Düşünce Mahkumları

By Destvd

1.5M 67.3K 12.6K

Dünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. O... More

♤Düşünce Mahkumları♤
1♣Ömer (Sansar)
2♣Atlas (Altın Mızrak)
3♣Selim (Hokkabaz)
4♣Sena (Havuç Kafa)
5♣Vuslat (Renk)
6♣Atlas
7♣Selim
8♣Vuslat
9♣Sansar
10♣Selin (Matematik)
11♣Alparslan Gündoğdu
12♣Sansar
13♣Sansar
14♣Vuslat
15♣Selin
16♣Vuslat
17♣Sansar
18♣Selin
19♣Sansar
20♣Atlas
21♣Sena
22♣Selin
23♣Atlas
24♣Sansar
25♣Vuslat
26♣Sena
27♣Vuslat
28♣Vuslat
29♣Sansar
30 Ara Final Part 1♣Vuslat
30 Ara Final Part 2♣Selim
31♧Selin
32♧Atlas
33♧Doruk
34♧Atlas
35♧Vuslat
36♧Vuslat
37♧Atlas
38 ♧ Sansar
39 ♧ Doruk
40 ♧ Atlas
41♧Vuslat
42 ♧ Atlas
43 ♧ Atlas
44 ♧ Doruk
45 ♧ Sena
47 - Karanlık
48 - Aydınlık
49 - Balo
50 I Dost
51 I Hain
52 I Gerçeğin İki Yüzü
53 I Plana Sadık Kal
54 I Operasyon
55 I Kan ve Kar
56 I Uyumak Yok
57 I İnsan ve Nisyan
58 I Öfke ve Acı
59 | Paramparça

46 ♧ Doruk

9.1K 482 230
By Destvd


Bölüm 46: "Köprü"


Doruk

  Gece daha önce hiç hissetmediğim kadar soğuktu.

  Deponun camlarından içeri sızan sinsi soğuğu ensemde hissettiğimde uğursuz bir hisle irkildim. Karşımdaki buz mavisi gözlerin güneş gözlüğünün arkasından beni izlediğini hissettim. Gece gerçekten de buz gibiydi.

  Arkamdan esen ağır hava ensemden kayıp kulağıma doğru yol aldığında ürperdim. Karşımdaki adam deponun içine doğru rahat ve başıboş bir adım attığında güneş gözlüklerinin arkasından yakıcı gözleri bana döndü. Sanki daha önce bu depoda defalarca bulunmuş gibi etrafa göz gezdirmeden olduğu yerde bekledi. Arkasından bir adamın depoya girip kapıyı kapattığını fark ettim. Adam bana döndüğünde hiçbir şey okunmayan ifadesiz yüzüne baktım. Aras aynı Aras'dı. Gümüşpala'nın acımasız adamı.

  "Geceleri severim," dedi Gümüşpala, geceyi seven tüm canlıları geceden soğutacak kadar ürpertici bir sesle. "Ve nedense bu gecenin çok güzel bir gece olduğunu düşünüyorum."

  Masanın yanından milim uzaklaşmadan olduğum yerde bekledim. Bakışlarım Gümüşpala'nın yüzünde geziniyor - güneş gözlüğünü çıkarmadığı sürece bunu yapacak cesaretim vardı - ve ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordum. Bu bir kar kütlesine bakmaktan farksızdı.

  Konuşmak için bir an duraksadım. Bakışlarım kısa bir an arkasında temkinli bir şekilde duran adama kaydı. "Bu geceyi güzel kılan ne?"

  Gülümsedi. Dudakları anlık bir zevkle yukarı kıvrılmış, kaşları keskin bir koku almış gibi çatılmıştı. "Başarım," dedi. "Başarı duymak tüm gecemi bir anda güzel yapabiliyor." Ellerini üzerindeki siyah kumaş pantolonun cebine soktuğunda üstündeki siyah ceket geriye doğru kıvrıldı. Bu hali bile göze oldukça simetrik geliyordu. "Bir anda tüm dünyamı karartan şeyler de var tabii." Sesindeki ani değişim masanın altına uzanan parmaklarıma bir elektrik salmış gibi kaslarım kasıldı. Her an tetikte durmak, ölmekten daha da zordu. Yaptığım şeyden bir anda tiksinti duydum. Şu an bana zarar vermeye kalksa silahı bir an tereddüt bile duymadan ona çevirirdim. Belki tetiği bile çekerdim. Ölmesi her türlü işime gelirdi. Ama beni durduran şey çok daha derinlere dayanıyordu. Bunun ne olduğunu merak ettim.

  "İhanet," dedi ürkütücü sesi. "Sadakatsiz insanlar ihanet ederek benim dünyamı kısa bir anlığına da olsa karartabiliyorlar."

  "İhanet," dedim onun gibi. Bakışlarının üzerimde gezinişi beni rahatsız etmeye başlamıştı. "Senin dünyanla ilgilenmiyorum."

  Bakışları bir anda üzerimden kalkıp sadece birkaç saat önce kaldırdığım tüm o fotoğrafların, planların ve belgelerin olduğu duvara çevrildi. Bakışları masaya kaymadan önce "Bunlar da ne?" diye sordu. Kalbimin ağzımda attığını hissettim. Masaya doğru yaklaşacağını anladığımda karar vermek için çok kısa bir sürem vardı. Yapacağım şeyden emin değildim ama eğer şimdi onu engellemezsem şimdiye kadar kurduğumuz tek tük plan da yok olacaktı.

  Masanın altındaki elimi hızla çekip avucumun arasındaki silahı karşımdaki adama çevirdim. Gümüşpala'nın bakışları hızla bana döndüğünde arkasındaki adam görünmez bir hızla belindeki silahı çekip bana doğrulttu. Ensemdeki serinlik bir anda yok olmuştu.

  "Ne yapıyorsun?" diye sordu en ufak bir telaş belirtisi göstermeden. Dikkatini masadan çektiğini anladığımda masanın yanından ağır adımlarla ona doğru ilerledim. Aras namluda tuttuğu parmağına emir vermek için Gümüşpala'nın emrini bekliyordu. Gümüşpala rahat bir şekilde olduğu yerde hareket etmeden bekledi.

  "Seni öldürürsem ne kaybederim diye düşünüyorum," dedim. İçimdeki tüm o karmaşa ve telaşa muhalefet yüzümde soğukkanlı bir gülümseme belirdiğinde kendimden ürktüm. "Hiçbir şey kaybetmem."

  "Çok şey kaybedersin," dedi cebindeki elini güneş gözlüğüne götürürken. Parmakları pahalı gözlüğünü kavradı. Onu indirip bana acı veren bakışlarını çevirmesini bekledim ama parmakları orada bekledi. "Kendini," dedi çenesiyle beni gösterip. "Her şeyden önce kendini kaybedersin."

  "Seni öldürdükten sonra ölüp ölmememin ne önemi var?" Silahın ağırlığını avuçlarımda daha belirgin hissettim. Bunu yapmayacaktım, hadi ama bunu gerçekten yapmayacaktım! Neden sanki yapacakmışım gibi hissediyordum? Bu tamamen onun dikkatini dağıtmak için hazırlanmış bir oyundu. Bunu yapmayacaktım.

  "Ölmeni kastetmiyorum," dedi gülümseyerek. "Beni öldürmene izin vermeyen şeyi hissetmediğin söyleyemezsin." Güneş gözlüğünü çıkardığında soğuk gözleri gözlerime odaklandı. "Zihninin derinliklerinde merhamet denen şeyi ben bile hissedebiliyorum. İnsana bağlanma. İnsanı değerli görme."

  Gözlerim acıyla kasıldı ve tüm kaslarımın gerildiğinde hissettim. Hazırlıksız yakalandığım acı zihnime saldığı zehirle beni öldürecek kadar kuvvetlenmeye başladığında inleyip silahı tutan kolumu sabit tutmaya çalıştım ama bu imkânsızdı.

  Gümüşpala kafasını yana eğip bana baktı. Artık tüm dikkati masadan uzaklaşmış bana yönelmişti. "Bu depo," dedi ve yanlış bir şey söylemiş gibi durup bakışlarını deponun boyası dökülmeye başlamış duvarlarında gezdirip tekrar bana baktı. "Bu ev," dedi düzelterek. "Bir cesedin polis tarafından bulunması kolay olmayan bir yer."

  Ona öfke ve nefretle baktım ama ılıman bir iklime sahip olan yapım soğukkanlılıkla duruyor ve zihnimi ele geçiren bu adama mağlup olmayı reddediyordu. Silahı indirdim. Nasıl olsa ulaşmak istediğime ulaşmıştım. Bundan sonrası o kadar da önemli görünmüyordu.

  "Cesedimi kimsenin bulamayacağını ben de biliyorum," dedim. Silahı belime yerleştirip Aras'ın hala bana doğru tuttuğu namluya baktım. Bir tehdit anında silahımı alabileceğimi umuyordum. "Bu konuda sen ve adamların oldukça başarılı. Eğer gözlem yeteneği olan birine veya benim üstün zekâma sahip olmasaydık İskender Abi'yi acı içinde öldürdüğünü anlayamazdık."

  Gülümsedi. Bu gülümseyiş korkunç derecede gerçekti ve yaptığı şeyle gurur duyuyordu. Midemin bulandığını hissettim. Ben bir zamanlar bu adam için çalışıyordum. Lanet olsun. "Senin de sonun ona benzeyebilirdi ama bu konuda şanslısın. Çünkü sana ihtiyacım var. Amacıma ulaşmam için iyi bir köprüsün."

  Kollarımı göğsümde kavuşturup bir zamanlar emrinde olan bir adam olarak ona baktım. Neden her söylediğini yaptığımı düşündüm. Boş geçilmeyecek kadar iyi para verdiği veya emrimde adamlarının olması mıydı, neden? Zihnim inatla başını iki yana salladı. Neden kesinlikle bu değildi. Neden; evsiz olmayan birinin anlayamayacağı bir gerçekti. Bir yere ait olmak istiyorduk. Asya da, ben de. Çünkü eğer bir yere aitsen umut var demekti, eğer öyle olursa yaşamak isterdin.

  Doğuştan sahip olduğum düşünme gücü, sokakta büyümüş olmanın verdiği kimsesizliği sık sık zihnime misafir etse de geceleri yatağa uzanıp deponun boyası dökülmeye başlamış tavanına baktığımda 'yalnızsın' diyordum kendime. Kimsesiz kalmış yalnız bir adam. Bu o kadar derindi ki sanki kanıma işlemiş gibi damarlarımdan aktığını ve gün geçtikçe beni umutsuzluğa sürüklediğini hissediyordum. Kimseye sahip değilim. Hiçbir yere ait değildim.

  Sanki bu dünyada yokmuşum gibi.

  "Köprü," dedim onun gibi. Bu kelime nedense büyük bir hassasiyeti üstüne aldı zihnimde. Bir köprüydüm, hâlbuki ben bir evim olduğunu düşünmüştüm. Oraya kısa bir anda olsa, bu an o adamların gerçek yüzünü gördüğümde ve onlardan biri olmadığımı anladığımda sona ermiş olsa da, bir yere ait olduğumu hissettiğimi sanmıştım. "Hiçbir zaman size ait olmayan bir köprü."

  "Sen hiçbir zaman bir yere ait olmadın," dedi ellerini tekrar ceplerine sokup dik duruşundan taviz vermeden. Arkasında duran adamı, soğuk gözlerini bize dikmiş; sessiz ve sert bakışlarla bizi izliyordu. Silahını yavaşça indirdi.

 Kollarımı iki yana açıp serbest bıraktım.

 "Ben buraya aitim."

  Kelimeler karşımdaki adamın bedenine çarptığında Gümüşpala'nın hiçbir duygu barındırmayan gözlerinde bir an bir şeyler hissedebildiğini düşündüren bir dalga geçti. "Sen hep böyleydin. Zihninde benliğini ifade eden tüm düşüncelerin hep ait olduğun bir yeri arıyordu. Bir evi. Kendine ait olan birini araman gibi. "Ama o kız," dedi. "Aynan. Seninle aynı duyguları paylaşmayacak kadar canı yanıyor."

  Kaşlarım çatıldı. "Sen," dedim kısılmış ve soğuk bir sesle. "Bunu nereden biliyorsun?"

  Güneş gözlüklerini takıp birkaç adım geriledi ve kapıya dönüp gitmeden önce "Sizi haftaya evimde verdiğim maskeli baloya davet etmek için geldim," dedi. "Bir köprü olarak arkadaşlarına söyle. Cumartesi gecesi hepinizi orada görmek istiyorum. Hepinizi."

Vuslat

  Sanki şehrin en işlek caddesinde bir bomba patlatılmış gibi hızla önümüzden kanlı sedyeler geçiyor hekimlerin kesin ve sert emirlerini asistanların ve hemşirelerin telaşlı koşuşturmaları takip ediyor, tedirgin hasta yakınlarının bekleyişlerinin yanında annesi mutfaktayken koltuktan düşmüş bir bebeğinin ağlayışı yankılanıyordu. Tüm bu gürültü ve panik zihnimle kelepçelenmiş gibiydi. Suçumun cezası Atlas'ın kan içinde yere devrilmeden önce baygınlaşan siyah gözleriyle gözlerimin buluştuğu o kısa anı tekrar tekrar yaşayarak ödüyordum.

  O kısa an o kadar çok şey olmuştu ki zihnim bunu bana hatırlatarak canımı ne kadar çok yaktığının farkında değildi. Dünya döner durur, bir an gerçekten durur. Her şey durur. İnsanların heyecanlı bağırışlarıyla ağızlarından sıçrayan tükürükler, sinsi bakışlar, alkol kokan nefesler, para arayan gözler, ringde dövüşen genç boksöre imrenen çaylaklar, hırslar, öfkeler ve nefretler, hepsi havada asılı kalır, kalabalığın tezahürat yaparken havaya kaldırdığı yumruklar, bira şişeleri hepsi öylece durur, sevdiğin adamın kanı bile havada asılı kalmıştır, bilinçsiz bir bakışla karşı karşıya olduğun anda, işte o anda tüm dünya sizi bekler. Gözkapaklarınız sadece onun için inip kalktığında hiç kimse sizin insanlardan kaçarak gecelerin kuyularına inmiş bir adamın suskunluğunda ne bulduğunuzu anlayamaz.

  Gözlerimi silip nefes almaya çalışırken Sansar elini omzuma koyup beni kendine çekti ve bir abi gibi sırtımı sıvazlayıp "Ağlama be kızım," dedi. Şu anda söyleyebileceği en anlamlı şey bu olurdu zaten, her ne kadar gözyaşlarım bana itaat etmese de. Bakışları hızla hastanenin koridorunda gezinip konuşabileceği yetkili birini aradı ama koridor koşuşturan kalabalıkla doluydu. "Ben gidip bir doktor bulayım," dediğinde gürültüden dolayı onu anlamak için yüzüne dikkatle baktım. "Burada beni bekle." Gitmeden önce yalnız kalabileceğimden emin olmak ister gibi bana baktı bir an. Sonra uzun koridorda insanların arasından gözden kayboldu.


 Selim olsaydı, tıpkı Sena'nın Atlas'ın maçında midesi bulandığında yaptığı gibi saçlarımdan papatya çıkarırdı. Gözlerimden akan yaşların ıslattığı dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirdi. İnsan buydu işte; acıların ve kayıpların geride bıraktığı aciz yaratık.

 Üzerimdeki lacivert elbisenin eteklerindeki dikişleri izlerken başımdaki baskıyı atmayı çalıştım. Ağrı bebeği muayene etmek için içeri aldıklarında hafiflemiş olsa da, bebeğin hala acıyla bağıran sesini duyuyordum ve bu ağrımın hafiflemesini engelliyordu. Dakikalar alınan kesin bir kararla yıllara çevrilmişti sanki, Atlas'ı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki durumunun kötü olduğundan emin oldum. Kimse bana ne olduğunu söylemiyor, hemşirelerin sözleri 'Biraz daha bekleyin'den ileri gitmiyordu.

 Yüzüne aldığı her bir darbeyle başının savruluşunu hatırladım. Keyfi yerinde olduğu zamanlar yüzünde beliren kendinden emin gülümsemeyi bir daha göremeyecekmişim gibi hissettim. Onu en son gördüğümde keskin yüz hatlarının ona sunduğu çarpıcı yüzü aldığı darbelerin etkisiyle şişmişti.

  Maçta kendini kaybettiğinde gözlerinde gördüğüm donukluğu Sansar'a anlatırken hissettiğim o boğucu his yine beni buldu. Özellikle kulağına aldığı darbeler sanki bana iniyormuş gibi kulağımın sinir bozucu bir ağrıyla sızladığını hissettim. Ellerimi gözlerime bastırıp dışarı çıkmak için can atan gözyaşlarımı tuttum. Daha fazla ağlamamalıydım. Bakışlarımı kaldırıp Sansar'ın az önce kaybolduğu koridora baktım.

 Yanına gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım. Atlas'a bir şey olmuş olsa bile Sansar bunu benden gizleyebilirdi. Ayaklarım bir anlık panikle yere kuvvetlice basıp beni ayağa kaldırdı. Ali Amca'ya haber vermeliyim, diye düşündüm. Atlas'ın durumu iyi değil, dedi zihnim. Canı yanıyor. Sol kulağına çok fazla darbe aldı. Gözleri şişmişti. Yüzünde morluklar... Maçı Atlas kazandı. Pençe yere yıkıldı. Asla yenilmeyen katil boksör... İnsanlar Altın Mızrak'ın adını haykırıyor. Tiz çığlığım tüm binada yankılandı. Atlas'ın bilincini kaybetmeden önceki donuk bakışlarını buldu gözlerim. Sol kulağım...

  Elimi yavaşça sol kulağıma götürüp musallat olan acıyı başımdan savmaya çalıştım. Adımlarım hastanenin koridorunda birbirini takip ederken doktorların sesini duydum. "Çevre yolunda büyük bir kaza olmuş. Ölü sayısı daha belli..." "Son gelen hastanın durumu ağır." "Dokuz aylık bir bebek koltuktan düşmüş. Röntgen sonuçlarını size ulaştırırım. Şu ana kadar kusma görülmedi ama..."

  Ve daha onlarca uğultu.

  Bakışlarımı etrafta gezdirirken Sansar'ın yeşil hırkasını aradım. Bakışlarım acilin kapısına kaydığında içeriye giren sedyedeki hastanın kandan görünmeyen yüzüne baktım. Adamın üstü çıplaktı. Etrafında koşuşturan önlüklü kalabalık bağırarak bir şeyler söylüyordu. Sedyeyi çevik adımlarla takip eden iri bedeni gördüğümde olduğum yerde durdum.

  Kalabalık önümden hızla koşuştururken adamın çatılmış kaşları ve sertleşmiş yüzüyle hızla ilerlediğini gördüm. Görevliler tarafından içeriye girmemesi için durduruldu. Arkasını döndüğünde onunla birlikte koşturarak hastaneye gelen boksörlere bakmadan bir iki adım ilerleyip öfkeyle bağırdı ve hastanenin duvarına tekme attı. Bakışlarını etrafta gezdirirken bir an beni fark etmiş olacak ki donuklaştı. "Sen," dedi iğrenti dolu bir sesle.

  Babamın gülümseyip saçımı çektiği bir anı hatırladım. Gülümseyince derin gamzeleri yüzünde belirmişti ve samimiyetle bana bakıyordu. Annemden bahsettiği zamanlarda baktığı gibi bakıyordu. İlk tanıştıkları anı anlatışı aklıma geldi. Üniversite yılları. Sokak dövüşleri.

  "Babamı sen öldürdün," dedim belli belirsiz bir sesle. Sesim birden kuvvet buldu. "Babamı sen öldürdün!" Koridordaki herkes bir anda bize döndü. Güvenlik görevlisinin bakışları anında bize yöneldi, bir tanesi bize doğru ilerlediği sırada öfkemi tüm bedenimde hissettim.

  Sinir bozucu bir şekilde güldü. "Onu ben değil," dedi beni göstererek. "Sen öldürdün. Senin yanında yenilmek istemediği için öldü!"

  Öfkeyle ileri doğru atılıp "Hayır!" diye bağırdım karşımdaki adamı ittirirken. "Onu öldürdünüz! Siz arkadaşınızı öldürdünüz!" Karşımdaki adam yıkılamayacak kadar kastan oluşuyordu. Yumruklarımı art arda göğsüne indirirken deli gibi ağlıyordum. Demir Yumruk beni tutmaya çalıştı. Güvenlik görevlisi bize doğru koşmaya başladığında hastanedeki herkes bizi izliyordu.

  "Ama ne var biliyor musun?" Polat Yenilmez bu kargaşadan memnun gibiydi. Beni daha da öfkelendirmek ve bu girdabın içinde hepimizi boğmak istiyordu. "Bir an bile pişmanlık duymadım." Gözleri yalnızca hasta ruhlu bir adamın sahip olacağı kadar çılgın bakıyordu. Ama pişmanlığını gizlemeyi başaramamıştı.

  Güvenlik görevlisi aramıza girmeye çalıştığı sırada güvenilir bir kol beni geriye çekti. Tüm bu kargaşada güvenilir sesi anında tanıdım. "Vuslat!" diye bağırdı Sansar.

  "Bırak!" Ağlamaktan güçsüz düştüğüm için çaresizce kollarından kurtulmaya çalıştım ama Sansar beni güvenli bir mesafede tuttu. "Bırak beni! Bu adam Atlas'ı bu hale getirdi!"

  "Tek suçlusu sen ve annensiniz küçük hanım!" diye bağırdı Polat Yenilmez. Sesi tüm koridorda yankılandığında güvenlik görevlisi adamı sakinleştirmeye çalışıyordu. Sansar beni arkasına alıp adamı illeri ittirdi.

  Parmağını adama doğru uzattığında Yılan, Semih ve diğer boksörler ileriye atıldı ama bu Sansar'ın umurunda olmamıştı. Öfkesine hakim bakışları tehditten uzak ve sesi oldukça netti. "Kapa o çeneni, yoksa ben kapatırım."

  Polat Yenilmez öfkeden kararmış gözleriyle Sansar'a bakıp ellerini havaya kaldırdı. "Ne haliniz varsa görün!"

  Sansar hepsinin üzerinde meydan okuyan bakışlarını gezdirdi. Güvenlik görevlisinin ortamı sakinleştirme çabalarını görmezden gelip bana döndü. "Gidelim buradan," dedi sakin bir sesle. Koluma girip beni koridorun diğerin ucuna götürürken tüm bu öfke ve üzüntüyü kaldırmayacak kadar yorulmuş bacaklarımı zorlukla hareket ettiriyordum. Koridorun sonundaki koltuklara beni oturturken ellerini omuzlarıma koydu. Önümde yere çömeldi ve gözlerime bakabileceği bir hizaya geldi. "Sakin ol," dedi. "Ağlama sakın. Atlas iyi olsun ben o adamın icabına bakacağım. Atlas da bu olanları onların yanına bırakmaz zaten. Korkma."

  "Biliyorum," dedim ağlarken. "Atlas'ın durumu nasılmış? İyi mi o?" Gözyaşlarımdan o kadar bulanık görüyordum ki gözlerimi silmeye çalıştım.

  "Görmeme izin vermediler. Merak etme iyi olacak." Gözlerimin içine inanmam için ısrarla bakınca başımı salladım. Sansar doğrulup yanıma oturdu ve elini cebine götürüp telefonunu çıkardı. Dizlerimin üzerinde birleştirdiğim ellerime başımı yaslarken "Ali Abi," dedi telefona doğru. Derin bir nefes aldım ve korkuyla bekledim. "Atlas maçta yaralanmış. Telaşa kapılma hemen... Biz Vuslat'la hastanedeyiz... Tamam dikkatli gel."

Sena

  "Ben de çay istiyorum abla," diye diretti Nisa. Masadaki peynire daha rahat uzansın diye peynir tabağını ona doğru ittirirken "Bu kızın inadı kime çekti," diye söylendim kendi kendime. Dolaptan bir çay bardağı çıkarırken tezgâhta duran iki bulaşık bardağa baktım. Çay bardağı ile kupanın arasına sıkıştırılmış kâğıdı daha yeni fark ediyordum.

  Uzanıp kâğıdı elime aldığımda yavaşça gülümsedim.

 Yeşil bakışlarını içime hapsettim Havuç Kafa. Artık huzurluyum.

Doruk

  "Sol kulağına aralıksız aldığı sert darbeler orta kulağına zarar vermiş," dedi doktor dikkatle yüzümüze bakarken. Vuslat Adamın yüzüne tedirgin bir bakış attığında adam konuşmaya devam etti. Geceden kalan yorgunluğun göz altlarında bıraktığı iz gece hastanenin yoğun olduğunu gösteriyordu. "Bir süre denge problemi yaşaması doğal. Tavsiyem ona dengesini sağlaması konusunda yardımcı olmanız. Aynı zamanda çene ekleminde incinme var. Başına aldığı darbeler boyun bölgesine de zarar vermiş ama kalıcı bir hasar yok gibi görünüyor."

  Sansar elini Ali Abi'nin omzuna vurup gülümsediğine Ali Abi'nin rahat bir nefes aldığı belli oluyordu. Vuslat Atlas'ın terden kirlendiği belli olan siyah saçarını okşadı. "Ne zaman kendine gelir?"

  "Fazla uzun sürmez ama yine de birkaç gün daha hastanemizde istirahat etmesinde fayda var. Geçmiş olsun."

 "Teşekkürler," dedi Sansar adamın elini sıkarken. Atlas'ın yatağının yanındaki deri koltuğa otururken "Çok şükür," dedim.

  Sansar samimiyetle gülümseyip Ali Abi'yi koltuğa yöneltti. "Size söylemiştim, Çakma Boksör'e bir şey olmaz." Ali Abi yanıma oturduğunda Sansar da sırtını duvara verip dostuna baktı. "Onu en iyi ben yumruklayabilirim."

  Vuslat tüm gece ağlamaktan solmuş yüzünü Atlas'a çevirdi, yorgun bakışları sevdiği adamın artık hiç de ona aitmiş gibi durmayan yüzünde umutsuzca gezindi. Yüzü keskin yüz hatlarını gizleyecek kadar şişmiş, pürüzsüz duran beyaz cildi morlukların dışında yeşilimsi bir renk almıştı. Sol kulağı ve iki eli de sargıdaydı. Kaşının kenarı yırtıldığı için bantla kapatılmıştı. Korkunç gözüküyordu.

  Kısacası –pek de kısa olmayan bir şekilde- Atlas'ın Atlas olduğunu bilmeseydik, Atlas demezdik.

  Sansar kafasıyla işaret edip odadan çıktığında onu takip edip arkasından ben de çıktım. Kapıyı kapatırken Vuslat'ın tekrar yaşarmaya başlamış gözlerini gördüm. Ali Abi'yle ikisini yalnız bırakmak daha iyi olacak gibiydi.

 Dışarı çıktığımda Sansar koridordaki duvara yaslanmış kapüşonunu başına geçirmişti. Ona tuhaf bir bakış attım.

  "Kapalı bir ortamda bir insan neden kapüşonunu başına geçirir ki?"

  Sanki bana öylesine cevap veriyormuş gibi "Görüş alanını kısıtlamak tek bir düşünceye odaklanmanı kolaylaştırır," dedi. Ellerini cebine sokup karşısındaki duvara yaslanmamı bekledi. Yaslanıp çok sık yaptığım gibi kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Vuslat çok korkmuş," dedi bakışlarını yerde gezdirirken. "Ağlamaktan neler olduğunu zor anlattı."

  "Ne olmuş peki?" diye sordum Atlas'ın bu kadar tanınamaz hale gelecek kadar dövülmesini sıradan bir boks maçına bağlamayı mantığım pek de kabul etmiyordu. Onu kafedeki adamları yere sererken görmüştüm, asla bu kadar kötü dövüleceğini düşünmezdim.

  "Atlas gidip çalıştığı mekânı basmış. Artık onlarla çalışmayacağı söyleyince son bir maçla işini bitirmeye karar vermişler." Bakışlarını kaldırıp canı sıkılmış gibi bana baktı. "Ve Atlas'ı Vuslat'ın babasının son maçını yaptığı boksörle dövüştürmüşler."

  İçimi çekip etrafıma bakındım. Yer altının bir oyunuydu bu işte, istesen de bulaştığın bataklıktan çıkmana izin vermezlerdi. Atlas kendine geldiğinde bu olanları o heriflerin yanına bırakmazdı asla, ama yine de gidip o adamları dövmek istedim.

  "İlginç bir şey söyleyeyim mi?" dedi ve hafifçe sırıttı. "Maçı Atlas almış."

  "Nasıl ya," dedim şaşkınlıkla. "Maçtan sonra mı bilincini kaybetmiş?"

  "Adamı yere devirdikten sonra Altın Mızrak da yıkılmış. Vuslat anlattı. Maç esnasında bir ara kendini kaybetmiş. Öylece adamın ona vurmasına izin veriyormuş. Vuslat çok boş baktığını söyledi. Sanki... Sanki karlı bir havada gökyüzünden yağan karları izliyormuş gibi. O an o kadar çok darbe almış ki Vuslat öldüğünü sanmış. Yüzü o zaman bu hale gelmiş işte."

  Kaşlarımı çattım. "Neden peki?"

  "Sana da söylemedi değil mi?" dedi başını duvara yaslayıp tavana bakarken. Ona söylemediği bir şey varsa şayet, başka hiç kimseye söylemediğine emindim. İşte şimdi gerçekten de canı sıkılmış gibiydi. "İkinci Evre gibi duruyor."

 "Atlas mı?" Başımı iki yana salladım şaşkınlıkla. "Emin misin?"

 "Ali Abi anlattı. Daha önce de olmuş. Kendini kaybediyormuş. Hiçbir şey hissetmiyormuş, duymuyormuş. Sanki başka bir boyuttaymış gibi. İkinci evreden şüphelenmiş ama beyefendi ne bana ne Vuslat'a ne de sana... Hiç kimseye bir şey söylememiş."

  "Hay Allah'ım," dedim elimle saçlarımı sıvazlarken. Sena'dan sonra ikinci evre yolcumuz belli olmuştu anlaşılan. "Her şey üst üste geliyor. Bir yandan Sena, bir yandan Atlas, bir yandan Asya bir de balo çıktı başımıza."

  "Balo?" dedi kaşlarını çatıp.

  "Maskeli," dedim ben de kaşlarımı çatıp.

  "Tamam, o zaman. Bir şebek olmadığımızı kalmıştı zaten."

  Gülüp ellerimi ceplerime soktum onun gibi. "Gümüşpala geldi sen gittikten sonra eve. Planları görmesin diye adama silah doğrulttum." Gülüp başını yana eğdi. "Bir şey yapmadım tabii ki, ben senin kadar manyak değilim."

  "Balo mevzusuna gelirsek?" dedi elini hızlanmam için elini havada ileri sararken.

  "Cumartesi gecesi balo varmış evinde. Az önce evinin adresini mesaj attı."

  "Bu adam," dedi doğru kelimeyi bulmak için düşünürken. "Gavur mu ya? Başımıza tuhaf tuhaf işler açıyor." Bu lafına gülümsedim, haksız bir tespit değildi ve herhalde en iyi bu şekilde ifade edilirdi. Kendini duvardan ittirdi. "Vuslat gitmeye ikna olmaz şimdi. Sena'yı arayıp söyleyeyim de ona temiz bir şeyler getirsin. Gece üçümüz burada kalırız. Sen planla ilgilenirsin."

  "Sena'yı sen ara tabi," dedim gülerken. Onu sinir edeceğimi anlayıp bana ters bir bakış attı.

  "Aksakallı dede mi arasın, ben arayacağım tabi." Başımı ağır çekim de sallayınca "Hadi gene iyisin," dedi benim gibi gülerken. Merdivenlere doğru geri geri yürümeye başladı. "Sen de Cadı'ya haber ver de sonra niye bana söylemediniz diye bana çemkirmesin."

  Ben de ona ters bir bakış attım ama uzatmadan arkamı dönüp telefonumu çıkardım. Sanki bunu bekliyormuşum gibi. Arkamdan güldüğünü duydum ama oralı olmadım. Selin'in sesini duymak istiyordum.

Sansar

  Merdiven basamaklarına yöneldiğim anda cebimden telefonumu çıkarıp Havuç Kafa'yı aradım. Doruk'un görmediğinden emin olmak için geriye doğru kısa bir bakış attım diline düşmemek için.

  "Efendim Sansar," diye açtı telefonu. Yamuk bir şekilde gülümsedim.

  "Kimin telefonundan mesaj attın?" diye sordum. "Beni özlediğini yazmışsın."

  "Ben mesaj falan atmadım." Birden öfkelendiğini hissettim. "Biri sana mesaj atmış, hem de seni özlediğini yazmış. Kimmiş o?"

  "Bilmem," dedim gülümsemem git gide daha da belli olurken. Yanından geçtiğim genç bir kız ona gülümsediğimi zannedip yüzüme baktı. Bir yandan da Atlas'ı bu hale getiren herifin odasını arıyordum. "Ben de sen sandım."

  "İtalya'daki dostlarındandır belki," dedi hiç de memnun olmamış bir sesle. "Başka bir şey söylemeyeceksen görüşürüz."

  "Dur dur!" dedim hemen. "Bunun için aramadım." Odayı bulunca adımlarımı yavaşlattım. Odanın kapısı açıldığında doktorla beraber Polat Yenilmez odadan çıktı. Yanımdan geçerlerken ne konuştuklarını duymaya çalıştım ama Sena "Ne var?" dedi biraz yüksek ve öfekelenmiş bir sesle.

  "Atlas dün gece maçtan sonra baygınlık geçirmiş." Bir an durdum ve daha fazlasını yapamadığımı fark edip zorlamamaya karar verdim. "Rakibi benzetmiş yani bunu biraz."

  "Ne?" dedi daha da fazla bağırarak. "İyi mi?"

  "Bağırmayı ne zaman keseceksin," dedim huysuz bir sesle. "Durumu iyi ama daha kendine gelmedi. Vuslat da yanından ayrılmak istemiyor. Vuslat için temiz kıyafet falan bir şeyler getirir misin? Bu gece Ali Abi'yle beraber üçümüz burada kalırız."

  "Tamam," dedi tedirgin bir sesle. Üzüldüğünü hissedince "Merak etme," dedim. "Durumu kötü değil."

  "Gelirken sen de bir şey istiyor musun?" diye sordu.

  "Senden başka mı?" dedim belli belirsiz bir sesle. "Hayır."

  "Ne dedin?"

  "Yok bir şey," dedim. "Gelince görüşürüz." Karşılık vermesini beklemeden telefonu kapatıp cebime attım ve odaya doğru ilerledim hızlı adımlarla. Kapıyı tıklatmadan açtım ve yine görünmez bir hızla kapıyı kapatıp odanın içinde dikildim. Yataktaki adam daha kendine gelmemişti ve oldukça kötü görünüyordu. Ama yine de adamın beni hissettiğini hissettim.

  "Selam," dedim ellerimi kot pantolonumun cebine sokarken. "Atlas'ın bu işte o kadar da kötü olmadığını görmek istemiştim ama..." Fazlasıyla gördüm. Adamın yüzü Atlas'ın ki kadar şiş olmasa da tamamen dağılmıştı. Burnundaki sargıya bakılırsa bizimki bir ara coşmuş olmalıydı.

  Arkamdaki kapı açıldığında omzumun üstünden geriye baktım ve kibirli duruşuyla kaşları çatılmış Polat Yenilmez'i gördüm. "Ne işin var senin burada?"

  Önüme dönüp yatakta yatan adama baktım. "Durumu nasıl?"

  "Niye seni ilgilendiriyor?" dedi bana doğru ilerlerken. Yanımda durup kaslı kollarını göğsünde kavuşturdu ve üzerime doğru sert bir yüz ifadesiyle baktı. Yüzündeki faça izi öfkesinden dolayı daha da bir belirginleşmişti.

  "Bunu anlaman biraz zor ama..." dedim ona dönüp. "Herkes sizin kadar cani değil. Kardeşim uyandığında birini öldürüp öldürmediğini merak edecektir."

  Yüzündeki ifade tereddüt etti. Dostluk hakkında gerçekten de bir şeyler bilip bilmediğini merak ettim. Ya da Atlas'a gerçekten de değer verip vermediğini. Sert bakışları kendini korusa da bakışlarımın onu kızdırdığını biliyordum. "Sonra yine görüşecek olsak da şimdilik hoş çakalın."

 Adamın yanından geçip kapıya doğru ilerledim ve aralık bıraktığı kapıdan geçmeden önce omzumun üstünden tekrar geriye baktım. Dişlerini birbirine bastırmış kasıntı bir şekilde bana bakıyordu. "Uyandığında ona iyi haber vermek istiyorum," dedim. Yataktaki adama kısa bir bakış attım. "Dua edin de yaşasın."



Destvd



Biz bütünüz, tek yüreğiz. Ne dahilden, ne hariçten yıkamazlar bizi!


Continue Reading

You'll Also Like

1M 98K 78
O bir hırsız. Dahası dolandırıcı ve yalancı. O bir profesyonel. Üstelik gerçek bir dâhi. Ve şimdi polisin ona ihtiyacı var.
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

61.2K 2.2K 35
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
4.2M 370K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
-DENEK 016- BkDk By Zoe_xy

Mystery / Thriller

13.1K 1.4K 27
"Bu çocuk niye konuşmuyor?" Diye sordum adam kemerini düzeltmekle uğraşırken. Yamuk durduğunu yeni fark etmiş olmalıydı. "Üzerinde denediğimiz ilaçl...