Oh Sehun's Diary [ÇEVİRİ]

By minnikiniz

39K 2.8K 4.6K

Orijinal link: http://www.asianfanfics.com/story/view/789046 More

Önsöz
1- Giriş, İlk Günlük
2- Luhan'ın İlk Ziyareti
3- Yatı: Hangimiz Sapık? (Part 1)
4- Yatı: İki Kişilik Bir Gün (Part 2)
5- Sevgili Olacağız, Söz mü?
6- Yüreğinde Hatırla
7- Böyle Mi Bitecek?
8- Lütfen Bizden Vazgeçme
9- Oh Sehun, Benim Küçük Kardeşim
10- Benden Mi Hoşlanıyor?
11- Senin Ağabeyinim, Sevgilin Değil
12- Hyungun Randevusunu Takip
13- Kötü Çocuk Sehunnie
14- Fırtınadan Önce
15- Yakala Beni - "Son" Günlük
16- Tek Başına
17- Dön Bana
18- Bunu Hatırlıyor Musun? Şunu Hatırlıyor Musun?
19- Canavar
20- Gerçek Son
21- Hayallerimizin Günü: Düğün
22- Hayalleri[M]izin Günü: İlk Gece
23- Lu Babiş Bebek İstiyor
25- Son Söz - Yeni Hayat Başlıyor
26- Bonus Bölüm: Baba, Aşk Nedir?
27- Ziyu ile Arkadaşları Özel

24- Bebeğin Adı...

954 57 70
By minnikiniz

Oh Sehun's Diary

Yazar: ducklingsoo

Çeviri: Minnie Hyung

BÖLÜM 22

Luhan hayatının böyle sonuçlanacağını hiç hayal etmemişti.

Dokuz yıl öncesini hatırlıyordu, annesi onu arkadaşının karısının, sonradan ortaya çıktığı üzere Sehun'un annesinin cenazesine götürmüştü. O zamanlar Sehun tamamen sıradan, annesinin mezarının başında aynı derecede üzgün babasıyla ağlayıp yas tutan kırılgan bir on dörtlük gibi görünüyordu. Bu cılız Koreli çocuğun gelecek hayatında özel biri olacağı fikri Luhan'ın aklının ucundan bile geçmemişti. Onu rahatlatmak için ilk kez sarıldığında, Luhan özel herhangi bir şey hissetmemişti; sadece yıkılmış oğlanın onu tutacak bir çift kola, yüreğindeki acının dinmesine yardımcı olacak birazcık sıcaklığa ihtiyacı olduğunu biliyordu çünkü genç Luhan gerçekten sevdiği birini yitirmenin nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyordu. Sehun ona şişmiş gözlerinin gülümsemesini ilk kez gösterdiğinde, Luhan sonraki dokuz yıl boyunca her sabah uyandığı zaman yine o aynı göz gülümsemesini göreceğini hiç düşünmemişti. Oh Sehun'un, keskin ancak sevgi dolu bir çift gözle, sadece kendisine bakarken takındığı o aşk dolu bakışlarıyla, güçlü ve erkeksi bir çekicilikle büyüyen Koreli küçük çocuğun; kocası olan oğlanın, hayatının aşkının göz gülümsemesi. İşlerin böyle sonuçlanacağını kim tahmin ederdi ki? Nedendir bilinmez, Luhan tanışmalarının ve hayat yolculuğuna beraber çıkmalarının kaderleri olduğuna inanıyordu.

Ve bir kez olsun ömründe bir gün Sehun'un başı büyük karnına yaslıyken her iki bebeği için; içinde büyümekte olan küçük bebeği ve kendisine her zamanki gibi sevgiyle gülümseyen koca bebeği için yumuşakça şarkı söyleyeceğini hiç ummamıştı.

"Bal kadar tatlı,

Gülüşün bal kadar tatlı

Tıpkı açışları gibi çiçeklerin

Bahar melteminde,

Bahar melteminde


Merak ediyorum nerede,

Nerede görmüştüm seni?

Gülüşün çok tanıdık bana

Fakat anımsayamıyorum hâlâ


Ah... Rüyalarımda.


Rüyalarımda,

Rüyalarımda tanışmıştım seninle

Senin tatlı,

Bal gibi tatlı tebessümünle

Sensin, o sensin,

Rüyalarımda gördüğüm kişi


Merak ediyorum nerede,

Nerede görmüştüm seni?

Gülüşün çok tanıdık bana

Fakat anımsayamıyorum hâlâ


Ah... Rüyalarımda."

(Luhan - Tian Mi Mi)


Sehun bir elini uzatıp parmaklarını Luhan'ın yüzünün kenarında gezdirdi, büyük olan gözleri sevimli bir biçimde gülerek şarkısını bitirirken hülyalı hülyalı onun sıcak kahve yuvarlaklarının içine baktı. "Gerçekten beni... G-Gördün mü r-rüyanda?"

"Gördüm." Luhan utangaç bir sırıtış gül pembesi tombul yanaklarına yayılırken başını salladı. "Kollarında sevimli, küçük bir oğlan çocuğu taşırken gördüm seni. İkiniz de bana çok sevimli ve tatlı bir biçimde gülümsüyordunuz, rüyamda ağlattınız beni."

Sehun gözlerini büyüttü. "B-Bebeğimizi mi? N-Nasıl... Görünüyordu?"

"Mmm." Luhan rüyasını hatırlamaya çalışırken çenesine dokundu. "Yüzü minikti ama kocaman, yuvarlak bir çift gözü vardı. Saçları paspas gibi gürdü ama ona yakışıyordu, gerçekten çok sevimli görünüyordu! Galiba... Seninle benim bir karışımımız gibi miydi neydi?" Kıkırdadı.

"B-Bence... D-Daha çok s-sana... Benziyordu." Genç olan gülümsedi. "Umarım... B-Bebek gerçekten de... S-Sana benzer. M-Mükemmel bir bebek... Olacak."

Sehun diğerinin teninin altından yanağına zayıf bir tekme yediğinde gözlerini büyüttü. Luhan, erkeği daha çok hissedebilmek için kulağıyla yanağını karnına yapıştırdığında hafifçe güldü, salisede bir değişen komik ifadeler yapmaya devam ediyordu; irkilmişten mutluya, ardından tekrar irkilmişe, sonra tekrar neşeyle sırıtmaya.

"Bebek içeride hıçkırıyor." Luhan sırıtarak bebeğin babasını bilgilendirdi.

"Bebek... T-Tekme de atıyor." Sehun kıkırdadı, eliyle çok nazikçe büyük olanın karnını okşayıp seviyordu.

Luhan parmaklarını genç olanın saçlarında yumuşakça gezdirirken sevgi dolu bir tebessüm dudaklarında belirmişti, çene çizgisine ilerledi, eliyle sivri çenesini avuçlamadan önce boynunun yan tarafında, çenesinin altındaki ufak beni okşadı. "Bebek de babasını hissetmek istiyor." Gülüşü daha da büyüdü. "Bebek babacığından öpücük istiyor~"

Bebeği öpmek yerine, Sehun doğruldu ve dudaklarını sevimlice büzerek diğerini dudaklarından öpüp ceylan gözlerinin pörtlemesine ve parlak kahkahasıyla gülmesine neden oldu. "Sehunnie, bebek ben değilim!"

"L-Luhannie de... B-Benim bebeğim." Sehun sırıtarak, başını kucağına yaslayıp sevimlice kızaran tontiş yüzüne sevgiyle bakmadan önce diğerinin göbeğine bir öpücük bırakmak için başını eğdi. "Babacık de."

"Babacık." Luhan utangaçça gülümseyerek itaat etti. Bu hitap Sehun'a çok iyi uymuştu, hatta belki kendisinden de daha iyiydi? Komikti çünkü Sehun kendisinden çok daha gençti. "Böyle hitap edilmeyi sevdin mi?"

"Hıhım." Sehun başını salladı ve yaramaz bir tebessüm çakıverdi. "Hem... bebek hem... s-sen tarafından."

"Komik olma, sana bir daha babacık demeyeceğim." Luhan güldü ve yaramazca diğerinin koluna vurdu. Ama cevap olarak, Sehun damdan düşer gibi kalkıp hamile kocasının üstüne kapanarak onu kolları arasında kıstırdı, okunamaz keskin gözleri Luhan'ın fazlasıyla şaşkın yüzüne kilitlenmişti. "Öyle mi?" Bir kaşını kaldırarak Luhan'ın gergince yutkunmasına neden oldu. Sehun burunları neredeyse birbirine toslayana kadar yüzünü yaklaştırdı, kıstığı gözleri Luhan'ın omurgasına titremeler gönderiyordu.

Böyle zamanlarda kocası ona sataşıyor mu yoksa eski bipolar kişiliğine mi dönüyor diye düşünmesine engel olamıyordu Luhan.

"Iıı, şey... Ben... Yaparım? B-Babacık... Sehunnie babacık." Şüpheyle ciyakladı, kolları içgüdüsel olarak korumacı biçimde karnını örtmüştü. Ancak sonraki an Sehun'un kahkahası patlamış, ona aynı anda hem rahatlamış hem kızgın hissettirmişti.

Sehun kollarını somurtan kocasına sardı ve yanaklarını sevgiyle birbirine sürterek içten bir biçimde güldü. "N-Neden... K-Korktun? Biliyorsun... Öy...öyle d-değilim. Ama söylediğin zaman... k-kulağa tatlı geliyor."

"K-Korkmadım."

"Hmm, tabii." Sehun başını yana eğdi ve tatlı bir şekilde gülümsedi, diğerinin söylediklerini yememişti. Luhan genç olan onu kucağına yönlendirdiğinde itaat ederek doğruldu; kocaman bir top gibi kıvrıldı ve kollarını Sehun'un boynuna dolayarak kendisini yavaşça ileri geri sallayıp bir bebek gibi kucaklamasına izin verdi. Geyiği giderek ağırlaşsa da, Sehun bunu yapmaktan keyif alıyordu. Neredeyse sevgili kocasını kollarında taşımakla aynı hissettiriyordu, güçsüz kolları yüzünden yıllardır yapamadığı ama yapmayı gerçekten çok özlediği şeyi. Neyse ki Luhan bebek muamelesi görmeyi pek umursamıyordu; aksine hoşuna gidiyordu, özellikle de Sehun'un sevgisine ve ilgisine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu hamileliği sırasında.

Sehun sevimlice öylesine melodiler mırıldanarak büyük olanın sırtını sıvazladı ve sevgiyle başının arkasını okşadı, sanki gerçekten bebeğiymiş gibi başını yana eğip yanağından öptü. Luhan'ın gözleri uykuyla seğirmeye başlamış, tombul yanağı genç olanın geniş omzuna yaslanmıştı ama hafif bir tebessüm dudaklarında oynaşıyordu. Luhan'ın boğazından ansızın hafif bir hıçkırık kaçıverip peşinden diğeri, bir diğeri ve başka bir diğeri gelince tapılası bir sırıtış Sehun'un yüzüne yayılmıştı. Luhan çocuk gibi hissederek utangaçça kıkırdadı ve yüzünü diğerinin omzuna gömüp tüm o utanç verici ciyak seslerini durdurmaya çalıştı.

Sehun yana uzandı ve komodinden yarı dolu büyük bir bardağı alarak Luhan'ın hıçkırıklarını durdurması için içmesine yardım etti, gerçekten de tüm suyu anında dikledikten sonra hıçkırığı kesilmişti.

"Vay canına, o k-kadar mı... susadın?" Sehun kıkırdadı ve cam bardağı yerine koydu. Luhan'ın poposuna hafifçe vurdu. "K-kalk bakalım, gidip... biraz d-daha su... alacağım."

"Ah, kendim alırım-"

"Olmaz, sen... burada k-kalıyorsun." Sehun büyüğü dikkatlice kenara itmeden önce göz gülümsemesini yaptı, sonra da koltuk değneklerini alarak yataktan indi. "A-Aç... mısın? Baş...ka bir şey g-getirmemi... i-ister misin?"

"Hayır, hayır, iyiyim." Luhan gülümsedi. "Dikkatli ol lütfen."

"Tamam! B-Bekle." Sehun, Luhan'ı kendi kendine sırıtır vaziyette bırakarak gitti.

Birkaç dakika sonra, Sehun koca bir sürahi su ile gelmiş ancak yatağı boş bulunca neredeyse yere düşürmüştü. Gözleri neredeyse fal taşı gibi açılmıştı.

"Lu...Luhan?" Aceleyle komodine gitti ve Luhan'ın orada olup olmadığına bakmak için koşar adım yatağın diğer tarafına gitmeden önce sürahiyi oraya koydu, oysa orası da boştu. Panikle bakışlarını odada gezdirdi. Geyiği görünürde yoktu.

Sonra gözleri banyo kapısına takılmıştı. Sakar Sehun aceleyle o kapıya koştu, giderken neredeyse ayakları birbirine dolaşmıştı, ardından kapıyı biraz fazla sertçe açtı. Yarattığı gürültülü ses içerideki geyiği şaşkınlıkla zıplatmıştı, bal döküp yalanacak kadar temiz tuvaletlerini neredeyse idrarıyla lekeleyecekti.

"Allahımyarabbim Sehunnie! Sorun ne??"

"L-Luhan!" Sehun koltuk değneğiyle şok olmuş kocasına yürüdü ve boştaki kolunu kısa adama atarak onu sertçe sıktı, sifonu çekmesine ve ufaklığını çamaşırının içine geri koymasına fırsat vermemişti.

"Sehunnie, ne oldu?" Luhan endişeyle sordu.

"Yatağı... boş b-buldum." Sehun nedense titreyen sesiyle sordu. "Gittiğini veya... incindiğini f-falan sa...sandım Luhannie."

Luhan buna nasıl bir tepki vermesi gerektiğinden pek emin değildi. Aşırı korumacı kocası her zamanki gibiydi; bu onu aynı anda hem mutlu hem rahatız ediyordu. "Sadece işiyordum, Sehunnie. Bu kadar endişelenmene gerek yok." Genç olanı kendinden uzaklaştırdı ve sıcacık gülümsedi. "Su getirdin mi?"

Sehun başını salladı ve sevimlice alt dudağını sarkıttı. "Üz...günüm. Çok e-endişelendiğim için."

Luhan kıkırdadı ve genç olanın sarkıttığı dudaklarından bir öpücük çalmak için parmak uçlarına kalkarak ikisinin de utangaçça gülümsemesine neden oldu. "Sorun değil. Şimdi gidip dışarıda bekle, bebeğim. Birazdan geleceğim."

Daha sonra ikili önceki konumlarına döndüler ancak sarılmış yatıyorlarken ön kapıdan gelen zil sesi kucaklaşmalarına bir ara vermiş, Sehun'un somurtmasıyla sonuçlanmıştı.

"Luna jiejie olmalı." Luhan sırıttı. "Öğle öğünümüz için yemek getirmiştir! Hadi çıkalım!"

"Tekerlekli... sandalyeme i-ihtiyacın var mı?" Sehun koltuk değneğini alıp kalkarken kıs kıs güldü.

"Bu ne demek oluyor şimdi? Hâlâ kendi başıma yürüyebiliyorum!" Luhan güldü.

"A-Ayakların dolaşır da... k-karnının üstüne düşersen... d-diye." Luhan kocasına dilini alayla çıkarırken Sehun'un gözleri hilal biçimini almıştı.

"Hıh." Luhan tısladı, yataktan indi ve afacanca yumruğunu genç olana yöneltti. "Ne yaramaz bir kocasın. Öyle diyebilirsin ama sırf tuvalete gittim diye korkmuştun az önce. Gerçekten bebeğin üstüne düşersem iki gözün iki çeşme ağlamayacağından şüpheliyim."

Sehun omzunu silkmekle yetindi ve evden çıkarlarken Luhan'ın sevimli dırdırlarına güldü. Ancak, kapının yan tarafında ışıl ışıl gülen kuzeninin yanında kimin durduğunu görür görmez Luhan'ın çenesi düşmüştü.

"Luhan-ssi! Sehun-ssi!"

"M-Minsoo-ssi!" Luhan hemen uzun kocasının bedeninin arkasına saklanmıştı. Sadık yardımcıları onu görmeyeli bir süre oluyordu, fırlamış karnını gördüğünde kendisi hakkında ne düşünürdü? Ancak Luna bir kaşını kaldırdığında, artık bebeğinden utanmaması gerektiğini fark etmişti. Saklandığı yerden çıktı ve konukları için kapıyı açarak sürücünün arabayı içeri alıp park etmesine izin verdi.

"Luhan-ssiii! Neden bana bir bebeğiniz olacağını söylemediniz?!" Minsoo utanan beyine çıkışırken masumca cıvıldadı ve kollarını salladı. "Vay canına, karnınız hatırlayabildiğimden daha çok büyümüş! Doğumunuz ne zaman, Luhan-ssi? Bebeği görmek için sabırsızlanıyorum, babaları gibi yakışıklı olmalı! Değil mi, Luna-ssi?"

"Aynen." Luna, yardımcı bebeğe erkenden oyuncaklar ve cici kıyafetler hazırlamak konusunda çene çalmayı sürdürüp Luhan'ın kulaklarının ucunun kızarmasına neden olurken güldü. Sehun bile ona gülüyordu. İki kadın bir sürü poşetle geldiğinden, Minsoo Sehun'un yardımıyla içindekileri boşaltmakla meşgulken Luhan kuzeniyle dışarıda ufak bir sohbet ediyordu.

"Luhannie, yardımcınız bugünden itibaren tekrar sizinle kalacak. Tamam mı? Sorun olur mu?"

"Ama nasıl- Yani neden- Yani onu nasıl buldun? Ve neden getirdin, jiejie? Ve neden sadece o?"

"Nasıl mı? Meslek sırrı." Büyük olan kıkırdadı. "Şimdilik sadece onun yeterli olduğunu düşünüyorum. Diğer yardımcıları da getirirsem daha çok utanmaz mıydın? Sen hazır olduğunda gelecek onlar. Görüyorsun ya, ikinizi her zaman gözleyemem, üstelik bebeğin büyüyor ve evin ağır işlerini yapmayı bırakmalısın, tabii ki de sadece sen ve Sehunnie evi tek başınıza çekip çeviremezsiniz. Bu küçük hanımın çok yardımı olacak, ayrıca, onun yemeklerini özlemedin mi?" Genç olanın ensesini ovaladığını ve gönülsüzce başını salladığını görünce gülümsedi. "Yıllarca ailen için çalıştı, kız kardeşin gibi olduğunu bir keresinde sen kendin söylemiştin bana. Onu en başından kovmaman gerektiğini düşünüyorum şahsen, görüyorsun, seni yargılamak için çok fazla masum. Ama artık sorun değil. Ayy, o suçlu ifade de ne öyle? Neşelen artık, kardeşim! İçeri girelim mi? Yardımcınızla beraber pişirmek için çiğ yemek getirdim! Size en sevdiğiniz yemekleri yapacağız."

Heyecanla başını sallarken Luhan'ın yüzündeki suçluluk yerini büyük bir gülüşe bırakmıştı, karnının yemek için zil çaldığını ve bebeğinin de içinde aynı heyecanla tekme attığını hissediyordu. "Evet! Çok teşekkür ederim, jiejie! Bekle, önce kapıyı kilitleyeyim."

"Ah, açık bırak gitsin."

"He? Niye?"

"Yolda gelirken biriyle karşılaştım, o da buraya geliyor- Ah bak, geldi işte!" Luna ön kapıya çeken siyah bir sedanı işaret ederken güldü. Luhan'ın kolunu sıvazladı. "Ben önden gidiyorum, tamam mı?"

Luna içeri girerken Luhan arabadan inip cılız ancak kaslı bedeninden yayılan görkemli havasıyla güneş gözlüklerini çıkaran arkadaşına yürüdü. Dar beyaz gömleği ve siyah pantolonu mükemmel bedenini çok iyi sergiliyordu ve koyu kahve saçları da güzelce yapılmış, perçemleri yakışıklı yüzünü örtmesin diye biraz jöleyle kaldırılmıştı. Luhan kendi vücuduna baktı ve hemen düşündü, benden kesinlikle çok daha erkeksi.

"Luhan hyuung! Seni özledim!" Bir vücut üzerine atlamış ve bir çift kol sıkıca etrafına sarılarak neredeyse dengesini kaybettirmişti. Luhan gözlerini devirdi ve kıkırdadı. Erkeksi evet ama hâlâ küçük bir çocuk.

"Jongin-ah." Luhan küçüğünün sırtını sıvazladı. "Seni buraya tek başına getiren ne? Yoksa Kyungie içeride mi?"

"Hayır, yalnız başıma geldim." Jongin bir adım geriledi ve sersem sersem gülümsedi. "Sehunnie içeride mi?"

"İçeride tabii! Onu görmek ister misin? İçeri girelim-"

"Hayır, bekle!" Jongin tuhafça böldü ve Luhan'ın omuzlarından tuttu, yüzü ciddileşmişti. "Aslında, senden bana bir iyilik yapmanı isteyecektim. Tabii mahzuru yoksa."

"İyilik mi?" Luhan sorgulayarak başını yana eğdi. "Tabii ki sana yardım etmemin bir mahzuru yok ama bir sorun mu var?"

Jongin büyüğü bıraktı ve arabasına geri dönüp bagajı açarak tamamen sıvı dolu bir bidon çıkardı; su değildi, daha yoğun ve koyu kırmızı renkteydi, Luhan'ın gözlerini pörtleten ve anında yüzünü solduran bir renk. Daha ziyade... Kana benziyordu. Luhan'ın kafasında en kötü senaryolar fink atıyor, korku tüm yüzünden okunuyordu.

Luhan'ın çılgın hayal dünyasında, bir adam Kyungsoo ile flörtleşmeye çalışmış ve ne yazık ki Jongin onları yakalamıştı, zavallı adamın şansına. Bir bıçak almış ve yüzüne yapışan psikopatça bir sırıtışla kıskançlık içinde adamı "gıdıklamaya" başlamış, bütün pekmezini akıtmış ve ardından da o bidona koymuştu. Luhan bu fikri kafasından atmaya çalışırken hafifçe titredi, aniden kusası gelmişti.

Jongin kan bidonunu büyük olanın önüne koydu, ayağını üstüne yerleştirdi ve elini beline koyup muzafferane bir biçimde sırıttı. "Hyung, bu konuda yardımına ihtiyacım var!"

Luhan'ın yüzü daha da solmuştu. "N-Ne- S-Saklamamı mı... İstiyorsun?.." Ve sonra aniden patladı. "Yüce Rabbim, Jongin-ah, sen ne yaptın?? Kimi öldürdün? Seni zalim--!"

"Ov ov ov! Bi' saniye ya!" Jongin Luhan'ın uçan kollarını yakaladı ve yavaşça indirdi, geyik hafifçe burnundan solurken kaşları çatılmış ve tombul yanakları kızarmıştı. Gözleri diğerinin yüzündeydi ve bir eli omzunu tutarken, Jongin avcunu biraz kaldırıp tekrar indirdi, kaldırdı ve tekrar indirdi, büyüğü nefes alıp vermesi ve sakinleşmesi için yönlendiriyordu. Luhan'ın bir şekilde öfkeli yüzü sakinleşmişti ama eskisi kadar şaşkındı.

Jongin açıklamaya karar verdi. "Aslında, hyung, onu içmeni istiyorum."

"...Ne?!"

"Yok, yok, şakaydı!" Jongin kıkırdadı. "Tanrım, gerilme bu kadar. Bak, hyung, bu gerçek değil. Sahte kan."

Luhan'ın yüzü ve kulakları utançla derin bir kırmızıya kesmiş, genç olanı kendine güldürmüştü. "Niye öyle demedin ya?" Diye mırıldandı ve sevimli bir şekilde somurttu. "Sahte ya da gerçek, o bir bidon dolusu şeyi bana getirmiş olman yine de garip. Bununla ne yapmamı istiyorsun?"

Jongin kolunu kısa erkeğin omzuna atıp eliyle ağzını kapatarak kulağına fısıldamadan önce biraz daha güldü. Başlangıçta Luhan irkilmiş bir ifade takınmış, ardından büyük bir tebessüm yüzüne yayılmıştı.

"Bu korkunç bir fikir, Jongin-ah. Ama mesele buysa, sana yardım etmekten zevk duyarım! Ne zaman yapıyoruz?"

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

"...Ama efendim, hâlâ işe dönebilecek durumda değilim."

"Neden, Luhan-ssi? Aylar oldu ama bana bir sebep bile göstermedin. Patronun olduğumu unutma, beni yalvartma. Seni uyarıyorum, Luhan-ssi, her an yerini başka biriyle doldurabilirim ve bunu gerçekten yaparsam işini kaybedersin."

Lütfen yapmayın, efendim. Birkaç ay içinde döneceğim. Belki dört veya beş ay."

"O kadar bekleyemeyiz."

"Ama... Ama en çok bana güvendiğinizi söylemiştiniz."

"O zaman bana neden geri dönemediğini açıkla! En azından sorumluluk sahibi biri olarak patronuna ne için bu kadar uzaklaşmak zorunda olduğunu bildirmelisin. Burada zor zamanlar geçiriyoruz, Luhan-ssi. Lütfen daha da zorlaştırma."

Luhan iç çekti ve burun köprüsünü sıktı. Bu kez arayan sekreteri değil, patronunun kendisiydi. Belki de ona şimdi söylesem zararı olmaz. Beni ucube olarak görecekse de olsun varsın, diye düşündü.

"Ben... Efendim, ben hamileyim. Bu yüzden işe d-dönemem. Lütfen beni zorlamayın."

"Ben ciddiyim, Luhan-ssi."

"Ben de, efendim. Bir fotoğrafla kanıtlamamı ister misiniz? Biraz uygunsuz olabilir ama."

Patron telefonda bir süre susup kalmıştı ve Luhan patronunun büyük ihtimalle kendisini incitmeyecek ama yine de "Kovuldun." ile aynı anlama gelecek kelimeler bulmaya çalıştığını biliyordu. Bu düşünce onu oldukça duygulandırmıştı; daimi olarak işsiz kalmak istemiyordu.

Ama patronu boğazını garipçe temizledi ve konuştu. "Yapman gereken işleri sana elektronik posta ile göndereceğim. Evinde yap ve işlerini bitirdikten sonra bana gönder. Buraya gelmek zorunda değilsin. Merak etme, yine aynı maaşı alacaksın."

"...Teşekkür ederim, efendim." Luhan başka ne söyleyeceğini bilmiyordu, patronunun nezaketi onu fazlasıyla etkilemişti. Kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı, sevinç ve rahatlama gözyaşlarını tutmak için birkaç kez gözlerini kırptı. "Bitirmek için elimden geleni yapacağım, efendim." Bir şekilde titreyen sesiyle söyledi.

Patronu babacan bir tonla konuşmadan önce kısa bir sessizlik olmuştu. "Biliyor musun, Luhan-ssi? Bazen sana şans vermeye karar verdiğime şükretmeme neden oluyorsun. Sana güvenmekten asla pişmanlık duymadım. Burada olamaman çok yazık, yerime geçme olasılığını etkiliyor. Ama inan bana, şansın hâlen devam ediyor. Çok çalış, genç adam, aileni onurlandır." Luhan bu sebepten gözyaşı dökmüştü. "Evine ziyarette bulunabilir miyim? Sadece... Durumunu görmek istiyorum da."

Luhan donakalıp gözlerini pörtletmişti. "E-Evime mi geleceksiniz, efendim? Emin misiniz? Y-Yani- Ne zaman?"

Patron güldü. "Bu akşamüstüne ne dersin?"

"Ah, çok üzgünüm, efendim... Fakat bugün bir işim var. Diğer günler boşum ama."

Nihayetinde ertesi gün görüşmeye karar verdiler. Luhan aramayı yüzüne yapışan rahatlamış bir tebessümle sonlandırdı.

"Yürü be, hyung!"

Luhan diğer on erkek odasında oturmuş ona tezahürat ederken utangaçça güldü. Hepsi oradaydı, gergince telefonda konuşmasını izlemişlerdi. Aslında o Pazar sabahı buraya gelmelerinin amacı onun durumunu görmekti ama aniden patronu aramıştı.

"Sahi, Jonginnie nerede? Hâlâ gelmedi mi?" Chanyeol ansızın sordu.

"Henüz değil." Kyungsoo lakayt bir biçimde omuz silkti. "Büyük ihtimal hâlâ yoldadır."

"B-Birisi... onunla g-gitmeliydi." Dedi Sehun. "Bizim için tüm o... yiyecekleri t-taşımak onun... için z-zor o-olmalı."

Jongin'in öğle yemekleri için gidip bir şeyler almayı teklif ettiği doğruydu ama diğerleri kendi işleri yüzünden beraber zar zor vakit geçirebildiklerinden hamile arkadaşları ve onun kocasıyla oturmayı Jongin ile gitmeye tercih etmişlerdi.

"Arayıp nerede olduğunu sormalı mıyız?" Hamile Minseok sordu, yüzü, gruptaki en büyük olarak endişe doluydu.

"Ya Kyungie, git sevgilini ara." Baekhyun kısa arkadaşını dirsekledi ve afacan bir ifade takındı. "Ya başına kötü bir iş gelirse?"

Kyungsoo gerilmeye başlamıştı. "Derdiniz ne sizin? Gideli sadece bir saat oldu."

"O 'sadece'yi bir sil, hyung." Tao konuştu. "Bu çok uzun bir süre, restoran o kadar uzak değil."

O bunu söyler söylemez kapı çalıp on bir erkeğin de ayaklanmasına neden olmuştu. "O olmalı." Kyungsoo rahatlayarak güldü.

"Ben bakarım." Luhan konuştu ve ilk o çıktı. "Gidip mutfakta bekleyin ve içecekleri hazırlayın!"

Kyungsoo da onunla gitmek üzereydi ancak Sehun neşeyle konuşurken onu kendisiyle beraber mutfağa sürüklemiş, bu yüzden sevgilisini mutfakta beklemeyi tercih etmişti.

Birkaç dakika sonra, mutfaktaki herkes Luhan'ın uzaktan haykırdığını duyunca işi gücü bırakmıştı. "Aman Tanrım, Jongin-ah! JONGIN-AH!!"

Kyungsoo, beti benzi atarak tutmakta olduğu mendili düşürdü ve panik içinde mutfaktan fırladı çünkü Luhan, bebeğini ölü bulan bir anne gibi haykırmayı bırakmıyordu. Ön kapıya yaklaştıkça hızı giderek azalmış ve gözleri büyümüştü.

Sokakta, Sehun ve Luhan'ın evinin önünde, Jongin bir kan gölünün içinde boylu boyunca uzanıyordu, gözleri kapalıydı ve bedeni kan revan içindeydi. Luhan yanında diz çökmüş hıçkırıyor, gözlerini açtırmak için vücudunu sarsıyordu.

"Jongin-ah." Kyungsoo baykuş gözleri fal taşı gibi açılırken fısıldadı. Önündeki manzara nihayet kafasına dank etmiş, bilinçsiz sevgilisine koşmuş ve ağlamıştı. "Jongin-ah! JONGİNNİE AÇ GÖZLERİNİ!"

Tantanayı duyan diğerleri de evden çıkıp ufak arkadaşlarının çılgına döndüğünü görmüştü. Çok geçmeden ceset için ağıt yakan Kyungsoo ve Luhan'a katıldılar.

Luhan Jongin'in göğsüne iliştirilmiş bir kâğıt fark edip okudu ve Kyungsoo'ya verdi.

10 yerinden bıçaklandı. Araba ve yemekler çalındı.

Not her ne kadar garip olsa da, Kyungsoo daha çok ağladı ve sevgilisinin kanlı vücudunu kollarına alıp yapabildiğince sıkı bir şekilde ona sarıldı.

"J-Jongin-ah, özüğ dileğim." Kyungsoo hıçkırdı ve kanla kaplı elinin sırtıyla gözyaşlarını sildi. "Seni... Seni seviyorum!"

Aniden Jongin'in eli kıpırdadı ve Kyungsoo'nun elinin üstüne yerleşerek kısa erkeği şaşkınlıkla irkiltti. "J-Jongin-ah?.."

Jongin'in gözleri, dudakları zayıf bir tebessümle gerilirken yavaşça titreyerek açıldı. "K-Kyungie." Sesi çatladı. "Buradasın... Ben de seni seviyorum."

Kyungsoo küçük bir çocuk gibi ağlamayı bırakmıyor, Jongin'in gözlerinin de bir şekilde buğulanmasına neden oluyordu. Elini uzatıp sevgilisinin yanağını okşadı, indirmeden önce yüzüne biraz kızıllık sürdü ve pantolonunun cebine soktu.

Ve Jongin elinde parlak bir şey kaldırdığında, Kyungsoo'nun hıçkırıkları sekteye uğramıştı. Zaten pörtlek olan gözleri iki katı pörtlemişti.

"Do Kyungsoo... Benimle evlenir misin?" Jongin'in yakışıklı yüzündeki tebessüm büyümüş, kıkırdarken gözleri parlamıştı.

"HELAAAALLL!" Diğer erkekler yalandan hıçkırmaya son verdi ve tezahürata başladılar, Kyungsoo ise şoktaydı, şok olmuş yüzünde gözyaşı ve sahte kan izleri vardı. Hatta Baekhyun'un elinde bir kamera vardı, aptal saptal danslar edip sinir bozucu afacan ifadeler takınırken kamerayı Kyungsoo'nun kıpkırmızı yüzüne yaklaştırdı.

Aniden Kyungsoo sevgilisinin bedenini kaldırıma geri bıraktı ve kalktı, bacağını tekmeledi ve ona bağırdı. "KOMİK DEĞİL, KİM JONGİN! HİÇ KOMİK DEĞİL! KALP KRİZİ GEÇİRTTİN BANA ULAN!"

Jongin şaşkınlıkla kalktı ve öfkeli sevgilisinin ayağından kaçınmak için kenara kaçarken deli gibi özür diledi. Planladığı senaryo yaşanan senaryonun yakınından bile geçmiyordu. Ve diğer on erkek de ona yardım etmek yerine sadece gülüyorlardı.

Jongin kalktı ve kısa sevgilisine defalarca eğildi. "Özür dilerim, Kyungie, özür dilerim! Bir daha yapmayacağım."

Kyungsoo sertçe gözlerinde kalan yaşları sildi ve genç olana fırça çekti. "Senden nefret ediyorum. Ve diğerlerinden de. Güzel oynadınız, aferin çocuklar."

"Ama... Beni sevdiğini söylemiştin."

Kyungsoo'nun öfkeli suratı, Jongin onu kucaklarken çok geçmeden çocuksu bir somurtmaya dönmüştü. "Eee... Beni seviyor musun sevmiyor musun?" Genç olan yumuşakça sordu.

"...Seviyorum."

"Peki nefret de ediyor musun?"

"E-Etmiyorum."

"Öyleyse... Benimle evlenir misin?"

"...Evet."

"...Ha, ne?"

"Evet seninle evlenirim, geri zekâlı!" Kyungsoo tutkulu bir öpücükle dudaklarını birleştirmeden önce cevabını bir kez daha tekrarladı. Jongin bariz biçimde şoktaydı ama ardından bedeni gevşerken dudaklarını diğerinin dolgun dudakları üstünde hareket ettirmeye başladı.

"Iııyyy." Diğerleri koro hâlinde söyledi ve elleriyle gözlerini kapatarak çiftin öpücüklerini bölüp utangaçça gülümsemelerine neden oldular.

"Yardımınız için teşekkürler, millet." Jongin sırıttı ve gruba başparmağını kaldırdı. "Bunun için devasa bir parti vereceğim."

Diğerleri neşeyle cırlarken Luhan kocasının yanına gitti ve ona kalçasıyla hafifçe toslayıp kollarını çaprazlayarak utangaç bir kız gibi gülümsedi. "Sehunnie." Kedi gibi gülümsedi. "Ben hâlâ senin teklifinin çok daha sevimli olduğunu düşünüyorum."

Sehun hafifçe kızardı ve Luhan'ın yanağından bir öpücük çalarak geyiği sevinçle kıkırdattı. "B-Belki... B-Bir gün tekrar t-teklif... ederim. D-Daha sevimli bir şekilde. Ama şimdi seni... t-temizleyelim, her yerin... k-kan."

"Neden tekrar teklif etmen gereksin ki? Zaten evliyiz!"

"B-Belki farklı bir... ş-şey teklif ederim? Belki L-Luhannie, b-bu... gece benimle s-sevişir misin diye... sorarım?"

"Ah hadi ama, bunun için teklifte bulunmana gerek yok, bebeğim." Luhan göz kırptı. "Ama evet, sevişirim."

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

O soğuk Ocak sabahı, Luhan her zamanki gibi saçları tayfun yemişe benzeyerek uyandı. Doğruldu ve odasına kısa bir göz attı. Sehun'dan iz yoktu. Duvarda asılı olan saat dokuzu on geçiyordu. Mutfaktadır herhalde. Bu fikirle, tembelce yatağından indi ve tüylü tavşan terliklerini giyerek ilk durağını banyo yaptı.

"Ah~" Mesanesindeki tüm sıvıyı klozete boşaltırken gözlerini kapadı ve rahatlayarak iç çekti. Ardından ellerini ve yüzünü yıkayıp neşeli bir şarkı mırıldanarak dişlerini fırçaladı, ufak bir havluyla yüzünü kuruladı ve aynadaki yansımasına gülümseyerek işini bitirdi.

Aşağı baktı ve nazikçe yuvarlak karnını okşadı. "Günaydın, bebeğim~ Bugün nasılsın bakalım? Güzelce büyüyor musun?" Kendi kendine kıkırdadı. "Babacığın hâlâ doğmanı bekliyor. Sadece üç ay kaldı! Yakında kavuşacağız, yaşasın~"

Saçlarını düzeltmeye çalışıp başarısız olunca, Luhan mutfaktaki kocasını aramaya karar verdi. "Sehunnie~ Neredesin? Bu gece için takım elbiseni hazırladın mı? Unutma, bu gece Jonginnie ve Kyungie evleniyor! Bugün 13 Ocak, değil mi?" Mutfak kapısında durdu ve bakındı. "Ah, boşmuş burası. Nerede ola ki?" Salona gitti ve orayı da boş buldu. Ancak gözleri sehpanın üzerindeki vazoda duran, odadaki tüm beyazlara inat sarı olan papatyalara takılınca utangaç bir gülümseme dudaklarındaki yerini almıştı. Sehun'un iki gün önce, ilk evlilik yıl dönümlerinde verdiği hediyeydi; o zamanlar parkta ona açılırken kullandığı çiçeğin aynısıydı. Elbette sadece çiçek vermemişti, romantik bir akşam yemeği yemişler ve ondan sonra da aganigi naganigi. O görüntüleri hatırlamak Luhan'ı utandırmış ve ergen bir kız gibi kendi kendine kıkırdamıştı.

"Ah, nerede olabilir ki?" Kocasına bir günaydın öpücüğü vermek istiyordu. "Belki yukarıdadır?"

Ama merdivenlerden çıkamadan, kulakları Minsoo'nun uzaktan tiz çığlığını yakalamıştı. "SEHUN-SSIIIIIII!" Panik onu ele geçirirken Luhan'ın anında beti benzi atmıştı. Hemen ön kapıya doğru koştu ve Minsoo'nun evin dışındaki boşluğa baktığını gördü.

"Minsoo-ssi, ne oldu??" Kapıdan yüksek sesle sordu ve şoka giren yardımcıya koşar adım yürüdü. Kadın başını ona çevirdi ve sanki gulyabani görmüş gibi bir ifade takındı.

"L-Luhan-ssi!" Yüzünü kaplayan suçlulukla, belirli bir yönü gösterdi ve Luhan gösterdiği yeri takip ettiğinde, her an ruhunu teslim edecekmiş gibi hissetmişti.

Çok tanıdık beyaz arabası evden uzaklaşmış, köşeyi döndükten sonra görüş açısından çıkmıştı. Bariz biçimde sürücü kendisi değildi.

"Sehun-ssi arabanızı aldı..."

"Ah, Aman Tanrım, Sehun-ah..." Luhan aniden dönen başını tuttu, yardımcısı onu tutmak için yeterince hızlı olmasa neredeyse yere yığılacaktı. Kendisi de ağır efendisini desteklerken düşeyazmıştı. "Minsoo-ssi, lütfen polisi ara. Başını derde sokabilir. Ahhh başım. Sehun-ah ne olur geri dön. Niye evcil hayvan gibi kaçıyor bu ya."

"Evcil bir hayvan sahibinin arabasını kaçırmaz, Luhan-ssi. Ah, ah lütfen burada kendinizden geçmeyin! Luhan-ssi, içeri girelim. Toplayın kendinizi."

Sahiden de polisi aradıktan sonra, Minsoo efendisini kanepeye yatırarak ona bir bardak su verdi ve onu bir kâğıtla yellemeye başladı. "Endişe etmeyin, Luhan-ssi, onu çok geçmeden bulup size getireceklerdir. İyi olacak, buna eminim!"

Hassas, gergin hamile bir eş olarak Luhan kolunu gözlerine örttü ve inledi. "Ama nereye gidiyordu? Neden bana söylemeden gitti? Benden mi kaçıyor? Nerede hata yaptım ben, Minsoo-ssi? Sinirli miydi?" Burnunu çekti ve somurttu. "Geri dönmezse burada bebeğimizle bir başıma kalakalacağım. Dul kalmak istemiyorum."

Minsoo bir süre konuşmadı; hamile adamın kendisinin regl iken olduğundan daha hassas olduğu gerçeğiyle taş kesilmişti. "Iıı, bence bu biraz fazla uç, Luhan-ssi. Sadece on dakikadır yok, bence dul kalmayacaksınız."

"Öyle mi dersin?"

"Evet."

Luhan'ın sızlandığı ve Minsoo'nun onu sakinleştirmeye çalışarak geçirdiği yirmi dakikadan sonra, bir arabanın tanıdık korna sesi geyiği ayağa dikmiş ve alelacele kapıya koşturmuştu.

"Sehun-ah! Allah'ım şükürler olsun!"

Sehun arabanın camını indirdi ve diğer eliyle direksiyonu tutarken kolunu çerçeveye yaslayarak panikleyen kocasına cilveli bir tebessüm etti. Luhan'ın gözlükleri Sehun'un yüzüne mükemmel uymuştu. Geyiğin gözünde çok güzel bir manzaraydı; Luhan'ın dürüst olması gerekirse, ona ikinci kez âşık oluyormuş da içi eriyormuş gibiydi ama o durumda tek düşünebildiği sadece koca bebeğini o arabadan çıkarmak ve her bir santimetresini kontrol edip ardından uyuması için yatağa geri götürmekti.

"Lu, tekrar araba s-süre...b-biliyorum!"

"Hayır, bebeğim, çık oradan. Tanrım, Araba sürmeye iznin yok, ehliyetin bile yok! Ya başına bir şey gelseydi?? Sakın bir daha deneme, anladın mı Oh Sehun? Polisi aradık ama şanslıymışsın ki eve kendi başına dönebilmişsin. İn şimdi."

Sehun alt dudağını sarkıtırken büyük olan güneş gözlüklerini çıkardı ve onu koltuk değneğiyle arabadan çıkardı, ergen oğlunu azarlayan bir anne gibi mütemadiyen dırdır ederken onu eve geri soktu.

"Lu-"

"Olmaz, bir daha araba sürmene asla izin vermiyorum."

"Ben-"

"Yalvarmaya kalkışma bile, Sehun-ah. Dışarısı tehlikeli, gerçekten sürebiliyor olsan bile yine de araba kullanmana izin vermeyeceğim."

"Hayır, ben-"

"Mahallede bile olmaz."

"...Ben-"

"Ne var? Bu kez mazeretin ne-"

"BİR ÇÖP T-TENEKESİNE... Ç-ÇARPTIM! A-ARABANDA BİR... GÖÇÜK V...VAR! TANRIM, SÖZÜMÜ BÖLMEYİ... KES!" (Ç.N: KES'İ PELTEK SÖYLÜYOR)

Luhan şaşkındı; Sehun öyle öfkeli görünüyordu ki peltekliği kazara ortaya çıkmıştı. Ancak o zaman genç olanın yüzüne gerçekten bakmış, çok sinirli göründüğünü fark etmişti, ağlamak üzereymiş gibiydi. Sehun bileğini tutmakta olan elini itti ve onu geçerek odalarına yürüdü, huysuz bir küçük çocuk gibi yataklarına oturarak somurttu.

Genç kocasını biraz fazla azarladığını fark eden Luhan suçlulukla ona yürüdü, yanına oturdu ve üzgünce ona baktı. "...Sehunnie, özür dilerim."

Sehun gönülsüzce ona bakmış, hemen başını çevirmişti. "B-Ben de." İsteksizce söyledi, diğerine hâlâ kızgındı. Tanrım, neden sürmeme izin vermiyor ki? Sadece mahalledeydim ve sağ salim geri geldim, diye sinirle düşündü, bana gerçekten bebekmişim gibi davranmayı bırakması gerekiyor.

Ancak sonrasında Luhan kollarını ona dolayıp yüzünü omzuna gömerek titrek sesiyle konuştuğunda Sehun gerilmişti. "Sadece endişelendim." Sulu gözlerini göstererek başını kaldırdı ve Sehun daha çok afalladı. "Sana kötü bir şey olmasını istemiyorum. Ne olursun kendini tehlikeye atma, bebeğin de benim de sana ihtiyacımız var. Çok üzgünüm, lütfen kızma."

Kuralı bozan hatta arabasında bir hasar bırakan Sehun iken neden özür dileyenin Luhan olduğu konusunda Sehun'un kafası karışmıştı. Aniden ne kadar çocuksu ve bencil olduğunu fark etti. Kızgın olması çok uygunsuzdu.

Sehun yavaşça vücudunu ağlayan geyiğine çevirdi ve onu kollarıyla kuşattı. Suçluluğu ve duyguları coşmuş, sonunda kendisi de ağlamaya başlamıştı. Sarıldılar ve iki küçük çocuk gibi beraber ağladılar ancak işleri bittiğinde, tekrar birbirlerine gülümsüyorlardı.

"L-Luhan, üz...g-günüm. Bir daha a-araba sürmeye ç-çalış...mayacağım."

Luhan rahatlayarak gülümsedi ve Sehun'un vücuduna sokulup, dokunuşuyla neredeyse mırlayarak başını okşamasına izin verdi.

"Bu kadar anlayışlı olduğun için teşekkür ederim, Sehunnie. Seni seviyorum. En kısa zamanda atariye gidip yarış oyunu oynayalım."

İlişkileri böyleydi işte; çocuklar gibiydiler, kavgaları uzun süremiyordu.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Aylar geçmiş ve on iki kişilik gruplarının kalanları da mutlu üç evli çifti görüp imrenerek kendilerini aile kurmaya hazır bulmuşlardı. Jongin ile Kyungsoo evlendikten sonra Junmyeon ile Yixing sonraki ay onları takip etmiş ve Baekhyun ile Chanyeol de kendi kız arkadaşlarını gruba tanıştırmışlardı. Tao ile Kris zevklerine düşkün ruhlarını, yahut daha ziyade Tao'nun ruhunu, tatmin etmek için biraz daha zamana ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlar, şuna buna para harcıyorlardı. Ancak Tao, Sehun'a olan eski hoşlantısının üstesinden tamamen geldiğinden, Kris'i artık çok değerli, nadir kredi kartı olarak değil, hayatının gerçek aşkı olarak görüyordu. Kris hâlâ zaman zaman utanıyordu ama diğerleri bir gün Çinli çiftten de bir davetiye alacaklarına emindi.

Göz açıp kapayana kadar Nisan gelmişti ve Oh bebeğin doğumu yakındı. Minseok ile Luhan bu konuyla ilgili tartışmışlardı; mümkünse, bebeklerini aynı gün doğuracaklardı. Sehun ile Luhan'ın aksine, Kim çifti ilk bebeklerinin cinsiyetini sürpriz olarak tutmuşlar, bu yüzden bebek doğana kadar Yixing'den söylememesini istemişlerdi. Ancak ister kız olsun ister erkek, Luhan hâlâ bebeğinin Minseok'unkine "abi" veya "abla" dememesini tercih ediyordu. Oh çifti oğullarına ne isim vereceklerine hâlâ karar vermemişti ama Oh bilmem ne hyung, oppa veya gege Luhan'ın kulağına iyi geliyordu. Bu sıfatlarla Luhan, bebeğinin olgun ve delikanlı bir adam olarak büyüyeceğini umuyordu, kendisi gibi yakışıklı ve terbiyeli olmasından söz etmiyordu bile.

Ancak planları Minseok Luhan'dan önce doğum yaptığı zaman sadece bir plan olarak kalmıştı. Bu Luhan'ın nedense hayal kırıklığına uğramasına neden olmuştu -bebeği büyük olan olamayacaktı- ama en iyi arkadaşının yaşadıkları, Luhan'a yaş meselesini unutturmuştu. Grubun trolü Chen bile, kocasını ameliyathaneye götürdüklerinde sessizleşmiş ve fazlasıyla gerilmişti. Herkes gergin ve endişeliydi, süreç başlamadan önce Yixing görevli doktor olarak onları Minseok'un ve bebeğin iyi olacağına dair yüreklendirmesine rağmen. Doğum uzmanı her zamanki gibi sakin ve neşeliydi, birini doğurtma süreci boyunca böyle kalmak için ilaç kullanıp kullanmadığını merak etmemek Luhan'ın elinde değildi. Ama görünüşe bakılırsa, profesyonel ve deneyimli biri olarak, Yixing buna alışmıştı. Bu bir şekilde Luhan'a korkmaması gerektiğine dair güvence vermişti; birkaç gün veya hafta içinde kendisi de aynı şeyle yüzleşecek ama onunla aynı doktor ilgileniyor olacaktı, yani emin ellerde olmalıydı.

On erkek sonsuz gibi bir süre gergince ter döktükten sonra -Junmyeon bile onlara eşlik etmek için oradaydı- ameliyathanenin içinden bir bebeğin sevilesi çığlığını duyduklarında birden sıçramışlardı. Ardından Yixing yüzünde en parlak gülümsemesiyle ikiz kapıdan çıkmıştı.

"Chen-ah, tebrik ederim! Bir kız, nur topu gibi bir kızın oldu!"

Sehun'un omzunun arkasında gizlice biraz mutluluk gözyaşları döken Luhan'ın dudaklarını gururlu bir tebessüm bezemişti. Demek bebeğim ona "abla" diyecek, diye saf neşe içinde düşündü.

O gün daha sonra, kendilerini şeffaf cam duvarın önünde durmuş, duvarın öte tarafındaki odanın içinde pembe battaniyeye sarılıp bebek karyolalarından birine yatırılan o bebeğe sevgiyle bakarken bulmuşlardı. Kız huzur içinde uyuyordu ve yüzü çok sakindi. Çok güzel bir bebekti. Yanakları tombuldu, teni ile ince dudakları sağlıklı bir pembe rengindeydi ve gür saçları Minseok'unki gibi saf siyahtı. Karyolanın önüne iliştirilen kimlik etiketinde bebeğin doğum saati ile ismi yazıyordu; öğleden sonra 07.05, 10 Nisan 2012, Salı, Kim Hyejoo. Adını Minseok vermişti çünkü Chen kızlarının ismini Kim Katy Perry olarak önermiş ve tabii ki Minseok bunu kabul etmemişti.

Luhan, Minseok doğurduktan sonra onunla ilk görüştüğünde, arkadaşının karaya vuran bir balinaya benzediğini düşünmüştü; çok fazla kıpırdayamıyor ve doğrulmayı denemek bile istemiyor, karnındaki yaranın yaratacağı acıdan korkuyordu. Bu Luhan'ı doğum konusunda tekrar düşündürmüştü; başka yollar bulamazlar mıydı? Daha az acıtacak veya hiç acıtmayacak yollar? Belki de bebeği bir makineyle kıçından vakumlayıp alabilirlerdi. Ama yok, bu fikirden iğrenmişti, bu kesinlikle acıtırdı. Sehun'un pipisi popo deliğine ilk girdiğinde bile acıtmıştı, yani bebeği öyle doğurmak canını öyle hunharca acıtırdı ki iki gözü iki çeşme ağlayabilirdi. Luhan daha sonra ameliyatın iyi olacağına karar vermişti; birkaç gün sonrasında Minseok çok daha iyi görünüyordu.

Sehun da Luhan da Heyjoo bebeği tutma ve ona sarılma imkânı bulmuşlardı. Bebek meraklı ve yuvarlak gözleriyle onlara baktığında ve minicik eliyle yüzlerine dokunduğunda, kendi bebekleri için artık sabırsızlandıklarına karar vermişlerdi. Fazla beklemelerine de gerek yoktu; doğum sancıları Luhan'ı etkisi altına almaya başlamıştı.

Ne yazık ki doğum yaklaşırken Luhan hasta düşmüştü. Onu yatakta kalmaya zorlayan yüksek ateşle boğuşuyordu ki bu da onu ele geçiren analık dürtülerine aykırıydı. Sehun dinlenmesi gerektiği konusunda diretmiş ancak Luhan içgüdülerini dinlemeyi seçmişti; aniden bir enerji patlamasıyla vaktini evi temizleyerek, bebek giysilerini düzenleyerek, gözüne dağınık gelen her yeri toplayarak geçirmişti. Ne kadar temizlik yaparsa, banyoya da o kadar sık giriyordu. Sehun bunun doğmaya hazırlanan bebek yüzünden olduğunu düşünüyordu. Tüm bunlar zavallı Sehun'u endişe vericiden komik bir boyuta sokuyordu, özellikle de kocası karnında sık sık sancılar hissedip acı çektiği zaman. Hastaneye gitmeliler miydi? Gitmemeliler miydi? Zamanı gelmiş miydi?

Nihayetinde Sehun ertesi gün hastaneye gideceklerinde karar kılmıştı zira artık gece olmuştu ve Luhan hâlâ devasa karnıyla paytak paytak dolaşabiliyordu. Ancak gece ilerledikçe Luhan'ın durumu kötüleşiyor ve Sehun ne yapacağını gerçekten bilemiyordu; ruh hâli dengesizdi, inliyor ve acı içinde yığılıyordu, ateşi fazla yüksekti; belki de hastaneye daha erken gitmeliydiler. Luhan her sancılanışında ölüyormuş gibi görünüyordu.

O gece Sehun odalarında kocasının yanında durmuş, pembe, sıcak yüzünü serin bir havluyla siliyordu. Luhan karnını tutarken acıdan ağlıyor ancak sonraki dakika sakinleşip rahatlıyor, yine birkaç dakika sonra tekrar inlemeye başlıyordu.

"Sehun-ahh~ Acıyor! Durdur şunu!" Rahatsızca kıvranarak ağladı.

Sehun ne yapacağını bilemeyerek panikledi ve başını sıktı, böyle bir şey yaşanırsa Yixing'in öğrettiği yapmaları gereken şeyleri hatırlamaya çalışıyordu. Kocasını kendine yakın tuttu ve yatıştırıcı sözler fısıldamaya başladı.

"G-Geçti... Luhan... N-Nefes al." Elini yukarı aşağı oynatıp diğerine nefes almasını işaret ederek söyledi.

Sonraki dakika sancı kesilmiş, Sehun bu fırsatı odadan aceleyle çıkıp yardımcılarını bularak ambulans çağırmasını söylemek için değerlendirmişti. Ancak odalarına döndüğünde şaşkının da ötesindeydi; yatak boştu, Luhan yerinden kalkmıştı. Sehun banyoya bile baktığında, orada değildi. Odadan çıktı ve panikle sürekli öbürünün adını tekrarlarken evi dolaştı.

"Lu-Luhan! LUHAN! N-Nere...desin?"

Ve hamile geyiğini yukarıda, merdivenlerin diğer ucunda gördüğü an gözleri iki misli büyümüş ve nefesini tutmuştu. "L-Luhan! Kıpır...d-dama, orada... bekle!"

"Ha?.." Luhan yarı kapalı gözleriyle diğerine baktı, başı dönüyor ve zonkluyor gibi görünüyordu. "Ah, Sehunnie... Pardon, telefonumu yukarıda unutmuşum." Güçsüzce açıkladı. Sehun korku dolu pörtlek gözlerle onu izlerken paytak paytak aşağı inmeye başladı.

"Lu, b-bekle, a-aşağı... gelme!"

"Niye-- Aah!" Luhan kıçı merdivene yapışırken tekrar acımaya başladığı için karnını tuttu ve yüzünü buruşturdu. "S-Sehunnie..."

Hüsran gözyaşları Sehun'un yüzünü yıkamaya başlamıştı. Keşke sevdiğini alıp aşağı taşıyabilecek kadar güçlü olsaydı. Luhan onun yukarı çıkmasına asla izin vermemişti, düşeceğinden korkardı. Ama bu defa, cesaretini toplayarak koltuk değneğiyle yavaşça yukarı bir adım atarak diğerine yaklaştı.

"Hayır, Sehunnie~ Ahh, of, g-gelme buraya!"

Aniden Luhan ayaklanmış ve karnını tutarken aşağı inmeye devam etmişti.

"B-Bekle!"

"Hayır, sen bekle!"

"Olmaz-"

Sonrasında olanlar ağır çekim gibiydi; Luhan basamağı kaçırırken ikisinin de gözleri büyümüştü, bedeni kontrolsüzce ileri eğilmiş ve özgürce sersemlemiş kocasının üzerine düşmüştü. İçgüdüsel olarak Sehun diğerini yakalamak için koltuk değneğini bırakmış ve kollarını açmış, birbirlerini kucaklarlar iken beraberce düşmüşlerdi.

"Luhan..."

Aniden sahneyi tiz bir ciyaklama bölmüştü. "Sehun-ssi- AMANTANRIM!"

Hatırladıkları sonraki şey, üçünün birbirine çarptığı ve Luhan'ın en üstte, Sehun'un ortada ve ufak yardımcı Minsoo'nun ikisinin altında pestil olduğuydu.

"Tanrım- Ah- Sırtım- N-Nefes alamıyorum-"

Sehun hemen zavallı yardımcının üstünden çekildi, şok olmuş geyiğini sıkıca kollarında tutuyordu. Büyüğün yüzü aynı kalmıştı, gözleri pörtlek ve ağzı açıktı. Yavaşça başını eğdi ve elini karnına koydu.

"Luhan... İ-İyi... misin?"

"Hiç... Hiçbir şey hissedemiyorum."

Sehun'un yüzü de diğerininki gibi olmuştu. "B-Bebek..." Bir kez gözlerini kırpmış ve gözleri dolmuştu. "M-Minsoo-ssi, t-taksi geldi... mi?"

Minsoo kendini yerden kaldırırken inledi ve incinen sırtını ovaladı. "Henüz gelmedi, Sehun-ssi." Bir daha asla düşen kimseyi tutmayacaktı. Özellikle de düşen iki koca adam olduğu zaman.

Sehun hızla nefes alarak Luhan'ın yüzünü tuttu ve dolu ceylan gözlerine baktı. "Seni h-hastaneye g-götürmeme izin... ver."

Gerçekte ağlamıyor olmasına rağmen, Luhan'ın bedeni nedense titremeye başlamıştı. İsteksizce başını salladı. Bir parçası gerçekten bebeğine ne olduğunu bilmek istiyordu ama diğer yandan da Sehun'un araba kullanmasına izin veremezdi, özellikle de gecenin ortasında.

"N-Neden olmasın? Az önce... d-düştün ve b-bebek... t-tehlikede olabilir... ve ben... s-senin kocanım... Bırak da bir... ş-şeyler yapayım!" Çift hüsranla ağlamaya başlamıştı. "A-Araba kullanabildiğimi... is-ispatladım, sadece bir kez ç-çöp... tenekesine vurdum. Bana g-güvenmek... z-zorundasın!"

Luhan güçsüzce başını salladı ama karın kasları yine kasıldığı zaman tekrar düşünme şansı olmamıştı. Sehun'un yüzündeki öfke ve huzursuzluk karışımı ifadeyi görmek pes etmesine neden olmuştu.

"T-Tamam... Beni hastaneye götür. Ama ne olursun dikkatli ol. Yavaş sür."

Büyüğün itimadını alan Sehun'un öfkeli ifadesi anında mutlu bir hâl almıştı. "G-Gide...lim!"

Sehun Luhan'ın araba anahtarını aldı ve hastaneye doğru yola koyuldular. Yolda, Luhan'ın inlemeleri ve ağlayışları, yaşadığı doğum sancılarıyla yoğunlaşmıştı. İçindeki bebeğin yaşayıp yaşamadığından emin bile değildi; hareketlerini hissedemiyordu ama bedeni hâlâ onu dışarı çıkarmaya hazırlanıyordu.

Arabaları bir trafik ışığında durduğu zaman, Sehun bu fırsatı Luhan'ın elini tutup ona manevi destek vermek için kullanmıştı. "G-Geçti, Luhan... D-Dayan, neredeyse... g-geldik." Eğildi ve Luhan'ın ıslak yanağına bir öpücük kondurdu. Ağlamasının nedeni gerçekten sırf acıdan değildi, biricik bebeğini kaybetmiş olmaktan korkuyordu.

O an Luhan düşündü, Ne olur bebeğim yaşasın. Ben hayatta kalamasam bile önemli değil, sadece bebeğim yaşasın.

Araba hareket etti ve Luhan kaslarının gevşediğini hissederken yumuşakça hızla soludu. Koltuğuna gömülerek önlerindeki işlek caddeye baktı. Bulanık görüşünde binaların ve arabaların ışıkları sadece birer nokta gibiydi. Boncuk boncuk terler alnından damlıyordu ama üşüyor ve hafifçe titriyordu. Ateşi de hiç yardımcı olmuyordu. Başını çevirdiğinde, yarı kapalı gözleri Sehun'un sessizce ağlarken araba sürdüğünü görünce büyümüştü, ağzı durmaksızın duyulmaz kelimeler mırıldanıyor, elleri, avuçları beyazlayana değin direksiyonu sertçe sıkıyordu. O da gergindi ve korkuyordu, belki Luhan'ın kendisinden bile daha çok.

Luhan güçsüz elini kaldırdı ve Sehun'un omzuna yerleştirdi. "Sehunnie... Geçti. İyiyiz. Ben..."

Luhan'ın sözleri havada asılı kalmıştı. Sorunun ne olduğunu merak ederek, Sehun diğerine bir bakış atmış ve yüzünün dehşetle dolu olduğunu görmüştü. Sehun göz ucuyla yüzünün ışıldadığını görmüş ancak başını tamamen ona çevirdiğinde, büyüyen ışığın aslında ondan değil de yan taraflarından yaklaşan bir şeyden geldiğini fark etmişti.

O gece caddede, sarhoş bir serseri arabasını tam gaz köklüyor, serseri arkadaşıyla beraber gece havasında patlayan gürültülü müzikle durmaksızın gülüyordu. Atari oynadıklarını sanıyorlardı; bu yüzden önlerindeki o beyaz sedanı gördüklerinde durmamışlardı.

Sehun göz açıp kapayana kadar, aniden Luhan tarafından çekilmiş ve korunmuştu, başı herhangi bir darbeye karşı güvendeydi. Sehun hiçbir şey göremiyordu ama arabalarının sürüklendiğini, diğer arabalara çarptığını ve yarış oyunlarındaki gibi taklalar attığını hissedebiliyordu. Camın kırıldığını duydu, cam paramparça olmuştu; birkaç parça gömleğini kesip tenine girdi ve acıdan ağladı. Ama hissettiğinin Luhan'ın hissettiğiyle kıyaslanamayacağını biliyordu; bedeninin birkaç kez arabanın içinde savrulduğunu ve bastırdığı sesiyle ağlayıp inlediğini duyabiliyordu, gömleğinin kumaşının içine kan girmiş, bazılarıyla sırtına damlamıştı. O saniye Sehun, kendisinin Luhan'ı koruması gerekirken Luhan'ın kendisini koruduğunu fark etmişti. Çok yanlış geliyordu.

Bir kez daha Luhan onun yüzünden incinmişti.

Her şey sonsuza dek sürmüş gibiydi; yığılırken Luhan'ı itmek ve kendisini korumasına engel olmak için deli gibi çabaladı ancak Luhan'ın tüm ağırlığı üzerindeydi. Pozisyonlarını çevirmeyi nihayet başarıp Luhan'ın bedenini koruduğunda, arabalarının sertçe bir ağaca çarpmasıyla her şey bitmişti. Aniden her şey kararmış ve susmuştu.

Sehun Luhan'ın hareketsiz bedenini koltukta yavaşça çevirdi, kendisinin burnu bile kanamamışken sevdiğinin cam parçaları ve kanla kaplandığını görünce küçük bir çocuk gibi hıçkırmıştı. Luhan'ın gözleri kapalıydı ve kılı kıpırdamıyordu. Sehun titrek ellerle diğerinin yüzüne dokundu, hiçbir yanıt almamıştı, kendi avuçlarına baktı ve parlak koyu kırmızıyla kaplandığını gördü.

"Luhan... Luhan, a-aç gözlerini... Ö...Özür d-dilerim!.."

Kaza bir kez daha tekrarlamıştı; Sehun ailesini korkunç bir kazada kaybetmişti ve bu defa aynı biçimde eşi ile oğlunu kaybediyordu. Ve tüm yapabildiği sadece ağlamaktı.

Sehun birisi arabanın kapılarını açıp onları dışarı çıkardığı zaman zar zor düşünebiliyordu. Bir sedyeye oturtulmuş ve bir adam ona iyi olup olmadığını sormuştu. Birkaç sağlık görevlisinin Luhan'ı aceleyle ambulansa götürmeden önce durumunu kontrol ettiklerini görürken başını sallayarak ve daha çok ağlayarak yanıt verdi.

"Luhan, ü-üzgünüm." Hıçkırıkları arasında durmaksızın söyledi. "Benim... s-suçum!" Öldü mü? "N-Ne olur b-beni... bırakma!"

Genç bir bayan sağlık görevlisi gelip onu sakinleştirmeye çalışmış, onu tutup Luhan'ın iyi olacağına dair onu rahatlatmıştı. "Hâlâ nefes alıyor, efendim. İkinizi de aynı hastaneye götürüyoruz, tamam mı?"

Sehun hâlâ ağlarken elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve görevlinin onu Luhan ile aynı ambulansa götürmesine izin verdi.

Hastaneye yapılan kısa yolculuk boyunca Sehun bir an olsun Luhan'ın elini bırakmamış, gözlerini açması için ona yalvarmıştı. Hayatında bir kez olsun sevdiğini böylesine korkunç bir durumda göreceğini düşünmemişti. Kendisini suçladı; onu hastaneye götürmek için ısrar eden kendisiydi. Luhan kabul etmemişti ama o çok inatçıydı. Keşke Minsoo'nun çağırdığı taksi gelene kadar bekleseydi, o zaman bu kaza olmazdı.

Hastaneye ulaştıklarında, sağlık ekibi hızla hareket edip Luhan'ı Sehun'un görüş açısından çıkarmıştı. Acil odasında, bir hemşire onu temizleyip yaralarını sararken, kendisine refakat eden bayan sağlıkçıya sordu. "Hanımefendi, k-kocam... n-nerede?"

"Ameliyathanede." Görevli mahcupça gülümsedi. "Yaşaması için acil müdahaleye ihtiyacı var."

"Y-Yaşayacak... mı? Ya b-bebeğim?"

Görevli, genç adamın gözlerindeki umut parıltısını gördüğünde üzülmüştü; tam bir çocuk gibiydi. "Üzgünüm, efendim, size hiçbir şey için söz veremem. Ama sağlıkları için dua edebilirsiniz, böylece kocanız ve bebeğiniz sizin için yaşayacaktır."

Sehun hemen gözlerini kapamış ve Luhan ile oğullarının canları için deli gibi dua etmişti, tıpkı sağlık görevlisinin dediği gibi. Bunu gören hemşire ile görevli birbirlerine anlayışla gülümsemişti.

"Ah." Sehun, hemşire pamuk ve alkolle belindeki kesiğe nazikçe dokunduğunda hafif bir inleme koyuverdi. Yaralarına müdahale etmek zorunda kaldıklarında Luhan'ın nasıl hissetmiş olabileceğini hayal ederken gözleri dolmuştu. Kendi kendine üzgünce somurttu. Ne kötü bir kocayım.

"Efendim, gömleğinizi çıkarabilir miyim? Belinizin altında birkaç tane daha var."

Sadece Lulu bedenimi görebilir. "T-Tamam."

Daha sonra Sehun'a dinlenmesi için zaman verildi.

Ama elbette uyuyamıyordu.

Bu sırada, ameliyathanede...

"Cımbız. Pamuk. İğne. Makas."

Cerrahın donuk, boğuk sesi ve kalp monitörünün sabit biplemeleri ameliyathanenin gergin havasını dolduruyordu. Asistanlar durmadan elden ele cerraha birçok tıbbi malzeme uzatıp elinden bir şeyler alıyorlar iken aynı ameliyat önlüğü ve maskesi giyen bir sürü insan kalan birçok yarayla ilgilenmesine yardım ediyor, cam parçalarını çıkarıp kesikleri dikiyordu. Luhan ameliyat masasında çaresizce yatıyordu, gözleri kapalıydı ve yüzünü bir oksijen maskesi örtüyordu. Elinin tersine bir serum ve kocaman bir kan torbası bağlıydı ama onu desteklemeye yetmiyorlardı.

"Çok kan kaybediyor. Daha fazla kan nakli gerek. Hemen daha fazla 0 grubu kan getirin."

"Hemen, doktor."

"Bebekten ne haber, doktor?"

"Kaç aylık olduğu belli mi?"

"Hastanın kocasına göre dokuz aylık."

Cerrah bir anlığına sessizleşti. "Bebeği şu an alamayız. Hasta daha çok kan kaybeder."

"Ama doğum başlamış, doktor."

"...Bir doğum uzmanı çağırın. Bakalım kadın ya da adam bebekle ilgili ne diyecek."

Dakikalar sonra aynı kıyafetler giyen bir doktor gelmişti, ayrıca boynunda bir stetoskop vardı. Hastanın etrafını çeviren diğerlerine katıldı; ilk bakışta bedene odaklanmıştı ancak bakışlarını yüze çevirdiğinde, gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı.

"Luhan-ah!" Diğerleri başlarını çevirip ona sorgulayan bir ifadeyle baktılar.

"Bu hastayı tanıyor musunuz, doktor..?"

"Doktor Zhang Yixing. Ve evet... O benim arkadaşım. N-Ne oldu ona?"

"Trafik kazası, aşırı kan kaybı ve kafa yaralanması. Görünüşe göre kaza sırasında baş aşağı duruyormuş zira vücudun ön tarafında sadece birkaç ufak kesik var, arkasındaki kadar çok değil. Kocası iyi, acil odasında bekliyor. Lütfen bebeği kontrol edin, doktor. Bebeği şu an almamalıyız derim, daha çok kan kaybına neden olacaktır."

Bir meleğin pamuk kalbine sahip olan Yixing, yakın arkadaşının bilinçsiz ve yara bere içinde olduğunu görünce neredeyse gözyaşı dökmüştü. Ama profesyonel olmak zorundaydı. Derin bir nefes aldıktan sonra, stetoskopunu nazikçe Luhan'ın çıplak göbeğine koydu ve arkadaşının bebeğinin kalp atışlarını duymaya çalıştı. Bir süre bulamadı, hâlâ tamamen sakin değildi, ancak bir süre sonra bir tebessüm yüzünde belirmişti.

"Bebek yaşıyor ve kıpırdıyor, kalp atışları normal." Asistanlar bile rahatlayarak gülümsemişti ancak derin derin düşünürken Yixing'in yüzü düştü. "Aslında bebeğin doğum zamanı tam şu an ama büyük bir risk almayalım. Bedeninin yarına kadar dinlenmesi için zaman verelim derim. Durumunu görmek zorundayız, eğer iyileşip uyanırsa o zaman bebeği alabiliriz. Yarından daha uzun sürmemeli."

"O zaman yarın. Teşekkürler, Doktor Zhang."

Yixing gitti ve ameliyat devam etti. Bazen Luhan'ın kalp atışları zayıflıyor, gereken nakil yapıldıktan sonra durumu biraz daha iyiye gidiyora benziyordu. Uzun, yorucu süreç tamamlandıktan sonra YBÜ'ye götürüldü. Henüz uyanmamıştı ama muntazaman nefes alıyordu. Ama bu ameliyattan sağ çıkmış olsa bile, durumu henüz tamamen iyi değildi. O esnada Sehun acil odasında, biricik kocasını görme şansı olmadığı için uykusunda ağlıyordu.

Luhan nihayet gözlerini kırparak açtığında YBÜ'deki saat dördü çeyrek geçiyordu. Her şeyi bulanık görüyordu, başı ve tüm vücudu öyle bir acı içindeydi ki kılını dahi kıpırdatamıyordu. Fiziksel olarak yorgun hissediyordu ve bunalmıştı. Nerede olduğunu ve başına neler geldiğini anlayacak kadar bile enerjisi olmayarak, tekrar gözlerini kapadı ve uyuyup kaldı.

Tam olarak bir saat sonra gözleri tekrar açıldı ama bu kez artık kapanmıyorlardı; göz bebekleri karnında hissettiği ani sancıyla büyümüştü. Doğumu henüz bitmemişti.

"...Ah." Boğuk sesiyle inledi. Çok geçmeden yatağında kıvranıyor, hem sırtındaki hem de karnındaki ağrı nedeniyle ciyaklayıp inliyordu. Sancı yoğundu ve durmuyor, ona zamanın geldiğini söylüyordu. Onu uyanık gören bir hemşire hemen koştu, diğer hemşireleri ve YBÜ'de nöbetçi olan doktoru çağırdı. Luhan'ın tekrar ameliyathaneye alınması çok uzun sürmemişti. Malum doktor aceleyle girdiğinde, Luhan'ın gözleri tanıdıklıkla aydınlandı.

"Yixing ge." Luhan güçsüzce seslendi, asistanlar ona birkaç tane daha monitör ve vücudundaki kırmızı sıvıyı yeterli miktarda tutmak için kan torbası bağlarken oksijen maskesinin ardından yumuşakça soludu.

"Luhan-ah, Tanrı'ya şükür uyandın." Yixing sevinçle gülümsedi. "Doğum günün kutlu olsun, dostum."

Doğum günüm mü? Ancak o zaman Luhan günün değiştiğini fark etmişti; 20 Nisan'dı. Bu yüzüne nedense mahzun bir tebessüm getirmişti. "T-Teşekkür ederim."

"Şimdi, bebeğine kavuşmaya hazırlan! Hazır mısın?" Luhan bedeninde kalan son enerjiyle gözlerini kapadı. "Harika, şimdi sana bir spinal yapalım." (Ç.N: SPİNAL = DOĞUMDA BELDEN VURULAN İĞNE)

Ne olduğuna dair Luhan'ın bir fikri yoktu, tüm yaptığı sadece doktor arkadaşının talimatlarına uymaktı. Yixing doğrulmasına yardım etmiş ve ona bir yastığa sarılmasını söylemiş ve o da gergince yapmıştı. Ancak omurgasına iğne yapıldıktan sonra uyuşmanın karnına yayılmaya başladığını hissetti, acı bastırılmış ve ihtiyacı olan o tatlı rahatlamaya erişmişti.

Yixing işine başlamadan önce Luhan güçsüzce sordu. "Yixing ge, Sehunnie nerede? O iyi mi?"

Büyük olan yumuşakça gülümsedi ve nazikçe kolunu sıvazladı. "Buralarda, acil odasında. Onu son kontrol ettiğimde hâlâ uyuyordu. Merak etme, burnu bile kanamadı ve işimiz bittikten sonra gelip bebekle seni görecek!"

Bununla beraber, Luhan tüm endişelerini bir kenara itebilmiş ve tüm olay esnasında sakin kalabilmişti. Çok geçmeden doğum başlamış ve Luhan hiç acı hissetmeden tüm zaman boyunca uyanık kalabildiği gerçeğiyle şaşırmıştı. Hatta sıkılmıştı; ameliyat başladıktan birkaç dakika sonra, derin bir uykuya daldı, o kadar derindi ki bir bebeğin gürültülü ağlayışı havayı yardığında, ses kulaklarından girmeyi başaramamış ve gözleri kapalı kalmıştı.

Aniden asistanlardan biri bağırdı. "Doktor, kalp ritmi hızla düşüyor!"

Luhan'ın hızla düşen kalp ritmi sayısıyla Yixing'in gözleri yuvalarından fırlamıştı. Asistanlarına bir sürü talimat yağdırmaya başlarken Luhan'ın karnındaki deliği mümkün mertebe hızla ve dikkatle kapama işine geri döndü.

"Kalp masajı yapın! Şok cihazını getirin!"

Biiiiiiiiiip.

Uzun, korkutucu bip sesini duymazdan gelen asistan, Yixing'in talimatına uyarak iki şok bandını Luhan'ın göğsüne yerleştirdi.

"300'e şarj et!" Tak. İlk şok.

"300!" Tak. İkinci şok. Hâlâ bir şey olmamıştı.

"...Tekrar, 300'e şarj et!" Tak. Luhan'ın bedeni yatakta kavislendi ama kalp monitörü hâlâ sadece düz bir çizgiyi gösteriyordu. Yixing umudunu kaybediyordu ancak voltajı yükseltmek üzereyken, zayıf bir kalp atışı nihayet ekranda göründü. Giderek güçlendi ve odadaki herkes nihayet rahat bir nefes alabildi.

"...Aferin, arkadaşlar."

Yarım saat kadar sonra, Yixing Luhan'ın karnını dikmeyi bitirince elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Genç baba şu an huzurlu uykusundaydı. Çinli doktor asistanlarının arkadaşını çıkarıp tekrar YBÜ'ye götürmelerine izin verirken kendisi bebek odasına gitmeden önce temizlendi.

"Oh bebek?" Yixing oradaki hemşirelerden birine sordu. "Yeni doğdu, sabah 5.30'da."

"Ah, buradan, doktor. Bebeğin adı henüz verilmedi." Hemşire, Yixing'i minicik bir bebeğin mışıl mışıl uyuduğu bir karyolaya götürdü. Bebe mavisi bir battaniyeye sarılmıştı ve teni hâlâ nedense kırmızıydı. Bir yenidoğana göre oldukça gür saçları vardı, kahvenin çok koyu bir tonuydu, neredeyse siyahtı.

"Karnı doyuruldu mu?"

"Evet, doktor." Yixing eğildi ve uyuyan bebeğe kocaman gülümsedi. "Ne tatlı bir şeysin sen. Aynı baban gibisin, onunla aynı günün şafağında doğdun. Ve aynı ona benziyorsun!" Yumuşakça kıkırdadı. Bebek hafifçe kıpırdandı ve ufacık ağzını açıp esnedi.

"Ayy. Uykucu bebek seni." Yixing ciyakladı ve elini uzatıp çok nazikçe bebeğin yanağını okşadı. Uyanması için sabırsızlanıyordu; nedense bebeğin gözlerinin açıkken neye benzeyeceğini çok merak ediyordu. Muhtemelen Luhan'ın ceylan gözlerini almıştı, kirpikleri aynı onunki gibi uzun ve doğal bir biçimde gür idi.

Umarım bu bebek iyi, akıllı, yakışıklı ve sağlıklı bir adam olarak büyür. Yixing bebek için tüm kalbiyle dua etti, melek gibi bir tebessüm dudaklarını bezemişti. "Şimdi güzelce uyu, bebeğim, babalarınla sonra tanışacaksın~" Gülüp bebeğe el salladıktan sonra, Yixing kendi odasında dinlenmek için oradan çıktı.

Daha sonra sabah olduğunda, Sehun uyanır uyanmaz iyi haberlerle buluştu. "Tebrikler, efendim, oğlunuz doğdu!"

Sehun'un tepkisi paha biçilemezdi; kaşları kalkmıştı ve uykulu gözleri son haddine kadar açılmıştı, ağzı gerçek kelimeler söylemek için başarısız girişimlerle açılıp kapanmıştı. Hasarlı beyni bir süre için bilgiyi sistemine işleyememişti ancak yaptığında, tam anlamıyla yataktan zıplamış ve neşe ile bağırarak yumruğunu havaya savurmuştu.

"Heyt be!! Onu g-göre...yim!"

Yirmi dört yaşındaki babanın "ilk görüşte aşk" denen şeyi yaşadığı ikinci sefer olabilirdi; ilki Luhan idi, biricik eşi ve ikincisi de sevgili oğullarından başkası değildi, ufacık, kırılgan görünen ama dünya güzeli oğlu. Bebeğini kollarında ilk tuttuğu an, hayatının tamamlandığını hissetmişti; Luhan'dan olan oğlu, kendi canları ve kanları, aşklarının meyvesi artık kucağındaydı, kocaman ceylan gözleriyle kendisine bakıyordu. O güzel kahverengi yuvarlaklar Luhan'ınkiler kadar saftı, içlerinde aynı parıltılar dans ediyordu. Nefes alıyor, kıpırdıyor, sevimli sesler çıkarıyordu. Bebeği yaşıyordu. Atlattıkları onca şeyden sonra, bebekleri yaşıyordu. O, gerçek olan eski hayalleriydi.

"Bebeğim..." Sehun başını eğdi ve oğlunun alnına nazikçe sevgi dolu bir öpücük bıraktı, nedense bebeğin gözlerinin parlamasını sağlamıştı. O an minik bebeğin gül pembesi yuvarlak yanaklarını yumuşakça okşayıp parmağıyla küçük dudaklarını dürterken, baba gülen yüzünden yuvarlanan sevinç gözyaşları döküyordu. Bu hareketle Oh bebek hemen ağzını açmıştı, emecek bir şeyler bekliyordu, muhtemelen Lu babacığının memelerinden biraz süt. Tabii ki sütü üretemeyen memelerden. Sehun bebeğinin ne kadar aç göründüğüne bakıp kıkırdadı, bir hemşire ona bir biberon süt uzattığında, ucunu keyifle oğlunun açık ağzından içeri yerleştirdi. Mutlu baba onu beslerken özenle kollarında tutmaya başladı, arada bir yüzünü öpüyor ve onu kokluyordu. Yeni doğan bir bebeğin o eşsiz, nefis kokusuna zaaf geliştirmişti, onun için bir çeşit bağımlılıktı.

"Bebeğim, b-baban... seni ç-çok seviyor." Sehunnie baba kendi kendine sırıttı.

Daha sonra on gürültücü erkek şeklinde bir sürpriz yaşamıştı; hepsi toplanmış ve onu acil odasında tebrik etmiş, bir kez daha saf mutlulukla gözyaşı dökmesini sağlamışlardı. Hatta Jongin ile Kyungsoo Oh ailesinin evinden birkaç tane bebek kıyafeti getirmiş, bebeğin giysisini hastane önlüğünden kendi daha sevimli kıyafetleri ile değiştirmişlerdi, tüylü battaniye içinde mavilerle beyazlar ve onu tamamlamak için de bir başlık. Söz konusu bebekleri giydirmek olduğu zaman yetişkin koca koca adamlar anında bir çeşit ev hanımlarına dönüşüyorlardı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Luhan'ın durumu için de endişelendiklerinden tam anlamıyla sevinemiyorlardı. Yixing bile öncesinde kısa bir süre uyuduktan sonra arkadaşının durumunu kontrol etmemişti. Hiçbirinin Sehun'a bunu sorup bebeğiyle geçirdiği mutlu zamanı mahvetmeye cesareti yoktu ama ne kadar rahat ve mutlu olduğuna bakarak, Luhan'ın iyi olduğunu farz ediyorlardı.

Diğerleriyle beraber baba ile oğulu izlemekte olan hemşire ona hatırlattı. "Efendim, oğlunuza hâlâ isim vermediniz!"

"Ah, u-unuttum! Ne... aptalım." Tabii ki oğluna sürekli "bebeğim" diyemezdi. Gözlerini bebeğinin yüzüne çevirirken beynini çalıştırmaya başladı.

Luhan'a çok benziyordu. Hemşire onun da Luhan gibi şafağın erken saatinde doğduğunu söylemişti. Günü bile aynıydı. Görünüşe bakılırsa bu sadece hoş bir tesadüf değildi.

Yavru geyiğine nasıl seslenmek isteyeceğini çözerken mutlu bir sırıtış Sehun'un yüzüne yayılmıştı. "Ö-Önce Luhannie'nin... n-ne düşündüğünü... bilmem gerek."

Ardından kocasını hatırladı, neredeyse durumunu sormayı unutuyordu. Oğlunu ilk kez gördüğünde çok mutlu olmuştu. Aniden endişelenerek hemen kocasının yattığı yere götürülmek istedi. Bir hemşire bebeğini kollarında tutabilmesi için ona tekerlekli sandalye getirdi -eski koltuk değnekleri kazadan sonra Luhan'ın arabasında kalmıştı- ve diğerleriyle beraber onu YBÜ'ye götürdü. Ne kadar kalabalık olduklarını görünce, YBÜ görevlileri hepsinin bir seferde içeri girmesine izin vermemişlerdi. Nihayetinde diğerleri dışarıda beklerken Sehun ve bebekle içeri ilk girecekler Jongin, Kyungsoo, Minseok ve Chen olmuştu.

Sehun'un gözleri o gün üçüncü kez dolmuştu ancak bu seferki mutluluktan değildi. Luhan'ı kazadan sonra ilk görüşüydü ve onu daha önce hiç bu kadar güçsüz bir vaziyette görmemişti. Luhan'ın gevşek hastane önlüğünün altındaki bandajları görebiliyordu, omuzlarının etrafından köprücük kemiklerine ulaşıyorlardı. Bir zamanlar kusursuz olan yüzünde bile ufak kesikler vardı, sağ şakağındaki büyük kesik bir bandajla örtülmüştü. Kıymetli geyiğinin nasıl bu kadar çok yaralandığı konusunda Sehun'un hiçbir fikri yoktu, kendi bedenindeki yaralar onunkiyle kıyaslanınca hiçbir şeydi. Sınırlı aklı anlamayı başaramıyordu, bu kadar çabuk gerçekleşen bir kaza nasıl sevdiğinin bedeninde bu kadar çok hasara yol açabilmişti? Hatta onu neredeyse sonsuza dek kendisinden koparabilmişti? Korkuyordu.

Üç yıl önce yaşanan kazadan sonra, Luhan onu komada gördüğünde böyle hissetmiş olabilir miydi? Suçluluk hissi de bu kadar kuvvetli miydi? Kalp monitörünün donuk bip sesi onu da delirtmiş miydi? Bu durumlarını eşitliyordu ama Sehun'un istediği bu değildi, sevdiğinin incinmesini istememişti. Özellikle de kendisini korumak için.

Luhan'ın cansız elini tutup iki eli arasında sıkarak gözyaşları içinde özür dilemeye başlarken Jongin bir süreliğine bebeği tuttu. "Luhannie... Ü-Üzgünüm." Titrek bir nefes aldı. "S-Seni... k-koruyamadım. Kötü bir k-kocayım. Hepsi benim... s-suçum, s-sen hayır demene rağmen... seni g-götürmek için ısrar... ettim. Lütfen... U-Uyanır mısın? U-Uyanırsan, s-söz veriyorum bir daha... sürmeyeceğim. G-Gerçekten. Seni şimdiden... ö-özledim." Sehun sevgili kocasından bir cevap almayarak mutsuzca iç çekti. Soluk elini tuttu ve ıslak yanağına bastırdı. "Bu kadar... güçlü olduğun... i-için te...teşekkür ederim, Lu." Dudakları hafifçe titredi. "Seni seviyorum. Xi... Xiao Lu."

Aniden Luhan'ın eli lakabına tepki olarak seyirmiş, güçsüzce Sehun'unkini sıkarak diğerinin yaşlı gözlerinin pörtlemesine ve umutla dikleşmesine neden olmuştu. Nihayetinde Luhan'ın gözleri titreşerek açılmış ve bir süre boşluğa bakmış, sonrasında başını yavaşça çevirip bakışlarını Sehun'a indirdiğinde, gözleri tanıdıklıkla parlamıştı.

"S-Sehunnie." Sesi çatladı ve gülümsemeye çalıştı ama yüz kaslarını oynatmak için bile fazlasıyla güçsüz hissederken bulmuştu kendini. Buna rağmen diğer beş erkeğin yüzüne onun nihayet uyandığını gördüklerinde geniş, rahatlamış bir tebessüm yapışmıştı. Sehun tekerlekli sandalyesinden kalkıp dikkatlice yatağın kenarına oturmadan önce haşince gözyaşlarını sildi. Luhan'ın üstüne kapandı ve büyük olanı alnından öpmek için başını eğdi.

O zamanlar kendisi derin uykusundayken, Luhan'ın onu her sabah aynı şekilde selamladığını hatırlayabiliyordu. Bu kez o cümleleri kurma sırası ondaydı. "G-Günaydın, bebeğim. İyi... u-uyudun mu?"

Başını sallayıp yavaşça gözlerini kırparken, zayıf bir gülümseme nihayet Luhan'ın dudaklarında belirmeye başlamıştı, gerçeği pek de söylemek istemiyordu çünkü hiç de huzurlu uyumamıştı. Sadece zaten endişeli olan kocasını daha da endişelendirmek istemiyordu.

"Sehunnie... yaralı mısın?" Zar zor fısıldayarak sordu. Bu Sehun'u düşündürmüştü, Neden her zaman önce beni düşünmek zorunda? Neden kendi canını önemsemiyor? Sehun burnunu sildi ve mutsuz bir çocuk gibi somurttu.

"Ben i-iyiyim. Ama sen... y-yaralısın."

"...Ziyanı yok." Luhan'ın, önünde güçlü görünmek için ne kadar uğraştığını görmek Sehun'un göğsünde duyguların patlamasına neden olmuştu. Özellikle de genelde neşeli olan geyiği saçmalamaya başladığında. "Belki... belki de olması gerekiyordu. O zamanlar sen benim canımı kurtarmak için kendini feda etmiştin, şimdi sana borcumu ödeme sırası bende. Canımı senin için vermekten... mutluluk duyarım."

"Hayır... Hayır, öyle konuşmayı... k-kes." Kalp monitöründeki ufak değişmeyi gören Kyungsoo, onun da fark etmesi için arkasından Sehun'un omzunu sıktı. Sehun hafifçe panikledi, Luhan'ın elini sertçe tutarken nefesi biraz hızlanmıştı, mırıldanıyordu. "Lu...Luhan, b-benimle kal. Benimle k-kal."

Minseok en yakın arkadaşına koşmak üzereydi ancak Chen onu omzundan tutup durdurarak, iki eşe kendi anlarını yaşamalarını ifade etti. Luhan'ın gözleri yavaşça açılıp kapanıyor, etrafındakiler bulanıklaşıyordu. Bakışlarını etrafta gezdirdiğinde diğer arkadaşlarının da orada olduklarını görebilmişti ancak Sehun'un dayanması için ona hâlâ yalvaran sesi uzaklaşıyordu.

"N-Ne olur dayan... Luhan, ne olur... Geçti, hiçbir yere... g-gitmiyorsun. İ-İyileşeceksin, yakında eve g-gideceğiz v-ve... b-baloncuklu çay alacağız. M-Minsoo senin... için Çin y-yemekleri... pişirecek, sonra da beraber y-yiyeceğiz... O yüzden b-benimle... kal, Luhan. Gitme."

Luhan'ın kulaklarına çok iyi geliyordu. O da eve gitmek ve dinlenmek istiyordu. "Sehunnie... Ev." Kuru bir biçimde fısıldadı ama gözleri sulanıyordu. Seninle kalmak istiyorum ama bedenim çok yorgun... Elini kaldırdı ve Sehun elini hemen tutarak dudaklarıyla yanağına bastırdı. Sehunnie, neden bu kadar korkuyorsun? Hâlâ buradayım. Söylemek istediği daha tonla şey vardı, genç kocasına onun için endişelenmemesini söylemek istiyordu ama nedense o sözler ağzından çıkmak bilmiyordu.

"Luhan." Sehun ağladı. "G-Gitme. Daha b-bebeğimizi... k-kucaklamadın." Luhan'ın yarı kapalı gözleri, Sehun bebeği Jongin'in kollarından alırken onun hareketlerini izliyordu.

Bebeğimiz mi? Luhan merak etti, ama o Hyejoo değil mi? Ancak o zaman odada iki bebek olduğunu fark etmişti; biri Minseok'un kollarındaydı, diğeri ise Sehun'un. Ufacık bir adrenalin ile, Luhan'ın zayıflayan kalbi biraz olsun güçlenmiş, hâlâ kan yoksunluğu çeken bedeninin uçlarına kan pompalamıştı.

Ameliyathanedeki geçici ölümü yüzünden, gözlerini YBÜ'de açana kadar geçen zaman diliminde neler olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyordu, doğumun başarıyla sonuçlanıp sonuçlanmadığı ve bebeğinin karnından canlı çıkmayı başarıp başaramadığı da dâhil. Bu yüzden Sehun minik bebeği güçsüz kollarına dikkatle verdiğinde, hemen o an mutluluktan ve inanamamaktan ağlamaya başlamıştı.

"O... Tıpkı rüyamda gördüğüm bebeğe benziyor." Luhan şaşkın bebeğe sevgiyle gülümsedi. "Çok güzel ve minicik." Bu bebek tam bir mucize, diye düşündü, hiç umudum yoktu ama her şeyi atlatmayı başarmış. Oğlunu öpebilmeyi nasıl da isterdi, ancak oksijen maskesi bunu yapmasına engel oluyordu. Yine de, bebeğine sevgi dolu bir şekilde sarılmak bile tüm acılarını unutması için yetmiş de artmıştı. Aniden hiçbir şey o kadar da önemli değildi; tek ve biricik oğlu için canını feda etmesine değmişti.

Ve sırf onu kollarında tutmakla, baba, hayatının büyük bir vazifesini tamamlamış gibi hissetmişti; öyle rahatlamıştı ki bedenini terk edebilir ve özgürce cennete uçabilirdi. Bunu yapması gerekmemesine rağmen.

Oh bebek, kendisini tutmakta olan güzel adamın aynı anda neden hem ağlayıp hem güldüğüne şaşmışa benziyordu. Parlayan gözleri bir annenin sevinç gözyaşlarını dökmeyi bırakmıyordu ve gülüşü hep orada kalmıştı. Ta ki bebek, babasının kollarının gevşediğini hissedene kadar; gülüşü solmaya ve gözlerindeki parıltı yavaşça sönmeye başlamıştı.

"Bebeğim." Luhan derin bir nefes aldı. "İyi bir evlat olacağına dair s-söz ver. Derslerine iyi çalış ve Baozi amcanla beraber futbol oyna, Hyejoo ablaya da kibar davran." Diğerleri ağlamaya başlarken Minseok çoktan kocasının kollarında sessizce hıçkırıyor, kendi bebeğine sarılıp öpüyordu. "Sonuna kadar seninle kalamayabilirim, ama... güçlü bir adam olmak zorundasın. Ben seninle olamazken, Sehunnie baban her zaman seninle oynamak için yanında olacak. Bu yüzden... babanı korumayı ve onu sevmeyi asla unutma."

Artık Luhan'ın nefesi tükeniyordu, uzun ve ağırdı. İlk alarma geçen Jongin olduğundan onu kontrol etmesi için hemen bir hemşire bulmaya gitmişken Sehun umutsuzca Luhan'ı uyanık tutmaya, onu konuşturmaya çalışıyordu. "L-Luhan, oğlumuz i-için... bir isim buldum!"

Luhan'ın bebeğinin etrafındaki tutuşu giderek gevşiyor ancak kimse onu kollarından almaya çalışmıyordu. Yine de gülümsemeyi başardı ve güçsüzce sordu. "Nedir?"

Sehun sevdiğinin ölüyor olduğuna inanmayı reddediyordu. Bu yüzden, yüzünde büyüyen delice masum bir tebessümle duyurdu. "Y-Yavru geyiğimiz şafakta... d-doğduğundan, a-adı... Oh Luhan olsun!"

Kyungsoo, Minseok ve Chen içlerinde en genç olana inanmayarak baktılar, şaka yaptığını sanıyorlardı ancak Luhan onu kimsenin anlayamayacağı kadar iyi anlamıştı.

Oğulları onun yerini alacaktı. Sehun'un kalbindeki en büyük odayı dolduracak kişinin yerine geçecekti.

"Bu... çok güzel bir isim." Dudaklarını bezeyen içten bir tebessümle, huzur içinde gözlerini kapadı ve zar zor fısıldadı. "Luhannie... Sehunnie'yi her zaman sevecek."

Ve en derin uykusuna daldı.

Bip. Bip. Biiiiiiiiiiiiiiiiiip.

"...Hayıııır! LUHAN GİTME!!"

Minseok'un çığlığı aniden havayı yararken Sehun şaşkınlıkla zıpladı ve dehşetle bakakaldı. Gözlerinin önünde sonraki olan şeyleri, Sehun zar zor anlayabilmişti; Kyungsoo Oh bebeği düşmeden hemen önce yakalamış ve Minseok kendini yataktaki cansız bedene atmışken kocası Chen kendi gözleri yaşlarla dolsa da onu üzerinden alıp yatıştırmaya çalışmıştı. Jongin birkaç doktor ve hemşireyle koşarak geldi, onu kurtarmak için her şeyi yapmışlardı; hatta doktor umutsuzca elleriyle Luhan'ın göğsüne masaj yapmaya çalışmış, onu hayata döndürmek için şok cihazını kullanmıştı ama sonuç hâlâ aynıydı.

"300'e şarj et!"

"Tekrar, 300!"

"Bir kez daha, 300!"

"350!"

"Tekrar 350!"

Tak. Sonuç yoktu.

Doktor ve hemşireler nihayet buruk yürekleriyle vazgeçmeye karar verdiklerinde, yataktan birkaç adım çekilerek başlarını eğdiler, Minseok Chen'in kucağında daha çok debelenmeye ve daha sesli ağlamaya başlamıştı, Kyungsoo ağlamaya başlayan Oh bebeği sakinleştirmeye çalışıp delice hıçkırıyor iken Jongin sessizce ağlayarak taş kesilen en iyi arkadaşına ulaşmış ve ona sarılmıştı.

"Çok üzgünüm, Sehun-ah."

Sehun inanmayarak Luhan'ın yüzüne bakıyordu. Yaşanmakta olan şey bir şaka değildi; Luhan gözlerini bir daha açmamış, ona gülümsememiş, kahkaha atmamıştı. Gitmişti, geri dönmeyecekti.

Onu terk etmişti.

Tüm bunlar kademe kademe yaralı, kusurlu beynine girerken, Sehun sevdiğinin cansız bedenini kollarına aldı ve yüzünü boyun girintisine gömdü. Bir bebek gibi haykırması fazla uzun sürmemişti.

"Luhaaan." Hıçkırıkları arasında hırlayarak diğerinin gömleğini sıktı. Hayatının aşkını, beraber büyüdüğü insanı, ona bakan ve bir sürü kusurunu hoş gören, kendisini koşulsuzca ve sonsuzca seven kişiyi kaybettiği gerçeğiyle omuzları deli gibi sarsılıyordu.

Dostu, hayat arkadaşı. Kahkahaları ve gözyaşları, hayatı, kalp atışları.

Bir insan atmayan bir kalple nasıl yaşayabilirdi ki?

Sehun'un tüm istediği ölmekti artık. Böyle yaşayamazdı.

"...BENİ SEVDİĞİNİ... S-SÖYLEMİŞTİN, ÖYLEYSE N-NEDEN BENİ... TERK ETTİN??"

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bitiş noktasına yürüyor

Bir şekilde başlangıca geri dönüyorum

Yeni bir dünya

Ama şimdi fark ediyorum

Kesin diye bir şey yok zamanda


Duygularımı anlayabilen

Bir başkası gelene kadar

Konuşmaya, sormaya gerek yok

Biliyorum, anlıyorum

Her an sonsuzluk gibi


Görüyorum, dilek tutmak için fazla zaman kalmadı

Keşke bir gün daha olsaydı

Yarınımız

Soruyorum, gözlerimin önünde ne kadar zaman kaldı

Bir gün daha olacağını sanıyordum

Sözlerimizi tutmak için


Bir masal var aslında

Zamanı geri döndürebilen

Çünkü bir rüya var, diyor ki bana

Aşk asla durmaz, güç verir sana


Görüyorum, dilek tutmak için fazla zaman kalmadı

Keşke bir gün daha olsaydı

Yarınımız

Soruyorum, gözlerimin önünde ne kadar zaman kaldı

Bir gün daha olacağını sanıyordum

Sözlerimizi tutmak için


Anılar

Sonsuzluk oldular.

(Luhan - Our Tomorrow)

SON

Ç.N: ŞAKA. :D

Continue Reading

You'll Also Like

36.2K 3.8K 50
Of all the girls I've ever known its you, it's you *Beni böyle yapan, onca kızdan bir tek sensin My favorite, my favorite, my favorite, *En sevdiğ...
7K 313 17
Hasta Babasi tarafindan zorla evlendirilen, Vegas Acisini Pete'den cikarmaya and diçmiş hislerini umursamayip Pete'in bu saçma evliligi sonlandirmasi...
21.4K 1.6K 57
İki Instagram fenomeni sevgili ayrılırsa ne olur? 19.07.2019 Yayın tarihi: 08.06.2020
20.9K 865 16
Vegas bilgi almak için ana ailenin baş korumasını kaçırır... "İstemiyorum" "Seçenek sunmadım zorundasın" Mozaşist-sadist