ilerideki aynaya koşuyorum, karışık saçlarımı düzeltiyorum ve bir anda hiç alışık olmadığım bir şey yapıyorum. Çantamdan bir ruj çıkarıyorum ama önce kitabevini kontrol ediyorum. Kimsenin etrafta olmadığına emin olduktan sonra hızla ruju çantamdan çıkarıp dudaklarıma hafiften değdiriyorum.

Aynaya uzun süre gülümseyerek bakıyorum ama bir anda nedensizce çirkinleşiyorum. O kadar çirkinleşiyorum ki daha fazla kendime bakamıyorum. Elimi bir çırpıda şiddetle dudaklarıma değdiriyor, az önce sürdüğüm ruju hoyratça silmeye çalışıyorum. Aynada gördüğüm sureti tekrardan gözümde canlandırıyorum, yüzümün sağ tarafı bir anda Ferhat'ın simasına dönüşüyor.

Korkuyorum. Çok korkuyorum. Aniden dış kapıya koşuyor, kolundan tutup açıyorum. Serin hava bir tokat misali yüzüme çarpıp beni kendime getiriyor. Derin nefesler alıyorum. İlerideki binadan gürültülü yüksek bir ses kulağıma çalınıyor: Bıktım senden be kadın bıktım defol git! Bu ses beni nedense çok üzüyor. Kim bilir hangi kadın işitti bu cümleyi? Kim bilir nasıl kırılmıştır.

Karşıdan bir çocuk sürüsü koşturuyor. Öndekinin dizleri yaralanmış, kanıyor. Sanırım az önce top oynarken düşüp yaralanmış. Annesi bağırıyor balkondan: Çabuk eve gel! Yarayı umursamıyor bile ve... soğuk bir el koluma dokunuyor. İrkiliyorum. Hatta ürküyorum. Bedenim benden bağımsız arkasını dönüyor. Gördüğüm kişiyle rahat bir nefes alıp veriyorum. Kahverengi uzun kirpikli gözler bana güven verircesine bakıyor.

"Azelya bir sorun mu var?" Gözlerindeki korkuyu görebiliyorum. Üstüme başıma dikkat kesilip beni baştan aşağı inceliyor. Bir anda yüzüme kitleniyor.

Kaşları değişik bir hal alıyor. Tüm odak noktası dudaklarım oluyor. Yavaşça baş parmağını dudaklarıma yaklaştırıyor ardından bir süre kenarında gezdiriyor sonra baş parmağını kendine yaklaştırıp inceliyor.

"Bu ne hal?" deyip benden bir cevap bekliyor. Görüyorum. Parmağındaki saçma ruj kalıntısını görüyorum. Tam bir rezillik. Hayal kırıklığına uğruyorum. Onun karşısında böyle aptal bir şekilde durduğum için kendimden utanıyorum.

Fakat bir türlü içinde olduğum şoktan çıkamıyorum. Az önce yaşadığım ayna faciası aklımın en baş köşesinde bana sırıtıp duruyor. Kötü bir şey mi olacak? Tereddütle etrafıma bakınıyorum. O mu geldi? Burada mı?

Beni kendime getiren şey Hakan'ın kollarımdan sarsması oluyor. "Sana diyorum! Birini mi gördün? Biri bir şey mi yaptı? Konuşsana!" Bağırıyor. Sokakta bir uğraş içinde olanlar bile dönüp bize bakıyor ama bir tek ben içinde bulunduğum korkunç durumdan çıkamıyorum.

Gözyaşlarım geç kalmıyor. Pıt... pıt... iniyorlar yanağımdan aşağı doğru. Hakan'ın sabrını taşırıyorum, gözbebeklerinin nasıl büyüdüğüne şahitlik ediyorum. Kocaman elleriyle beni kendine çekiyor. Başımı okşuyor nazikçe ve fısıldıyor kulağıma: "Bak buradayım, yanındayım güzelim, ben yanındayım Azey'im kendine gel."

İşte bu cümle bana bir ilaçtan, bir sıcak yuvadan daha iyi gelmişti. Gözlerimi kapatıp Hakan'ı derinlerimde hissediyorum. Sol omzundan burnuma gelen Hakan'ın kendine has, sert kokusu beni kendime getiriyor. Son gözyaşlarımda düşünce yanaklarıma, girdiğim şoktan sevdiğim adamın kollarında çıkıyorum.

"Hakan." diyorum kısık bir ses tonuyla.

Beni kendinden ayırıp soğuk avuç içleriyle yanaklarımı sarmalıyor. Gözleri kırmızı bir hale bürünmüş, boynundaki ince damarlar kasılıp kasılıp duruyor.

"Söyle Azelya." Sabırsızlıkla ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyor ama ne yazık ki aynada kendime bile itiraf edemeyeceğim gerçekleri söyleyemiyorum.

Bedenim Hakan'ın kollarına yığılmadan önce bize yanaşan tok bir ayak sesi duyuyorum. Gerisi boşluk, gerisi zifiri karanlık, gerisi dipsiz bir kuyu...

Sıcacık hissediyorum. Sanki tam yazın ortasında bir güneşin altında oturmuş kavur kavur yanıyorum. Burnuma bu sefer dolan Hakan'ın kokusu değil, kitabevinin ağırlıkla bastıran şeftali kokusu. Kapalı olan gözlerimi yavaşça açıyorum. Gördüğüm ilk kişi Derdüş abla. Ellerimi ovalıyor, bir yandan da saçlarımı okşuyordu. Üzerime Hakan'ın ceketi örtülmüştü, meğersem o yüzden sıcacık hissediyordum.

Gözbebeklerim titrerken etrafta deli gibi dönüp dolaşan Hakan'ı görüyorum. Yüzündeki perişanlık ifadesi beni bir miktar üzüyor. Tedirginlik gözlerinden okunuyor ve karşıdan onu pür dikkat izleyen bir adam, duvara yaslanmış adeta rahatlığı temsil ediyor. Gözlerimi biraz daha büyüttüğümde sivri çenesini ve çıkık elmacık kemiklerini gördüm.

Baran Bozkurt... Tam bir rahatlık abidesi. Yüzünde endişeye dair ufacık bir kalıntıya rastlamadım. Sadece Hakan'ın bu delirmiş hallerine üzülüyormuş gibi bir durum sezmiştim. İki kolunu birbirine bağlamış öylece duruyordu.

Hakan ortada dönerken kendi kendine söyleniyor, kimseyi umursamıyordu. "Delireceğim ulan! Ferhat şerefsizini mi gördü acaba?" demişti ama bunu ben dahil herkes duymuştu.

Tam olarak öyle değil. Kanlı canlı görmemiştim. İnsan uyumadan kabus görebilir miydi? Sanırım evet. Benim gördüklerimi başka şekilde açıklayamazdım. Evet, evet. Bu bir kabustu. Kötü, korkunç, vahşi bir kabus.

O aynada sadece Ferhat'ın iğrenç yüzünü görmemiştim. Kendimi gördüm. Nasıl... hayır. Bunu sanırım anlatamayacağım.

Baran kafasını bir anda benim olduğum tarafa çevirip gözlerimin açık olduğunu gördü.

"Uyanmış." dedi sakin bir ses tonuyla.

Hakan olduğu yerden bir hışımla yanıma geldi. Duvarın dibindeki koltukta uzanmış bir durumdaydım. Başım çok ağrıyordu. Sanırım bayılmıştım, Hakan'ın o kuvvetli kollarına.

"Azelya!" derken sol elimi tutmuştu. Çok ciddiydi. Kaşları çatıktı. Bu saçma gerginliğimi merak ediyordu.

Yalan söylemeyecektim. Uyuklarken kabus gördüğümü ve uyandığıma rağmen etkisinden çıkamadığımı söyleyecektim.

"Sanırım bir kabus gördüm. Etkisinden bir türlü çıkamadım." Hakan bir süre sustu. Sonra dudaklarında belli belirsiz bir kıpırdama oldu.

Kaşlarını oynatıp dudaklarımı işaret etti. "Neden bu haldesin anlaşıldı." Sanırım dağılan berbat rujumdan bahsediyordu. Haklıydı. Kim bilir nasıl vahim bir haldeydim.

İstemedende olsa kıkırdadım. Hakan baş parmağını dudaklarıma yaklaştırıp bulaşan yerleri silmeye çalıştı.

"Öldüreceksin bir gün beni! Aklımı kaybettim Azelya aklımı." Bir yandan söyleniyor bir yandan dudaklarımı siliyordu.

Onu sadece izledim. Kaşının çatılması. Bıyıklarının konuşurken titremesi. Hareket ederken kulaklarının oynayışı. Bana bakarken kırışan alnı.

Geri çekildiğinde gözleri köşede sessizce bekleyen adama takıldı. Sakince ayağa kalkarken onun neden burada olduğunu tahmin etmeye çalıştım. Bayıldığım vakit duyduğum adım sesleri Baran'a mı aitti? Peki burada olmasının sebebi neydi?

"Derdüş senin alt kat müsait mi?"

Derdüş abla olumlu bir şekilde başını salladı.

"İyi. Bizim konuşacaklarımız var." Kaşlarıyla beni gösterip o gelene kadar bana iyi bakmasını istedi.

Önce Hakan ardından Baran alt kata inip gözden kayboldular. Telaşla koltuktan doğruldum.

"Bu manyaklar aşağıda dövüşmesinler?" Ani kalkışımla başıma derin bir ağrı saplanmıştı. Bir iğne sanki başıma sokulup çıkarılıyordu.

Derdüş eliyle ağzını kapatıp güldü. "O nasıl şaka Azelya? Koca adamlar niye dövüşsün?" deyip gülmeye devam etti. Tabi koca adamlar. Şaka yaptığımı mı sanıyordu Allah aşkına? Bilakis doğruları söylüyordum.

Üzerimdeki ceketi kenara koyup ayaklandım. "Sen ne sandın? Bu koca adamlar kendilerini hala küçücük iki çocuk zannediyor." Dengesizce alt kata inen merdivenlere yaklaştım.

"Azelya dur!" deyip arkamdan koşan Derdüş kolumdan yakalayıp bana kısık gözlerle baktı. "Dövüşmeyecekler."

Tam o anda kulağıma ikisinin kısık sakin sesleri değindi. Kolumu Melek abladan kurtarıp duvarın dibine sindim, kulaklarımı aşağıdakilerinin seslerine kabartırken zerre utanmadım.

"Azelya yapma." Melek ablanın yine o dürüst ve adaletli yanı tutmuştu. Onları dinlemek gibi bir amacı yoktu, o böyle şeyleri ayıplardı.

"Aşk olsun Azelya!"

Kaşlarımı çattım. "Tamam sen dinleme, ben dinleyeceğim."

Gözlerini devirip yanımdan ayrıldı. Bazen beni delirtiyordu, ne olmuş sanki birazcık dinlesem? Kötü mü olur yani?

"Ferhat seni buldu mu?" Hakan'ın umursamaz ve soğuk olan ses tonunu buradan bile hissedebiliyordum.

Sanırım o gün ki kavgadan sonra o adinin Baran'ı huzursuz edeceğini düşünüyordu. Bir kaç gündür hep diken üstündeymiş gibi etrafta dönüp dolaşıyordu.

Baran'ın zor duyduğum sesi, "hayır." dedi. Kısa ve öz.

"Karışma bu işe. Bir daha sakın bulaşma." Hakan yine ve yine konuşmuştu.

Kısa sahici bir kahkaha çarptı kulağıma. "Ne o başıma bir iş gelir diye endişeleniyor musun?" diyen Baran'dı. Sesinde muhteşem neşeli bir ton vardı.

"İstersen cehennemin dibinde yan. Sadece benim meselelerime karışma." Öfkeli sesi aşırı sahteydi. Öfkeli falan değildi aksine Baran'ın o gece çıkagelmesi Hakan'ın anılarını okşamıştı. Mutlu olduğunu yürekten hissetmiştim.

"Çocuk gibi zırlayacak mısın? Senin için mi yaptım sanıyorsun? Mahallemize şerefsiz herifler girecek ben öyle oturup seyredeceğim öyle mi? İstersen kanının içinde boğul Hakan Yılmaz umrumda değilsin!" Ne kadar da gaddarca konuşmuştu. Vicdansız. Yüreğim sızlamıştı. Ne demek kanının içinde boğul?

Sessizlik. Sanırım bu Hakan'ın beklemediği yıkım cümlelerdi. Baran hala Hakan için koca yürekli bir abi, vefalı bir dosttu. Düşman değil, hain değil. Neydi aranızı bozan? Neydi sizi bu denli vahşice konuşturan? Neydi...

Bir tıkırtı ve adım sesleri. Aniden geri çekildim. Yerimden kalkıp diğer tarafa koşacakken Hakan'ın duygulu sesi beni olduğum yere adeta çivilemişti.

"Nazlı abla nasıl?"

Nazlı abla. Şimdi mahalleden herhangi birini çevir sana anlatır Nazlı ablayı. Nazlı abla Baran'ın ilk aşkı, son aşkı. Nasıl da severlerdi birbirlerini... uzun dümdüz kahverengi saçları, güzel beyaz teni, derin ve anlamlı bakan koyu yeşil gözleri. Canan ablanın en has arkadaşıydı. Ben burada yokken bir kaza olmuştu. Feci bir kaza. Hera bizzat telefondan anlatmış, annem hatta bensiz Ankara'ya gelip Nazlı ablayı görmeye gelmişti. Cam silerken beşinci kattan düşmüştü Nazlı abla. Öldü demişler. Yaşamaz bu kız demişler. Baran da ölür demiş mahalleli, Baran da yaşamaz.

Evet şuana kadar ben dahil herkes öldü biliyordu Nazlı ablayı. Kala kaldım duvarın dibinde. Baran'ın cevap vermesini bekledim, bekledim...

"Sen nereden biliyor-" lafını keskin bir bıçak gibi kesti. "Sen nasıl herşeyi biliyorsan ben de öyle biliyorum." dedi Hakan kararlı bir sesle.

Uzun süre konuşmadı. Başımı hafiften duvarın dibinden çıkardığımda merdivenlere bir adım attığını gördüm. Hemen geri çekildim.

"Ölü bir insan nasılsa, Nazlı'da öyle." dedi duygusuzca. Bir türlü anlayamamıştım nasıl yani şimdi Nazlı abla yaşıyor muydu?

                                    ****

Baran her gece bu iğrenç kokuyu tadıyordu. Ölüm kokusu. Hasta kokusu. Buraya her geldiğinde can çekişir gibi bir hale bürünüyordu. Sanki canından can gidiyor ama elinden bir çare gelmiyordu. Hastanelerden hiç hoşlanmazdı.

457 numaralı odayı gözüne kestirdiği sırada kapıyı sonuna kadar açtı ardından geri kapattı. Kulağını tırmalayan ses Nazlı'ya bağlı olan makinaların sesiydi. Nazlı. Ölü Nazlı. Bitkisel hayattaki Nazlı. Makinalara bağlı yaşayan Nazlı.

Ne acı. Ne hüsran. Ne dram ama değil mi? Değil. Baran için değil. Makinaya bağlı olsada. Yıllardır konuşmasada. Bir ölü gibi öylece yatsada Baran için değildi. Ona dokunması, öpmesi, saatlerce izlemesi bile yeterdi.

Yavaşça yatağa yaklaşıp Nazlı'nın başına eğildi. Küçük bir öpücük bıraktı alnına.

Nazlı'nın bu durumundan hiç kimse haberdar değildi. Sadece Baran biliyordu ve onu bir gün gece vakti hastaneye kadar takip eden Hakan. Geceleri nerede kaldığını merak etmiş, onu buralara kadar takip etmişti. Karşılaştığı manzara onu şaşırtmış fazlaca üzmüştü. Baran'ı o şekilde çaresiz görmek Hakan'ı kötü etkilemişti.

Derin derin baktı sevdiği kadına. İçi burkuldu ama koyvermedi hemen, her zaman yaptığı gibi sandalyesine oturup bugün ne yaşadıysa hepsini anlatmaya başladı.

"Gerizekalı çocuk karışma dedi. Hala pis bir inatçı biliyor musun?" cevap beklercesine uzun süre sessiz kaldı Baran. Cevap gelmeyince devam etti. "Sonunda ölüm bile olsa Hakan'ı korumaya devam edeceğim Nazlı. Hakan'ı biliyorsun delidir ama altın gibi kalbi vardır."

Sandalyenin koluna yaslanırken sol gözünden gelen yaşı hissedince hemen arkasını döndü. Hayatta sevmezdi böyle aptal duygusallıkları. Sanki Nazlı görecekmiş gibi sakladı akan gözyaşını. Halbuki kendiside çok iyi biliyordu; Nazlı istesede göremezdi.

Geceye gözlerini kapatırken bu kokuşmuş hastane odasında uyuyacağı vakit hiç bir zaman eksik etmediği kelimeleri fısıldadı.

"Seni seviyorum Nazlı'm..."

~arkadaşlar sizin en en çok sevdiğiniz okurken zevk aldığınız favori bölüm hangisiydi hepini buraya yazın merak ettim 👅☺️

~tamam tamam Azelya'yı sevdiğini sanıyordunuz değil mi? Ahahaha deli misiniz Baran Hakan'ın konuşmasada can dostu bunu ona asla yaptırmam ehehehehe

~Baran Ferhat'a ne yapacaktır sizce?

Continuă lectura

O să-ți placă și

SAKA VE SANRI De Maral Atmaca

Ficțiune generală

19.7M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
3.6M 223K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
GÖLGESİZ De Ssibellasibell

Ficțiune generală

821K 46.9K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
123K 19.9K 43
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓