TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)

52.1K 1.7K 404
By suheda_zsy


Bora'dan

Ne zamandan beri eskilerimin kafamı karıştırmasına izin verir olmuştum bilmiyorum. Kolay kolay arafta kalan biri değildim fakat işin içine kadınlar dahil olunca bu çok kolay oluyordu. Kadınlar zeki yaratıklardı, evet. Ve ben bu zekanın üzerimde kullanılmasından nefret ediyordum. Aklımı çeliyorlardı ve ben zor toparlıyordum. Hattâ çoğu zaman toparlayamıyordum. Şu anki durumumu nasıl toparlarım, birkaç gündür düşündüğüm tek şey bu olmuştu. Sağlıklı bir karar vermeye çalışıyordum. İki seçenek arasında kalmak zordu. Hele ki seçenekler birbirinden göz kamaştırıcıysa.

Merve - Ecem.

İki kızı aynı anda idare edebilecek zeka ve dikkat bende vardı, evet. Hattâ daha fazlası. Tek eksik olan şey... Piçlik? Evet sanırım o piçlik ve karakter bozukluğu bende yoktu.

Zamanında tarayıp, ördüğüm mis kokulu sarı saçlarını salık bırakmıştı. Doğal hâlinin kıvır kıvır olduğu bu ipeksi saçlar, şu an düzleştirilmişti. Tam da benim sevdiğim gibi... Çenesini avuçlarının arasına almış, düşünceli bir edayla karşısındaki -pekte dikkat etmediğim siyah gözlüklü kızı- dinliyordu. Parmak uçları şakaklarına değiyordu ve dirseklerini masaya yaslamıştı. Öne doğru eğildiğinden, kalçalarının çıkıklığı bariz belliydi ve mini okul eteğiyle beraber oluşan bu portre, diğer erkeklerin görmesine izin vermeyeceğim türdendi. Eğer hala sevgili olsaydık.

Ecem'in kantinde olduğunu bilsem, emin olun gelmezdim. Çünkü onu izlemek bana göre işkenceden farksızdı. Sevgilim iken böyle değildi tabii. O zaman sadece gözlerinin içine bakmak bile saatlerimi alıyordu ve ben yine de doyamıyordum. Şu an ise sevgilim olan Ecem değil, Merve idi. Bu nedenle Ecem'e attığım her bir bakışta, içimdeki suçluluk duygusunun katlandığını hissediyordum. Ecem'in bana geri döndüğü ya da ayartmaya çalıştığı falan yoktu. Sadece hep gözümün önünde olması irademi epey zorluyordu o kadar. Her yerde karşıma çıkmasının tesadüften ibaret olduğunu sanmıyordum.

Ecem hırslı bir kızdı. Ayrıldığımız gün, kendinden fazlasıyla emindi ve ondan sonra hiçbir kızla birlikte olamayacağımı, hiçbir kıza karşı ona hissettiğim kadar yoğun duygular hissedemeyeceğimi söylemişti. Bu dediklerim geçen senenin sonlarına doğru gerçekleşmişti. Yaz tatilimi yas tutarak geçirmemiştim tabii. Takıldığım kızlar olmuştu. Ama harbiden dediği gibi, ona hissettiğim gibi hissedememiştim hiçbirinde. Ta ki bu senenin başına kadar. Sevgilim sevdiğim olduğundan, başka kızlara bakma gereksinimi duymayan erkeklerdendim. Şu saate kadar Merve'yi fark etmememin başka bir açıklaması yoktu. Bu senenin başlarında ise Ceren vasıtasıyla Merve'yi görmüştüm ve sevgilim olmadığından içimdeki hislerin peşine takılıp Merve ile sevgili olmuştum.

Merve hoş kızdı, seviyordum fakat Ecem'in benim eski sevgilim olduğunu bilmemesi canımı sıkıyordu. Söylemek istesem de benden uzaklaşma ihtimali gözümü korkutuyordu açıkçası.

Çünkü o uzaklaşırsa, ben Ecem'in cazibesine kapılıp gidebilirdim.

Kafamı kurcalayan sorulardan bir tanesi ise Ecem'in sürekli sevdiğim görünümlerde karşıma çıkmasının sadece bir tesadüf mü, yoksa Merve ile çıktığımı duyup yaptığı bir dikkat çekme çabası mı olduğuydu. Bunun cevabını ona açık yüreklilikle sorarak bulabilirdim. Ki bu beni daha da bir zorlardı. Ceren'le tanış olduğunu anladığım sırada, yani Ecem'in bizim masaya geldiği zaman sesini duymamak, hattâ göz teması kurmamak için yüksek dozda bir çaba sarf etmiştim. Çünkü biliyordum ki kullandığı her hece, bana ayrı bir dejavu yaşatacak, eski günlere sürükleyecekti. Kurduğum göz temasının her bir salisesi ise ona yakın olduğum duygu yüklü anları anımsatacaktı. Bunların beni epey sarsacağını bildiğimden Enes adında çömezlerden bir çocuğa sarmıştım.

Bunları yapan birisi o kızın karşısına geçip soru falan soramazdı.

Merakımdan gebersem bile soramazdım. İç çekişimi dışa yansıtmada bir zarar gözetmeyip hayata geçirdim ve ayağa kalkıp kantin kapısına doğru ilerlemeye başladım. Ecem hâlâ aynı pozisyonda, karşısındaki kızı dinliyordu. Sevgilim olduğu zamanların acısını çıkartıyordu sanırım. Çünkü sevgilimken dolabında bu boyda etek bırakmamıştım. Oturmasına kalkmasına da dikkat etmesi baş kurallardandı tabii. Merve ile henüz bu konulara gelememiştik. Çünkü fazlasıyla serbest bir kızdı ve ona kısıtlamalar koyduğumda en az bir iki kavga edeceğimize emindim.

Aklından geçenleri bilmek için çoğu şeyden vazgeçebilirdim. Ecem hep gözümün önündeyken sevgilim neredeydi, cidden merak ediyordum. Kantin kapısından hızlıca geçiş yapıp bahçeye attım kendimi. Karşı bankta Ceren, Beyza ve Merve oturuyordu. Benim bahçeye çıkmamla onlar da beni fark etti ve Merve sanki daha demin Ecem'le aynı ortamda olduğumu tahmin ediyormuş gibi çatık kaşları ile yüzüme dik dik bakmaya başladı. Belki de bana öyle geliyordu, bilmiyorum. Çünkü Ecem'in eski sevgilim olduğundan haberi bile yoktu.

Yanlarına gitmeyi bir an düşünsem de bir sigara molasına ihtiyacım vardı. Tek başıma. Bakışlarımı Merve'nin iri gözlerinden çekip arka bahçeye uzanan merdivenlere çevirdim. Umarım arkamdan falan gelmezdi; kalbini kırmak istemiyordum. Merdiven basamaklarını hızlı hızlı inip her zamanki yerimize doğru ilerlemeye başladım. Buraya genelde tek gelmezdim. Berk hep yanımda olurdu ama şu an neredeydi hiçbir fikrim yoktu. Cebimden sigara paketimi ve çakmağımı çıkarıp en kuytu yere çöktüm. Bacaklarımı iki yana açıp rahat bir pozisyona geçerken okulu asmak iyi bir fikir gibi gözüktü. Bu fikri, sigaram bittikten sonra düşünmek üzere askıya alıp sigaramı iki dudağımın arasında dengeledim. Çakmağımla sigaramın ucunu tutuşturduktan sonra içime derin bir nefes çektim ve ardından dudaklarımdan dışarı süzülmesine izin verdim. O sırada sağ tarafımda bir karartı gördüm ve anında kafamı o tarafa çevirdim.

Ceren?

Hım, muhtemelen o da sigara içmek için geliyordu. Kızlara sigarayı yakıştırmıyordum, hattâ son derece itici geliyorlardı. İşte tam bu yüzden, Ecem sigarayı bırakmıştı. Aynı performansı her kızdan beklemek saçma olurdu. İşte bu yüzden Merve'den böyle bir şey beklemiyordum. Ama ister istemez aklım Ecem'e ve benim için yaptığı fedakarlıklara kayıyordu işte.

Küçük ve çekingen adımlarla yanıma gelip aynı benim gibi yere çöktü ve sırtını duvara yaslayıp eteğine özen göstererek bacaklarını uzattı. Sigara dumanının etkisiyle gözlerimi kısarak bir nefes daha içime çektim. Yalancıktan öksürüp, "Bana da sigara var mı?" diye sordu usulca.

Bakışlarımı karşımdaki duvarda sabitlerken "Yok," dedim.

Ben ona bakmasam bile, onun bakışları benim üzerimdeydi ve kaşlarını çattığını göz ucuyla görmüştüm. "Neden?" diye sordu şaşırarak.

Omuz silktim. "Vermek zorunda mıyım?" diye sordum. "Herkes Berk değil."

Yüzüme bir süre daha baktıktan sonra tekrar önüne döndü ve nefesini seslice dışarı verdi. "Ne zamandan beri bu kadar agresifsin?"

"Son zamanlarda hep böyleyim," diye itiraf ettim.

Anlayışla konuştu. "Merve ile mi ilgili?"

İstemsizce kaşlarım çatıldı. "O kadar belli oluyor mu?"

Kaşlarını havaya kaldırıp kafasını aşağı yukarı salladı. Sigaramdan bir nefes daha alıp diğer elimle kapağı açık olan sigara paketini Ceren'e uzattım. Tereddütlü bir bakış atıp içinden bir tanesini aldı. Sigara dumanı dudaklarımı terk ederken paketi yere bıraktım. "Sigara içmek için geldiysen, ileride bir yerlerde iç. Ama eğer..."

"Dertleşmek için geldim, " diyerek sözümü kesti.

Yarım bir vaziyette ona doğru döndüm. "Bir derdin mi var? Anlat."

"Benim değil, senin var gibi," dedi.

Dilimi şaklattım. "Yo, yok. Sana öyle gelmiş."

Gözlerini devirdi. "Aptal değilim, Bora."

Umursamaz bir şekilde kaşlarımı havaya kaldırıp "Ne güzel," dedim.

"Bora," dedi uyarıcı bir sesle. "Açık konuşacağım; beni Merve gönderdi buraya. Artık ona karşı ilgisiz olduğunu düşünüyor ve epey üzülüyor. Ben de onun üzülmesine üzülüyorum. Ama başka bir neden daha var."

Yönümü tamamen ona çevirip sordum. "Neymiş?"

"Sensin," dedi. "Merve'nin üzülmesi önemli, evet. Ama senin başka bir karın ağrın var gibi. Merve ile seni ben sevgili yaptığım için gelmedim buraya. Ya da Merve arkadaşım olduğu için. Seninle... Bugünlerde pek iyi anlaşmasakta güzel bir başlangıç yaparak dost olduk. Berk ile daha samimi oldum o ayrı..." Biraz durup devam etti. "Ama senin yerin de ayrı. Demek istediğim; arkadaşım olduğun için, ne derdin var merak ediyorum. Merve gönderdiği için veya ilişkinizi düzeltmek istediğim için değil."

Kaşlarımı çattım. "İlişkimizi düzeltmek istemez misin yani?"

"Merve'ye değer veriyorsan evet, kalbinde başka biri varsa hayır."

Sigaramı dudaklarıma götürüp yavaşça içime çektim. Konuşurken dumanlar dudaklarımın arasından kaçıp gitti. "Merve'ye değer veriyorum ama... şündüğüm başka biri var."

"Nasıl yani?" diye sordu.

Omuz silktim. "Bilmiyorum. Eski sevgilim ve sürekli etrafımda. Onu düşünmemem için gözümün önünde onun yerine Merve'nin olması gerekir." Sigaramdan bir nefes daha alıp ucunu yere bastırdım. "Ama aksine, o hep yanımda, Merve hiç yanımda değil."

"Çünkü Merve senden bir adım bekliyor," dedi.

"Bence beklemesin," dedim net bir şekilde. "Zor durumda olan benim, onun bana adım atması gerekir." Sigara paketini yerden alıp ayağa kalktım. "Ama ona söyle, biraz acele etsin. Çünkü o bana daha bir adım atmadan ben başkalarına koşuyor olabilirim."

Ceren'in konuşmasına izin vermeden arkamı döndüm ve merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Arkamda oluşan hareketlilikten Ceren'in de ayağa kalktığını tahmin edebiliyordum. Peşimden gelmek yerine, orada kalıp seslendi. "Bora!"

Muhtemelen aynı şeyleri konuşup yine bir yere varamayacaktık. Arkamdan bağırmasına aldırış etmeden ilerlemeye devam ettim. Ceren akıllı kızdı. Bunu Berk'le arkadaşlık kurabilmesinden anlamıştım. Verdiğim mesajı anladığına ve en uygun şekilde Merve'ye ileteceğine emindim.

Ceren'den

Bora'nın iğrenç bir bunalımdan geçtiğini şu ana kadar nasıl fark etmemiştik, hayret ediyordum. Özellikle de Merve'ye. İnsan sevgilisinin neden böyle olduğunu merak etmez miydi? Şahsen ben, "bana ilgi göstermiyor," bahanesi ile kenara çekilmek yerine, ilgi gösterene kadar çabalardım. Başka bir kız olduğu, cidden aklımın ucundan dahi geçmemişti. Zaten kızın kim olduğu falan da umrumda değildi. Sadece Bora'nın kim ile mutlu olacağını önemsiyordum.

Elimde kalakalan, içemediğim sigaramla harekete geçip merdivenlere doğru ilerledim. Merve'ye bu olayı en az kırılacağı şekilde nasıl izah edecektim bilmiyordum. Sonuçta başka bir kız vardı, boru değil. Uzun zamandır böyle muhabbetlerden geçmemiştim. Çünkü uzun zamandır sevgilim yoktu. En son Berkay'la görüşmüştüm evet; ama aklıma arada bir bile gelmiyordu.

Merve'nin merakla yanıma koştuğunu görünce, istemsiz gözlerimi kaçırdım. Umudunu kırmak istemiyordum, ama işin içinde başka bir kız varken bunu ne kadar gerçekleştirebilirdim, orası bir muammaydı. Nefes nefese önümde durup "Ne oldu? Ne dedi?" diye sordu.

Az önce oturduğumuz bankı işaret ettim. "Oturalım mı?"

Kaşlarını hafifçe çatarak tekrar sordu. "Kötü bir şey mi var?"

Umursamaz bir tavırla omuz silktim. "Yo, yok. Sadece... Ayaküstü konuşulacak şeyler değil. "

Hâlâ çatık vaziyette olan kaşlarıyla peki der gibi kafasını salladı ve beraberce banka doğru ilerlemeye başladık. Banka geldiğimizde Beyza'ya selam verip yanına oturdum. Merve de tam karşıma yerleşti ve merak dolu gözlerle konuştu. "Hadi, anlat artık."

Derin bir nefes aldım. "Bak şimdi... Öyle büyük bir problem yok. Sadece o senden ona karşı bir adım bekliyor."

Beyza alayla güldü. "Ne oldu size ya? Adım falan. Daha dün sarmaş dolaştınız."

Merve omuz silkti. "Ben de anlamadım. Aramıza bir soğukluk girdi..." Şüpheyle kaşlarını çatıp korkutucu bakışlarını üzerime dikti. "Yoksa başka bir kız mı var?"

Yaptığı nokta atışının şaşkınlığına her ne kadar belli etmemeye çalışsam da, sesime yansımıştı. "Yoo... Ne alakası var? Bana öyle bir şeyden bahsetmedi."

"Ceren," dedi gözlerini kısıp. "Doğruyu söyle bana."

"Doğru," dedim gözlerimi kaçırarak. "Ama sen böyle soğuk durursan, çok yakındır. "

Beyza da beni onayladı. "Aynen. Yanını boş görmeleri bile yeter. Bana kalırsa Bora'nın dibinden ayrılma."

Merve alayla kaşlarını havaya kaldırdı. "Benim gururum ne olacak yani?"

"Gururla ne alakası var?" diyerek atıldım. "Bu normal bir küslük değil ki. Çocuk resmen bunalımda. Sevgilisi olarak bu konuda sana çok iş düşüyor."

Merve kararsız yüz ifadesiyle konuşmaya başlayan Beyza'ya döndü. "Küslüğün sırası değil. En azından şimdilik."

Merve kafasını salladı. "Galiba haklısınız. Konuşacağım onunla."

◀▶

"Bu ders farklı bir etkinlik yapacağız çocuklar," dedikten sonra Derya Hoca elindeki çantasını masasının üzerine bıraktı.

Gözlerimi devirmeme engel olamadan öne doğru atıldım. "Hocam, etkinliği sonra yaparız. Şimdi ders işlesek?"

Etrafımdan tehdit dolu bakışlar alınca tekrar arkama yaslandım. Hoca bana cevap verebilmek için bizim sıranın başına kadar geldi. "Neden böyle düşündün Ceren, sorabilir miyim?"

Kafamı sallayıp ayağa kalktım. "Çünkü Hocam, şu ilçe çapında yapılan sınavlardan güzel bir sonuç elde etmek istiyorum. Hattâ daha sonra ülke çapında olanlara da hazırlanacağım."

Derya Hoca omuz silkti. "Tamam. Zaten biz yeterli eğitimi veriyoruz. Sınavlar konusunda takdir ediyorum seni. Hatta sana destek bile oluruz, ben ve diğer öğretmen arkadaşlarım. Ama hep ders olmaz. Zaten yapacağımız etkinlik gayet eğitici."

Yüzümü buruşturmaktan zar zor vazgeçip yerime oturmak adına harekete geçtim. O sırada Derya Hoca tekrar konuştu. "Ceren, sen oturma. Ayakta kal."

Hocaya dik dik baksam da masasına doğru ilerlediğinden yüz ifademi göremedi. Yerimde tekrar doğrulup sıkılgan bakışlarımı sınıfta gezdirdim.

"Nasıl bir etkinlik hocam?" diye sordu Mert.

Hoca "Anlatacağım," dedi ve sınıfın ortasına geçtikten sonra anlatmaya başladı. "İnsanların en büyük sorunlarından bir tanesi; kendi hatalarını görmeme ve kabullenmemeleridir, arkadaşlar. Bu çoğu insanda var. Kimse kusuru olduğunu kabul etmek istemez. Ama biz bu etkinlikle, bu sorunumuzu ortadan kaldıracağız. " Ellerini önünde birleştirip devam etti. "Tek tek herkesi ayağa kaldıracağım ve tek tek herkes o kişiye yorum yapacak."

"Nasıl yani?" diye sordu tanımadığım bir kız.

Hoca "Mesela..." deyip dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından "Sen kalk ayağa," dedi tanımadığım kıza. Kız ayağa kalkıp hocaya meraklı gözlerle bakmaya başladı. "Ceren hakkında ne düşünüyorsun, pek kırıcı olmayacak şekilde eksiksizce söyle."

Omuzlarımı düşürdüm. "Neden ben?"

Hoca bu sefer bana döndü. "Sen yeni geldin ve arkadaşlarına nasıl bir izlenim bıraktın merak ediyorum." Dudaklarını birbirine bastırıp imalı bir tonlamayla "Biliyorsun, her şey ders değil," dedi. Ardından konuşmama izin vermeden devam etti. "Arkadaşının yorumuna göre dışarıdan nasıl gözüktüğünü anlayacaksın ve eksiklerini düzelteceksin."

Tanımadığım kıza döndürdüm yönümü. Omuzlarına değen kıvırcık kısa saçları vardı ve dudaklarının dolgunluğu buradan dikkatimi çekmişti. Kumraldı ve boyu tahminimce benimle aynıydı. O da aynı benim gibi gözleriyle beni taradı ve tekrar hocaya döndü. "İlk önce olumsuzlardan başla," dedi hoca. Ardından bana döndü. "Sana söz hakkı vermediğim sürece arkadaşının lafını bölme."

"Peki," deyip 'arkadaşıma' döndüm.

Kız saçlarını düzeltip konuşmaya başladı. "Öncelikle adım Özge. Aynı sınıfta olmamıza rağmen yeni tanışıyoruz. Bu nedenle... Senin biraz soğuk olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda egolu..."

Hafifçe kaşlarım çatıldı. Cevap vermek için öne atıldığım sırada hoca mimikleriyle susmamı işaret etti. Kısa süreliğine gözlerimi yumup Özge'yi dinlemeye devam ettim. "Egolu dediğim için kızdın sanırım. Ve neden böyle düşündüğümü merak ediyorsun. Açıklayayım; bu sınıftan birtek Beyza ile takılıyorsun. Yani biz hiç yokmuş gibi. Teneffüslerde gördüğüm kadarıyla kendine bir arkadaş grubu edinmişsin. Ve senden büyükler. Bu bizi küçük görmenden mi kaynaklanıyor?"

Hoca bana söz hakkı vermeyince devam etti. "Bence biraz da işine geldiği gibi oynuyorsun." Derya Hoca lafını kesti. "Fazla kırıcı olmayacak şekilde demiştim."

Özge kafasını salladı. "Pardon, hocam. Öyle demek istemedim." Tekrar bana döndü. "Soğuksun demiştim. Ama üst sınıflardan Çağatay var. Ona karşı olan tutumunu dün gözlerimle gördüm. Ona öyle değilsin. Bu da seni işine geldiği gibi oynayan kız yapar."

Hoca bana dönüp "Konuşabilirsin," dedi. Gülümseyip Özge'ye döndüm.

"Benim de adım Ceren." Yapmacıktan gülümsedim. "Artık sıcak olduğumu düşünüyorsundur." Özge konuşmak için ağzını aralasa da, Derya Hoca susmasını işaret etti. "Yani... İnsanlara seninle tanışmadı diye 'soğuk' etiketini yapıştıramazsın. Tanışmak istememişsem, tanışmamışımdır. Ve hayır, ben de ego yok. Ama sende bir hayli iticilik var."

Derya Hoca yalancıktan boğazını temizledi. Aldırmadan devam ettim. Etkinliği düzenleyen oydu sonuçta. "Senin son derece önyargı problemin var. Aklından geçenleri tüm samimiyetinle söyledin, bu güzel bir şey. Ama sırf seninle tanışmadım diye egolu ya da soğuk diyemezsin, bu yargısız infaz olur."

"Birtek benimle değil ki," dedi ve omuz silkti. "Kimseyle tanışmadın."

Gözlerimi devirdim. "Sana öyle geliyor. Okula daha bu sene başında geldiğimi göz önünde bulundurunca bence arkadaş sayım gayet iyi."

Derya Hoca hafifçe gözlerini kısıp "Peki Ceren..." dedi. "Bu arkadaşların kimler?"

"Imm," diye mırıldanıp ağırlığımı bir ayağımdan diğerine verdim. "Berk başta gelir. Sonra Beyza ve Merve. Ardından Çağatay, Bora. Ecem, Melis, Mert."

"Bahsettiğin kişiler benim tahmin ettiğim kişiler ise... Benden de sana bir yorum; arkadaş seçimin berbat."

Mert öne doğru atıldı. Ardından Beyza ile kendisini işaret edip "Hocam, biz de dahil miyiz buna?" diye sordu.

Hoca sandalyesine oturduktan sonra kaşlarını havaya kaldırdı. "İsim vermeyeceğim." Ardından bana ve Özge'ye bakarak "Eklemek istediğiniz bir şey var mı?" diye sordu.

Özge devam etti. "Neden bu sınıftakilerle arkadaşlık kurmadığını hâlâ öğrenemedim."

Omuz silktim. "Bilerek yaptığım bir şey değildi. Öyle denk gelmiş." Alayla gülerek, "Birilerinin beni bu denli iyi gözlemlediğini bilmiyordum," dedim

Derya Hoca Özge'ye döndü. "Şimdi olumlu görüşlerini alalım."

Kaşlarını çatıp düşünüyormuş gibi yaptı. "Derslerini önemsemen olumlu bir şey... Birde okula çabuk uyum sağlaman. Başka yok."

Yerine oturdu ve önündeki kitabın sayfalarını çevirdi. Sıkılgan bakışlarımla Derya Hoca'ya döndüm. "Mesajı almışsındır umarım," dedi. "Arkadaşların seninle samimi olmak istiyor. Biraz da bu sınıftakilerle ilgilenmelisin."

Gözlerimi devirmeden edemedim. Kızın benimle samimi olmak istediği falan yoktu. Resmen içinde bana karşı bir kin vardı ve az önce onu kusmuştu. Cidden, bu hocalar istedikleri zaman kör, istedikleri zaman sağır olabiliyorlardı.

Mert elini havaya kaldırdı ve hocanın izin vermesiyle ayağa kalktı. "Ben Özge'ye katılmıyorum, hocam. Ceren'le bir kere muhabbet kurdum, bütün gün beraber takıldık. Yani anlayacağınız egolu falan değil. Hem yeni gelen o, bizim onla tanışmaya çalışmamız gerekiyor, onun bizimle değil."

Mert'in gidip alnından öpmemek için kendimi zor tutuyordum. Bir insan bu kadar mı doğru konuşur? Teneffüste gidip teşekkür edecektim. Hoca Mert'e hitaben "Sen de haklısın," dedi ve Mert gülümseyip yerine oturdu. Sonra sınıfa seslendi. "Başka söz almak isteyen var mı?"

Müdahele etmeden edemedim. "Hocam, ben konu mankeni olmak istemiyorum." Sırıttım. "Başka birini seçseniz?"

"Buda senin eleştiriye açık olmadığını gösterir." Mide bulandırıcı sesin olduğu tarafa döndüğümde benim yerime Beyza cevap verdi. "Senin de her boka atladığını."

Özge somurtup önüne döndü. Okuldaki en gıcık ikinci kız ilan etmiştim bu gerizekalıyı. Birinciliği Zeynep kimseye vermiyordu. Hoca ayağa kalkıp muhabeti kapatmak adına iki elini birbirine çırptı. "Düzgün konuşalım çocuklar. Bu etkinliği birbirinize düşman olun diye yapmadım. Eksiklerinizi görün diye. Karşı tarafın haksız olduğunu düşünebilirsiniz; ama saygı duymak zorundasınız." Bana bakıp devam etti. "Oturabilirsin."

Somurtarak yerime oturdum. Ve ders boyu bu böyle devam etti. Ne bir daha söz hakkı almıştım, ne de bir yorumda bulunmuştum. Bir ders saati saçmalıkla geçmişti bana göre. Arada tartışmalar bile çıkmıştı. Ya da yapmacıktan yapılan iyiye yönelik yorumlar. Kimse aklından geçeni tamamiyle söyleyemezdi ki. Sonuçta okul sınırları içerisindeydik. Son teneffüs zili ile beraber yerimden kalktım ve Mert'in yanına gittim. Daha sonra omzuna hafifçe vurup "Bundan sonra yeni avukatım sensin," diyerek takıldım.

Gülerek ayağa kalktı ve kafasını biraz yukarı kaldırarak "Gurur duyarım," dedi. Kıkırdamalarımız bittikten sonra "Şaka bir yana, gerçekten teşekkür ederim," dedim.

Omuz silkti. "Kendine teşekkür et. Sen öyle biri olmasaydın, savunmazdım."

Beyza'nın kapıda beni beklediği aklıma gelince biraz acele ederek sordum. "Bizimle gelmek ister misin?"

"Nereye?" diye sordu düz düz.

Gözlerimi devirdim. "Nereye olabilir? Okulun içinde takılacağız işte."

Suratıma kendimi aptal hissedeceğim bir bakış attı. "Ne yapayım ben, kızların içinde?"

"Sen yeter ki iste," dedim. "Biz de erkekte var."

Elini 'istemem' der gibi iki yana salladı. "Erkek dediğin, Çağatay'sa hiç almayayım. "

"Yok o değil. Berkler falan." Kolundan tutup çekiştirdim. "Hadi gel ya."

Ağır ağır yerinden kalktı. "Geleyim bari."

Gözlerimi devirip sınıf kapısına doğru ilerledim. Beyza baygın gözlerle bize bakıyordu. Hiçbir şey konuşmadan sınıftan çıktık.

Kantine geldiğimizde tahmin ettiğimiz gibi Berk ve Bora buradaydı. Ha, bir de bir masa geride Ecem.

Yavaş adımlarla Berklerin oturduğu masaya doğru ilerlemeye başladık. Berk bizi fark ettiğinde ilk önce gülümser gibi olsa da, sonra bakışları Mert'e kaydı ve tek kaşını kaldırarak tekrar bana döndü. Sevimli gözükmeye çalışarak uzaktan bir öpücük attım. Tabii bu Berk'te etkisini göstermedi.

Yanlarına ulaştığımızda Berk'in yanındaki sandalyeyi çektim ve oraya oturdum. Beyza karşıma, onun yanına da Mert oturdu. Diğer yanımda ise Bora vardı. Bir an Merve'yi sormak istesem de Berk'in rahatsız edici bakışları üzerimdeyken olmuyordu. Berk'e dönüp 'Ne var?' der gibi bir bakış attım.

O da bana Mert'i işaret etti. "Bizi tanıştırmayacak mısın, kardeşim?" Kardeşim kelimesine ayrı bir tonlama yapması sanırım yaptığımız anlaşmayı hatırlatma anlamındaydı.

Elimle Mert'i gösterdim. "Mert. Bizim sınıftan."

"Ee, yani?" diye sorar gibi konuştu umursamaz bir tavırla.

"Tanışırsanız, iyi anlaşırsınız diye düşünmüştüm," dedim çekingen bir vaziyette.

Bakışlarını üzerimden çekip Mert'i ağır ağır süzdü. İncelemesi bittikten sonra "Ben de Berk," dedi. "Ceren'in sahibiyim."

Kurduğu cümlenin bende oluşturduğu şaşkınlığa yenik düşmeyip omzuna sertçe vurdum. "Köpek miyim ben, geri zekalı?"

O da kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı. Aynı zamanda da omzunu ovuşturuyordu. "Köpekten farkın yok," dedi hâlâ gülerek. "Hayvan gibi abanıyorsun."

Sağ elimin avuç içini göğsüme sürdüm. "Oh, iyi oluyor. "

Masadakilerde muzip konuşmaya dahil olunca ortamdaki küçük gerilim yok olmuştu. Zaten kısacık olan bu teneffüs arası, bizim geyik muhabbetimizle daha da bir kısa gibi gelmişti. Ders zili çaldığında beraberce ayaklandık. Çokta kalabalık olmayan koridorda ilerlerken Bora ve Mert bir muhabbete dalmıştı ve Bora el kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyordu. Beyza ise ikisinin ortasında, alttan alttan Bora'yı dinliyordu. Biz ise Berk ile biraz arkada kalmıştık. Elini omzuma atıp "Bugün hiç görüşemedik," diye yakındı.

Tek elimi hafifçe beline sardım. "Öyle oldu."

"Ceren, ben seni çok sevdim biliyor musun?" diye itirafta bulundu.

Beline iyice sokuldum. "Ben de seni çok sevdim."

"Ne yapacağız biz senle?"

Kaşlarımı çattım. "Neden böyle dedin şimdi?"

"Ben değer verdiğim kişilere kısıtlamalar koyarım. Kimseyle paylaşamam. Ama sen... Sen güzel kızsın. Şimdi yok ama ileride sevgilin falan olursa..."

Kolundan tutup durdurdum ve sıkıca sarıldım. "Sen beni kaybetmekten mi korkuyorsun?"

Kollarımdan tutup hafifçe ittirdi. "Şımar diye söylemedim."

Ellerim belinde kalsa da vücudundan ayrıldım ve kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Niye söylediğini anladım ben senin. Ama çok yersiz oldu. Çünkü... "

"Çünkü?"

"Çünkü benim sevgilimin olması şu sıralar imkansız. Olursa da bu yıllar sonra falan olur."

Kaşlarını çattı. "Neden böyle düşünüyorsun?"

Yeni bir yalan uyduracağım sırada Beyza'nın sesini duyduk ve o tarafa döndük. "Acele edin biraz. Derse geç kalacağız."

Kafamı sallayıp önden önden Beyza'ya doğru ilerledim. Bu hareketim Berk'i de harekete geçirdi ve arkamda varlığını hissetmeye başladım. Sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla "Bunu sonra konuşacağız," dedi.

◀▶

Bir ders daha edebiyat işledikten sonra, okul binasından çıkmıştık. Evet, bu sefer harbiden ders işlemiştik ve gayet keyifli geçmişti. Ama feci yorgun hissediyordum. Ve uykum da bir hayli ağır basıyordu. Safsak adımlarla servis kapısından içeri girdim ve her zaman oturduğum yere doğru ilerledim. Melis beni görünce gülümsedi ve cam kenarına geçebilmem için koltuğundan kalkıp bana yol verdi. Gülümsemesine karşılık verip yerime geçtim. "Teşekkürler."

Ben yerime oturduktan sonra o da tekrar yerine geçti ve "Rica ederim," dedi.

Tekrar gülümsedikten sonra söyleyecek bir şey bulamadım ve çantamdan telefonumu çıkarttım. Ekranı açar açmaz, Selin'den mesaj olduğunu gördüm. Kilidi açtıktan sonra gelen kutuma gelip mesajı açtım.

"Okuldan sonra gel bize ve neler dönüyor, anlat artık. Meraktan çatlayacağım!"

Mesajına tepki olarak ilk başta gülümsesem de, ardından içime bir kasvet bulutunun çöktüğünü hissettim. Nasıl anlatacaktım ki? Selin'le uzun zamandır buluşmamıştık ve görüştüğümüzde muhabbet etmek varken, bu can sıkıcı şeylerle vakit harcayacaktık. Ve Selin'in son derece canı sıkılacaktı. Yine de söylemek zorundaydım, onun iyiliği için.

"Abim izin verirse gelirim ama okuldan hemen sonra olmaz. Biraz dinlenmem lazım."

Mesajımı yazdıktan sonra gönderdim ve yol boyunca ne zamandır giremediğim sosyal hesaplarıma girdim. Ha bir de bir ara, Melis'le yine şu kurs muhabbetlerinden bahsetmiştik. Dansa ilginin yoğun olduğunu, kayıt konusunda elimi biraz çabuk tutmam gerektiğini söylemişti. İnmeden önce. Melis'ten bir sonraki inen kişi ben olduğumdan, şu anda da ben iniyordum. Bahçe kapısından içeri girip, hava şartlarından dolayı ne zamandır hiç uğramadığım bahçeye bir göz attım. Oysa yazın neredeyse eve hiç girmiyordum. Cidden, gece geç saatlere kadar bütün zamanım sol tarafımdaki kırmızı ve oldukça rahat olan koltuk tipli salıncakta geçiyordu. Oyunlar, mangallar... Ama yine de kış mevsimini diğerlerinden çok daha özel buluyordum.

Çelik kapının içinden geçer geçmez abimin konuşmalarına şahit oldum. "Tamam güzelim."

Kimle konuşuyordu bu? Salonun ortasına doğru ilerleyip çantamı üçlü koltuğun ucuna bıraktım. Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde ise abimin bana sırtı dönük bir vaziyette telefonla konuştuğunu fark ettim. Sessiz olmaya özen göstererek kollarımı önümde bağladım ve çatık kaşlarla dinlemeye başladım. "Buluşuruz güzelim, sen yeter ki iste," dedi.

"..."

"Olur. Nereye geleyim? "

"..."

"Olmaz güzelim, gelirim tabii"

"..."

Sırıtarak cevapladı. "Sen de."

Ardından telefonu kulağından indirdi ve tahminimce aramayı sonlandırdı. Sonra sırıtan yüz ifadesiyle kafasını yerden kaldırmadan yavaşça arkasını döndü. Ve beni fark etmesiyle hızlıca kafasını yerden kaldırıp suratıma baktı. Yüzünden geçen ifade ile bir an korktuğunu sansam da konuşma tarzından gayet rahat olduğunu anladım. "Ne zaman geldin sen?"

Çatık kaşlarımı değiştirmeden cevapladım. "Az önce."

Telefonu cebine tıkıştırıp bana doğru yaklaşmaya başladı. "Gölge gibi gelme bir dahakine."

Kalçamı yasladığım koltuk ile tekli koltuğun arasından geçip üçlü koltuğun benden en uzak olan kısmına oturdu ve ayaklarını da önündeki sehpaya uzattı. Ben de ağır adımlarla arkamı dönüp koltuğun üstündeki çantamı aldım ve yere bırakıp kendim yerleştim. Daha sonra abime dönüp "Neden?" diye sordum. "Sevgililerinle daha rahat konuş diye mi?"

"Hayır," dedi umursamaz bir tavırla. "Senden mi çekineceğim?"

Omuz silkip "Doğru," dedim. "Ben kimim ki?"

Gözlerini devirdi. "Yine ergenliğin tavan yaptı senin. Ne bu tripler?"

"Ne tribi ya," dedim burun kırıştırıp.

"Gel bak sana kimi göstereceğim?" diyerek ilgimi üzerine çekmesiyle ona doğru biraz kaydım ve cebinden çıkarttığı telefona bakışlarımı diktim. "Ne göstereceksin?"

"Bekle," diyerek mırıldandı ve telefonun tuş kilidini açıp galeriye girdi. Ve o sırada ekrandaki yüzünü eliyle kapatmış olan kızın abimle verdiği samimi poz dikkatimi çekti. İstemsiz kaşlarım çatıldı. "Bu kız kim?"

"Onu göstereceğim," dedi ve galeride birkaç klasörü es geçip kız ile ona ait olan albüme geldi. Gözlerimi irice açıp şaşkınlıkla soludum. "Bir de ona ait albüm mü oluşturdun?"

Omuz silkip ilk fotoğrafa tıkladı."Ben değil, o oluşturmuş. Fotoğraf çok olunca tabii..."

Somurtup önüme döndüm. "Ben senin telefonuna dokunamıyorum bile."

"Off Ceren," dedi bunalmış bir vaziyette. "Alınganlığı bırakta şu kıza bir bak."

Bana doğru yaklaştırdığı telefonu elime alıp fotoğrafı incelemeye başladım. İtiraf etmek gerekirse, ilk düşündüğüm şey; kızın ne kadar şirin olduğuydu. Saçları fotoğrafa bakarak uzundu ve tonu sonlara doğru gittikçe açılıyordu. Kazağının kollarını bileğine kadar çekmişti ve sol tarafından esen rüzgar, saçlarını hafifçe yüzüne yapıştırmıştı. İnci gibi derler ya, ona benzer dişlerini sergileyecek şekilde bir gülüş takınmıştı yüzüne. Gözleri hafifçe kısılmıştı ve son derece eğreti bir gülüştü.

"Nasıl?" diye sordu hevesle abim gözlerimin içine bakarak.

"İyi," deyip kestirip attım ve telefonu sehpanın üzerine koydum.

Yüzüme dik dik bakıp "Bu mudur yani?" diye sordu. "İyi mi diyeceksin sadece?"

Konudan bağımsız olarak bir soru yönelttim. "Nerden buldun bu kızı?"

Dudağının tek kenarı yukarı kıvrıldı. "İzmir'de tanıştık."

"Hâlâ orada mı?"

Kafasını salladı. "Evet, orada yaşıyor."

"Bir daha nasıl görüşeceksiniz peki?"

"İzmir'den İzmir'e gittikçe."

Yüzümü buruşturdum. "Sen hayatta o kadar sabredemezsin."

"Sen öyle san," dedi. "Onun da İstanbul'a işi düştüğü zaman bize gelecek."

"Daha demin konuştuğunda bu kız mıydı?" diyerek yeni bir soru yönelttim.

Kafasını başka bir yöne çevirip kaçamak bir cevap verdi. "Evet."

"Allah Allah," dedim alayla. "O zaman İzmir'e gideceksin."

Kaşlarını çattı. "Anlamadım?"

"Buluşacağınızdan bahsediyordun," dedim sırıtarak. "Yoksa o mu buraya gelecek?"

Cevap veremeyince "Ben sana sabredemezsin demiştim," dedim bilmiş bilmiş. "Bir hafta bile dayanamamışsın."

"Ceren," dedi uyarıcı bir tonla. "Çok konuştun. Git üstünü değiştir."

Oflayarak yerimden kalkıp ayaklarımı yere sürte sürte ilerledim ve çantamı yerden alabilmek için yere eğildim. O sırada kafama yumuşak bir cismin atılmasıyla tekrar doğruldum ve engel olamadığım kasılan çenem ve ağır adımlarla abime döndüm.

"Ben o eteği giymeyeceksin demedim mi lan?"

"Ne giyeyim başka?"

"Pantolon giy, geri zekalı!"

"Bütün kızlar etek giyiyor!"

Abim sesimi yükseltmeme karşılık yerinden kalktı ve üstüme üstüme gelmeye başladı. Buna karşılık ben de refleks olarak geri geri adımlar attım. Ardından ellerimi göğsümün hizasından ileriye doğru uzatarak kendime siper ettim ve "Tamam tamam," dedim. "Pantolon giyeceğim."

Fakat bunu demem hiçbir işe yaramadı. Üstüme üstüme gelirken ayağım kaydı ve oturur vaziyette yere düştüm. Önüme dökülen saçlarımın arkasından canımın acısını gözlerime yansıtarak sinirli bir bakış attım.

Abim bir kahkaha patlattı ve kolumdan tutup ayağa kaldırdı. "Kalk kalk, geri zekalı."

Kolumu elinden kurtarıp yerdeki çantamı tekrar elime aldım ve hızlı adımlarla merdiven basamaklarına koşturdum. Daha sonra omzumun üstünden abime bakıp "İnadına etek giyeceğim!" diye bağırdım. "Ölümüne etek!"

Eş zamanlı olarak abim yanıma bir an önce ulaşmak adına büyük bir adım attı ve bu benim kıkırdayarak merdivenleri tırmanmama sebep oldu.

◀▶

Üstümü değiştirdikten sonra tekrar alt kata inmiş, tabiri caizse abime yalakalık yapıyordum. Daha doğrusu Selinlere gitmek için izin almaya çalışıyordum. "Bir tabak daha ister misin?" diye sordum uysal bir tavırla.

"Kaç kere sordun kızım? Yemeyeceğim diyorum. Sen okulda yememişsindir, kendi karnını doyur."

"Başka bir şey istiyor musun?"

Nefesini sesli bir şekilde verip gözlerini yumduktan sonra, bir süre öyle bekledi. Sonra kuşkuyla tekrar aralayıp, şüpheci bir tavırla sordu. "Sen benden bir şey mi isteyeceksin yoksa?"

İstemsiz olarak gözlerimi kaçırıp cevapladım. "Yoo."

"Tabii ya," dedi arkasına yaslanıp. "Ben bunu nasıl düşünemedim?"

"Bir şey istemeyeceğim," diyerek inkar ettim.

"İyi," dedi sandalyesinden indikten sonra. "Ben dışarı çıkıyorum, sen evdesin zaten."

Eş zamanlı olarak ben de sandalyemden atladım ve peşinden gitmeye başladım. "Şey... Aslında bir şey diyecektim..."

"Hım?" diye sorar gibi mırıldandı muzip bir şekilde mutfak kapısından çıkarken.

"Şey... Selin çağırdı da... Evine... Gidebilir miyim?"

Ses çıkartmayınca devam ettim. "Fazla durmam istersen."

"Olmaz," dedi. "Gidemezsin."

"Neden ya," dedim peşinden gitmeye devam ederken.

"Size güvenmiyorum ben. İkiniz bir araya gelince sapıtıyorsunuz."

"Abi ya," dedim mızmızlanarak. "Ne zaman sapıttığımızı gördün? Hem... Hem kaç gündür görüşmüyoruz. Çok özledim. "

"Olmaz," dedi yine. Adımlarımı hızlandırarak önüne geçtim ve farklı bir teklif sundum. "O zaman Araslara gidelim. Selin'i de oraya çağırayım, olur mu?"

Burun kırıştırıp biraz öyle bekledi. "Lütfen," dedim boynumu büküp.

Askılıktan siyah deri ceketini alıp tekrar bana döndü. "İyi. Aras'ı ara, müsaitse götüreyim. Yalnız acele et."

Acele acele hırkamın cebinden telefonu çıkartıp Aras'ın numarasını tuşladım. Çalar çalmaz telefon açıldı. "Alo?"

"Bir çalsaydı."

"Çok konuşma cüce. Elimdeydi telefon açtım işte."

Kıkırdadıktan sonra sordum. "Evde misin, sana geliyorum."

"Evdeyim, gel. Tek misin?"

"Evet ama Selin'e de haber vereceğim."

"Tamam," dedi. "Sen organizasyonu yapmışsın zaten."

Sırıttım. "Biliyorum. Çok müthişim."

Abim kafama vurup telefonu elimden aldı. Ardından kendi kulağına götürüp "Tamam Aras, hadi kapa," dedi. "Getiriyorum kızı. Dışarı çıkmak isterlerse sakın izin verme."

Ve o an kafama acı gerçekler dank etti.

Ben Selin'le neden buluşmaya çalışıyordum? Samet'in yediği haltları anlatmak için. Peki, bu Aras'ın yanında mümkün olabilir miydi? Ah, tabii ki hayır.

Yaptığım aptallığı geç fark etmemin verdiği iki kat aptallıkla elimi şakaklarıma götürüp ovuşturdum. Aslına bakarsanız, hiç görüşememekten iyiydi. Hem belki bir fırsat bulup anlatabilirdim. Abim telefonu uzatıp "Hadi," dedi. "Bir yere yetişmem lazım."

Askılıktan lacivert yağmurluğumu alıp kollarımı geçirdim. Aynı zamanda da gözlerimi devirip abimi cevapladım. "Nereye yetişmen gerektiğini sanki bilmiyoruz." Hafifçe kaşlarım çatıldı. "O değil de, sen annemle babam boşanırken bile nasıl bir kızla tanışmaya vakit ayırdın?"

"Aslında hayır," dedi. "Biz onunla mahkemede karşılaştık."

Alayla güldüm. "Neden? O da kocasından mı boşanıyormuş?"

"Saçmalama," dedi dişlerinin arasından ve ben bunu bir uyarı olarak kabul edip çenemi kapadım.

Evden çıktığımızda havanın son hâlinden daha bir soğumuş olduğunu idrak ettim ve abime iyice sokuldum. Böylece arabaya doğru ilerledik ve yolcuğumuz gayet sakin geçti. Arasların kapının önüne geldiğimizde abime de içeri gelmesi için ısrar ettim ama yetişmesi gereken bir işi(!) olduğu için hiç beklemeyip gazı kökledi.

Şu an ise Arasların salona yerleşmiş konsol oyunlarından birini oynuyorduk. Ve ben tabii ki...

Yeniliyordum.

Çünkü futboldu. Hani genellikle erkeklerin ilgi alanı olan. Kapı zilinin çalmasıyla elimdeki kolu bıraktım ve koşarak kapıyı açtım. Kapının açılmasıyla Selin de kafasını yerden kaldırdı ve kocaman gülümsedi. Gülümsemesine karşılık verip, hiçbir şey söylemeden kollarımı iki yana açtım ve sıkıca sarıldım. O da kollarını iki yana açıp sarılışıma karşılık verdi. "Çok özlemişim..."

"Ben de," dedim gülümseyerek ve yavaşça kollarımı bedeninden ayırdım. "Gel."

Kapının önünden çekildim ve Selin'e geçmesi için yer ayırdım. Gülerek içeri girdi ve Aras'a seslendi. "N'aber lan değişik?"

Aras küçük bir kahkaha atıp Selin'e döndü. "Seni görmeden önce daha iyiydim."

Selin, şakayla karışık arkasını döndü ve gülerek "Ben gideyim o zaman," dedi. Sonra tekrar kahkahalar eşliğinde bize döndü ve üzerindeki tüylü kapüşonu olan montu çıkartıp eline aldı. Kapıyı kapattım ve beraberce salonun ortasına doğru ilerledik. Aras ekranı işaret edip "Gel senin de bir ifadeni alayım," dedi Selin'e.

Selin yüzünü buruşturup "Futbol mu?" diye sordu. "Yok almayayım."

Aras oyunu bırakıp ayağa kalktı. "Sizden bir bok olmaz."

Gözlerimi devirdim. "Ben en azından denedim."

Burnumu parmaklarının arasına alıp sıktı. "Aferin sana."

Geri geri kaçarak parmaklarından kurtuldum ve gülerek eline vurdum. O ise buna karşılık kolumu kavrayıp ters çevirdi ve beni hareketsiz hâle getirip arkama geçti. "Bir daha vuracak mısın?" diye sordu gülerek.

"Aras bırak kolumu," dedim acıdan buruşmuş yüzümle.

"Bir daha vuracak mısın?" diyerek sorusunu yineledi.

"Tamam tamam. Vurmayacağım."

Ellerini kolumdan çekip Selin'in yanına ilerledi. Sonra yanağına bir öpücük kondurup "Hoş geldin," dedi. Yerimde doğrulup Aras'ın sıktığı yeri ovuşturdum. "Öyle olsun, Aras."

Selin gözlerini kısarak konuştu. "Kıskanma kız."

Omuz silktim. "Ne kıskanacağım be. Sadece... Bana farklı sana farklı davranıyor. "

"Tabi kızım," dedi. "Biz her gün Aras'la aynı okula gidiyoruz. Tabii farklı olacağız."

Alayla güldüm. "Amaan bana ne zaten. Berk'im bana yeter. "

Aras ışık hızında yüz seksen derece döndü ve yüzündeki şaşkın ifadeyle "Ne diyorsun lan sen?" diye sordu.

"Hiiç," dedim gülerek.

"Söyle söyle," dedi bana doğru ilerlerken.

Gülerek cevapladım. "Sen bana kötü davranırsan ben de Berk'ciğimin yanına giderim, diyorum."

İşaret parmağını ileri geri sallayıp "Seni öldürürüm," dedi.

Küçük bir kahkaha patlattım. "Berk'im beni korur."

"Kızım katil mi edeceksin lan sen beni? Berk kim? Neyin nesi?"

Omuz silktim. "Hiiç. Kim olacak, yakın bir arkadaşım işte. Seninle Selin gibi."

Bu cümleden sonra Aras hep benimle ilgilenmişti ve Selin'in yüz ifadesi görülmeye değerdi. Tabii bunların hepsi, şakadan ibaretti. Yoksa Aras'ın ikimizi de birbirimizden ayırt etmediği veyahut benim Selin'i kıskanmadığım aşikardı. Ya da Berk'i Aras'la asla kıyaslamayacağım.

İlk bir saat oturup sohbet etsek de ardından film izlemiştik. Filmin türü korku idi ve biz Aras'ın dibinden ayrılamamıştık. Bence bu durum Aras'ın bir yandan hoşuna gidiyordu. Çünkü filmin yarısını kıs kıs gülerek geçirmişti. Filmden sonra bir de mutfağa geçmiştik ve evde abur-cubur ne varsa ortaya dökmüştük. Çeyreğini bile yiyememiştik ama, olsun. Ve inanır mısınız, uzun zamandır birbirimizi görmediğimizden mi kaynaklı bilmem, Selin'le Samet hakkında konuşmak bile aklıma gelmemişti.

Ta ki abim evin önüne gelene kadar.

Dışarıdan korna sesi yükseldiğinde ikimizin de aklına aynı şey gelmiş gibi, Selin'le göz göze gelmiştik fakat artık çok geçti. Cidden zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Gerçi anlasam bile Aras hiç yanımızdan ayrılmamıştı ki.

Aras'la vedalaşıp, Selin'le birbirimize imalı bakışlar attıktan sonra evden çıkmıştım. Abimin, 'Araslarda neler yaptınız?' temalı sorularını cevaplarken eve de gelmiştik. Salonun ortasına doğru ilerleyip az önce çıkarttığım yağmurluğumu koltuğun üstüne bıraktım. Abim anahtarı askılığın yanındaki kâseye fırlattıktan sonra bana döndü ve "Hadi hemen yatağa," dedi. "Geç oldu, yarın uyanamayacaksın. "

Kafamı sallayıp yanına kadar gittim ve ardından parmak ucumda yükselip yanağına bir öpücük kondurdum. "İyi geceler."

O da saçımı okşayıp  "İyi geceler, " dedi ve ben de gülümseyip merdivenlere ilerledim. Hızlı hızlı tırmandıktan sonra kendimi odama atıp kapıyı kapattım. Eş zamanlı olarak telefonumdan bildirim sesi yükseldi. Hırkamdan telefonumu çıkartıp tuş kilidini açtım. Ve Selin'in mesajıyla karşılaştım.

"Ben böyle işin var ya..."

Klavyeye geçip cevap yazmaya başladım.

"Sıkma canını. Anlatacağım."

Mesajı yolladıktan sonra önümdeki boy aynasının karşısına geçip son hâlime bir bakış attım. Saç baş dağılmış, hırkanın omuzları düşmüş, tayt kendinden geçmiş... Tabii yaşadığımız eğlencenin yanında bunun lafı bile olamazdı.

Telefonumdan tekrar bildirim sesi gelince aynanın karşısında dikilmeyi bırakıp yatağımın ucuna oturdum. Mesaj yine Selin'dendi.

"Yok, yok. Olmayacak böyle. Yarın bize geliyorsun, işimizi garantiye alalım."

Parmaklarım hızlıca tuşlarda gezinmeye başladı. "Abime ne diyeceğim peki? Daha bugün sordum, izin vermiyor işte."

Mesajımı yollayıp telefonu hafifçe avucuma vurarak cevap beklemeye başladım. Ekran parladığında mesajı okur okumaz cevap yazmaya koyuldum. "Sanki her şeyi abinden izin alarak yapıyorsun. Bir yalan uydur işte."

"Yakalanırsak n'olur? Tahmin bile edemiyorum."

"Bence fazla abartıyorsun. Kötü bir şey yapmayacağız ki."

Burada kızacağı nokta kötü veya iyi bir şey yapmamız değil, yalan söylememiz olacaktı zaten. Telefonu yatağın üstüne fırlatıp sırt üstü uzandım. Tamam, abimi atlattım diyelim, Selin'e olayları tüm çıplaklığı ile anlatabilecek miydim? Çok fazla bir şey yoktu ortada kabul, fakat Selin'in yılların sonucu olarak elde ettiği ve çok sevdiği sevgilisi ise öznemiz, gireceği depresyonun gün sayısını düşünmek istemiyordum bile. Hâlâ bir şansım vardı. Söylemeyebilirdim... O zaman ne olurdu peki? Samet iyice ortamı boş bulup, Selin'i aldatmaya kadar yürürdü. Ve bu sefer ki Selin, öncekinden çok daha yıpranmış bir Selin olurdu.

Oflayıp telefonu tekrardan elime aldım. Ardından  "Yarın bir şekilde geleceğim," yazıp yolladım ve telefonumu kapatıp komodinin üstüne bıraktım.

Sonrasında ise üstümü değiştirip kendimi yatağa bıraktım. Hakan'ı göremememin burukluğu içinde... Öküz falandı ama, insan özlüyordu işte. Bir de sevgili olsak, alır başımı yürürdüm büyük ihtimalle. Sevgili olmak... Hakan'la...

Pekâlâ, kendime imkansız kelimesini yasakladığımdan, kullanmayacaktım fakat pekte yakın bir ihtimal gibi durmuyordu.

Şimdilik.

Benim için onu görebilmek bile bir başarıydı aslında. Ve bugün başarısızdım, kabul. Ama yarın... Ah, Selinlere gidecektim. Hırsla gözlerimi yumup kafamı yastığa gömdüm. Doğruluk payına inandığım güzel bir söz vardı. Ne demişler; gün doğmadan neler doğar. Umut arayana, her yer umuttu anlayacağınız.

Bu sözü tekrarlayıp uykuya dalmayı bekledim. Her yer umut...

~

Oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var :)

Continue Reading

You'll Also Like

11.9K 986 46
YOK OLUŞ SERİSİNİN BİRİNCİ KİTABIDIR! ^^ Geçmişin acısı geleceğin yarasıydı. Geçmiş geleceğe sunuldu, gelecek geçmişe mahkum oldu. Hatıraların unutu...
4M 131K 73
Bir adam, beni yangına çevirmişti. Bir adam, benliğimi bozmuştu tereddütsüz. Ve bir adam benim cennetimin ateşi olmaya ant içmişti ansızın... O adam...
484K 25.5K 40
(2) Thomas Boyle, hayatında ilk defa saf bir kadını arzuladı. Bellanita Hill, Thomas Boyle'un ilk karmaşası oldu ve bu onu çok daha çekici kıldı.
988K 33.8K 46
Bardağı geri tezgaha koyduğum esnada ensemde hissettiğim nefes ile çığlık atmak için ağzımı açtım. Ne yapacağımı önceden biliyor gibi eliyle ağzımı k...