"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞

By rabiaabalta

34.4K 2.5K 2.4K

# WattpadFantasyTR Okuma Listesinde /'Sylvia, kasabaya ilk inişinde tanıştığı kişinin bir kara büyücü olacağı... More

1. Gizem(Kasaba)
2. Gizem(Grimlocks)
3. Gizem(Koruma Kalkanı)
4. Gizem(Açılış Balosu)
5. Gizem(Zehir)
7. Gizem(Kuyu)
8. Gizem(Duyuru)
9. Gizem(Yasaklı Kütüphane)
10. Gizem(Büyü Tarihi)
11. Gizem(Lanetli Zindan)
12. Gizem(Hayaletin Yolu)
13. Gizem(Ejderhanın Kafesinde)
14. Gizem(Ceza Odası)
15. Gizem(Beni Bekleyen Ev)
16. Gizem(Davetsiz Misafir)
17. Gizem(Hazır Büyü Kitabı)
18. Gizem(Felaketin Habercisi)
19. Gizem(Kehanet)
20. Gizem(Aynadaki Yansıma)
21. Gizem(Vizyon Bağı)
22. Gizem(Erken Bir Veda)
23. Gizem(Derine İnen Kökler)
24. Gizem(Tuval)
25. Gizem(Sorgu)
26. Gizem(Şüphe)
27. Gizem(Kayıp Anılar)
28. Gizem(Kalitra'nın Kadehi)

6. Gizem(Ressam)

1.4K 125 185
By rabiaabalta

Sabah ayazının ferah havasını içime çektim. Aklımı henüz kaçırmamış olmamın tek nedeninin, sabahları bahçede kitap okumak olduğundan emindim. Bahçe bu saatlerde çok huzurlu ve sakin oluyordu. Söğüt ağacının dalları altına sığınmış bu bankta oturarak etrafı izlemeyi seviyordum. Ağaca bakmak üzere başımı kaldırdım. Dalın ucuna güçlükle tutunan bir yaprak, rüzgara karşı koyamayarak ağaca veda etti. Nazikçe toprağa konmasını izledim. Yere uzanıp yaprağı elime aldım.

Balo gününün üzerinden birkaç hafta geçmişti. Yaşadıklarım bir türlü aklımdan silinmiyordu. Kara büyü, zehir, kalkanı aşan yaratık. Kabuslarımda çeşitli şekillerde boy göstermek için nöbetleşiyorlardı. Judegard'ın verdiği iksir kabuslara engel olmuyordu. Ama eskisi gibi nefes nefese uyanmıyordum. Sanırım bu da bir gelişmeydi.

Hala amcamın eksikliğini hissediyordum. Tüm bu yaşadıklarıma mantıklı yorumlarda bulunarak beni rahatlatmasına o kadar ihtiyacım vardı ki. Beni buradan alıp eve geri götürse, sanki hepsi düzelecekti. Tüm bunlar yaşanmamış gibi olacaktı. Sabah kalkıp perdemi aralayacak, fırının bacasından çıkan dumanların gökyüzüne ulaşmasını izleyecektim. Burnuma gelen taze ekmek kokusu beni alt kata sürükleyecekti. Amcamla huzurlu ve olaysız yaşantımıza dönecektim.

Elimdeki yaprağa baktım. Benden bu kadar kolay kurtulamazdı. Belki bir rüzgarla ayrılmıştık ama beni öylece terk edemezdi. Ondan başka kimsem yoktu. Her şey tekrardan eski haline dönecekti. Buna tüm kalbimle inanıyordum. Derin bir nefes aldım.

"Hey, sen!"

Bahçe bomboştu. Sesin kimden geldiğini anlamak için önüme dönerek etrafa bakındım. Kapıdan bana doğru gelmekte olan iri cüsseli çocuğu ve yanındaki üç kişiyi o sırada fark ettim.

"Orası benim yerim," dedi. Elleri cebinde bana doğru yaklaştı. Gözlerimi kısarak onu süzdüm.

"Öyle mi?" dedim etrafa bakınarak. "Öyleyse neden burada ben oturuyorum da sen ayaktasın?" Bir gün düşünmeden ettiğim laflar yüzünden dayak yiyecektim. "Sağdaki bank boş," diyerek onları hiç takmadığımı belli ettim. En azından belli etmeye çalıştım.

"Belli ki beni tanımıyorsun," dedi rahatsız edici bir şekilde gülerek. "Kalksan iyi olur yoksa-"

"Yoksa ne olur Nate?" Sesin geldiği yöne baktığımda, Calvin'in okul kapısının pervazına yaslanmış ve kollarını kavuşturmuş bir şekilde çocuğa baktığını gördüm. "Okula ilk geldiğim zaman da aynı tehditleri kullanıyordun. Ne zaman uygulamaya geçeceksin?" dedi bize doğru yürürken.

Ağır adımlarla yanımıza geldi. Bana doğru bakması gözlerimi kaçırmama neden oldu. Çocuk alaylı bir şekilde güldü.

"İşte adamımız da gelmiş!" dedi arkadaşlarına dönerek. "Ne oldu? Wannel'ın adamı oldun diye kendini bir şey mi sanmaya başladın?" Eliyle Calvin'in sarı düz saçlarını karıştırdı. "Benim için hala 1. derecedeki o küçük ezik çocuksun."

Calvin bu hareketine tepki vermedi. Soğukkanlılığını bozmadan konuşmaya devam etti.

"O küçük ezik çocuk artık büyüdü." Dağılmış saçlarının arasından bir elini geçirerek daha toplu görünmesini sağladı. "Söylesene sen ne zaman büyüyeceksin?"

Nate'in çenesi kasıldı ve öfkeli bir şekilde sırıttı. Başıyla arkadaşlarına okulu işaret etti. "Gidelim." Okula doğru yürümeye devam ederken arkasına dönüp bağırdı. "Bu iş burada bitmedi Calvin."

Calvin'e kafa tutmaması beni şaşırtmamıştı. Grimlocks'ta insanlar Knight'ın çetesine bulaşmaya pek cesaret edemezdi. Buralarda oldukça kötü bir şöhreti vardı. Birine kafayı taktı mı, peşini hiç bırakmıyormuş. Okuldan ayrılana kadar. En azından Chesco ve Lovena'dan öğrendiğim buydu. Ve ben daha okula ilk geldiğim gün, Knight'a kafa tutma hatasını yapmıştım.

Calvin Knight'ın sağ kolu gibiydi. Hiç ayrıldıklarını görmemiştim. Knight'ın çetesindeki diğer çocuklara kıyasla hep öne çıkıyordu. Çoğundan daha gözü kara ve sadıktı. Knight gibi önüne gelene bulaşan bir tip değildi ve çoğu mevzuya karışmazdı. Balo salonunda olanlardan sonra bir daha hiç konuşmamıştık. Bu yüzden bu ani hareketi beni şaşırtmıştı. Açıkçası Knight gibi onun da benden hazzetmediğini düşünüyordum.

Bir süre çocuğun arkasından baktı. Çocuklar binaya girdikten sonra bana döndü. Gözlerini üzerimden çekmeden yanıma oturdu. Başımı öbür tarafa çevirdim. Kendimi biraz gergin hissetmeme neden oluyordu. Balo salonunda olduğu gibi bana uzun uzun bakıyordu. Sanki beni tanıyormuş gibi.

"Problemli biridir. Bulaşmanı tavsiye etmem," dedi bir süre sonra. "Niye bir bank için kavga ediyorsun?"

İstemsizce bir kahkaha patlattım. Sonra başımı çevirip bakışlarına karşılık verdim. Alaycı bir gülümseme takındım.

"Bir bank için üstüme yürüyen o. Sırf çocuğun teki istedi diye kalkacak değilim."

Dediklerimi ölçüp tartarcasına bir süre konuşmadı. Nihayet konuşmaya başladığında bakışları bende değildi.

"Balo günü hayatımı kurtardın. Teşekkürler."

Balo günü. Balo günü kimsenin hayatını kurtarmaya niyetli değildim. Her şey çok hızlı gelişmişti. Ne olduğunu anlamadan kendimi yaratığa doğru ilerlerken bulmuştum. O anın görüntülerinin bir kez daha gözümün önüne gelmesiyle irkildim. Sanırım Calvin'i kurtarmıştım. Evet. Ama bir kahraman gibi hissetmiyordum. Daha çok bir sahtekâr. Düzenbaz. Yapmadığım bir şeyin ödülünü alır gibiydim.

"Önemli değil."

"Önemli değil mi?" dedi gülerek. "Her gün birinin hayatını kurtarmıyorsundur herhalde."

"Planlarım arasında olmadığı kesin."

"O gün... sana karşı çok kabaydım. Kusura bakma."

"Öyle mi? Unutmuşum," dedim.

Yalandı. Uğraşmaya bile değmeyecek olduğumu söylediğini çok net hatırlıyordum.

"Söylediklerimde ciddi değildim," dedi. Hafifçe gülümserken mavi gözlerindeki ılımlı bakış bana samimi olduğunu hissettirdi. İnsanları etkilemeyi bilen birine benziyordu. Ama ben insanlara çabuk aldanan biri değildim.

"Bir şey söylemeseydim mevzu uzayacaktı. Knight kolay vazgeçen biri sayılmaz," dedi. "Öte yandan sende de bir Kleefleigh inadı var."

"Ailemi tanıyor musun?" dedim.

"Ailelerimiz yakındı. Babanla tanışmıştım."

Bir anlığına irkildiğimi hissettim. Babamdan bahsedildiğini duymak beni hep geriyordu. Ama özellikle burada, ilk defa tanıştığım insanların ondan bahsetmesi çok can sıkıcıydı. Bana sürekli onun hatırlatılmasını sevmiyordum.

"Onunla yaşamıyorsun. Değil mi?" dedi.

Bir süre cevap vermemem huzursuzca gözlerini önüne dikmesine neden oldu. Yanlış bir şey söylediğini düşünmüş gibi bir hali vardı.

"Annem öldükten kısa süre sonra beni amcamın yanına gönderdi," dedim. "Annemin ölümü onu çok üzdü. Onu hatırlatan hiçbir şeye tahammülü yoktu. Bana bile."

"Anladım," dedi.

Ona bu kadar detay verdiğim için birden pişman oldum. Garip bir ortam oluşmuştu. Sorumlusu elbette bendim. Daha fazla buna tahammül edemeyeceğimi anlayınca, banktan kalktım. Oturmaktan bacaklarım uyuşmuştu.

"Ben artık gideyim," dedim. Calvin'e gülümsedim. Dikkat çekici gülümsemesi tekrardan yüzünde belirdi.

Okula doğru yürürken, baloda Knight'ın Calvin'e söylediklerini düşündüm. Calvin demek ailemi tanıyordu. Tabii sahip olduğum şeye 'aile' denebilirse. Annemin ölmüş olması bir yana, ailem darmadağınıktı. Hayır, gerçekten.

Amcamdan başka kimsemin olmadığını söylerken, mübalağa yapmıyordum. Akrabalarımdan kimseyi tanımıyordum. Ben henüz doğmamışken amcam ve babam ailelerinden uzaklaşma kararı almışlardı. Sebebini bana hiç söylememişlerdi. Kleefleigh soyundan gelen kimseyi tanımıyordum. Bunun eksikliğini tüm hayatım boyunca hissetmiştim.

Arkadaşlarımla derslerden önce sınıfların katında buluşmak üzere anlaşmıştık. Kâğıt görünmezleştirme ödevimden bahsettiğimde, Chesco yardım etmek için gönüllü olmuştu. Saat 8'de toplanmaya karar vermiştik. Öncesinde biraz bahçede kitap okumanın rahatlamama yardımcı olacağını düşünmüştüm. Evet. Ne ironik.

Lovena ve Chesco, ben gittiğimde çoktan sınıfların karmakarışık koridorundaki bir masaya oturmuşlardı. Rena ve Raven ortalıkta yoktu. Belki sabahın bir vakti cisim büyüleri ödevini yapmak için toplanmak, onlara pek cazip gelmemişti. Chesco araç gereçleri masaya döküp itinayla çalışmaya başladı. Ben de elbette ödev benim ödevim olmasına rağmen, kenara çekildim ve işi ustasına bıraktım.

Yorgunluktan üstüne yığıldığım masadan başımı kaldırdığımda, saçımın yüzüme yapışan tutamını elimle ittim. Masadaki iksir şişeleriyle uğraşan Chesco'nun pür dikkatle sıvıları incelemesini izledim. Sonra Chesco'nun hemen yanında oturan Lovena'ya baktım. Burayla tamamen alakasızdı ve elindeki telefonuyla uğraşıyordu. Gerinerek sandalyeme yerleştim.

Masada duran kahverengiye boyanmakta olan kağıdı bir köşesinden tutarak kaldırdım. "Bunun işe yarayacağından emin misiniz?"

Chesco ağzından bir nefes verdi. "Sylvia. 4 yılımı babamın laboratuvarında iksirler hazırlayarak geçirdim. Tecrübeme güvenmiyor musun?"

"Tecrübene laf yok sadece... görünmez olmayı bırak, kahverengiye döndü."

"Önce kahverengiye dönmesi gerekiyor zaten."

"İşte bunu bilmiyordum. Ama beni suçlayamazsınız. Bu saçma bir büyü."

Yanımdaki sandalyeye bir çanta fırlatıldığını fark etmemle başımı sol tarafıma çevirdim. Raven çantasının hemen ardından kendini sandalyeye attı.

"Selam millet! Napıyorsunuz bakalım."

"İlgine hayran kaldık ama yarım saat önce burada olman gerekiyordu," dedi Lovena.

"8.30 dediğinizi sanmıştım," dedi ve üstünde bir saat olmayan koluna baktı.

Lovena ellerini iki yanına açtı. "Neden derslerin başladığı saatte burada olmanı isteyelim ki?"

Raven omuz silkti. Lovena'nın masaya koyduğu goblin çikolatalı kurabiyelerden birini ağzına attı. Tekrar masadaki kağıda baktım. Altın rengine dönmeye başlayan köşelerinin hafiften şeffaflaştığını fark ettiğimde, rahat bir nefes aldım. Gerçekten işe yarayacağına dair umudumu yitirmeye başlamıştım.

O sırada duvardaki analog saatin gözüme çarpmasıyla, ayağa fırlamam bir oldu. Derslerin başlamasına çok az kalmıştı.

"Rena gelmedi ve ben o sınıfa tek başıma gitmiyorum."

Lovena ve Chesco da aynı anda ayağa fırladılar.

"Ben aslında kütüphaneye gidecektim," dedi Chesco ve sol tarafa yöneldi.

"Ben de Judegard'ın yanına uğrayacaktım," dedi ve aksi yöne doğru hızla uzaklaştı Lovena. Çok gitmeden geri döndü ve "Judegard'ın odası bu tarafta," diye söylenerek sol tarafa doğru gözden uzaklaştı.

Raven ağzına bir kurabiye daha attı. Etrafına bakındı ve herkesin gitmiş olduğunu fark etti. Sonra benimle göz göze geldi ve sıkıntılı bir ses çıkardı. "Zorunlu muyum?"

Başımı başının hizasına getirdim.

"Aslını istersen, evet."

Omuzlarını düşürmüş bir şekilde ayağa kalkıp çantasını omzuna attığında, zaferle gülümsedim. Birkaç hafta önce baloda olanlardan sonra, Knight ile tek başıma karşılaşmak istemiyordum. Bunu her dile getirdiğimde tabanları yağlıyorlardı. Raven ise her seferinde geride kalıyordu. Bunun ailesine yıllar önce yapılmış bir onun deyimiyle 'şanssızlık lanetine' bağlı olduğunu iddia etse de ben öyle düşünmüyordum. Sonuçta şanssızlıkta mastır yapmış biriydim.

Koridor boyunca en az yirmi kişiye selam vermesi şaşırtıcı bir durum değildi. Raven okulda oldukça popülerdi. Oysa köklü bir büyücü ailesinden gelmiyordu. Herhangi bir çetenin üyesi değildi. Büyü konusunda fazla başarılı olduğu da... söylenemezdi. Ama okuldaki herkes onu severdi.

Sınıfın önüne geldiğimizde, minnettarlığımı gösterircesine ellerimi birbirine kenetledim. "Teşekkürler. Şimdi sınıfına gidebilirsin."

Etrafımızdaki herkesin dönüp bize bakmasını sağlayacak bir kahkaha attı. "Gerçekten derse gideceğimi mi düşündün? Çok tatlısın. Kafeteryaya ineceğim ve Spherudy'nin gülen kreplerinden bir tabak dolusunu mideme indirmeden geri dönmem."

Sonra koridor boyunca ilerleyerek, kalabalığın arasında gözden kayboldu. Ne zaman bu rahatlık seviyesine ulaşacaktım?

Sınıfa girdim. Sırama oturduğumda, arkama dönüp Parker ve Daniel'a selam verdim. Daniel kitabından gözlerini ayırmadan konuşmaya başladı.

"Sylvia, Parker'a ödevi unutan tek kişinin o olduğunu söyler misin? Çünkü bana inanmıyor."

"Sylvia asıl Daniel'a şunu söyle. Ödevlerini yapmış olsalardı sıralarının üstüne koyarlardı."

"Ödevin kağıt görünmezleştirme olduğunu... biliyorsun değil mi?" dedim.

Parker surat astı. Daniel ise sesli bir kahkaha attı.

"Sana anlatmaya çalışmıştım. Yüz ifadeni görmelisin. 1. derecedeyken ejderhanın seni kısık ateşte pişirdiği zaman gibi aynı."

"Ne?" diyerek gözlerimi büyüttüm. Parker'a baktım.

"Hiç de kısık değildi," diye yüzünü ekşitti Parker. "Başına gelmediği için bilemezsin." Sonra bana döndü.

"Ve Sylvia... Sakın bir daha gözlerini böyle büyütme. Yeni yıla uyanık girmek isteyen ama tüm gün ejderhasını eğitmekle uğraştığı için gözlerini zar zor açık tutan Haley teyzeme benziyorsun."

Cümlesini beynimin içinde 5 saniyede anca idrak ettikten sonra kesin bir şeye karar verdim. Parker kesinlikle 'Nasıl hayatımdaki saçma olayları benzetmelerimde kullanabilirim?' adlı bir kursa gitmişti.

'Sylvia, gece düzgün uyumayınca gülme. Bailey amcamın Cagers Hapishanesi'nden kaçıp onu şikâyet ettiği için Vincent amcama saldırmadan önceki haline benziyorsun.'

'Sylvia, elma yiyeceksen halka açık yerde yeme, Nadia teyzemin ölümsüzlük verdiğini sandığı elmayı yerkenki çıldırmış haline benziyorsun.'

Daniel ve Parker'la takılmak bana kendimi normal biri gibi hissettiriyordu. Bu çok sık olan bir şey değildi.

O sırada Bay Grount, elinde üstüne şurup dökülmüş bir tabak dolusu pankekle içeri girdi.

Bay Grount, 'Cisim Büyüleri' dersinin hocasıydı. Diğer hocalardan daha yaşlıydı. Yüzünde her daim bir gülümseme olurdu ve öğrencilerle arası oldukça iyiydi. Aslında derslerini seviyordum. Bana bile cisim büyülerinin o kadar sıkıcı olmadığını düşündürmeye başlamıştı. Öğrencileri tedirgin etmezdi, zor sorular sormazdı. Genellikle herkes tarafından sevilirdi.

Çatalının kenarıyla kestiği bir pankek parçasını ağzına atarken, sırasıyla masasına çağırdığı öğrencilerin ödevlerini kontrol etmeye devam etti. Sıra bana geldiğinde, çıkardığım işten memnun kalmış gibi görünüyordu.

"Bir leke bile yok," dedi şurup bulanmamış eliyle kağıdı evirip çevirirken. "Şahane," dedi hayretle. "Nerede eğitim görmüştün Sylvia?"

"Beni amcam eğitti, efendim," dedim. Tabii ki ona Chesco'nun hazırladığı iksir sayesinde kağıt görünmezleştirme ödevini yapabildiğimi söylemeyecektim. Kağıdı biraz daha inceledikten sonra gülümseyerek bana geri verdi. Derse kaldığımız yerden devam ettik.

Grimlocks'u her geçen gün daha fazla seviyordum. Eğlenceli bir yerdi, sürprizlerle doluydu. Burada mutluydum. Son zamanlarda zihnim biraz bulanıktı sadece. Yaşadıklarıma mantıklı bir açıklamada bulunamıyordum.

Bir yaratığın beni pençelediğini hissediyordum ve tekrar baktığımda bir iz bile yoktu.

Birinin beni zehirlemeye çalıştığını sanıyordum ve ertesi sabah zehrin kül ettiği bitki, hiçbir şey olmamış gibi komodinimde duruyor oluyordu.

Kontrolü kaybederek ömrümde duymadığım büyüler savuruyordum.

Kimseyi başımdan geçenlere ikna edemiyordum bile. Amcama yaratığın beni yakaladığını anlattığımda, bana 'kafayı yemiş olmalısın' der gibi bakmıştı. Belki de gerçekten hepsi hayal gücümün ürünüydü. Bu travmadan başka bir şey olmalıydı. Amcamın başıma gelen diğer olaylar için de yapacağı mantıklı yorumları duymak için sabırsızlanıyordum.

Ders bittiğinde sınıfı hızla terk edip Chesco ve Lovena'yı buldum.

"Nasıl geçti?" diye sordu Chesco.

"Harikaydı. Senin sayende," dedim gülerek.

Chesco'nun büyü becerileri oldukça etkileyiciydi. Duymadığı bir büyü olduğunu henüz hiç görmemiştim. Grubun beyniydi ve her zaman harika tavsiyelerde bulunurdu. Lovena da Chesco gibi 4. seviyeye yerleştirilmişti. Büyü çalışmalarıyla fazla ilgilenmiyormuş gibi görünmesine aldanmamak gerekiyordu. Dürüst olmak gerekirse, açılış töreninde ait olduğum seviyeyi öğrenememek beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Bir yanım hala kâğıt beni bir seviyeye yerleştirebilseydi şimdi nerede olurdum diye merak ediyordu. Bir yanım ise 1. seviyeye ait olduğumdan çok emindi.

Amcam beni hep cesaretlendirirdi. Büyü yapmada iyi olmamamın sebebinin kendime güvenmemem olduğunu söylerdi. Sadece bazı zamanlar, kendine engel olamayıp bana kızardı. Perdeyi yaktığımda gerçekten çok sinirlenmişti. Elbette haklıydı. Kafa karışıklığı yaşamamak elde değildi. Kaç kere ölüm tehlikesi atlatmıştık, sayısını unutmuştum. Yine de kendimi arkadaşlarımla kıyaslamamam gerektiğini düşündüm. Herkesin büyü macerası başkaydı ve benimki çoğu kişiden daha çetrefilliydi.

Arkamdan gelen ani bir ses duyduğumda başımı çevirdim. Bu şiddetli gürültüye yol açan, duvara devasa bir afiş çakmakta olan uzun saçlı bir hayalet kızdı. Elindeki çekici her savurduğunda, etraf belirgin bir şekilde sallanıyordu. Koridorda yankılanan gürültü, öğrencilerin koridora doluşmasına sebep oldu. Başıma saplanan ağrıyla elimi başıma götürdüm.

"Binayı başımıza yıkacaksın!" diye seslendim. Yaptığı işi bırakıp elindeki çekiçle bir süre afişin karşısında dikildi. Sonra birden bir toz bulutu gibi ortadan kayboldu.

Üstünde kocaman harflerle 'DUYURU' yazan kâğıdın başına gittik. Kısa süre sonra koridordaki diğer öğrenciler de etrafımızda toplanmıştı. Yazılar büyük italik harflerle yazılmıştı.

"Grimlocks okul gezileri bugün itibariyle başlamıştır. İlk gezi bugün Marscita Van Xeon Bulvarı'na yapılacaktır. Gezilere başvurmayan öğrencilerin en geç 2. teneffüste Müdürümüz Arlen Quamfer'ın yanına uğramaları rica olunur."

➳⎯⎯ও∞ও⎯⎯➳


Lovena'dan öğrendiğim üzere, Grimlocks her yıl okul gezileri düzenlerdi. Yılda sadece birkaç kez gezi oluyordu. Bu geziler dışında öğrenciler genellikle okul sınırlarından ayrılmazdı.

Grimlocks'ta seyahat etmenin başlıca iki yolu vardı. Birincisi beni buraya getiren Magicon taksiydi ve ikincisi ise bahçedeki geçitlerdi. Oldukça eski görünen taş geçitleri aktifleştirme yetkisi yalnızca Bay Quamfer'daydı. Geçitleri izinsiz kullanmak hoş karşılanmıyordu ve uzaklaştırma sebebiydi.

Gün bitiminde tüm okul bahçede toplanmıştı. Bay Quamfer geçitlere doğru ilerledi. Değneğini kaldırıp büyü sözcüklerini mırıldandıktan sonra geçitler ağır hareketlerle aynı hizada dizildiler ve önlerinde şeffaf tabakalar belirdi. Bay Quamfer elini geçitlere doğrulttu. Kalabalık, kısa süre içinde geçitlerin önünde sıra sıra dizilmişti. Adımlarımı önünde en az sıra olan geçide yönlendirdim. Önünde şeffaf turuncu renkli bir tabaka olan taş geçit, merkezinde göz alıcı bir akik taşını ağırlıyordu.

Öğrenciler büyü eğitmenlerinin denetiminde geçiş yapmayı sürdürürken sıra hızla azalıyordu. Etrafa bakmak üzere başımı sola çevirdiğimde Calvin'le göz göze geldim. Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı ve okyanus mavisi gözleriyle bana dostça bir bakış attı. Ben de ona gülümsedim. Sıra ona gelmişti. Geçide doğru yöneldi. Şeffaf tabakadan geçerek kayboldu.

Önümdeki kişi geçtiğinde, geçidin başında duran Bay Grount bana beklememi işaret etti. Birkaç saniye sonra geçmemi işaret ettiğinde son bir kez akik taşına baktım. Geçitlerde değerli taşların bulunduğunu daha önce nasıl hiç fark etmediğimi anlayamıyordum. Şu an aktif bir geçidin en tepe noktasındayken akik taşı olabildiğince göz alıcı görünüyordu. Değerli taşların neden gerekli olduğunu merak ediyordum. Geçiş yapmamıza katkı sağlıyor olduklarını sanmıyorum. Süs olarak konulmuş olmaları da mantıklı gelmiyordu. Peki işlevleri ne olabilirdi?

Arkamdakileri daha fazla bekletmemek için, aklımdaki soruları bir kenara bırakarak önümdeki geçide yöneldim. Gözlerimi yumdum. Dalgalanmakta olan turuncu tabaka kulaklarımı okşadı. Kuş cıvıltıları kulaklarıma dolarken gözlerimi araladım.

"Vay canına."

Bulvar adeta bir masal sayfasından fırlamış gibiydi. Tek eksik şekerden yapılma ağaçlar ve Hansel ve Gretel'deki cadı kulübesi olabilirdi. Kızıla boyanmış gökyüzünü seyrederken az daha bir banka takılıp düşecektim. Bulvarı döşeyen gri taşlı yol, iki yanını saran dükkanlara doğru dallanarak uzayıp gidiyordu. Banklarla ve bankların aralarına serpiştirilmiş sokak lambalarıyla bezenmişti. Burnuma güçlü bir çam kokusu geliyordu.

Eskiden annemle böyle büyülü mekanlara giderdik. Annem gezmeyi severdi. Babam yayımlayacağı büyü makaleleriyle ve araştırmalarıyla çok meşguldü ve genelde bize katılmazdı. Köklü Kleefleigh büyücü ailesinden geliyor olması ona bazı sorumluluklar yüklüyordu. Büyücü dünyasında çoğu kişinin tanıdığı ve saygı duyduğu biriydi. Eskiden sayısız yemeklere ve toplantılara katılırdı. Annemin ölümüne kadar öyleydi.

Grubun yanına vardığımda, onlar da benim kadar etkilenmiş görünüyordu. Bulvar boyunca yürüyerek yolun iki yanındaki sevimli dükkanları dolaştık. Hepsi birbirinden ilginç iksirler, büyü gereçleri ve kitaplar bulunduruyordu. Chesco'yu üç katlı bir kitapçıda kaybettik. Rena, pegasus şeklinde bir dondurma alabilmek için pastel boyalarla bezeli bir dondurmacıda sıraya girmişti. Raven ise ortalıkta yoktu.

Dükkanları sıra sıra gezerek ilerlemeye devam ederken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Güneşin bulutların arasına saklanmasıyla titremeye başladım. Kollarımla bedenimi sarmalayarak Lovena'yla yol boyunca ilerlemeye devam ettim. Muhabbet ederken dişlerimin titrememesi için çaba sarf ediyordum ve Grimlocks'a gelirken yanımda daha fazla kazak getirmediğim için kendime lanetler yağdırıyordum.

Lovena bir tutam saçı kulağının arkasına iterek bana baktı. "Yani Kleefleigh'ları hiç tanımıyorsun."

"Amcamın anlattıkları ve fotoğraflarda gördüklerim hariç. Hayır, tanımıyorum."

"Bu çok garip. Bir yerlerde tanımadığım bir büyükannem, amcam, ya da ne bileyim kuzenlerim olsaydı çok garip hissederdim," dedi. "Onları merak etmiyor musun?"

"Tabii, hep merak etmişimdir. Ama artık alıştım."

"Neden peki?" dedi Lovena kocaman meraklı gözlerle. "Neden onlarla görüşmüyorlarmış? Annenle babana hiç sordun mu? Ya da amcana? Bir sebebi olmalı."

Gülümsedim. "Bana hiç söylemediler."

"Vay canına Sylvia! Epey gizemli bir hayatın var. Rahatsız olmazsan bir şey sormak istiyorum sana."

Endişeyle bana bakan Lovena'ya doğru başımı çevirdim. Başımı salladım. Gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. Bir tabudan bahsedermişçesine sesini alçalttı.

"Annen neden öldü?" dedi. "Anlatmak istemezsen anlarım," diye ekledi.

Ağzımdan bir nefes verdim ve dudaklarımı sıkarken gülümsemeye çalıştım. Annemin ölümü, mevzusu geçtiğinde beni çok geren bir konuydu. O günü hatırlamayı sevmiyordum. Ama Lovena'nın neden merak etmiş olabileceğini anlıyordum.

"O öldürüldü. Nasıl olduğunu bilmiyoruz," diyebildim güçlükle. Göğsüme oturan ağırlığın kalbimi sıkıştırdığını hissettim. O günü hatırlıyordum. O günle ilgili her şeyi çok net hatırlıyordum. Yüzü siliniyordu ama bıraktığı boşluk bir şekilde hala tazeydi. Gözlerimin yaşarmasına fırsat vermemek için göz kapaklarımı olabildiğince açtım ve ciğerlerime derin bir nefes çektim.

"Üzgünüm, sana hatırlatmamalıydım," dedi Lovena mahcup bir şekilde.

Gülümsedim. "Önemli değil. Unuttuğum bir gün bile yok ki."

Muhabbete dalıp gruptakilerden çok uzaklaşmıştık. Yolun devamının çok ıssız olduğunu fark ettim. Bulvarın ilerisi aydınlık gökyüzünden nasibini almamıştı. Bir resmin boyanmayı unutulmuş parçası gibi, karanlığa gömülüydü. Birkaç terkedilmiş bina ve tamamlanmamış patikadan başka, hiçbir şey yoktu. Lovena'nın kolunu tuttum.

"Buradan sonrası çok ıssız. Geri dönelim."

İleride güç bela seçebildiğim bir gölge dikkatimi çekti. Sokak lambasına yaklaştı. Siyah bir cüppe giyen yaşlı bir adamdı. Uzun süre bana baktı. Bakışlarında çözemediğim bir mana gizliydi. Kırlaşmış sakalını sıvazlarken, şahin gibi bakışlarla bizi süzmeye devam etti.

"Nereye bakıyorsun sen?" dedi Lovena. Etrafa bakındı.

"Şuradaki adam. Baksana, sokak lambasının altında. Neden bize bakıyor?" dedim kuşkuyla.

Lovena tekrar etrafa bakındı.

"Sokak lambasının altında kimse yok ki."

Lovena'ya kaşlarımı çatarak baktım. Tekrar o yöne baktığımda artık orada değildi. Kaşlarımı çatarak solgun ağaçların ve sokak lambalarının altında uzanan gölgelere baktım. Sokak lambasının loş ışığı, kendi dibini bile aydınlatacak kadar güçlü değildi. Ağaçların kurumuş dalları, uğursuz bir şeyi örtercesine sallanıyordu. İçimi kaplayan huzursuzluk tüm bedenime yayıldı. Lovena'nın kolunu tekrardan kavradım.

"Hadi geri dönelim."

Bulvarın bu ıssız bölgesinde hiç vakit kaybetmek istemiyordum. Geldiğimiz yolu gerisingeri yürümeye devam ederken, son bir kez arkaya baktım. Yanağımdan ani bir esinti geçti. Ayağımın altındaki yapraklar kuvvetli rüzgarın etkisiyle az önce adamın durduğu yere doğru savruldu. Karanlığa doğru gözden kayboldular. Rüzgarı kendine çeken o karanlığa doğru baktım tekrardan. Elimi hızla çarpan kalbime götürdüm. Derin bir nefes aldım. Tekrar arkama bakmamaya kararlı bir şekilde, bulvarın kalabalık ve canlı tarafına doğru döndüm.

Kısa bir yürüyüşten sonra tekrardan öbek öbek insanların yolun etrafına saçıldığı yere dönüş yapmıştık. Yanından geçip içeri girmediğimiz dükkanları gezmeye devam ettik. Aldığımız bazı şeyler ihtiyaçlarımız dahilindeydi. Büyü kitapları, iksir dersi için boş iksir şişeleri, büyü gereçleri... Bazı alışverişler ise keyfiydi. Büyük vaatlerde bulunan iksirler gibi. Her ihtiyaca göre iksir vardı. Aşk iksiri, mutluluk iksiri, görünmezlik iksiri ve daha birçoğu elinizi uzatıp raftan onları almanız için sizi çağırıyordu. İnsan iksirleri kurcalarken bir an için tüm dertlerine çözüm bulabileceğini düşünmeye başlıyordu.

"Keşke birini hayata döndürmek için de bir iksir olsa," diye mırıldandım ahşap rafa bakarken. Lovena, iksirlerle dolu masanın etrafını çevreleyen korkulukları aşarak yanımda belirdi.

"Bunu asla söyleme," diye fısıldadı. "Biliyorsun..."

"Biliyorum tabii ki," diye fısıldadım bir rüya iksirinin içindeki pembe sıvıyı süzerken.

Ölüme meydan okuyan büyüler yasaktı. Düzeni bozan diğer tüm büyüler gibi. Büyü dünyasında her şey mümkündü. İmkansızlığın başladığı noktaya kadar. Ölümü geri çevirmeye çalışan pek çok kara büyücü vardı. Eskiden bu konuyla ilgili pek çok haber okumuştum. Elbette haberin devamı hep aynıydı.

'Ailenin tüm üyeleri kısa süre sonra hayatını kaybetti.'

Buna değeceğine inanmak için ne kadar çaresiz olunabileceğini düşünemiyordum. Ama kara büyü başladığı yere dönerdi ve büyücüler bir kez daha acı gerçekle yüz yüze gelirdi. Ölüme meydan okuyamazsın. O geri gelir ve seni bulur. Bahse yatırdığından daha fazlasını geri alır. Oyunu sen başlatırsın, ama bitiren sen olmazsın. Kurallara meydan okuyamazsın.

Belki de kara büyüyü araştırdığım tek zaman oydu, şimdi düşününce. Annemi kaybettiğim zaman. Balo gecesinde kara büyü kullanmış olmam beni şaşırtmıştı. Ama kara büyüyü hiç merak etmemiş değildim. O insanları anlamıyor da değildim. Onlara acıyordum. Ve belki bir yanım, kendime de acıyordu. Annemi döndürmeye o kadar istekli olur muydum?

Tabii bu merak sadece birkaç ay sürmüştü. Kısa süre sonra bu konuları kurcalamaktan korkmaya başlamıştım. Kitaplarda gördüklerim, okuduğum haberler ve duyduğum söylentiler; kara büyüye asla bulaşmayacağıma emin olmamı sağlamıştı. Sonra kara büyü, benim köşe bucak kaçtığım bir konu haline gelmişti. Kitaplarda gördüğümde üstünü çizerdim, amcamın her sabah taze ekmeğin yanına koyduğu gazeteye yaklaşmazdım. Bayağı korkmuştum anlayacağınız.

Ama bazı korkuların bir sebebi vardır. Fazla korku iyi değildir ve insanı içten içe yer bitirir. Ama bazen insanı korur. Ve ben uzun süre korunmuştum. En azından inandığım buydu.

Satın aldığım iksirleri tezgâhtan teker teker alarak çantama yerleştirdim. Lovena beni bekliyordu. Koluma girdi ve beraber çıkışa yöneldik.

"O aşk iksirini kullanmayı planlamıyorsundur herhalde," dedim kapı kolunu indirirken.

"Neden olmasın," diyerek saçını savurdu ve açtığım kapıdan dışarı çıktı.

"Etkisi kısaymış. Ya işler ters giderse?"

Tekrardan soğuğun bedenimi sarmasıyla kollarımı kendime sardım.

"Oradaki her şeyin etkisi geçici Sylvia. Hayat kısa. Tadını çıkarmalıyız."

Kafamı yan yatırarak tedirgin bir şekilde ona baktım. Lovena gibi güzel ve zeki bir kızın böyle bir iksire ihtiyaç duyacağını sanmıyordum. Benim gibi değildi. Hiç uğraşmadan bile çok güzeldi. Soğukta solgun yüzüm ve kızarmış burnumla Ren Geyiği Rudolf'u andırıyordum. Kahverengi saçlarım daha sabah taranmış olduklarını unutmuşçasına karman çormandı. Lovena'nın ise cildi bir kar tanesi gibi beyaz ve canlıydı. Dudakları soğuktan kızarmıştı ve kızıl saçları her zamanki gibi düz ve parlaktı. Çocuksu bir ifadeye sahip yeşil gözleri, uzun ve kıvrık kirpikleri vardı. Bana bakarak gülümsedi.

"Haklı olabilirsin. Ama yine de kötü bir fikir," diyerek parmağımı havaya kaldırdım. Güldü.

"Sana da bir tane almalıydık. İlgini çeken kimse oldu mu, söylesene," dedi beni koluyla dürterek. Yan yana yürümeye devam ederken gökyüzündeki bulutlara doğru baktım.

"Mm. Hayır."

"Calvin ve Knight gibi sinir bozucu tipler olduğu kadar, iyi ve hoş erkekler de var," dedi manalı bir gülümsemeyle.

Kaşlarımı çattım. "Ben... bilmem ki. Calvin bu sabah bana dalaşan birkaç çocuğu başımdan savdı. Hoş bir davranıştı."

"Calvin'den mi hoşlanıyorsun?" diye atladı Lovena hemen.

"Hayır," diye fısıldadım telaşla. Etrafa bakındım. "Hayır hoşlanmıyorum. Ayrıca biraz sessiz olur musun?"

"Kızardın! Demek ki doğru!" dedi Lovena kocaman bir sırıtışla.

"Lovena!" diye onu bir kez daha uyardım. "İnsanlar duyacak."

Muzipçe gülerek "Seni suçlamıyorum," dedi ve omuz silkti. "Hoş çocuk, değil mi? Yakışıklı, gizemli. Bizim sınıfta ayrıca. Belki beni görmeye daha sık gelirsin artık."

"Biraz sessiz olur musun?" dedim tekrardan fısıldayarak. Oysa Lovena hiç istifini bozmuyordu. "Hayır, Calvin'den hoşlanmıyorum. Hem o da benimle ilgilenmiyor. Sadece nazik davranmaya çalışıyordu."

"Tabii canım," dedi ve göz devirdi. "Güzel yeni kızlara karşı çok naziktir. Yabancılık çekme diye tabii. Nezaketen. Hatta belki sana nezaketen çıkma teklif eder. Sonuçta yalnız kalmanı-"

"Gerçekten biri duyacak," dedim kolunu dürterek. Ellerini ağzına kapayarak güldü. Ağzının fermuarını çeker gibi yaptı. "Hem o benimle ilgilenmiyor. İlgisini çekecek kadar da güzel değilim."

"Onu dert etme, çünkü ben varım," diyerek elleriyle kendini işaret etti. "Sana makyajla ilgili her şeyi öğreteceğim. Rimel, far, ruj, aydınlatıcı, göz kalemi. Küçük bir dokunuşla bir bakmışsın, gözlerini senden alamıyor."

"Son kez söylüyorum. Calvin'le ilgilenmiyorum," dedim. "Ve o da benimle ilgilenmiyor. Bitti. Bu kadar."

"Aman of," dedi yüzünü asarak. "Öyle olsun. Sırlarını kendine sakla o zaman."

Bıkkınlıkla bir nefes verdim. İlerlemeye devam ederken, ilerideki kitapçıdan ayrılan Calvin'i gördüm. İnsanların gözünün üzerinde olması şaşılacak bir şey değildi. Hiçbir şey yapmazken bile kolayca dikkat çekiyordu. Hoş bir yüze ve belirgin yüz hatlarına sahipti. Üstünde vücuduna tam oturmuş bir ceket vardı. Elinde tuttuğu kitapları sırtından çıkardığı çantasına yerleştirirken onu izledim. Sanki onu çözmeye çalışırmış gibi.

Lovena'nın kolumu dürttüğünü hissettiğimde kaşlarımı çatarak ona baktım. Tekrar önüme döndüğümde, Calvin bu tarafa bakıyordu. Çantasını tekrardan sırtına takmıştı. Gülümseyerek elini kaldırdı ve başını hafifçe eğerek bize selam verdi. Lovena kolunu havaya kaldırdı ve beni tekrardan dürttü. Ben de gülümseyerek Calvin'in yaptığı gibi elimi kaldırdım. Sonra yoluna devam ederek başka bir mağazaya yöneldi.

"Bence sana karşı boş değil," dedi Lovena.

"Bir kez daha söylüyorum. Nazik davranıyor. İnsanlar birbirine selam verir. Hem sen de buradaydın."

Kulağıma yaklaştı. "Ama sana bakıyordu."

Çocuk gibi gülümsemeye devam ederek yanımdan geçti. Ben de peşinden ilerlerken konuşmaya devam ettim.

"En azından bu sefer bağırarak söylemedin. Bak ilerleme kat ettik."

Lovena'nın yanına yetiştiğimde, dükkân gezip durmaktan yorulmuştum ve artık geri dönmek istiyordum. Neredeyse her yere bir kez girmiştik. Bazılarına birden de fazla. Çantam sayısız büyü kitabı, iksir ve türlü zırvalıklarla dolmuştu. Ömrümde ilk defa arkadaşlarımla alışverişe çıktığım için, bence bu mazur görülebilirdi.

Lovena'ya aklımdan geçenleri söylemek üzere adımlarımı hızlandırarak ona yetiştim.

"Sylvia, şu mağazaya bakmış mıydık?" diye sevimli küçük bir dükkânı işaret etti Lovena.

"Sanmıyorum," dedim kafamı iki yana sallayarak. Bu dükkân atladığımız tek yer olabilirdi. Önünden geçip gitmiş olmalıydık. Dükkânın vitrininde sıra sıra tablolar sergileniyordu. Tabelasında bir tuval resmi vardı. Tabeladaki yazıyı okudum.

Büyülü Resimler Dükkânı

Buram buram boya kokan dükkândan içeri adımımı attığımda, neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ama karşılaştığım şeyi asla tahmin edemezdim. Etrafa yığılmış yüzlerce tuval beni başta şaşırtmamıştı. Lovena'nın hayretle elini ağzına götürmesine de, pek anlam verememiştim. Ama portrelerdeki kişinin kim olduğunu fark ettiğimde, ondan aşağı kalır yanım yoktu. Hepsi aynı kişinin portresiydi.

Benim.

Continue Reading

You'll Also Like

7.3M 267K 46
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
250K 22.2K 42
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
Toz Zerresi By ~

Teen Fiction

2.1K 267 2
''Gittiniz, beni bıraktınız sandım.'' O an dudaklarından kırık bir tebessüm peyda oldu, bakışları koyulaşmıştı. ''Öyle bir ihtimali bir an önce at ka...
3.6M 299K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...