Sensiz Ben

By semaela01

7.3K 482 1.3K

Elvan EKİN Hayat dolu bir genç kız. En ufak bir şeyle bile mutlu olan biri. Renklere aşık! Her birinde farklı... More

❤Tanıtım❤
❤GİRİŞ❤
❤1.BÖLÜM❤
❤2.BÖLÜM❤
❤3.BÖLÜM❤
❤4.BÖLÜM❤

❤5.BÖLÜM❤

437 35 242
By semaela01

Merhaba Umut Ailesi.👋
Bölüm biraz gecikmeli geldiği için özür dilerim.🙏
Multimedia- Sezen Aksu ~Küçüğüm~
Açacağınız yeri belirttim. Mutlaka dinleyin.

Keyifli okumalar!💞

Eyvah yakalandım!!

"Egemen..."

❤_____5.BÖLÜM_____❤
"Senin ne işin var burada..? Ne zaman geldin? Bir şey duymadın değil mi?" ben panikle soruları boncuk dizer gibi ardı adına sıraladığımda, o da bana bakarak bir süre öylece şaşkın bir şekilde bakışlarını yüzümde dondurdu.

"Asıl senin ne işin var bura-", "Yok artık sen laf mı dinliyorsun?" önce tekerlekli sandalyesini öne doğru sürdü ve Ahsen ablaları görünce onları dinlediğimi anladı. Sonra tekrardan eski yerine döndü. Galiba yeni gelmişti ve konuşmalarını duymamıştı.

"Ya... Yok... Ne dinlemesi? Ben şey... Bağcıklarım açılmıştı..." dedim belki olayı biraz toparlayabilme umudu ile fakat başımı ayaklarıma doğru çevirdiğimde ortada ne açık bir bağcık ne de bir ayakkabı görünüyordu. Oysa ayakkabılarımı giydiğimi sanıyordum. Benim ardımdan hemen Egemen'de ayaklarıma doğru baktığında; o son umudum, ruhumun en tenha köşesinde can çekişerek son demlerini sürdürüyordu.

"Berbat bir yalancısın!" dedi burnunu kırıştırarak. "Seni anneme söylememem için tek bir neden söyle, bu olay için."

"Çocuk değilsin!" dedim samimiyetten uzak bir gülümseme ile.

"Dalga geçtiğimi mi sanıyorsun?"

"Hayır, hayır! Lütfen sessiz ol! Tamam bak yemin ederim ne istersen yaparım ama sakın söyleme." eğer bu olayı söylerse Ahsen ablanın bana karşı olan güveni kesinlikle sarsılırdı ve büyük ihtimal kovulurdum da.

"Gerçekten her istediğimi yapacak mısın?" dedi emin olmak için.

"Gerçekten her istediğini yapacağım. Söz!"

"O zaman buradan gitmeni istiyorum."

"Zaten çıkıyordum şimdi." Deyip bir adım atmıştım ki önüme geçip beni durdurdu.

"Hayır öyle değil. Bir daha dönmemek üzere gideceksin ve hiç dönmeyeceksin."

Karşımdaki adam ne dediğinin farkında mıydı? Ne demek hiç dönmeyeceksin?

"Ne!?", "Asla böyle bir şeyi kabul edemem... Kesinlikle olmaz!" bağırdığım için Ahsen Abla etrafa 'ne oluyor?' diye göz gezdirirken ayaklanıp, bize doğru geliyordu.

"Her istediğimi yapacaktın... Sen dedin. Direkt git ve bir daha gelme seni burada görmek istemiyorum." Ahsen abla sonunda bizi fark etmişti ve yanımıza doğru geliyordu.

"Annem geliyor kabul ediyorsan git, yoksa benim susmaya pek bir niyetim yok. İstersen o seni aşağılayarak göndersin buradan. Karar senin!"

Sustum! O an sonsuza kadar konuşamamak istedim. İşte hayat böyle bir yerdi... Yapmamanız gereken şeyleri gizlice veya apaçık bir şekilde nasıl olursa olsun, eğer yaparsanız acımasız bir şekilde cezalandırılırsınız... Mesela dinlememem gereken bir konuşmayı, merakıma yenik düşüp dinlemem ve en acımasız bir şekilde cezalandırılmam gibi... Boğazıma yerleşen bir yumru konuşmama engel olurken, hiçbir şey söylemeden koşarak uzaklaştım yanlarından... Arkamdan şaşkın bir ifade ile baktıklarını sırtımdaki ağır yükten kolaylıkla anlayabiliyordum. Ayakkabılarımı giydikten hemen sonra, kapıyı çarparak çıktım ve tek kelime etmeden kapısı açık olan arabaya yerleştim. Yaptığım hata yüzünden içimden kendime durmadan hakaretler savururken, Ziya Amca'nın da bana bakıyor olması gözümden kaçmamıştı.

"Bir şey mi oldu kızım?" gözlerimi bir saniyeliğine ona çevirip, kafamı geri önüme eğdim. Ben konuşmayınca devam etti Ziya Amca.

"Anlatmak ister misin?" biraz düşündüm ve içinde boğulmak üzere olduğum düşüncelerin boynuma sarılan ellerini ittirerek kesik kesik konuşmaya başladım. Bu sırada araba da ana caddeye çıkmıştı.

"Yapmaman gereken bir şeyi, istemeden yani merakına yenik düşüp yapıyorsun ve bunun karşılığında çok büyük bir ceza alıyorsun... Sence bu adil mi Ziya Amca? Ama yemin ederim kötü bir niyetim yoktu sadece adım geçti diye dinlemek istedim yemin ederim." gözümden bir damla yaş süzülerek yanaklarıma doğru kaymaya başladı. Sonra bir tane daha... Ve bir tane daha...

"Ya tamam evet aslında adil olabilir belki ama -burnumu çektim- bu kadar ağır bir şeyle cezalandırılmamam gerekti... Öyle değil mi?"

"Kızım ne olduğunu sormayacağım ama sana şunu söylemek istiyorum." trafik lambasında kırmızı ışık belirdiğinde arabayı durdurdu ve yüzünü bana çevirip, devam etti.

"İnsan hayatında yapmaması gereken bir şeyi yapıyorsa cezalandırılır... Ya bu hayatta, ya da öteki hayatta. Önemli olan ceza değil aslında! Önemli olan senin yaptığın hatadan ders çıkarıp, pişmanlığını da kalben beyan ettiğin düşüncelerin mabedinden alıp, bunu tekrarlamayacak üzere söz vermendir. Ve eğer ki sen bunu lanetleyip bir daha yapmazsan, Allah o zaman sana 'Her şer de bir hayır varmış.' lafını mutlaka dedirtecektir."
Ziya Amca'nın dediklerini başımla onaylarken, diğer yandan da gözümdeki yaşları durdurmaya çalışıp, yüzümü kuruluyordum. O arabayı sürmeye devam edince dönüp teşekkür ettim. Çok iyi kalpli bir adamdı. İnsanın ruhunu okşayan kelimeler dudaklarının arasından döküldükçe daha bir rahatlıyordum ama yine içimde kopan kasırgalardan kurtulamıyordum. Yol boyu sükut hakim olurken ortama, bu sessizliği bölen üst üste çalan korna sesleri olmuştu...

Başımı kaldırıp ön cama doğru eğildiğimde, gördüğüm manzara ile kendimi hemen dışarı attım.

"Ziya Amca, dur!"

Ani bir frenle duran araba yüzünden öne doğru atlıyorduk ki, arabanın bir anda durmasıyla ben ve Ziya Amca kafamızı ön cama vurmaktan son anda kurtulmuştuk. Geçtiğimiz cadde çift yöndü ve karşı şeritten gelen arabayı görmem pek de uzun sürmemişti.

Bir araba, kör bir dedenin üzerine doğru gelirken dedeyi tuttuğum gibi hızlıca kenara çektim. Evimize yaklaşmıştık ve bu cadde çok fazla işlek değildi. Karşı taraftan hızla gelen arabanın yaşlı, elinde bir değnek ve gözlerinde siyah camlı bir gözlük olan dedeye çarpmasına son saniyelerde mani olmuştum. Derin derin nefes almaya çalışırken, yaşlı amcanın elinden tutup, kaldırıma geçirdim. Panik içinde olan dede, her ne kadar bu paniği belli etmemeye çalışsa da, üst üste aldığı kısa nefeslerinden bu kolaylıkla anlaşılıyordu. Elimi, ellerinin üzerine koyup, az da olsa sakinleşmesine yardımcı olmak istedim. Tabi bu esnada önümüzden hızlıca geçen şoföre de saydırmayı eksik etmiyordum.

"Kör müsün be adam!? Görmüyor musun yaya geçidi tabelasını!? O koca kafanda beyin yerine saman mı taşıyorsun?..." ben kendimi kaptırmış giderken yanımdaki dede gülmeye başladı.

"Ah be evladım! Boş ver sen bunları, ben alıştım artık insanların duyarsızlığından ve aşağılamalarından... Sıkma canını. Ayrıca sana da çok teşekkür ederim kızım, hayatımı kurtardın!" derken bir an ağladığını sandım tonton yanaklı dedenin.

"Rica ederim dedeciğim. Ne demek, bizim görevimiz bu. Dedeciğim sen bir dakika burada bekle ben, hemen geliyorum." diyerek bize doğru gelen Ziya amcanın yanına gittim.

"Ziya Amca çok teşekkür ederim. Buradan sonrası bende, sorun yok! Hem şu tonton dedeye de evine kadar eşlik ederim. Hadi iyi akşamlar!"

"Sen çok iyi kalpli birisin kızım. Hiç düşünmeden kendini o arabaların önüne attın... Kendi canını hiçe sayıp, başka bir canı kurtarmak için."

"O ne demek öyle Ziya amcacım. Bizim görevimiz bu zaten."

***

Ziya Amca gittiğinde henüz adını öğrenemediğim tonton dedenin yanına gittim. Bir süre beraber yürüdükten sonra, bizim mahalleye yeni taşınmış olduğunu ve bir sokak ötemizde oturduğunu öğrendim. Aynı zamanda adının da kadir olduğunu... Yine mahallede kol kola ilerlerken bana etrafta neler olduğunu, kimlerin ne yaptığını sordu.

"Şimdi anlatıyorum..." deyip anlatmaya başladım. "Sağ tarafımızda bize doğru bakıp samimi bir şekilde gülümseyen esnaf Lütfi amca var. Onunla iki çift laf edince eminim çok seveceksin... Sol tarafımızda kaldırımda oturmuş, çiçekçi Pakize abla var. Sakın onun eline düşme derim ben sana, demedi deme. Kadın yakana yapışıp, "Abe yakışıklı abim almaz mısın yanındaki güzel bayana bir gül?" diyerek parasını almadan bırakmaz." diye ağzındaki sakızı durmadan çiğneyip patlatan Pakize ablayı taklit ederek konuştuğum da tonton dede de gülümsemeyi eksik etmiyordu.

"Sonra... Karşımızda küçük çocuklar var... Kızlar ip atlıyor, erkekler de onların oyunlarını bozmaya çalışıyor. Kızlar onlara cırladığında, erkekler daha da yüksek bir sesle gülüyorlar..." deyip bende gülümsedim. Bir an kendi çocukluğum gözlerimin önünde canlandı. İstemsizce gözlerimi kapattım ve düşünmeye başladım.

Çocukluk!

Şu an çocukluğumu geri verseler hiç tereddüt etmeden kabul ederdim. Annem, babam... Onlarla çok mutluyduk. Çok. Dayanmak çok zor. Her gün dayanırım derken, ağlıyordum. Alışırım derken, ölüyordum. Sadece bunların üstünü örtüyordum. Ama o örtüye rüzgar her çarptığında, örtü tekrardan açılıyordu. Kalbim tekrardan acıyordu... Alışmak demek, kuşa uçma yasağı koymak gibi bir şeydi... Öyle imkansız, öyle acımasız.

Daha fazla düşünmemek için kızarmaya yüz tutmuş gözlerimi Kadir dedeye çevirdim. Hiç tahmin etmediğim görüntüyle karşılaşınca, Kadir dedenin elinden tutup kenara geçtim ve durdum.

Kadir Dede'nin; buruşuk yanaklarından birbirini ite ite ilerleyen yaş damlaları, kırışıklıklar arasında parlak bir iz bırakırken, yüreğimde oluşan acı nefes almamı engelliyordu. Benden büyük insanları ağlarken görmeye yüreğim dayanmıyordu. Yanaklarından akan yaşları usulca sildim parmaklarımla... Biraz daha yanaştım ve dudaklarımı büzerek sordum:

"Tontonum neden ağlıyorsun?"

"Onları kaybettim. Ne zaman bir çocuk sesi duysam onları hatırlıyorum!" diye direkt söze girdi. Anlamayan bir yüz ifadesiyle baktığımda, detaylıca anlatmaya başladı.

"Çok imkansız bir aşkın içindeydim. Sevdiğim kadın ile benim yaşantım tam anlamıyla birbirine tezattı. Aşk bu işte mutlaka bir engel çıkar karşına... Yine de pes etmedim. O da beni seviyordu biliyordum. Ben bir araba tamircisi iken o mahallenin en iyi durumuna sahip bir kız çocuğuydu. Toplumda bu pek alışılagelmiş bir durum değildir bilirsin zaten. Velhasıl kelam öyle böyle derken evlendik işte. Böyle söylediğime bakma benim için çok zor olmuştu. Bir gün bana bir sürpriz hazırlamıştı Aysun'um. -tebessüm etti, o anı yaşıyormuş gibi- Tam da adının kadını olan o güzel kadın bana, hamile olduğunu söyledi. O kadar sevinmiştim ki anlatamam. Evlendikten uzun bir süre bebeğimiz olmuyordu zaten. Hiç beklemediğim bir an da bu haberle karşılaşınca ne yapacağımı şaşırmıştım. Gel zaman git zaman geldik mi 7. ayın başına... İşte o zamanlar olan oldu! Erken doğum gerçekleşti ve..." sonlara doğru sesi kısılan tonton dedenin yanaklarından akan yaşı çantamdan çıkardığım bir peçete ile hemen sildim. Sokakta bir kaldırımın üstündeydik ve hiçbir şey Kadir Dede'nin umurunda değildi; haklı olarak.


'Allah'ım bu nasıl bir hayat hikayesi' diye geçirdim içimden... Sonunu anlamak zor değildi elbet. Çok zor bir durum. İçimde üzüntüden feryat çığlıkları atan kalbim bir kez daha beni alt etmişti. Karşıma çıkan her insan sanki özenle seçilmiş varlıklardı. Hayatımdan, isyan etmemem gerektiğini gösteren bir harita ya da benden daha kötü durumda olanları görmem için gönderilen birer pusulaydılar sanki...

Gerçekten de üzerimde etkileri çok fazla oluyordu... 3 gün içerisinde çok şey öğrenmiştim. En başında, ne olursa olsun pes etmemeyi... Biliyorum Kadir Dede ile Aysun Teyzem ahirette çocukları ile beraber olacaktı. Eşi şimdi orada onu bekliyordu. Allah sevdiği kullarını yanına erken almaz mıydı zaten? Bu da öyle işte! Babam gibi... Onun gibi yüce gönüllü bir insanı Allah yanına erkenden almıştı. O da bizi bekliyordu orada... O bizi tek bırakmıştı ama biz onu tek bırakmayacağız. Zamanı geldiğinde elbet bir gün annem ile birlikte biz de onun yanına gidecektik.

Pes etmeyecektim... Acılarım beni yenmeyecekti! Umut hâlâ vardı. Kalbimin en tenha köşesinde yaşamı soluyordu... Bekliyordu ve bitmiyordu...

Bir süre daha kaldırımda kaldıktan sonra Kadir Dede'yi evine bırakmıştım. Daha sonra tekrardan gelmek üzere söz verdim ve vakit kaybetmeden eve doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde anahtarı çantamdan çıkarıp, kapıyı açtım. Hızlıca üzerimdeki eşyaları kenara bırakıp, salona doğru koştum. Tek istediğim şey başımı annemin boynuna yerleştirip, -tabiri caizse- o cennet kokusunu bir daha hiç alamayacak gibi içime çekerek, vücudumdaki her bir hücreye ulaşmasını sağlamaktı. Annemi salonda göremeyince hemen yatak odasına gittim. Annemi yatakta uyurken gördüğümde yanına kıvrıldım ve uyandırmamaya gayret ederek elimi yüzüne koydum. Hayatın yüzünde bıraktığı o kırışıkların üzerinde elimi tek tek gezdirdim. Dokunduğum her yer bana geçmişi hatırlatıyordu. Benim isyanlarım, annemin öğütleri... Benim hatalarım, annemin anlayışı... Benim sevgim, annemin eksilmeyen şefkati... Kısacası geçmişten günümüze kadar olan tüm hisleri ve duyguları... Bir süre öylece durup tavanı izledim. Anneme işten ayrıldığımı -ya da kovulduğumu- nasıl söyleyecektim bilmiyordum. Yeni bir iş bulana kadar söylememeye karar verdim. Hem yarın pazardı. Neden gitmedin diye soracak olursa tatil günüm derim diye geçirdim içimden. Yeni bir iş bulmak için sadece bir günüm vardı. Bunu düşündükçe gözyaşlarım yüzümü ıslatmak için sıraya giriyordu.

Bir bataklığa saplanmış, çaresizce beni bu pislikten kurtarabilecek birini bekliyordum. Belki de yine düştüğüm yerden kendim kalmam gerekiyordu. Babamı kaybettikten sonra her gün yaptığım gibi... Zihnen ve bedenen çok yorulduğum ve ağladığım için bir süre sonra elimi annemin beline sararak uyuyakalmıştım.

***
Sabah uyandığımda annemle kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Annem bir şeyden şüphelenmesin diye yüzümden tebessümümü eksik etmiyordum. Annem dün hakkında sorular sorduğunda her şey yolundaymış gibi cevap verdim. Kahvaltımızı bitirdikten sonra anneme bir fincan kahve yaptım ve avluya kadar ona eşlik ettim. Sonra evi temizlemeye koyuldum. Işim bitince aklıma dün Selin'i eve çağırdığım geldi aklıma. Acaba dün neden gelmedi? Biz uyurken gelmiş olsa bile zil sesinden uyanırdım ben. Uykum çok hafiftir en ufak bir sese hemen uyanırım. Tabi bu özelliği annemin hastalığını öğrendikten sonra kazandım. Geceleri kalkarsa dengesini kaybedipte bir yerlere çarpmasın diye hep onunla uyanırdım. Selin'i arayıp bize gelmesini söyledim. Bugün pazar olduğu için onun da tatil günüydü. Dış kapının sesi geldiğinde hemen dışarı çıktım. Selin annemi öptükten sonra beraber içeri geçtik.

"Hoş geldin Selin."

"Hoş buldum canım benim. Ee anlat bakalım dün neler yaptın? Akşam gelemedim yanına kafe çok doluydu patron erken çıkmamıza izin vermedi. Yoğunluktan haber vermeyi de unuttum. Hadi anlat bakalım çok merak ediyorum."  diye heyecan ve merakla konuşmaya başladığında, bende onun heyecanından gram yoktu.

"Neden konuşmuyorsun? Neler oldu kuzum? Rengin solmuş." diye bu seferde telaşla sordu.

"Nereden başlayacağımı bilmiyorum. İstersen en başından, yani sabahtan başlayıp şimdiye kadar her şeyi anlatayım. Bir dakika bekle hemen bir çay koyup geliyorum..."

"Dur bende geleyim. Çay olana kadar mutfakta anlatırsın." dediğinde 'tamam' deyip mutfağa gittim. Selin de peşimden geliyordu. Su ısıtıcısına suyu koyduktan sonra, bir sandalye çekip Selin'in karşısına oturdum.


"Selin hiç iyi şeyler olmadı." dediğimde o anları hatırladım ve gözlerimde biriken yaşlara engel olamadım.

"Ya kıyamam ben sana... Tamam bak şimdi artık her ne olduysa onu unutup en başından güzelce anlat. Sonra beraber üzülürüz ne olduysa..." işte her insana lazım olan bir dost! Her zaman ne olduysa beni en iyi anlayan insan Selin oluyordu. İşte yine aynı şeyi yapıyordu... Ona en başından her şeyi anlattım. Egemen'in bir çocuk değil de 25 yaşında bir adam olmasından ve beni evinden kovmasına kadar her şeyi. Selin bunları duyunca Egemen'e baya bir saydırmıştı. Neyse ki hemen susturabildim. Selin bu işi bu şekilde bırakmamam gerektiğini söyledi. Beni işe alan kişinin Egemen'in annesi olduğunu söyleyip ancak o kovunca evden gidebilirsin diye bana cesaret verdi. Eğer yarın Ziyâ Amca beni almaya gelirse bu kovulmadığım anlamına gelirdi ve Egemen'i ikna edebilmem içinde son bir şans.

"İşte bu kadar! Ne kadar güzel bir gün olmuş benim için değil mi?" dedim alaycı bir tavırla.

"Takma bu kadar kafana güzelim benim. Elbet bir yolunu buluruz birlikte."

"Ya ben seni hak edecek ne yaptım?" dedim mıncıklama isteği ile dolarken.

"Asıl ben seni hak edecek ne yaptım? Neyse olay başka yerlere gidiyor korkmaya başladım." dedi muzip bir tavırla. Su kaynadığında, ısıtıcıdan suyu alıp çaydanlığa doldurdum ve çaydanlığı ocağa koydum. Tekrar yerime otururken aklıma Emir abinin gelmesiyle biraz ondan bahsetmeye karar verdim.

"Dün sabah bir adam gelmişti Egemen'in odasına... Adı Emir'miş. Egemen'in doktoru. Görsen o kadar tatlı bir insan ki anlatamam sana..."

"Ooo, Elvan! Hayırdır?"

"Saçmalama Selin adam baya büyük." diye azarlar tonda konuştum. Nasıl böyle düşünebilirdi?

"Ya şaka yaptım gerçekten. Biraz gül diye..."

"Küstüm!" dedim bende şaka yaparak. Bir dakika öncesine küstüğünüzü unutup, aklınıza bir şey geldiğinde hemen konuşursunuz ve sonra küs olduğunuzu hatırlarsınız ya işte şu an tam da onu yaşıyordum.

"Ben sana ne diyeceğim çok önemli."

"Ne diyeceksin?" diye merakla beklediğinde,

"Ben sana küsmüştüm değil mi? Pardon!" dedim. Tabi anlatmamak için kendime zor hakim oluyordum.

"Ya yemişim küslüğünü... Emir abi var ya tıpkı-..." ocakta fokur fokur kaynayan çaydanlığa koştum. Ocağın içi su dolmuştu. Hemen ocağın altını kapatıp, çaydanlığı ocaktan aldım. Bir süre öylece Selin'e baktığımda ikimizde gülmeye başladık.

"Çay yaparken ben." dedim gülüşlerimin arasında.

"Ay Elvan ya... Hiç güleceğim yoktu!"

***

Ertesi sabah hazırlanıp kapıda beklemeye başladım. Ziyâ Amca beni almaya gelirse bu henüz bir şansım daha olduğunu gösterirdi. Sürekli olarak 'lütfen gel Ziyâ Amca' diye tekrarlıyordum. Saate baktığımda şimdiye kadar gelmesi gerektiğine karar verip eve doğru yürüdüm. Tam kapıyı kapatacaktım ki Ziyâ Amcanın korna sesini duydum. Hızlıca arkamı dönüp içimde büyüyen umutla arabaya bindim.

"Günaydın, Ziyâ Amca." diye neşeyle seslendim.

"Günaydın kızım." deyip tebessüm etti Ziyâ Amca da.

Yüreğimde öyle bir heyecan peyda olmuştu ki yerimde duramıyordum. Acaba neler olacak diye  içim içimi yiyordu. Sonunda geldiğimizde, tereddütle kapıyı açıp kocaman bahçeden içeriye geçtim. Merdivenleri sakince çıkıp odanın önüne geldim ve derin bir nefes çektim içime. Elimi kapının kulpuna yerleştirip yavaşça çevirmeye başladım. İçeri girdiğimde Egemen'in hâlâ uyuduğunu fark ettim. Bu benim için iyi bir şeydi. Bu, o uyanınca ne diyeceğime karar vermem için henüz vaktim olduğu anlamına geliyordu. Zamanın hızlıca geçmesi açısından odayı temizlemeye karar verdim. Bir süre onaylandıktan sonra Egemen'i artık uyandırmam gerektiğinin farkına vardım. Bu benim için biraz zor olacaktı ama cesaretimin kırılmasına izin vermeyecektim. Yatağa yaklaşıp Egemen'e seslenmeye başladım. Herhangi bir tepki alamayınca elimi koluna dayayıp hafif bir şekilde sarsarak seslenmeye başladım. Gözlerini aralamaya başladığı sırada bende olduğum yerde dikleştim. Gözleri odak noktasına ulaştığı anda kaşları yay gibi gerilmeye başladı. Beni görmeyi beklemiyor gibiydi. Her şeyi geride bırakarak dünkü konuşmayı yapmamışız gibi sevinçle 'günaydın' dedim. Yüzüme şaşkınca baktıktan sonra hemen kaşlarını çatmaya başladı. O kaşlar bir gün çatılmasa şaşırırdım zaten. Egemen'in dudakları aralandığında bir şey söyleyeceğini anlayıp biraz geri çekildim. (Şarkıyı açın.)

Egemenin ağzından çıkan sözler kalbimde derin bir yara bıraktığında düşecek gibi olup kolona tutunmuştum.

"Senin ne işin var burada? Ne laftan anlamaz yılışık bir kızsın sen ya! Senin gibi yüzsüzünü de ilk defa görüyorum. Yüzünü görmek istemiyorum. Odamda hiç kimseyi görmek is-te-mi-yor-um. Şimdi defol odamdan!"

Neler olduğunu anlayamıyordum! Karşımda bir canavara dönüşen bu adamı tanıyamıyordum. Bu benim tanıdığım Egemen değildi. Bu benim onca yaşadıklarına rağmen içinde sevgi, umut, merhamet kırıntıları taşıdığını düşündüğüm adam değildi. Gözümde biriken yaşlar bir bir yanaklarımı okşarken bunca söze daha fazla dayanamayıp çantamı bıraktığım yerden aldım ve hızlıca odadan dışarı çıktım.

Hıçkırıklarımı  yutmaya çalışıyordum. Dudaklarımdan dökülen iniltileri ellerimle kapatmaya çalışıyordum. Kahretsin ki başaramıyordum!

Hızlıca merdivenden indim. Kapıda dikilip bana bakan çalışanların bakışları umurumda bile değildi. Derhal bu lanet olası evi terk etmek istiyordum. Koşarak uzaklaştım buradan. Gölün kenarındaki banka yığılan bedenimi, tıpkı dağılan düşüncelerim gibi toplamaya çalıştım.

Kader ağlarımı örmeden evvel, mutlu bir yaşantım vardı. Oysa daha bir kaç ay öncesine kadar bir arkadaşım bana bir anahtarlık hediye ettiğinde yaşadığım bahtiyarlığı, en müstesna kelime ile dahi izah edebileceğimi zannetmiyorum. Acılarım, suya düşen bir mürekkep damlası gibi yayılıyor fakat geri eski haline dönüşemiyordu. Hayat bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor ben ise hep olduğum yerde acılarım ile beraber sayıklıyordum. Yaşantıma bir son vermek istiyordum şu an fakat zihnim bana bir kur yapıyor, geride bırakacaklarımı durmadan gözlerimin önüne getiriyordu. Son vermekten kastım ciddi anlamda değil fakat şu an yaşamaya değer bulmuyorum kendimi. Aldığım nefes bile oksijen israfıymış gibi geliyordu artık.

Tek ıstırabım annemin iyileşmesi için gerekli olan ilaçları alamayacak olup ona güzel bir yaşam sunamayacak olmamdı. Aynı zamanda babamın emanetine de sahip çıkamamamdı. Ağlayamıyordum artık. Göz pınarlarım kurumuş gibi hissediyordum. Sanki esir oldukları yerden hürriyetlerine kavuşmaları için gerekli zamanı bekliyor, bu yüzden akmıyorlarmış gibiydiler. Oysa içim kan ağlıyordu. Ruhum ile hislerim arasındaki çelişkiye, tüm duygulardan yoksun ve samimiyetsiz bir şekilde gülümsedim.

Ne bekliyordum ki?

Egemen Bey artık sevinebilirdi. Bir ailenin yaşam mücadelesini bilmeden de olsa elinden almıştı. Neden gittiğimi annesine o anlatırdı artık! Sinirden olduğum yerde duramıyordum. Ayağa kalkıp bir sağa bir sola gidiyordum. Çantamı biraz daha sıkı bir şekilde kavradım. Dolmuşa doğru yürüyor iken bir yandan da nereye gideceğimi düşünüyordum. Aklım ve kalbim babamın yanına gitmemi bas bas bağırırken, onun yanına gitmem bana da iyi gelir diye düşünmüştüm bir an. Yol üstünde gördüğüm açık bir mağazadan şal aldım ve hemen gelen dolmuşa bindim.

Ve gelmiştim. Gözyaşlarım gösterdikleri aşırı sabırdan sonra, teker teker sırayla yüzümde şerit halinde çizgiler bırakmaya başlamışlardı bile. Aldığım siyah şalı başıma geçirdim. Yüzümdeki ıslaklılığı umursamadan babamın mezarının yanına gittim. Artık sayısı gittikçe fazlalaşan gözyaşlarım görüntümü bulanıklaştırırken, tek istediğim içimi boşaltmak, tüm birikmiş acıları az da olsa serbest bırakmaktı. Elimi yüzüme doğru kaldırıp, yüzümü ve göz çevremi kurulamaya çalıştım. Fakat bu pek de uzun sürmemiş, bu anı bekleyen gözyaşlarım kendilerini yenilemeye doyumsuz bir şekilde tekrardan devam etmişlerdi. Babamın mezarının dibine çöktüm. Bir süre olduğum yerde hareketsizce bekledim. Sonra daha fazla dayanamayıp kollarımı açtım ve babamı gerçekten sarıyormuşum gibi hayal etmeye çalışıp kuru toprağa sarıldım. Biraz daha o şekilde beklerken gözyaşlarım toprakla harmanlanmaya başlamıştı bile...

"Babam..." dedim çektiğim hasreti iliklerime kadar hissedene kadar derin bir şekilde.

"Özledim... Çok. Gel artık!" ağlamam yerini derin iç çekişlere bıraktığında, daha sık soluk alıp vermeye başladım.

"Yapamıyorum..." dedim fısıltılı çıkan nahif sesimle ve ekledim.

"Sahip çıkamadım emanetine... Biliyorum şu an benimle konuşabilseydin eminim ki 'Umudunu kaybetme. Yaradan varsa umut her zaman var olmalıdır.' diyecektin. Evet umut var ama dayanma gücü gün geçtikçe azalıyor, babam. Artık dayanamıyorum ne sensizliğe ne de kederin kulak kanatan sessizliğine... Sorular cevapsız kalıyor? 'İyileşecek mi doktor?' dediğimde yanıt alamıyorum. Bu sessizlik içimde, vaveylalara dönüşüyor..."

"Kokunu özledim baba! Sesini özledim! Daha küçüğüm babam, sesini gün geçtikçe çok zor anımsamak canımı yakıyor. Gel tekrar fısılda kulaklarıma o güven veren sözlerini, unutmasın bu beyin bir daha o güzel sesini." Olduğum yerde dikleştim. Toprağı avuçlarımın arasına doldurdum ve avucumu her saniye daha da çok sıkmaya başladım.

"Daha çok küçüğüm babam, belki de bu yüzdendir yaptığım hatalarım..." dedim ve eğilip öptüm, gözyaşlarımın kirlettiği o temiz toprağı...

Kabullenmek çok zor geliyordu. Yıllarca yanınızda olan bir bedenin toprağın altına katılması, dibinizde olmasına rağmen dokunamamak ve üstünün toprakla çerçevelenmiş olması...

"Affet beni babam. Söz veriyorum, senin ve senin olan kadın için ayakta dik bir şekilde duracağım. Güçsüzlüğümün, umutlarımı yok etmesine izin vermeyeceğim. Seni çok seviyorum, babam."

Bölüm nasıldı canlarım?

Yeni bölümde görüşmek üzere.✋

💞Hepinizi çok seviyorum.💞

Sema ÇİÇEK.

Continue Reading

You'll Also Like

180K 7.9K 37
-"Bizden olur mu dersin?" -"Çoktan olmadı mı zaten sevgilim?"
14.2K 1.1K 27
"Ben bu hayatı istemedim.." "Üzgünüm malysh, seni ben yanımda istedim.." "Sen katilsin.." "Bir tek senin olmayacağım.." "Senden nefret ediyorum!" "Se...
1.2M 54.8K 51
Bebeği lösemi olan Arslan ile kardeşinin beyninde tümör olan Ayşegül, çaresizlik dolu bir dönemde kaderin ağlarını örmesiyle karşılaşır. Onların çare...
3.8M 201K 97
Fırat bencildi, İsyan Çiçeği asiydi, lakin kaderleri bir yazılmıştı. İkisi birbirine aitti, ayrılık ölüm getiriyordu...