İTAATKAR #Wattys2018

By Gizem-k

465K 17.9K 2K

Dominant köle ilişkisi ASLA yoktur. Kitap isminden öyle anlaşılabilir. Hepimizin içinde birer şeytan uyukluyo... More

NOT
{1}~İTAATKÂR *düzenlendi
{2}~İTAATKÂR~2 *düzenlendi
{3}~YENİ *düzenlendi.
{4}~SIR*düzenlendi.
{5}~TANIK *düzenlendi.
{6}~GÖREV *düzenlendi
{7}~ACI *düzenlendi
{8}~ACI~2 *düzenlendi.
{9}~CEZA
{10}~İSTENMEYEN
{11}~GERÇEKLER
{12}~GERÇEKLER~2
{13}~KURBAN
{14}~MEDUSA
{15}~DÖNÜŞ
{16}~ACINILAN
{17}~ÖLÜM YARIŞI
{18}~ÖLÜM YARIŞI~2
{19}~ZEMHERİR
{20}~ZEMHERİR~2
{21}~EKSİK
{22}~EKSİK~2
{23}~GÜZEL
{24}~KAPAN
{25}~KAPAN~2
{26}~BAŞROL
{27}~ZAYIF
{28}~PİYON
{29}~SOĞUK DUYGULAR
{31}~GEÇMİŞ
{32}~KÖTÜ
kapak
{33}~TUTKU
DUYURU
{34}~KAÇIRILMA
{35}~VAVEYLA
{36}~SIRLAR
{37}~MİLAT
{38}~TANRININ TUZAĞI
{39}~İSYAN VE DUA
DUYURU 2
{40}~KIRIK RUHLAR
{41}~KAN REVAN
{42}~YÜREK YARASI
{43}~SÖKÜK RUHLAR
🍃GİZEM KARACA🍃
{44}~GÜNAHIN KOKUSU
{45}~KOR VUSLAT
{46}~KEHRİBAR
{47}~SİYAH GÜL
{48}~LÂFÜGÜZAF
49. bölümden alıntı.
{49}~YEİS
{50}~VEYL
{51}~ÖLÜLER
Ciddi bir duyuru:
Kitabı Neden Silmek İstiyorum?
Toplaşalım mı bir şeyler anlatacağım?
{52}~YARALI DİZLER

{30}~VASAT

6.1K 237 0
By Gizem-k

Bölüm ithafı: yavuz-

Bölüm şarkıları:
Simge sağın -yankı
Buray- kimsenin suçu yok.
Pera-Ne ala

Kendi başıma, isteklerim
doğrultusunda adımlar atmak istiyordum. Ama yaşamımda ki kısır döngü hep bir şekilde olumlu seçeneklerin üzerini kapatıyor ve bazı şeylere de engel oluyordu. Ne zaman ileriye doğru bir adım atsam sanki ayağımın altında mayın varmışcasına çekmek zorunda kalıyordum. Böyle bir yaşam istemiyordum. İleriye adımladığım zaman bacaklarım bana ihanet etmemeliydi.

Huzursuzlukla gözlerimi araladım, yine uyuyamamıştım. Gözlerimi kapatıyordum ama bütün gece beynim uykuya dalmaksızın anılarımı göz önüne yansıtıyordu. Uyumak istiyordum. Düşüncelerimden kaçabildiğim tek yer uyku alemiyken, bu seçenek elimden alınmamalıydı.

Hava daha karanlıktı. Kuruyan boğazımı ıslatmak adına su bardağına uzandım. Ay ışığı odayı aydınlatırken bardağın orada olmadığını görüşüm açıldıktan sonra görmüştüm.

Yataktan kalkarken bir yandan da alnımdaki ter damlalarından kurtuldum elimin tersiyle.

Üzerimi değiştirmeden önce odadan çıkıp aşağıya indim. Mutfakta kendime su doldurup içtikten sonra dış kapıyı açarak etrafa göz attım dikkatlice.

Korumalar pür dikkat seslere odaklanmış olmalıydılar ki ayak seslerimi duyunca bir kaç silahlı el bana döndü. Gülerek ellerimi havaya kaldırdım.

"Siz miydiniz efendim?"

"Evet. Sakin olun lütfen." dedim koruma silahını arkasına götürüp takınca ellerimi indirerek.
"Erik'in arabası nerede?"

"Garajda, diğer arabaların yanında."

"Bagajında eşyalarım kaldı onları almam lazım." dedim gözlerim garaja takılırken. Koruma kafasını sallamış ve garaja doğru ilerlemişti. Ben de onu takip ettim. Garajın önüne ulaştığımızda duvarda duran tuşlara dokunup şifreyi girdi. Kapak yukarı doğru kaydığında içeriye girerek arabalara göz attım. Kocaman bir garajdı. Sekiz birbirinden farklı arabası vardı burada.

Erik'in bu gün kullandığı arabasının arkasında durup korumaya işaret ettiğimde, duvarda ki küçük cam dolaptan bir araba anahtarı alıp tuşlayarak arabanın bagajını açtı.

Poşetlerimi teker teker alıp yere bıraktığımda merakla Erik'in bagajda kalan eşyalarına baktım. Bunların arasında siyah bir çanta ve bir dosya dikkatimi çekti.

Dosyanın kapağını aralayarak kağıtlara baktım. Anlamadığım tarih ve adreslerle doluydu. Geri yerine bırakarak çantaya uzandım. Kilitli olduğunu farkedince yerine geri bırakarak bagajı kapatıp eşyalarımı aldım.

Koruma elimde ki paketleri almış ve garajı kapattıktan sonra eve kadar bana eşlik etmişti. Kapının önüne gelince eşyalarımı bana geri vererek yerine geçmişti.

Elimde ki poşetlerle sessizce içeri geçerek karanlıkta ilerlemeye devam ettim. Merdivenlerden çıkarak koridoru arşınlayıp kaldığım odaya girince elimdekileri yere bırakarak odanın ışığını yaktım.

Saat sabahın dördünü gösteriyordu.

Paketten kendime iş için gerekli olan kırmızı kalem etek ve beyaz saten gömleği çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Odadan çıkıp banyoya girerek uzunca bir duş aldım uykumun açılması için.

Üzerimde havlularla banyodan çıkıp odaya geçecekken Erik'in sesini duymamla kapısının önünde duraksadım.

Odasının ışığı da yanmıyordu. Bu durumda ya kendisiyle ya da başka birisiyle görüşüyor demekti.
Sabahın bu saatinde. Merakıma yenik düşüp dinlemeye çalışsamda bir süre sonra vazgeçtim.

Odama geçip hazırlanırken saat neredeyse altıya geliyordu. Sonunda saçımı dalgalandırıp bıraktığımda çantamı alarak aşağıya indim. Vestiyere bırakıp mutfağa geçtiğimde çalışanlar uyanmışlar ve yemek yapma hazırlığına başlamışlardı.

"Bayan Rose, neden uyandınız? Bir isteğiniz mi var efendim?"

Karışıklık içinde Lara beni farketmiş ve bir sandalye çekerek oturmamı sağlamıştı. Diğer üç kişi başıyla selam vermiş ve işlerine odaklanmışlardı.

Omuz silkerek dediklerine bir cevap vermedim. "Tadı güzel bir çayınız var mı acaba?" Gözlerim Lara'nınkilerden ayrılmış ve tezgaha odaklanmıştı. "Ya da varsa başka bir şeyler de deneyebilirim. Hiç farketmez?"

"Aslında," diye söze girişti yanımdan ayrılırken. "Size tavsiye edebileceğim çok güzel bir şey var." Dolaptan beyaz bir kupa çıkarırken çekmeceden de siyah bir kavanoz çıkarmıştı.

"Neymiş o?" diye sordum kaşlarım yukarı kalkarken. Kavanozun içindeki şeyden iki kaşık alıp kupaya koydu ve sıcak suyu da kupaya boşalttı.

"Kuşburnu çayı." dedi gülümseyerek. Kaşıkla iyice karıştırmış ve dumanı tüten çayı önüme bırakmıştı. "Bir zamanlar evde bundan başka çay içilmezdi ama daha sonra olanlar yüzünden bütün kuşburnu tozlarını atmak zorunda kaldık. Bunu da unutmuşuz galiba." dedi omuz silkerken.

Konuşurken yüzündeki gülümseme gitmiş ve yerini garip bir ifade almıştı. Yeniden gülümsemeye çalışarak devam etti.

"Ama içince seveceğinize yemin edebilirim. Tadı çok güzeldir."

"Biliyorum." dedim kafamı sallayarak. "Küçükken çok içerdim bundan."

Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdiğimde neredeyse ağlayacak gibiydim. Zorla içirirlerdi diyememiştim. Gözlerim çaya odaklandığında Lara beni bırakmış ve işine dönmüştü.

Çayın dumanını üfleyerek bir yudum aldım. Sıcak sıvı önce ağzımı, daha sonra da geçtiği yerleri yakarak mideme ulaşmıştı. Yüzümü ekşitmemeye çalışarak içmeye devam ettim.

Aslında tadı normaldi. Ama ben bu çayı sevmezdim. Sevmediğim halde içirirlerdi bunu bana.

Ben yetimhanedeyken kaçtığımda, kavga ettiğimde, küfrettiğimde ya da herhangi bir şey yapıp ceza aldığımda Yaşlı budala Bayan Sonya önce beni döver, sonra da nefret ettiğimi bildiği halde bana kuşburnu çayı içirtirdi.

Neredeyse hergün bu çayı içtiğim için tadına alışmış olsamda bu, bu içeceği seveceğim anlamına gelmiyordu. Sevilmeyen şeyler de bağımlılık yapardı aslında. Alışırdı bir süre sonra insan.

'Hani içmekten nefret ettiğin bir içecek vardı, sana zorla içirirlerdi. İşte bazı şeylere sevmesen de alışmak zorunda kalırsın. Sevmesen de bağımlılık yapar sende. Büyüdüğünde o çayı hayatından çıkardığında, yeniden tanışacak ve tadına bakacaksın. Alışılmışlık aklına gelecek o anda. Ve sende bunu tekrar yaşayacaksın.

Geçmişin, tekrar karşına gelecek. Kaçamayacaksın.'

Stefan öyle söylemişti. Geleceğimi nasıl bu kadar iyi tahmin ettiğini sormak isterdim ama bu şuanda yapabileceğim anlamına gelmiyordu.
Stefan ölmüştü. Onu öldürmüştüm.

Ve hayır. Böyle bir şey olmayacaktı. Geçmişimin tekrar karşıma çıkmasına izin vermeyecektim. Geçmişim asla karşıma çıkamayacak ve bir daha hayatımı mahvedemeyecekti.

Bu çayı da bir istisna olarak kabul ediyordum.

Boşalan kupayı masaya bırakarak mutfaktan çıktım. Erik de merdivenlerden inmiş ve vestiyerden ceketini alarak giymişti.
Bende ayakkabılarımı giyip çantamı alarak koltuğa oturdum. O masaya oturmuş ve kahvaltısına başlamıştı.

"Sen neden yemiyorsun?" diye sordu göz ucuyla bana bakarak. Ona baktığımda göz altlarının çökmüş olduğunu farkettim. Dünki krizin sonuçlarıydı sanırım.

"Ben erken kalkıp kahvaltımı yaptım." dedim yalan söyleyerek. Sesimin sert çıkmasını önemsememiştim. Omzumu silkip koltuğa yaslandım.

"Bugün işlerim var. Korumalarında başka bir işi. Taksiyle gitmek zorundasın."

"Neden, o kadar da araban var, götürsen ölür müsün sanki? Kurtların mı dökülür?"

"Bak Rose." dedi elindeki çatalı yavaşca masaya bırakıp benimkine oranla sesini sakin tutarak. "Bu asabiyetini sabahın köründe uyanmış olmana bağlıyorum. Dışarda bir koruma görebiliyor musun?"

Elini uzatıp pencereyi işaret etmişti. Yine de ona bakmayı sürdürdüm. O ise konuşmasına devam etti. Sözleri sakin ama ağırdı.

"Bir de yüzüme bak Rose. Uykusuzum. Bir kriz atlattım ve bütün gece uyumayıp işlerimle ilgilendim. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Ne benim ne de korumalarımın sana ayıracak vakti yok."

Çatalını salama batırmış, ağzına götürmüştü ve bunu yaparken gözlerime bakmaktan vazgeçmemişti.

"O yüzden bayan, bu gün kendi başınızın çaresine bakmalı ve işlerinize odaklanmalısınız. Çünkü önümüzde kısa bir yol var. Köşeyi dönmek yerine uçurumdan düşmeyi istemeyiz değil mi?"

Dudaklarımı dişleyip oturduğum yerden kalkarak kapıya attım kendimi. Bir taksi çağırıp ayakta dikilirken sinirden dudaklarımı dişleyerek beklemiştim. Yarım saat sürmüştü.

Taksi geldiğinde hemen binip adresi verdim şöföre. Neden Erik'ten medet umup beklediysem sanki. Önceden düşünüp taksiyi çağırmalıydım.

Öte yandan da Erik haklıydı. Bir işi vardı belli. Dediği gibi göz altları çökmüştü ve etrafta bir koruma bile yoktu.

Şirkete gelmeden önce rujumu düzeltip kendimi motive ettim. Asık bir surat ifadesiyle insanların dikkatini üzerime çekmek istemezdim.

Taksi durunca ücreti ödeyerek arabadan indim. Yol uzundu ve iyi de bir para ödemiştim. Hergün taksiyle gelip gideceksem cüzdanımda fazlasıyla para bulundurmalıydım herhalde.

Belki de bir araba alabilirdim. Ya da Erik bana acırdı ve arabalarından birini kullanmam için verirdi.

Bu konuyu ona açacaktım.

Binanın yüksekliği gözümü alsa da buna bir şey diyemezdim. Gerçekten dışı da içi kadar güzeldi. Şirkete girerek asansöre girip dördüncü katı tuşladım.

İndiğimde odama geçerek koltuğuma kuruldum. Önümde ki bilgisayarı açıp dosyalarıda gözden geçirerek bir saatimi öylece harcamıştım.

Dosyanın kapağını kapatarak masaya koydum ve hemen ardından masada ki şirket telefonunu alarak bir kaç tuşa bastım. Karşılığında tepkim kaşlarımı çatıp telefona bakmak olmuştu.

Uğraşmaktan vaz geçip telefonu da yerine koyduğumda başımı kaldırarak cam duvara baktım. Hissetmiş gibiydim sanki. Birkaç kişi gözlerini dikmiş bana bakıyordu.

Odaya girince beyaz stor perdeyi kapatmayı umutmuş olmalıydım. Gözler üzerimdeyken çalışamazdım ki.

Yerimden kalkıp ofisin kapısını açtım ve bana bakan çalışanlara kaşlarımı kaldırıp baktım. Elim hala kapı kulpundayken gözlerimi üzerlerinde gezdirmiştim.

Farkettiğim kişiyle gözlerimiz kesişmiş ve onun dudaklarını bir gülümseme almıştı.

Tom boğazını temizleyip yanıma gelme zahmetinde bulunarak bana göz kırptı. Bunu kimse görmemişti.

"Merhaba." dedi önünü ilikleyip hafifçe kafasını eğerken. "Ben Tom." Gülümsedi. "Buralarda bir afrodit görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki."

Tavrı karşısında yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Ama onun benimle birlikte çalışan bir ajan olduğunu ve numara yaptığını bilmeseydim belki diğerleri gibi kahkaha atabilirdim.

"Teşekkür ederim Tom." dedim gülümsememi korumaya çalışarak. "Ben de Rose. Acaba burada ne yaptığınızı sorabilir miyim?"

Gözlerim arkada, geniş ofis bölümünde ayakta duran bir kaç kişiye takılmıştı. Onlar da başlarını eğerek selam verdiler benim gibi. Ama içlerinden birisi yanıma gelip kendisini tanıtmıştı.

Çok güzel, belki de benden yaşça daha büyük bir kızdı. Güzelliği karşısında bir şey diyemedim.

"Merhaba Rose, ben Alisya. Tanıştığıma memnun oldum." dedi gülümseyip elini uzatırken. "Tom'un dediği kadar da güzelsin yani."

"Teşekkür ederim. Asıl sen daha güzelsin." dedim uzattığı elini tutup sıkarak. Önce gülümsemesi büyümüş ve yanakları kızarmıştı. Utanarak kafasını eğip yüzünü sakladı.

Gülümseyip elimi çektim. "Son iki ayın yazılım geçmişini gösteren dosyaları bulamadım." dedim gülümsemeye devam ederken. Elimde arkamı işaret ettim. "Ayrıca telefon da bozuk. Kimseye ulaşamadım."

"O belgeler bende. Odama kadar eşlik ederseniz size bir kahve söyleyebilirim." dedi Tom gülümsemeye devam ederken. Ne kadar rica eder gibi görünse de bakışları benimle odama gel der cinstendi.

"Alisya birilerine haber ver de şu telefon işini halletsinler." dedi kıza bakmadan. Alisya aramızdan uzaklaşırken kafamı sallayıp önden giden Tom'u takip ettim.

Benim aksime onun odasının bütün storları kapalı ve siyahtı. Bana bir kahve söyleyip karşıma oturduğunda masanın üzerindeki dosyayı alıp bana uzattı.

"Tekrar üzerinden geçelim mi?" diye sordu ben ilk sayfayı açtığımda. Kafamı sallayarak onu onayladım.

"Joshep Morgan şirkete sadece salı çarşamba ve cuma günleri uğrar. Bu gün burada. Unutmadın değil mi hedefte o var?"

Kafamı salladım dudağımı dişleyerek. İlk sayfada abimin bir fotoğrafı vardı. Günlerdir buna bakıyordum zaten. Bütün yüz hatlarını ezberlemiştim.

"Unutmadım."

"Pekala. Şimdilik bir ilişkisi olmadığını biliyoruz. Erik'e söylemedim ama onu cazibenle etkileyebilirsin."

Dedikleriyle ağzım açık kalmış ve bakışlarım bir suçlu aramak istercesine ona tutunmuştu.

"Hayır." dedim sesimi bulduğumda. Elimdeki dosyayı masaya geri koyarak oturduğum deri koltukta geriye doğru kaydım. "Böyle bir şey yapmayacağım. Yakınlık istemiyorum."

"Başka türlü sana nasıl güvenmesini istiyorsun. Yakınlaşmazsan, o sözünü ettiğimiz güveni nasıl sağlayacaksın. Off çok vasatsın güzelim be."

Yüzüm ağlayacakmış gibi bir ifadeye büründüğünde o da geriye doğru yaslanarak tekrar ofladı.

"Biliyorum Erik'e ihanet etmek istemiyorsun ama bunu yapmak zorundayız Rose, başka türlüsü aylarımızı alır."

O benim abim! diye çığlık attı iç sesim. Önüme gelen saçlarımı geriye atarken ağlamak istiyordum. O benim abimdi. Ona yakın davranamazdım. Ben bu kadar iğrenç biri değildim. Kendimi uçurumdan atsam daha iyiydi.

Tom'a bazı gerçekleri anlatmamıştık ki biz. Ona Erik ile birlikte olduğumuzu ve yapılan yanlışların intikamlarından bahsetmiştik. Bu şirketin sahiplerinin, benim öz ailem olduklarından haberdar bile değildi.

Bu gerçeği ona söyleyip de kendimi tehlikeye atamazdım.

"Erik ne demişti hatırlasana Tom." dedim oturduğum koltukta dik bir konum alarak. O sırada kapı iki kez tıklatılmış ve genç bir adam kahvelerimizi bırakıp gitmişti. Karnım guruldamaya başlasa da umursamayarak konuşmaya devam ettim.

"Bir şekilde halledeceğiz. Gerekirse uyutup hırsızlık yaparız. Yakınlık gösterirsem diğerlerinden ne farkım kalır ki. Sürtük olduğumu düşünecektir."

"Haklısın." dedi kahvesini içerken. "Erkenden bir yol bulup anahtarları da almalıyız, bir müddet sonra sana yardım edemeyeceğim."

"Neden?" diye sordum kaşlarımı çatıp fincanı önümde ki masaya bırakarak. O olmazsa burada işleri nasıl yürütecektim. "Niye ki?"

"Yakında Fuar zamanı geliyor, görevlilerdenim."

"Anladım."

"Neyse." diye devam ettirdim konuşmayı. Koltuktan kalkıp üzerimi düzelttim. "Yazılım geçmişiyle ilgili dosyaları ver de gideyim. Kahve için teşekkür ederim."

"Önemli değil." dedi oturduğu yerden kalkıp masanın önüne gelerek. Çekmeceyi açmış ve siyah dosyayı bana uzatmıştı.

"Artık odamı biliyorsun. Sık sık gelebilirsin." dedi gülümseyerek. "İnan dedikodular umrumda olmaz. Özellikle de afrodit gibi bir arkadaşa sahipken."

Yüzümü buruşturup kapıyı açtım. "Şu afrodit saçmalığından da vazgeç bir an önce. Öyle olduğum falan yok."

"Evet, tamam, kesinlikle." dedikten sonra beni omuzlarımdan hafifçe dışarıya iterek kapıyı kapatmıştı "Sonra görüşürüz afrodit."

Gözlerimi kısıp dendi odama doğru ilerledim. Bu katta bir çok oda ve ofis vardı. Bir alanda da altı yedi kişi plastik engeller araya konularak çalışma alanı yaratılmıştı ve bu da benim odamın tam karşısına denk geliyordu.

Önlerinden geçip elimdeki dosyayı sıkarak odama ilerlerken aklıma Wanted gelmişti. Ne zaman böyle, toplu bir çalışma alanı görsem aklıma o film gelirdi.

Odama geçip storları tamamen kapatarak yerime oturdum.
Arkama yaslanırken derin bir nefesi ciğerlerime hapsedip bir süre tutmaya çalıştım. Sonra bıraktım tabi.

Boşlukta gibi hissediyordum. Böyle kocaman bir boşluk kollarıyla beni sarıyor, ve bırakmamak için her şeyi yapıyordu sanki. Boşlukta kendi başıma süzülüp duruyordum. Başı boş ve kimsesiz gibi.

Ama biliyordum ki elbet bir gün o boşluktan yuvarlanacak, tabiri caizse düşecek ve uçurumu boylayacaktım. Bunu istemiyordum. Uçurumdan bir kere düşmüştüm ve aynı duyguları tekrar yaşamak korkutucu hissettiriyordu.

Dosyaya uzanıp kapağını açarken çalan telefonla yerimde sıçradım. Hemen çalan şirket telefonunu açarak kulağıma tuttum.

"Evet?"

"Bayan Heaven, Bay Joshep sizi odasına çağırıyor efendim."

Gözlerim odanın her yerinde gezinirken ahizede ki kıza ne diyeceğimi bilemedim. Bay Joshep. Benim abim, beni odasına çağırıyordu ve ben sakinliğimi nasıl koruyacağımı bilemiyordum.

"Bayan Heaven?" dedi sekreter olduğunu düşündüğüm kız. Sanki burada olduğumu teyit etmek istercesine. Derin bir nefes alıp şakaklarımı ovarken göremeyeceğini bilsemde başımı salladım.

"Evet." dedim telefonu kapatmadan önce. "Geliyorum."

Odadan çıkıp asansöre binerken hipnotize olmuş gibiydim. Ne yapacaktım ya da ne diyecektim hiç düşünmemiştim. Onu canlı canlı ilk görüşüm olacaktı bu. Ve bu düşünce karnıma tekme yemişim hissi verirken kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimden ayrıldım.

Ben bir intikam alacaktım. Joshep Morgan şuan için benim abim değil, beni öldürmek isteyen bir düşman konumundaydı. Onlar beni öldürüp ortadan kaldırmak istiyordu. İşimi duygusal düşünerek tamamlayamazdım.

Asansörden indiğimde onuncu kattaydım. Odaya yaklaştığımda sekreter odaya girip çıkmış ve beni içeriye çağırmıştı.

Nefesimi tutup içeriye girdiğimde Joshep Morgan, ellerini pervaza yaslamış camdan dışarısını seğrediyordu.

Kalbim atış hızını arttırırken boğazımı temizleyip içeriye doğru bir kaç adım daha attım. Bedenini çevirip yüzünü bana döndüğünde onu inceleme fırsatı bulmuştum.

Yüzü, günlerdir elimde gezip duran fotoğraflarından daha güzeldi. Gözleri solgun yaprak yeşiliydi. Tıpkı benimkiler gibi. Tepki vermeye çalışarak odasında gezdirdim gözlerimi.

Aksi halde gözlerimin dolacağını biliyordum.

Oldukça geniş, tamamen beyaz renklerde döşenmiş ferah ve büyük bir odaydı. Bana kalsa başka açık renkler de kullanmayı tercih ederdim ama zevki küçümsenecek gibi de değildi.

Yanında durduğu kahverengi ahşap masa haricinde farklı bir renk yoktu odada. Güzeldi.

Odası da onun gibi güzeldi.

"Bilgisayar yazılımı için yeni bilgilerin size postalanması gerekiyordu. Bir göz atıp rapor hazırlamanızı istiyorum."

Gözleri beni baştan aşağıya süzmüş ve yüzümde takılı kalmıştı. Fire vermemeye çalışarak başımla onayladım.

"Peki efendim. Hallederim." dedim ona bakmaya devam ederken. İşaret parmağını kaldırmış ve gözlerini kısarak bana bakmıştı.

"Sizi daha önce burada gördüğümü sanmıyorum. Adınız neydi?"

"Bu gün çalışmaya başladım. İsmim Rose Heaven."

"Anladım. Her neyse, raporları bu gün masamda istiyorum Rose." dedi yerine otutup bilgisayarını açarken. "Şimdi gidebilirsin."

Başımı sallayıp odadan çıktım. Asansöre binip kendi katıma geldim ve hızla yürüyüp genel ofisin önünden geçerek kendimi odaya attım. Bazılarının dikkatini çeksemde umursamamıştım.

Yerime otururken aptalca gülümsedim kendi kendime. Yüzüme nereden geldiğini bilmediğim bir sırıtış yayılmıştı.

Küçük bir kıkırkama dudaklarımdan firar edince elimi karnıma bastırıp düzgün bir kaç nefes almaya çalışacaktım ama elimi karnıma bastırmamla gülümsemelerim gitmiş, yerini düşünceli bir hâl almıştı.

Karnım acıdan dolayı sızlarken elimi çektim. Aklıma Erik gelince kafamı iki yana sallayıp dosyalara odaklanmaya çalıştım. Kısa sürmemişti.

Raporu hazırlayıp öğle yemeğine çıkmadan önce Joshep Morgan'nın sekreterine teslim etmiştim. öğle yemeğine Alisya, ben, Tom ve bir kaç kişi beraber çıkmıştık.

İş yerine döndüğümde işim çok az olduğu için çoğunlukla binayı gezip arada Alisya ile onun hakkında sohbet etmiştik. O çoğu şey anlatırken kendi hayatım için üzulüyordum.

Bakıcıyı arayıp Aren ile konuştuktan sonra bi günün işi tam anlamıyla bitmişti.

Mesai saati bitince bir kaç kişiye iyi akşamlar dileyerek ofisten ayrılıp çağırdığım taksiye bindim.

Bu işin sonunda üzüleceğimi biliyordum. Üzülecek ve bir çok kişiyi üzecektim. Bir kaç kalp kırıp belki de parçalayacaktım. Kendi mutluluğum için başkalarınınkini çöpe atacaktım yani.

Kısacası hiçte adil oynamayacaktım.

Continue Reading

You'll Also Like

1M 60.6K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
1.1M 42.7K 49
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
519K 23K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
25.3M 901K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...