Being Michael Clifford

By lawheads

30.5K 2.7K 1.2K

Bambaşka birinin bedenindeydim. Ben, Michael Clifford olmuştum. More

Being Michael Clifford
1- Bileklikler
2- Küçük Sorun
3- Fiyasko
4- Uçuş
5- Kocaman Bir Kalp
6- Amnezi
7- Zafer
9- Bay Meraklı
10- Yardım
11-Kabuslar Havlusu
12- Dokunaç
13- Kandırmaca
14- Parçalar
15- Kayıp
16- Bilmece
17- Yalan, Yalan ve Daha Fazla Yalan
18- Karmaşık Durumlar
19- Final
Daydream

8- Buluşma

1.3K 135 54
By lawheads

Terleyen ellerimi şortuma sildikten sonra onları gergince salladım. Beş dakikadır kapının önüde dikilmiş volta atıyordum. Telefonu kapattığımdan beri kendimi kusacakmış gibi hissediyordum. Ve şimdi ne yapacağımı bilmediğim için de oldukça paniklemiştim.

Elimi kapı koluna doğru uzattım.

Hayır hayır. Bunu yapamayacaktım. Bir anda onu karşımda görürsem bu kalbim için hiç iyi olmayabilirdi.

Elimi geri çekerek yumruk haline getirdim ve derin soluklar alarak kapıyla bakışmaya devam ettim.

Eninde sonunda o kaıyı açmak zorundaydım, değil mi? Zaten o siteye gireli beş dakika olmuştu, buraya gelmesi ne kadar sürerdi ki? Yedi mi? Birazdan kapıya gelen o taş yolu aşarak merdivenlere varacak, oradan da kapıya ulaşıp zile basacaktı. Ya da belki kapıyı çalardı.

Ama bunu yaptığı zaman da ben kapıyı açtığımda, resmen burun buruna gelmiş olacaktık. Bunu şu an için kaldırabilir miydim bilmiyordum. Buna gerçekten de hiç hazırlıklı değildim.

Siktir et.

Hızlıca kapı koluna atılarak kapıyı açtım ve daha ilk saniyeden onunla göz göze geldim.

Taş yolun sonlarına doğru bir yerde durmuş o da kocaman gözlerle beni süzüyordu. Tıpkı aynaya bakmak gibiydi. Çok sevdiğim mercan rengi mini elbisemi giymiş, saçlarını da tepeden harika bir topuz yapmıştı. O kadar ben görünüyordu ki, sanki gerçekten yıllardır o bedenin içindeki kişi oydu.

Heyecanlı bakışları beni süzerken ne düşünüyordu bilmiyordum. Ama ben Michael Clifford görünüşünü, onun Charlotte Simmons görünüşünü kaldırabildiği kadar iyi kaldıramadığıma emindim. Tabii ki onun bedeninde, onun kıyafetlerinin içindeydim. Sadece, belime sardığım kollarım ve ısırdığım alt dudağımla, Michael Clifford olmaktan çok uzakta olduğumu biliyordum.

Yüzündeki ifade değişerek yerini kocaman bi sırıtışa bıraktığında, "Bu harika!" diye çığırdı. Yolun sonuna gelip basamakları çıkmaya başladığında hala tepkisini anlamlandırmaya çalışıyordum. Harika mı? Benim haftalardır yaşadığım tüm o panik, korku ve uyum sorunlarını bu tek kelimeye sığdırması benim için ne kadar doğruydu?

Tam karşımda durduğunda aramızdaki boy farkına hayret etmiştim. Neredeyse belime geliyordu ve bedenim buradan bakınca minicik görünüyordu. Şimdi hiç de aynaya bakıyormuşum gibi hissetmiyordum. Daha çok bir mucizeye bakmak gibiydi.

Bu gerçekten de harikaydı.

Onun sırıtışına karşılık vererek "İçeri geçsene." dedim ve kapının önünden kenarı çekildim. Az önce onu kendi evine davet etmiştim.

"Evet. Her neyse." diye mırıldandım kendi kendime, Michael içeri geçmişken ve kapıyı arkamdan kapadım.

Michael neşeli ruh halini koruyarak neredeyse seke seke salona girdiğinde sırıtarak sanki buraya ilk gelişiymiş gibi gözlerini etrafta gezdiriyordu. Az önce yayılmış olduğum koltuğu süzüp televizyona da kısa bir bakış attıktan sonra, elbisesinin eteklerini havalandırarak arkasına döndü.

Göz göze geldiğimizde yine ilkinden farklı olmamıştı ve ikimizin de nutku tutulmuştu. Çünkü Michael bana sanki bir şey söyleyecekmiş gibi derin bir nefes alarak arkasını dönmüş, beni görünce ise gülerek ciğerlerindeki tüm havayı boşaltmıştı. Bu hareketleri benim bedenimle yapıyor olması ise çok garip hissettiriyordu çünkü bunları bedenime yaptıran ben değildim.

Ama sanki ona baktıkça gözüme her saniye daha da Michael'mış gibi görünüyordu, sanki o bedenin içindekini görebiliyordum. Resmen karşımda, o elbisenin içinde duran kişi Michael Clifford'du. Bu düşünce ile kıkırdadım.

"Güzel elbise."

Söylediğim şeyle yüzündeki sırıtış daha da genişlediğinde, "Teşekkürler, bu favorim." diyerek eteklerinin ucunu tuttu.

"Benim de öyle." dediğimde ise ikimiz önce bir saniyeliğine birbirimize bakmış, ardından da kahkaya boğulmuştuk. Benim bu kıllı bedenle elbisenin favorim olduğunu söylemem mi daha komikti yoksa Michael'ın gerçekten de elbiselerden hoşlanması mı, karar veremiyordum. Ama sanırım en komiği bu iki düşünceyi birleştirerek Michael Clifford'ı mercan rengi, robadan mini bir elbiseyle hayal etmekti.

"Bence-" dedim kahkahalarım arasından nefes almaya çalışarak. "Bence benim tarzımı da takdir etmelisin."

Bol, basketçi şortum ve üzerine giydiğim uzun tişörtle birazdan yatmaya gidecekmişim gibi göründüğümü biliyordum, sadece onunla dalga geçiyordum.

"Elbise kadar rahat değil." dedi kıkırtılar eşliğinde.

"Ah, dar pantolonlardan rahat olduğu kesin." dedim gözlerimi devirerek ve yüzündeki sırıtışın genişlemesinden, son haftalardır neler çektiğimi çok iyi bildiği anlaşılıyordu. Pantolonun dikişleri arasına sıkışan bu taşaklar bir zamanlar onundu tabii...

Yüzümüzdeki tuhaf sırıtışlarla öylece birbirimize bakmaya başladığımızda, bu sefer bu sessizliği kırmak için ne diyeceğimi bilmiyordum. Bakışmamızı bölen şey ise çalan kapı olmuştu.

Şaşırmış bir biçimde başımı kapıya doğru çevirdiğimde Michael, "Birini mi bekliyordun?" diye sordu. Başımı iki yana sallarken sanki gizli bir şey yaparken yakalanmış bir çocuk gibi kalbim içeride heyecanla sıkışmıştı. Sanki biri Michael'la bizi böyle görse, hemen ortada neler döndüğünü anlayacakmış gibi...

Bu düşünce saçmalıktan başka bir şey değildi tabii ki.

"Buna baksam iyi olacak." Michael beni onaylayıp arkasındaki koltuklardan birine yerleşirken dudağımı ısırarak hole geri döndüm ve derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtım.

"İyi akşamlar. Pizzanızı getirdim."

Ah, ben bunu tamamen unutmuştum.

Fark etmeden tutmuş olduğum nefesimi dışarı vererek pizzacı çocuğa baktım. Bana beklentiyle bakarak "Büyük boy vejetaryen pizza?" dedi sorarcasına. Onu onaylayarak pizzayı elinden aldım ve ödemeyi yaparak içeriye döndüm.

"Hey." diye seslendim içeriye doğru ve Michael bana baktığında elimdeki kutuyu havaya kaldırarak sırıttım. "Sanırım konuşacak çok şeyimiz var."

"Evet!" dedi avuçlarını birbirine sürterek ve tek bacağını altına çekerek koltukta dikleşti. O benim bedenimde ve ben de onun bedeninde olduğum için, aramızdaki kişisel sınırlar oldukça daralmış sayılırdı, değil mi? Bu yüzden koltukta yanına yerleşerek pizzayı ortamızdaki boşluğa koydum ve kapağını açtım.

Pizzanın anında etrafa dağılan kokusuyla midem huzurlu bir mırıltı koyverdiğinde, hemen bir parçayı diğerlerinden ayırarak elime aldım. Michael da beni taklit ettikten sonra pizzasını ortaya doğru uzattı ve "Şerefe." dedi kocaman sırıtarak. Elimdeki parçayı onunkine tokuşturduktan sonra koca bir parça ısırdım ve sonunda karnımı doyuruyor olmanın verdiği tatmin olma duygusuyla inledim.

Daha Michael kedininkini yarılamadan ben ikinci parçaya geçmiştim bile.

"Şey..." dedim bir anda tıkınmayı keserek. Michael bakışlarını boşluktan çekip bana baktığındaysa utançla yanaklarımın kızardığını hissetmiştim. "Ben... Ben bunca zamandır senin paranı kullanıyordum."

Yani zaten başka şansım da yoktu ama şu yediğimiz pizzayı da az önce Michael'ın cüzdanından ödemiş olduğum gerçeği, bana kendimi oldukça garip hissettirmişti.

"Ben de seninkini." diye omuz silktiğinde onu tedirgince süzdüm. Michael'la aynı yaştaydık ama benim bursum, onun servetinin yanında kumsaldaki kum tanesi kadar falan kalıyordu. "Ayrıca evini ve kıyafetlerini kullanıyorum, fark ettiysen. Ama başka şansımız olduğu da söylenemez."

Kendimi kötü hissetmemem için abartılı abartılı omuz silktiğini fark ettiğimde kıkırdadım.

"Ah, o zaman senin paranla bir ev almış olmam sorun olmaz, değil mi? Bali'de?" diye dalga geçtim onunla. Söylediğim şeyi bir an bile ciddiye almadan kıkırdamaya başladığında ona eşlik ettim. Michael'la iyi anlaşacakmışız gibi hissediyordum.

Kocaman ısırdığı parçayı çiğnerken "Söyle bakalım." dedi. "Başka bir bedende olduğunu anladığında ne yaptın?"

Sorusuna önce bir inlemeye karşılık verdim. Bana gülmeye başladığında yüzünde, beni anladığını belli eden bir ifade vardı.

"İlk uyandığımda, bambaşka bir yerde oluşumu nasıl anlamlandıracağımı bilememiştim. Yani, korkunç bir akşamdan kalmalık geçiriyor falan olmalıydım. Hatta gözümün önündeki kolun bana ait olduğunu anlamam oldukça uzun sürmüştü. Ve sonra koşarak aynaya baktım..." Derin bir iç çektiğimde, Michael da hikayenin geri kalanını tahmin edebildiğini belirtircesine başını sallıyordu. "Peki ya sen?"

"İlk başta, uyku sersemi halimle, çocukların bana saçma bir şaka yapıyor olduğunu düşünmüştüm. Ama sonradan hareketlerimin böyle, daha hızlı olduğunu falan fark ettim, daha hafifmişim gibi. Yani böyle şeyleri normalde fark etmezsin ama... Bilmiyorum."

"Ah, ben biliyorum." dedim ona kıkırdayarak. "Kendi bedeninde olmadığında fark ediyorsun demek ki."

Onunla kısmen aynı şeyleri yaşadığımızı hatırladığında kocaman sırıttı, artık onu gerçekten de anlayabilecek olan tek kişinin ben olduğumu biliyordu. "Böyle, bir şeyler eksikmiş gibiydi." dedi hevesle.

"Elli kilo kadar." dedim ona göz devirerek.

"Ve otuz santim kadar." dediğinde dudaklarımı büzdüm ama haklı sayılırdı. Neredeyse. "Her şey gözüme böyle kocaman görünüyordu. Zaten o zaman bir şeylerin yanlış olduğunu anlamıştım. Yani, boyun bir metre falan. "

Kesinlikle abartıyordu ama onun heyecanlı hikayesini bölmek istemediğim için üçüncü dilim pizzama uzanarak Michael'ı dinlemeye devam ettim.

"Sonra," diyerek devam ettiğinde ellerini havaya kaldırarak onlara kocaman açtığı gözlerle bakmaya başlamıştı. "Bu küçücük elleri gördüğümde, tam anlamıyla ödüm bokuma karıştı. Aynayı bulana kadar tüm odanın içinde böyle bağırarak koşuyordum."

Kahkahalarım onu susturduğunda, "Aynayı bulana kadar mı? Dolap kapaklarımın ayna kaplı olduğunu biliyorsun, değil mi? Odanın yarısı ayna yani." demiştim, o ise giderek genişleyen bir sırıtışla bana bakıyordu.

"Aynadan kendimi koşuştururken görüyordum ama beynim, böyle, onun ben olduğumu kabul etmek istememiş gibiydi."

Söylediği şeye gülmeye başladığımda aklıma benim ilk aynaya bakışım gelmişti. Beş saniyeden fazla bakamayıp kendimi resmen yere fırlatmıştım. Bunun bir rüya olduğuna kendimi ikna etmeye çalışmıştım ve gerçekten birkaç gün boyunca ümitsizce bu fikre tutunmuştum da. Michael ise durumu bundan daha kolay kabullenmiş gibiydi.

"Seninle çarpışmamızı hemen hatırladım." dediğinde aslında buna şaşırmamam gerektiğini biliyordum çünkü tüm bunlar, daha çarpışmamızın üstünden bir gün bile geçmeden oluvermişti. "Sonra seni tanımam gerektiğini düşündüm, yoksa her şey çok karışabilirdi. Bilirsin."

Biliyordum! Biliyordum çünkü bende her şey çok karışmıştı. Aslında ben ondan daha şanslı olmalıydım çünkü Michael'ın kim olduğunu, onun hakkındaki önemli şeyleri biliyordum. O ise benim adımı bile bilmiyordu. Ama benim hayatım da Michael'ınki kadar hareketli değildi. Emindim ki o benim gibi davranmak zorunda olduğu çok fazla durumun içinde bulunmamıştı. Ben ise bu bir ayın neredeyse her saniyesinde Michael Clifford gibi davranmak zorunda kalmıştım.

"Cüzdanından adını ve nereli olduğunu öğrendim. Ayrca nerede okuduğunu da. Ama bunlar pek de yeterli değildi, bilirsin. Ben de telefonuna ve bilgisayarına baktım ama ikisi de kilitliydi. Sonra da- Şey... Buna ne tepki vereceksin bilmiyorum ama sana söylemezsem kendimi kötü hissedeceğim." Daha bana hiçbir şey söylememiş olmasına rağmen sanki birazdan bağırıp çağırmaya başlamamı bekliyormuş gibi beni tedirgince süzüyordu.

"Ne?" dedim onun bu haline gerilerek. Suçlu suçlu dudağını kemirip bir süre benimle göz göze gelmekten kaçındı.

"Şey... Ben senin günlüklerini buldum."

"Ne!?"

"Dur, hemen bağırma." diyerek ellerini yüzümün önünde salladığında ona dehşetle bakıyordum. Bunu nasıl yapardı!?

"Eğer onları okumasaydım seninle ilgili hiçbir şey öğrenemeyecektim. Ve bu da hayatını mahfedecekti." Hala aynı dehşet ifadesiyle ona bakmakta olduğumu fark edince iç çekti. "Bedenini sana geri verdiğimde her şeyin bambaşka olduğunu görüp benden nefret etmeni istemedim. Bu yüzden, lütfen, günlüklerini okuduğum için benden nefret etme?"

O günlükler o kadar eskiye gidiyordu ki, şu anda Michael hayatıma dair her türlü utanç verici şeyi biliyor olmalıydı. Üstelik beni muhtemelen gereğinden fazla iyi tanıyordu. Ve bu korkutucuydu.

"Bu-" dedim ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. "Bu çok utanç verici! Ben- Her şey- Her şeyim o günlüklerdeydi. Nasıl böyle bir şey yapabilirsin, anlamıyorum. Bu- Bu çok kişisel!"

"Tüm özel hayatın insanlar tarafından deşilmeden asla tam anlamıyla ben olmayı anlayamazdın, değil mi?" dedi pes bir sesle. Yüzündeki panik ifadesi gitmişti ve bakışlarını sıkkın bir şekilde yere dikmişti. "En azından senin kişisel şeylerini sadece ben biliyorum. Benim bir konser sırasında utanç verici bir biçimde yere yapışma videomun milyonlarca tıklanması var."

"Üzgünüm." dedim, bunun gerçekten de berbat bir şey olduğunu düşünerek. Michael hakkında bir şeyler öğrenebilmek için haftalardır onun hakkında bir sürü şey okuyup izlemiştim ve haklıydı. Haklarında çok fazla kişisel şey vardı, evet. Ama asıl korkunç olan şey, uydurdukları iğrenç dedikodulardı. Çünkü hangisinin gerçek, hangisinin yalan olduğunu anlamak bazen imkansız oluyordu.

"Kendine göre sebeplerin olduğunu biliyorum." dedim hafifçe kaşlarımı çatarak. "Ve bu yüzden günlüklerimi okuman sorun değil. Ama yine de bu çok utanç verici ve kendimi korkunç hissediyorum. O yüzden, lütfen, bu konuyu kapatabilir miyiz artık?"

"Evet, kesinlikle!" diye atladı hemen, rahatlamış görünerek. Yine aramızda o tuhaf sessizlik oluşmaya başlarken Michael'ı süzdüm. Daha doğrusu bedenimi. Ondan bir süredir çok uzak kalmıştım ve bu da bana ciddi panik ataklar yaşatmıştı.

"Hey, bu pizzada et yok!"

Michael sanki atomlarını görebilecekmiş gibi elindeki pizza dilimini gözlerine doğru kaldırmış, dilimi inceliyordu.

"Çünkü o bir vejetaryen pizza, Michael. Ben vejetaryenim." dedim ona kaşlarımı kaldırarak.

"Ne? Ne zamandan beri?"

Ona şok olmuş bir biçimde baktım. Günlüklerimi okumuş olabilirdi ama beni gerçekten tanıyormuş gibi davranması çok saçmaydı.

"Lise ikiden beri. Ama sanırım sen bunu kaçırmışsın çünkü bu günlüğümde yazmıyor!" diye çıkıştım ona ve yüzündeki aptal şaşırma ifadesinin silinmesini izledim.

"Bu konuyu kapadığımızı sanıyordum."

Dişlerimi sıkarak kollarımı göğsümde kavuştudum ve arkamı yaslandım. Ama sanki bu son damlaymış gibi, sinirimi dindiremiyordum. Onu benim bedenimle kanlı kanlı etleri yerken hayal ettiğimde ise iyice delirmiştim.

Bakışlarımı üzerine dikerek onu şöyle bir süzdüm. Suratında inatçı bir ifadeyle yere bakıyordu.

"Ben her gün senin suratını tıraş ediyorken senin, kaşlarını alma zahmetine bile girmemen gerçekten mükemmel." diye tısladım. Bencil şey.

Michael'ın bana, "Her gün tüm kıllarını jiletlemekten oraya vaktim kalmamış demek ki!" diye çıkışmasınıysa hiç beklemiyordum. "Ayrıca sakallarımla gerçekten de harika bir iş çıkarmışsın! Ama keşke suratımı sağlam bıraksaydın."

Yüzümde yeni yeni iyileşmeye başlayan kesikler aklıma geldiğinde inatçı bir şekilde dudaklarımı büzdüm. Neyse ki, bir tartışmada altta kalmaya katlanmak gibi bir huyum yoktu.

"Sen hiç sutyen diye bir şey duymadın mı? Farkında mısın bilmiyorum ama küçük memeli bir kızın vücudunda falan değilsin. Bana biraz saygı duy ve bir dahakine içine sutyen tak."

"Takarım! Ama sen de bana saygı duy ve bir daha evimi bu kadar dağıttığında sonrasında arkanı topla."

Çenem neredeyse yere düşmüş gibi açıldığında ona gözlerimi kısarak baktım. Onu sıkıştıran bendim belki ama onun sikimsonik evine de kalmamıştım, bu kadar götleşmesine gerek yoktu.

"Evini alıp götüne sokabilirsin. Bunu ben istemedim." dedim bağırmayı keserek. Ama hala en üst derecede sinirliydim. Genelde bu kadar sinirlendiğimde ağlamaya başlardım ama şu an ağlamaya yakın bile olduğumu sanmıyordum.

"Siktiğimin evini istemiyorum." diye bağırdı Michael, sesi titreyerek. "Ben bedenimi istiyorum!"

"Evet, bunu ben de çok istiyorum ama sanırım bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok." dedim konuya noktayı koyarcasına. Michael ise gözlerini kocaman açmış, bana şaşkınca bakıyordu.

"Nasıl yani?" dedi fısıldarcasına. "Ne demek, yapabileceğimiz bir şey yok?"

"Bedenlerimize nasıl geri döneceğimizi bilmiyorum, demek. Bir dakika! Sen biliyor musun yoksa?"

"Hayır, tabii ki!" diye bağırdığında bana sanki aptalmışım gibi bakıyordu. "Ama sen biliyorsundur diye düşünmüştüm. Sonuçta sen..."

"Ben, ne?" dedim kaşlarımı çatarak. "Bunu benim yaptığımı mı sanıyorsun!? Ne diye bir erkek bedeninde olmak isteyeyim ki!? Bu iğrenç!"

"O zaman bedenlerimize nasıl geri döneceğiz!?" diye bağırdı, birden ayağa fırlayarak. "Böyle yaşayamam!"

"Ah, bu aklına şimdi mi geldi?" diye gözlerimi devirdim. Anlaşılan Michael'ın Hawai'de havası oldukça yerindeydi. Ya da gerçekten de istediği anda bedenine dönebileceğini düşünecek kadar aptaldı.

"Ne yapacağız?" dedi ellerini yanaklarına bastırarak. Gözlerinin dolu dolu olduğunu görebilyordum. Gerçekten de aptaldı demek... "NE YAPACAĞIZ?"

Ne yapacağımız hakkında hiçbir kayda değer fikrim yoktu. Ama yine de Michael için kendimi kötü hissetmiştim. Onu yatıştırmak için ağzımı açtığımda, terasa çıkan kapının tıklatılmasıyla susturuldum.

Michael da ben de dehşetle kapıya doğru döndük.

Continue Reading

You'll Also Like

3.2M 173K 80
Adelacar=Bak şimdiden söyleyim bu ilişkiyi yürüten benim Adelacar=Seni bulacam diye neler yaptım varya bir bilsen aklın uçar Adelacar=Sakın sorma anl...
14.1K 177 16
Elif,19 yaşında bir kızdı.Ateş ise 23 yaşında ki bir mafya idi.Kim bilebilirdi ki Ateş Elif'in hayatını değiştirecek...
60.5K 3.3K 18
Siz:SELAAAMMM Siz:Pışt baksana cinsiyetinin ne olduğunu bilmediğim için seslenemediğim kişiii. Siz:BAKSANA LAAAN. Siz:Mal mısın lan sen? Siz:Nuğlar b...
90.7K 4.3K 28
"Ne bekliyordun?" "Hiçbir şey beklemiyordu-." Cümlemi tamamlamama izin vermedi. "İki güzel söz, bir güzel bakış, iki sarılış. Başka! Başka ne oldu! N...