"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞

By rabiaabalta

34.5K 2.6K 2.4K

# WattpadFantasyTR Okuma Listesinde /'Sylvia, kasabaya ilk inişinde tanıştığı kişinin bir kara büyücü olacağı... More

2. Gizem(Grimlocks)
3. Gizem(Koruma Kalkanı)
4. Gizem(Açılış Balosu)
5. Gizem(Zehir)
6. Gizem(Ressam)
7. Gizem(Kuyu)
8. Gizem(Duyuru)
9. Gizem(Yasaklı Kütüphane)
10. Gizem(Büyü Tarihi)
11. Gizem(Lanetli Zindan)
12. Gizem(Hayaletin Yolu)
13. Gizem(Ejderhanın Kafesinde)
14. Gizem(Ceza Odası)
15. Gizem(Beni Bekleyen Ev)
16. Gizem(Davetsiz Misafir)
17. Gizem(Hazır Büyü Kitabı)
18. Gizem(Felaketin Habercisi)
19. Gizem(Kehanet)
20. Gizem(Aynadaki Yansıma)
21. Gizem(Vizyon Bağı)
22. Gizem(Erken Bir Veda)
23. Gizem(Derine İnen Kökler)
24. Gizem(Tuval)
25. Gizem(Sorgu)
26. Gizem(Şüphe)
27. Gizem(Kayıp Anılar)
28. Gizem(Kalitra'nın Kadehi)
29. Gizem(Tehlikeli Bilgi)
30. Gizem(Kara Delik)

1. Gizem(Kasaba)

9.3K 254 511
By rabiaabalta

➳⎯⎯ও∞ও⎯⎯➳

1. GİZEM(KASABA)

Küçüklüğümden beri hep aynı rüya.

Yılanlar.

Sürünerek bana yaklaşıyorlar.

Başlarını dikleştirip tıslıyorlar. Her tarafımı sarıyorlar ve kaçacak yer bulamıyorum. Aralarından bir tanesi var ki, asla peşimi bırakmıyor.

Dev bir kobra. Diğerlerinden daha yavaş. Daha sinsi.

Çabalarım hep bir şekilde avucunun içine düşmemle sonuçlanıyor. Ondan uzaklaşmaya çalışırken her adımda ona yaklaşıyorum.

Sanki ben ona gidiyorum.

Sanki beni bekliyor.

➳⎯⎯ও∞ও⎯⎯➳

Kıyı şeridindeki Lueline kasabasına ilk vardığımda, masmavi deniz ve etrafa serpiştirilmiş kiremit çatılı binalar beni büyülemişti. Kuşlar cennete geldiğimi bildirircesine cıvıldıyordu. Taze ekmek kokusu fırından çıkıp tüm kasabaya yayılıyordu. Yeşilliklerde piknik yapan çocuklar ve verandasında çayını yudumlayan insanlar için hayatlarının sıradan bir günüydü.

Kasabanın evrenler arası seyahatin merkezi olduğu her halinden belliydi. Sihri hissetmek için ciğerlerinize havasını çekmek yeterliydi. Az daha kanatlanıp uçacağınızı sanırdınız. En azından ben öyle sanmıştım.

Lueline, Uphaven Adası'nda yer alan en küçük yerleşim yerlerinden biriydi. Şimdiye kadar yaşamış olduğum Melport'un aksine merkeze uzaktı. Henüz hiç Uphaven'ın dışına çıkmamıştım. Ama büyü dünyasının başlıca dört büyük adadan oluştuğunu biliyordum: Uphaven, Darkwood, Rosenmar ve Sandewald.

Büyü dünyası varlığından haberdar olduğumuz 102 evrenden sadece biriydi. Popülasyonu büyük oranda büyücüler oluştursa da özellikle portalların bulunduğu geçiş bölgelerinde başka ırklara sıklıkla rastlanırdı.

Valizimi taşlı yol boyunca peşimden sürükledim. Kalan yolumu görmek için başımı kaldırdım. İki katlı ahşap ev, kasabadan bağımsızlığını ilan etmişçesine tepede tüm ihtişamıyla oturuyordu. Tepeyi tırmandığımda, evi karşıma alarak soluklandım. Verandasına bir masa ve sandalye yerleştirilmişti. Kapının girişini tepeden sarkıtılmış bir fener aydınlatıyordu.

Derin bir nefes alarak kapıya yaklaştım. Parmak uçlarımda yükselerek yarımay şeklindeki camdan içeri baktım ve sağ tarafımdaki zile bastım. Kısa süre sonra hole vuran bir gölge fark ettim. Amcam holde belirdi ve kapıya doğru geldi. Kapıyı açtığında ela gözlerinde şefkatli bir bakış vardı.

"Hoş geldin Sylvia. Bavulunu alayım. Yorulmuşsundur. Aç mısın?"

İçeri girdim ve oturma odasına geçtim. Karşımdaki duvarı kaplayan konsolun ortasında bir televizyon, pencerenin hemen yanında ise televizyona bakan uzun bir koltuk vardı. Odanın ortasındaki masanın üzerine gazeteler ve kitaplar saçılmıştı.

"Çıkmadan yemiştim," dedim. Amcam bavulumla üst kata çıktı. Mutfağa ilerleyerek etrafı incelemeye devam ettim. Merdivenlerden inen amcamın sesi duyuldu.

"Odan üst katta. Senin için her şeyi hazırladım."

"Vay canına," dedim pencereden görülen eşsiz manzaraya bakarak. Buzdolabının yanına gittim. Kapağını aralayarak içine bakındım. Bomboştu. "Bir bardak su alabilir miyim?"

"Ne istersen," dedi amcam. Hemen yanıma geldi. Buzdolabının kapağını örterek, iki kere tıklattı. "Bir bardak su lütfen."

Buzdolabını açtığında, az önce boş olan rafta bir bardak su duruyordu. Bardağı bana verdi. Suyu içerken uzun bir süre yüz ifademi inceledi. Bardağı masaya bıraktığımda elini omzuma koyarak konuştu.

"Nasılsın... Sylvia? Her şey nasıl gidiyor?" dedi tedirgince.

Sorusu otobüsten bu yana yaşadığım büyünün paramparça olmasına neden oldu. Kalbimdeki ağırlık hissi geri döndü. Neden burada olduğumu hatırladım.

"Ben... bilmem."

"Zor zamanlar yaşadın."

Gözlerim dolduğunda, başımı iki yana salladım. Otobüste ağlamaktan yeterince başım ağrımıştı. Ayrıca yanımda oturan yaşlı hanımı endişelendirmiş, tüm yol bana peçete verip durmasına sebep olmuştum. Olanlar hakkında konuşmak istemiyordum. Amcam bunu anlamış olacaktı ki, konuyu değiştirdi.

"Rahat geldin mi? Duraktan buraya yalnız başına yürüdüğün için üzgünüm. Gelip seni alsaydım keşke."

"Hayır, hayır, çok güzeldi. Kasabayı gezdim," dedim gülümseyerek. "Lueline'la ilgili çok şey okudum. Büyülü evrenler arası geçiş merkezi, mağaralarda saklı portallar, Cadılar Bayramı'nda yapılan ışık gösterileri... Ben, gelmeden önce burayı çok araştırdım. Hepsini görmek için sabırsızlanıyorum."

Amcam duraksadı. Başını kaşıdı. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Sessizliğinin sebebini anlamadan onu izledim. Konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı. Ve burada yaşarken uymam gereken tek kuralı bana tanıttı.

"Kasabaya bir daha inemezsin Sylvia. Üzgünüm, ama böyle olmak zorunda."

Gülümsemem yavaşça soldu ve yerini kafa karışıklığına bıraktı.

"Neden ki?"

"Kasaba halkı büyücülerin kasabaya inmesinden hoşlanmıyor. Henüz büyü yapamıyor olabilirsin ama sen de bir büyücüsün. Bir arada yaşamamızın tek kuralı, büyücülerin kasabadan uzak durması."

"Ama bu çok saçma," dedim hayal kırıklığıyla.

"Kara büyücülerin kasaba halkına yaptıkları düşünülürse bizi çatala takmadıkları için şükretmeliyiz."

Pencereden artık çok daha uzak görünen kasabaya baktım. O sihri bir kez daha hissedemeyeceğimi düşünmek kalbimi kırmıştı. Yine de amcama bu konuda daha fazla ısrar etmemiştim. Doğrusu, herkes gibi onun da beni terk etmesinden korkuyordum. Korkularıma tüm benliğimle inanırken onları yalancı çıkaramıyordum.

Böylece amcamın Lueline'daki evine yerleştim. Amcamla büyü denemelerine başladık. Günler, haftalar geçtikten sonra ben hala bir büyü bile yapamamıştım. Amcamın elinde harikalar çıkaran değnek, benim elime geçtiğinde sıradan bir ağaç parçasına dönüşüyordu. Her geçen gün inancım daha da kırılıyordu. Kleefleigh soyundan gelen tüm büyücüler zeki ve becerikliydi. Dile getirmese de amcamın armudun nasıl bu kadar uzağa düştüğünü merak ettiğini biliyordum.

Kasabayı zihnimin ücra köşelerine öteleyerek her gün harıl harıl çalışmaya başladım. Her sabah güneşin ilk ışıklarıyla çalışma odasına giren amcam, beni büyü kitapları arasında uyuyakalmış halde bulurdu. Çalışma odasının rutubetli havasından dolayı hastalandığımda, hiçbir şeyim olmadığı konusunda ısrar etmiştim. Asla sınırlarımı zorlamaktan vazgeçmemiştim. Ben bu kadar uğraşırken hala hiç büyü yapamamış olmam, anca bana yapılmış bir lanete bağlı olabilirdi.

Zaman geçtikçe amcamın sabrı azalıyordu. Beni pes etmekten alıkoyan, bu dünyada sahip olduğum tek kişiyi kaybetme korkusuydu. Bu yüzden defalarca başarısız olmama rağmen, büyü denemelerinden hiç vazgeçmedim.

"Corpus escalates, tu carantes."

Masaya yığılmış bir şekilde bitkince söylediğim büyü cümleleri yine hiçbir etkiye yol açmamıştı.

"Yanlış söyledin," dedi amcam masadaki kitap yığınının arkasından. Ve dilimin asla dönmeyeceği şekilde büyüyü telaffuz etti. "Corpus escalates, tu mi carantes."

"Zaten işe yaramayacak," diye mırıldandım kendi kendime. Buraya geleli aylar olmuştu ve hala büyü yapamamıştım. İki büyücü ebeveynden gelmiş olmama rağmen, büyücü olduğumu düşünmüyordum. Bir büyücü bir kereliğine bile olsa büyü yapmış olurdu.

"Corpus escalates, tu mi carantes."

Perde yine hiç oralı olmamıştı. Hatır için biraz tepişmesi gerçekten hiç fena olmazdı.

"Sylvia bunu kasıtlı yaptığını düşünmeye başlıyorum," dedi amcam sonunda. "Büyü yapamaman için hiçbir neden yok."

"Gerçekten bilmiyorum amca. Neden büyü yapamadığımı bilmiyorum."

Kafa karışıklığını anlıyordum ama benim de en az amcam kadar kafam karışıktı. Kitaplarda yazan tüm yöntemleri denemiştim. Gerçek olamayacak kadar saçma olanları bile. Uykuya dalıp uyandığında ilk aklına gelen büyüyü bağırmak gibi. Tek yaptığı amcamı korkutmak olmuştu. Amcam omuz silkti ve kafasını yana yatırdı.

"Tamam o zaman, başka çaren yok," dedi ve değneğini çıkarıp tavana doğrulttu ve anlamadığım bazı büyü kelimeleri söyledi.

Bir süre şaşkın bakışlarla ona baktım. Bakışlarımı tavana çevirdiğimdeyse, tüylü gövdesiyle bana yaklaşmakta olan dev bir tarantula gördüm. Çığlık atarak titreyen ellerimle değneğimi kavradım.

"Kaçamazsın. Sana gelecek. Çünkü büyünün sözcükleri öyle," dedi amcam.

"Bu gerekli miydi?" dedim mesafeyi kapatmakta olan tarantuladan uzaklaşıp duvara sinerken. "Amca! Amca bir şey yap! Onu durduramam, biliyorsun."

"Durdurabilirsin!" dedi amcam. Aklını kaçırmış olmalıydı. Evet, delirmişti. Sabrını o kadar zorlamıştım ki sonunda delirmişti.

"Durduramayacağımı biliyorsun," dedim tüylü bacaklarının sinsice hareket etmesini izlerken.

"Çok düşünüyorsun! Yap sadece!"

Fazla yaklaşmıştı. Köşeye ilerleyerek kendimi adeta hapsetmiştim ve yanıma ulaşmasına saniyeler vardı.

"Yap şu büyüyü!" diye bağırdı amcam.

Titreyen sesimle var gücümle bağırdım. "Corpus escalates, tu mi carantes!"

Tarantula bana doğru gelmeyi sürdürdü. Büyük gözlerini ve kıstıraçlı ağzını fark ettiğimde, kalbimin duracağını sandım. Amcam o sırada müdahale etmeye karar verdi ve elini değneğine götürdü.

"Corpus escalates, tu mi carantes!"

Tarantula ayakucuma varmışken havalanarak benden uzaklaştı. Rahat bir nefes aldım. Sonra elimdeki değneğime baktım. Amcamın kemerindeki bölmesinden ayırmadığı değneğine baktım. Tekrardan kendi elime baktım.

"B-ben... ben... ben az önce-"

"Büyü yaptın Sylvia!" diye sevinçle haykırdı amcam. "Sen az önce büyü yaptın."

Tüylü bacaklarını sallayarak havada süzülmeye devam eden örümceğe bir daha baktım.

"Ben büyü yaptım. Sonunda büyü yaptım!" diye çığlık attım. Değneğimi bırakarak koşup amcama sarıldım. Amcam örümceğe yaptığı büyüyü kaldırdı. Bana kalp krizi geçirtmek pahasına büyü yapmamı sağladığını göz ardı ettim. "Yaptım! Gerçekten yaptım! Büyü yaptım!"

"Yapabileceğini hep biliyordum," dedi amcam gülümseyerek. Oysa ikimiz de, onun da inancını kaybetmeye başladığını biliyorduk.

İlk büyümü yapmam benim için bir dönüm noktası olmuştu. Kendimi sonunda bu dünyaya ait hissetmeye başlamıştım. Ne yazık ki bu sevincim çok uzun sürmemişti. Büyü güçlerim bir hayli zayıftı. Çoğu başlangıç seviyesindeki büyüyü yapamıyordum bile. Yapabildiğim büyüler ise güç bela vuku buluyordu. Denemiyor değildim. O kadar uğraşıyordum ki.

Amcam kendime yüklenmememi söylüyordu. 18 yaşına geldiğimde, büyü güçlerim artacaktı. Onun seviyesine gelebileceğimi söylüyordu. Buna inanmak biraz güçtü. Yaşıtım büyücülerle tanışmamıştım, ama eminim ki benim kadar beceriksiz değillerdi.

Yaşıtım büyücülerin çoğu büyü okullarına gidiyordu. Grimlocks, Portegra ve Juvenshire, büyücü dünyasının en bilinen, en seçkin okullarıydı. Amcamın her sabah kahvaltı masasına bıraktığı büyücü gazetesinde tanıtımlarını sıkça görürdüm. Bu okullarda okumanın nasıl bir his olduğunu hep merak etmiştim.

Öte yandan, Lueline benim yuvam olmuştu. Amcamın beni eğitmesine alışmıştım. Camın arkasından kasabayı izlemek, rutinimin bir parçası haline gelmişti. Fırın sabah en erken saatte açılırdı, ardından teker teker diğer dükkanlar. Kitapçı çok ilgimi çekerdi. Kitap satıcısı, bazen evleri dolaşıp kitap satardı. Bize bile gelirdi. Nedense kasabada bizden korkmayan tek kişiydi. Amcamın ondan aldığı tüm kitapları okurdum.

Yine kasabanın eşsiz manzarasına uyandığım bir sabah, yatağımda gerinerek yanı başımdaki takvime göz ucuyla baktım.

31 EKİM

Hazırlanıp merdivenleri parmak ucumda inerek alt kata indim. Mutfağa girdiğimde patlayan konfetiler başıma ve omuzlarıma kondu.

"İyi ki doğdun!" dedi amcam. Hiç unutmazdı zaten. Yıllardan beri hiç unutmamıştı.

Koşar adımlarla yanına giderek amcama sarıldım. Bırakmadan önce uzunca sırtımı sıvazladı. Yıllarca bana ebeveynlerimin eksikliğini hissettirmemek için elinden geleni yapmıştı. Kendisi, bırak çocuk sahibi olmayı, evlenmeyi bile büyük sorumluluk olarak gördüğü için hiç yuva kurmaya yanaşmamıştı. Buna rağmen beni henüz 12 yaşındayken yanına aldığını düşününce, ona gerçekten minnet duyuyordum.

Tezgâhın üstünde çikolatalı bir pasta vardı. Hemen tezgahın yanına vararak pastanın üstündeki mumları üfledim.

"Vay be!" dedi pastanın üzerindeki mumları çekerken. "Artık tam bir büyücü oluyorsun demek. Zaman ne çabuk geçiyor. Bugünden itibaren ileri seviye büyüleri çalışmaya başlayabiliriz."

Kahvaltı pastamı tabağa koyarak önüme itti. Kahvaltıda pasta yemek doğum günü geleneğimiz haline gelmişti.

"Ateş topu, şekil değiştirme, zihin büyüleri..." dedim heyecanla.

"Ateş topu..." dedi gözlerini kısarak. Yüzünü ekşitti. "Sylvia, kışın yaşadığımız faciadan sonra çatıyı onarmamın ne kadar uzun sürdüğünü hatırlıyorsundur."

"Eğer bacayı onarabilseydim, tamirciye o kadar para ödemek zorunda kalmayacaktık," diye mırıldandım.

"Evet," dedi. "Onun yerine hem bacanın hem de çatının parasını ödedik."

Sadece güldüğü zaman ortaya çıkan kaz ayakları yüzünde belirdi. Ela gözlerindeki yumuşak bakışları fark ettiğimde, bana karşı bu kadar sabırlı olduğu için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Son 6 yıl içerisinde başına gerçekten büyük belalar açmıştım. O ise çoğu zaman bana karşı anlayışlı olmuştu.

"Cisim büyülerini tekrar ederek başlayacağız," dedi çatalını havada sallayarak.

"Amca ya," diyerek yakındım. "Cisim büyülerinden nefret ediyorum."

"Sylvia, cisim büyülerini kavramadan büyünün temellerini anlayamazsın."

Homurdandım. Cisim büyülerini tekrar edecek olmamız, bir perdeyi dokunmadan ileri, geri hareket ettirmeye çalışacağım uzun saatlerin beni bekliyor olduğu anlamına geliyordu. İşin kötü yanı ise, o kadarında bile zorlanıyor olmamdı. Ama bugün itibariyle güçlerim artacaktı. Belki artık eskisi gibi olmazdı.

Kasabadan yükselen ani bir gürültü amcamla aynı anda oturduğumuz yerden fırlayıp değneklerimize sarılmamıza neden oldu. Pencerenin yanına ilerledik ve amcam perdeyi araladı.

Kasabanın dört bir yanı süslemelerle çevriliydi. Binaların tepelerine yerleştiren ışık makineleri, ışık gösterisinin her sene olduğu gibi bu yıl da gerçekleşeceği anlamına geliyordu.

"Cadılar Bayramı kutlamalarına hazırlanıyorlar," dedi amcam değneğini kemerine iliştirirken. Cama yapıştım.

"Keşke bu yıl biz de gitsek."

"Sylvia, yeter," dedi amcam masadaki boş tabaklara yönelirken. "Hiç vazgeçmiyorsun. Her yıl aynı muhabbet. Bir kere de benim sözümü dinler misin?"

Tabakları lavaboya bıraktı. Çeşmeyi açtı ve tabakları üstünkörü bir şekilde temizleyerek dolaba yerleştirdi.

"Neden kasabaya inmemden bu kadar korkuyorsun?" dedim.

Dolabın kapağını örttükten sonra ellerini tezgaha dayayarak başını öne eğdi. Kumral saçının tutamları gözünün önüne düşüyordu. Başını kaldırdığında, gözlerini uzaklarda bir noktaya sabitledi. Tezgahı bırakarak doğruldu.

"Korkacak bir şey yok," dedi sonra. "Hayatta bazı kurallar vardır Sylvia. Bu da onlardan biri. O kadar."

Oturma odasına ilerledi, masanın üzerindeki gazeteyi alarak koltuğuna oturdu ve geriye yaslandı. Peşinden oturma odasına girerek televizyonun karşısındaki geniş koltuğa oturdum. Yanımdaki kumandayı kaptım ve televizyonu açtım. Harry Potter'ın ilk filmi karşımda belirdiğinde, bu ironiye güldüm.

"Belki Voldemort kasabada saklanıyordur. Ve tek hedefi, tek bir büyü yapmayı bile beceremeyen," Ellerimle kendimi gösterdim. "Yüce Sylvia Kleefleigh'tır."

"Aa, fena fikir değil," dedi ve gazeteyi bana doğru çevirdi. "Baksana büyü okulları yarın eğitime başlıyormuş. Seni Hogwarts'a yazdıralım. Dumbledore kayıt için ne kadar ister sence?"

"Her köşede ölüm tehlikesi olan bir okul için, indirim yapsa iyi olur," dedim kollarımı kavuştururken.

Gazetesini okumaya devam ederken mırıldandı.

"Cisim büyülerini bile yapamadığını öğrenince seni bir baykuşa takıp eve geri gönderirler."

Kendi esprisine bir kahkaha patlattığında amcama yanımdaki yastığı fırlattım. Ciddi ifademi korumaya uğraşsam da, ben de ister istemez güldüm. Büyü yeteneklerim vasatın altında olsa da, en azından dalgasını geçebiliyorduk.

"Bu kadar sıkıcı bir adama dönüşmüş olmasaydın, en azından seninle bu akşamki büyücü düellolarına katılırdık," diyerek ben de amcama laf soktum.

"Sıkıcı mı!" diye haykırdı. Gazeteyi indirdi. "Kaç kere o arenanın tozunu attırdım haberin var mı senin?"

"İnanmam," dedim omuz silkerek.

"Eskiden her yıl turnuvalara katılırdık," dedi gülerek. "Bir sürü madalyamız vardı babanla-"

Durdu. Tabu kelimeyi ağzından kaçırmıştı ve birazdan bu hiç yaşanmamış gibi davranacaktık.

"Baksana," dedi sonra. "Bugün itibariyle sen de turnuvalara katılabiliyorsun Sylvia. Güçlerin artık tam kapasiteye ulaşıyor."

Gözlerimi kısarak amcama baktım. Bunun bir şaka olup olmadığını anlamaya çalıştım. Onu uzun zamandır böyle görmemiştim. Coşkulu, heyecanlı. Çocukluğumdan hatırladığım amcam, birden geri dönmüştü. Büyücü turnuvasını hatırlamak, eski anılarını canlandırmış olmalıydı.

"İlk turdan elenirim," dedim.

"Hayır," dedi. Kaşlarını çatarak gazetesini kaldırdı. "Ön elemeleri bile geçemezsin."

Elime geçen başka bir yastığı amcama attığımda tekrar kahkaha attı. Koltukta yana doğru kayarak amcama yaklaştım.

"O zaman anlaştık mı?" dedim. "Caymak yok. Bu akşam turnuvalara katılıyoruz."

"Hm," diye mırıldandı. Gazeteyi masaya bırakarak ela gözlerinde muzip bir parıltıyla bana baktı. "Anlaştık."

Ve böylece geri sayım başladı. Turnuva saat 10'da başlıyordu. Ben ise saat 9 civarı yeni yaşıma girecektim ve büyü güçlerim tam potansiyeline ulaşacaktı. Turnuvaya katılmaya kıl payıyla hak kazanacaktım. Ve yeni güçlerimin beklentilerimi karşılamasını umuyordum.

Kleefleigh gibi köklü bir büyücü ailesinden geliyor olmam durumu daha da güçleştiriyordu. Tek umudum amcam ve babamın sahip olduğu büyü gücünün benim de genetik donanımımda bir yerlerde saklanıyor olmasıydı. Bugün bir mucizeye ihtiyacım vardı.

Turnuvanın saati yaklaşırken, amcamı kapıya doğru ilerlerken gördüm. Pencereye bakış attım. Güneş daha yeni batmıştı. Koşar adımlarla yanına gittim.

"Daha erken değil mi?"

"Evet," dedi yakasını düzeltirken. "Kısa bir işim var. Saat 9 gibi gelmiş olurum. Hazırlanıp beni bekle."

Bileğindeki saate bakarak mırıldandı.

"Nerede kaldı?"

"Kim?" dedim şaşkınlıkla.

Tam o sırada kapı çaldı. Genelde pek misafirimiz olmazdı. Amcamın kimi beklediğini bilmiyordum. Yarım ay şeklindeki pencereden dışarı baktım, ama kimseyi göremedim. Amcam kapıyı açtığında, hala görünürde kimse yoktu. Başımı dışarı uzattım. Bir sağa, bir sola bakındım. Amcam kafamı eliyle aşağı itti. Ve böylece oldukça kısa boylu ve sivri kulaklara sahip bir elf ile göz göze geldim.

"Ee. Tüm gün burada bekletecek misiniz? Dondum burada." Amcamla aramızdan geçti ve davet beklemeden oturma odasına ilerledi.

"Regus! Nasılsın eski dostum?"

Amcam peşinden ilerledi ve elf ile tokalaştı. Bunu yapmak için neredeyse dizlerinin üzerine çökmesi gerekmişti.

"İyiyim El! Şu paslı portalları kullanmayalı çok uzun zaman olmuş."

Kısa bir süre elf ile lafladıktan sonra tekrardan kapıya ilerledi. Kollarımı kavuşturmuş bir şekilde onu bekliyordum.

"Gerçekten bana bakıcı tutmuş olamazsın."

"Sadece birkaç saatliğine," dedi ellerini iki yana açarak. "9'dan sonra, sen özgür bir büyücüsün."

Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Kendimi gülümsemeye zorladım ve bunun geçici olduğunu kendime hatırlattım. Amcam da bana tebessümle karşılık verdi. Ona zorluk çıkarmayacaktım. Turnuvaya kadar her şeyin yolunda gitmesini istiyordum.

"Peki," dedim.

Amcam omzumu sıvazladı. Değneğini lacivert renkli paltosundaki haznesine yerleştirdi ve evden çıktı. İçeriye adımlarımı sürüdüm. Elf amcamın koltuğuna bir güzel yayılmış, televizyon kumandasını eline almıştı.

"HARRY POTTER MI?!" diye ciyakladığında havaya sıçradım. Kafasını iki yana salladı. "Bunu izlememelisin küçük kız, bunlar zihin yıkıyorlar. Sihirli Dokunuşlar başlamış mıdır acaba?"

Ona Sihirli Dokunuşlar dizisinin Freddie adındaki baş karakter trajik bir şekilde ortadan kaybolduğu için final yaptığını söylemeyi düşündüm. Ama bu haberi ona veren kişi olmak istemiyordum, ya da öğrendiğinde orada bulunmak.

"Çalışma odasına iniyorum Regus," dedim yanından geçerken. Bana doğru bakmadan kafasını salladı.

Yukarı çıkan merdivenlerin altındaki kapının önüne ilerledim. Duvardaki kancaya takılı feneri aldım. Fenerin hemen altındaki kolu indirdiğimde, kapı gıcırdayarak aralandı ve basamaklar sırayla yerlerini aldı. Feneri yolumu aydınlatması için önüme doğru tuttum. Temkinli adımlarla alt kata indim.

Çalışma odası her zamanki gibi darmadağındı. Amcamın her bir köşeye yayılmış olan kitap yığınları, tüm masayı kaplayan parşömenler... Bu kadar dağınıklığın ortasında çalışabilen tek büyücü amcam olmalıydı. Ben de buna zamanla bağışıklık geliştirmiştim.

Kitaplardan oluşan sütunların yanından dikkatle geçerek çalışma masasına ilerledim. Feneri masaya bıraktım. Nereden çıktığını bilmediğim birkaç böcek etrafına üşüştü. Ellerimi çırptığımda, çalışma odasındaki ışıklar sırasıyla yanarak tüm odanın aydınlanmasını sağladı.

Sağ tarafımdaki kitaplığa ilerleyerek rafları inceledim. Uzun zamandır kullanmak istediğim kitap, kısa bir arayıştan sonra gözüme ilişti. Dikkatlice çekip alarak kitabı kucakladım ve masaya taşıdım. Masanın üstüne bıraktığımda, çarpmanın etkisiyle etrafa toz zerrecikleri yayıldı.

Kapağın üzerine işlenmiş altın renkli harfler, çalışma odasının ışıkları altında göz alıcı biçimde parlıyordu.

'Librum Magnus'

Amcamın tüm kütüphanesindeki en değerli kitaptı. Ne zaman başı sıkışsa bu kitabı kurcalardı. Aradığını bulurdu da. Şimdiye kadar bu kitaptaki büyüler benim seviyemin çok üstünde kaldığı için hiç yanına yaklaşmamıştım.

Çalışma odasının saatine bir bakış attım. Hala güçlerime kavuşmama bir saat vardı.

Kollarımı sıvadım ve amcam gelene kadar birkaç büyü öğrenmeye çalıştım. Bugün turnuvada onu gerçekten şaşırtmak istiyordum.

Kitaba iyice gömülmüştüm ki, kısa süre sonra masanın kenarında duran büyücü postasından gelen seslerle dikkatim dağıldı. Amcam büyü postası aracılığıyla sıklıkla diğer büyücülerle iletişim kurardı. İçimdeki merak ağır bastı ve büyücü postasını açtım.

İçinden sadece eski bir parşömen parçası çıkması beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Üstünde daha önce hiç duymadığım bir büyü yazıyordu. Herhangi bir isim, adres ya da not iliştirilmemişti.

Parşömen kağıdını da alarak çalışma odasından çıktım. Mutfağa girip sabahki pastadan bir dilim aldım ve oturma odasına girdim. Regus film izliyordu ve elinde patlamış mısırla dolu bir kase vardı.

"Ne bu böyle," diye mırıldandım kendi kendime. Pastanın bir parçasını ağzıma attım. Büyüyü telaffuz etmeye çalıştım.

"Fici- ficier. 'S' diye mi okunuyor?"

"Ne yapıyorsun evlat?" dedi Regus gözlerini filmden ayırmadan. Bir eski dönem dram filmiydi.

"Yeni bir büyü keşfettim," dedim. Ağzımdaki lokmayı yuttum ve kağıdı önüme doğru tuttum. Amcamın taklidini yaparak büyüyü söylemeye çalıştım. "Ficier Optum Faden Catum."

Kelimeler ağzımdan yuvarlandığı anda, bedenimde yabancı bir gücün dalgalandığını hissettim. Regus, kaseden kaptığı birkaç patlamış mısırı ağzına atmak üzereyken, eli havada donakaldı. Oturduğum yerde doğruldum.

"Regus?"

Adını seslendiğimde tepki vermedi. Koltuktan kalkarak Regus'a doğru ilerledim. Gözleri açık, ağzı aralanmış bir şekilde dümdüz karşıya bakıyordu. Elimi önüne doğru salladığımda da hareketsiz bir şekilde durmayı sürdürdü. Göz kapakları bile titreşmiyordu.

Elimdeki kağıda bir kez daha baktım.

"Ben... Seni dondurmadım, değil mi? Cevap ver lütfen Regus!"

Tepki vermemeyi sürdürdü. Ellerimle başımı tuttum.

"Öldüm ben. Bittim. Bu kadar işte. Bu son. Beni yatılı okula gönderecek."

Hemen arkamı dönüp televizyonun yanındaki kitaplığın raflarında bulunan büyü kitaplarını kurcalamaya başladım. Buralarda bir yerde bunu tersine çevirecek bir büyü olmalıydı. Olmak zorundaydı. Amcam tanıdığım en bilge büyücüydü. Buna çözüm bulacak bir kitabı olmalıydı.

Raflarda dizili kitapları birbiri ardına yere devirirken çaresizlik içinde bir büyü aradım. Ne aradığımı bile bilmiyor olmam benim açımdan büyük bir dezavantajdı.

"Of!" diyerek yüzümü ellerime gömdüm. "Bu bir kabus."

Sabah amcamla duyduğumuza benzer bir gürültü işittim. Kasaba kutlamalara başlamıştı. Adımlarımı mutfağa yönlendirerek pencereyi örten perdeyi sıyırdım. Kasaba gerçekten büyüleyici görünüyordu. Her zamankinden bile çok. Işık gösterileri başlamak üzereydi.

Huzursuzluk içerisinde oturma odasına geri döndüm. Televizyonda film oynamaya devam ediyordu. Regus hala aynı durumdaydı. Kumandayı aldım ve filmi kapattım.

O sırada, beynimde bir şimşek çaktı. Bunun benim için büyük bir fırsat olduğunu göremiyor muydum? Regus'a olan şey benim suçum değildi, ama artık kasabaya inmeme hiçbir engel kalmamıştı.

Regus'un kıpırdamadan karşıya bakan çekik gözleriyle aynı hizaya geldim.

"Bak, Regus,"dedim. "Amcam hemen gelecektir. Korkma, tamam mı?"

Yanıt vermedi.

"Öte yandan ben... benim gitmem gerek. Anlıyorsun değil mi?"

Hiçbir şey söylemedi.

"Tabii ki anlıyorsun. Yani, anlardın. Kaç yıldır kasabaya inmek istediğimi biliyor olsaydın. Of aman neyse. Regus bir şey söylesene!"

Donuk yüz ifadesiyle dümdüz karşısına bakmayı sürdürdü.

"Üzgünüm," dedim ve ayağa kalktım. Suçluluk duygusuna direnerek adımlarımı kapıya yönlendirdim. Askılıkta duran siyah pelerinimi alırken, bir kez daha arkama baktım.

Derin bir nefes alarak önüme döndüm ve karşımdaki kapıyı süzdüm.

"Bunu yapabilirsin."

Kapı kolunu indirdim, ve gözlerimi yumarak kendimi dışarı attım.

Soğuk hava ciğerlerime nüfuz etti. Heyecanla kendi etrafımda döndüm. Özgürlük böyle bir histi demek. Buraya ilk geldiğim zaman, burada özgür olacağıma inanmıştım. Şimdi tepeden aşağı koşar adımlarla inerken, eskiye asla dönemeyeceğimi anlıyordum.

Kasabanın ışıkları gittikçe daha da yaklaşıyordu. Rüyalarımı süsleyen sihirli dünyaya doğru koşarken, büyüsünün çoktan beni sardığını hissetmiştim. Kasaba, kendi içinde apayrı bir dünyaydı. Spot ışıklarının altındaymışçasına parlıyordu adeta.

Kendimi canlı renklerle bezeli dükkanların arasında buldum. Tabelasında dev bir şapka olan şapkacının önünden geçtim. Meydan kalabalıktı. Sokak lambalarına tutturulmuş süslemelerin ve ışıklandırmaların altında insanlar, müzikle dans ediyordu. Meydanın ortasındaki çeşmenin tepesine bir balkabağı kondurulmuştu. Etrafıma bakındım. İnsanlar komikti. Bizden korkuyorlardı ama bizim gibi giyiniyorlardı. Herkesin üstünde birbirinden farklı kostümler vardı. Vampirler, zombiler, cadılar ve büyücüler. Kasabaya inmek için doğru bir gün varsa, o da Cadılar Bayramı olmalıydı. Herkes farklı bir kılığa bürünmüşken asla tanınmazdım.

Beni düşüncelerimden ayıran, kalabalıkta birinin aniden bana omuz atması oldu. Sendeledim ve düşmemek için geriye bir adım attım.

"Çok özür dilerim."

Arkamdan gelen sesin kaynağına döndüm. Sivri dişli panço giymiş ucube bana resmen tısladı. Pelerinimi süzdü. Şaşkın bakışlarıma aldırış etmeden elini uzattı.

"Ben Kont Drakula. Şu anda bir cadıyla mı konuşuyorum?"

"Ne? Bu şahsıma bir hakaret," dedim içerleyerek. "Ay, yani kostümüme. Kostümüme demek istedim."

"Aa. Anladım," dedi gülerek. "Metod oyunculuğu. İnsanların arasına karışmaya çalışan bir cadı taklidi mi bu? BAYILDIM YAHU!" diye birden yüksek tonda konuştu.

"Ne oyuncusu?" dedim kafa karışıklığıyla. Kahkaha attı.

"İşte bu! Asla rolden çıkmadın, harikasın ya!" Gülerek yanımdan geçip gitti.

Adamın arkasından bakakaldım.

Düşüncelerimi bölen, karnımın guruldaması oldu. Bir dilim pastadan daha çok şey yemiş olmayı diledim bir an. İnsan kalabalığının üzerinde gözlerimi gezdirerek yürümeye başladım. Kısa süre sonra, eski çağ konseptiyle süslenmiş bir kafenin önüne geldim. İçerisi kalabalıktı. Kapıdan içeri adımımı attığımda, elinde zar zor dengelediği tabaklar olan bir garson 'Afedersiniz,' diye mırıldanarak yanımdan geçti.

Ayakta durmanın çok güvenli olmayacağını fark ederek, kafede boş bir masa aradım. Cam kenarında bir masayı gözüme kestirdiğimde, adımlarımı oraya yönlendirdim. Masaya oturduğumda, yanıma hiç para almamış olduğumu fark ettim. Elimi alnıma vurdum.

Pencereye döndüm ve bir süre dışarıyı izledim. Kısa süre sonra ne kadar aç olduğum aklımdan silinmişti. Işık gösterisi başlamıştı ve pencereden rahatlıkla izleyebiliyordum. Hiç bu kadar yakından görebileceğimi düşünmemiştim.

"İlk seferin galiba."

Bunu duymak yerimde sıçramama neden oldu. Dışarıyı izlemeye o kadar odaklanmıştım ki, tam karşıma oturan kıvırcık saçlı genci fark edememiştim. Beni birine benzetmiş olabileceğini düşündüm bir an.

"Sizi tanıyor muyum?"

Camdan dışarıyı izlerken bana cevap vermedi. Okyanus mavisi gözler ve kahverengi kıvırcık saçları vardı. Yüz hatları keskindi ve hafif bir tebessümle benim gibi ışıkları izliyordu.

"Bu kasabanın en gözde turistik mekanlardan biri olduğunu söylüyorlar," dedi ve geriye yaslanarak ellerini önünde kavuşturdu.

"Evet," diye mırıldandım. "Güzeldir."

Yüzündeki ifadeyi çözümlemek zordu. Ama bir şekilde ben onu tanımasam da, onun beni tanıdığına dair bir izlenime kapıldım.

"Gerçekten gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım," dedi gülerek. "Sürprizlerle dolusun."

"Anlamadım?" dedim. "Beni biriyle karıştırıyor olabilir misiniz?"

Ağzından nefes verdi, kafasını öne doğru eğerek bana bir bakış attı.

"Küçük kıyı kasabası Lueline'da saklanmış genç bir büyücü. Yıllardır neredeydin, söyle bakalım."

Söyledikleri ürpermeme neden oldu. Kimdi ve beni nereden tanıyordu? Bu yabancı benden ne istiyor olabilirdi ki? Belki seyahat ederken kendisi gibi bir büyücüye rastladığı için şaşıran bir gezgindi sadece. Buraya onun gibilerden gelenler olduğunu duymuştum.

"Savaşma," dedi ayağa kalkarken. "Etçildirler."

Başıyla selam verdi. Ben ne olup bittiğini anlayamadan kafeteryanın kapısına yöneldi ve dışarı çıktı. Ağzından çıkan cümlelerden birine bile anlam verememiştim. Işık gösterisini izlemeye döndüğümde, zihnimin her köşesini gizemli yabancı meşgul ediyordu. Bunun işsiz bir büyücünün vasat şaka anlayışından ibaret olmasını umuyordum.

Işık gösterisi sona yaklaşmıştı ki, kafeteryanın ışıkları gidip geldi. Zemin sarsıldı ve tüm kasaba bir anda karanlığa gömüldü. Bir süre panik içindeki insanların bağırışlarından başka hiçbir ses duyulmadı. Sonra zemin çok daha şiddetli bir şekilde sallanmaya başladı.

Pencereden dışarı baktığımda, devasa karanlık figürler görmemle ayağa fırladım. Değneğimi elime geçirdim. Yaklaşmakta olan devasa figürlerin bir troblin sürüsü olduğunu fark ettiğimde, korkudan bayılmak üzereydim.

Troblin denen yaratıkları sadece amcamın kitaplığından gizlice alıp gece yorganımın altında okuduğum kitaplarda görmüştüm. Bataklıkta yaşarlardı, oldukça vahşilerdi. Kendi türünden olanları bile gözünü kırpmadan yiyebildiklerini okuduğumu hatırlıyordum. Amcama bu yeni korkumdan bahsettiğimde, buraya gelmelerinin imkânsız olduğunu söylemişti. Troblinler bataklıklarını terk etmezdi.

O sırada camlardan birinin kırılma sesi, insanların her bir yana kaçışmasına sebep oldu. İçeri giren bir troblinle göz göze geldik. Gencin söylediği şeyi hatırladım.

Savaşma.

Kendimi hanın arka kapısına attım. Kapı kolunu hızlıca indirdim ve açılan kapıdan kendimi dışarı attım.

Dışarının durumu içerisinden farklı değildi. Her yerdeydiler. Ardıma bakmadan koşmaya başladım. Binaları ve çeşmeyi geride bırakarak eve doğru var gücümle koştum.

O esnada bir troblin, binaların arasından belirip beni kovalamaya başladı. Titreyen ellerimle değneğimi çıkarmaya yeltendim. Kemerimden ayrılan değnek, adrenalinin etkisiyle zangır zangır titreyen ellerimin arasından fırlayıp yere düştü. Kalbimin durmak üzere olduğunu hissettim.

O kadar hızlıydı ki, ondan kaçma mücadelem bir antilobun bir çitadan kaçma mücadelesine benziyordu. Ev hala çok uzağımdaydı ve aramızdaki mesafeyi her geçen saniye daha da fazla kapatıyordu. Beni yakalamasına ramak kalmıştı.

Mesafe kısaldıkça, pençelerini öne doğru atarak beni avlamaya çalışmaya başladı. Son vuruşunda sırtımdaki pençelerinin keskinliğini hissettim.

Gücüm tamamen tükenmesine rağmen, bacaklarıma yüklenerek ondan uzaklaşma mücadelemi sürdürmeye çalıştım.

İşte o anda, bir taşa takılıp yere kapaklandım.


➳⎯⎯ও∞ও⎯⎯➳

Nergis çiçeklerinin kokusu burnuma ilişiyor. Birinin beni taşıdığını hissedebiliyorum. Nefes nefese değil. Adımları düzenli, yürüyüşe çıkmış kadar sakin.

Gözlerimi aralamaya çalıştığımda, başarısız oluyorum. Parmağımı kıpırdatmak bile neredeyse imkansız geliyor.

Ölü müyüm? Ölüymüşüm gibi hissediyorum. Varlığım dünyadan silinmiş gibi.

Amcamı hayal kırıklığına uğrattım. Benden nefret edecek. Sözünü dinlemedim. Birden silüeti gözümün önünde beliriyor.

Hayır, amca lütfen. Bırakma beni. Senden başka kimsem yok.

Beni dinlemiyor. Elimi bırakıyor. Düşüyorum. Boşluktayım ve hiçbir şey hissetmiyorum.

O sırada bedenimi saran bir enerji ürpermeme neden oluyor. Elektrik çarpmışçasına tüm bedenime yayılıyor. Bir büyü enerjisi. Çok yabancı ve çok tanıdık.

Her şeye rağmen o gücü hissedebiliyorum. Bana ait olduğuna inanmak bir an için güç geliyor.

Bir fısıltı kulağımda yankılanıyor.

"Yakında tekrar karşılaşacağız."

Sesler kesiliyor ve büyü gücü kayboluyor. Düşmeye devam ediyorum.

➳⎯⎯ও∞ও⎯⎯➳

...Sylvia

Continue Reading

You'll Also Like

31K 5.5K 36
Huzurla yaşadığın evinde yalnız mısın gerçekten? Hiç tanımadığın ve sokakta gördüğünde yüzünü çevirdiğin biri ile paylaşmak ister misin? Peki ya on...
6.8K 944 12
"Lanetlenen ben iken lanetli hayatı yaşayan sen oldun."
50.6K 2K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
50.1K 3.9K 77
"Bulutlu bir gecede yıldızları göremiyor olman, onların var olmadığı anlamına gelmez." *** Satranç. En kutsal ve en ölümcül oyunumuz. Kralların o...