İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

Av ElisyaRoyal

25.3M 902K 565K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Mer

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_12 | "KUZEN"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
26_İP | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
28 ▶️| "İZ"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA
İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"

387K 13K 6.4K
Av ElisyaRoyal

Lütfen mutlaka oy verip satır aralarına ilk hisettiğiniz şeyleri yorum olarak bırakın! ♥

Sizi seviyorum

Keyifli Okumalar...

Bölüm Şarkısı |Skylar Grey • The Last Day

Bölüme kar tanesi ❄

14. BÖLÜM | KARANLIĞIN NABZI

Aldığını geri vermez bir karanlık var dört yanımızda, hangi perdeyi kaldrsak gece, hangi taşı kaldırsak çaresizlik...

Karanlık, intikam isteyen bir bakıştan sızar. Her şeyi karanlığa boğar.

Karanlık, bir bağımlının zihninden sızar, tüm ruhunu karanlığa boğar.

Edim Demiray ve benim gerçeğimiz ikimizin de karanlık olmasıydı ama diğer yandan bizim aramızdakı en keskin, en net fark da buydu, karanlıklarımızın içimize biçilmiş boyutu. Ben kendimi karanlığa boğarken, o her şeyi karanlığa boğuyordu. Bu yüzden karşılaştırma yapacak olsaydım, ben onun yanında karanlığının bir parçası olabilirdim ancak.

Edim'in gözlerinde kara bir güneş gibi yoğunlaşan karanlığı gördüğümde, onu hiç tanımadan önce aslında ışığını hiç kaybetmemiş bir güneş gibi gelmiştim kendime. En karanlık gecelerin sonu bile sabahken, en karanlık tünellerin sonu bile ışıklıyken, Edim'in beni sürüklediği karanlık ne bitiyor ne de sonunda ışıklar gizleniyordu.

Şimdi karşımda durmuş gözlerimin en içine en karanlık ifadesiyle bakarken hissettiğim bunlardı. Ölümcül gözleri gözlerimdeki son yaşam ışığını, gözleri bizi aydınlatan sokak lambasının ışığını bile çekip söndürüyordu.

Gözleri öylesine karanlıktı ki bana yine en büyük korkumu hatırlatıyordu, karanlığı. Edim gelene dek bankta kendimi hissizliğe kaptırmışken şimdi duygularımın yükselen sesi ruhumda çınlıyordu. Mantığım, ailemin kaybını yaşadığım andan itibaren onlarla birlik içinde geçmişin gölgesine sinmişti, duyamıyordum mantığımın sesini. Edim'in de kelimelere can veren sesi yoktu, öylece evinin odasına hapseder gibi bakışlarının kara odasına hapsetmiş şekilde gözlerimin bebeğine bakıyordu.

Bana bağırmasını, kızmasını, yaptığım şey için yine bedel ödeyeceksin diyerek ceza kesmesini bekliyordum ama Edim tepkisiz, ifadesiz biçimde öylece bana bakıyordu. Bu tepkisizlik büyük tepki vereceğinin haberi olabilir miydi? Yağmurun altında dikilmeye bir son verip bana doğru adımlar attğında kalbim dehşet duygusuyla sızladı. Adımlar karşımda durduğunda yüzüne bakamadım ve bakışlarımı yere indirdim, ayakkabılara baktım. Birbirine bakan onun postallarına ve benim beyaz spor ayakkabılarıma... Bizi temsil ediyorlardı sanki; onunki kalın, sert ve siyah, benimki ince, kırılgan ve beyaz.

Edim'in parmakları kolumu hızla kavradı. Öfkesini bağırıp kusacağı, hırpalayacağı o anın sonunda gelip çattığını anladım, beni sarsmasını ve hesap sormasını beklerken Edim, "Bu kan... Bu ne böyle?" diye sertçe sorunca, başımı yerden kaldırıp kemikli yüzüne baktım. "Sen yaralı mısın, Lavin?"

Edim diğer kolumu da kavradı. Araştırmacı gözlerle üzerimi inceliyor, kanın kaynağını, yarayı bulmaya çalışıyordu. "Üzerinde kan var, ne oldu sana, Lavin?"

Bugün kimsesiz kalmıştım... Aslında hayır, bugün hep kimsesiz olduğumu anlamıştım. En kırılgan, alıngan ve öfkeli olduğum andı. Edim'i göğsünden iterken, "Sana ne?" diye bağırdım. "Senin şu an bana bağırıp öfkeni çıkarman gerekmiyor mu? Cezalardan ve bedellerden konuşman gerekirken, şimdi bu benim için endişeliymiş gibi tavırlar da ne oluyor?"

Edim bir an anlam veremiyormuş gibi baktı, çabuk topladı. "Saçmalamayı bırak, yarana bakacağım."

Bir adım attığında, bir adım geriye çekildim. Gözlerinin içine, "Sakın bana dokunma!" diye bağırdım hınçla. "Unuttun galiba, ben senin kurbanın olarak seçtiğin kişiyim. Öyle alalade bir insan için endişelenir gibi benim için endişelenemezsin."

Bir an boşluktaymış gibi dengesi bozulmuş görünse de Edim Demiray'dı o, kendini yine toparlaması tekrar sert, yıkılmaz ve ayakları yere sağlam basan kişiye dönüşmesi uzun sürmedi. "Doğru, benim kurbanımsın," diye onayladı sözlerimi, bunları söylerken kara bakışlarındaki karanlık ışığı ateşe verip yok ediyordu. "Sen olduğun için değil, seçtiğim kurban için endişeleniyorum ben; kurbanım hâlâ babasını bulmam için bana lazım. Ben değil, belli ki sen unutmuş görünüyorsun bazı şeyleri. Babanı bulana dek kendine iyi bakacaksın, sonra ölsen de öldürülsen de umrumda olmazsın."

Hayatımın onun için değersiz olduğunu net bir şekilde vurgulamıştı, yine de gözlerinde niye bu sözlerin ardından pişmanlık aradım bilmiyorum. Onun kendi sözlerine pişman olmasını, öyle söylemek istemediğini, anlık bir öfkeyle ağzından fırlayan cümlelerden ibaret olduğunu söyleyen ifadeler bekledim ama yüzünde, gözlerinde, sesinde yalnızca kararlı bir ifadesizlik vardı. Edim Demiray gibi karakteri belirgin olan birinin pişmanlık duyması saçmalığı ancak benim gibi birinin fazla gelişmiş hayallerinden çıkan bir sonuç olabilirdi ancak.

"Güzel," dedim, içim parçalanıp her parçam biraz daha karanlığıma batarken. "Böylesi daha iyi, daha güzel, evet."

Dikkatli gözleri tepkilerimi inceliyordu. "Ne istiyorsun, ne bekliyorsun benden, Lavin?" diye sorması beni gafil avladı, şaşırttı. Sanki o an ondan ne istesem verecek, beklentimi karşılayacaktı ama bunu neden yapacağını kestiremedim. "Aptalca söylenmiş sözlere gerek yok, istediğin neyse doğrudan söyle gitsin. Korkakların yaptığı türden yollara başvurmak sana hiç yakışmıyor."

İçimde korkunç bir hızda büyüyen yangın vardı. Aşağılayarak, "Senin gibi duygusuz birinden ne isteyebilir, ne bekleyebilirim ondan sanıyorsun?" diye sordum.

Duygusuz dememe takılmadan, "Orasını ben de anlamıyorum ama benden bir şey beklediğini ve istediğini biliyorum," dedi, duygusuz olduğunu kabullenmesi iyiydi tabii fakat sözleri rahatsız ediciydi. "Sana bakarak... anladığım şey hiç iç açıcı değil."

Kaşlarımı çattım. "Ne anladın?"

"Benden seni cezalandırmamı istiyorsun," dedi, sesinde tereddüt yoktu, bakışlarında şüphe yoktu. "Biraz ileriye gidecek olursam, canını yakmamı istediğini bile anladığımı söyleyebilirim."

Şaşkınlıktan güçsüz düşen kalp atışlarım göğsümü hırpalarken, "Hayal gücün epey genişmiş, hâlbuki ben seni bu tür oyunlara girmeyecek kadar zeki sanıyordum," diye konuşarak üzerimdeki anlamlı bakışlarını kesmesini diledim içimden. "Esasında sen canımı yakmak istiyorsun belki, işin gerçeği ve rengi bu olabilir. Sonuçta aramamam gereken birini aradım, öfkelenmiş olman doğal."

Yağmur taneleri kirpiklerinden düşerken, "Neden annenle konuştuğunu bana itiraf ettin?" diye sordu. "Neden gizli kalmasına izin vermedin?"

İşte bu sorular duvarlarıma atılmış taşlardı. "Korkmadığımı, öğrenmenin umrumda bile olmadığını sana göstermek istedim," diye açıklama getirdim, Edim ikna olmuş değil gibiydi. "Senden korkmuyorum anladın mı?"

İfadediz kara gözlerine öfkenin saçılmasını beklerken, "Annen sana neler dedi?" diye sordu, bunu beklemiyordum. Denizin dibini boylayıp hareketsiz kalan bir taş gibi sessiz kaldım. "Sana nasıl bir acı yaşattı ki onunla görüştüğünden beni haberdar ediyorsun?"

Boğazım düğüm düğüm oldu. "Acıyla ilgisi yok," diye inkâr ettim, sesim pürüzlenmişti. "Nedenini açıkladım ya sana."

Edim gözlerini kısarak, "Bunun tam olarak acıyla ilgisi var," dedi. Sakin bir sesle ekledi. "Şu an acı çekiyorsun sen, Lavin. Sıradan olmayan, büyük bir acı çekiyorsun hem de."

Gözlerim doldu. "Çekmiyorum, göstermem ama acıya çok dayanıklıyımdır ben," dedim, bakışlarımın önü yaşlarla puslandı. "Sen ve herkes beni öyle sanıyor ama güçlüyüm."

Edim, sanki taş kesilmişti, bir şey demeden öylece yüzüme bakıyordu. Sanki içimdeki derinlikte yanan ateşi, paramparça olan kalbimi, aklımdan geçen düşünceleri, ruhumdaki kıvranışı... Hepsini görüyordu.

"Annenle hiç konuşmamalıydın," dediğinde vücudumdaki damarların sertçe kasıldığını hissettim. "Aklından ne geçiyordu ki? Sana söylediklerim yeterli gelmeliydi." Annemin umrunda olmadığım gerçeğini haykırdığı o an bir ağrı gibi yayıldı bedenime. "Senden vazgeçmeye bu kadar hazır, tartışmasız rıza veren biri için acı çekme, değmez."

Yağmur damlaları bal sarısı saçlarımın diplerine saplanırken, "Sen ne anlarsın ki?" diye kızarak bağırdım. "Küçük bir çocukken aileni kaybetmişsin ama ben şimdi geldiğim noktada aslında hayatımda asla bir aileye sahip olamadığımı anladım. Bu gerçek beni boğuyor, nefes aldırmıyor bana. Nereye ait olduğumu kendim bile bilmiyorum artık."

Tıpkı kendisi gibi benim ailemin olmadığını da kabullenmesi lazımdı. Belki o zaman empati yapmaya yaklaşır ve beni anlardı. Geçmişim, anılarım, ailem benden yavaş yavaş sökülüyor gecenin kör karanlığına gömülüyordu. Hislerim, duygularım garipti; hüzün desem değil, korku desem hiç değil bir tuhaftı, kendimden koparıp koyduğum tek bir kelime bile asıl hissettiğim duyguya anlam olamazdı.

Edim gözlerimin en içine bakarak, "Bu iş bittikten sonra nereye ait olursun bilemem ama şimdilik buraya aitsin," dedi, dilinden düşürdüğü soğuk kelimelerin yaydığı hisler kalbimi çiğniyordu. "Ne istiyorsun, Lavin?"

Boğuluyormuşum gibi acı bir sesle, "Daha kolay bir hayatım olmasını elbette," dedim, kırık kalbim bir çaresizlik iniltisi yayar gibi içimde kasıldı. "Neden katil bir babanın ve beni istemeyen bir annenin kızıyım ben? Neden yağmurun altında durmuş senden başka kimseyle konuşma şansı olmayan birine dönüşerek zavallı oldum ben?"

"Lavin," diyerek bana bir adım attığında, ne onun soğuk sözlerine, ne de soğuk tavrına hazırlıklı değildim. Hislerim alevleniyordu. "Yaklaşma, bana dokunma," diye ikaz ettim. Boğazımdaki düğüm ağır ağır çözülüyordu, hıçkırarak ağlamama ramak kalmıştı. Şu an yalnızlığa, tek başıma bir köşeye çakilerek bağıra çağıra ağlamaya ve içimdeki hisleri, terk edilmişliğimi kusmaya ihtiyacım vardı. Edim'in yanında kendimi bırakamayacağım için, "Bırak beni," dedim. "Beni rahat bırak."

Edim yerinden kıpırdamadı. Onu durduran neydi bilmiyorum, dediğimi yapması hiç onluk bir hareket değildi. Bağırıp kızması, kolumdan çekiştirmesi daha olasıyken o sanki... Sanki beni yürekten anlıyormuş gibi durması yok muydu? Delirecektim. Bu çok saçma değil miydi? Bana geldiğimden beri kötü davranmıştı, onun yüzünden kadın ticareti yapan körelmiş kişilerin eline düşüp incindim, neredeyse yine o yetişemese ben tecavüze uğrayacaktım. Daha oraya nasıl bırakıldığımı anlayamadan, nefretiyle yüz yüze geldim. Soğukta bırakıldım, haplarla tehdit edilip kriz geçirdim. Şimdi, hemen orda, sanki beni anlıyormuş gibi herhangi bir zarar vermeden durması dünyanın en saçma olayı değil de neydi?

Uzun süredir sırılsıklam olmama rağmen üşüdüğümü yeni hissettim. Esen rüzgâr yağmuru yüzüme savururken, "Bana öyle bakma," dedim, umutsuzluk hislerime virüs gibi karışıyordu. "Beni anlıyor gibi sakinsin ama asla anlayamazsın."

"Neden?" diye sordu, o da en az benim kadar dağılmış görünüyordu. Onun yüzüne kazınan yaraların benim kalbimde olması aramızdaki keskin farkı belirliyordu. "Neden anlayamıyorum? En iyi anlayan benimdir belki ya da tut ki seni anlamıyorum diyelim. O zaman anlaşılmayı beklemek yerine kendin için bir fırsata çevir bu olayı." Sesi inançlı, tecrübeli, güçlü ve toktu, ama anlamayarak baktım ona. "Sana en acı veren duygunun üzerine basarsan daha yükseğe çıkabilirsin, ne olursa olsun acının senin yıkımın olmasına izin verme. Bırak o basamak olsun sana."

Ona inanamayarak baktım, "Böyle konuşan ölmüş ailesinin kavgasını sürdürme mecburiyetiyle beni kaçıran kişi, öyle mi?" diye sordum, sesim sertti. "Söylediklerinde en azından senin adına acısıyla yükselmiş bir yanını bulamadım."

Edim, gözlerimin içine bakrak soğuk bir sesle, "Ölmüş değil, öldürülmüş," diye düzeltti, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadığını belli ederek. Yumruklarını sıktı, bakışları bıçak gibi keskinleşti. "Gördün mü? Ne yönden baktığına göre değişir; öldü demek başka öldürüldü demek daha başka bir olay."

İçim kendi ailem için yanıp kavrulurken onun ailesi için tartışmayacaktım, Edim ise tarışmaya açık ve fazla güçlü görünüyordu ama benim hiç gücüm kalmamıştı, bitkin hissediyordum. Burda durup onunla sonu gelmez cümleleri savaştırmaya hiç gönlüm yoktu.

Yanından geçip gitmek için hareketlendim, kolumu tutarak engel oldu. Öfkelendim. Ve kolumu parmaklarından kopardım. Canımı hiçe sayarak, "Nereye gideceksek gidelim, istersen beni hemen burda öldür," dedim, hayır yüzüne haykırdım. "Yeter ki üzerime gelip canımı sıkma, bunun için canımı bile veririm."

Canıma susamıştım galiba. Elbette. Ölmek istiyordum, onun gibi bir katil içinse beni öldürmek hiç sorun olmazdı. Onun cinayet işlediği anı hâlâ zihnimde, taptaze duruyor. Cinayet işlerken bile nefesi düzenliydi, bir parça heyecan dahi hissetmemişti. Oysa ki en profesyönel katillerde bile mutlaka biraz olsun heyecan hissinin küçücük bir belirtisi olurmuş, öyle okumuştum bir makalede. Örneğin parmakların karıncalanması gibi. Edim Demiray için katil demek hâlâ kalbi var demekle aynı şeydi, o soğuk kalpli bir canavardı benim gözümde.

Bu yüzden beni şuracıkta öldürse, başına dert olmam. Kayboluşumu araştırmayan ailem cesedimi de araştırmaz. Yine de bir eşya gibi hayatlarından çıkarılarak atılmayı hazmedemiyorum, alışamıyorum, ağrıma gidiyor. Karnıma ateşi andıran yakıcı bir ağrı düştü, göğsüme doğru sarmaşıklandı.

Edim kolumu tekrar kavrayıp, "Bu tavırların iyice sıktı," dedi, bakışlarının içinde vahşi yıldırımlar karanlık saçıyordu. Yutkundum. "Anneni aramak senin hatandı, küçük bir çocuk gibi mızmızlanmayı bırak ve yapman gerekeni yaparak bu durumu kabullen."

İçimde biriken öfkenin kaynağının yarısı Edim içindi. "Senin yüzündendi," dedim, ateşten sarmaşık boğazıma doğru dümdüz tırmandı. "Annemi aramam, konuşmam."

Edim, bıkkın bir nefes alıp verdi, "Yine ne saçmalıyorsun emin değilim, umrumda da değil," dediğinde, gök o an gürledi beyaz şimşekler şehri bir kez aydınlatıp söndü. "Senin nazını çekmeye niyetim yok, öyle biri değilim ben. Yürü, arabaya gidiyoruz."

Kolumu çektim. "Senin yüzündendi!" diye bağırdım. "Beni burda unuttun, tıpkı bir eşyayı unutur gibi beni burda unuttun."

"Aptal," diye bağırdı. "Unutmadım."

Göğsünden ittim, öyle güçlüydü ki hiçbir işe yaramadı. Yerinden biraz bile kıpırdamadı, ben bedenimden tut, ruhuma, kalbime dek zayıflamışken yüzünde açılan ağır yaralara rağmen sapasağlam ve güçlü duruşu beni inanılmaz öfkelendiriyordu. "Senin evine gidemedim, kendi evime dönmek istedim," diye fısıldadım, hislerimin sesi mantığımın ruhunu hırpalıyordu. "Beni burda bıraktın, burda bırakıldım diye Tuncay'ı arayacaktım ama fikrimi değiştirip annemi aradım."

Bir an dondu. "Tuncay'ı arasaydın, işte o zaman her şeyi berbat ederdin," dedi, sesi ölümcüldü, ürperdim. "Onu geri dönülmez bir yola iterdin."

Başımı hayretle salladım. "Sen abime..."

"Kes şu abi saçmalığını," diye parlayıverdi. "Tuncay hiçbir zaman senin abin olmadı."

Edim Demiray rüyamdaki olduğu gibi kötü biri olarak karşımdaydı. Ve tıpkı rüyamdaki gibiydi sözler ve cümleler ama bunu kabul etmem gereken bir gerçek gibi haykırmıştı yüzüme.

Kabullenmedim. Başımı yoğun bir inkâr hissiyle sağa sola sallayarak, "Hayır," dedim, ağlamamak için kaskatı tuttuğum bedenim ağrıyordu. "O benim abim." Edim'in nasıl bir zararla bana geri dönüş yapabileceğini umursamadan, yumruk halde olan ellerimi sertçe göğsüne vurmaya başladım. "Ne sen, ne de başkası bu gerçeği alamaz elimden."

Edim, bileklerimi yakalayıp bir süre havada tutarken, aradığı bir şey varmış gibi uzun uzun yüzümü izleyerek, "Neye bu kadar öfkeli, kime bu kadar kızgınsın sen?" diye sordu, tok tınılı sesi huzur verecek türden sakin çıkmıştı, şaşkına döndüm. "Gerçekte ağrına giden ne?"

Bileklerimi parmaklarından ayırdığımda artık onunla savaşmaya gücüm kalmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldim. Kendimi daha fazla tutamadım ağlayarak, "Birçok şey ağrıma gidiyor, annemin bana karşı kuralcı sert tutumu," diye itiraf ettim titreyişler içinde, acıyla akıttığım gözyaşlarım soluk tenime dökülen yağmurlara karıştı. Yardım dilenircesine başımı göğe kaldırıp güçlükle nefes aldım. "Ama biliyor musun? En çok kendime öfkeli, kendime kızgınım ben. Sana olduğumdan bile daha çok üstelik. Kafamı duvarlara vurmak istiyorum. Ben Tuncay'a karşı çok bencilmişim, durum farkındalığım öylesine zayıfmış ki bugün annem diyene dek hayatını alt üst ettiğimi görememişim, analamamışım." Avucumu karnıma yaslayıp ovaladım, ciğerlerimin olduğu kısımlar kasılıyordu. "Bencilliğime, körlüğüme rağmen bana karşı her zaman çok iyiydi. Tuncay'ı kaybetmeyi hak ettim."

Parmaklarımı saçlarımın arasından sertçe, canımı yakarak çekiştirirken, "Sorsalardı en sevdiğim kişi Tuncay'dır derim," diye devam ettim acıyla soluyarak. "Ama bana baksana bir, ona dert, keder ve sıkıntıdan başka bir şey olmadım. Sevgim bile yalan benim."

Edim Demiray, "Lavin," dediğinde çağrısına dönmedim.

Omuzlarım yenik biri gibi ağır ağır düştü, "Uzun zaman önce benden vazgeçip beni terk etmesi gerekirdi," dedim, yerimde döndüm. Sokaktaydım, hava soğuktu ve ıslanıyordum, yine de içimde yuvalanarak ateşler saçan acı sokaklara sığdırmıyordu beni. "Bu zamana kadar beni gözetmesi mucizeydi aslında."

Bu yük birden o kadar ağırlaşıp tonlaştı ki, düşecek gibi olduğumda Edim kolarımdan yakaladı. "Kendine bu kadar yüklenme, Lavin," dedi beni dinlemeyi bırakıp yorum yapmayı tercih ettiğinde. Dizlerimin üzerine çöküp ağlamak istiyordum, ayakta ağlamak çekilir dert değildi. Gözyaşlarım ise zemine çökmem için bedenimde ağırlaşıyordu sanki.

Gözyaşları içinde başımı sallayarak, "Biliyor musun, Edim? Aslında ben bir korkağım," dedim, hıçkırıklarım kelimelerime karışıp sözlerimi titretiyordu. Acıyla nefes alıp acıyla iade ediyordum nefesimi. "Yüzünü gerçeklere dönüp cesurca yüzleşemeyen, gerçeklerden kaçıp kafasını toprağın altına gömen büyük bir korkağım ben."

Edim beni kollarımdan tutmasına rağmen titeyen parmaklarım deri ceketinin uçlarını kavrayıp ona tutundu, tutunmasam düşer kalırdım.

"Yapma Lavin," dedi, niye kendimi Edim'e açtığımı bile bilmiyorum aslında, sesi beni anlıyormuş gibi değildi; yüzüme atılan bir tokat gibi soğuk, çarpma etkisi oluşturan bir buz kadar katıydı. "Günlerdir tepkilerini yakından takip edip seni izliyorum. İçinde bulunduğun durumu kabullenecek kadar cesur, güçlü bir kızsın sen, bunu gördüm."

"Hayır, hayır," diye inledim acıyla. "Beni hiç tanımıyorsun, bilmiyorsun. Ben herkesten iyi beceririm rol yapmayı, küçük bir kızken duruma uyum sağladığımı annem görsün diye rol yaptım, sonra da hep öyle yapmayı sürdürdüm. Fikirlerimi maskelemeyi kendi kendime öğretmeyi başardım, kendimi yine kendi yalanlarımla sakinleştirdim. Çünkü böylesi asıl sorunlarımla yüzleşip onları kabullenmekten hep daha kolay göründü gözüme."

"Sen..." Aniden duraklayınca kalbimden kopan gözyaşlarımla baktım ona, diyeceği şeyin ciğerimde salınan acıya şifa olmasını istiyordum. Edim rahatsızca, "Sen on sekiz yaşındasın, kızım," diye homurdandı, bana yine mi kızgındı? "Senin durumundaki biri senden daha farklı değildir, emin ol. Ayrıca annenin suçlamaları senin veya Tuncay'ın tercihlerinde bir yargı olmamalı, annenin senden kurtulmaya çalışma çabasından başka bir şey olmayabilir sözleri. İnsanlar gariptir, belki senin varlığımla yaşantısını alt üst ediyorum diye düşündüğün şey Tuncay için yaşama sebebi olabilir, bunu unutma."

Hıçkırdım.

Sonra kelimeler aramızdan çekildiğinde ve Edim kendinden pek de emin değilmiş gibi beni yavaş bir biçimde kendine çekmeye başladığında, hareketinde tereddüt sezdim. Hâlbuki Edim Demiray bana en ağır gelen eylemi bile yerine getirirken zerre tereddütü olmayan biriyken, beni kollarına çekerken tereddütlerle karmaşalarla doluydu. Diğer yandan bense ona küçük adımlar atarken ondan daha farklı değildim o an. Yüzümde susturamadığım göz yaşlarıyla birlikte sert göğsüne doğru ağırca çekilirken daha önce hissetmediğim kadar ürkek, korkak, karışık ve çaresizdim. Sanki yolumu kaybetmiştim ve nasıl davranacağımı hepten şaşırmıştım.


Edim Demiray'a ağlaya ağlaya sarılırken kalbimin derinliklerinde acıdan başka bir şey yoktu. Güçlü kolları bedenimi değil de ruhumu, acımı sarıyordu sanki. Yanağımı göğsüne bastırıp ağlamayı sürdürürken Edim'in de beni sıkı sıkı sardığını hissettim ve yaşamımda eksik olan garip boşluğun dolduğu hissine kapıldım. Ne oluyor yine bana? Emin değilim, o an bunu anlamaya cevaplar bulmaya gücüm yoktu, yorgun ve bitkindim. Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildi, bu an da. Öyleyse bu yalnızlıklar denizinde denk geldiğim düşmanımın kollarında kayıplarıma ağlayacaktım, bu an bitene ve gerçekler yüzeye çıkana kadar...

Edim'in kemikli çenesini başımın üstünde hissettim, zaten aramızdaki boy farkından dolayı başım çenesinin altında kalıyordu. "Bence ağlamanın acıya hiçbir faydası yok ama bazı insanlar, rahatlattığını söylüyor," dedi, parmaklarının dokunuşu saçlarımın üzerinde gezindi. "Eğer söylenildiği gibiyse, istediğin kadar ağla, ağla ve rahatla çünkü içte tutulan gözyaşları dışa vurulanlardan daha çok can yakar." Keskin bir nefes çekti, sanırım gergindi. "Bitti diyene dek, ben seni beklerim, yalnız değilsin."

Bu sözler içimde bir yere dokundu, acıttı. Yalnız değilsin diyordu, yalnız kaldığımı iyi bildiği için bana sarılıyordu oysa. Ve onun beni anlamasıysa bambaşka bir hikayeydi, nasıl biliyor emin değilim, içimde saatlerdir hapis duran, akıtamadığım o yaşların bana acı verdiğini biliyordu. Edim'in bana sarılıp bedenlerimizi birbirine bitiştirip yaslaması uçurumdan atlamışım da, son anda bir dal parçasına tutunarak yaşama tutunmuşum hissine çok benziyordu. Hâlbuki şu âna dek, beni düşürüp yok edecek uçurumun Edim Demiray'ın bizzat kendisi olduğunu düşünüyordum. İçime yaşam bırakmak istiyormuş gibi kendisine tutunmama izin vermesi hiç beklenmedikti.

Tedirginliklerim, sanrılarım, bütün hislerim hıçkırıklarımın arasına şu an üzerimize iri iri yağan yağmur taneleri gibi damla damla dizilirken, "Ağlamayı sevmiyorum, özellikle başkasının yanında," diye itiraf ettim. "Biri beni ağlayarak gördüğü zaman ister istemez hassaslaşıyorum, kendime gücenip daha çok ağlıyorum."

"Hep yalnız mı ağlarsın, Lavin?"

Dudaklarının arasından çıkıp ileri atılan sıcak nefesin rüzgârı ıslanmış saçlarımın arasına karıştı.

Gözyaşlarımı akıtan gözlerim sızlarken, "Hep," diye yanıt verdim usulca.

"Neden?"

"Kendimi aciz, savunmasız hissediyorum," diye karşılık verdim. "Aciz hisseden biri kendini acılara karşı nasıl koruyabilir?"

"Tuncay'dan bile mi gizlersin?"

Başımı evet anlamında salladım. "Özellikle ondan gizlerim, ben ağlarken bana en çok üzülen her zaman Tuncay olmuştur."

Edim sessiz kaldı, yorum yapmadı.

Karşıdan bir şemsiyenin altında birbirinin koluna girmiş iki kızın, sarılan görüntümüze bakıp sevimlice kıkırdadığını ve bize biraz daha bakabilmek için özellikle yavaşlayarak yürüdüklerini gördüm. Şu an bu mesafeden ağladığımı göremiyorlardı. Bu anın birbirine sarılan bir çift için romantik bir an olduğunu düşünüyorlardı ama bu an aslında kalbimin çöktüğü, ruhumun savrulduğu, bedenimin uyuştuğu en kasvetli andı. Paramparça olan hayatımın kırıntılarından kendimi yaşamda var tutmaya çalışmamın en çarpıcı öyküsü.

Ve bu öykü, romantik bir öykü değildi.

Edim, kapalı dudaklarını birbirinden ayırıp araladığında bal rangi saçlarımın arasına önce sıcacık nefesi sonra kelimeleri kaydı. "Muhtemelen 'Kendimi o kadar suçlu hissediyorum ki, gerçekten suçlu olmalıyım' diye düşünüyorsundur," dediğinde, böyle dikkatli, bilerek analiz etme özverisi beni şaşkınlaştırdı. "Bazen sorun aslında suçlu olman değildir, sorun kendini suçlamandır."

Titreyerek, "Kendimi nasıl suçlamam?" diye söylendim, sesim kararlı bir tonda çıkmıştı. "Aptallık yaptım."

İfadesiz bir sesle, "Ee, aptallık yaptıysan ne olmuş? Bunu herkes yapmıyor mu?" diye sordu. Sanki içimde bir şeyleri yıkmak değil de, bir şeyi tetiklemek ister gibiydi sözleri. "Bana göre her şey bir süreçtir, aptallık da bir süreçtir. Aptallık yapıldığında işleyen süreç; tanıma, öğrenme ve değişimdir."

Sonra sustu, her şey sustu, geriye geçmişin zihnimde bıraktığı kuru çığlıklar kaldı. Onun kollarının arasında gözlerden uzak bir kuytu bulmuşum gibi uzun uzun, titreye titreye ağladım. Yaş döktükçe kendime duyduğum öfke, nefret ve diğer tüm hislerim içimden akıp gittiğinde meğer hisler akıp gitmesin diyeymiş saatlerce yaşları tutmam, o zaman anladım. İnsanın kendine duyduğu nefret başkasına duyduğu nefretten daha tehlikeli ve daha kötüdür. Sanırım Edim Demiray kendi nefretimden beni sözlerle korumaya çalışıyordu.

Ağlayışımın iç çekişlere dönüşmesinden bir süre sonra, "Demek böyle bir şeymiş," diye mırıldandı Edim. Sesinde bir şeyi ilk defa keşfetmiş gibi bir ton vardı ama neyi kast ederek böyle konuştuğunu anlamadım. "Sarılmak." Sesine karışarak dışarı süzülen tek kelime etrafımdaki her şeyi döndürdü. "Bir kıza sarılmanın böyle hissettirdiğini bilmiyordum."

Beklenmedik anda gelen bu itiraf karşısında afalladım, şaşkınlık içinde safir gözlerimi kırpıştırıp, "Daha önce kimseye sarılmadın mı gerçekten?" diye sordum, şaşkınlıktan gelen ani sorulmuş bir soruydu. "Ama nasıl sarılmazsın? Hayatında kadınların olmadığı biri değilsin." Tereddüt ederek duraksadım. Fazla mı ileri gidiyorum? Onu tanımıyorum ve tanımadan hakkında kesin karar almak ne kadar doğru bilemedim. "Yani sen öyle birine benzemiyorsun."

"Doğru, hayatında kadınlar olmayan biri değilim," diye onayladı sözlerimi. "Yine de hayatıma giren bir kadına bile sarılmışlığım yoktur benim, sen ilksin."

Onu anlamadığımı hissediyordum. Konu kadınlar olduğunda nasıl bir ilişkisi vardı bilmiyorum. Reddedilmeyecek bir kız olan Simay'ı reddetmesi garipti, üstelik Simay ona dokunduğunda rahatsızlandığını belli etmişti. Ara sokakta elimi ilk kez tuttuğu o an, yaralarımı ilk kez sardığı o an... O zaman da sanki daha önce bir kıza dokunmamış gibi sert olduğundan garip sayılabilecek bir hisse kapılmıştım ama... Yine de benim için bu duruma anlam yüklemek hâlâ zordu. İyi bildiğimden değil ama içinde sarılmaların, dokunmaların olmadığı bir kadın ve erkek ilişkisi nasıl olur, nasıl yürürdü ki? Kendimi bir an çok saf hissettim ama kendisine saf denilmeyecek kadar karanlıktım.

Edim, "İlk kez sarılmak mı, yoksa sarıldığım ilk kızın Lavin Kutup olması mı daha garip bilemiyorum," diye mırıldandı, muhtemel o ki yaptığına anlam veremediği için kendini sorguluyordu. "Kestirmek gerçekten zor."

Artık ağlamıyordum.

O an bu sözleri hangi kelimelerin sahilinde karşılayacağımı bilemedim. Aramızdaki en keskin şey nefret ve intikamken, ansızın her şey birbirinin içine girmeye başlamıştı. O da en az benim kadar durumumuzun karmaşık bir hâl aldığının farkındaydı. Ailemin kaybı onun kollarında durgunlaşırken, ailesinin kaybını acımasızca yaşatan adamın kızı için kollarının arasını sığınağa çevirmek onun da planları arasında yer almıyordu. Ondan uzak durmalıydım, acılarımızın bizi gök ve toprak gibi iki imkânsızın birleşmesine izin vererek derin çıkmaza sokmamalıyım bizi.

Edim'in kolları arasına nasıl bir yavaşlıkla girdiysem aynı yavaşlıkla sıkı kollarından ayrılırken, "Sarılmayı bir kenara bırakalım. Birbirimizin hayatına girip hayatımıza karışma şeklimizi şöyle bir düşününce... birbirinden çok farklı olan iki hayatın bir arada olması da garip ve bence olasılık yüzdesi düşük bir ihtimaldi," diyerek durdum ve başımı yüzüne kaldırıp kara gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Aslında bizce muhtemel olmayan olaylara sonradan dönüp bakılınca göze çok daha muhtemel göründüğü gerçeğini inkâr edemeyiz."

Edim tek kaşını kaldırdı. "Yani artık benim hayatımda olmana şaşırmıyorsun."

"Şaşırmıyorum," diye kabul ettim, sesim buz gibi soğuktu. "Çünkü senin hayatına terk edildiğim gerçeğini biliyorum artık."

Şu an gerçeklerin yeniden dönüp karşımıza dikildiği andı, böylece Edim'le ilk sarılmayla gerçekleşen sıcak temasımızın tüm etkileri bozuldu, hislerim ve düşüncelerim soğudu.

Kaşlarını çattı. "Ne demek şimdi bu?"

"Edim ailem karşılığında beni satın alan sen miydin?" diye sordum, bu gerçeği bilerek onun yüzüne nasıl bakacaktım bilmiyorum.

"Önemli mi?"

"Benim için öyle, evet."

"Takılma," dedi, arkasını dönerken ekledi. "Yorucu bir gündü, eve gidelim."

Konuşmak istemediği belliydi yine de onu kolundan tutup kendime çevirdim. Sözler etkisini keskinleştirsin diye gözlerinin içine kararlı bir ifadeyle baktım. "Eğer bir yanıt almazsam soruma, kendi isteğimle hiçbir yere adımımı bile atmam."

Edim kaşlarını çattı. "Bu meydan okuma da ne demek oluyor?"

İçime yığılan hisler yeniden canlanmaya başlarken, "Belirsizliğin içinde kalmayı reddediyorum," dedim, sesim net ve son derece kararlıydı. Yüzüme tokat gibi çarpan rüzgârın içinde geçmişimi taşıyan zamanlar vardı, geçmiş zamanlar kalbimin içinde esti. "Benden habersiz neler olup bittiğini, arka planda daha nelerin döndüğünü öğrenmek istiyorum demek oluyor."

"Lavin," dediğinde, "Edim," dedim onu açık olmaya davet eder gibi. "Biliyorum, senin ve benim aramda kanlar, ölümler, mezarlar var. Babam gözlerinin önünde gözünü bile kırpmadan aileni öldürdü." İlk defa bunu dillendirmek bana da ağır geldi, sanki o âna dek farkında bile değildim bu düz gerçeğin. Gözleri öfkeyle, nefretle doldu; koyulaşan bakışlarında soğuklar, rüzgârlar, fırtınalar, kışlar vardı; ölüm diye haykırıyordu hepsi. Kendim için çok tehlikeli bir noktaya adım attığımı biliyordum, yine de istediğim şeyi almadan bu noktadan geriye dönemezdim. "Sen aileni kaybettin evet ama bir de bana bak, önceden sadece babamın kızıyken ben şimdi bir katilin kızı oldum. Kurbanın değil de failin yakını olmak kolay mı sanıyorsun?" İçini yangınların sardığı koyu safir mavisi gözlerim doldu. "İşlemediğim bir günahın cezasını çekmek için burdayım. En azından bana karşı bu kadar açık olamaz mısın?"

Usandım artık umursamaktan ama umursanmamaktan.

Edim derin bir nefesi içine çekti. Kaskatı olan bedeni kendi zorlamasıyla yavaşça gevşedi, sıktığı çenesi yumuşadı. Simsiyah gözlerinde sözlerimle başlayan soğuklar, rüzgârlar, fırtınalar, kışlar ağır ağır dinmeye başladığında iri, uzun ve derisi soyulmuş parmaklarını ıslak, dağınık, siyah saçlarının arsından düşünceli bir havada geçirdi. O güçlü parmakların yüzeyini hangi günahın izi böyle aşındırmıştı bilmiyorum. Zaten şu an onu problem edecek durumda değildim.

Yağmur hızını düşürüp ard arda düşen iğneler gibi incelirken, "Arabaya geçelim, bunu yolda konuşuruz," dedi, reddetmesini beklerken ılımlı konuşması beni rahatlattığı kadar şaşırttı da. Gözlerimi şüpheyle kısıp yüzüne, alnındaki yaraya dikkatle baktım; asabiyeti pek yoktu bugün, acaba kavga ederken kafasına ağır bir darbe falan mı aldı? Edim düşüncemi karalamak ister gibi devam etti. "Uzun süredir yağan yağmurun altındasın, ıslaksın. Hızlı hastalanan birine göre hiç de akıllıca işler yapmıyorsun."

Tamam, kafasına ağır darbe almamış. Ben ikna oldum. Diğer yandan haklıydı aslında. Zayıf bir bünyem vardı, üstelik haplar tüm bağışıklık sistemimin dinamitlerini büyük bir yıkıma uğratmıştı. Yağmuru, buz gibi soğuk havayı sevmeme rağmen hastalık benim için kaçınılmazdı; soğuk havalara dayanıklı olmadığımı taş evde fark etmişti herhalde.

Edim de şu an aynı şartlar altındaydı. "Sen de yağmurun altındasın," diye hatırlattım. "Zayıf olmama gönderme yapıyorsun ama sen de benim gibi hastalanabilirsin."

"Ben hastalanmam," dedi, sesindeki kesin ton algıma bıçak gibi saplandı. "Hayatımda hastalanmadım ben."

Bir an bakakaldım, utanmasam ağzım bir karış açılacaktı şaşkınlıktan. "Ne tuhaf bir adamsın sen böyle," dedim. "Sarılmazsın, hastalanmazsın. Türünün son örneği dedikleri şey bu olsa gerek."

Edim hakkında yaptığım yoruma ters bir karşılık vermedi, sessizliğe gömülüp önüne döndü. Yağmurun ıslattığı kaldırımda tok adımlarla ilerlemeye başladığında asık bir yüzle banktaki çantamı alıp askısını koluma taktım ve arkasına takılıp onu takip ettim. Ben hâlâ az önceki sarılmamızın izlerini taşıdığım için bacalayarak adımlar atarken Edim'in hiçbir şey olmamış, beni kollarına çekip sarılmamış gibi hızlı ve tok adımlar atması kendimi tuhaf hissetmeme neden oluyordu.

Köşeyi döndüğümüzde bu köşeye nasıl bir ruh hâlinde girdiğimi anımsadım, içim ölü gibiydi ve bunu içimde saklayıp tuttuğum kızdan başka kimse bilmiyordu. Damlalarını insanların oluşturduğu denizde yaşıyorduk ama herkes öylesine yabancı ki kimse bir diğerinin içindeki karanlığı göremiyordu. İnsanlarla birlikte yaşamak korkunçtu, bir arada etkileşim hâlinde olmak zorunda olduğumuz insanlardan etkilenir veya tepki veririz ama her koşulda günün sonunda kendi başımızayız. Tek gerçek bu. Yalnızlık.

Yine de herkesten daha yalnız ve karanlık hissediyordum. Sanki yeryüzüne yapayalnız düşen bir kar tanesiydim ben. Edim'e ait olduğum yeri bilmediğimi söylemiştim ama belki kendime, içimdeki karanlığa aidim.

Kafam yerde ayak ucuma bakarak bu kasvet dolu düşüncelerin rıhtımında dolanırken, "Yardım edin!" diye bağıran ses, bileğimden sertçe tutup beni şu ana çekti. Bir an her şey yabancılaştı, zihnim sese dikkat kesildi.

Sesin nerden geldiğini aramama gerek bile yoktu, karşımızdan hızla bize doğru sarsak adımlarla düşücekmiş gibi hızla koşan kızdı. "Lütfen, yardım edin!" diye bağırdı bir kez daha.

Kızın saçları yağmurdan yüzüne yapışmıştı, yüzünü seçemedim ama sesi çok tanıdıktı. Bize koşuyordu, farkımızda değilmiş gibi sürekli arkasına bakıyor, bilinçsizce düşüp sonra tekrar bağırarak, arkasına baka baka sadece koşuyordu.

Edim'a baktım, o da benim gibi kıza dikkat kesilmişti. Kaşlarını çatmış, bakışları tıpkı tehlikeyi sezmiş bir avcı gibi kısılmıştı.

"Edim," dedim, kızın ruh hâli sanki bana bulaşmış gibi ürkekleştim. "Ne oluyor?"

Edim, "Şimdi anlarız," dedi, sesi ifadesizdi. Gözlerinde korku yoktu, bakışları kararlı ve kendinden emindi.

Beklendiği gibi kız sonunda dizleri ve elleri üzerine yere düştüğünde aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp ona yaklaştım. Eğilip omzuna dokunduğum anda, "Hayır!" diye bağırdı, yüzünü kaldırdı. "Dokunma, bana dokunma, istemiyorum."

Saçlarının ardındaki yüzü sonunda gördüm. Gözlerim şaşkınlaştı. Bu kız Özden'di. "Bana dokunma," diye ağlıyordu, gözlerinde her saniye artan belirgin bir korku vardı. "Bırak gideyim."

Edim'e endişeyle bakıp, "Onu tanıyorum, adı Özden," diye açıkladım aceleyle. "Aynı bölümdeyiz, mimarlıktan."

Edim'in bakışları benden kopup kıza düştü. "Kendinde değilmiş gibi," diye söylendi. "Bir şeyden çok korkmuş."

"Özden, beni hatırladın mı?" diye sordum, sesim çok sakindi.

Sanki algısı seslere kapanmıştı. "Dokunma, bana dokunma," diye, cümle tekrarı yapıp ağlamayı sürdürüyordu. "İstemiyorum."

"Bana bak, benim Lavin," dedim, duygu ve teori arasında bocalayarak. Neler olduğunu anlayamıyorum, neyin veya kimin onu bu denli dehşetle korkuttuğunu ve onu nasıl kendine getireceğimi bilemiyorum. "Özden, sakin ol ve dikkatini bana ver, sana yardım etmek istiyorum."

Edim ayakta dikilmeye bir son verip aniden yere çökerken, "Çekil," dedi bana, durumun kontrolünü ele alacaktı. Kenara çekildim. "Seni anlayamıyor, çünkü seni duymuyor, Lavin," diye ekledi ve avuçlarını Özden'in hiç durmadan titreyen omuzlarına bastırıp ağır ağır kavrayarak, "Kendine gel," diye bağırmasıyla eş zamanlı olarak Özden'i sertçe sarstı. "Aklını başına topla, Özden!"

Özden sertçe sarsılmasından mı, adının yüksek sesle bağrılmasından mı yoksa her ikisinden mi bilinmez, kendine geldi. Önce Edim'e sonra bana baktı. "Lavin," diye fısıldadı, ellerimi kaparcasına tutarak. "Sensin."

Tuttuğum nefesi verdim. "Evet, benim," dedim. "İyi misin?"

Edim, araya girip, "Bırak şimdi bunu," dedi, tam bir öküz gibi davranarak. Özden'e, "Ne oldu? Neden kaçıyordun, anlat," diye baskı yaptı.

Özden titrek bir sesle, "Arkamdaydı, o beni takip ediyordu," dedi. "Ama biliyorum, beni öldürmek için tekrar geldi."

Edim ona veya sözlerine odaklı bakışlarla sordu. "Kim?"

Özden bir an durdu. "Bi..bilmiyorum, biri işte."

Edim, birkaç saniye boyunca Özden'den almak istediği bir şey varmış gibi dikkatle gözlerine baktı. Özden ona bakamıyormuş gibi aniden gözlerini kaçırdı. Bu biraz ilginç bir an sayılırdı, sanki Edim kapabileceği her şeyi onun gözlerinden zorla alırken Özden daha fazlasını alamasın diye gözlerini apar topar ondan kaçırmıştı.

"O birinin eşgalini tarif edebilecek misin?" diye sordu ama sesindeki alaylı imayı net olarak görebiliyordum. "Onu ne kadar net gördün?"

Özden düşündü. "Ben... Hayır, bilmiyorum. Ne giydiğini bile hatırlayamıyorum şu an."

Edim, "Pekâlâ, en son nerde gördün onu?" diye sordu. "En azından bunu hatırla."

Özden, "Fakülte binasının dış sağında," diye yanıt verdi.

"Kontrol edeceğim," diyerek ayağa kalktı Edim. Ben de hareketlenip onunla birlikte kalkınca, "Orda kal," diye uyardı beni, sesi çok sertti. "Birlikte kalın, bakıp geleceğim hemen."

Başımı tamam anlamında sallayarak tekrar, Özden'in yanına çöktüğümde Edim koşarak uzaklaşmaya, uzaklaşırken etrafını kontrol etmeye özellikle dikkat ediyordu. Aksiyon filmlerindeki suçluyu arayan dikkatli, inatçı polis gibi hayal ettim Edim'i. Polis olsa bu meslek onda eğreti durmazdı; inatçı kişiliği, atletik gücü, olay zekâsı ve adalet duygusu inanılmaz yüksek biriydi aslında ama o katil olmayı seçmişti. Bir suçluydu. Hapse atılsa yıllarca orda kalacak kadar büyük bir suçlu.

Edim gözden kaybolunca Özden'e verdim dikkatimi. Kaç kez düşmüştü bilmiyorum, üzeri ıslak ve kirliydi. Yanağına yapışan saç tutamlarını geriye çektim. "Kendini nasıl hissediyorsun? Ayağa kalkabilecek misin?"

Başını salladı. "Kalkarım."

"Bana tutun." Kalkmasına yardım ettim.

Özden aniden, "Olamaz," dedi korkuyla. Bakışları zemindeydi, hızla bana kaldırdı. "Şimdi aklıma geldi, kuzenin peşinden gitti ama peşimdeki adamın yanında taşıdığı bir bıçağı olabilir," dedi, sesinde yoğun bir telaş hakimdi. "Yaralanma olasılığı olabilir. Ne yapacağız?"

Bir an geçmişi düşünemediğimden endişe hissettiysem de geçmiş kendini gösterdiği anda bu an kısa sürdü. Edim'le ara sokakta karşılaştığımız o gece bana saldıran adamın bıçağı henüz onun elindeyken, hızlı, atik bir manevrayla adamın bıçaklı elini kavrayıp onun kalbine sapladığı anı hatırladım, sanki o andaymışım gibi yeniden irkildim. Fakat o anı düşününce daha önce aklıma gelmeyen bir ihtimal sızı gibi zihnime dağıldı. Edim Demiray başıma gelen her şeyin benim için öncesinde tasarlandığını, yaptığı hiçbir şeyin asla tesadüf olmadığını söylemişti. Canım sıkıldı. Ya o gece o adamı bana saldırsın diye zaten Edim tuttuysa? Bu kadar ileri gidebilir miydi? Aşağılık olmayı göze almış olabilir miydi? Öfke ve intikam hissi onu ne kadar hadsizce ileri götürür, ne kadar fütürsuzca dibe çekerdi?

Durumumuz yeterince berbattı biliyorum ama eğer böyle bir şey yaparak alçalmış bir adamın kollarına girip ağladıysam, kendimi ona açtıysam kahrımdan ölürdüm. Edim'in kollarında dinginleşen ruh halim duygularla kavrulmaya başladı, kendime duyduğum başka bir nefret düşüncelerimle körüklenip tekrar alevlendi.

Şüphe içimi kemirirken, "Sen Edim'i merak etme," dedim dalgın, içimi kavuran hislere rağmen duygusuz bir sesle. "Üstesinden gelecektir, hep gelir."

Kesin olarak bilmediğim bir şey hakkında Edim'den şüphelenmem doğru değildi ama Edim kesin olarak suçsuz olduğumu bildiği hâlde benden nefret eden bir suçluydu.

"Peki," diye fısıldadı, fısıltısında korku vardı. "Sen öyle diyorsan öyledir."

Bir rüzgâr esip ıslak saçlarımı uçurduğunda, tenimi saran yağmur ıslaklığı usulca titredi. "Öğrenciler dağılalı epey oldu," dedim ona bakarak. Özden parmaklarını gergin, stresli bir tavırda birbirine sürtüyordu. "Sen bu saatte neden buralardaydın?"

"Aslında kızlarla anlaşmıştık," diye başladı anlatmaya. "Fakültenin kulüp odasında buluşup biraz çalışacak, sonra ayrılacaktık. Simay gelmedi ama Dilara ve Aslı geldi, hava kararana dek kulüp odasındaydık. Onlardan sadece on dakika sonra çıktım, sonra..." Duraksadı, gözleri doldu, sanırım o anı düşünüyordu. "Sonra o adamı gördüm, otobüs durağına yürürken takip edildiğimi anladım ve kaçtım."

Bedeni hâlâ yatışmamıştı, elleri titriyordu. Bu hâli düşüncelerimi karıştırdı. Kaşlarımı çattım. "Peşinde olan kişi sana bir şey mi yaptı? Neden bu kadar korktun?"

Özden bir an garipçe baktı. "Şey... Hayır yapmadı ama o takip ediyordu beni," dedi. "Sen olsan sen de korkardın, o takip edilme hissinden."

Sesi aniden hırçınlaşmıştı, sabah gördüğüm o neşeli kız değildi. Karşımda bambaşka bir kız vardı sanki. Her insanın diğer insanlara açık etmediği karanlık bir yanı olduğunu iyi bilirdim. Özden dışardan bakıldığında öyle birine benzemiyor olabilirdi ama şu an onu net görüyordum, içinde saklanan karanlığı. O taraf gözlerine tırmanmıştı. Edim gibiler ve benim gibiler karanlığını her an dışarı sızdırırdı, içimizde tutamayacağımız kadar yoğundur, çok fazladır, devamlı artar ama Özden gibiler, yani bizden daha normal görünenlerin kısa, artmayan ve gizlenmeye müsait karanlığı ustalıkla gizlenebilirdi.

"Haklısın," dedim, yanağıma yapışan saçımı kulağımın ardına sıkıştırdım. "Hoş olmayan korkutucu bir his, ben de korkardım."

Hayatım parçalanmışken, yaşadığım anların izlerini ruhumda taşırken, Özden'in ellerini tutarak onu teselli ettiğime inanması benim gibi kendi soğuk kabuğunda yaşayan biri için zordu.

Edim'i en son gördüğüm noktaya baktım, hâlâ yoktu. Başına kötü bir şey gelmezdi, değil mi? Başımı iki yana salladım ve aptal diye kızdım kendi kendime. Başına asıl kötü şeyler gelen sensin, buna zemin hazırlayan biri için endişe edemezsin. İç geçirip başımı gökyüzüne doğru kaldırdım, heybetli, geniş yağmur bulutlarının kasvetli elleri yüzüme dokunuyor gibiydi, yağmurun sonunda yine toprağın havaya kaldırdığı koku kuşatmıştı şehri. Edim'e sarılmadan önce içimi, dışımı yakan ateş gibi hislerimden dolayı üşümeyi hissetmiyordum. Şimdi üşüdüğümü net bir şekilde hissediyordum, parmak uçlarıma kadar.

Ankara'nın ayazı kemiklerimi titretiyordu, utanmasam dişlerimin birbirine kontrolsüz bir şekilde çarpmasına izin verirdim.

Edim yarım saat sonra geldi.

Özden'in karşısında durup,"Şüpheli kimseyi bulamadım," dedi. "Hoş, kimi aradığımı bile bilmiyordum."

Özden, "Belki ben benzettim," dedi. "Çok üzgünüm."

Edim ona tuhafça baktı, belli ki yarım saat boyunca suçlu ya da şüpheli birini aradığı için bu dalga geçer gibi yapılan açıklama onu kızdırmıştı. "Benzetmek mi dedin?"

"Yani takip edildiğimi sandım," diye düzeltti. "Düşününce... Şimdi çok da emin değilim aslında."

Edim, alaycı bir sesle, "Eğer çıkardığın tüm bu yaygaralar sadece bir sanrıysa şanslısın demektir," dedi, Özden'e bir an acıdığımı hissettim çünkü Edim'in zalim dürüstlüğü onun için ilkti. "Yok eğer sanrı değilse, bir diğer olasılık için bulunduğumuz konum saklanma yerleri olan ve bir suçlu için en müsait yer, bilgin olsun."

Özden'in bana yaslandığını hissettiğimde, Edim'e öfkelendim. "Bu kadar korkutucu olma, kızı korkutmayı bırak," diye kızdım.

Edim'in öfkesinin kaynadığını hissederken, "Benzettim, belki, sandım gibi basit, belirsiz açıklamalar yapan birine dürüst açıklamalar yaptığım için şanslı," diye karşılık verdi sert bir sesle, egosundan taviz vermiyordu.

Edim'in bu sert çıkışı yüzünden Özden'in gözleri doldu, birkaç saniye sonra kalbi kırık biri gibi ağlamaya başladı. "Üzgünüm."

Edim'i suçlamak için aralanan ağzım onun, "Cidden mi?" diye başlamasıyla birden bire kapanıverdi. "Ağlamak hiçbir şeyi çözmez."

Edim'in kollarında ağlarken ben de mi onun kara gözlerine Özden gibi görünmüştüm? Zayıf, hisli ve gözyaşlarına sığınan zavallının biri? Bu düşünce keskin bıçak gibi kalbime saplanıp orda içinden kan sızan bir yaraya dönüştü. Bana ağlayıp rahatlamamı, bitti diyene dek beni bekleyeceğini söyleyen kendisiyken, Özden'e yaptığı gibi kızmak yerine ağlamam için neden teşvik etmişti ki beni? Hissettiğim pişmanlık yoğunlaştı, keşke beni de azarlayıp sindirseydi ama göğsünde şefkâtle yer açarak beni çekip almasaydı kollarının arasına.

Edim'in gözleri bana kaydı, gözlerinin içine yansıyan görüntümle karşı karşıya geldim ve ona buz gibi bir bakış attım. Edim buna anlam veremiyormuş gibi göründü ama bu çok kısa sürdü. Belki buz gibi bakışlarımın nedenini anlamıştır, belki anlamamıştır. Her durumda hislerini ustaca gizlemeyi başarır, aldırmaz görünmeyi becerir. Açık olmaması bir yana, zor biriydi. Sadece bana değil tüm dünyaya kapalıydı.

Özden, "Otobüs gelmek üzeredir, ben durağa gideyim," dedi, suçlu bir sesle, sesindeki tedirginliği yakaladım.

Gözlerim eteğine kaydı, titreyen parmakları eteğinin kumaşıyla oynuyordu. Korkuyordu bu kız, hâlâ. Neden Edim'e belki, benzettim tarzında yorumlar yapmıştı emin değildim. Edim'in sert tavrı yüzünden kendini baskı altında hissetmiş olabilir miydi? Kendimi onun yanında ben de her an baskı altında ve rahatsız hissediyor, düşüncelerle dolup taşan kafamın içi o etrafımdayken yorgun düşürecek şekilde yoğunlaşıyordu. İlk defa ona sarıldığım o an kendimi huzurlu, rahat hissetmiştim. Şimdi zar zor elde ettiğim o kısacık huzurdan yağmurlar gibi dökülen pişmanlık huzuru tüketiyordu.

"Özden'i evine bırakalım," dedim Edim'e, belki bana kızacaktı, azarlayıp reddedecekti belki, bu tür şeyler isteyecek kadar samimi değildik onunla ama Özden için ya da böyle korkuğu için umursamadım. "Geç oldu."

Edim ifadesiz gözlerini Özden'e çevirip ona baktı, yüzünde mimik oynamıyordu. Sonra konuşmak yerine yüzüme bakarak başını tamam anlamında sallayıp önden ilerledi.

Özden, "Buna gerek yoktu," diye itiraz etti, Edim'e çekingen bir bakış attı. Edim'in ham kabalığına gösterdiği bir tepkiydi bu. "Size yeterince rahatsızlık verdim."

"Rahatsızlık verdiğin yok," dedim, kulağına yaklaşıp ekledim. "Ayrıca Edim'e aldırma, her zaman böyle kaba ve kibirlidir."

"Ondan çekiniyorum," diye itiraf etti. "Çok sert ve anlayışsız bir havası var."

Onu anlıyordum, Edim'in öylesine karanlık bir aurası vardı ki gözlerine bakmak bile insanın içine derin korkular salıyordu.

"Sosyal becerileri biraz düşük birisi," dedim, muhtemelen Edim böyle söylediğimi duysa canıma okurdu, neyseki aramıza açtığı belli mesafe beni duymaktan alıkoyuyordu onu. "İnsanlarla iletişim problemi var, takılma."

Edim, trafik ışıklarının yakınında durdu. "Karşıya geçelim," dedi. "Arabam karşıda."

Kırmızı ışık yandı. Önümüzden nehir gibi akan araba trafiği durdu, karşıya geçtik. Geçerken Özden'in etrafına bakınması, sürekli diken üstünde bir havada gergin olması dikkatimi aşamadı. Ben de onun gibi çevreme baktım, şüpheli birini göremedim ama şüpheli biri nasıl olurdu, hedefi ben olmadığım sürece onu diğerlerinden ayırt etmek mümkün mü bilemiyordum. Diğer yandan Özden'in daha sonra eklediği, benzettim türevindeki sözü de şüpheliydi. Aslında gözlerim bir şüpheli ararken asıl şüpheli davranan Özden'in kendisiydi.

Sanırım Edim, bunu benden daha hızlı fark ettiği için Özden'e çıkışmış olmalıydı.

Siyah parlayan araba bir alış veriş merkezi önünde park edilmiş duruyordu. Elindeki küçük kumandayla kilitlerini açan Edim, "Siz geçin, birazdan geliyorum," diyerek alış veriş merkezine yöneldi.

Beni böyle arkasında bırakması garip geldi, belki artık kaçmayacağımdan emin oldu.

Özden için arka kapıyı açtım. Özden bir an çekinerek, "Üzerim berbat durumda, kirli," dedi, tertemiz görünen arka koltukdaydı bakışları. Üzerine baktım, pantolonunun belli yerleri ıslak ve çamurluydu. "Arabasını da kirleteceğim."

"Önemli değil, geç hadi," dedim anlayışlı bir sesle, Özden geçince bende yanına geçip oturdum. Bu korkmuş hâli bana kendimi hatırlatıyordu, Edim'in öylece şehrimden, ailemden, yaşamımdan kopardığını fark ettiğim o ilk ânı. Çok korkmuştum, yanımda bir yabancı vardı ve ne yapacağımı, nasıl yol izleyeceğimi bilmeden, kalbimin derinlerini korkular sarıyor, korkular titretiyordu. Yalnız görünen hâline göz yummak zorlaştı. Soğuk elimi omzuna bastırıp, "Geçti, Özden," diye başladım, o an birinin omzuma avucunu bir dost gibi koyup 'Geçti, Lavin,' demesini ne çok istemiştim. "Bitti, güvendesin Özden," dedim ona. 'Bitti, güvendesin Lavin," diyen kimse yoktu yanımda.

Özden bir an başını bana çevirip öylece en içine baktı gözlerimin, gözleri bir insanı dibe çekecek gibi derinleşti. Sonra gözleri aniden dolmaya başladığında, söylenmemiş birçok cümlenin cesedini taşıdığını gördüm, sanki gördüğümü anlamış gibi hızla bana sarılıp, "Hayır geçmiyor, bitmiyor," diye hıçkırdı, bir an ne yapacağımı bilemeden öylece kaldım. "Hergün yeniden başlıyor, güvende değilim. Kendimi öldürmeliydim, öldürmeli ve bunu gerçekten bitirmeliydim. Ben biter sanarak mücadele etmeyi tercih ettim, Lavin."

Ben de senin gibi biter sanarak mücadeleyi tercih ettim, Özden. Oysa ölmek iyi gelirdi acılarıma, her şeyi durdurmanın en keskin ve en kesin çözümü buydu biliyorum. Edim beni öldürmek yerine bana sarıldı ve her ikimizi çüzümü olmayan bir karmaşanın içine çekti.

Kollarımı yavaşça ona sardım. Hıçkırıkları göğsüme kasvet çiçekleri ekerken, "Özden, yardım etmemi istersen, ben yardım ederim sana," dedim, çiçekler göğsümü titreterek büyüyordu. O an bu şehirde sadece Edim'in tutsağı olarak bulunduğumu unutarak, bilinçsizce ekledim. "Benim gibi kimsesiz kalmanı istemem, yanında olurum."

"Sen kimsesiz değilsin ki," dedi ağlayarak. "O var senin yanında, seni her kötülüğe karşı koruyabilecekmiş gibi güçlü görünen, güçlü duran kuzenin."

Kuzenim, Edim Demiray...

Beni asıl kimsesiz bırakan adamdı, her şeyi acımasızca elimden alan adamdı. Yaşamım boyunca elimde kalan son kişiyi, Tuncay'ı da bugün kaybettim ben. Edim hayatımda olmasaydı, Tuncay hayatımda olurdu. Onun varlığı öyle büyük bir lanet ki beni çektiği bu karanlıkta tutunabildiğim, sarılabildiğim, gözyaşlarımı onun göğsüne akıtabildiğim tek kişi oldu Edim. Oysa ona tutunmamalı, sarılmamalı ve ağlamamalıydım, aramızda onun ailesinin kanı uçurumlar gibi duruyor. Cennet nehirleri kurusa, cehennem alevleri sussa bile bu gerçek asla değişmeyecek.

Özden kendini geriye çekip yanaklarındaki yaşları yavaşça sildi. "Off, kendimi bazen böyle tutamıyorum işte," dedi, kendini toplamaya çalışarak. "Ağlamaktan hiç hoşlanmıyorum ama tutamıyorum işte.

"Önemli değil," dedim, onu anlıyordum ben de başkasının yanında gözyaşı akıtmaktan hoşlanmıyordum. Benim dünyamda yaşlar zayıflığın diğer anlamıydı. "Sen iyi ol, yeter."

Edim geri geldiğinde, elinde iki tane kutu kahve vardı. Şoför koltuğuna geçip elindeki kahveleri bize dönmeden kolunu kırıp eliyle arkaya uzatırken, "Kahveler soğumadan için," dedi ifadesiz bir sesle. "Isınırsınız."

Düşünceli davranması hâlâ beni şaşırtıyor, her defasında garip buluyorum ve kafamda toplanan Edim'li düşünceler kalbime garip duygular olarak giriş yapıyordu. Kahveleri aldım, birinin kapağını açıp Özden'in soğuk ellerine tutuşturdum. Dikiz aynasına kaydı gözlerim, onun park yerine odaklı güçlü bakışlarını gördüm. Sanırım Edim Demiray böyle biriydi, neye ihtiyacınız olduğunu hemen anlar harekete geçerdi. Düşünceliydi aslında ama yine de öyle kaba, öyle sertti ki soğuk tavırlarından kayıp yuvarlanan çığlar onun düşünceli yanını ezerek geçiyor, sizin Edim hakkında oluşabilecek olumlu bakış açınızı parçalıyordu bu çığlar.

Edim ısıtıcıyı çalıştırıp arabasını caddeye kaydırdı. Arabası ışıklı trafiğe karıştığında, Özden'e gideceği yerin adresini sordu. Özden kaldığı yurdun adını verdi. Kesinlikle ben de bir yurtta kalmak isterdim, Edim'in evine gitmektense. Parmaklarımın sardığı kahveden bir yudum aldım, iyi geldi. Isıtıcı etkisini hızlı gösterdi birkaç dakika sonrası arabanın içi sıcacık olmuştu. İç giysilerime kadar ıslak olduğum için hâlâ rahatsızlık hissisyle boğuşuyordu tenim.

Özden'in yurdu, fakülteye yarım saat kadar uzaklıktaydı. Araba yurdun önünde durdu. Özden'le birlikte indim arabadan, anında itiraz eden bir ifadeyle, "Sen nereye?" diye sordu Edim.

Özden arabadan iner inmez, tedirgince bir göz atmıştı etrafa. Niye korkusu hâlâ geçmiş değil bilmiyorum. Yine de yalnız bırakmak istemedim.

Edim'e ters ters bakarak, "Onunla birlikte girişe kadar gideceğim," dedim. "Yurda giriş yaptığından emin olup geleceğim, tabii sizin için bir mahsuru yoksa Edim Bey."

Edim, çalışan motoru durdurup arabadan indi. Küçük kumandayla kapıları kitleyip yanımda bitti. Ben ona garipçe baktığımda, "Ne? Neye bakıyorsun?" diye homurdandı, öldürücü bakışlarla bakıyordu. "Yürüsene kızım."

Yine kızım demişti. Yüzünde kızgın bir ifade aradım, yoktu. "Psikopat," diye fısıldayarak önüme dönüp söylenmeye devam ettim. "Sakın peşimden ayrılma, kaybolurum falan."

Edim ellerini ceplerine yerleştirip, "Ben duyayım diye söyleniyorsan, her şeyi duyuyorum," diye homurdandı.

Ondan sesli söyleniyorum ya.

Ona karşılık vermedim. "Giriş yaparken imza veriyor musunuz?" diye sordum Özden'e.

"Evet, binaya girer girmez veriyoruz."

Güvenlikçi geç olduğundan bizim iç binaya yaklaşmamıza izin vermediği için Edim ve ben daha öteye geçemedik. Özden teşekkür etti, orada vedalaştık. Görüntüsü gözden silinene kadar arkasından baktım. Edim güvenlikçiyle bir şeyler konuştu ama sesi kısık olduğu için anlayamadım.

Tekrar arabaya döndüğümüzde bu defa arka koltuğa değil Edim'in yanındaki ön yolcu koltuğuna oturdum. Cevaplaması gereken sorular vardı ve sorularıma yanıt verirken arkada durmak istemedim. Fakat ondan önce Özden'in o hâli yer kapladı zihnimde.

"Sence yanıldığını söylerken ciddi miydi?" diye sordum Edim'e.

Edim, "Olabilir ama kendi dediğine inanıyor gibiydi," dedi. "Ayrıca gözlerindeki o korku yoğun ve sahte olmayacak kadar gerçekti."

"Biri onu gerçekten takip ettiyse ve cidden çok korktuysa neden daha sonra sözlerini benzettim diyerek değiştirsin ki?"

Edim, "Konu insansa eğer verilen tepkilerin nedeni hiç belli olmaz," dedi. "Belki daha sonraki sözlerini ilk sözlerle değiştirmesinin kendine göre bir nedeni vardır. Yanılıyor da olabilirim ama bence iki ihtimal var; dediği gibi ya gerçektende benzetti ki 'benzetme' kelimesi ağzından bilinçsizce çıkmış gibiydi ama bu tip korkulu anlarda önemsiz sayılan kelimeler geçmişten beslenip bilinçaltıyla bir bağlantı kurarlar. Benzettim demesi aynı korkuyu daha önce tecrübe ettiğinin kanıtı sayılabilir."

"Peki ya diğer ikinci ihtimal?"

"Diğer ihtimalle peşinde birinin olmasının açığa çıkışının sonuçlarını, peşinde olan birinden daha korkutucu bulması." Durdu. "Bence kız bir şey gizliyor."

Kaşlarım çatıldı. Yüzümü ışık gölgelerinin vurduğu cama çevirdim. Özden'in hâlini, sözlerini, korkusunu, tepkilerini yeniden düşündüm. Sanırım Edim haklıydı, yarın fakülteye gittiğimde onunla bir kez daha konuşup sıkıntısının, korkusunun ne olduğunu öğrenmeyi deneyecektim.

"Lavin," diye seslendiğinde ona döndüm. Düşüncelerime sızarak ne düşündüğümü öğrenmiş gibi beni uyardı. "O kızın herhangi bir problemi varsa bu seni hiç ilgilendirmez, başkalarının problemleri için burda değilsin ortak problemimiz için burdasın."

Bencil pislik.

"Vay be," dedim etkilenmiş gibi. "Demek intikam arzun bizim ortak problemimiz hâline geldi, öyle mi? Ne zamandan beri?"

Bana ters bir bakış atarak, "Sevgili baban adına birinin sorumluluk alması gerektiğine inandığım andan beri," dedi, sesi soğuktu. "Burdaki insanlarla bağ kurma, Lavin," diye tekrar uyardı beni. "Eğer bağ kurmak gibi bir hataya düşersen, onlara olduklarından daha fazla anlam yüklersin; bu işin sonunda onlardan kopmak senin için zorlaşır. Bunun bir sonu olduğunu, burda kalıcı olmadığını ve onlarla görüşmeye izninin olmadığını iyi biliyorsun. Ne kadar az iletişim kurarsan o kadar az zorlanırsın."

"Seninle de iletişim kuruyorum, aramızda bağ mı oluşuyor?" diye sordum. "Onlarla olduğundan daha fazlayken üstelik."

"Bizim durumumuz farklı," dedi, gözlerinde kendini ölüme ve yıkıma teslim etmiş kötü bir ifade vardı; çok karanlıktı. "Bizi bir arada tutan şey kandan oluşan güçlü bağımızın olması, böyle güçlü bir bağın üzerine başka türden bağlar kurulamaz."

Dişlerimi sıktım, ona baktıkça içim öfkeyle doluyordu. Yeniden cama çevirip kendi iç alemime daldım. Yaşantısından çıkaracaktı beni bir gün, bunu açıkça söylüyordu ama bu, annesi tarafından ailenin dışına itilen benim için iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi karar veremiyorum. Hem onun beni sağ salim bir şekilde bırakacağından nasıl emin olurdum ki? Beni hiç tanımamış gibi öylece bırakacak mıydı? Yoksa onun suç işleyen sert yüzünü iyi bileceğim için beni tehlike olarak görüp bırakmak yerine sessizce bir şekilde nefesimi kesecek miydi?

Beni bırakırsa ne yapacağım? Hiç geleceği düşünmedim. Ben diğer insanlardan farklı olarak bu dünyada yapacak daha iyi bir şeyi olmadığı için yaşayan biriydim. Ne kalbimi kıpırdatan bir amacım, ne ruhumu coşkuya boğan bir idealim vardı. Niye mi hâlâ intihar etmiyorum? İçi boş ve karanlık mezarlıklar beni korkutuyor; karanlıktan korkuyorum.

İşte bu karanlık korkusu ölmeme bile izin vermeyip zihnimdeki intihar fikrini korkuyla sansürlüyordu.

"O zaman bir gün kaderimizin birbirleriyle iç içe geçmediği ama yollarımızın kesiştiği biri olarak düşüneceğim seni."

"Evet bende öyle yapacağım," diye onayladı beni. Direksiyonu kavrayan sıkı parmakları fazla sertti. "Sıradan denk gelişle yan yana yürüyüp sonra yabancı gibi ayrıldığımız biri gibi düşüneceğim seni."

"Edim," dedim kendimden emin bir sesle. "Yolda yan yana denk gelip yürüyen kişiler birbirlerine sarılmazlar, yabancı biri olarak kalmamı istiyorsan benimle bu türden bir temas kurmaya yeltenme bir daha. Henüz düşünmediklerini, henüz hissetmediklerini, henüz yapmadıklarını korumaya bak."

Edim aniden gözlerini trafikten ayırıp bana baktı. Gözlerindeki ifadeler bir anda yıkılıp bir anda inşa oldu, sanki en çok da mimar kimliğine uyuyordu bu ifade onaran havası. Benden böyle bir çıkış beklemediği bir an gözlerinde yakaladığım şaşkınlıktan belli oluyordu ama mesajı aldığını biliyordum. Onu uyaran bu sözlerimin en çok da beni korumasını istiyor ve onun benden uzak durmasını istiyordum. Bugün hiç plansızca bana sarılıp aramızda sıcak temas kurması her ikimizi de bugün düşündüklerimizden, bugün hissettiklerimizden daha farklı bir konuma koyabilirdi.

Edim hiçbir şey demeden içi karmaşayla dolan bakışlarını akıp giden trafiğe çevirdi, verdiğim mesajı almıştı; hata yapmıştı, hata yapmıştım. O bana sarılırken, ben de ona sarılıyordum.

Aradan on beş dakika geçti. Dakikalar geçmesine rağmen bana sözünü verdiği konuya bir giriş yapmadı, unutmam diye hava attığına göre diğer ihtimalle bu konuya girmeye istekli değildi. O girmiyorsa ben girecektim.

Ona bakıp, "Arabada konuşcağımızı söyledin, arabadayız," diye başladım. "Annemle anlaşma yapan kişi sen miydin?"

Soğukkanlı bir sesle, "Bunu konuşmanın mevcut duruma hiçbir faydası yok, Lavin," dedi Edim. "Yine de çok merak ediyorsan ve merakının giderilmesini illa ki istiyorsan, o kişi ben değildim."

"Sen değilsen, kimdi o hâlde?"

"Amcamdı," dedi. "Annenle hiçbir görüşme yapmadım ben, annenle ilgili kısımlarla ilgilenen hep amcam oldu. Senin bizim yanımızda olman da amcamın fikriydi."

Öfkelenmeyi bekledim ama öyle bir şey olmadı, içim o an kurumuş bir yapraktan farksızdı. "Pekâlâ," dedim sadece. "Sen ve amcan ne olacağını umdunuz bilmiyorum ama şimdi benim kaçırılarak hayatınızda olmamın hiçbir sorununuzu halletmediğini göreceksiniz."

Edim, "Henüz yolun çok başındayız," diye karşılık verdi. "Sorunu halledebilecek kişi sen misin yoksa değil misin göreceğiz, hep birlikte."

Araba kırmızı ışıkta yavaşlayıp caddeyi dolduran yüzlerce arabanın arasında durdu.

Aniden, "Ara sokakta bana saldırması için o adamı sen mi tuttun?" diye sordum, aklımı kemirip duran cevabından korktuğum bir başka soruydu bu. İçim bulanıyordu. Edim evet o kişi bendim derse ve ben böylesine kendini alçaltan birine sarıldıysam anında arabanın içine kusacaktım, kendimi hasta hissediyordum.

Edim başını büyük bir hızla bana çevirdi, gözlerinin bebeği donmuş bir güneş gibi buz oldu. "Elbette hayır," dedi, sesi sertti. "Neden böyle bir şey yapmam gereksin ki?"

"Benimle bir karşılaşma başlatıp tanışmak için elbette?"

Edim'in gözlerindeki buzlar kutuplar gibi büyüyüp katmanlandı. "Seninle tanışmak için sana tecavüz etmeye yeltenen biriyle anlaşacak kadar aşağılık biri değilim ben," dedi, sesindeki ölümcül hava ruhumda ölüm melodileri estirdi, o an söylediğim sözler için beni öldürmek istermiş gibiydi. "Ayrıca sırf seninle tanışabilmek için böyle sert bir yol seçmeye ihtiyaç duyacak kadar beceriden yoksun zavallı bir adam değilim ben."

Öfkeyle, "Ama o gece orada, o ara sokakta olduğumu iyi biliyordun," diye çıkıştım. "Bir rastlantı sonucu mu oradaydın? Yaptığın hiçbir şeyin tesadüf olmadığını söyleyen sendin. Kendinle çelişip bunun bir tesadüf olduğunu söylersen, sana inanmayacağım, haberin olsun."

Donuk bir sesle, "Raslantı değildi," diye kabul etti Edim. "Bilerek ordaydım, senin de o şerefsizin de orda olacağını bilerek geldim ben o ara sokağa."

Ona saplanan gözlerimin bebeği şaşkınlık içinde büyüdü. Kalbim bulunduğu yerde tekleyip kasıldı, kıpırdayıp titredi, eğer bir kuklaya bağlanan ipler gibi kalbime bağlı damarlar olmasaydı, kalbim şimdi ciğerime cansızca düşüp son nefesini vermiş olurdu.

"Anlayamıyorum, " diye fısıldadım, sesim güçten düşmüştü. "Ne kadar düşünürsem kafam o kadar karışıyor, sözlerini belli bir kalıba koyamıyorum. O adamla anlaşma yapmadın ama o adamı da beni de orda bulacağını biliyordun." Bakışlarım, siyah gözlerinden bir fırtına gibi geçip önümde sarı ışıkla hareketlenen kırmızı ışıkla ileri atılan arabalara döndü. "Nasıl mümkün oluyor bu?"

Edim gözlerini yoldan ayırmadan sakin bir sesle, "Devamını duymak istiyorsan," dedi ve durdu, duruşu beni anında huzursuz etti. "Bu durumda senin de bana duyacağım bir şeyler vermen gerekiyor ki sözlerime devam edeyim."

"Ne?"

"Suskun kalışına ne kadar daha sabretmem gerekiyor?" diye sordu, sesinde öfke vardı. "Baban hakkında bilgi istiyorum, Lavin."

Göğsüm sızladı, hayal kırıklığının kanlı tadı damağıma yayıldı. Sırf bana sarıldı, beni biraz teselli etti diye amacından sapacak değildi. Önüme dikilen düz gerçekliğin o ham kabalığı ruhumu ezdi. Edim Demiray sanırım haklıydı, gerçekten unutmuyor.

"Ne istiyorsun?" diye sordum, sesim hayal kırıklığının izlerini taşıyordu.

"Pekâlâ, ufak başlayalım," dedi, sanki ne hissettiğimi sezdirmeden hissetmiş gibi. "Sen doğduğundan beri kaçak hayat süren babanla ilk defa nerde görüşüp konuştun?"

Tuttuğum nefesi bıraktım ondan çok zor bir soru bekliyordum ama böylesine basit bir soruyu tercih etmişti, öyle mi? Bazen onu, düşünce yapısını anlayamıyordum. Sanırım anlamam, onu çözmem gerekmiyor.

"Biliyorsun, biz de Ankara'da yaşıyorduk," dedim. "Babam ben altı yaşındayken o sıra yaşadığımız eve geldi, onu ilk defa orada gördüm."

Edim, "Bana kalırsa baban altı yıl boyunca bu şehre giriş bile yapmadı," diye tahminde bulundu. "Olaydan altı yıl sonra evine mi döndü? Ne uğruna, kimin için? Hangi nedenle?"

"Beni gördü işte," diye çıkıştım, sesim sertti. Yanaklarımın içini doldurduğum nefesi ağır ağır dışarı verdim. "Babam doğduğum o geceden beri kayıptı, hayatımızdan çıkıp gitmişti. Tabii ben nedenini bilmiyordum yıllar içinde bu dava canlılığını yitirmiş olduğundan olsa gerek hiç duymadım da. Eylül babamı bilirdi, görmüştü; ben ne görmüştüm, ne de doğru düzgün bilirdim. İlk defa o zaman gördüm babamı."

"Lavin, bana bir şey ver," diye bastırdı Edim, ısrarlıydı. "Karısını değil, Eylül'ü değil, seni mi görmeye geldi? Yıllar sonra dönüşünün mutlaka bir nedeni olmalı, boşuna gelmedi ya oraya."

Edim'i basit soru soruyor diyerek çok hafife almıştım; onun aklını, mantığını, zekâsını en büyük silah yapışını, her şeyini hafife almıştım. Aptalım. Ne diyeceğimi, nasıl yol izleyecağımı şaşırdım kaldım. Edim'e asıl problemimi nasıl anlatacaktım? Karanlık korkumun başladığı gün, yaşadığım anılar puslanmıştı. Babamın geldiği o gün benim karanlık korkumun başladığı gündü, her şeyin bir pusun ardına gizlendiği gündü.

"Başka bir nedeni varsa hatırlamıyorum ya da belki hiç bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Sadece altı yaşında ve bu türden şeylerin hesabını yapamayacak küçük bir çocuktum ben." Sesim sertleştikçe Edim'in bakışları da sertleşiyordu. "Ne? Beni hiç hatırlamadığım ya da bilmediğim bir şey için suçlayabilir ve sorguya çekebilir misin?"

Sessizlik oldu ama ben neredeyse onun kafasının hiç durmayan bir makina gibi durmadan işlediğini duyabiliyordum.

Araba önümüze bir damar yolu gibi uzanan alt geçite girerken, "Biliyor musun, Lavin?" dedi, sesi az önceki sert bakışlarının aksine sakindi. "Şu an bir oyun oynuyor olabilirsin ama şu çocuk olduğun gerçeğine değinmen doğru ve mantıklı bir hamleydi. Bunu göz ardı edemem. "

Kafam rahatlığı karşısında karıştı. Onu yine anlamıyordum, doğrudan oyun demiyordu ama o an bir çocuk oluşuma değinmemi doğru bulup diğer yandan buna hamle mi diyordu? Onu biraz tanıdıysam eğer, her sözünün boşa olmadığını, altını dolduran şeyler olduğunu biliyordum. İçimi birden bire kötü bir his kapladı.

Edim, "Bulabilecek kadar akıllı olduktan sonra," diye devam etti. "Her zaman bir yol bulunur. Yeter ki akıllı olalım."

Onun aklı beni korkutuyordu, işleyen aklı hep beni zarara uğratıyordu. "Ne demek istedin?"

"Aklın bulmayacağı yol yoktur, demek istedim," dedi. "Hatırlamana yardımcı olmak için anılarını biraz kıpırdatmaya ihtiyacımız var."

Sinirlendim. "Daha açık olsan?"

"Eski evine bir ziyaret yapmaya ne dersin?"

Şaşkınca, "Eski evim mi?" diye soludum, göğsümde açılmaya başlayan kocaman deliği görmezden geldim. "Yani eskiden yaşadığım eve gitmeyi mi öneriyorsun?" Edim bakışlarını yoldan ayırmadan evet anlamında salladı başını, en son taş evde gördüğüm rüyayı anımsadım. "Ama orası duruyor mu ki hâlâ? Yani en son annemin iflasından sonra uzun bir süre önce bizden alındı, birileri yaşıyor olabilir veya çoktan yıkılmış bile olabilir."

"Bunu oraya gidince göreceğiz ama merak etme, gitmeden hakkında bir ön araştırma yaparız."

Oraya gitmeyi hiç istemiyordum, eski evim benim korkumun kaynağıydı. Ne yazık ki Edim istediği için oraya gitmemek benim için bir seçenek olmaktan çıkmıştı. İtiraz ederek dikkatini çekmenin hiçbir yararı olmayacağı için konumuza dönmeyi tercih ettim.

"O hâlde bana o gece, o ara sokakta nasıl olduğunu söyleyecek misin artık?"

"Bana karşı dürüst olduğunu düşünerek sana karşı dürüst olacağım, evet."

Galiba Edim Demiray'ı yavaşça çözüyorum, ona bir şey verince karşılıksız bırakmıyor o da bir şey veriyordu.

Kenara dizili sokak lambalarından dökülen ışık onun yüz hatlarını aydınlatıyordu. "O geceden iki gün önce bana bir telefon geldi, babanın biriyle iletişime geçtiğini bildiren bir telefondu. Telefondaki yabancı bana bir adresle birlikte bir de babanın görüşeceği adamın ismini verdi. Kimdir, aldığım bu haber bir yalan mıydı, tuzağa mı çekilmek istendim bilmiyorum. Her şey olabilirdi. Daha fazla ayrıntı alamadan isimsiz telefon yüzüme kapandı."

"Verdiği adrese gittin mi?"

Edim başını dalgınca salladı. "Gittim," dedi. "Adamı yerinde bulamadım. Masasında not defteri vardı, boştu fakat en üstteki kağıtta izler vardı. Bir kara kalem yardımıyla kağıdı karalamaya başladım. Kabartmanın izleri alınan notları açığa çıkardığında şaşırdım."

Edim durunca ben, "Neden şaşırdın?" diye başladım sormaya. "Ne yazıyordu o notta?"

"O gece sana saldıran adamın ve senin adın vardı. Diğer adamdansa senin ismin hemen dikkatimi çekmişti. Lavin Kutup. Sen onun kızıydın ve ben seni hep biliyordum." Derin bir nefes aldı. "Ve birkaç kelime daha vardı."

"Ne kelimesi?"

"Saldırı saatine ilişkin yazıyı ölüm yok diye ayrı düşülmüş bir not takip ediyordu."

Afalladım. "Yani o saldırı..."

"Evet," dediğinde bakışlarımız ani bir hızda birbirine tutundu. "Sana karşı planlı bir saldırıydı; hedef sendin."

"İyi de ölüm yoksa, bu saldırının amacı ne olabilir ki?"

"Tecavüz."

Duyduğum tek kelime tüm bedenimi önce baştan aşağı ürpertti, sonra kaskatı bıraktı. Bu keskin bir bıçağın kemiğe dayanması gibi hissettiren, sersemleten, en önemlisi de çaresiz bıraktıran ağrılı bir histi. O gece duyumsadığım paniğin hislerimin arasına karıştığını hissettim; sanki ruhum içimde yırtılıyor, yankısı göğsümün duvarlarında çınlar gibi ağır ağır vuruyordu.

Edim, birbirine yaslanmış gözlerimizi ayırıp, "Biliyorsun, o gece tecavüze uğrayacaktın, ben gelmeseydim," dedi. Sözler ruhumda seyir eden gemilermiş gibiydi ve rotalarına ilerlerken yüklerini kalbime düşürüyorlardı. "Sana saldırıyı planlayan ben olmadığıma göre, seninle hesabı olan başka biri daha olmalı."

Başımı keskin bir inkârla iki yana sallaldım. "Ağzından çıktığı anda bile deli saçması geliyor," dedim, kemiğe dayanmış bıçak kemiklerimi zorluyordu. "Kim, benim tecavüze uğramam için plan yapar ki?"

"Aldığım telefon doğruysa, babanın içinde olduğu bir hesap olduğu açık."

Altımızdaki araba sarsıldı. "O benim babam, ağzından çıkanı duyuyor mu kulakların?" Öfke içimi kavuruyordu. "Saldırı planını babamın kurduğunu, tecavüze bile onun okey verdiğini söyle bir de ha? Ne de olsa ondan her şeyi beklersin herhalde!"

Edim, soğukkanlı bir sesle, "Baban ailemin katili," dedi, gözlerini göremesem de yoğun bir karanlığın bakışlarını ele geçirdiğinden, nefretin ise kanını hareketlendirdiğinden kesinlikle emindim. "Fakat diğer yandan ben bile onun böyle bir emir verdiğini söyleyecek kadar ileri gidemem, henüz."

Zihnim tsunamiyle yükselen bir deniz gibi çılgınca çalkalandı. Delirecektim. "Henüz diyerek ne demeye çalışıyorsun?" Sorum hislerimin asi köklerinden kopmuştu, bu söylemi kabul edemezdim. "Babamı böyle aşağılayabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun, Demiray. Aileni öldürmesi başka, bu ise çok başka."

Edim, "En nefret ettiğin kişinin ben olması kolaydır, hiç zorlanmıyorsundur," dediğinde hislerim ölü balıklar gibi kalbimin kıyılarına kaydı. "Ne de olsa ben yabancının tekiyim ama tüm oklar kendi ailene döndüğü ve yanlışlarını işaret ettiği an insanın nefret ve yargılama hisleri nasıl da karışıp birbirine girerek her şeyi alt üst ediyor, değil mi?"

Yanıt vermedim.

Edim soğukkanlılığını sürdürerek, "Sana saldıran kişi birileri tarafından kiralanan saldırgan bir katildi," diye devam etti. "Belki birilerinin babanla aralarında anlaşmazlığa bağlı bir tür hesaplaşma oldu." Duraksadı, sonra yavaşça ekledi. "Ve sonucunda da bedel sen oldun."

Huzursuzca kıpırdandım. "Bunların hepsi temelsiz, dayanağı olmayan şeyler. Sadece birer teoriden ileri gitmez."

"Şimdilik," dedi bana sert bir bakış atarken.

"Peki o ismini öğrendiğin adam, o ne oldu?"

"Bulamadım, onu aradığımı biliyormuş gibi sırra kadem bastı şerefsiz. Hâlâ peşindeyim ama böyle adamlar hamam böceği gibidir, saklanmayı iyi bilirler. Er ya da geç bulurum ama."

"Neyin nesiymiş ki?"

"Biraz araştırdım. Onun gibi adamlara aracı deniyor, müşteri satıcı arasındaki kişi yani," dediğinde ona anlamadığımı belirten bakış atınca devam etti. "Pis işler için silah, katil, araba, sahte kimlik pasaport, yer istersin. O da seni bunların pazarlamasını yapan satıcı kişilerle görüştürür veya doğrudan müşteri karıştırılmak istemezse kendisi ilgilenir."

Hayatını bir kaçak olarak sürdüren babam böyle bir adamla ne yapıyor olabilirdi? Artık korkuyordum. Babam kafamda oluşan saf kimlikten yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Onu bir gün sevmemekten korkmaya başladım. Edim haklıydı, oklar kendi ailene döndüğü anda bütün yargı hislerin hızla karışıyordu. Yapacağın, düşüneceğin şey kafanın içinde bulanık bir fotoğrafa dönüşüyordu. Amacın ne baba? Neyin peşindesin yine? Cinayetten dolayı yargılanmamak için kaçıyorsan o tür adamlarla neden irtibat kuruyordun? Bu iş içimi olduğu kadar zihnimide bulandırmaya başlamıştı.

Babama duyduğum kesin inancı şimdi bir şüphe takip ediyordu.

"Peki ya sana gelen telefon hakkında bir şey öğrendin mi?" diye sordum. "Yani herhangi bir numara ya da arayanın kimliği belli mi?"

Edim, "Kızılay'ın merkezinde bulunan ankesörlü bir telefondan yapılmış arama," diye açıkladı. "Üstelik işlek bir cadde, yani ordan her gün geçen binlerce insandan biri olabilir o aramayı yapan kişi."

Düşünceli bir sesle, "Ama Kızılay'dan arama yapılmasının bir nedeni olabilir, değil mi?" diye sordum. Kelimelerim sessizliğin içine cam parçaları gibi gürültüyle düşüyordu. "Telefonun olduğu yerin çevresini araştırdın mı? Telefon eden kişi orayla bağlantılı biri çıkabilir; belki orda yaşıyordur, belki orda çalışıyordur. Birçok ihtimal var."

Edim bir an baktı, sanki sorularıma şaşırır gibi oldu ama bakışlarını ani bir hızla yola çevirip evet anlamında başını salladı. "Öyle olabilir evet. Daha çok dükkânların olduğu işlek bir semt," dedi. "Adamımız orada bir yerdeyse bile yerini saptamak zor, aramaya çalışmak samanlıkta iğne aramakla eş değer bir şey."

Sessizliğin yayılışı umutsuzluğu besleyen şeydi o an.

Safir mavisi bakışlarımı cama çevirdim. "Her şey ani bir hızda oluyor, engel olamıyorum, durduramıyorum; hayatım ellerimden öyle su gibi akıp kayıp gidiyor," dedim dalgınca. Sesimin kalbimin ağrısını, zihnimin yükünü omuzladığını zar zor duyumsayabilmiştim. "Her şey niye böyle hızlı akıp gidiyor? Olması gerektiği için mi, zaten olacağı için mi? Hislerim karmakarışık, kafamın içi allak bullak; düşüncelerim zihnimde kıpırdanıp duruyor."

Edim sessizleşti, bana baktı ama sözlerime karşılık vermedi. Ne düşündüğünü merak ettim, ona nasıl görünüyordum? Sahiden benim cesur ve güçlü bir kız olduğumu mu düşünüyordu? Sözlerinde samimi miydi? Yoksa benim o an böyle sözleri duymaya olan ihtiyacımdan mı öyle konuşmuştu?

Yanaklarımın içini havayla doldurup yavaş yavaş bıraktım. İçim yanıyordu. Camı açtım. Hava soğuktu, rüzgâr içeri süzülüp arabanın içindeki ısıyı yuttu. Edim bana kızabilirdi, o an gerçekten onun düşüncesiyle ilgilenecek psikolojide değildim. İçim ateşle doluydu. Kollarımı kapının cam çıkışına yaslayıp ağrı dolu başımı kollarıma yasladım ve ağırlaşan gözlerle dışarıyı izlemeye başladım. Yüzüme soğuk kamçı gibi vuran güz rüzgârları ıslak saçlarımı da hareketlendirirken yüzümde kaybın, acının, hüznün izleri vardı.

Edim'in siyah bakışlarını ara sıra üzerimde hissettsem de ilgilenmedim, aklından ne geçtiğini bilmenin imkansız olduğu Edim ise arada bir bana bakmak dışında benimle ilgili hiçbir şey yapmadı ya da tek bir söz etmedi. Beni kendi hâlime bırakmayı tercih etmiş gibiydi hâli, belki bana ihtiyacım olan alanı verdiği için ona minnettar olmalıydım ama öyle hissetmiyordum. Hâlâ canımı sık boğaz eden acımasız gerçekler vardı. Hâlâ onun yanında olmayı tercih eden benmişim gibi onunla böyle yan yana oturup yolculuk yapmayı hazmetmek zordu benim için.

Buraya ait değildim, benim kadar Edim de bunun farkındaydı.

Babamın ailesini öldürdüğü adamın yüzünü her gün görmek, ona bakmak, onunla aynı çatının altında yaşamak, aynı aracın içinde yolculuk yapmak, yüz yüze konuşmak hâlâ çok ağrıma gidiyordu. Nefesim daralıyordu. Benim açımdan bile durum bu denli berbat ve kötüyken kim bilir Edim ne beter hisler içinde her gün beni görüyordu; ne de olsa onun hisleri benimkinden çok daha eski, çok daha köklüydü.

Diğer yandan o gece Edim gelmeyebilir beni o adamın kötülüğüne terk edebilirdi. Ama gelmişti, yardım ederek uğrayacağım trajik travmadan beni korumuştu. Ailesinin katili olan adamın kızını böyle bir olayın içinden çekip almak hiç kolay olmamıştır onun için. Bana ne diyebilir, kız hakettiğini buldu diye düşünebilirdi. Hiçbir mecburiyeti yokken oraya gelmişti.

"Edim," diye seslendim ona bakmadan. "O gece mi planladın?"

"Neyi?"

İfadesiz bir yüzle ıslak kaldırımları izlerken, "Beni kaçırmayı," diye yanıt verdim.

"Hayır, kafamda seni kaçırma planı yoktu," dedi dürüstçe, dürüst olduğunu hislerimle biliyordum. "Seninle ilgili hiçbir plan yoktu o gece fakat daha sonra babanın seninle görüştüğünü öğrenince oluşan niyetimse ağzından babana dair bilgi koparmaktı."

Başımı çevirip ona baktım. "O zaman teşekkür ederim."

"Neden?" Anlam verememiş gibiydi, eğer o an şaşkınlık herhangi bir şey olsaydı, onun gözleri olurdu. "Bilgi koparmaya çalıştığım için mi?"

Uzaklardan gelen korna seslerini duydum. "O gece orda olduğun ve o adamdan beni koruduğun için."

Edim bir anlığına trafikteki gözlerini ayırıp bana baktı, bakışları pusluydu; tüm hisleri, düşünceleri kara gözlere ustaca gizlenmişti.

Bakışlarında derin bir sessizlik olsa da dili sessizliği çiğneyerek, "Düşmanına asla teşekkür etmemelisin," dedi dümdüz bir sesle. "Daha sonra pişman olduğun ilk şey olur, bir düşmana teşekkür etmek."

Omuz silktim. "Benimde bu teşekkürü dostuma ettiğim yok zaten," dedim, sesim ifadesizdi. "Seni ilk defa gördüğüm o gece benim düşmanım değildin. Doğal olarak kendisini hiç tanımadığım ama mecbur olmadığı hâlde orda olan tanımadığım yabancı adama ediyorum bu teşekkürü."

Edim bakışlarını yolda tutarken sessizliğini koruyarak deri ceketinin cebinden sigara paketini çıkarınca ondan herhangi bir yanıt alamayacağımı biliyordum. Çıkardığı paket mat siyahtı, içinden çıkan sigara da siyahtı. Bu pahalı black sigaraların tütünü alkolle yıkanırdı ve sarhoş etme özelliğini gizli bir virüs gibi içinde taşırdı. Edim black sigara dalını dudaklarının arasında dengeleyerek çakmağını yakıp ucunu tutuşturduğu anda arabanın içini dumanla karışık alkol kokusu sarmıştı.

"Bana saldıran adamı durdurabilir ve bunu neden yaptığını sorabilecekken neden onu öldürmeyi tercih ettin?"

Edim bana bir an ama sertçe baktı, sonra başını direkt cama çevirdi. Dudakları sıkıca birbirine kapandı; sanki içinde canlı bir sırrı tutuyordu o düzgün dudaklar. O an anladım bana asla cevap vermeyecekti ve yine o an anlamıştım, bana saldıran o adamın ölümü sadece benimle ilgili değildi. Önemli bir şey gizliyordu Edim Demiray ve gizlediği şey her neyse o geceki ölümün altında gömülüydü.

Sigaranın üflendikçe yoğunlaşan dumanı yüzüme dokunurken, "O gece neden beni evine götürdün?" diye sordum. "Bunun da bir nedeni vardı, değil mi?"

"Ne çok soru sordun," dedi, sesi ruhsuzdu. "Önün açılınca durmak nedir bilmiyorsun, sonuna kadar gidiyorsun, inatçısın. Hâlbuki seni kaçırmamdan önce kolay biri gibiydin, boş vermişlik içinde hayatın seni tıpkı boş ve hafif bir kayık gibi sürüklemesine izin veriyordun; mücadeleci ruha sahipmişsin gibi görünmüyordun, öyle olduğun aklıma bile gelmedi. İlk defa biri hakkında yanılgıya uğruyorum, bu garip hissettiriyor."

Bu sözleri ve sonuna iliştirilmiş renkli not kağıdı gibi eklenen itirafı beklemediğim için bir an öylece bakakaldım.

"Öyle gibiydim ama öyle değildim," dedim. "Sana dedim, ben rol yapmayı gerçekten iyi beceririm." İnsanlar genel bir yargı yaparak beni bağımlı bir zavallı olarak gördüğünden dolayı kolay lokma olduğum yönünde bir hisse kapılırlardı. Ana konumuza döndüm tekrar. "Bana yanıt ver."

"Kedin içindi ya, unuttun mu?"

Üstün körü verilmiş yanıtı ve zekamı alaya alması beni sinirlendirdi. "Hayır, kedi senin işine gelen sansürdü," dedim kendimden emin duran bir itirazla. "Beni o gece evinde özellikle tutmanın ve sabah erken gitmeme izin vermenin başka nedene bağlı olduğunu düşünüyorum çünkü seni biraz da olsa tanıyorum artık."

Bakışlarımız birleşti, kara gözlerine tutunan bakışlarım onun gözlerinin içinde alev aldı. "Böyle isabetli gözlem yapabilen gerçekten zeki bir kızın bağımlı olması tam bir ironi," dedi, sesi alaycıydı, yine de soruma yanıt verdi. "Haklısın, o gece seni biraz evimde tutmaktı amacım; seni evinden, odandan uzak tutmam gerekiyordu. Sen uyuduktan sonra evimden çıkıp senin evine gittim ve gizlice odana girdim."

Şaşkınca baktım. "Neden?" diye sordum. Ben evinde ona minnet duyarken, Edim o gece odamdaydı. Odamda sessiz adımlar atıp dolaşarak eşyalarıma dokunuyordu. Odama girdiğimde yabancı birinin orda olduğunu, eşyalarıma dokunduğunu fark etmemiştim. Gözlem gücüm kuvvetliydi; nesnelerin yerinin değişmesi, kıpırdaması gibi değişiklikler olsaydı bu farkı anlardım. Profesyonel, soğukkanlı bir hırsız gibi hiçbir iz bırakmamıştı ardından. Böyle bir şeyi ilk kez yapmadığı anlamına da geliyordu bu.

Bakışları bana döndü. "O gece sağlam bir kaynaktan babanla görüştüğün ve irtibat kurduğun haberini aldım; işime yarayacak bir iz bulmak için."

Kaşlarımı çattım. "Buldun mu?"

"Evet, bir sonraki randevunuzun ne zaman ve nerde olacağını belirten not kâğıdını iyi saklamalıydın. Eski bir sahafçı dükkânında, 14.30'da."

"Sen de ordaydın," diye mırıldandım, izlendiğimi anlamının verdiği ürpertiyle titredim. "Beni izliyordun."

"Ve nasıl olduysa, sanırım baban da orda olduğumu biliyordu. Yanına hiç gelmedi."

Babam orda mıydı? Gelmediğini düşündüm ama gelmiş miydi?

Ortada ne döndüğünü bilmeyen tek aptal bendim, öyle mi? Edim Demiray'ın benim peşimde olduğunu biliyorsan, neden beni hiç uyarmadın baba? Neden ona karşı bir tehlike içinde olabileceğimi vurgulamadın? Her şey birbirine giriyordu. Bu bilmecelerle ne yapacağımı bilmiyorum artık. Nasıl biri kızı tehlikedeyken kendisi için saklanır ki? Babam da annem kadar bencildi, annem kadar can yakıyordu. Beni bir katilin eline, onun insafına bıraktığı gerçeğinin parmak uçlarında ateş vardı, o parmaklar göğsüme yerleşip derimi yaka yaka göğsümün altına gömülü olan kalbime iniyor, yakıyordu.

Araba nihayet evin önünde durdu. Motor sessizleşirken Edim'i beklemeden indim, onun da hemen arkamdan indiğini kapıyı kilitlediğini haber veren kilit sesi zihnime yağmur tanesi gibi düştü. Aniden bileğimi tutunca ürpererek ona döndüm, onun eli çok sıcaktı ve tuttuğu elimse taş duvarlara sürttüğüm elimdi. "Ne yapıyorsun? Hemen bırakır mısın şu elimi?" diye sordum tavrına bir anlam yükleyemediğim için şaşırmıştım. Sessizce, dikkatlice elime bakıyor sıkıyordu. "Sana diyorum, sana. Alo, bıraksana elimi. Pardon, sende bir şeyim mi kalmış da elimi alabilir miyim demeliyim? "

Onun pek umrunda değildi sert sözlerim, bileğimi çevirip elime baktı. Ben yaramın üzerine parmaklarımı sıkıca kapamıştım. "Parmaklarını aç," dedi uyarıcı bir sesle, elimi çekmeye çalıştım. "Eline bakacağım, çek hemen parmaklarını. Yoksa ne elini benden kurtarabilirsin, ne de burdan tek adım ileriye gidebilirsin, Kutup?"

Kararlı sözlerine ısrarcı, inatçı bakışları eşlik ederken sahip olduğu keskin zekâsını belli eden bir şey parlıyordu kara gözlerin içinde. Ofladım ve yavaşça parmaklarımı avcumun üzerinden çektim. Açar açmaz, "Aptal kız," dedi kızgınca, sert gözleri avuçlarımdayken söyledi bunu. "Ellerine sanki düşmanınmış gibi davranıyorsun. Buraya geldiğinden beri ellerine ne çok zarar verdin farkında mısın? Elini kaybedince mi kendine ne yaptığını, asıl hasarı kendine verdiğini anlayacaksın, Lavin!"

Gözlerine boş boş bakıp, "Ve bu genelde kimin hatası?" diye meydan okudum.

"Sadece tek birini benim hatam sayabilirim, gerisi senin," dedi meydan okumamı rakip havasında karşılayarak. "Nasıl oldu bu, ne yaptın da sonucun böyle olmasını ustaca becerdin? Cam, bıçak ya da herhangi kesici aletle bağlantılı bir kesik değil bu, dokular orantısız parçalanmış. Sanırım daha çok..."

O ne olduğunu söylemeden, "Taş kesiği," diye tamamladım sözünü. Bakışımın içinde zemindeki cam kırığı gibi parıldayan sert bir öfke vardı. "Taş duvarlara sürttüm elimi, o duvarlarda kanımdan bir çizgi vardı. Yağmur çoktan kanımı kendiyle birlikte temizleyip götürmüştür taş duvarlardan, hiç kendisine kan bulaştırmamışım ordan geçememişim gibi." Kalbim sancıyordu, içim yanıyordu. Zihnimde başlayan bir dakika öncesinde durumu kabullen diyen gerçekler bir dakika sonra durumu kabullenme diyen umutla çeteleye tutuşmuştu. "Bense avuçlarımdan bu yarayı, o an hissetiğim acıyı, kimsesizliğe terk edilişimi temizleyecek hiçbir yağmurun olmadığını biliyorum."

Ağlar bir havada konuşmuştum ama tek bir damla gözyaşı dökmüyordum, garip şekilde güçlü ve güçsüz hissediyordum. İkisini de içimde atan kalbimin odacıklarında siyam ikizi gibi ağırlayabiliyorum.

"Lavin..."

Kelimelerim bileğimi tutan iri parmakları gevşetmişti. Elimi usulca çekip, "Öğrendin işte, şimdi rahat bırak beni," diye ekledim ve evin kapısına yürümeyi devam ettirdim, dik durup adımlamasaydım ağlayacaktım. Gözlerim doldu. Yüksek sesle bağırdım: "Hem öyle sanki beni düşünüyormuşsun, endişeleniyormuşsun gibi tavır takınman mide bulandırıcı."

Bunları arkama dönmeden, duyduğunu bilerek söylemiştim ona. Her ikimiz de aynı tarafın acılılarıydık. Fail ve kurban yakını olma zorunluluğunu ve keskin psikolojisini uzaktan değil, bir aradayken paylaşıyorduk biz; bu her şeyi daha katlanılmaz kılıyordu. Edim ancak bir yere kadar benim iyiliğimi düşünebilir, kendi belirlediği sınırlar içinde babama ulaşana dek. Tek arzusu bu, benim arzumsa... Arzumun ne olduğundan emin değilim artık ben; çünkü babamdan emin değilim artık.

Kimsin sen baba? Neden mutlu bir aileyi öldürecek kadar ileri gittin? Her şey sarhoş olduğun için mi? Bunu nasıl kabullenirim?

Eve girdik. Ben yukarıya çıkacakken Edim, "Eline bakayım," dedi. Durdum. "Sarılması gerek, ağrı kesici de sürelim. Aksi durumda gece seni rahat bırakmaz o yaranın ağrısı."

Merdivenin ilk basamağına basıp merdiven topuzunu kavradım. "Gereği yok, kendim halledebilirim. Ağrıyla da başa çıkabilirim."

Edim kolumu tutup beni durdurdu. Yakındı, daha da yakınlaştı. Ve dudakları saçlarımın üzerinden kulağıma doğru, "Halledebilirsin, acıyla başa da çıkarsın ona hiç şüphe yok," dediğinde bütün hücrelerim hareketlendi. Bu da ne böyle? Ona dönmedim. Ateş sıcağı nefesi saçlarımı aşıp soğuyan tenime bir nehir gibi akıncada bocaladım. "Ama bırak, ben yapmak istiyorum."

Topuzu kavrayan parmaklarım sıkılaşırken başımı eğip sol elimi açtım ve üzerinde kızıl çizgilerin oluştuğu avucuma baktım. Kötü görünüyor, kötü sızlıyordu. Onun da dediği gibi beni uyutmayacak kadar yoğundu ağrı. Gurur yapmayı sürdürebilir, hatta zorlarsam acısına katlanabilirim bile ama sorun şu ki artık istemiyorum, her şey normale dönsün istiyorum.

Uzaklaşmak için ikinci basamağa çıkıp ona döndüm. Bakışlarımız birleşince, "Üzerimi değiştirmek, üstümdeki ıslak kıyafetlerden kurtulmak istiyorum önce," dedim onunla polemiğe girmek yerine. Sesim çok sakindi. "Sonra gelirim yanına."

O an garip bir şey oldu, garip bir bakışma geçti aramızda. Hep öfke gördüğüm siyah bakışlardaki anlam büyüdü, bakışlarına sığamamaya başladığında bakışlarıma sızdı. Gözlerimi kaçırıp hızla arkamı döndüm ve basamakları yukarda acele işi olan biri gibi çıktım ama sadece anlamını bilmediğim bakışlardan kaçmak için acelesi olan biriydim. Niye bana öyle bakıyordu?

Odama çıktığımda, kapıyı arkamdan örttüm.

Odam?

Benim odam mı? Hissettiğim hayal kırıklığı içinde odaya inceleyerek bakarken kapıya yasladım sırtımı. Ben burayı ve içindeki hiçbir eşyayı sırf ait olma hissi oluşmasın diye sahiplenmek istemezken düşüncemde açığa çıkan bu aitlik söylemi paramparça yapmıştı zihnimi. Terk edildim evet, bunu kabullenebilirim ama hayır burda, onunla kalmayı kabullenemem. Yalnızlığın beni av gibi avlayıp Edim'in yaşamına ait kılmasına izin veremem.

Gardırobun önüne gittim ve üzerimdekileri çıkarıp yere atmaya başladım. İç çamaşırları da çıkarıp tamamen çıplak kaldığımda düz karnımı açıkta bırakan yarım atlet ve külot çıkarıp önce onları yavaşça geçirdim çıplak bedenime, sonra önü fermuar ayrıntısıyla açılan eşofman takımımı.

Bir şey yapmalıydım, Edim Demiray'la bir şekilde anlaşabilirim belki. Oyunu kuralına göre oynayabilirdim. Ne olacaksa olsun, bu işin biran önce bitmesini ve burdan gitmeyi istiyorum artık. Edim bugün intikam almak istediği adamın kızını kollarına almıştı evet ama yarın hangi ruh hâlinde olacağını asla bilemezdim, o ruh hâli her an değişebilecek bir suçlu. Bunu aklımdan çıkaramamalı ve kendi elimi kuvvetleştirmeliyim.

Çıplak ayakla odadan çıktım. Merdivenleri sessizce indim, direkt salona gittim; Edim orda değildi. Ev çok sessizdi, bu bir an bana ürkütücü geldi. Sanki bedeni olan bir ruhu içinde tutmamış, yaşatmamış da bedensiz ruhları içinde saklamış gibiydi. Nergis abla nerdeydi merak ettim, geldiğimden beri onu görmedim. Belki de erken uyumuştu ama ben onun varlığına, odaya gelip beni görmesine, benimle konuşmasına çabuk alışmıştım. Alışkanlık. Bu gerçek kaşlarımın ortasına bir yarık kazıdı, huzursuz etti beni.

Etrafıma bakındım, yabancıladım, üşüdüm; yabancılamak soğuktu, çok soğuk bir histi.

Sonra bir telefon sesi işittiğimde, sesi takip etmek için hareketlendim ama ses aniden kesildi. Salondan yavaşça çıktım, merdiven altındaki odanın kapısı aralıktı. Durduğum yerden odanın bir kısmını görebildim, orda kütüphane vardı. Gözlerim raflarında özen içinde dizili kitapların yüzeyinde dolanırken Edim'in sesi, bana hoş gelen bu meşguliyeti kestiğinde, bir anlık huzuru huzursuzlaştırıp aydınlığı karartmayı yine itinayla yapmıştı.

Edim Demiray, "Eğer Tuncay bu meseleyi kurcalamayı bırakıp durmazsa, ölecek," dedi, ifadesiz sesi buz gibiydi. Bu sözlerin harfleri birer bıçakmışçasına kesip içimden geçerken bedenim kaskatı kesildi. Ne ileri, ne geri gidebildim. Bir şok dalgası üzerimde titrerken, zihnimdeki düşüncelerin yoğun gürültüsü sessizleşti. "Başka bir yolu yoksa bu olacak, anladın mı? Dikkatli ol ve dikkat kesil ona. Her hareketinden haberim olmalı, ordaki işi fütursuzca büyütüp burdaki işi mehvetmesine asla izin vermem."

Edim telefonu kapatmış olacak ki kapının aralığında belirip karşı karşıya, yüz yüze, göz göze geleceğimiz biçimde kapıyı açtı. Bir gözyaşı damlası yanağıma devrildiğinde onun karanlık gözlerinin içindeydim. Ruhu öylesine karanlıktı ki karanlığın nabzı onun kara gözlerinde gürültüyle atıyordu. Biz ne yaşarsak yaşayalım, aramızdaki gerçek asla değişmeyecek. Düşmandık. Birbirimizin hiç değişmeyecek şekilde cehennemiydik.

Ne duyduğumu biliyordu, yine de sessizdi. Ne duyduğumu biliyordum, yine de sessizdim.

Edim Demiray bir katildi ve tıpkı bir katilin yapacağı gibi canımın diğer parçasına göz dikmişti.

Kalbim en yüksekten aşağı kendini düşüren çaresiz bir kadının bedeni gibi göğsümdan aşağı sertçe düşüp hayal kırıklığından gelen kanı ağzından kusmaya başladı.

Edim Demiray kendini haklı çıkarmıştı, pişman olmuştum. Düşmanıma teşekkür ettiğim için.

08.Eylül.16 | Perş.

Saat | 20:00

ELİSYA ROYAL

Umarım bölümü sevmişsinizdir.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi belirtin ♥

Yıldıza basarak parlatmayı unutmayın, olur mu? 💕

İnstagram : elisyaroyal

Askfm : ElisyaRoyal

Twitter : ElisyaRoyal

Facebook Grup : Elisya Royal Hikayeleri

Fortsett å les

You'll Also Like

3.7K 253 14
"İyiler çabuk unutulur sen beni kötü hatırla sevdiğim..."
Zoraki evlilik Av remsuAras7

Mysterium / Thriller

4.6K 148 8
Şuan o kadar hızlı kaçıyordum ki düşmemek için dua ediyorum düşersem ölürüm onunla evlendim ama zorumluydum diye düşünüp ağlıyorum biranda bir şeye ç...
Peyda Av Herkes Yalan

Ungdomsfiksjon

751K 51.3K 33
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
3.4K 287 33
Nabzını boşlukta sayan bir gece... (N.H.Han.) Annemi ve babamı küçük yaşta kaybetmenin verdiği acıyla kavrulan bedenim, gece kimsesizliğin verdiği gü...