TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

35. Bölüm

29.3K 1.5K 258
By suheda_zsy


Katil olmak...

Birden fazla kişinin ruhunu teninden koparmak...

Hem de, hem de yakarak.

Alevlere mahkûm ederek.

Korkunç!

Bu korkunç!

Onları ölüme itmek...

Yaşama haklarına müdahale etmek...

İyi bir insan olma ihtimallerini onlardan çalmak...

Fırsat vermemek.

Bu...

Bu feci bir şey.

Aşağılık bir hareket.

Bencilce.

Gaddarca.

Bunları düşünmek bile hiddet içinde hırçın hareketler yapmama, sinirden kudurmama sebep olurken bana göz açıp kapama süresi gibi gelen bir zamanda üstüme yüklenmesi...

Bir dakika bir dakika, ben ne yaptım?

Biz ne yaptık?

Ya da...

Bunu ben mi yaptım?

Beynime yolladığım sinyaller engellere takılmış olacak ki durmam gereken yerden beş altı adım daha ileri savrulduktan sonra ayaklarım yere sabitlenebildi, bir ara gerçekten bacaklarım beni dinlemeyecek sanmıştım. Aralık dudaklarım ve şaşkın gözlerimin arkasında karşımdaki binayı andıran volkanlar patlıyordu. Lavlar vicdanıma sıçrayıp sıcaklığını içime işleye işleye aşağı kayarken değip geçtiği yerler kavruluyordu. Bilincimi kaybetmiş olmalıydım, ya da kaybetmeliydim. Bu bina ruhsal olarak kaldıramayacağım türden bir mevcudiyete sahipti. Lütfen bilincimi kaybedeyim ve bu görüntüyü daha fazla çekmek zorunda kalmayayım.

Lütfen.

Lütfen bana katil olduğumu söyleme.

Lütfen, lütfen bana Hakan'ın bu kadar kötü biri olduğunu söyleme.

Alevler o kadar hızlı yayılıyordu ki takip etmekte zorlanıyordum. Bu kadar tutuşması için alt yapı illa ki lazımdı, bina adeta ateşten bir çarşaf gibi dalgalanıyordu. Cam kırıklarının sesini duymaya başlamıştım, karşımdaki binadan bana vuran sıcaklık yüzümü yaktı. Peki... Peki ya o adamlar?

Onlar ne yapıyordu?

Yüzümü yakan sıcaklıkla geri çekilmek istedim ama yapamadım. Gözlerim binaya, ayaklarım ise binanın tam önündeki zemine sabitlenmişti. Daha önce yangın haberlerine her denk geldiğimde insanların dikkatsizliğine homurdanıp dururdum. Şimdi ise biz bunu kasti olarak yapmıştık... kendimi nasıl affedecektim?

Göz ucuyla Hakan'ın bana doğru geldiğini gördüm ama bu bir şeyi değiştirmedi, cehennemden bir köşeyi andıran binaya hipnotize olmuş gibi bakıyordum. Yavaş yavaş çöküyordu, tıpkı benim gibi.

"Geride beklemen gerektiğini söylemiştim," dedi ortama inat, soğuk bir ses. Onun duygusuzluğunun bu kadar ilerlemiş olduğunu bilmiyordum, hiç böylesi aklıma gelmemişti. Bu beni ürküttü. Hakan her şeyi yapabilirdi, her şeyi.

Sesini bana duyurmak ister gibi, "Ceren!" dedi. Halbuki bu binayı ateşe vererek çoktan duyurmuştu; caninin teki olduğunu haykırıyordu o! "Hak edene hakkını vermek gerekir. Onlar bunu hak etti."

Yüzümün her noktası yansıyan sıcaklıkla kavrulurken ağzımın içi kupkuruydu. Yavaşça yutkundum. Acaba içeridekilerin çocukları var mıydı? "Buradan uzaklaşmalıyız."

Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı, şu an Hakan'ın söyledikleri zerre kadar umrumda değildi. Bu binanın küllerini sonsuza dek ruhumda taşımak zorunda mıydım ben? O bu tarz şeylere alışkın olabilirdi ama ben değildim. Hem buna nasıl alışılabilirdi ki? Ancak kalpsiz, vicdansız, kötü insanlar bunu normal karşılayabilirdi.

Biri yönlendirmeden kıpırdayamayacağımı anlamış olacak ki tek elini omzuma koyarak bedenimi arkaya döndürdü ve kendi ile beraber beni de binanın ters yönüne doğru ilerlemeye zorladı. "Yavaş yavaş sindireceksin," dedi yatıştırıcı bir tonla. "Şimdi böyle karşılaman normal."

Arkamdaki hışırtıları duyarken senin bu kadar sakin kalman normal mi peki? Sayısını bile bilmediğimiz kişileri yakarak ölüme itmek normal mi? Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edecek olmamız normal mi?

Yüzümün kül renginden farksız olduğuna kalıbımı basabilirdim. Hakan da bunu fark etmişti. Bir yandan zihnim çalkalanıyor, diğer yandan midem bulanıyordu. Sesim sanırım içime kaçmıştı, dudaklarımı aralayabileceğimi sanmıyordum. Bunca şeyden sonra konuşmaya hakkım mı vardı zaten? Ben de yanmalıydım bu binanın içinde.

Hakan eli sırtımda bir vaziyette ne zaman yanına geldiğimizi fark etmediğim arabasının eğilip kapağını açtı ve bedenimi hafifçe öne iterek koltuğa yerleşmemi sağladı. Ardımdan kapıyı kapattı ve sonra arabanın önünü dolanıp sürücü koltuğuna geçti. Ellerimi bacaklarımın üstüne koyunca ikisinin de orantılı olarak titrediğini gördüm. Son kez kafamı çevirip binaya baktım. Renklerin canlılığı hem gözümü alıyor hem de canımı acıtıyordu. Artık binanın tamamı aleve teslim olmuştu. Kör olan adamı düşündüm. Alevleri görememişti ama bir anda kat kat artan sıcaklıktan bir terslik olduğunu sezmişti muhtemelen. Belki de henüz sezemeden...

"Bakma artık." Sesi hissizdi. Sesi bomboştu. Sesi umursamazdı. "Birazdan itfaiye gelecek ve söndürecek binayı. İçeridekiler kül olduktan sonra."

O zaman ne anlamı kalırdı ki? 

Arabanın motoru sessizce çalışmaya başladı. İkimiz de haz alamamıştık bu intikamdan. En azından ben öyle düşünüyordum. Çünkü haz alınamayacak kadar fazlaydı.

Hakan gaza asılmıştı. Şu karanlık ve kimsesiz yolda pahalı arabası bir kedinin farenin üzerine atılması gibi hızlıca öne atladı. Gittikçe binayı görmem zorlaştı, bir an Hakan'ın ben binayı görmeyeyim diye arabayı bu kadar hızlı kullandığını düşündüm. Amacı buysa eğer kısa sürede buna ulaşmıştı. Bina görüş alanımdan çıktı ama zihnimden asla. Gözlerimi kapattığımda bile onu görmeye başlamıştım sanki. Hakan benim kadar gergin değildi ama yüz ifadesi oldukça ciddiydi. Hala bir şeyler düşünüyor gibiydi, düşünecek ne kaldıysa.

Buraya gelirken geçirdiğimiz yolculuğu düşündüm. Tek derdim ne yapacağımı bilmek, onu hakkıyla yapmak ve Hakan'ın benimle onurlanmasını sağlamaktı. Oysa bilemezdim intikam diye adlandırdığı şeyin cinayetten başkası olmayacağını. Birini kör etmek bile benim için çok fazlaydı, onların gözümün önünde abime ve Hakan'a neler yaptığını bildiğim halde. Şimdi ise koca bir yangın... Sahi, madem onları öldürecektik, neden adamın gözlerini benden istemişti?

Hakan arabayı süratle kullanırken anayola çıkmıştık çoktan. Görsel olarak gördüğüm hiçbir şey düşüncelerimi dağıtamıyordu, sadece katil olduğumu düşünüyordum. Her ne kadar yangından haberim olmasa ve ben yapmasam bile.

Bunu tahmin etmeliydim, Hakan'ın bu tarz konularda ne kadar açgözlü olup azla yetinemeyeceğini düşünmeliydim. Ne bileyim, daha fazla ısrar edip intikamın ne yolla olacağını öğrenebilirdim.

Kimi kandırıyorsun sen? Hakan istemezse onu asla öğrenemez ve durduramazsın.

İç sesimi azarlayıp yolun ortasında bağdaş kurarak oturmuş Ceren'i hayal etmeye çalıştım. Haklıydı, umutlanmamak konusunda. Haklı olduğunu o da biliyordu fakat yüzünde kibre dair hiçbir iz yoktu; aksine, somurtuyordu.Bence o da gizliden gizliye yanılmak istiyordu.

Ama yanılmamıştı işte.

Umutlanmamalıydım.

Böylesine acımasız bir adamda sevgi mi yeşerirdi? Aşkı bırak, en ufak merhamet pıhtısı bile içinde yoktu eminim. Sadece bana özel bir durum da değildi bu, şu günden sonra Hakan'ın kimseyi sevebileceğine inanmıyordum. Hatta Gizemli Kız'a olan hislerinin de aşk veya sevgi değil, takıntı veya saplantı olduğundan da artık emindim.

Düşüncelerim mantıklı işliyor, sakin sakin ilerliyordu. Vücudum ise buna tepki olarak olağanüstü her türlü hareketi bana yaşatıyordu sanki. Tepemde karanlık bir bulutun duraksaması gibi gözlerimin önüne ara sıra, kısa süreli siyah bir perde iniyordu. O önümden kalktığında ise gözümün önünde karıncalar beliriyordu. Kulaklarım hala uğulduyordu, ellerim ve bacaklarım başta olmak üzere tenime sinen sıcaklığa karşın olarak bütün vücudum titriyordu. Kalp atışlarımı hissedemeyecek bir vaziyetteydim fakat normal ritminde olmadığını algılayabiliyordum. Yutkunmak her zamankinden daha zordu. İlk defa Hakan'ı gözüm görmüyordu. Görmesini de istemiyordum zaten. O, o kadar bencildi ki... Beni hiç düşünmeden yaptığı bu hareketler onu hayatımda gördüğüm en bencil insan olmaktan öteye taşıyamazdı.

Yalnız, unuttuğu bir şey vardı; ben bu kadarını taşıyamazdım. Onun kadar güçlü değildim. Hiç olmamıştım. Olamazdım da. Az önceki görüntü aklıma geldikçe nefesim daralıyordu ve bu hiç zamanla geçecek bir his gibi durmuyordu. İnsanların canını almıştık.

Katildik.

Ve ben bunu evirip çevirsem de kendimi içinden soyutlayamıyordum. Katildik işte düpedüz. Ben de onun günahına ortak olmuştum. Onun suçuna, acımazsızlığına, zalimliğine...

Allah kahretsin!

Ondan nefret ediyordum!

Ama içimdeki coşkulu nefretin aksine ölümcül bir sessizlik çökmüştü üzerime. Ne diyeceğimi bilemiyordum, şu durumda ne yapsam faydasızdı. Kelimeler bazen gerçekten bir halta yaramıyordu. Donup kaldım. Kasıldım. Kafayı sıyıracak gibi oldum. Ama ne konuşabildim ne de ağlayabildim.

Başka bir boyuta geçmiş gibiydim bütün yol boyunca. Ta ki araba usulca durup, Hakan bana dönene kadar.

"Hadi, in."

İnebilecek gücün bende olduğunu mu sanıyordu? Kafama balyoz yemiş gibiydim adeta. Sersemlemiştim.

Ben kıpırdamayınca sanki bir faydası olacakmış gibi, "Hak ettiler Ceren, hak ettiler," diye tekrarladı bezgin bir ses tonuyla.

Bunun üzerine kafamı yerden kaldırdım ama ona inatla bakmadım. Bakışlarım boş gözlerle etrafta gezinince, "Bu gece benim evde kalacağız," diyerek açıkladı. "Sen iyi gözükmüyorsun. Burada kendine gel. Yarın evine bırakırım."

Hakan'ın evine bakışlarımı dikmiş bir vaziyette, "Abim," diye geveledim çatallı çıkan bir sesle. Sesim o kadar pürüzlü çıkmıştı ki anlayıp anlamamasından şüphe etmiştim.

Boş bir sesle, "Onu dert etme," diye cevap verdi. "Uyumuştur. Ancak yarın sabah fark eder. Ben de o saatte sizin evde olurum zaten. Senin okula erken gittiğini söylerim."

Yalan makinesi gibiydi.

Onunla bir olup abimin arkasından iş çevirmek o kadar berbat bir histi ki... Kendimi en ağır türden bir ihanet suçuyla yargılanan biri gibi hissediyordum. Acaba bu yaptıklarımı görse tepkisi ne olurdu? O da bu tarz şeylere karışmış mıydı?

Ona hiçbir şey demeden -ve yine yüzüne bakmadan- kapının koluna elimi attım ve kendime doğru çekip kapıyı araladım. Şu an ne eve gitmek için çabalayacak ne de itiraz edebilecek bir vaziyetteydim. Anında içeri dolan soğuk hava içimi titretti. Zaten uzun zamandır kaburga kemiklerimin acıdığını hissediyordum. Buna aldırış etmeden tek bacağımı aşağı sarkıttım. Sırasıyla diğerini de aşağı atıp ayağa kalktığımda gözümün önünde derileri yanmaktan soyulmuş veya kabuk tutmuş insan bedenleri belirdi. İğrenç bir tabloydu. Hakan hak ettiklerini söylüyordu ama hangi insan, hangi gerekçeyle bunları hak edebilirdi ki? Yedikleri dayak için mi? Eminim, onun gibi on posta dayak yeseler bile, yanarak ölmeyi tercih etmezlerdi.

Ya da... Neyin muhasebesini yapıyorsam... Hakan istemişti ve ölmüşlerdi işte. Onun gözünde insanların hayatları bu kadar değersizdi. Ben Cengiz'den korkuyorken Hakan... Kesinlikle ondan daha fazla korkmalıydım.

Hatta uzaklaşmalı.

Olmuyordu işte, olmuyordu; bizden biz olmuyordu! Neyini zorluyordum hala? Biz imkansızdık; biz birbirine zıt iki insandık. Oluru olmadığı gibi hayatımı kötüye sürüklemesi de cabasıydı. Binayı ateşe vermek de neyin nesiydi öyle? Kendinde miydi? Nereden geliyordu bu cesaret?  Veya acımasızlık? Hayatımdan çıkarmalıydım onu, hem de çarçabuk!

Hissiz adımlarla Hakan'ın arkasından bahçe yolunu adımladım. Bir katille aynı evde kalmak... aman ne hoştu!

Senin farkın ne?

İç sesime cevap veremedim bu defa. Doğru. Benim farkım neydi?

Anahtar tıkırtısından sonra Hakan'ın ayak sesleri duyuldu parkede. Anahtarı kilitten çıkarmaya çabalarken kenara çekilip bana yol açtı. Ruhum çekilmiş gibiydi, ayaklarımı yere sürte sürte kapıdan içeri girdim. İçeride tek bir ışık dahi yanmıyordu, el yordamıyla salonun içerisine doğru ilerledim fakat Hakan anahtarı kilitten çekip kapıyı kapayınca içeriye sızan alaca karanlık da yok oldu ve ortam tamamen zifiri karanlığa teslim oldu. Duraksadım. Bu korkunçtu.

Hakan'ın sesinden olan, "Korkma," kelimesi karanlığı yardı adeta. "Şimdi ışığı bulacağım."

Zemine sürtünen ayakkabılar onun duvarda tuşu arayan görüntüsünü gözümde canlandırdı. Bu sırada bu seslerle kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Çünkü etraf gerçekten ürkütücüydü.

Zaman geçtikçe gözlerimin alevlerle tanıştığı andan itibaren üzerimde hüküm süren titreme şiddetini arttırdı. Yeni vurulmuş bir gong gibi titremeye başladım. Aynı zamanda üşüyordum da.

Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmeden bir tık sesi duydum. Sonra ise gözlerimi acıtacak derecede keskin bir ışık odanın içini doldurdu. Kapalı olan göz kapaklarımı açmak yerine daha sıkı yumdum. Eş zamanlı olarak hem yumruklarımı sıkmış, hem de bacaklarımın birbirine çarptığını fark etmiştim.

"Allah'ım..." diye sayıkladı kendi kendine, sesi hayrete düşmüş gibi çıkıyordu. "Sen nasıl hassas bir kızsın? Tam bir bebeksin, bebek. Barbie bebeği..."

Bir iki büyük adımdan sonra varlığını tam olarak yanımda hissettim.

Aslında varlığını yanımda hissetmeme ihtiyacım olan kişi Hakan değil, babamdı ve bu Hakan'ın sığınabileceğim kişi olmasından çıkmasıyla aniden kendini hissettirmişti. Tam anlamıyla bir baba; tam anlamıyla bir destek hissi... Yanlışlarımı yüzüme vurmayıp örtmeye çalışan bir baba. Başarılarımı görmezden gelmeyip aksine, değerli hissetmemi sağlayan bir baba. Sık sık öpen, koklayan, beni sevdiğini söyleyen ve arkamda olduğuna her türlü durumda inanabileceğim bir baba. Bir öğretmen, bir rehber, bir yoldaş ve belki de... arkadaş olabilen bir baba. Beni çok seven bir baba. Bana güvenen bir baba. Beni önemseyen bir baba. Bana güzel sözler söyleyen bir baba. Beni hiç olarak görmeyen bir baba. 'İyi ki benim babamsın' diyebileceğim bir baba. Sesini yükseltmeyen bir baba. Ağlatmayıp güldüren bir baba. Benimle gurur duyan bir baba. Acizin teki olsam bile...

Gözlerimi araladığımda ışığa alışmam uzun sürmedi. Fakat katil olduğum hissine bir türlü, az da olsa alışamadım. Babam yerine Hakan yanımdaydı evet, bedenen, yani somut olarak. "Beni takip et," dedi önden önden ilerlerken. Şimdi de rehber oluyordu... ama uçuruma götüren bir rehber.

Beni sonuma götüren bir rehber olduğunu bildiğim halde onu takip ettim. Durduğumuzda bir oda, iki yatak, iki yorgun beden kalakalmıştı bomboş ama kocaman bir evde. Burada tek başına yaşıyordu... Hiç korkmuyor muydu? Sıkılmıyor muydu? Ya da bu ev ona yalnızlığını hatırlatıp canını yakmıyor muydu?

Yatılı olarak gelen misafirlere verildiği belli olan misafir yatak odasıydı burası. Sade, küçük ve teferruattan oldukça uzaktı. İki farklı tek kişilik yatak ve bir tane çalışma masası vardı. Zemine sabit koca bir lamba loş ışık yayarak etrafı aydınlatıyor ve aynı zamanda gece lambası görevini üstleniyordu. Hakan ilerleyip hemen yanımızdaki dolaptan iki tane ince, kahverengi battaniyeyi çıkardı. Battaniyelerden birini bir yatağa, diğerini ise ötekine fırlattıktan sonra tekrar dolaba yönelip bir şeyler daha avuçladı. "Tam olarak bedenine uymazlar ama üzerindekilerden daha rahat olduklarına eminim." Uzattıklarına gözlerim kayarken bunların leopar desenli pijama takımı olduğunu çok geçmeden anladım. "Kimin bunlar?" diye sordum sert çıkan sesimle, onları elinden almak adına hiçbir kıpırtıda bulunmayarak. Onunla kalan iğrenç kızlardan birinin pijama takımını asla giymezdim.

"Hande'nin," diye cevaplayıp kestirip attı. Ciddi manada. Elinden almam için daha fazla zaman tanımadı ve elindeki pijamaları battaniyenin yanına attı. "Ben de giyinmeye gidiyorum," dedi bana sırtını dönüp kapıya doğru ilerlerken. "Geldiğimde giyinmiş veya çıplak olman beni ilgilendirmiyor. İçeri girerim."

Ve Hakan söyleyeceğini söyleyip olay mahallini terk eder... Her zaman olduğu gibi.

Karşı tarafı dinlemez, karşı tarafı düşünmez, karşı tarafı görmez, duymaz, umursamaz... Hakan'ı tanıdıktan sonra farkına varmıştım ki o zamana dek ciddi manada  bencil insan tanımamıştım. Bir şey kendi plan ve istatistiklerine uygunsa uygulardı; diğerlerinin ne planı ne düzeni ne de canı umrunda olurdu.

Kendi çıkarları uğruna herkesi harcardı.

Bu yüzden üzerimdekileri hızlıca sıyırıp Hakan'ın pijamaları attığı yatağın ucuna bıraktım ve Hande'nin üst pijamasını başımdan aşağı geçirdim. Güzel kokuyordu ve kolları tam olmuş gibiydi. Alt pijamanın beli ve boyunda da göze çarpan uyumsuzluklar ortaya çıkmadı. Zaten kızı bir eleştirmen edasıyla süzmek gibi bir görev edinince fark edilemeyecek gibi olmayan fiziği gözüme çarptığında güzel bulmuştum. Tek elimi saçıma atıp sıkıca bağladığım tokamı canımın acımasına aldırış etmeden aşağı çektim. Saçlarım serbest kaldığında tokayı bileğime geçirip saçlarımı elimle karıştırıp dağıttım. Uzun, dolgun, siyah saçlar... omuzlarımdan aşağı döküldükten sonra boş gözlerimi etrafta gezdirdim. Nevresimlerle uyumlu olarak kaplanmış yastıklar yatakların baş ucuna konmuştu. Buradan o kadar yumuşak gözüküyordu ki... Gidip kafamı koymamak ve yatağa boylu boyunca yatmamak için kendimi zor tuttum. Adil miydi insanları ebedi uykuya mecbur bırakırken bizim sabaha gözlerimizi açacak olmamız? Peki ya, onlardan renkleri çalarken bizim herhangi bir sabah gökkuşağı ile karşılaşacak olmamız?

Bunun bir cezası olmalıydı. Biri bana bunun bedelini ödetmeliydi. Yoksa sonsuza dek ebedi bir uykuya göz dikecektim. Uyuyamayacaktım. Pişmanlığım zihnimi hep işgal edecekti.

Arkamdaki kapı beklemediğim bir anda açılınca yerimde sıçrayarak arkaya baktım. Hakan tek eliyle kapıyı iterek kapattı. Üstünde siyah, V yaka bir tişört, altında ise yine siyah, cepleri olan bir eşofman altı vardı. Kafasını kaldırınca bende gelişigüzel bir göz gezdirdi. "Hala  niye ayakta dikiliyorsun?"

Soruyu sordu ama cevap bekler gibi bir hali yoktu. Yanımdan geçtikten sonra ağır adımlarla ilerleyip benden uzak olan yatağa hızlıca atladı. Ellerini başının arkasında birleştirip beni göz ucuyla bir kez daha süzmeye başladı sonrasında. Kalakaldığım yerde dudaklarım küçük bir o harfi oluşturmuştu, şaşkın gözlerle onu izliyordum. Yüz ifademi fark etmeyerek, "Saçların kalçalarını geçmiş," dedi gözleri bahsettiği yerde gezinirken. Sonrasında bakışları gözlerimle çakıştı ve "Kestirmeyi düşünmüyor musun?" diye sordu.

Tek derdi bu muydu gerçekten? Başka şeylere nasıl odaklanabiliyordu? Kafası bu kadar çabuk nasıl dağılabiliyordu? Sanki kalbi yok gibiydi. İnsanlık namına olan her duygu içerisinde imha edilmiş gibi davranıyordu.

Kaşlarımın hiddetle çatılmasına engel olamadan, "Hayır," diye cevapladım ters bir dille. Üslubumdaki terslik anlaşılamayacak gibi değildi ama Hakan varla yok arası bir omuz silkme ile gözlerini benden ayırıp tavana dikti. O kadar fütursuz, o kadar umursamaz, o kadar savurgan hareket ediyordu ki bu kısır döngüyü beynimde döndürmek yumruklarımı sıkmama sebep oldu.

O yatağa yattığından beri gözlerimdeki ifade bir an olsun değişmeden gözlerini delmek istercesine yüzüne bakıyordum ama o bundan hiç etkilenmiyordu.

Sonunda dönüp baktı, ayakta durmam onu rahatsız edince. "Ne duruyorsun?" dedi o da pek iyimser olmayan bir ses tonuyla. "Uyumayı düşünmüyorsun galiba? Saat, gecenin..."

"Sen uyumayı düşünüyorsun galiba?" diyerek lafı ağzına tıkadım, sesimi Hakan'ınkinden katbekat yükseltip. "Uyuyacak mıyız bir de?" diye sordum bağırmaya devam ederek. "Sen nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Az önce ne yaptığının farkındasın değil mi? Katil olduğumuzun?" Onun konuşmasına fırsat vermeden hızlıca dudaklarımı yalayıp hırsla konuşmaya devam ettim. "Bana bundan niye bahsetmedin? İntikam dediğin şeyin koca bir binayı kundaklamak olduğunu bilmiyordum! Kendinde misin sen? Ne yaptık, gördün değil mi? Bizim yüzümüzden insanlar öldü. Hem de yanarak!"

Zaman zaman sesim o kadar yükselmişti ki elimde olmadan, dalgalar halinde ilk önce odada, ardından evin içinde dağıldığını görür gibi olmuştum. Konuştuğum süre zarfında Hakan'ın yüzünde, hatta bedeninin tamamında değişen tek şey havaya kalkan tek kaşı olmuştu, özgüvenimi sarsmak ister gibi. Benim gerginliğime karşın onun yatakta rahatça yatmasına sinir olmaya başladığım sırada Hakan yerinden doğrulmaya yeltendi. Beni susturan da onun bu hareketi oldu zaten. Şu an onu öldürebilecek sinir bende bulunmasına rağmen yine de korktum. Üzerimde çok değişik bir baskısı vardı. Ona dair hiçbir şeyi tam olarak çözemediğim gibi bunu da çözememiştim.

Korktuğumu fark etti. Bana alltan temkinli bir bakış atıp yerinden kalmak yerine bacaklarını aşağı sarkıttıktan sonra yatakta dikleşti. İki yana ayırdığı bacaklarına dirseklerini yasladı ve ellerini ortada birleştirerek gözlerini kıstı. "O adamlar için vicdan azabı çekeceğimi mi sanıyorsun?" diye sordu aşağılayarak. "Bilakis, şu an o kadar rahatladım ki, anlayamazsın. Senin de hissettiğin bu olmalı. Dünya birkaç pislikten kurtuldu işte. İnan verdiğin tepkilere değecek insanlar değiller."

Sustu ve temkinli bakışlarla pusuya yatmış avını gözleyen bir hayvan gibi cevabımı beklemeye koyuldu. "Ne fark eder?" diye sordum yine yüksek sesle. "Her ne olursa olsun onlar insandı ve her nasıl insan olurlarsa olsunlar bizim onları öldürmeye hakkımız yoktu. Nerde yaşıyoruz biz, böyle intikam mı olur?"

"Hak et-ti-ler," dedi her hecede duraksayarak. "Bunu bilmek bana yetiyor. Sana da yetsin."

Onun sakin kalması beni daha çok delirtiyordu. "Belki bana göre hak etmediler! Neden bana söylemedin? Senden var ya..." Uygun kelimeleri bulmak adına etrafa bakındım ama zaten biliyordum. Tekrar bakışlarımı ona diktim. "Nefret ediyorum! Zorbalığından! Emrivakilerilerinden! Kendi canının istediği gibi insanların hayatlarına yön vermenden... Sen kendini ne zannediyorsun ya?" diye sordum bu kez. Zamanı geri saramıyor olmak, o insanlara alevlerden kurtaramayacak olmak Hakan'a olan nefretimi artırıyordu. Bu nefreti de ancak kelimelerle içimden akıtmak elimden geliyordu. "İnsanlar senin piyonun mu? Kuklan mı? Oyuncak araban mı? Nerede görüyorsun sen kendini?" Devam ediyordum ki şu anki duruma göre oldukça sakin bakışları dikkatimi dağıttı. Hala ne diye sakindi? Sanki ona hakaret etmiyorum da düz bir metin okuyormuşum gibi beni dinliyordu. Evet, duvarla eş değerdi benim için. Yine de konuşmaya devam ettim. O bunları çoktan hak etmişti. Ama suskun kalması beni daha çok köpürtüyordu. "Bak ben bunu kaldıramam, anlıyor musun? Senin gibi içli dışlı değilim bu tarz şeylerle. O adamın gözleri bile aklımdan çıkmıyorken evin son görüntüsünü asla unutamam. Beni düşünmeliydin. Bir kez olsun birini düşünmeliydin."

"Düşündüm zaten," dedi bomboş bir sesle. "Uzağa gitmeni söylemiştim."

Son cümlesiyle benimle dalga geçer gibi konuşması sinirlerimi o kadar alt üst etmişti ki... İşaret parmağımı sinirle havaya kaldırıp sallamaya başladım. "Seni var ya... çok fena yaparım," Kendi sesimle kendimi o kadar bitkin, yorgun, çaresiz ve güçsüz hissettim ki ağlamam an meseleseydi. Ona savurabileceğim içi dolu bir tehdidim bile yoktu. Tehdidim bile acizdi. Onun karşısında hiçbir şeydim.

Sırıttığında ne yaptığını çözmeye çalıştım. Tişörtünün kenarını yukarı kaldırır gibi yaptı ve "Yapsana," dedi gülerek.

O an kendimi daha fazla tutamayacağımı fark ettim. Ben sinirden kudururken ve hiçbir şekilde hıncımı çıkaramazken onun benimle dalga geçer gibi konuşması ve ciddiye almaması direncimi sömüren son hareketti. Gözlerimden yaşlar sicim sicim akmaya başlamıştı bile. Ağlamazsam zaten bugüne ayıp olurdu. Ellerim hemen yüzüme siper olurken kendimi durdurmak adına gram çaba sarf etmiyordum. Hele ki Hakan beni bileğimden tutup kendine çektiğinde bu iki katına çıktı ve kendimi tamamen saldım. Gözyaşlarım sonsuza dek tükenmese sonsuza dek ağlayabilirdim.

Beni kolumdan tutup önüne çekti ve bedenimi iki bacağının arasına aldı. İki bacağının arasına sıkışıp ona bu kadar yakın olmak o kadar afallattı ki çok kısa bir süreliğine ağlamamın duraksadığını fark ettim. Ardından iki eliyle belimden tutarak ilk önce havaya kaldırıp sonrasında tek bacağının üzerine oturttu. Ellerimi yüzümden çekmesi ihtimaline karşılık yüzümü korudum. Ne onun benim bu halimi görmesini istiyordum ne de ben onun yüzünü görmek istiyordum.

Böyle hissettiğimi anlamış olacak ki tek elini kafamın arkasına koyup yüzümü boynuna bastırdı.

Hakan'ın kucağında olmak... Dudaklarımın ucunda teninin sıcaklığını hissetmek... Kokusuna boğulmak ve... ne kadar samimi olduğunu bilemeyeceğim şefkatini tatmak...

Ama bunları ondan deli gibi nefret ettiğim bir anda yaşamak...

Kafamı karıştırmak için yaratılmış gibiydi.

Kafamın üstündeki elini saçlarımın üzerinde gezdirerek okşamaya başladı. Parmak uçlarından ruhumu rahatlatan altın sarısı yaldızlar saçılıyormuş gibi hissettim. İlk önce saç diplerim huzura kavuştu; ardından tüm bedenim, kirpik uçlarıma kadar. Sanki sihirli bir el saçlarımı okşuyordu. İlk defa bu kadar içten. İlk defa bu kadar merhamet yüklü.

Katıla katıla ağlarken hıçkırıklarımla doğan bedenimin sıçrayışları, onun bedenini de sarsıyordu. Kulağıma gelen gür ağlama sesinden utanıp sesimi dizginlemeye çalıştım ama nefesimi tuttuğum kısa sürenin dönütü çok daha ağır oldu. Oda, hatta koca ev; Hakan'ın evi, bir zamanlar Hakan'ın o kızla yaşadığı ev, benim haykıra haykıra ağlamamla çalkalandı.

Hakan ise nefes dahi almadı. Kıpırdamadı. Konuşmadı. Hareket etmedi. Müdahale etmedi. Karışmadı. Susturmadı. Teselli etmedi.

Sustu.

Sustu ve saçımı usulca okşamaya devam etti.

O kadar çok ağladım ki göz yaşlarım binanın alevlerini söndürecek kadardı. Ağladım. Bir tek o ev ve içindekiler için değil; annem için, babam için, hiç sahip olamadığım mutlu bir aile için, Hakan'ın sadece bana acıdığında gösterdiği ilgi için, abim artık ayakta dimdik duramadığı için, Çağatay'ın unutamadığım gözü yaşlı bakışları için, Hakan'ın imkansızlığı ve on yedi yıllık hayatımda içime attığım her şey için, o gece sabaha karşı Hakan'ın kucağında saatlerce ağladım.

Tamamen sustuğumda boğazımda ağlamaktan oluşan inanılmaz bir yakıcı ağrı vardı. İç çekişlerim vücudumun en derinlerine inip içimde bir tur attıktan sonra dışarı çıkarken, bunlar dışında hala sessizdik.

Dakikalar birbirine kenetlenince saatleri bir araya getirdiler ama birbirlerine nasıl güçlü bağlanırlarsa bağlansınlar Hakan'ın dudaklarını birbirine kenetlemesi kadar kararlıca değildi. Konuşmuyordu... Neden? Sıkılmamış mıydı? Yorulmamış mıydı? Uykusu gelmemiş miydi? Neden konuşmuyordu?

Beni hep böyle çaresiz, korunaksız, bir başıma bırakmasından nefret ediyordum. Benim yolu bilmediğimi bildiği halde susmasından, tecrübelerinden sadece kendinin yararlanmasından ve bu yana dek hiç görmediğim bencilliği onda görmekten nefret ediyordum.

Gökyüzü rengini yavaş yavaş siyahtan mavinin tonlarına doğru devretmeye başlamıştı. Renkler, sesler, hava ve gökyüzü etrafımızda değişkenliğe uğrarken biz ve bulunduğumuz pozisyon ilk dakikada da olduğu gibiydi. Bir adam. Kucağında bir kız. Kızın saçlarını okşayan el.

Ağlamaktan ya da günün tamamında yaşadıklarımdan olsa gerek bedenimi o kadar yorgun hissediyordum ki kıpırdamaya mecalim yoktu. Ama içimde bu konuyu Hakan'la kıyasıya tartışmak isteyen bir yan hala diri ve capcanlıydı. Ondan hesap sormak istiyordum. Bugüne kadar başına buyruk hareket ettiği her an için hesap.

Bunların tümü, "Senden nefret ediyorum," hırıltısıyla can buldu. Kafamı dahi kaldırmadan, sadece dudaklarımı oynatarak söylediğim üç kelime.

Cevap vermeyeceğini düşüneceğim kadar uzun bir sessizlikten sonra, "Biliyorum," dedi boş bir sesle.

"Katil olduk."

"Oldum. Ki yıllar önce. Bunlar basit şeyler."

"Basit şeyler?" Kafamı kaldıracaktım ki bunu tek elini boynuma bastırarak engelledi. Ardından, "Basit şeyler," diyerek tekrarladı. "Ve senin yaptığın sadece birini kör etmekti. Hemen ardından adamı öldürdüğümü düşünürsek bunu bile yaptın sayılmaz. Boşuna vicdan muhasebesi yapma. Senlik hiçbir şey yok. Hak ettiler, öldürdüm."

Sesindeki soğukluk o kadar ürperticiydi ki kanım dondu. Hesap sormak? Yapabildiğim zar zor yutkunmak oldu sadece. Karşısında acizdim. Hakkını bile savunamayan aciz.

Ama ifadesizliği son derece korkutucuydu... İnsanların canını almak ve sonrasında bu kadar rahat olmak... Onunla bir daha konuşabileceğimi sanmıyordum.

Tek eliyle, sırtımı başta olmak üzere bedenimi kavrayabildiği kadarıyla kavradı ve yatağın içinde bedenini geriye doğru sürüklemeye başladı. Tabii onunla beraber ben de. Bedenini en geriye getirdiğinde sırtını yatakla bitişik olan duvara yasladı, ben hala boynunun girintisindeyken.

Şu an ona hiç olmadığım kadar yakın olduğumu biliyordum ama en başından beri algılarımı kapatmıştım. Kokusunu almamak için nefes almamaya çalışıyordum, nefesini hissetmemek için kıpırdamıyordum. Bu anın bir daha tekrarı olmayabilirdi, evet fakat ben bu anları bana acıma duygusu beslediği bir anda da yaşamak istemiyordum. Daha farklı olmalıydı kokusunu içime çektiğim an, daha farklı olmalıydı teninin sıcaklığını duyarken hissettiğim duygular.

Bu sahneyi hiçe saydım.

Bana daha farklı duygular beslediğinde kabul edip kokusunu içime çekecektim. Acıma dışı.

"Bana şarkı söyler misin?" diye sorduğunda sesinde rica etmekten çok şarkı konusunda nasıl olduğumu tartar gibi bir hava vardı.

"Kafayı yedin sen iyice," diye homurdandığımda, "Hayır," diyerek karşı çıktı. "Uykuya dalarken hıçkırıklarının kulağımda çınlaması yerine söylediğin şarkıyı dinlemek istiyorum."

"Beyninin içinde hep bir ses çınlar mı?"

"Çoğu zaman, evet."

Bu keyifsiz vaziyetim ve ağlamaktan kartlaşmış sesim şarkı söylemeye hiç uygun olmasa da Hakan'ın beyninin içinde benim sesimin dolaşacak olup o sesle uykuya dalacak olması düşünme payımı bile elimden çekip aldı adeta, ve belki de göğsümü daraltan şu ruh halinden ben de çıkmak istiyordum. Hem kimse bana enerjik bir şarkı patlat demiyordu ya...

Yerimden kıpırdamadan tek elimi havaya kaldırdım ve usulca Hakan'ın yüzüne doğru yakınlaştırmaya başladım. Parmak uçlarım alnına değdiğinde, "Gözlerini kapat," deyip sonrasında parmaklarımla göz kapaklarını aşağı indirerek bunu bizzat ben yaptım. Ardından ben de gözlerimi yumup sesimi, şarkıyı, şarkının sözlerinin hiç tartmadan, sadece Hakan'ın benim sesimle uyumasını düşünerek hafızamda en ön plana çıkan şarkıyı söylemeye başladım.

(Şarkıyı açın ve gözlerinizi kapayın.)


Buralar benimdi eskiden, biz gökyüzüne bakarken, ayaklarımız yere değmezdi, insanlar seyrederken. Buralar benimdi eskiden, biz gökyüzüne bakarken, ayaklarımız yere değmezdi, seninle dans ederken. En dibe daldım, kimseler duymaz, içime baktım, bir ömre doymaz.

İçindeyim biraz dinlesen, yüzün güler yaz ortası. Bu güneş kimin başımı döndüren, seni beni bizden ettiren.

Buralar benimdi eskiden, biz korkmadan yüzerken, ayaklarımız yere değmezdi, avuçlarımız yanarken. Tek başıma kaldım, kimseler duymaz, umudum hayattan, sevenler yorulmaz.

Şarkı bittiğinde kafamı usulca boynunun girintisinden çıkarıp yüzüne baktım. Yüzünde kemikler ön plandaydı. Çenesi, boynu, adem elması ve elmacık kemikleri her daim ona çekicilik kazandıran unsurlardı. Gözlerine kaydı gözlerim. Hala kapalıydı... Kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşmüştü. Elimin altındaki göğsünün düzenli olarak kalkıp inmesiyle de anlamıştım ki Hakan benim sesimle uyuyakalmıştı.

Kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi tekrar boynunun girintisine girdim ve yine tüm algılarımı, kendi kendimi kafese koyup kilidi çevirmek gibi olan hareketle kapatarak gözlerimi yumdum.

*

Oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var:)

Continue Reading

You'll Also Like

484K 25.5K 40
(2) Thomas Boyle, hayatında ilk defa saf bir kadını arzuladı. Bellanita Hill, Thomas Boyle'un ilk karmaşası oldu ve bu onu çok daha çekici kıldı.
152K 10.5K 40
(4) Dennis Boyle, arkadaş grubunun en aklı başında olan üyesiydi ve hata yapmaktan hep kaçınırdı. Chalsea Lorenna Almei ise onun aklını başından alma...
257K 15K 45
okumanızı önermiyorum cidden hangi kafayla böyle bir kitap yazdım ben bnc okmyn yni ✘KÜFÜR İÇERİR!✘ ♛ ♛ ''İstersen tekrar döv beni. V...
4M 131K 73
Bir adam, beni yangına çevirmişti. Bir adam, benliğimi bozmuştu tereddütsüz. Ve bir adam benim cennetimin ateşi olmaya ant içmişti ansızın... O adam...