Güz Sancısı (Beyzadeler Konağ...

De KimyaGC

1M 66.9K 15.4K

Yaşamaya başladığı his karmaşası beraberinde bir sarsıntı ile geldi Yusuf'a. Bu o değildi. Başını daha da dik... Mais

Kesit
1. Bölüm
2. bölüm
3.Bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
26. bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36. Bölüm
37.Bölüm
38.bölüm
39.Bölüm
40. Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47. Bölüm
48.Bölüm
49. Bölüm
50.Bölüm
51.Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55.Bölüm
56.Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66.Bölüm
67.Bölüm
68. Bölüm
69.Bölüm
70. Bölüm
71.Bölüm
72. Bölüm
73.Bölüm
74. Bölüm
75.Bölüm
76.Bölüm
77.Bölüm
78.Bölüm
79.Bölüm
80.Bölüm
81.Bölüm
82.Bölüm

25. Bölüm

15.6K 1.2K 311
De KimyaGC

Bir çığlıkla yangın yerine dönmüştü karanfil sokak.. Ölümün yüzü soğuk sırtı kamburdu.. Her coğrafya da aynı karşılanır sadece keder bırakıp giderdi.. Aynı zamanda haktı ölüm. ALLAH'ın biçtiği vakit dolmuş ise ne bir saniye erken nede bir saniye geç tecelli ederdi. Sadece sebebi ve biçimi değişirdi. Bu da bazı ölümleri çok daha acı çok daha unutulmaz kılardı yazık ki.

Ardı arkası kesilmeyen çığlıklardan sebep bahçeye koşturan üç genç hemen yan konağa geçti. Açık olan çift kanatlı kapıdan içeri girdiklerinde bütün duyu organlarını çürütecek kadar kötü bir kokuyla karşılaştılar. Burundan girip beyne ulaşacak kadar güçlü ve yakıcı.

Çürümüş et kokusu..

"Aman yarabbi bu da nedir böyle" dedi Ömer elini burnuna kapatırken. Yusuf ise kokuyu almamış kadar agresif ve panik içinde bütün odaları tek tek gezmeye başlamıştı. Hışımla açtı önüne çıkan her bir kapıyı. Giriş katta yoktu aradığı. En son elini mutfağın kapısına atmıştı ki yukarıdan gelen ses ile koşarak çıktı merdivenleri.. Ve ayakları onu taşımayı koridorun sağında ki açık kapının önünde bırakıp yere çiviledi.. Gördüğü manzara kanını dondurdu.. Gülnihal'in annesi ve kardeşi..

Ölmüşlerdi.

"Beni bir başıma bırakıp nasıl gidersiniz?"

Ve Yusuf için zaman durdu. Bütün tezleri çürüdü. Tecrübeleri yüz çevirdi. Duyduğu cümle kulaklarına değdi de beynine ramak kala durdu sanki. Düşünemedi o an. Sonra ki süreç cinayet gibi bir haftaya bıraktı yerini. Adeta cesetler kentine döndü yuvaları. Gece gündüz dinmeyen yağmurlar hüzne demo oldu. Bacası tütmedi konağın. Sıcak yemek pişmedi hiç. Kuşlar bile uğramadı mahalleye. Çiçekler küstü , ağaçlar yaprak döktü sanki. Günler öylede böylede geçti. Bir tek şey taze kaldı. Gülnihal'in acısı.. Ve devasa kederi..

"Nasıl olur böyle bir şey aklım almıyor. Bir adım yerden ruhumuz duymadı. Ne acı Ya rabbi"dedi.. Serra hatun kendi kendine.. Herkes salondaydı Gülnihal odasındaydı yalnızca.. İlk gece sabaha kadar ağlamış defin işleminden sonra ağzını bıçak açmamış dahası bir hayalet gibi odasından başını bile çıkarmamıştı.

"Veba.. O meret geldi mi ocak söndürmeden gitmez" dedi Ahmet bey..

"Evet hekim bey veba dedi ama" deyince Yusuf. Mustafa bacaklarının üzerine eğilerek oturduğu sedirden dogrularak konuya dahil oldu. "Ama?"

Yusuf "Aması şu; şaibeli birşeyler var. Ne olduğunu bilmiyorum ama bulacağım" diye merakını giderdi kardeşinin.

Mustafa kaşlarını kaldırdı. Abisi hislerin de pek yanılmazdı ve bu konuda onun yanında olmalıydı" Sen kafana takmış isen, peşini bırakmazsın bilirim abi. Yalnız uğraşma beraber bulalım" dedi. Yusuf ise cevap vermeden yere bakmaya devam etti. Bir haftadır vicdanı yeyip bitirmişti benliğini.. O olaydan dakikalar önce Gülnihal'e söylediklerini unutamıyordu bir türlü" Bıktım senden git" demişti. Gülnihal'in gideceği bir evinin, sığınacağı kimsesinin kalmadığından bir haber. Dalgın düşüncelerini derin bir nefes ile böldüğünde salonda ki herkes gözlerini ona çevirmişti.. Üzülmekten başka bir şey vardı göz bebeklerinde. Aylardır göremedikleri asilik, sinir ve karakterine ilmek ilmek nakş edilmiş hırçınlık.. Serra hatun tam Gülnihal Yusuf'u değiştirmeye içinde ki merhametli erkek çocuğunu ortaya çıkarmaya başladı diye düşünürken bu yaşananlar ve Yusuf'un davranışları yaşlı kadını tekrar endişelendirmişti.. Yusuf kalkıp salondan tok adımlarla çıkar çıkmaz çekinmekten konuşamayan Hamza devreye girdi.

"Anne" dedi " Yengem nasıl bir haftadır yüzünü görmedim" Serra hatun küçük oğlunun cümlesi ile gözünü, elinde ki Medine işi haki taşından olan tesbihten çekip baktı.

"Nasıl olsun yavrucak. Bir gece de kolu kanadı kırıldı. Kolay değil yaşadıkları.. Hiç kolay değil" dedi yutkundu ve beyaz baş örtüsünü eli ile düzeltip devam etti "Konuşmuyor, yemiyor, içmiyor, uyumuyor. En korkuncu da ağlamıyor bile. Bu hiç hayra alamet değil.. Odasında pencerinin önünde oturup duruyor. Tıpkı yaşamıyor gibi. Ölü gibi.."

Doğru diyordu Serra hatun.. Gülnihal o günden sonra sadece nefes alıyordu sanki. Tek yaşam belirtisi buydu belki de. İçi kül olmuştu.. Geçmişi yanmıştı, sırtını dayadıkları, dünü, bugünü belki yarınları yanmıştı. İçi nasıl sağlıklı kalacaktı. Herkesin düşündüğünün aksine günlerdir içinden konuşuyor aynı cümleleri tekrarlayıp duruyordu..

"İki hafta boyu gelmedim, hayırsızlık vefasızlık ettim.. Gelseydim belki..... belki.."

Asıl yangın yeri yüreğiydi. İlk iki gün inanamamış, şoka girmişti. Ve olayın gerçekliğini idrak ettiği andan itibaren vicdanı yüreğini baltalamıştı. Hastalanıp yalnız ölmüşler ve çürüyene kadar kapılarını açan olmamıştı.. Çok acı...

Yusuf odaya girdi. Etraf zifiri karanlıktı. Elinde ki gaz lambasını duvarda ki çiviye asıp bir kaç adım attı. Gülnihal'i iki saat önce odadan çıkarken nasıl bıraktıysa öyle buldu. Pencerenin önünde ki ahşap tabure de oturmuş halde hala karşı konağa bakıyordu... Yüreği burkuldu.. Gülnihal'i hep çok güçlü zannederdi. Kendisine karşı şımarık ve asi olduğu için, gururundan ve dik duruşundan ödün vermediği için bu halini hiç görememişti. Savunmasız, güçsüz, dayanıksız küçük kız çocuğunu.

Yaklaştı bir kaç adım.

"Gülnihal"

"İyi misin?" diye sordu kısık bir sesle.. Tam da beklediği gibi olmuştu... Yanıt vermeyi bırakın kımramadı bile karısı. Taş gibi duvar gibi.. Yok gibi..

Saatlerce oturdular aynı yerde.. Bir kaç kez daha seslenip yanıt alamayınca uykuya yenik düştü Yusuf.. Ve o gece bir rüya gördü.. Rahmetli Hatice kadının ve Gülnihal'in gördüğü aynı rüyayı..

Karanlık ve yağmurlu bir gece de bir uğultu kulaklarından girip ciğerlerini delercesine korkuyla yatağından kaldırıyordu genç adamı. Daha ne olduğunu anlayamadan kendini yan konağın bahçesinde buluyordu. Çığlıklar ve boğuk kız çocuğu sesi daha da derinden gelmeye başladığı esna da karşısında Gülnihal beliriyordu. Beyaz elbisesi uçuşurken güzel saçları da yüzünün önünde savruluyordu. İlk önce yağmur damlası isabet etmiyordu genç kıza. Kocası hayretle bakıyordu karşısında duran kadına, ne olduğunu anlayamıyordu. Hava da ki sis küçük çocuk çığlıklarını, göğü yırtarcasına yağan yağmuru, oraya nasıl geldiğini. Anlayamıyordu işte.

Sonra yüzü açılıyordu Gülnihal'in. Güzel gözlerinden yaşlar süzülürken artık yağmur değiyordu tenine. Ve üzerine değen her bir yağmur damlası kan oluyordu.. Bire bir aynı kabusu gördü Yusuf karısının aynı kabusu defalarca gördüğünden habersiz yay gibi doğruldu yatağında.. Terlemişti.. Hızlı hızlı nefes alıp verirken eli ile alnını silip yakardı rabbine "Sen hayra çıkar ya rabbi"

Pencereden içeri hücum eden rüzgar perdeyi savururken baktı etrafa. Bir an için hala kabusta olduğunu zannetse de, bilincinin açık oldugunu anlaması uzun sürmemişti.. Doğrulup oturdu gözlerini tamamen açtı ve elini saçlarına daldırıp kahküllerini geriye aldı.. Sonra ayaklarını sallandırdı. Gülnihal'i merak etmişti fakat oda, o gece zifiri karanlık olduğu için hiç bir şeyi seçemedi. Pencerenin önünde ki yarım mum aklına geldi. Elini uzattı ve bir kaç deneme sonrası ulaşabildiği mumu yaktı. Tam ayağa kalmıştı ki Gülnihal'in yatağının boş olduğunu gördü. Banyo da olabilir mi diye geçirdi aklından ve akabinde kapıyı tıklattı. Ses gelmeyince aralayıp baktı yoktu.

Gülnihal yoktu..

Uyku sersemligi ve rüyanın ağırlığı yerini korkunç bir endişeye bırakıp son sürat kaçarken kendini hemen odadan dışarı attı.. Üç katta ki her bir salona tek tek bakıp mutfağa indi hiç bir yerde yoktu. Sonra konağın kapısının açık olduğunu fark etti. Yağmur sesi geliyordu. Zaman kaybetmeden bahçeye indi. Dış kapı açıktı. Servet efendi de, orta da gözükmüyordu..

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura aldırmadan çıktı bahçeden ve diğer konağın kapısından baka kaldı.. Bahçenin orta yerinde dikiliyordu karısı.. Çıplak ayakları çamur içindeydi. üstünde rüyada ki gibi beyaz uzun bir elbise ile..

Sırıl sıklam oluşu uzun süredir aynı noktada dikildigini gösteriyordu.. Buz gibi oldu kocasının, yanan ciğeri..

"Ahh be kadın" dedi Yusuf "Ah be... Neden yapıyorsun bunu kendine?" Sonra ilerleyip önünde durdu karısının.. İşaret parmağını çenesinin altına yerleştirip başını kaldırdı yerden ve gözlerini gözlerine hizalayıp baktı merhamet ile..

"Gülnihal... Yapma böyle. Ölmek mi istiyorsun.. Ben gelmesem ne olacaktı, sabaha kadar burada durup zatüre mi olacaktın?" dedi sitem ile sentezli.. Islak kirpikleri birleşti kızın. Sıkı sıkı kapatıp, sanki günlerdir hiç nefes almıyormuş gibi büyükçe bir nefes aldı ve gözlerini açtı tekrar.

"İçim ağrıyor" dedi "Hiç yanmadığı kadar canım yanıyor.. Yüreğim daralıyor.. Ama ölemiyorum... Böyle yaşayamam ki ben.. Dayanamıyorum.. Ama ölemiyorum" dedi ve ağlmaya başladı.. İlk hayat belirtisini vermişti kocasına.. İnsan asıl ağlayamazsa ölürdü. Yenileyemezdi kendini. Kurur kalırdı köksüz ağaç gibi. Kurduğu cümlelerden sonra lâl oldu dili yine.. Belki de artık konuşacak bir şeyi kalmadığını düşünüyordu ...

Yusuf bir adım attı ve yüreğinde ki acıyı o an bariz hissettiği kadını kendine yaslayıp sarıldı.. Bütün derdini, kaderini alacak kadar uzun süre bırakmak istemedi.. Kollarının arasında yaşasın, orada nefes alsın, göğsünde ağlasın istedi. Sadece onun yanında, onun göğsünde ağlasın da kendinden başka kimse karısını göremesin istedi..

Vel hasıl; Gülnihal Yusuf'un yüreğine çok önceden dokunmuş ve gizledigi gökyüzünde kanat çırpmaya yine çok çok önceden başlamıştı.. Anladı genç adam.. Gardını yıkmıştı bu kadın ve kendi imparatorlugunu inşa etmişti kocasının kaburgasının içinde..

O kadar kederin ortasında büyüyordu Gülnihal..

Yusuf'un içinde, o küçük erkek çocuğu ile birlikte büyüyordu .

Omuzlarından tutup uzaklaştırdı kendinden. Parmaklarını usulca kaldırıp önce gözlerini sildi. Sonra ise yüzünü yıkayan yağmur sularını.

"Artık odamıza gidelim. Yoksa ikimiz de üşüteceğiz burada" dedi.. Bir kaç adım attıkları an Gülnihal'in durması üzerine yanlış yaptığını fark etti.. Dizlerinin bağı çözülmüştü dermanı yoktu kızın. Nasıl olacaktı ki. Yemiyor içmiyor ruh gibi yaşıyordu günlerdir.

Gülnihal tekrar yürümeye yeltenince "Dur" dedi. "Dur sakın hareket etme" Ve eğilip kucağına kaldı karısını.

"Kuş kadar kalmışsın, bana bile kök söktüren o dişli hatuna yakışıyor mu, bu haller Gülnihal" dedi kucağında ki karısına bakarken. Gülnihal ise yine odaklı bir noktaya bakıyordu o an. Belki taşındığının bile farkında değildi. Yusuf onu duymadığını fark edince boşuna konuşuyor olduğuna kanaat getirip sustu.

Gerçekten bir kuş taşıyormuş gibi rahat çıktı odalarına.. Sonra bir kelebek bırakır gibi oturttu onu banyoda ki tabureye.. Dokunsa kanatları ezilecekmişte bir daha asla uçamayacak pembe bir kelebekmiş gibi. Yıkadı çamurlu ayaklarını.. O an da kendinde olmayan tek Gülnihal gibi gözükse de Yusuf'ta kendinde değildi belki. Yada hiç yapmayacağı bunca şeyi yapıyor olması bu zamana kadar karısına yaptığı bütün haksızlıkların kefaretiydi. Vicadanını rahatlatıyordu belki. Günah çıkarma gibi..

Gaz lambasını söndürdü. Üzerini değiştirecekti ve utansın istemedi.. Belki şuuru açılıverirdi. İnce fikirliydi esasen Yusuf. Bazen dünyanın en kaba insanı olabiliyorken, bazen kibar bir İstanbul beyefendisine dönüşüyordu.. Önce karısının üzerini değiştirip yatırdı yatağa, ardından kendi üzerini değiştirip oturdu yanı başına ve o uykuya dalana kadar nefessiz bekledi..

Sabaha kadar Gülnihal sayıkladı, Yusuf dinledi.. Gün ışıdığında hala uyanmayan karısını bırakıp çıktı ve büyük salonda ki cemaat namazına katıldı. Ahmet bey önde dört evladı arkasında..

Evden çıkmadan önce usulca annesine yaklaştı Yusuf.. Bir kaç deneme sonrası dilinde ki zinciri kırıp attı..

"Gülnihal pek iyi değil ana. Gün içi çıkıp bir konuşsan... Seni dinler " dedi fısıldar gibi.. Ve annesi gözlerini kocaman açıp imalı bir ifade sergilediği an gard alıp atağa geçti..

"Vicdan bu vicdan ana.. Hiç öyle bakma bana"

"Kandırma kendini" dedi annesi "Sevgi olmadan kimse kimsenin kahrını çekmez.. Sen dürüst bir adamsın, kendine de dürüst ol" diye cümlesini tamamlayıp, yaptı yine Serra hatunluğunu.. Yusuf ise savaşta cephenin düştüğü belli olsun diye sallanan beyaz bayrak gibi susup çekildi kenara.

Gün boyu aklı bir Gülnihal'e gitti bir de annesinin söylediğine. İşe giderken büyük manifaruracının oraya gelip durdu ve karşı caddede ki kahvehanenin önünde ki asmanın oraya baktı. Onu yaklaşık üç ay önce ilk kez orada görmüştü.. Ama o gün gördüğü ve 'Köpeklerle konuşan delinin biri' diye adl ettiği kız, şuan endişelendiği kız değildi. Akşamı nasıl etti bilemedi.. Hava kararmaya başlar başlamaz besmele ile indirdi kepenkleri. Ve evine yöneldi.

Gün sadece ona değil herkese zor geçmişti. Kimsenin tadı, tuzu yoktu.. Keder durgun su buğusu gibi kuşatmıştı etraflarını köşe bucak..

Zeliha dolu tepsiyle inerken Yusuf girdi eve..

"Hoşgeldin abi"

"Hoş buldum Zeliha.. Bugünde mi bir şey yemedi?"

Zeliha gözleri ile elinde ki tepsiyi işaret etti "Yemedi. Günlerdir her öğün tepsiyi bırakıp sonrasında aynı şekil de alıyorum. Dokunmuyor bile. Endişeleniyorum abi.. Korkutuyor bu hali beni. Günden güne eriyor resmen"

Yusuf'un sert sûreti gölgelendi. Kaşları gerildi, alnında ki çizgiler ortaya çıktı. Dişlerini sıktı ve zoraki bir kaç cümle kurdu.

"Sağol Zeliha. Sen yine her gün yemek çıkarmaya devam et.. Bir gün yiyecektir" dedi ve kolunda ki ceketini kahve tonunda ki ayaklı askıya asıp yukarı yöneldi..

Zeliha mutfağa girerken Hamza geçti yanından başı yerde, hiç konuşmadan, bakmadan usulca.. Zeliha ise kendini, yine onu görmezden gelip giden delikanlının ardından bakarken buldu. Ne olduysa iki hafta önce olmuştu ve o gün bugündür genç adam Zeliha'ya hayalet muamelesi yapıyordu. Görmüyordu onu.. 18 yıldır ilk kez görmüyordu.

Üzüldü genç kız. Fark etmeden yaralamıştı onu, kırmıştı.. O öyle yanından geçip giderken içi söküldü sanki.. Tonlarca ağırlık çöktü yüreğine ve karar verdi bir fırsatını bulup konuşmalıydı onunla..

Dakikalar boyu bunu nasıl yapacağını düşündü durdu ama bir türlü istediği fırsatı yakakayamadı. En sonunda vazgeçip mutfağa tekrar döndü.. Döne kalfanın yoğurduğu hamurun üzerinde ki örtüyü kaldırıp mayasının gelip, gelmediğini kontrol etti. Ardından çömlekten peynir çıkardı bakır tabağa.. Yufka açıp börek yapacaktı. Hem belki Gülnihal'de iki lokma bir şey yerdi. Tam işine konsantre olduğu sıra önüne bir gölge düştü. Kalbi çarptı.. Hamza'ydı bu. Gölgesini tanımıştı.. Heyecanlandı biraz da çekindi, nasıl konuşacağını bilemedi. Başını kaldırdığı an gidiyor olduğunu görüp son şansını değerlendirdi.

"Hamza" diye seslendi.. Hamza durdu fakat ne arkasına dönüp baktı, ne de yanıt verdi.

"Seninle konuşmam lazım bu gece yarısından sonra bahçeye gel.. Lütfen" dedi.. Cümlesi biter bitmez Hamza yürümeye devam etti..

Geleceğim dememişti... Ama gelmeyeceğim de dememişti.. Kesinlikle bekleyecekti Zeliha.. Sofrayı kaldırıp bulaşığı yıkadığı süre boyunca saate baktı durdu. Pişman olmuştu. Ne diyecekti ki? Kendine kızdı. Ama gelip gelmeyeceğini de merak etmişti.. Herkes odasına çekilip konak sakinleştiği vakit Zeliha mutfakta oturuyordu. Saat gece yarısını geçtiğinde hemen bahçeye çıktı.. Endişesi ve korkusu arttı. Biri görürse masumaneden çok edepsiz bir durum imajı çizebilirdi ve utançtan kimsenin yüzüne bakamazdı.. Hem 15 dakika olmuş ve Hamza'da gelmemişti zaten..

Pişmanlığını yanına alıp odasına dönme kararı verdi. Kuru bir özürden başka kelamıda olmayacaktı keza.. Şiddetli rüzgardan dolayı yüzüne yapışan başörtüsünü kurtarmak isterken bir yandan da önünü görmeyerek yürümeye devam etti..

Ve küçük bir çarpışma akabinde, Zeliha'nın ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden, elini uzatıp kızın yüzüne yapışan başörtüyü kaldırdı Hamza.. Günler sonra ilk kez göz göze geldi cam gibi mavi gözlerle.. Ne çok özlemişti...

Özlemekte değildi ki bu .. Yarım kalmak, her daim eksik hissetmek demekti.. Bir bakışa muhtaç kalmak demekti.. Kirpigine gölge vurur diye endişeden heba olmak demekti..

Continue lendo

Você também vai gostar

271K 22.8K 39
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
1M 55.8K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
426K 22.4K 49
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
66.1K 1.7K 22
"Han." derken dudaklarım titredi. Bedenlerimizin yakın olması ise bedenimi titretti. "Güneş." dediği an kalbime bir ok saplandı sanki. Yer yerinden...