TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.3K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
19.Bölüm "SARHOŞ"
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)

62.5K 2.1K 484
By suheda_zsy


"Bu ne biçim çay lan," diyerek masaya sesli bir şekilde bardağı bıraktı.

"Nesi var? Mis gibi çay işte," dedim kendimi savunarak.

"Mis gibi çaydan kastın, icetea ise evet, mis gibi," diye homurdandı.

"Az öncekine de çok sıcak demiştin."

"Şimdi de soğuk diyorum, git yenisini getir," dedi itiraz istemeyen ses tonuyla.

Tezgahın yaslandığım yerinden oflayarak ayrıldım ve birkaç adımla önündeki bardağı tabağıyla beraber kavrayıp tekrar tezgaha yöneldim. Sinirden ağlama kıvamına geleli çok olmuştu. Masayı hazırlayalı yarım saati aşmıştı ve ağzıma tek lokma dahi sürememiştim.

Hakan'ın istekleri yüzünden.

Bilmem kaçıncı kez çayın demini milimi milimine hesaplayarak doldurdum ve kaynamış suyu da koyduktan sonra parkenin ezberlediğim yerlerine birkez daha basıp Hakan'ın önüne çayını servis ettim. Cidden, bundan sonraki hayat felsefem Hakan'ın eline düşmemek olacaktı. Harbiden çektiriyordu. Kaşlarını çatarak çayından bir yudum aldı. Yudumu yuttuktan sonra "On ikinci denemende başarısız," dedi.

Ağlamak istiyordum, yorgunluktan, bıkkınlıktan, ama en çokta sinirden. Daha günün ilk saatlerinde yorgunluk bayraklarını havaya dikmiştim. Abim gelene -belki daha da sonraya- kadar kim bilir neler isteyecekti? Abimin kızacağını bilmesem 'söylersen söyle' deyip çoktan çaydanlığı kafasına fırlatmıştım fakat abimi tanıyordum. Hemde bayağı.

Boynumu büküp mızmızlanma moduma geçtim. "Çok yoruldum, artık içsen şu çayı, ha?"

"İyi iyi," dedi hızlıca kafasını sallayarak bana acımış gibi. "Otur sen de yemeğini ye, malum yorgun bir köle işime yaramaz, enerji toplaman lazım."

Cevap vermeye tenezzül bile etmeden tembel adımlarla yerime ilerledim. Dakikalar önce hazırladığım sıcacık tost ve çay, ısılarını parça parça kaybetmişlerdi. Ne yiyesim kalmıştı, ne de iştahım. Onu yap, şunu yap iştah mı kalırdı yahu?

"Bu tostun kaşarları niye erimemiş?"

Ağır çekimde kafamı Hakan'a çevirdim. "Bilmem, kaşarlar senin ilgi alanın."

"Oo," dedi abartılı bir şekilde. "Ceren hanım cici kız modundan çıkmaya karar vermiş." Benim gözlerimi devirmemle o da eş zamanlı olarak devam etti. "Tabii, benimle takılınca cici kız modu bir yerden sonra pes ediyor."

"Allah aşkına," dedim alayla. "Benim ne zaman cici kız modunda olduğumu gördün?"

Tek eliyle çenesini avuçlayıp düşünüyormuş gibi yaptı. "Seni ilk gördüğümde giydiğin kırmızı elbiseyi, Çıkmaz'da karşılaştığımızı..." dudaklarıma kısa bir bakış atıp devam etti. "Hattâ Çağatay'la öpüştüğünü göz önünde bulundurursak, hiçbir zaman."

Kafamı önüme eğme isteğini yenerek "Ee o zaman?" diye sorar gibi konuştum.

"Tamam, kabul," dedi ellerini teslim olur gibi havaya kaldırarak. "Cici kız modunda değildin, ama kibar kız hâllerin vardı."

"Kabayım demedim zaten," dedim gözlerimi devirerek.

Gözlerimi devirdiğimi görünce kaşlarını çattı. "Şımardın sen, kalk ayağa köleliğe devam."

"Off," diye derin bir nefes verdim. "Ne istiyorsun yine?"

"Telefonumu getir."

"Nerede?"

"Salonda bir yerlerdedir, onu da ben mi söyleyeyim? Ara bul."

Gözlerimi devirip tekrar ve tekrar ayağa kalktım. Tostundan bir ısırık daha alıp çayını -beğenmediği hâlde- yudumladı. Birkaç adım daha atmamla, Hakan'ı tamamen arkamda bırakıp salona giriş yaptım. Telefon demişken, abim aklıma gelmişti. Her ne kadar gitmesi benim için büyük bir fırsat olsa da, özlediğim gerçeğini değiştirmiyordu. Bir daha kimse Hakan'la aynı evde geçireceğim bir hafta vermezdi. Bunun bilincindeydim fakat abimle değişecek kadar düşmemiştim.

Sehpanın üzerindeki mor, geniş kâsenin içinde bulunan kumandaların arasına karışmış, benim abime aldırmak isteyip de bir türlü aldıramadığım telefonu elime alıp seri adımlarla mutfağa ilerledim. Kendimi hizmetçi gibi hissediyordum. Hattâ daha da kötüsü. Hizmetçiler en azından para kazanıyorlardı. Ben kazanmadığım gibi, birde ukala tavırlarına göz yummak zorunda kalıyordum. Önünde dikilip düz düz telefonu uzattım. İlk önce telefona, ardından bana yandan aşağılayıcı bir bakış attı.

"Köle olan ben değilim, sensin."

"Yuh," dedim ani gelen bir refleksle. "Telefonunu da ben mi kullanacağım?"

"Hı hı," diye karşılık verdi sinir bozucu bir gülümsemeyle.

Bir süre suratına boş boş baksam da, daha sonra dediğini yaptım ve telefonun kilidini açtım. "Ne yapacağım?"

Ağzındaki tost parçasını yuttuktan sonra "Mesaj gelmiş mi?" diye sordu.

Gelen kutusunu simgesinin üstündeki iki rakamını görünce "Gelmiş," diye cevap verdim.

"Bak," dedi ilk başta. Ardından hızla atılıp "Ya da dur, sen bakma," diye ekledi.

Dediklerine anlam veremeyerek suratına düz düz bakmaya devam ettim. Elini uzatıp "Ben hâllederim," dedi.

Telefonu sertçe avucunu koydum. Oyuncağı vardı sanki geri zekalının! Yüzüne bile bakmadan tekrardan yerime yerleştim ve tostumdan büyük bir ısırık kopardım. Ne dediği, ne isteyeceği, neyle tehdit edeceği umrumda değildi. Her istediği yapılan şımarık çocuklar gibi beni oyalayıp duruyordu işte. Ayrıca abimden bir şey saklamak istemiyordum. Hem de hiç. Bunu ben anlatamayacağıma göre Hakan'ın anlatması doğru bir seçenekti. Tamam, abim ne yapar kestiremiyordum fakat yedi kişinin şahit olduğu bir sahne eninde sonunda ortaya çıkacaktı. Buna kendimi hazırlamalıydım. Ya da abimi hazırlamalıydım. Hiçbir türlü telafisi yoktu ama ne bileyim bir oyun için olduğunu, aramızda hiçbir şey olmadığını açıklamaya çalışabilirdim.

Ne garipti değil mi, yaşadığım bu şeyler. Beni uzaktan tanıyan birisi asla böyle bir yaşantıya sahip olduğumu tahmin edemezdi. Hattâ çoğunun şöyle düşündüğüne emindim;

"Ne rahat kız, annesi babası yanında yok. Karışanı da yok, zenginler de. İstediğini giyer, istediğini yer, içer. İstediği kişiyle arkadaşlık kurar, istediğiyle sevgili olur, gezip, tozar..."

Öyle olmuyordu işte. Hayatım hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan insanların, böyle söylemleri önyargıdan başka bir şey değildi. Bu yüzden herkes, her yerde bas bas bağırıyordu ya, "Ön yargıdan kaçının," diye.

"Gelecek misiniz?" diye sorulan soruyla, Hakan'a dikkat kesildim.

"..." Karşı taraf bir şeyler geveledi.

"Tamam."

"..."

Telefonu kapatıp bardağının yanına bıraktı. Ardından tostunun kalan kısmını da tek hareketle ağzına attı ve çayını da bitirdi. "Kim gelecek?" diye sordum merakıma yenik düşüp.

"Sana ne köle," dedi dalga geçerek.

Gözlerimi devirip "Söylemezsen söyleme," diye homurdandım.

"Akşama," dedi ciddileşip. "Arkadaşlar gelecek. Tabii sen odandan çıkmayacaksın."

"Kızlar da gelecekse, unut sen o işi."

"Nedenmiş?"

"İstemiyorum gelmelerini," dedim omuz silkerek.

"Kızlarla anlaşamadığını fark ettim, zaten kavgacı bir tipe benziyorsun."

"Hiçte bile," dedim omuz silkerek.

"Ama bu huyundan vazgeçmelisin," dedi sinir bozucu bir tatlılıkla.

"Nedenmiş?"

"Koray'ın kardeşisin sonuçta. Alışman lazım."

Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim. "Onu hiç hatırlatma zaten."

Güldüğünü duydum. Ardından ekledi. "Herneyse, çok isterdim ama kız falan gelmiyor. Bu yüzden sen de odandan çıkmayacaksın."

Kafamı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. Kız gelmeyecekse kabulumdü, hem ne yapacaktım erkeklerin arasında? Tek başıma odamda takılırdım.

"Güzel," dedi telefonu eline alıp ayağa kalkerken. "Şimdi masayı topla, köle."

"Ciddi misin?" diye sordum dalga geçerek. "Sen söylemesen toplamayacaktım zaten."

Bu defa o koyu renk gözlerini devirdi ve mutfaktan çıktı. Dudaklarımı büküp umutsuz bir şekilde masanın üstündeki yiyeceklere bakmaya başladım. Kim toplayacaktı şimdi buraları?

~

Duvara monteli, iki metal kulptan sarkan beyaz, pamuk havluyla ıslak olan ellerimi kuruladım. Sandığım kadar uzun ve uğraştırıcı geçmemişti masayı toplamak. Gerçi uzun sürse kaç yazardı ki? Mecburen toplayacaktım. Köleydim ya hani. Tembel adımlarla mutfaktan çıkıp sırtı bana dönük olan Hakan'a seslendim. "Ben duş alacağım."

Müthiş çapkın bir sırıtmayla arkasına döndü. Gülmesini zar zor bastırarak "Ne demek istiyorsun?" diye sordu.

Merdivenleri çıkmaya başladığım sırada gözlerimi devirerek konuştum. "Ne demek isteyeceğim? Sen şimdi en ufak isteğinde odaya dalma diye söylüyorum."

"Hee," dedi gevşek bir gülümsemeyle. "Sahibinden izin alıyorsun yani? Tamam, izin veriyorum köle."

Merdivenin zirvesindeydim ve buradan Hakan gözükmüyordu. Dedikleri şaka maksatlı olduğu için cevap verecek kadar önemli bulmadım ve merdivenin trabzanından kolumu dışarı çıkartıp elimi 'he he' der gibi aşağı yukarı salladım. Ondan yükselen cevap ya da cevap sayılabilecek herhangi bir ses yükselmeyince ben de yüzümdeki sırıtmaya engel olamadan odama girdim.

Eskiye göre iyiydik ya biz. Küçük atışmalar, göz devirmeler, laf sokmalar olsa da, bu samimiyetimizin ilerlediğini gösteriyordu. İlk geldiğinde böyle miydik? Kaşlarımızın çatıklığı dışında, hiçbir mimiğe ev sahipliği yapmıyorduk. Ama her işin iyi yanı olduğu gibi, kötü bir yanı da vardı. Hattâ bir değil, birçok. Örneğin; -ve en başta- gizemli kız, abim ve abim gelince görüşemeye görüşemeye bilinecek olan ilerlettiğimiz ilişkilimiz başı çekiyordu.

Tamam, daha doğru düzgün ilişki denmezdi bizimkine ama yine de bir ilerleme olduğu kesindi. Şahsen, Çıkmaz'da gördüğümde dilimin tutulmasına sebep olan Hakan ile şimdiki Hakan'ın arasındaki farkı çok rahat gözlemleyebiliyordum. Kapının kilidini iki kez çevirip odanın içine doğru ilerlemeye başladım. Komodinin üstündeki dünden beri hiç görmediğim telefonumu elime alıp mesaj geldiğini belirten simgeleri üst kısımda gördüğümde, kilidi açıp mesajlara girdim. On bir adet mesaj ve bir miktar da cevapsız çağrı beklemediğim kesindi.

2 okunmamış mesaj Çağatay.

5 okunmamış mesaj Merve.

3 okunmamış mesaj Berk.

1 okunmamış mesaj Beyza.

Derin bir nefes aldım. Muhtemelen hepsi aynı şeyi merak ediyordu.

Berk'in mesajıyla giriş yaptım.

"Dün noldu anlat."

"Bir şey mi yaptı yoksa?"

"Cevap ver, yoksa gelirim bak oraya."

Hızlıca cevap yazmaya başladım. Buraya gelmesi ve bir tane daha kavga? Ah, hayır.

"Bir şeyim yok, iyiyim. Mutfağı toparlıyordum, görmemişim."

Mesajı yolladıktan sonra Merve'nin yazdıklarına geçiş yaptım.

"Dün için çok üzgünüm, hepsi benim suçum. Ama en kısa zamanda telafi edeceğim, söz."

"Bir daha böyle bir şey olmayacak, emin olabilirsin."

"Hiçbir şeye karışmayacağım."

"Küs müyüz?"

"Ceren?"

Gözlerimi devirip klavyede gezintiye çıktım. Merve de benim gibi cevap alamayınca senaryo yazıyordu kafasında sanırım.

"Saçmalama, küs falan değiliz. Hem senin suçun yok, hem zaten ben hâllettim problem kalmadı."

Sıra Çağatay'daydı.

"O piç sana bir şey yapmadı değil mi?"

"İstersen seni gelip alayım?"

Telaşla yazmaya başladım.

"Yok, yok, gerek yok. Ben hallettim, bir şey de yapmadı, merak etme."

Beyza'nın mesajına gelince gözlerimin dinlendiğini hissettim.

"İyi misin?"

Belki de bu soru, diğer bütün soruları içinde saklıyordu.

"İyiyim."

~

Üstüme siyah, kalın yapay örgü kazağımı geçirdim. Kıvrak hareketlerle giydiğim ev ayakkabılarım kot görünümlü, lacivert taytımla çok hoş durmuştu. Kazağın içinde kalan yaş saçlarımın ensedeki kısmını kavrayıp dışarı çıkarttım. Duş, her zaman insanı rahatlatabilecek seçeneklerdendi. Ne zaman bunalsam veya bir şeylerden sıkılsam kendimi duşta bulurdum. Bana göre ruhsal ve fiziksel kirliliklerin bir kısmını alıp götüruyordu ve bu yüzden kendimizi rahatlamış hissediyorduk. Tabii benimkisi sadece bir düşünceydi.

Aşağı kattan yükselen zil sesi ile kaşlarımı çattım. Hakan'ın arkadaşları mı gelmişti acaba? Ama akşam geleceklerini söylemişti. Zil sesi tekrar yinelendi. Hakan neyle meşguldü acaba? Kendi kendime söylenerek kapıdan hızlıca çıkıp merdivenleri de üçer beşer inmeye başladım. Hakan'a baktığımda ise üçlü koltuğa yayılmış, telefonuyla uğraştığını gördüm.

"Kapıya niye bakmıyorsun?"

Bakışlarını bana çevirip omuz silkti. "Senin gereksiz arkadaşların için neden keyfimi bozayım?"

Merdivenin sonuna geldiğimde büyük birkaç adım daha atıp, Hakan'a cevap vermeye gerek duymadan kapıyı açtım.

"Aras?" dedim şaşkınlıkla.

"Ceren?" dedi o da beni taklit ederek.

Kenara çekilip içeri geçmesi için yer açtım. O da içeri adımını attı ve Hakan'ı gördüğü hâlde istifini bozmadan konuşmasına devam etti. "Terli terli bekletiyorsunuz kapıda."

Kapıyı kapatıp cevap verdim. "Sen niye geldin ki?"

İnanamazca baktı. "Kızım sen balık hafızalı falan mısın? Bize gel diye yalvarıyordun ya."

Gözlerimi kapattığımda "Ha," diye bir kelime döküldü dudaklarımdan. Tabii ya, nasıl unutmuştum. "Unutmuşum."

Yanına gidip sırtındaki gri çantayı omuzundan aldım. "Aç mısın?"

O "Hem de çok," derken ben de çantasını yere bırakmıştım. Tekrar ona döndüm. Tam ne yemek isteyeceğini soracakken alnındaki benek benek terler dikkatimi çekti. "Maçtan geldin değil mi sen?"

Kafasını salladı. "Aynen."

Alnındaki terleri tek elimle silip saçlarına şekil verirken aynı zamanda sormaya devam ettim. "Nasıl geçti?"

"Yorucu."

"Yendiniz mi bari?"

Kıvrak hareketlerle belimden tuttu ve havaya kaldırıp döndürmeye başladı. "Hem de iki sıfır!"

Kafamı geriye atmış, saçlarımla beraber o yana bu yana savruluyordum. Kahkahalarıma engel olamıyordum ki cevap vereyim. "Aras." Yeni bir kahkaha daha. "Lütfen..." gülmem yine sözümü kesti. "Yavaşla."

Aras daha da bir hızlandı. "Bu oyun yere yapışmadan bitti mi bugüne kadar?"

"Hayır," dedim zar zor nefesimi toplayıp.

"Ee?" diye o da sorar gibi konuştu gülerek.

Benim gülmem bir anda soldu ve Aras'ın omuzlarına sıkıca tutundum. "En son yere yapıştığımızda, sen benim üstüme düştüğün için kolum kırılmıştı."

Aras'ın gülmesine gülme eklendi. "Olsun, bu sefer de benimki kırılır. "

Omzuna bir tane vurdum. "Aras indir bak, düşeceğiz!"

Aras biraz yavaşladı. Ama ben istediğim için değil, başı döndüğü içindi. Kendi eksenimizde dönmeyi bırakıp, başka yerlere sapmıştık. Aras sarsak adımlarla geri geri gitti. Omuzlarına daha sıkı tutundum. Ah, kesin düşecektik. Daha önce de bahsettiğim gibi Aras'ın boyu bir hayli uzundu ve o istemeden yere inmem biraz zordu. Belimdeki elleri baskısını azaltırken geri geri sendelemeye devam ediyordu. Omuzlarını daha sıkı tutup gözlerimi kapadım. Acaba bu sefer kimin kolu kırılacaktı?

Bir insanın gözünü kapatıp açacağı süre içerisinde olanlar oldu. Başta neler olduğunu çözemedim. Hattâ o kadar afallamıştım ki, gözümü bile açamıyordum. İlk önce ellerimin altında sıkıca tuttuğum Aras'ın omuzları avuçlarımın arasından kayıp gitti. Ardından belimdeki ellerin yönü değişti. Ben düşeceğimi sanarken, sadece ayaklarım yere değecek kadar alçalmıştım. Üstelik çokta nazikçe bırakılmıştım yere.

Yavaşça gözlerimi araladım. Aras yerde yatıyordu. "İyi misin? " diye sordum ona doğru eğilip. Ardından kendi bedenime şaşkınca baktım. Ben nasıl düşmemiştim?

Tam arkamdan öfke dolu bir ses sinirle soludu. "Gücünün yeterli olmayacağını biliyorsun, ne diye çocukça işler yapıyorsun ki!"

Ah tabi ya, Hakan.

Aras düştüğü yerden dirseklerinin üzerinde doğruldu. Sonrasında gözlerini kapayıp burun kemerini sıktı. Hâlâ başı döndüğü için yerden kalkamıyordu. Bir süre öyle kalıp baş dönmesinin geçmesini bekledi. Ardından ayağa kalkıp Hakan'ın karşısına dikildi. "Sanane lan benim gücümden, çocukluğumdan!"

Hakan beni tek eliyle kenara itip Aras'la arasında ki farkı kapattı. "Bana ne, söyleyeyim mi?"

Aras Hakan'ın sözünü kesti. "Şimdi Ceren'i koruma ayakları yapma, bana sökmez."

"Ayak yapmak senin işin aslanım, oyun ayağına ellemediğin yer kalmadı."

Gözlerim irice açıldı. Tek elimle Hakan'ı omuzundan ittirdim. "Ne diyorsun sen be?"

Hakan alev alev yanan gözleriyle bana döndü. Onun bu yüz ifadesi geri adım atmamı sağlasa da, dik dik bakmaya devam ettim. "Sen demiyor muydun 'en son oynadığımızda üstüme düşmüştün ' diye?"

Aras'ı işaret etti. "Amacı oyun oynamak mı zannediyorsun?"

Son cümleyi tükürür gibi söylemişti. Ve bu kadar ciddi olması, insanı şüpheye sokabilirdi.

Bahsettiğimiz kişi Aras olmasaydı eğer.

"Ne demek istiyorsun lan sen!" diye kükredi Aras. Çok bile sabretmişti onun kişiliğindeki birine göre.

Hakan bu sefer beni gösterdi. "Kız var diye daha fazla açamıyorum, sen anladın ne demek istediğimi."

Aras'ın gözlerinden öfke akıyordu resmen. Geriye doğru gerinip, yumruğunu sıktığını gördüğüm anda, hemen yanına bitiverdim. Havada kalan kolunu tutup sakinleştirici bir tonla "Tamam Aras, boşver sen onu," dedim. "Biz mutfağa geçelim. "

Aras yüzüme kısa bir bakış atıp sesli bir şekilde nefesini dışarı verdi. Tavizi gören ben, ikna etmek ve ortamı yumuşatmak için konuşmaya devam ettim. "Ne yapayım sana? Makarna olur mu?"

Kolunu indirip yüzümü incelemeye başladı. Hakan arkamda kaldığı için yüzü gözükmüyordu fakat sesi çıkmadığına göre o da sakinleşmişti. Aras'ın gözü saçlarıma takıldı. Ardından elini kaldırıp saçıma dokunmaya başladı. "Saçların niye ıslak? "

"Duş almıştım."

"Niye kurulamıyorsun?"

Omuz silktim. "Kurur kendi kendine. "

Kaşlarını çattı. "Olmaz öyle şey. Hasta olacaksın."

Omuzlarımdan tutup hafifçe merdivenlere doğru ittirdi. Ortamdaki buzlu havanın kırılmasını istediğimden, hiç sesimi çıkartmadan Aras'a ayak uydurdum. Hakan bana kavgacı diyordu da, abimden başka arkadaşı olduğunu görmemiştim. En eğlenceli ortamı bile, bir anda gerilime sokabiliyordu. Aslında başbaşa kaldığımızda o kadar sıkıcı ve despot biri olmadığını pekâlâ anlamıştım. Ama işin içine erkekler girdiğinde, -özellikle benimle samimi olan- işin rengi değişiyordu. Sanırım abimin ona emanet ettiği şeyi, layığıyla koruyamayacağından korkuyordu. Hattâ koruyamadığını düşünüyordu. Malum, Çağatay'la öpüşürken görmüştü. Bunu abimden sakladığı için zaten yeterince vicdan azabı çekiyordu tahminimce. Şimdi bir de Aras çıkmıştı başına. Ama bilmiyordu ki, Aras öyle biri değildi. Yakından tanısa, o da anlardı fakat yargısız infaz yapıyordu.

Aras odamın kapısından içeri geçti. Tabii peşinden bende. Kolumdan nazikçe tutup makyaj masamın önündeki tabureye beni oturtturdu. Ardından arkama geçip saçımın ıslaklığını kontrol etti. Karşımdaki aynadan onu izliyordum. O da kafasını kaldırdı ve yansımalarımızla göz göze geldik. "Saç kurutma makinen nerede?"

Tabureden destek alarak kalkmaya çalıştım. "Ben getiririm."

Omuzlarıma baskı uygulayarak beni tekrar yerime oturtturdu. "Nerede, sen söyle."

"Banyoda. Dolabın orta çekmecesinde."

"Tamam," dedi ve banyoya girdi. Çocuğa çok ayıp olmuştu. Onun aklından -en azından benim hakkımda- hiç öyle şeyler geçmezken, apaçık suçlamaya maruz kalmıştı. Hakan'a anlam veremiyordum. Bir insanı hiç tanımadan nasıl böyle suçlayabiliyordu ki? Ha pardon, Aras uzaktan tanıştıklarını söylemişti ama bu tanışma bile insanların niyetini çözmek için yeterli değildi. İnsanlar çocukluk arkadaşını bile yeri geldiğinde zaman zaman tanıyamazken, Hakan'ın uzaktan bir tanışmışlıkla, Aras'ı tanıması imkansızdı.

Kurutma makinesinin çıkardığı rahatsız edici gürültüyle, boş bulunduğumdan dolayı yerimden sıçradım. Aras bu tepkime gülüp "Korktun mu?" diye sordu.

Omuz silktim. "Yo, ne korkacağım?"

Aras 'tabi tabi' der gibi kafasını salladı ve makinenin birkaç tuşuna basıp tekrar arkama geçti. Ben de tekrar aynadaki yansımasını izlemeye başladım. İlk önce eliyle ölçtüğü bir tutam saçı diğerlerinden ayırıp onu dibinden başlayarak kurutmaya başladı. Saçım uzun olduğundan, bir tutamda bile uzun bir süre oyalanmıştı. Son bir kez daha fön çeker gibi makineyle tutamın üstünden geçip, diğer eliyle kuruyup kurumadığını test etmek amaçlı saçımı sıktı ve ardından olumlu mırıltılar çıkartıp kuruttuğu yeri omuzun üstünden önüme bıraktı. Kuruttuğu saç tutamına dokundum. Nemden eser yoktu. Saç kurutma makinesini kafasıyla omuzu arasına sıkıştırıp kendi kafasına göre bir tutam daha ayarladı. Bir tane daha, bir tane daha...

~

"Eline sağlık cüce, çok güzel olmuş."

"Afiyet olsun aşkım."

"Ceren!"

Oturduğum sandalyeden kalkıp bıkkın adımlarla salona yöneldim. Evet, Hakan hâlâ emirler yağdırmaya devam ediyordu. Yaptığım domates soslu makarnadan bir kaşık bile yiyememiştim. Aras'ın kurutupta, benim toplamaya kıyamadığım salık saçlarımı sol tarafıma aldım. Güya Aras misafirdi ama, sanki Hakan misafirmiş gibi ona hizmet ediyordum. Odamdan ineli yarım saat olmuştu fakat Aras'ın yanında toplasan beş dakika duramamıştım. Hakan şımarık değil de neydi?

"Efendim?"

Bana dönüp kaşlarını çattı. "Ne yapıyorsunuz siz mutfakta?"

"Yemek yiyoruz. Sana da getireyim mi?"

"İstemez. Sen de burada ye yemeğini."

"Ne? Saçmalama. Çocuğu tek mi bırakayım?"

Omuz silkti. "Aynen öyle."

"Saçmalama. Tek başına oturmak için gelmedi herhâlde buraya. Kaç gündür görüşemiyoruz biz."

"Beni ilgilendirmez. Benim sorumluluğum altındaysan hiçbir erkekle başbaşa kalamazsın."

Gözlerimi devirdim. "Sen de gel mutfağa? "

Yüzüme korkutucu bir bakış attı. "Ceren," dedi uyarıcı bir tonla. "Uzatma. Burada yiyeceksin diyorsam yiyeceksin."

Gözlerinde tehdit vardı. Hem de büyük bir tehdit. İnsanı korkutan türden.

"Tamam o zaman, " dedim zar zor. "Ben tabağımı alıp geleyim? "

"On saniyen var."

İlk başta ne dediğini anlayamayıp, gözlerimi kırpıştırsam da, süremi başlatınca hızla yerimden fırlayıp mutfağa girdim. Aras'ın bakışları bana döndü. "Ne koşuyorsun kızım?"

Dediğini görmezden gelerek "Hakan'ın karnı acıkmış da, ben kendi tabağımı ona götüreceğim," dedim.

Yüzüme bir süre boş boş baksa da ardından kafasını salladı ve "Tamam," dedi. Tabağı aldığım gibi mutfaktan çıktım. Koşar adımlarla Hakan'ın önündeki sehpanın yanına gidip elimdeki tabağı bıraktım.

"Aferin," dedi gayet resmi bir şekilde.

"Neden?" diye sordum gözlerimi devirerek. "Emirlerine itaat ettiğim için mi?"

"Evet," dedi rahatlıkla. "Ama emir demeyelim, rica sadece."

"Hı hı, " dedim kafamı sallayıp. "Hem tehdit ediyor, hem de rica diyor."

Sırıttı. Sonra mutfağı işaret edip "Ne zaman gidecek o piç?" diye sordu.

Gözlerimi sonuna kadar açtım. "Sussana! Duyacak şimdi!"

Omuz silkti. "Çokta si..." Duraksayıp cümlesini düzeltti. "Çokta umrumda."

Yere oturup sehpaya uzandım. Aras mutfaktan çıkmadan tabağımı bitirip tekrar yanına gitmem lazımdı. Yoksa bu sefer onu ben bile tutamazdım. Cidden, abim hariç kimsenin üzerimde hakimiyet kurmasına tahammül edemiyordu. Makarnamı hızlı hızlı kaşıkladım. Öyle ki, biri bir şey sorsa cevap veremeyeceğim kadar doluydu ağzım. Makarnaları hızlı hızlı çiğneyip yuttum. Ardından art arda üç kaşık makarna daha ağzıma attım. Hakan'a yandan bir bakış attığımda beni izlediğini gördüm. Birden içinde bulunduğum durumu açıklama gereği hissettim. Ağzımdakileri yuttuktan sonra "Ne yapayım? Çok acıkmışım," diye açıklama yaptım.

"Gören de aç bırakıyoruz zanneder."

"Bir nevi öyle, kahvaltı da hiçbir şey yiyemedim senin yüzünden."

"Şimdi yedirdiğime dua et."

Somurtarak önüme döndüm ve makarnamı kaşıklamaya devam ettim. Allah kimseyi, kimseye muhtaç etmesin. Çok zor.

Bu sırada mutfak kapısından Aras çıktı ve beni ağzı dolu bir şekilde görünce şoka uğradı. "Ceren?" diye sorar gibi konuştu yanıma yaklaşırken.

Onun konuşmasına fırsat vermeden söze girdim. "Şey... Hakan biraz yedi de... Kalanını bana bıraktı... Bende onu yiyordum. "

Çatık kaşlarıyla beni izlemeye devam etti. Hakan ise bir tane daha açığımı yakaladığı için gayet keyifliydi. Yeni bir tehdit malzemesi daha. Onun için hayat güzeldi ya, güzel.

Aras bakışlarını üzerimden çekip gayet rahat bir tavırla yanımıza doğru gelip üçlü koltuğun uç kısmına oturdu. Diğer uçta Hakan vardı. İkimizde Aras'ın ne yaptığına anlam veremediğimizden, onu izliyorduk. Sehpanın üzerindeki kumandayı eğilip aldı ve tekrar arkasına yaslandı. Ardından ayaklarını benim yemek yediğim sehpaya uzattı. Televizyonu açacağı sırada ayaklarını ittirmeye çalıştım. Fakat pek etkili olmamıştı. "Çeksene ayaklarını!"

"Kızım bir rahat dur ya."

"Aras çek ayaklarını, yemek yiyemiyorum."

Ofladı. "Bir daha gelmeyeceğim buraya."

Hakan homurdanırken ben karşı çıktım. "Tamam ya sen dur, ben koltuğa geçeyim. "

Aras samimi bir gülücük yollayıp kanal arayışına girdi. Neredeyse Hakan'la birbirlerini görmezden geliyorlardı. Ne Hakan Aras'ın suratına bakıyordu, ne de Aras. Aras spor kanallarından birinde durup canlı yayında olan bir basket maçını izlemeye başladı. Ben de ikili koltuğa oturup bacaklarımın üst kısmına makarna ile dolu tabağımı koydum. Olağan bir kavgaya karşın tetikte bekliyordum. Çünkü Hakan Aras'a öldürücü bakışlar atıyordu. Anlayabiliyordum, Aras'ın bu rahat tavırlarına sinir olmuştu. Ama Aras kaç yıldır bizim eve gidip geldiğinden, rahat olması doğaldı. Ama Hakan bunu hazmedemiyordu. Hattâ Aras'ın bu evde bulunması bile onu rahatsız ediyordu.

Mutfaktan yükselen telefonumun zil sesiyle, ben dahil hepimizin bakışları oraya kaydı. Tabağımı oturduğum yerin kenarına bırakıp ayağa kalktım. Mutfağa gireceğim sırada Hakan arkamdan seslendi. "Telefonu al yanıma gel, yanımda konuşacaksın."

Gözlerimi devirip masanın üzerindeki telefonumu elime aldım. Abim arıyordu. İbreyi yana kaydırıp aramayı cevapladım. "Abi?"

"Ceren hanım?"

"Abi ya," dedim gülerek.

"Aramasam arayacağın yok, ne biçim kardeşsin lan sen?"

"Ne yapayım? En mızmız arkadaşını bırakmışsın yanıma. Onun isteklerini yapmaktan sana sıra gelmiyor."

Yalancıktan bir öksürme sesiyle arkamı dönüp kapının önünde dikilen Hakan'a baktım. 'Görürsün sen' der gibi kafasını salladı. Alt dudağımı dişleyip abimi dinlemeye devam ettim. Ya da etmedim. Hakan'ı abim yerine koyacağımdan, onun benden yaşça büyük olduğundan ve ona saygı duymam gerektiğinden bahsediyordu. Yani benim duymak isteyeceğim en son şeyler.

Abimin öğütleri bittiğinde, Hakan kollarını göğsünde birleştirmiş hâlâ beni izliyordu. Bıkmadan, sıkılmadan beni izlemesinin sebebi sanırım telefon kapandığında onun da bir konuşma yapacak olmasıydı.

"Tamam," dedim abime ruhsuz sesimle. Bunları tekrar etmesi hiçbir anlam ifade etmiyordu.

"Okulunu aksatma, gelince seni bir düzene sokmayı düşünüyorum zaten."

Gözlerimi devirdim. "Aksatmıyorum zaten abi."

"Tamam, kendine iyi bak."
Yeni fark ediyordum, abimin sesi yorgun geliyordu. Hem de çok fazla. Sanki konuşmaya bile hâli yokmuş da, mecburiyetten konuşuyormuş gibi.

"Abi sen iyi misin?" Bunu söylerken kaşlarım çatılmıştı. Hakan her mimiğimi dikkatlice izliyor, ardından tepkimi ölçülüyordu. Hattâ o da bir şeyler biliyor, ama saklıyor gibiydi.

"İyiyim, yorgunum sadece."

"Neden?"

"Ben de insanım Ceren. Yorulabilirim."

"Tamam kızma hemen, sadece sordum."

"Kızmıyorum. Ama bazen soruların insanı bunaltıyor. "

Evet evet, kesinlikle abimde hâller vardı. O bir soruyla bunalacak biri değildi ki. Benim nelerime tahammül etmişti. Bu muydu canını sıkan? Tabi ki hayır. Benim dışımda gelişen bir şeyler vardı İzmir'de. Yoksa ağabeyim, beni kimseye emanet edip ayrılmazdı yanımdan.

"Tamam, sen dinlen o zaman. "

"Kendine iyi bak."

"Sen de."

Telefonu kapatıp masanın pürüzsüz zeminine fırlattıktan sonra kafamı kaldırıp Hakan sert bir bakış attım. "Abim neden İzmir'e gitti biliyor musun?"

Dudaklarına aşağıya doğru büküp omuzlarına havaya kaldırıp indirdi. "İşleri varmış."

"Hah," dedim güler gibi. "Onu biz de biliyoruz! İşi ne işi? Onu söyle sen bana!"

Hayalimde böyle bir konuşma yoktu. Sakince soracak, sakince cevabımı alacaktım. Ama bu bilinmemezlik, Hakan'ın verdiği açık uçlu cevaplarla öfkeye bulanmıştı. Aras hızını alamayıp içeri daldı. Bir bana bir Hakan'a bakıp sordu. "Ceren neden bağırıyorsun? Ne oluyor?"

Sakinleşmek adına gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. Tek elimle masadan destek alıp diğer elimi de gözlerimin yarısı kapanacak şekilde alnıma götürdüm. Şu ana kadar abimin gittiğini önemsediğim söylenemezdi. Hakan'ın yanımda olduğunu düşünerek işin hep toz pembe kısmını canlandırmıştım kafamda. Ama şimdi... Abimin sesini duyunca... Ortada bir sorun olduğunu sezmemek mümkün değildi. Annemi arasam? Belki o yardımcı olabilirdi. Ya da babam?

Telefonu elime alıp hızla annemin numarasını tuşladım. Telefonu kulağıma götürürken ikisi de beni izliyordu. Umursamadan telefondan çıkabilecek herhangi bir sese dikkat kesildim. Ama duyabildiğim tek ses şu oldu:

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor...

Telefonu ani bir hareketle yere fırlattım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Aras ve Hakan yaptıklarıma anlam veremiyor, şaşkınca beni izliyorlardı. Bacaklarımın yorgunluğu kendini belli edince dizlerimin üstünde yere çöküp bu sefer daha şiddetli ağlamaya başladım. Kesinlikle yenilik ve değişikliklere açık bir kişiliğe sahip bir insan değildim. Buna rağmen, hepsi üst üste gelmişti.

Yeni bir okula başlamıştım, bu bir yenilikti. Okul arkadaşlarım kökünden değişmiş, bir de Hakan isimli canlı hayatımın merkezine yerleşmişti. Abim İzmir'e ailemin yanına gitmiş beni koca şehirde yalnız bırakmıştı. Onun yerine Hakan'ı koymamı istiyordu fakat Hakan ağabey gözüyle bakacağım son kişi bile değildi. Daha birini hazmedemeden diğerleri de üzerime çullanmıştı. Ben hiçbir şeyi kolay kolay alışkanlık hâline getiremezdim. Dolayısıyla, ne henüz okuluma alışabilmiştim, ne de son zamanlarda tanıştığım insanlara. Sanki ülkemde savaş çıkmıştı da, ben hiç bilmediğim bir yere gitmek zorunda kalmaştım.

Aras yanıma diz çöküp usulca sordu. "Ceren, iyi misin?"

Kafamı salladım. Saçlarım önüme dökülmüş, kendilerinden başka kimseyi görmeme izin vermiyorlardı. Aras'ın yanımda varlığını hissediyor, fakat ona da bakmıyordum. Elini omzuma koyup aynı tonda devam etti. "N'oldu? Anlat bana."

İki elimle de gözlerimin altını silip saçlarımı geriye attım. Ardından yönümü Aras'a çevirdim. "Abimin işleri neymiş, sen biliyor musun?"

Kaşlarını çattı. "Bu muydu yani?" diye sordu küçümseyerek.

"Bu," dedim sesimi yükselterek. "İşim var deyip gidiyor, ama işinin ne olduğunu bile söyleyemiyor. "

"Önemli bir şey değildir, olsaydı söylerdi. "

"İstanbul'dan İzmir'e gidecek kadar önemli olduğuna göre?"

Yerden destek alarak ayağa kalktı. Ardından kolumdan tutup beni de yerden kaldırdı. Göz ucuyla Hakan'a baktım. Kaşlarını çatmış, sert bir ifadeyle beni izliyordu. "Takma sen kafana bunları, hem Koray bir iki güne gelir zaten. Ne soracaksan ona sorarsın."

Yine kafamı salladım. Aras bana dönüp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Hadi git şimdi yüzünü yıka."

Burnumu çekerek Hakan'ın yanından geçtim. Yine ağlamıştım, yine Hakan'a rezil olmuştum. Ama kimse bu kadarını tahammül edemezdi. Tamam, Aras'ın bilmediğine inanıyordum fakat Hakan'dan emin değildim. Bana biri gelip "Kardeşime bir süreliğine bakar mısın?" diye sorsa nedenini sormadan edemezdim. Bence Hakan kesinlikle biliyordu ve bana söylemiyordu. Bu da demek oluyordu ki ortada apaçık benden saklanan bir durum var. Ya da bir olay. Kafamı iki yana salladım. Nereye kadar saklayabilirlerdi ki? Ya da ben ne zamana kadar fark etmezdim? Elbet öğrenecektim. Ya bugün, ya yarın.

Buz ısısında olan soğuk suyu avuç içimin son raddesine kadar doldurdum. Parmaklarımın arasından sızmaya başlayan sıvının açığını hemen önümdeki musluktan akan su kapatıyordu. Daha fazla beklemeyip sertçe suyu yüzüme savurdum. Belki bu beni kendime getirirdi. Bir tane daha, bir tane daha...

Banyodan çıktığımda Hakan salona geçmişti. Beni görünce baştan aşağı süzdü. Gözlerinden anlayabiliyordum, bir şey söylemek istiyordu ama söyleyemiyordu. Ama bunun kanıtlamak imkansızdı. Ne diyecektim? 'Ben senin gözlerinden anlıyorum, bana bir şey diyeceksin' mi? Tabi ki hayır. 'Yo' der, bir de omuz silker işin içinden sıyrılırdı.

Ağrıyan gözlerimi onun üzerinden çekip mutfağa yöneldim. Aras sandalyeye oturmuş telefonuyla uğraşıyordu. İçeri girdiğimi görünce bana döndü. "Daha iyi misin?"

Kafamı sallayıp tebessüm ettim. "İyiyim."

"Ben gidebilirim artık o zaman? "

Kaşlarımı çattım. "Nereye ya? Daha doğru düzgün hiç oturup konuşamadık ki."

"Gitmem lazım. Sonra tekrar gelirim. "

Omuzlarımı düşürdüm. "Aras gitme yaa. Hakan'ın arkadaşları gelecekmiş, tek başıma bırakma beni."

"Gitmem lazım bebeğim. Sen de git ders çalış."

Gözlerimi devirip yapmacık bir tavırla ellerimi çırptım. "Harika bir fikir!"

Taklidime güldü ve ayağa kalktı. "Sonra tekrar gelirim cüce. Sen de gelirsin."

Sesli bir şekilde nefesimi dışarı verdim. "Tamam. Ama çok özletme kendini."

Tek elini boynuma yerleştirip saçımı öptü. "Hakan'ın yanında dolaşma fazla. Arkadaşları geldiğinde de odandan çıkmıyorsun."

Parmak uçlarımda yükselip yanağına bir öpücük kondurdum bende. "Peki efendim."

Mutfak kapısına yönelirken gülerek sordu. "İşin gücün şebeklik değil mi? "

Aras önde, ben arkada mutfaktan çıktık. Görmeyeceğini bile bile kafamı salladım. "Hı hı."

Dış kapının önüne geldiğimizde tekrar durduk. Aras bana dönüp "Bir şey olursa ara ya da bir şeye ihtiyacın olursa falan."

"Biliyorum. İyi ki varsın."

Sırıttı. "Senin yerinde olmak isteyen kim bilir kaç tane kız vardır. Çok şanslısın."

Kaşlarımı çattım. "Yolarım onları."

Kusursuz dişlerini sergileyecek şekilde gülümsedi. "Sakin ol reis. "

Bu tavrına ben de gülmeye başladım. O sırada Hakan'a gözüm takıldı. Koltuğun üstünden bana bakıyordu. "Hadi kaçtım ben," dedi Aras ve kapıdan çıktı.

Hakan'a döndüm. Yaptığım en yapmacık gülümseyle konuştum. Aynı zamanda kaş göz işaretleriyle Aras'ı işaret ediyordum. "Aras gidiyor, bir şey demeyecek misin?"

Hakan kinayeli bir tonla konuştu. "Görüşürüz Aras!"

Aras omuzunun üstünden Hakan'a baktı. "Görüşeceğiz."

Olsun, en azından kavgaya yönelik bir konuşma geçmemişti. En azından fiziksel olarak.

Aras'a el salladım. Tam baybay diyecekken gözüme Aras'ın yerdeki sırt çantası ilişti. "Ha Aras bekle!" diye bağırdım telaşla. Aras ne yaptığıma anlam veremese de, olduğu yerde durdu. Yerimden ok gibi fırlayıp sırt çantasını kulpundan kavradım ve koşarak Aras'a yetiştirdim.

Çantayı elimden alırken "Sağol cüce," demiş ve yine kısa bir vedalaşmadan sonra arabasına atlayıp bulunduğumuz yerden uzaklaşmıştı. İyi olmuştu ya Aras'ın gelmesi. En azından eskiye dayanan bir arkadaşımı görmek dengelerimi azda olsa eşitlemişti.

Dış kapıyı kapatıp merdivenlere doğru adımlarımı attım. Hakan bu kez televizyonun karşısındaydı. Ama basket maçını değiştirmiş futbol izliyordu. Ona dönüp seslendim."Ben odama çıkıyorum. Arkadaşların gidene kadar da çıkmam muhtemelen. Bir şey lazım olursa seslenirsin. "

Yüzüme bile bakmadan düz düz "Tamam," dedi ve bütün dikkatini -yine- futbol maçına verdi. Ağır adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım. Odamda ne yapacağım hiçbir fikrim yoktu. Vakit yeni yeni akşam olmuştu. Dışarı çıksam... Hakan'ı ikna edebilecek enerjiyi kendimde göremiyordum. Yanında kalsam... arkadaşları gelecekti ve beni onların yanında görmek istemediğini gayet açık bir şekilde belli etmişti.

Sesli bir şekilde oflayıp odama girdim. Keşke Aras gitmeseydi. Sonra kendi kendime kızdım. Çocuğun tek derdi ben değildim. Ki Aras sorumluluk sahibi biriydi. Yani onun derdinin veya işinin olması kadar doğal bir şey yoktu. Yatağımın üzerine uzanıp tavanı izlemeye başladım. Hakan'ın sabah uyandırışının ardından yarım kalan uykumun mahmurluğunu hâlâ üzerimde taşıyordum. Evet, uyumak için hiç doğru bir zaman değildi akşamın bu saatleri. Fakat geceye de bir şeyler kalsın diye çok uyumayı düşünmüyordum zaten. Sadece birkaç saat uyumam yeterli olacaktı sanırım. Gözlerimi kapayıp uykumun geleceği anı beklemeye başladım.

~

Beni tatlı uykumdan uyandıran güçlü ve erkeksi kahkahalar oldu. Erkeksi olduğu kadar evi inletecek kadar gürdü de. Birkaç genç adam sesinin birleşmesiyle oluşuyor, beni rahatsız edecek kadar yükseliyordu. Homurdananarak dirseklerimin üzerinde doğruldum. Saçlarım terden yüzüme yapışmıştı. Böyle uyandırılmak sanırım en nefret ettiğim seçeneklerden birisiydi. Tek elimle ağzımı kapayarak sesli bir şekilde esnedim. Acaba saat kaç olmuştu? Komodinin üzerindeki telefonuma uzanıp ekranını aydınlattım. Hemen sonrasında bir "Yuh!" kaçtı ağzımdan. Bu kadar saattir uyuyor muydum ben yani? Gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Hatta telefonun saati yanlış olabilir diyerekten çekmecemdeki kol saatime uzanıp onu bile kontrol ettim. Fakat değişen hiçbir şey yoktu. Saat aynı saat, yelkovan ve akrep birbirlerinin çakmasıydı.

Ama normal karşılamak gerekiyordu. Benim gibi uyku düzeni olmayan birinden bu beklenebilirdi. Tek sorun şuydu ki şu an neredeyse normalde uyuduğum saatteydik. Bütün gece ne yapacağımı bilmiyordum.

Ayağa kalkıp dengesiz adımlarla banyoya girdim. Aynanın içindeki yansımam, hissettiğimin aksine yorgun gözüküyordu. Saçlarımın bir kısmı yüzüme yapışmış diğerleri ise oldukça fazla kabarmıştı. Gözlerim çok fark edilmeyecek şekilde olsa da biraz şişmişti. Bu tabloya daha fazla dayanamayıp suyu sonuna kadar açtım. Ardından biraz azaltıp bana yetecek seviyeye getirdim. Avucumun içinde biriken su, her ne olursa olsun bana iyi geliyordu. Berrak, temiz, saf ve saydam... Avuçlarımın arasından tamamiyle akıp gitmeden suyu yüzümle buluşturdum. Geriye kalan ıslak iki elle de yüzüme yapışır bir vaziyette bekleyen saçlarımı geriye ittim. Sonra tekrar iki avucumu birleştirip içine suyu biriktirdim. Ama bu kez suyu kabarmış olan saçlarımı yatıştırmak için kullandım. Yazık olmuştu Aras'ın o kadar harcadığı zamana. Ama benim elimde olan bir şey değildi. Uyumadan önce toplayabilirdim fakat... Neyse ne işte. Beyaz kare kutumu açıp içindekilere bir göz attım. Tel tokadan lastiğe, her çeşit tokam bu kutudaydı. İçlerinden turkuaz sıkı bir lastiğe gözüm çarptı ve onu elime alıp saçlarımı tepeden güzel denebilecek bir topuz yaptım. Banyodan çıkıp tekrar odama geçiş yaptım. Boş kalınca ağzımın kuraklığı baş gösterdi. Susamıştım. Fazlasıyla. Her işin olduğu gibi bu işinde kötü bir yanı vardı. Odamda ne bir su şişesi, ne de bir bardak su vardı. Belki de ebeveyn banyosunun hayatım boyunca en çok işe yarayacağı kısımdaydık fakat midem buna izin vermiyordu. Düşüncesi bile mide bulandırıcıydı hattâ. İlkokulda yaşıtlarım şişelerini okulun lavabosundaki musluklardan doldururken ben susuzluğu tercih etmiştim. Şu anda olduğu gibi. Yapacak bir şey yoktum mutfağa inmek zorundaydım. Kendi evimde hapishane üsulu yaşamayacaktım ya. Tabi ki gidecektim. Derin bir nefes alıp odamın kapısından çıktım. Odamda duyduğum seslerin dozu artmıştı. Hattâ merdivenin başına geldiğimde konuştuklarını çok net anlayabiliyordum.

Bende hiperaktif bir genç izlemini oluşturan çocuk konuştu. "İçki isteyen var mı gençler?"

Konuşmasından ağır abi profili çizdiren çocuk yavaş yavaş konuştu. "Bana da koy."

Hiperaktif olan genç "Tamam," dedi. Ardından bardağa dökülen içkinin çıkarttığı sesler ortama hakimiyetini kurdu.

Sonra biri ayaklandı ya da başka bir yerden buraya yaklaşıyordu. Bu kişiye ait olduğunu tahmin ettiğim ses "Bana direkt şişeyi ver," diye seslendi. Ov, bu ne kadar karizmatik bir sesti böyle. Sesinden yola çıkarak profilini kafamda çizmeye çalışsam ortaya hayatımda görüp görebileceğim en yakışıklı adam çıkardı herhâlde. Abartmıyordum, cidden sesi baştan çıkarıcı ve bir o kadar da erkeksiydi.

Ağır abi diye nitelendirdiğim çocuk "Yavaş gel," dedi şakayla karışık.

Hiperaktif olan çocuk konuştu. "Hakan aga, sen içmiyor musun?"

Sonunda Hakan'ın sesini duydum. Ne olursa olsun onun sesi karnıma kramplar yağdıran tek sesti. "Yok, nasıl içeyim. Evde kız var."

Hiperaktif olan çocuk kahkaha attı. "N'olcak be aga, en fazla..."

"Gevşek gevşek konuşma Ozan. Koray'ın kardeşi olduğunu unutuyorsun." Bunu söyleyen ağır abi lakabını taktığım çocuktu. Ona şimdiden kanım kaynamıştı. Abim vasıtasıyla da olsa beni korumuştu.

Daha fazla merdiven başında dikilmeyip aşağı doğru bir adım attım. Sonra bir tane daha. Özellikle sessiz olmaya özen gösterdiğim için beni fark etmemişlerdi. Hazır onlar beni fark etmemişken ben de incelemeye koyuldum. Ayakta bardakları servis eden bir çocuk vardı. Hani şu hiperaktif olarak adlandırdığım ama adının Ozan olduğunu öğrendiğim çocuk. Hafifçe uzun saçları, sarının kahverengiye çalan tonlarındandı. Kumral bir teni, renkli gözleri vardı. Sanırım aynı boydaydık. Ne fazla yapılı ne de fazla cılızdı.

Beni koruyan, ağır abi diye isim taktığım çocuk sanırım tekli koltukta oturan şahıstı. Koltuğa yayılarak oturmuş, bacaklarını ise iki yana açmıştı. Bir elinde içki bardağı, diğer elinde telefonu vardı. Öncelikle saçlarının çok havalı durduğunu itiraf etmeliyim. Hattâ gidip dokunmamak için kendimi zor zaptediyordum. Ozan'ın aksine bu çocuk biraz yapılıydı. Kilo olarak değil de... Muhteşem kaslara borçluydu yapısını bana göre. Buradan sadece yandan profili gözüktüğü için yüzünü net göremiyordum fakat ciddi anlamda dikkat çekici biriydi. Üzerinde mavi gömlek, altında ise siyah dar bir pantolon giymişti. Ayağındaki siyah botları da incelerken karizmatik sesli çocuk konuştu. Bu defa da onu incelemeye koyuldum.

"Abi biz kalkalım artık, geç oldu."

Evet, bu çocuk sesinin hakkını kesinlikle veriyordu. Hangisine bakacağımı şaşırmıştım. Sanki ünlü mankenlerin bulunduğu bir ortama ışınlamışlardı beni. Hepsi göz kamaştırıcı duruyordu. Parmak ucumda ve olabildiğince hızlı bir şekilde merdivenleri inmeye başladım. Bu sessizlikle beni fark edeceklerini sanmıyordum. Öyle de oldu. Kimse yönünü değiştirmedi bile. Işık hızında mutfağa girdim. Bir su içmek için ne kadar aksiyon yaşamıştım öyle. Bir su bardağı kapıp sürahideki suyu -yine- sessiz olmaya özen göstererek doldurdum. İçerdeki seslerde artış oldu. Sanırım karizmatik sesli çocuğun isteği üzerine artık gidiyorlardı. Bence de. Bir zahmet yani.

Bir su bardağı su boğazlarıma yeterli gelmeyince ikinciyi de kafaya diktim. Sonra sürahiyi yerine, bardağı da bulaşık makinesine yerleştirdim. Bu sırada ayak sesleri ortamda yayılmaya başlamıştı. Karizmatik sesli genç yüksek sesle konuştu. "Siz çıkın, ben bir su içip geliyorum."

Gözlerim iri iri oldu. Buraya geliyordu! Buraya! Kendi etrafımda birkez dönüp telaşla saklanacak bir yer bulmaya çalıştım. Adım sesleri gitgide yaklaşıyordu. Ne yapacaktım? Endişeyle alt dudağımı dişleyip yerimde sallanmaya başladım. Saklanabileceğim hiçbir yer yoktu!

Adım sesleri kesildi, kapıda bir karartı belirdi...

Kafamı yerden kaldırıp kapıdaki şahısın gözlerine bakmaya başladım. Şaşırmıştı. Bozuntuya vermeden gülümsemeye çalıştım. "Merhaba."

Yüzündeki şaşkınlığı çabukça silip o da samimi bir gülümse yerleştirdi. "Merhaba." Kapının önünden bana doğru gelmeye başladı. "Sen Koray'ın kardeşi olmalısın?"

Kafamı sallayıp şakayla karışık sordum. "Sende Hakan'ın arkadaşı olmalısın?"

Kafasını geriye atıp küçük bir kahkaha patlattı. "Aynen."

"Sen su içmek için gelmiştin sanırım?" diye sorar gibi konuştum. Hakan burada benimle olduğunu fark etmeden gitmesi gerekiyordu.

"Evet. Bardaklar nerede acaba?"

Bardakların olduğu dolaba uzanıp bir tanesini aldım. Ardından bardağı tezgaha bırakıp dudak payı kalacak şekilde su doldurdum. Ben sürahiyi yerine bırakırken o da bardağını kavramış yudumluyordu. Bardaktaki su tükenince tezgaha bırakıp bana döndü. "Teşekkürler," dedi dişlerini göstere göstere gülümseyerek.

"Rica ederim," dedim ben de gülümsemesine karşılık verip.

İçeriden ağır abi dediğim çocuğun gür sesi duyuldu. "Furkan! Bir suyu kaç saatte içiyorsun?"

Hmm, demek adı Furkan'dı. Furkan baş parmağıyla kapıyı işaret edip "Ben gideyim o zaman," dedi.

Elimi havaya kaldırıp hafifçe salladım. "Görüşürüz."

Tekrar gülümsedi ve sırıtarak mutfaktan çıktı. Oh, Hakan görmeden atlatmıştık. Ardından adım sesleri çoğaldı ve erkeksi vedalaşma sözcüklerinden sonra dış kapı kapandı.

"Huh," dedim omuzlarımdan yük kalkmış gibi. Hiç tanımadığım insanlarla muhabbet kurma konusunda proffesyonelleşmiştim. Furkan'ın su içtiği bardağı da çalkalayıp tezgaha ters kapattım. Ardından mutfağın çıkışına doğru harekete geçtim. Mutfaktan çıktığımda Hakan bardakları topluyordu. Benim mutfaktan çıktığımı fark edince şaşkın bakışlarını üzerime çevirdi. Afallamıştı. Eline attığı bardağı alıp dikleşti. "Sen mutfakta mıydın?"

Kafamı salladım. "Su içmek için inmiştim."

Kaşlarını çattı. "Ne zamandan beri ordasın?"

Gözlerimi kaçırdım. "Yeni indim daha. "

Derin bir nefes aldı. "Furkan mutfağa girdiğinde orada mıydın?"

Aceleyle kafamı sallayıp merdivenleri tırmanmaya başladım. "Benim çok uykum var." Yalancıktan elimi ağzıma götürüp esnedim. "Hadi iyi geceler."

Odama girdiğimde çok kaçar gibi hareket ettiğimi farkettim. Ama çok geçti. Hem kötü bir şey yapmamıştık ki. Sadece konuşmuştuk. Omuz silkip aynanın karşısında durdum. İlk defa gecenin bu saati bu kadar dinç gözüküyordum. Aradaki tek fark uykuya doymuş olmamdı. Bütün gece ne yapacağım hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.

~

Aradan iki saat geçmiş, bana uyku hâlâ uğramamıştı. Yatağın üstüne oturmuş kös kös etrafa bakınıyordum. Yatakta kaç tur attığımı saymayı bırakalı uzun zaman olmuştu. Bundan sonra gözümden uyku akmadığı -gerçek anlamda- sürece uyku düzenimi bozmayacaktım.

Hakan bir saat önce odasına girmiş ve muhtemelen şu an uyuyordu. Uykusunu bölmek istemiyordum fakat... küçük bir oyundan kimseye zarar gelmezdi değil mi? Yüzüme hain bir sırıtış yerleştirip kucağımdaki yastığı yatağa bıraktım. Ardından yataktan aşağı atlayıp sessiz adımlarla odamdan çıktım. Adeta bir korku filmindeymişim gibi ağır adımlarla Hakan'ın kapısının önüne geldim ve kapı kolunu yavaşça aşağı indirdim. Ardından içeri girip tekrardan kapıyı kapattım. HAKAN... Uyku onun kadar başka kime yakışıyordu acaba?

Kimse?
Doğru cevap!

Altında siyah bir eşofman altı, üstünde ise hiçbir şey yoktu. Sırt üstü yatmış kafasının yarısını yastığa gömüştü. Saçları dağılmış, tam bir karizma abidesi olmuştu. Uyanırsa ne yapardı acaba? Bu fikrin doğuracağı sonuçları düşünüp hemen işe koyuldum. Sessiz adımlarla yanına yaklaşıp kolunu dürttüm. Hiçbir tepki vermedi. Bu sefer iki parmağımla dürttüm. Anlam veremediğim bir şeyler homurdanıp burnuna yastığa sürttü. Bu sefer omuzundan tutup bildiğin silkeledim. Gözlerini araladı. Ardından birkaç defa kırpıştırıp bana döndü. "Ne var?"

Ağlamaklı ses tonumla konuştum. "Şey... Ben bir rüya gördüm de..."

Kaşlarını 'eee?' der gibi havaya kaldırdı. Aynı ses tonuyla konuşmaya devam ettim. "Çok korktum." Gerçekten inandırıcı rol yapıyordum. Öyle ki, Hakan hiç şüphelenememişti.

"Yanında uyuyabilir miyim?"

~

Oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var :)

Continue Reading

You'll Also Like

9.7K 1K 98
Dudakları dudaklarıma çarparken sırtımı duvara yaslamaya devam ettim. "Opal," dedi tüm sakinliğiyle. Lenslerinin ardındaki mavi gözleri ismimi fısıld...
2.7K 264 11
Ben Okyanus Kara. Kimileri için bir kurtarıcı, Kimileri için bir hırsız, kimileri için bir çıkış yolu, kimileri için bir katil, kimileri için bir mel...
485K 25.5K 40
(2) Thomas Boyle, hayatında ilk defa saf bir kadını arzuladı. Bellanita Hill, Thomas Boyle'un ilk karmaşası oldu ve bu onu çok daha çekici kıldı.
421K 35.7K 54
Texting ağırlıklıdır. (galiba) Dershanenin homof*bik serserisi Mete ve kalbi güzel sert oğlanımız Dorukhan arasında geçen pek de hoş olmayan mevzular.