cipa | larry ✓

De winterflowerkth

188K 17.2K 30.8K

"o giderse ölürüm baba! onu götürme..." hıçkırıklarının arasında babasının önünde çökerek yalvardı. bu hali k... Mai multe

red lips
i'm a man
anything could happen
battlefield
too close
counting stars
breakaway
so cold
never been hurt
blood on my name
eyes on fire
let her go
give me love
madhouse
don't let me go
glory and gore
king and the lionheart
make everything louder
lego house
explosions
burning desire
buzzcut season
everybody wants the rule
another love
yellow flicker beat
stop crying your heart out
recovery
love death birth
centuries
your love
beating heart
harry
without a world
the monster
west coast
haunted
seven nation army
tennis court
wait for a minute
love me like you do
wrong
holy ground
story of my life
i put a spell on you
you and i
bad things
here comes the rain again
something's gotta give
misty mountain
ordinary world
kiss me slowly
final
özel bölüm

bloodstream

3.9K 362 577
De winterflowerkth

"Beauty And The Beast hikayesini biliyor musun sevgili Louis?"

Uzun masada karşılıklı oturmamız; aramızdaki mesafe her ne kadar uzak olsa da masanın ortasındaki büyük şamdandan, ışığın yeşil gözlerini büyüleyici bir asaletle aydınlatmasını görmemi sağlıyordu. Yüzünde en ufak bir tebessüm bile yokken masanın üstüne dayadığı dirseklerinden destek alarak ellerini birbirine bağladı. İçinde olduğumuz yemek odası yeterince tüyler ürpertici değilmiş gibi bana olan bakışları rahatlamama engel oluyordu. Hala gözleri merakla beni izlerken oturduğum geniş kadife sandalyede kıpırdandım.

"O hikayeyi herkes bilir." dedim gözlerimi ondan kaçırarak.

Başımı önümdeki tabağa indirirken sandalyesinin itilme sesini duymuştum. Adımları benim yanıma gelince durdu ve elini yanağımda hafifçe gezdirdi. Sağ tarafımda yanan şöminenin ısıttığı yanağım onun soğuk teninin temasıyla ürpermşti. Ona bakmamı sağlayabildiğinde yukarı doğru kıvrılmış dudaklarıyla karşılaştım.

"Sence de biz o hikayenin baş kahramanları gibi değil miyiz?"

Eli hala yanağımdayken başımı eğip ondan ve bakışlarından kaçamıyordum. Sadece gözlerimi birkaç kez hızla kırpıştırdım ve benden bir cevap beklememesini umut ettim.

"Sen güzel olansın." diye devam etti baş parmağını çeneme doğru indirirken.

Masaya yasladığı kalçalarını doğrulttu ve duruşunu düzeltti. Sandalyemin başından tutarak geriye çektiğinde kalkmam için elini uzatmıştı. Kalkmama yardım ettikten sonra elimi hala bırakmamış ve şöminenin önünde durmamızı sağlamıştı.

"Ve bende canavar olan."

Boğuk sesi odadaki şömineden çıkan çıtırtılara eşlik ederken parmaklarını bluzumun yakasında gezdiriyordu.

"Benden korkuyor musun Louis?" dedi başını hafif sağa eğerken.

Kesinlikle ondan ölümüne korkuyorum. Ve o da bunu biliyor. O karşımda beni izlerken, bana soru sorarken boğazımın kuruduğunu ve kalbimin ritminin hızlandığını biliyorum. Kesinlikle ondan korktuğum için bu reaksiyonu gösteriyorum.

"Evet." dedim açıkça.

Tişörtümün yakasından çekerek omzumu açtığında gözleri bir süre orada oyalandı. Bu kez yüzüne hüzünlü bir gülümseme yerleştirerek bakışlarını bana çevirdi.

"Herkes gibi." diye mırıldandı sessizce. Ancak bu oda zaten o kadar sessiz ve hayatı durdurmuş gibiydi ki onun her mırıldanışı, her solunumunu duyuyordum.

"İnsanlara senden korkmaları için sebep veriyorsun Harry."

En az onunki kadar kısık söylemiştim. Kendisini tehdit altında hissetmesini istemiyordum. O zaman yeni bir kalkan oluşturup kendini savunmaya geçebilir.

"Sana bunu yapmak istemedim." dedi yeniden omzuma bakarken.

Oraya dikiş atan hemşirenin bana bunun nedenini sorduğunda ki telaşımı hatırladım. Harry'nin beni bıçakladığını söylememiş, kırık aynanın üstüne düştüğüm yalanını uydurmuştum. Omzumda yarım saat cam parçası aramış ancak bulamayıp bana meraklı bakışlar yollayarak oraya dikiş atmıştı.

Harry'nin parmakları bu kez yaranın üstünde duran yapışkan sargı bantında dolaştı ve hiç beklemeden onu oradan çıkarttı. Gözlerini benimkilerden ayırmadan yavaşça eğildi. Nefes alışlarım hızlanırken dudakları omzuma değimişti.

"Her zaman bir pislik gibi davrandım." dedi dudakları hala hafifçe tenime değerken.

Gözlerini sıkıca kapattı ve yüzünü boynuma gömdü. Belimi tutan elleri beni kendine daha çok bastırıyordu ve benim için fazla gelecek bir güçte sarılıyordu. Bunun farkında olduğundan bile emin değildim.

"Bir pislik gibi davranmak istedim. Çünkü her şey... O kadar..."

Sesi dişlerini sıktığını belli edercesine boğuk çıkmıştı. Yüzünü kaldırıp yeniden bana çevirdiğinde sadece iki saniye yeşilin en güzel tonundaki gözlerini görebilmiştim. Sonrasında elini hafifçe göz kapaklarıma yaklaştırıp gözlerimi kapatmamı sağladı.

"O kadar nefret dolu ki. Bu beni öldürüyor. Her şey, herkes nefret dolu... Ve tüm bu bencil doğa bana bunu yaptıktan sonra hayatım sıradanmış gibi yaşamaya devam etmemi istiyor."

Gözlerimi kapattığı için onun gözyaşlarını göremiyordum ancak konuşurken ağladığını hissedebiliyordum.

"Ne demek istediğimi anlıyor musun Louis?"

Onun ne yaşadığını sadece tahmin edebiliyordum. Ancak söylediklerinin çoğunu anlamıyordum. O tanıdığım en karışık ve tuhaf insan.

Gözlerimi yavaşça araladım ve başımı sağa sola salladım. Kaşları çatıktı ancak sinirli durmuyordu. Bakışlarının ardındaki hüznü görebiliyordum.

"Acı çekemiyorum. Ama acı çekiyorum Louis. Anlamak zorundasın. Affetmek zorundasın. Ben ilaçlarımı kullanmamıştım ve... ve sanırım kullanmalıydım. Bunun gerekli olmadığını sanıyordum. Gerekliymiş Louis. Ben canını yaktığım için üzgünüm. Anladın mı?"

Kaşlarını kaldırarak bana merakla bakarken gözyaşlarının onu terk etmesini önemsemedi. Ben hala anlamsızca ona bakarken ellerini kollarıma doladı ve başını eğerek yüzlerimizin aynı hizaya gelmesini sağladı.

"Sorun ben miyim Harry? Sana acı çektirdiysem özür dilerim. Bunu isteyerek yapmadım."

Ağlamak üzere olmam sesimden gayet net anlaşılıyordu. Boğuk ve kısık. Sanki boğazımda bir yumruyla konuşmaya çalışıyormuşum gibi.

"Sorun sen değilsin Louis. Sorun... Her şey. Etrafına bak." dedi ve kollarımı bıraktı. Büyük salonun ortasına hızla koşarak kendi etrafında dönmeye başladığında açıkça telaşa düşmüştüm. Bu hali çok... aklını kaçırmış gibi görünmesine sebep oluyordu.

"Sorun burası! Sorun o adam! Sorun lanet hastalığım! Sorun tüm bu şeyler! Tüm bu içinde bulunduğum bok çukuru! Ve en kötüsü de ben bu çukurun içindeyken bana bakıp etrafımdan dolanarak yoluna devam eden insanlar!"

Gür sesi yüksek tavanda yankı yaparak kulaklarıma dolarken o bağırmayı bırakıp bana döndü. Elleri hala iki yanında açılmış salonun ortasında dikilirken bu kez kaşları kesinlikle öfkeyle çatılmıştı.

"Hiçbiri yardım etmiyor. Hiçbiri elini uzatıp çıkmama yardım etmiyor. Sadece gözlerime korkuyla bakıp yollarına devam ediyorlar. Onları da yanıma çekeceğim için korkuyorlar."

Şimdi bende ona korkuyla bakıyordum. Ona başka türlü bakabilen bir insan var mıdır ki? Hızla yaklaştı ve aramızda çok kısa bir mesafe kalınca durdu.

"Herkes yoluna devam etmek zorunda Harry. Herkesin bir hayatı olmak zorunda."

Başını sağa sola sallayarak bir adım geri gitti ve işaret parmağını bana doğrulttu.

"Hiçbir şey bilmiyorsun. Beni anlamıyorsun. Sende diğerleri gibisin. Ama hayır Louis. Senin de yanımdan geçip gitmene izin vermeyeceğim."

Sertçe yutkunup onun keskin hareketlerini izlemeye devam ederken az önce yemek yediğimiz uzun masaya yaklaştı ve tabağın yanındaki bıçağı eline alıp yeniden yanıma geldi. Korkuyla geri adımlar atarken yine bana zarar vereceği düşüncesiyle beynim durmuştu. Ne yapabileceğimi kestiremiyordum.

"İşte ben buyum Louis." dedi ve bıçağın keskin yerini avucunun içinde tutup elini sıkıca kapattı. Kan damlaları parmaklarının etrafından akıp yere düşerken onun ifadesiz yüzü hala beni izliyordu. Bu görüntü beni bile rahatsız ederken o bunu hissetmiyordu.

"Beni anlıyor musun Louis?"

Tanrı'ya yemin edebilirim ki onu hiçbir şekilde anlayamıyorum. Bana neden bunu gösterdiğini yada neden herkesten nefret ettiğini anlayamıyorum.

"Acı çekmek güzel bir şey değil. Eğer acı çekiyor olsaydın..."

"Ben zaten acı çekiyorum!" diye bağırdı elindeki bıçağı sinirle duvara fırlatırken. Bağırması beni deli gibi korkutuyordu. Adımlarım daha fazla gerilerken o sert bakışları ve hızlı soluklanmalarıyla bana doğru geliyordu.

"Neden? Bana anlat o halde." diye mırıldandım. Onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Olduğu yerde durdu gözlerini yanında durduğum şömineye çevirdi.

"Ruhum terk edilmiş gibi hissediyorum. Kocaman karanlık bir boşlukta tek başımaymışım gibi. Ben... ben çok şey hissediyorum Louis... Yalnız. Sevgisiz."

O hala gözlerinin takıldığı yeri izlemeye devam ederken ağır adımlarla ona ilerlemeye başladım. Sesindeki öfke yerini yeniden sükûnete bırakmıştı. Aramızdaki mesafe kısaldığında elimi yanağına uzatıp hafifçe tenine değdirdim.

"Öyleyse tüm bu çaba ne için?" dedi bakışlarımızı buluştururken. Dudaklarıma küçük bir gülümseme yerleştirip elimi yanağından indirdim. Şimdi yavaşça aşağı inen parmaklarım göğsünün üstündeydi.

"Bana dokunduğunda kalbim olduğu yerden çıkacakmış gibi hissediyorum."

Eli hala göğsünün üstündeki elimi kapattığında başını bana eğdi. Alınlarımızı birbirine değdirmeden önce saçlarının tenimi gıdıklamasına izin verdim.

"Bir kalbim olduğunu hissediyorum."

Yüzü o kadar yakınımdaydı ki onun her bir küçük ayrıntısını incelemeye farsatım vardı. Gözlerimi kapattım ve görüş alanımın sadece ona ait olmasını engelledim. Her bir nefesini verişinde serinliğini dudaklarımda hissetmek rahatsız ediciydi. Alnımdaki baskı kalkınca gözlerimi araladım.

"Gitmekte özgürsün sevgili Louis." dedi bir adım geri gidip kalbinin ritmini dinlediğim elimi havada bırakarak.

Şaşkınlıkla onun soğuk bakışlarını izliyordum.

"Ben yalnız olmak zorundayım. Seni incitmemden korkuyorsun. Ve bunu yapabilirim. Çünkü ben saplantılı bir hastayım Louis. Eğer kalırsan bir daha gitmene asla izin vermem. Eğer gidersen beni hiçbir zaman görmezsin. Kapatıldığım bu kasvetli yerden çıkmam ve burada tek başıma ölürüm. Hak ettiğim gibi bir ölüm."

Tereddütteydim. Gitmek istediğim aşikar. Ancak sözleri bana gitmemem için yalvarır gibiydi. Ondan her ne kadar korksam da, bana her ne kadar zarar vermiş olsa da onu bu yerde tek başına bırakıp delirmesine izin veremezdim.

"Bay Christopher bir süre sonra çıkmana izin verecektir Harry."

"Ben normal davranana kadar burada kalmak zorundayım. Tıpkı sekiz yaşımdan on üçüme kadar olduğu gibi."

Onun cidden bu koca köşkte beş yıl boyunca tek başına büyümesine izin vermiş olmazdı. Sadece küçük bir çocuktan bahsediyorduk.

"O zaman beni koruduğunu söylemişti. Her gün doktorlar ve psikiyatrlarla görüşüyordum. Ancak babam yada annemle değil. Hatta ablamla bile. Sana bundan bahsediyorum. O benim burada delirip kendimi kesmemi ve benden tamamen kurtulmayı istiyor. Anlıyorsun değil mi?"

Continuă lectura

O să-ți placă și

7.9K 1K 10
Yıldız'ın, Ay'a olan aşkı...
5.6K 649 7
sanki hala on altı'ymışız gibi' 20.11.19 20.02.20
206K 21.5K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
6.7K 703 16
45'lerın lolîtası, lülelenmiş kısa saçları, rüzgarda uçuşan palazzo paçaları, gözlerimin ihtirası, kalbimin dikiş izleri lolîta, güzel lolîta. 𝑣𝑚𝑖...