Sensiz Ben

By semaela01

7.3K 482 1.3K

Elvan EKİN Hayat dolu bir genç kız. En ufak bir şeyle bile mutlu olan biri. Renklere aşık! Her birinde farklı... More

❤Tanıtım❤
❤GİRİŞ❤
❤2.BÖLÜM❤
❤3.BÖLÜM❤
❤4.BÖLÜM❤
❤5.BÖLÜM❤

❤1.BÖLÜM❤

739 81 130
By semaela01

Merhaba Umut Ailesi! İlk bölümümüz hayırlı olsun. Devamı kısa sürede gelecektir.

Bölümü canım arkadaşım yaseminkilvan Zehra'ya ithaf ediyorum.

Size de ithaf etmemi istiyorsanız bu pasaja yorum bırakmanız yeterli olacaktır.

Multimedia- Elvan'ın giydiği kıyafetler.

Keyifli okumalar!!
❤_______1.Bölüm_______❤

"Yaradan varsa umut daima var olmalıdır."

Hayatımı mutlu ve umutlu bir şekilde yaşamamı sağlayan bu cümle kulağıma babam tarafından fısıldandığında henüz dört yaşındaydım. Ben bu söz sayesinde, her sabah gözümü umutlu bir güne açıyordum. Bana bu hayatta 'imkansız' diye bir şeyin olmayacağını hatırlatıyordu. Her zaman umut olmalıydı. Her kötü durumda O'na güvenip O'na sığınmalıydık. Bana göre hayat sınavında ancak umutla hemdem olanlar başarıya ulaşabilirdi. Bu umut kimi zaman insanı sukût-u hayâle uğratsa da, insanoğlu kaderin getirdiği acıya ve yenilgiye karşı daima dirayetli olmalıdır. Benim şuan yapmaya çalıştığım gibi...

Annemin hastalığını öğrendiğimiz günden bu yana bir ay geçmişti. Yoğun belirtiler etkisini gösterdiğinde zaman kaybetmeden hastaneye gitmiştik. Yapılan testler sonucunda beyninde tümör olduğunu öğrenmiş, ağır bir darbe almıştık. Bu darbenin acısını çok az da olsa dindiren şey, tümörün iyi huylu olup kanser hücresi taşımamasıydı. Her ne kadar iyi huyludan kötü huylu tümöre geçiş yapma ihtimali olsada bunu yok sayıyordum. Annem iyileşecek, eski sağlığına kavuşacak ve babam gibi beni bırakıp gitmeyecekti.

Babamı 1 yıl önce yağmurlu bir günde kalp krizinden kaybetmiştik. O günden beri yağmurdan nefret ederim. Sağanakla gelen yağmur, babamı da yanına alıp gökyüzünü terk etmişti. Oysa ne kadar da severdim yağmuru... Yağmur her seferinde pencerelerimizi tıklattığı zaman koşar adım dışarı çıkardım... Kollarımı iki yana açarken, boncuk boncuk yağan yağmurun yüzümü ıslatması ne kadar da hoşuma giderdi... Ya şimdi? Yağmurun yağdığı her gün bana babamı hatırlatırdı. Odanın en tenha köşesine geçerdim ve bu sefer yüzümü ıslatan yağmur taneleri olmazdı; gözyaşlarım olurdu.

Hâlâ başıma ne gelirse gelsin, beni her beladan çekip kurtaran kahramanım, bir gün geri gelecek ve bizi bu sıkıntılardan kurtaracak diye beklenti içerisindeydim.

Beni, yanında güvende hissettiren tek insandı. Ama artık o yoktu. Kahramanım beni derin bir kuyuya fırlatmış artık bana yardım etmiyor, benim kendi çabalarımla o derin kuyudan çıkmamı bekliyordu. Ama şunu unutmuştu ki, ben ona alışmıştım. İçinde bulunduğum her kötü durumda, kolumdan tutup tek seferde çıkarmasına alışmıştım...

Her geçen gün kokusuyla beni büyüleyen kahramanımı, o kadar çok özlüyordum ki...

Şu an yapabileceğim tek şey alışmaktı.

Sadece alışmak.

'İnsanlar, hayatlarında bir şeye alışmak için bazı alışkanlıklarından vazgeçmek zorundadır.' diye fısıldadı iç sesim.

Bende tıpkı böyle, yokluğuna alışmak için, babamla olan alışkanlıklarımdan vazgeçmeye çalışıyordum. Başarılı olur muydum? Bu tartışılmaya açık bir konuydu.

***

Sabahın ilk ışıkları odamı aydınlattığı an, gözlerimi mutlu bir şekilde bitmesini dilediğim bir güne araladım. Yataktan çıkmadan önce güzelce esnedim. Üzerimdeki ince pikeyi kenara kaydırıp yataktan çıktım. Başımı pencereden dışarı çıkarıp temiz havayı içime soludum. İçime dolan hava ile umudumun yeşil ışığı yandığında mutlulukla gülümsedim. 'Bugün çok güzel olacak.' diye içimden tekrar ede ede rutin işlerimi halletmek için banyoya gittim. Bugün, benim için uygun olan iş ilanlarını yazdığım not defterimdeki adreslere gidip şansımı deneyecektim. Şuan çalıştığım işin maaşı bize yetmediği için yeni bir iş aramaya başlamıştım. Annemin çalıştığı zaman, kıyıda köşede biriktirmiş olduğu para suyunu çekince ve de annemin ilaçları için para yetmeyince bu karara varmıştım.

Selin ve Cem ile birlikte çalıştığımız kafede çok eğlenceli vakitler geçirmiş olsakta, oradan ayrılıp maaşı daha yüksek olan bir işte çalışmaya mecburdum. Selin benim bu dünyada tanıdığım en iyi ve en tatlı arkadaştı. Annelerimizin arkadaş olmasının, bizim de arkadaş olabilmemizde payları da epey büyüktü tabii. Küçüklüğümüzden itibaren hiç ayrılmaz, hep beraber eğlenir beraber üzülürdük. Bu zor zamanlarımda da beni yalnız bırakmamış, benimle birlikte işe başlamıştı. Tabi aynı şekilde Cem'de öyle. Cem ile 3 yıl önce evimizin yakınındaki parkta bir kavga esnasında tanışmıştık. Lisedeyken, ben ve Selin'den hoşlanmayan, bizi kıskanan kızlar parka gelmişlerdi ve çok kalabalıklardı. Bir anda üstümüze çullanan kızlardan bizi koruyan ise Cem olmuştu. Cem'in ailesi buraya yeni taşınmıştı ve biz de bu kavga sayesinde tanışmış, çok iyi arkadaş olmuştuk. Ayrılmayan üçlü olarak hep beraberdik. Beni hiç yalnız bırakmadılar, hep yanımda oldular. Ben -eğer olursa- başka bir işte çalışacağım için üzülüyordum ama buna mecburdum. Onlara bunu açıkladığımda üzülmüşlerdi ama ben gitsemde işi bırakmayacaklarını söylemişlerdi. İkisinin de ihtiyacı olmamasına rağmen çalışmak istemelerine şaşırmıştım. Velhasıl, bugün o ilanlarda yazan bir işe mutlaka alınmalıyım.

Banyodaki işlerimi hallettikten sonra mutfağa geçmeden, annemin odasına uğramak istedim. İçeriye sessiz adımlar ile girip annemin başucunda durdum. Yere çömelip annemi uyandırmamaya gayret göstererek, güzelim ince saçlarını okşamaya başladım. Benim güzel yüzlü meleğim...
Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayacak olan meleğim, kanadındaki yaraları sarıp iyileşecek olan meleğim... Gözümden süzülen yaş titrek bir yol çizerek çeneme ulaştığında, elimin tersi ile kurulamaya çalıştım. Annem, benim bir tanecik meleğim gözümün önünde eriyip gidiyordu. Her sabah yatakta cenin pozisyonunda durup acı içerisinde kıvranışını görmek içimi dağlıyordu ve onun bu şekilde acı çekmesini engellemek için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Tümör iyi huyluda olsa kötü bir yerde olduğu için günlük aktivitelerini yerine getirmesinde ona çok engel teşkil ediyordu. Bir yandan annemi hastaneye götürüp bir yandan da işte çalışmak çok zor olacaktı. Bunu nasıl başaracağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. O kadar çok ağlamıştım ki artık gözlerim aşırı derecede yanıyor ve gözlerimi her kırptığımda acıyı daha çok hissediyordum. Fakat kalbimdeki kadar değildi... Ona bir şey olacak diye o kadar çok kaygılanıyordum ki... Bu ihtimalin olma olasılığı bile tüm vücudumun kasılmasına ve bir titreme dalgasının yayılmasına yetiyordu. Âh-u Zâr etmenin ne bir manası ne de bir yararı vardı. Anneme destek olabilmem için bilhassa benim dimdik ayakta durmam gerekiyordu. Kendimi toparlayıp gözümdeki yaşları sildikten sonra odadan çıktım ve evi temizlemeye başladım.

***

Temizliği bitirip annemle güzel bir kahvaltı yaptık. Bulaşıkları yıkadıktan sonra görüşmelere hazırlanmak için odama gidip giyinmeye başladım. Kıyafetlerim başkalarının eskileri olsa da bunu fazla takmıyordum. Sonuçta zenginler bir kere giydiği giysiyi bir daha giymezlerdi. Değil mi?  En uygun kıyafet olarak siyah, diz hizasında, düz ve sade bir elbise seçtim. Saçlarımı at kuyruğu yaptım. Kulağıma parlak, altın renginde bir küpe taktım ayağıma ise siyah ve topuğu altın rengi ile kaplanmış bir topuklu giydim. Elime yine siyah bir çanta aldım. Hafif bir makyaj ve kırmızı bir ruj ile her şey tam oldu. Kırmızı ruju unutmuyoruz, o önemli. Günlük yaşantımda siyahı pek tercih etmezdim. Daha çok cıvıl cıvıl renkleri giymekten yanaydım. Çünkü ruhumu çok iyi yansıtıyorlardı. İlk gün olduğu için iyi bir izlenim bırakmak istemiştim.

Annem kapıya kadar gelmişti beni uğurlamak için. Bu sabah yine ağrıları vardı. Her şey annem içindi. Her şey bizim mutluluğumuz içindi. Bugün güzel bir iş bulacağım diye içimden kendime söz verdim. Annemi öptükten sonra kendine iyi bakması için onu iyice tembihledim. Tümör riskli bir yerde olduğu için görme, duyma, konuşma, anlama gibi özelliklerin zayıflamasına neden oluyordu. Onu çok yormamam gerekiyordu. Kendime son kez baktıktan sonra hazır olduğumu anlayıp dışarı çıktım. İlk olarak, dört adım ötemizde olan Selinlerin evine gittim. Kapıya vurur vurmaz Selin kapıyı açtı. Beni gördüğü an kapıyı hemen geri kapattı. Ben ne olduğunu anlamadan Selin kapının arasından kafasını uzatıp "Sen de kimsin ve Elvan'a ne yaptın çabuk söyle?" dediğinde olayın aslını anlamış oldum. "Elvan, bu sen misin? Bu ne hal?" Beni siyah giysiler ile en fazla üç kere görmüş olan Selin, beni bir an karşısında böyle bulduğu için şaşırmasını gayet normal karşıladım.

"İş görüşmelerine gideceğim. Unuttun mu?"

"Unutmadım da, uzun zamandır seni böyle siyahlar içerisinde görmeyince şaşırdım. Ama çok güzel olmuşsun, her zamanki gibi..."

"Ya, çok teşekkür ederim canım arkadaşım." deyip Selin'e sıkıca sarıldım.

"Selin, kim geldi kızım?" Selda teyzenin sesini duyunca kollarımı Selin'den ayırıp annesine seslendim.

"Günaydın Selda Sultan, ben geldim. Nasılsın bakalım?" deyip yanaklarını sıkmaya başladım. Akabinde yanaklarına öpücükler kondurdum.

"Deli kız, rahat dur. Sanada günaydın. İyiyim, sen nasılsın kuzum benim."

"Bende iyiyim, teşekkür ederim. Selda Sultan ben kızını kaptım kaçıyorum. Yoksa geç kalacağız. Hadi öptüm.” dedikten  sonra Selin'i çekiştirmeye başladım. Biz çıktığımızda Selda Sultan arkamızdan seslendi.

"Annen uyandı mı kızım?"

"Evet uyandı. Biz gidiyoruz, size mutlu günler."

Selda teyze, annemin en yakın arkadaşıydı. Küçüklüğüm hemen hemen onların yanında geçmişti. Bu mahalleye taşınalı uzun zaman olmuştu. Gelir durumumuz ne çok iyiydi, ne de çok kötü. Evimiz kiraydı. Sağ olsun ev sahibimiz Necla Teyze, parayı geciktirdiğimizde anlayışla karşılayıp ödememiz için bize biraz daha zaman veriyordu. Fakat evimiz pek de güzel sayılmazdı. İki tarafı evlerle, girişin sol tarafında da ufak bir dükkanla kaplıydı. Rutubetlenmiş odalar. Güneş almayan ev. Yazın çok sıcak, kışın ise çok soğuk geçerdi. Bir gün ölüleri evimize getirseler hiç şaşırmazdım. Ciddi derecede morg kadar soğuktu. Rutubetin odalara yayılan kokusu ise nefes almayı engelleyecek kadar kötüydü. Yine de yatacak bir yerimiz olduğu için her gün Allah'a şükrediyordum.

Selin'le beraber dar sokakta ilerlerken, "Heyecanlı mısın?" diye sordu.

"Hem de nasıl. O kadar heyecanlıyım ki, ellerim titriyor baksana." deyip ellerimi gösterdim.

Selin, "Merak etme, ben inanıyorum. Kesin bir işe alınacaksın. Hem seni almayıpta kimi alacaklarmış, hıh?" dediğinde gülmeye başladım. Kendime güvenim biraz daha artmıştı, Selin sayesinde. İyiki böyle bir arkadaşa sahiptim. Bugün eve çok mutlu bir şekilde döneceğimi hissediyorum. Aksini düşünmüyordum bile...

Benim karakterimde, eğer iki olasılık varsa ve bundan biri kötüyse ona yer yoktu. Çünkü hep bardağın dolu tarafına bakardım. Tabii istisnalar olabilirdi. Yine de sonuç olarak istisnalar kaideyi bozmaz.

"Alacaklar değil mi?" diye Selin'e sordum.

Selin "Tabi ki alacaklar senin gibi çocuk sevgisi taşıyan kaç insan var ki?" dedi. Dün araştırdığımız iş ilanlarının birinde bakıcılık yazıyordu. Benim kardeşim olmadığı için çocukları ve bebekleri o kadar çok severdim ki her gün komşularımızın çocukları dışarıda oyun oynarken, en az birini sevmeden eve gitmezdim. Bakıcılık bana zor gelmezdi. Aslında şu an iyi bir maaşı olan hiçbir iş bana zor gelmezdi. Çünkü zamanım ve seçme hakkım yoktu. Aslında tek istediğim bu iş görüşmesinde kabul edilmekti. Diğer iki yerinde adresini not almıştım. Biri garsonluk bir diğeri ise satış danışmanlığıydı.

"Umarım dediğin gibi olur."

Çalıştığımız kafenin önüne geldiğimizde Selin, elimi tuttu ve "Bol şans" dedikten sonra kollarını boynuma doladı. Bende kollarımı ona sıkı sıkı sardım. Selin kulağıma "Başaracaksın." dediğinde, her şey için teşekkür ettim.

Ayrıldığımızda, bize doğru yaklaşan Cem ile göz göze geldik. Cem çok şakacı ve esprili biriydi. En mutsuz anınızda bile sizi kahkahalara boğabilecek kapasiteye sahipti o derece.

Cem tam yanımızda durduğunda "Ooo bizim prensesimiz nereye gidiyor böyle?" dedi yüzüne yayılan tebessümle. "Evin tek çocuğu olmak kolay değil, bilirsin. Geçen gün bahsettim ya, yeni bir iş için görüşmeye gidiyorum." dedim bende onun gibi tebessüm ederek.

Selinlerin durumları bize göre oldukça iyiydi. Evleri onlara aitti ve bir arabaları vardı. Ayrıca Selin benim gibi mecbur olduğundan değil hobi olarak çalışıyordu. Okula bir sene geç yazıldığım ve üniversite sınavında yüksek bir puan almama rağmen istediğim yer gelmediği için üniversiteye yirmi yaşında başlamıştım. Diş hekimliğinin bir senesini bitirmiştim ve bu sene gidemeyeceğim için okulumu dondurmak zorundaydım. Selin de benim gibi okula geç başlamıştı ama o biraz tembel olduğu için -Selin duymasın- barajı zor geçmişti ve istediği bölüme puanı yetmemişti. İç Mimarlık için benimle beraber tekrar çalışmaya başladı ve ikimizde istediğimiz bölümleri kazandık. Annemin hastalığını öğrendikten sonra iş aramaya başlamıştım. Bizim evin yakınlarındaki kafeye görüşmek için gittiğimde Selin de yanımdaydı. Üç kişilik elemana ihtiyaç vardı.  Selin de kafa dağıtmak için bu şirin kafe de çalışıyordu. Babam vefat ettiğinde, annem ben okuyayım diye çalışıp, beni yetiştiriyordu. Annem beyin tümörü denen bu illeti olduğu için eve artık ben bakıyordum ve annemin iyileşip tamamen eski sağlığına kavuşması için dişimi tırnağıma takacaktım.

"Hadi bakalım sana güveniyorum. Koş işi kap gel." diyen Cem'in alayla söylediği sözler ufak çaplı bir kahkaha atmama neden oldu.

Mahallenin en yaşlısı olan Nermin teyzenin 'Elvan bir koşu ekmek al da gel kızım' dediği andaki, Nermin teyzeye attığım bakışları şu an Cem'e atıyordum. O nasıl bir teselliydi ya!

Bende aynı alayla "Emrin olur abi. Ben bir koşu alıp geleyim o zaman." dedim.

İkisi de gülerken Selin "Sohbetinize doyum olmuyor, patron beni haşlamadan ben gideyim" dedi.

Cem, "Aynı şekilde beni de. Bol şanslar güzelim" deyip, yanağımdan bir makas alıp koşarak kafeye girdi. Yanağımdan makas alınmasından nefret ederdim ve bunu bile bile yapan Cem'e sinir oluyordum.

Yüzümdeki sinirli ifadeyi en sıcak tebessümümle terfi ederken otobüs durağına varmıştım.

Hiçbir zaman şu asık suratlı dolaşan insanlar gibi olmamıştım. Olamazdım da zaten. Çünkü bu benim yapımda yoktu. Nereye gidersem gideyim yüzümden tebessümümü hiçbir zaman eksik etmezdim. Belki buna her güldüğümde iki yanağımda da oluşan gamzenin de etkisi var olabilirdi, bilemiyordum. Bakışları bile sizin kendinizi sorgulamanıza neden olan insanların soğukluğunu hiç anlayamıyordum.

Bir süre bekledikten sonra gelen otobüsün içine girdim ve kartımı okuttum. Cam kenarında ki boş koltuğa doğru ilerledim ve oturdum. Otobüs ilerlemeye devam edince, bende kulaklığımı çantamdan çıkardım ve ucunu külüstür telefonumun yuvasına yerleştirdim. Radyoya girdim ve Süper FM' i açtım. Ne kadar zaman geçse de asla radyo dinlemekten sıkılmam ve radyo dinlemeyi bırakmam. Radyo dinlemek, telefona indirilen şarkıları dinlemek yerine daha hoş oluyor bana göre...

Radyo spikerlerinin sorduğu sorular ve gelen cevaplar... İnsanların hayatlarında karşılaştığı olaylar... Bunları dinlemek, farklı yaşamların anılarına ortak olmak çok güzel bir duyguydu. Otobüs durduğunda yolcular içeri girdi ve 15-16 yaşları arasındaki bir genç kız yanıma oturdu. İneceğim durağa yaklaştığımda ayağa kalkmak için hazırlandım ve oturduğum yerden doğruldum. Yanımdaki kız geçmem için kenara çekildiğinde teşekkür ettim.

Umutlarımı da yanıma alıp, otobüsten indim.

***

"Teşekkür ederim. İyi günler."

"İyi günler" diye yanıtlayan karşımdaki bayanın elini sıkıp binadan ayrıldım.

Listemdeki Satış danışmanlığı yazısının üstünü karaladım. Tecrübem olmadığı için kabul etmediler. Bu iş için öz geçmişimin ve çalıştığım yerlerin belgesini istediler. Benim öz geçmişim okul hayatımdı, çalıştığım yerler ise evimin yakınındaki bir kafeydi.

Yine de moralimi bozmadım daha iki yer vardı. Mesafeleri birbirlerine yakın oldukları için yürüyerek bulmaya çalışıyordum. Yolda gördüğüm bir bayana elimdeki not defterini gösterip restaurantın adresini sormuştum.

Bayan " Dümdüz devam edin ve ilk aradan sola dönünce Beyzade Restaurant diye tabelayla karşılaşırsınız zaten." diyerek yardımcı olmuştu.

"Teşekkür ederim hanımefendi. Sağ olun." dedim bende kocaman tebessümüm ile.

"Rica ederim" deyip yoluna devam etti, yardımcı olan bayan. Bense bayanın tarif ettiği yola doğru ilerliyordum.

Sonunda restaurantın önüne geldiğimde içimi bir heyecan kapladı. Çok lüx bir restauranttı burası. Benim gibi tecrübesiz birini böyle özel bir yere kabul etmeyeceklerini bildiğim halde şansımı denemek istedim.

Garsonlardan birini çevirip "Pardon müdür beyin odası ne tarafta? Ben iş görüşmesi için gelmiştim de! " diye sordum.

Garson kız önce beni bir süzdü, sonra da "Üst katta. Şu merdivenlerden yukarı çıkın, karşıdaki ilk kapı" diyerek arkamdaki merdivenleri işaret etti.

Kıza teşekkür edip, merdivenlere yöneldim. Önce kapıyı bir kez tıklattım ve sonra da içeriden ses gelmesini bekledim. "Gel." diyen bir adamın sesiyle kapının kolunu aşağı indirdim. 30-35 yaşlarındaki adam kafasını kaldırıp bana baktı.

"Merhaba Efendim ben iş görüşmesi için gelmiştim." dedim. Daha fazla rahatsız edici bakışlarına maruz kalmamak için.

"Buyurun şöyle oturun." diyen adamın işaret ettiği tekli koltuğa oturdum.

"Adınız neydi?" diye soran adama;

"Ben Elvan...Elvan EKİN" diyerek cevap verdim.

"Biliyorsundur ama yine de tanıtayım kendimi, Onur BEYZADE."

"Memnun oldum Efendim."

"Daha önce nerelerde çalıştınız Elvan Hanım? Tecrübeniz var mı?" diye sordu karşımdaki adam.

"Ben... Ben bir aydır bir kafede çalışıyordum sadece. Yani çok tecrübem yok ama işe hemen ısınabilirim." diyerek yapabileceğimi belirttim. Karşımdaki adama elimdeki iki sayfalık belgeyi uzattım. İncelerken konuşmaya başladı.

"Sizi anlıyorum ama sizce böyle lüx bir restaurantta sizin gibi tecrübesiz birini nasıl çalıştırabilirim? Burası çok bilindik bir yer ve en ufak bir hatayı bile kabul edemeyiz. Tecrübeniz olmadığı için de hata yapmaya meyillisiniz. Kusura bakmayın." diyen adam o kadar canımı yakmıştı ki gözyaşlarım bir an önce gözlerime doluşmak için zaman kolluyorlardı.

Gözyaşlarıma zor engel oluyordum. 'Sizin gibi tecrübesiz' ne kadar da küçümseyici sözler kullandığının farkında değildi bu adam. Daha uygun bir şekilde dile getirebilirdi istemediğini. Her insan hata yapabilir. Şu an anladım ki internet sitesine ekledikleri kriterlere göre değil de kendi istedikleri, farklı özelliklere uygun, hata yapmayacak, işinin ehli olacak ve sakar olmayacak birini istiyorlardı.

Hemen oturduğum yerden kalkıp hızlıca kapıya doğru ilerledim.

Kapının önünde durdum ve arkamı dönüp " Neyse ki benim tek bilmediğim garsonlukmuş, siz ise ne saygıyı, ne karşınızdaki insanı kırmadan konuşmayı, ne de ön yargılı davranmamanız gerektiğini bilmiyormuşsunuz. Şunu unutmayın ki hatasız hiç bir insan yoktur. Hata dediğiniz, gözünüzün kaşınıza olan mesafe kadar yakınınızdadır. Aradığınız o kusursuz insanı bulursanız, siz beni bir arayın." deyip kapıyı çarparak odadan koşar adım dışarı çıktım.

Temiz havayı içime çektim ve hemen ardından içimde biriken sinir ve öfkeyi nefesimle birlikte dışarı bıraktım.

Sadece şansımı denemek istemiştim. Bende biliyordum benim gibi birini almayacaklarını ama umudumu kaybetmek istemiyordum. Nereden bilebilirdim ki hem umudumu hem de onurumu iki sözle kırabileceklerini...

Yolda nereye gittiğimi bilmiyordum. Bulduğum boş bir banka oturdum. Telefonumun zil sesi kulaklarımı doldurunca çantamı açıp telefonu bulmaya çalışıyordum. Sonunda bulduğum telefonun ekranına baktığımda Selin'in aradığını gördüm. Tam zamanında aramıştı. İçinde boğulduğum düşüncelerden kurtulmam için birine anlatmam, içimi boşaltmam gerekiyordu. Hemen aramayı cevapladım.

"Selin?"

"Elvan iyi misin? Sesin neden kötü geliyor? Bir şey mi oldu? Biri bir şey mi..."

"Kızım bir dur! Nefes al. Anlatacağım." deyip sözünü kestim ve devam ettim.

"Henüz bir işe alınmadım bu bir. İkincisi son şansım bakıcılık. Üçüncüsü ise garsonluk için geldiğim lüx restaurantın müdürü 'Böyle lüx bir restaurantta sizin gibi tecrübesiz birini nasıl çalıştırabilirim' diyerek sinirlerimi hoplattı. Neyse ki ağzının payını verdim, kapıyı çarparak hemen dışarı çıktım ve şu an bir bankta oturuyorum." diyerek hepsini tek nefeste anlattım ve derin bir şekilde havayı içime soludum.

"Yok artık! Bu egolu insanların sonu ne olacak gerçekten bilmiyorum. Sen iyi misin peki? Yanına gelmemi ister misin?"

"Şuan daha iyiyim. Ayrıca, saçmalama çok uzak burası bizim mahalleye. Biliyorsun zaten, pes etmeyeceğim ve bir iş bulmadan geri dönmeyeceğim. Son şansımı da deneyeceğim. İçimden bir ses 'bu iş olacak' diyor. Bakalım artık hayırlısı."

"Ya olmazs-"

"Biz ne zamandan beri olumsuz ihtimalleri de düşünür olduk Selin? Bir daha asla, ne olursa olsun kötü şeyleri düşünmeyeceksin. Biz böyle anlaşmadık mı seninle?"

"Tamam. Öyle bir anda çıktı ağzımdan. Çok istiyorsun ya, olmazsa üzülme diye söylemiştim. Neyse benim kapatmam lazım haberlerini bekliyorum, hadi görüşürüz.

"Görüşürüz." deyip aramayı sonlandırdım. Banktan kalktım ve son şansımı denemek üzere dün araştırdığım, bir engelli insana bakıcılık ve arkadaşlık için istenen aday olarak yola koyuldum.

Tabii umudum ile birlikte.

Yorumlarınız benim için çok önemli. Bölümü beğendiniz mi?

Kendinize iyi bakın.💕

❤Hepinizi seviyorum.❤

Sema ÇİÇEK

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 133K 74
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
42.1K 158 6
"Aradığım tüm erkeklere bedel bir adamsın" - "Ve sende bunun bedelini ödemek zorundasın" |🔞|
785K 29.7K 91
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
154K 10.6K 8
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.