one million bullets || myg.

By alluretodarkness

399K 24.4K 18K

Önce sadece tek gecelik bir ilişkiydi, Daha sonra suç ortağı oldular, Birbirleri için kendilerini bir milyon... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
26
27
28
29
30 | FİNAL
♡ Yeni fic & Daesang ♡
♡|yeni hikaye| devil in him (taekook)

25

8.7K 664 375
By alluretodarkness


1 ay sonra


 Plajda Hana ile otururken etrafta koşuşturup son bir kez daha denize girmek için annesinden izin almaya çalışan çocukları izliyordum. Tek dertleri denize girmek olunca imreniyordum tabii. Gülümsedim.

 Bazen çocuk olmak daha kolay geliyordu. Ne kadar birine muhtaç olsalar da onlar için her şey normal gelebiliyordu. Alışma duyguları çok iyiydi. 

 Hana omzumu dürtüp kapağını açtığı birayı bana uzattı. Havanın yavaş yavaş kararmasını fırsat bilerek böylesine güzel bir akşamı tatlı tatlı esen plajda geçirmeye karar vermiştik. Zaten uzun zamandır görüşmüyorduk, daha doğrusu kimseyle görüşmüyordum.


 "Ne zaman aramıza döneceksin?" dedi Hana birasından bir yudum çektikten sonra. "Min Yoongi bitkisel hayata geçmiş gibi, geçen gün kendim gördüm. Çocuklar da evden çıkmadığını, çıktığı zaman da geri dönmediğini söylüyor. Neden evlenme teklifine tek kelime cevap vermeden ortadan kayboldun ki?!"

 İç çektim ve başımı Hana'nın omzuna yasladım. 

 "Son bir aydır yeni bir hayata başlamayı düşünüyordum." dedim kıyıya vuran dalgaları inceleyerek. Onlar da benim gibi dengesiz görünüyordu bu gece.

 "Bir iş bile buldum, biliyor musun? Artık kimseden çalıp çırpmama gerek yok. İstemiyorum da zaten." dedim başımı aniden omzundan kaldırıp biramdan ard arda yudumlar çekerken. Sonra boş elimin tersiyle ağzımı sildim. "Baksana, yoksa başım boktan kurtulmuyor."


 Hana iç çekti. "Demek Min Yoongi hakkında konuşmayı reddediyorsun. Peki, öyle olsun. Ama şu zilli gözlerinde gördüğüm tek bir şey varsa, o da şu anda ona koşup sonsuza kadar bırakmama isteğin."

 Kaşlarımı çatıp gözlerinin içine baktım. "Beni nasıl bu kadar iyi tanıyor olabilirsin?" dedim gözlerimi kısarak. Güldü. Sırtını kumlara yaslayarak gökyüzüne bakmaya başladı.

  "Yıllar önce ben de bir defa aşık olmuştum, sadece bir defa. İster inan ister inanma. Şu an sen nasıl bağlanmaktan korkuyorsan ben de o zaman öyle korkup kaçmıştım. Daha sonra geri döndüğümde çok geçti ama... Sen öyle olma diye uğraşıyorum, salak." 

 Şaşkın şaşkın suratına baktım. "Öldü mü yoksa?" dedim nefesimi tutarak, düşünmeden. Yoongi'nin başına bir şey gelmesi düşüncesi bile ödümü koparıyordu. Gözlerini devirdi.

 "Hayır, zilli. Başka bir kadınla evlendi, bir de kızı var."

 Başımı salladım ve boş boş kumlara baktım. Sonra tekrar yüzüne döndüm.

 "Neden bana hep zilli diye sesleniyorsun? İsmim yok diye mi?"

 Hana bir anda donup kalmıştı. Ciddi olduğumu sandığı için yüzünün bembeyaz kesildiğini gördüm. Eli ayağına dolandı ve hızla yattığı yerden doğruldu.

 "Ya! Ne alakası var, seni lanet zilli! Eğer bir zilli olmasan seni zilli diye çağırmam!"

 Güldüm. Kollarımı ona dolayıp başımı omzuna koyduğumda o da beni sımsıkı sardı.

 "Hala kendime ne diyeceğimi bilemiyorum, Hana." dedim sessizce. "Bulunduktan sonra bırakıldığım yetimhaneye gittiğimde hiçbir kayıt bulamadım. Sadece bulunan çocuk olarak geçiyordum, kimse zahmet edip bir isim koymamış bile."

 Hana hıçkırdı. Şaşırmıştım. "Ya! Neden böyle konuşuyorsun?! Senin bir ismin var zaten. Yoo Rae'sin sen. Hiç olmadığın kadar hem de! Ne var sana ait değilse? Artık senin. Bunun hakkında düşünmeyi bırak. Yoo Rae ismini ait olduğu yerde taşıman gerek, Yoo Rae kim biliyor musun? Canını hiç düşünmeden tehlikenin ortasına fırlatabilen, erkeklerin korkulu rüyası bir zilli. Dünyada görülmüş en güçlü kadınlardan biri. Daha ne olsun? Süklüm püklüm biri olmasına izin verme bu kadının. Yoo Rae'sin sen!"

 Gözyaşlarım akmaya başlarken aksine yüksek sesle kıkırdadım ve Hana'yı daha sıkı sardım. Daha ne kadar öyle kaldık bilmiyordum ama cep telefonumun çalması bütün ambiyansı bozmuştu. Hana küfrederek geri çekildi. 

 "En yakın arkadaşımla sahilde romantik bir şekilde sarılamıyorum bile!"

 Güldüm ve telefonun ekranında yazan isme iç çektim. Jungkook arıyordu.

 "Alo?" 

"Ya, noona! Sen bu herifi ne hale getirdin böyle?! Gerçekten çıldırmak üzereyiz, lütfen artık geri gel!"

 Bana arsızca bağıran Jungkook'a şaşırarak telefonun ekranına tip tip baktım.

 "Sen bana mı bağırıyorsun, velet?!" dedim sahte bir öfkeyle. O durumu toparlamak için saçmalarken gülümsedim.

 "O iyi mi?" dedim sessizce. Jungkook'un sesi de sakinleşmişti. 

 "İyi olamıyor, noona." dedi fısıldayarak. "İyiymiş gibi de davranamıyor. Sadece... Şu an kendi gibi değil. Görebiliyoruz. Tamam, ona geri dönme. Ama sadece gel ve şu haline bir bak, yalvarırım sana!"

 Derin bir nefes aldım. "İkimizi de daha fazla üzmekten başka bir şey yapmış olmayacağım, Jungkook."

 İtiraz eder gibi sesini yükseltti. "Bunu kesinlikle görmen gerekiyor. Hyu-.. Hyung ne yapıyorsun?! Yok artık! Her neyse, kapatmam gerek acilen, lütfen gel, noona!"

 Yüzüme kapanan telefona saf saf baktım. Son anda gelen sesin Yoongi'nin sesi olduğuna emindim ama daha önce duymadığım bir tondaydı. Beni soru dolu bakışlarıyla izleyen Hana'ya baktım ve kumlarda ayağa kalkarak üzerimi silkeledim.

 "Gitmem gerekiyor." dedim ne dediğimi bilemeden telefonumu ve çantamı alıp. Hana güldü.

 "Artık git ve üzerine atla şu çocuğun, bir aydır çekmediği kalmadı." dedi keyifle birasının son kısmını yudumlarken. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 "Doğru şeyi yapıyorsun, Yoo Rae. Korkmana gerek yok. Seni asla yalnız bırakmaz o herif." dedi son olarak ve iç çekti. "Hepimize benden Min Yoongi kılıklı bir bey o zaman! Tercihen daha yapılı olsun, Taehyung tipli, Hoseok da az değil hani. Aman her neyse!" Yeni birasını açıp gökyüzüne şerefe dercesine kaldırdı.

 Kumlardan dolayı zar zor koşarken tek düşündüğüm bir ay önce onu nasıl bırakıp gidebildiğimdi. 

 Boşlukta gibi olduğumu hatırlıyordum, o anlar çok silikti bende. Ne zaman hastane odasından çıkıp koşarak bir taksi çevirdim; eve gidip eşyalarımı kaptığım gibi hiç bilmediğim yerlere gittim bilmiyordum. Tek bir anın içgüdüsüyle yapmıştım her şeyi. Yalnız kalma korkusu. Çok saçma gelebilirdi ama eğer mutluluğu kabul edersem, onunla birlikte mutsuzluğu da kabul ediyormuşum gibi geliyordu. Yani Yoongi'ye evet dersem aynı zamanda her an beni bırakacakmış gibi hissedeceğime emindim. Her zamanki karamsarlığım yine başıma iş açmakla kalmayıp sevdiğim adamı da üzmeme sebep olmuştu. 


 Her şeyin başlangıcı olan evin karşısında durduğumda adımlarım geriye sayarken kalbim dört nala gitmek istiyordu. Nefeslerimin hızlandığını hissettim. Bir ay kaçtıktan sonra onu görmeye hazır mıydım? Yoksa o hazır değil miydi? Benden nefret etme ihtimali kaçtı? 

 Bütün soru işaretlerini kafamdan attım ve derin bir nefes aldım. Hana'nın dediği gibi bu ismi kullanacaksam, Yoo Rae'ysem, hakkını vermem gerekiyordu.

 Adımlarımı hızlandırdım ve kapıya yaklaşıp tokmağı yavaşça çevirdim. Evdeyken asla kilitlemezlerdi. Hırsız özgüveni olsa gerekti.

 Kapının açılma sesiyle kendimi sıktım, bir ayağımı içeri atıp gövdemi de içeri girmeye ikna edince resmen evin içindeydim. Oturma odası boştu ama yerlerdeki yastıklar ve yiyecek parçaları az önce olanların ufak tefek habercisi gibiydi. Televizyonda açık duran çizgi film kanalı ve sehpadaki erimiş dondurma da içimi sızlatmıştı. Bunlar benim sevdiğim şeylerdi. Beni hatırlatan şeyler olsa gerekti. Bir korkak gibi bu adamdan kaçtığıma hala inanamıyordum.

 Yukarıdan gelen seslerle mutfağa yönelmekten vazgeçip merdivenleri çıktım. 

 Duvarda parçalanan bir şeyin sesini duyunca aralık kapıya yöneldim. Yüreğim ağzımdaydı çünkü burası Yoongi'nin odasıydı. 

 Oda tam bir kaosu tanımlayıcı tabloydu. Her yere fırlatılmış eşyalar, yataktan sökülüp bir kenara resmen yırtılarak bırakılmış çarşaf ve yastık.. Kapının önünden görünen manzara buyken içeri girme isteğim pek yoktu ama odanın bir kenarında oluşan hareketlilik biraz daha eğilmeme sebep oldu.

 Jungkook çaresizce Yoongi'yi durdurmaya çalışırken, Yoongi etrafta eşya kalmayana kadar her şeyi fırlattı ve nihayetinde bir anda dizlerinin üstüne çöktü.

 "Ben sadece onu istiyorum!" dedi dolanan diliyle. Sarhoş muydu? Onu ilk defa sarhoş görüyordum. Bir keresinde alkole inanılmaz dayanıklı olduğundan bahsetmişti. Hatta sarhoş olduğum gece de her şeyi hatırlamasının nedeni buydu. Sarhoş olamıyordu. O zaman bu hali neydi?

 Boğazından yükselen hırçın hırlamayla sırtını duvara doğru sertçe yasladı ve kollarını yüzüne siper ederek ağlamaya başladı.

 Bu kadarı karışık kalbim için çok fazlaydı. Daha fazla duramadım ve hızlı adımlarla Jungkook'un yanından geçip kayarcasına dizlerimin üzerine çöktüm. Ağlaması, hıçkırıkları kalbimi eritiyordu resmen.

 Kollarını yüzünden çektim ve uzamış, dağınık saçlarına bakmayı es geçerek ıslak yanaklarına uzandım. Beni gördüğü andaki şaşkınlığı tarif edebilmem mümkün değildi. Gözlerindeki inanamamazlık titrememe neden olmuştu. Sanki karlı bir günde muhtaç olduğum o sıcacık paltoydu o. En soğuk gecenin içindeki ay ışığı gibiydi. Gözleri dolu dolu olduğu için yansıyan ışık bile içimi ısıtıyordu. 

 "Gitmemeliydim." dedim tepkisini beklerken.

 Parmaklarını çeneme uzattığında hala gerçek olduğuma emin olmak ister gibiydi. Dokunuşunu çenemin altına kaydırdı ve gözlerime aralık dudaklarının keyfini sürdürerek baktı. Bu dudakların görünüşünü bile özlemiştim. Bir aydır görmediğim yüzü nefesimi kesiyordu. Sanki öncesinde çok kiloluymuş gibi biraz daha kilo vermişti, yüzünden belliydi. 

 Yine de güçlü parmaklarından hiçbir şey kaybetmemişti.

 Bir anlık duraksamasından sonra hızlıca çenemden tutup kendisine çekti ve sanki muhtaç olduğu nefesiymişim gibi tutkuyla öpmeye başladı. 

 Dudaklarına karşılık verdiğimi fark edince kollarıyla bedenimi sardı. Çöktüğümüz yerde tek vücut olmuştuk resmen. Jungkook'un odada olduğu gerçeğinin farkındaydım ama kendimi durduramıyordum. Şu an bu adama ihtiyacım vardı, içimdeki tuhaf his hayatımın geri kalan kısmında da olacağını söylüyordu gerçi. 

 Parmaklarımı ensesinde birleştirerek tek elimle saçlarını okşadım. O boyanmaktan yıpranmış saçların bile kalmamı sağlaması gerekirken nasıl kaçabilmiştim? 

 Ben parmaklarımı saçlarından geçirip dudaklarına daha sert karşılık verirken boğazından tırmanan inlemeyle nefes alma ihtiyacı hissettim ve dudaklarımızı ayırıp nefeslerimiz karışırken derin derin soluklar aldım. Gözlerim kapalıydı, sadece santimetre farkıyla önümde duran dudakların arasından yüzüme çarpan nefesini hissediyordum.

 "Yemin ederim ki bir daha gidersen çıldıracağım." dedi sessizce. Gözlerimi araladım ve hüzünlü gözlerine baktım. Konuşması daha düzgündü, içkinin etkisini çabuk atlatıyordu. Dengesiz bir şey yapacak gibi de durmuyordu.

Sözümde duramamaktan her zaman korkmuştum ama bu sefer boş bir söz vermediğimi de biliyordum.

 "Bir daha gitmeyeceğim." dedim dudağımı ısırarak. "Gidemem."

 Tek bir kelime etmeden yüzünü göğsüme dayadı ve kollarıyla belimi sımsıkı sardı. 

Başımı Jungkook'a bakmak için çevirecekken boğuk sesi beni durdurdu.

 "Evlen benimle."

 Şaşkın şaşkın saçlarına baktım. "Ne?! Hala benimle evlenmek mi istiyorsun?"

 Başını kaldırdı ve bana anlaşılmaz bir ifadeyle baktı. 

 "Lanet olsun, Yoo Rae! Sadece... Evlen benimle tamam mı?! Seni deli gibi kendime istediğimi göremiyor musun? Sadece beni gör istiyorum, sürekli deliye dönüyorum. Beni çıldırtıyorsun. Aşk buysa, lanet olsun ki sana aşığım, hem de köpek gibi!"

 Ne yapacağımı bilemeden yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Az önce uzun zamandır korktuğum sözcüklerden ikisini söylemişti ve hala başıma bir felaket gelmemişti. Böyle hissetmem tuhaftı. 

 Sözleri zaten erimiş hale olan kalbimin buharlaşmasına neden oluyordu artık.

 Bakışlarıma kaşlarını çattı. "Romantik bir evlilik teklifi hazırlamam gerekiyordu değil mi? Tamam! Ona da varım! Ağzın açık kalacak, görürsün."

 Bu haline gülmemek elde değildi. Kıkırdadım ve kollarımı boynuna doladım.

 "Hayır, seni mankafa. Evlilik teklifin yeterince kalbimi tekletti zaten. Seninle evleneceğim."

 

 Bakışlarındaki hırs şaşkınlığa dönüşürken dudakları aralandı. 

 Bu dünya harikası herif beni evlenmeye ikna etmeye çalışırken nasıl hayır diyebilirdim? Daha şimdiden ondan sıkılmayacağımı biliyordum bile.

 "Tek bir şartım var." dedim ciddileşerek.

 Tedirgin olmuştu ama başını salladı. "Her şeye sıfırdan başlayacağız; yeni bir iş, yeni bir ev, yeni bir hayat. Başımızın boka batmadığı bir hayat. Artık normal insanlar gibi olmak istiyorum."

 Dudakları kıvrıldı. 

 Tam dudaklarımı o kıvrımlara bastıracakken odanın diğer kısmından gelen tezahüratla ikimiz de oraya döndük. Jungkook bir elindeki elmayı ısırırken bir yandan da telefonunun kamerasını bize doğrultmuş tezahürat yapıyordu. Bakışlarımızı görünce sırıttı.

 "Sen ne yaptığını sanıyorsun velet? Çık dışarı." dedi Yoongi başını yana eğerek. Jungkook omuz silkti.

"Böylesine bir anı kaçırırsam kamera kayıtlarındaki şaheserinizin duygusal bir yanı kalmaz ki." dedi şeytani bir şekilde gülümseyerek. Gözlerim yuvalarından çıkarcasına büyüdüğünde uzanıp köşeye fırlatılmış yastığı aldım ve odadan kaçmak için harekete geçen Jungkook'a tüm gücümle fırlattım. 

 Yoongi de oturduğu yerden doğrulmuş bağırarak Jungkook'un peşine takılmıştı bile.

 "Şerefsiz herif! Nasıl izlersin?! Seni çükünden tavanda sallandıracağım ki herkese ibret olsun!" Sesi merdivenden inerken uzaklaşıyordu. Bir an olduğum yerde durdum ve gülümsedim.

 Ev gibi hissetmek böyle bir şeydi.

 Gerçekten pişman olmayacağımı hissediyordum. Uzun zamandır aradığım bir şeyi bulmuşum gibi.



***

Helö madırfakırs :')

Uzun zaman sonra gerçekten özlemle bölüm yazdığımı hissettim. Yani bu demek oluyor ki son demlerimizi yaşıyoruz...

Ne zaman final yaparım bilmiyorum, şu an aklımda kesin bir final yok açıkçası. Ama bu zamana kadar bile beni hiç yalnız bırakmayanlara o kadar minnettarım ki ne diyeceğimi bilemiyorum. Cidden çok duygulanıyorum şöyle şeylerde, çocuğumu bırakıyormuşum gibi :')

 Canınızı sıkmayın, iyi olun. Çünkü her şeyin en iyisini hak ediyorsunuz. 

xo

Continue Reading

You'll Also Like

160K 10.2K 35
Eğlenceli bir Park Jimin Kakaotalk serisidir.
163K 13.4K 26
"Neden sadece akşamları karşıma çıkıyorsun?" 'Neden sadece, bana sarılmıyorsun?' ¤ "Bana aşık olamazsın!" 'Artık çok...