DÜŞMAN OKULLAR

By DilaraKeskin2

17.8M 469K 199K

Ephesus Yayınları aracılığıyla raflarda yerini alan Düşman Okullar serisinin ilk bölümlerini buradan okuyabi... More

Bölüm 1: ''Yeni Kız''
Bölüm 2: ''Kuzey Erkekler Okulu''
Bölüm 3: ''Düşmanların Kaçamak Gecesi''
Bölüm 4: ''Ceza''
Bölüm 5: ''Beklenen Gün''
Bölüm 6: ''Rekabet Devam Ediyor''
Bölüm 7: ''Köpek Saldırısı''
Bölüm 8: ''Ruh''
Bölüm 9: Güzel Haberler
DÜŞMAN OKULLAR 2: YAPBOZ
Bölüm 1: Ne Olacak Şimdi?
Bölüm 2: ''Bir Karmaşa Buldu Bizi''
Bölüm 3: ''Grup İşi!''
Bölüm 4: ''Çözülmeye Başlayan Düğümler''
Bölüm 5: ''Bitmeyen Karmaşa''
Bölüm 6: "Korku"
Bölüm 7: ''Huzur Kokan Ruh''
DÜŞMAN OKULLAR 3: SON DERS
BÖLÜM BİR
BÖLÜM ÜÇ

BÖLÜM İKİ

426K 16.7K 7.8K
By DilaraKeskin2

Ellerim, heyecanın tesiriyle titrerken rehbere girip Mete'yi bulmaktazorlanmıştım. Telefonu kulağıma götürdükten sonra derin birnefes aldım.

Telefonun çalma sesi, Mete'nin meşgule atmasıyla son buldu. Gururum aksiniyapmam için ne kadar yalvarsa da tekrar aradım.

Tekrardan aradım ama, tekrar meşgule attı.

Kalbim sanki cam kırıklarıyla dolu bir havuza atılmıştı. Kendimi kırılmış, hatta belki de kaybetmiş hissediyordum. Dayanamayıp bir mesaj attım.

Gönderilen:Sevgilim Kişisi
Mesaj: Telefonu lütfen açar mısın?Sadece birkaç saniye...

Mesajı yazdıktan yaklaşık bir dakika sonra cesaretimi toplayıp tekrar aradım. Üçüncü çalıştan sonra yine meşgule atacağınıdüşünüp kapatacaktım ki, bu sefer telefonu açtı. Açmasına açtı ama herhangi bir şey söylemedi.

"Merhaba,"dedim bir cevap alma umuduyla ama karşılaştığım şey kocaman bir sessizlik oldu. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim:"İzmir'e gitmişsin. Herkes gibi iyi bir tatile ihtiyacın var tabii. Okul bizi biraz yordu." Ardından başımı iki yanasalladım: ''Ne diyorum ben? Ne kadar aptalca bir triptir bu! Günboyu ayakta çalışan insanlara tatil için hiçbir hak verilmezken sırf masa başında ders çalıştığım için tatili hak ettiğimidüşünüyorum. Farkında mısın, en bencil ırkın üyeleriyiz.Eğitim alabildiğimiz için şükretmemiz gerekeceği yerde sadece köşede oturup şikayetler ediyoruz. Okula gitmeyip hayatları mahvolan insanları kendimize örnek almıyoruz. Keşke o insanlariçin elimizden bir şey gelse ama korkunç bir sistemin egemenolduğu bu düzenin kölesiyiz. Sadece kendimiz için çalışıyor,kendimiz için çabalıyoruz.'' Ardından saçmaladığımı şiddetle fark etmem, susmama neden oldu. Evet, bunlar dünya üzerindeki güncel ve üzücü problemlerdi ama ben bunu konuşmak için Mete'yi aramamıştım ki.

Söylediğim o kadar çok şeye sessiz kalınca asıl konumuza dönmek suretiyle tekrar konuşmaya başladım: "Bana her ne kadar kızgın olsanda beni anladığını biliyorum. Ailenden pek bahsetmedin bana.Aranızda sorunlar olduğunu anlamak zor değil. Her ne kadarsorunları olursa olsun, insan ailesine nasıl yüz çevirir ki?"

Canımı acıtan öldürücü sessizlik varlığını korurken kalbimdeki nefes almamı önleyecek ağırlığı hissedebiliyordum. Derin birnefes aldım. "Ben gitmedim, Mete. Gidemedim. Aile çok önemlidir evet ama, ailenden daha çok yanında olup, ailen olan insanlardan nasıl vazgeçebilirsin ki?''

Uzun bir sessizlik oldu. O, konuşmama konusunda ısrarcı davrandıkça,içimdeki kara bulut da git gide büyüyordu. Beni bu kadar kolay silip atmış olamazdı, olmamalıydı. Sonunda dayanamayıp,"Herhangi bir şey söyle,'' dedim. ''İyi veya kötü. İnanbana bilinmezlik, bir insanın canını net bir kötülükten dahaçok acıtır.''

"Defne,"dedi birkaç saniyein sonunda. Adımı onun dudaklarından sanki ilkkez duyuyormuş gibi heyecanlandım fakat ses tonunda farklı bir şeyvardı. Bu tonda gizlenen, üzüntü değildi sanki. Daha büyük,daha kırgın bir şeylerdi ve içimden bir ses, bu ses tonununsadece benimle olan durumundan kaynaklanmadığını söylüyordu."Beni unutma. Çünkü ben seni asla unutmayacağım."

Birşey söylemek üzere dudaklarımı araladım ama buna fırsatvermeden telefonu kapattı.

Buda ne demek oluyordu? Her şeye yeniden başlama imkanımız varkenşimdi beni geçmişinde bıraktığını mı iddia ediyordu?

Kendimiçaresiz ve gurursuz hissetmem şöyle dursun, kalbimin üzerineiğneler battığını hissediyordum.

Derinbir nefes alıp merdivenlere oturdum ve hıçkırıkların bedenimieline geçirmesine izin verdim. Belki de tüm gün farkında olmadanağlamamak için kendimi zor tutuyor, güçlü bir kadın olduğumudüşünüp kendimi kandırıyordum.

Amaşimdi güçlü bir kadın değil, küçük bir kız çocuğu olmak,ağlamak istiyordum.

Şimdine yapmalıydım? Onun peşinden gidecek cesaretimin kırıldığınıhissediyordum. Ne düşüneceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.Elimde kırılmış kalbim, ezdiğim gururum ve yanaklarımdansüzülen gözyaşlarım kalmıştı sadece.

Yangınmerdiveninin kapısı aniden açılırken ağlamamı durduramıyordum.

"Defne?"Elif'in şaşkınlık dolu sesini duyduğum zaman nasıl göründüğümümerak ettim. Acaba nasıl görünüyordum da böyle şaşırmış veendişe duymuştu?

Önümdeeğilip ne olduğunu anlamaya çalışarak bana bakarken, "Aradımonu,'' dedim. ''Beni unutmayacağını söyledi ve kapattı. Bu nedemek, Elif? Her şeyi bitirdi mi yani?''

''Sakinol,'' dedi sanki her şey kontrol altındaymış gibi. ''Mete'yibilmiyor musun, Defne? O aptalca ergen triplerinden birindedir yine.Aklı yerinde değildir. Zaten bu erkeklerin aklı ne zaman yerindeoldu ki? Hiçbir zaman zeki, mantıklı hareketler göremedikonlardan. Unutma, erkeklerden zeka parıltısı beklemek, AdolfHitler'den Yahudileri sevmesini beklemek gibi bir şey. Bu yüzdenonların her söylediği ve her yaptığını kafana takma. Yoksaruhunu teslim etmen an meselesi olabilir.''

Söylediğişey kafamdaki soru işaretlerini tam olarak yok etmese de içime suserpmişti. Mete'nin ara sıra gel gitli ruh halleri ilişkimizsüresince canımı pek sıkmazdı. Genelde kendi kendine küser,kendi kendine barışmak isterdi ve ben de barışmak isteyeceğizamana kadar kitap okur, oyalanır ve tartışmamızı kafama pektakmazdım ama şimdi... Derin bir nefes alıp beynimdeki düşüncelerikovmaya çalıştım.

''Neolursa olsun umut besle demiyorum sana,'' diye sözlerine devam ettiElif. Benim ise gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ediyordu,lakin artık hıçkırıklarımın önünü kesmeyi başarmıştım.''Çünkü umut, bir insanınhayata tutunmasının nedeni olduğu gibi aynı zamanda bir insanıuçurumun kenarına sürükleyen bir araçtır da. Olmayacakinsanlara karşı umut beslemek sadece zarar verir. Umudunuyitirme, ama yokluğunu kabullenmen gerektiğini hissediyorsan,kabullen.''

Söylediğiher sözde, her harfine kadar haklıydı. Eğer Mete olmazsa hayatımanlamını yitirmeyecekti. Biz insanlar ne kadar inkar etsek de, birinsanın yokluğu bizde ne kadar yara açsa da bir şekilde yolumuzadevam edecek kadar güçlüydük.

Hayatne kadar da garipti... Bir zamanlar her şeyinizi anlattığınız,yanında çocuk olduğunuz, sesiyle kalbinizin ritmini değiştireninsan bu gün size sokaktaki bir yabancıdan daha yabancıolabiliyordu. Sanki birlikte o kahkahaları atmamışsınız, sabahakadar telefonda konuşmamışsınız, yanında huzuru hiçtatmamışsınız gibi.

Sankihiç tanışmamışsınız gibi.

Yanaklarımısilip bir kez daha derin nefes aldım ve gözyaşlarımı tamamendurdurmayı başardım. Sakin olmalı ve sükunetimi korumalıydım.

''Eniyisi ne yapalım, biliyor musun?'' dedi Elif. ''Ne olursa olsungidelim İzmir'e, bakalım bu aptalın derdi neymiş. Baktın olmuyorgibi, en kötü ihtimalle tatil yaparız.'' Mantığının işleyişbiçimi yüzümde bir tebessümün oluşmasına neden olmuştu.''Heh, şöyle! Gül işte biraz.'' Ardından sımsıkı sarıldı.''Ne olursa olsun ben yanındayım, biz yanındayız.''

Şükürki biliyordum. Şükür ki her düştüğümde elini uzatacakdostlarım vardı.

MeteKarahan

Akrepve yelkovan kovalamaca misali birbirini takip ederken, işiabartmışlar ve saatin epey ilerlemesine neden olmuşlardı. MeteKordon'da oturuyor, öylece denizi izliyordu. Karanlığa gömülmüşbu denizi izlemeye gelirken, içinin huzurla dolacağınıdüşünüyordu fakat şu anda iyice kasvete gömülmüştü.

Defne'ninonu terk etmesinin üzerine sırt çantasına gerekli olan eşyalarınıkoymuş, ani bir hareketle İzmir'e, ailesinin yanına gelmişti.Ertesi gün, sabah erkenden okul müdürü Selim Bey'i aramış veailevi bir problem yüzünden aniden yola çıkması gerektiğinisöylemişti. Zaten bu sene, okulda son senesi olduğu ve okulunkapanmasına az bir süre kaldığı için Selim Bey bir şeydememişti.

İzmir'egelmenin ona iyi geleceğini düşünen Mete, bu şehre geldiğizaman öğrendikleriyle dünyasının başına yıkılacağınınereden bilebilirdi ki?

Kimegüvenecekti artık? Önce Defne, sonra... Herkes bir bir hayatındançıkıp gidiyor, onu terk ediyordu. O, hep geride kalıyordu. Dahane kadar terk edilecekti?

Düşünceleriarasında boğulurken, telefonunun zil sesi onun düşüncelerini birbıçak gibi kesti. Gözlerini saatlerdir ayırdığı denizdençekip, cebinden çıkardığı telefona sabitledi.

Efulimarıyor...

Arayankişi, Defne'ydi. Onu bu şekilde kaydettiği zaman gözlerindebeliren hafif parlamayı hatırladı. Defne, bu kelimenin,''sevgilim, canım, yârim'' anlamına geldiğini biliyordu. Bu anı,dudaklarında bir gülümsemenin oluşmasına neden oldu.

Sadecegülümsemesini düşünerek rahatladığı birini unutması mümkünmüydü?

Telefonbirkaç kez çaldıktan sonra, meşgule attı. Onunla deli gibikonuşmak istiyordu ama içinde bulunduğu durumun karmaşıklığındao bile kaybolmuşken, bir bilmeceye daha hazır değildi.

Telefontekrar çaldığında, eli bu sefer yeşil tuşa gitti amaparmaklarının o tuşa dokunmasına birkaç saniye kala, bir şeyonu durdurdu.

Bu,korkuydu. Kırılmaktan, mümkünmüş gibi daha fazla parçalanmaktankorkmaktı bu.

İstekleriniyok sayıp, tekrardan kapattı telefonu.

Fakatkapatır kapatmaz pişman oldu. Her ne kadar Defne'ye ayrıca kırgınolsa da, sesini duymak istediğini kendisinden saklayamıyordu. Onubir yerde anlıyordu ama bekleyeceğini söylemesine rağmen terkedilmek... Üstelik ayrılıklarının üzerine öğrendiğişeyler... Mantıklı düşünmesini ve mantıklı karar vermesiniengelliyordu.

Tekrardanarama geleceğini düşünüyor, daha doğrusu buna inanmak istiyordufakat bunun yerine bir mesaj geldi:

Gönderen:Efulim
Mesaj: Telefonu lütfen açar mısın? Sadece birkaçsaniye...

Mete,tam olarak bunu istiyordu. Defne'nin sesini duymak, iyi olupolmadığından emin olmaktı tek istediği. Ama daha fazlası...İlişkileri hakkında konuşmak...

Telefonyaklaşık bir dakika sonra tekrar çaldı. Mete, birkaç saniyekendisine süre verdi. Kalbi heyecandan deli gibi çarpıyordu. Sankiilk kez konuşacaklardı. Sonunda derin bir nefes alıp telefonuaçtı.

"Merhaba.''

Mete,dudaklarını aralayıp ona karşılık verecekti ki, boğazınaoturan yumru onu susturdu. Onunla konuşmalı mıydı? Defne de onuterk etmemiş miydi?

Defne,birkaç saniye sonra konuşmaya devam etti: "İzmir'e gitmişsin.Herkes gibi iyi bir tatile ihtiyacın var tabii. Okul bizi birazyordu." Ardından kısa bir sessizlik oluştu. Mete, o sıradaİzmir'e geldiğinden nereden haberdar olduğunu merak etmedenedemedi. ''Ne diyorum ben? Ne kadar aptalca bir triptir bu! Gün boyuayakta çalışan insanlara tatil için hiçbir hak verilmezken sırfmasa başında ders çalıştığım için tatili hak ettiğimidüşünüyorum. Farkında mısın, en bencil ırkın üyeleriyiz.''

Defnekonuşmaya devam ederken; Mete, dudaklarında bir tebessümünoluşmasını önleyemedi. Defne ne zaman ciddi bir konuşma yapmayaçalışsa konuyu saptırır, alakasız yerlere çekerdi ve bu, garipbir şekilde Mete'nin en hoşuna giden özelliklerindendi.

''Eğitimalabildiğimiz için şükretmemiz gerekeceği yerde sadece köşedeoturup şikayetler ediyoruz,'' diye konuşmayı sürdürdü Defne.''Okula gitmeyip hayatları mahvolan insanları kendimize örnekalmıyoruz. Keşke o insanlar için elimizden bir şey gelse amakapitalist sistemin egemen olduğu bu düzenin kölesiyiz. Sadecekendimiz için çalışıyor, kendimiz için çabalıyoruz. ''

ArdındanDefne'nin susmasıyla, Mete'nin yüzünde oluşan tebessüm solmayabaşladı. Onun daha fazla konuşmasını istiyordu. Sabaha kadarkonuşabilirdi. Sabaha kadar saçma şeyler söyleyebilirdi. Onapiramitlerin yapımı hakkında bile fikirlerini sunabilirdi.

''Lütfensusma,'' dedi Mete içinden. ''Sesini duymaya ihtiyacım var,sana çok ihtiyacım var.''

"Banaher ne kadar kızgın olsan da beni anladığını biliyorum,'' dediDefne sonunda. Sesi az önceki gibi öfkeli değil, daha sakin vekontrollü çıkıyordu. ''Ailenden hiç bahsetmedin bana. Aranızdasorunlar olduğunu anlamak zor değil. Her ne kadar sorunları olursaolsun, insan ailesine nasıl yüz çevirir ki?"

Dünya,onun gözünde bulanıklaşırken, başını öne eğdi. Bir şeylersöylemesi gerektiğini biliyordu. Onu ne kadar çok severse sevsinartık onunla konuşamayacağını söylemesi gerekiyordu.

Fakatduyguları o kadar karışıktı ki, sadece sessiz kalmak geliyorduelinden. Şu an, Defne'nin deli gibi üzüldüğünü tahmin ediyorduve onu üzmek canını oldukça acıtıyordu.

Amaonun canı, Defne'ninkinden daha çok yanıyordu.

"Bengitmedim, Mete,'' dedi. Mete, başından aşağı kaynar sularındöküldüğünü hissetti. Yaşadığı şok o kadar kuvvetliydi ki,gözlerini kocaman aralamasına sebep oldu. Dudakları, tekrardan birşeyler söylemek için aralandı fakat Defne'nin sözlerini devamettirmesi için beklemeyi tercih etti. ''Gidemedim. Aile çokönemlidir evet ama, ailenden daha çok yanında olup, ailen olaninsanlardan nasıl vazgeçebilirsin ki?''

Metebuna ne diyeceğini bilemedi. Ona tekrar güvenebilir miydi? Buşehirde öğrendiği her şeyi geride bırakıp, tekrar İstanbul'adönebilir miydi? Defne'ye sığınıp, her şeyi unutabilir miydi?

Hayır,o babası gibi olmayacaktı. Onunla aynı kaderi paylaşmayacaktı.

"Herhangibir şey söyle,'' dedi Defne. ''İyi veya kötü. İnan banabilinmezlik, bir insanın canını net bir kötülükten daha çokacıtır.''

Mete,Defne'nin ne demek istediğini çok iyi anlıyordu. Defne, eğerartık onu istemiyorsa bunu ona dürüstçe söylemesini bekliyorduve haklıydı ama Mete, henüz buna hazır değildi.Hissetmediklerini söylemek Mete'nin işi değildi ki.

"Defne,"dedi birkaç saniyenin sonunda. Sesini yaşadığı duygulardanolabildiğince arındırmaya çalışmıştı ama ne kadar başarılıolduğu tartışılırdı. "Beni unutma. Çünkü ben seni aslaunutmayacağım."

Sözlerinibitirdikten sonra bir şey söylemeden telefonu kapattı. Çünkükonuşmaya devam ederse, Defne'ye olan aşkına yenik düşecek vebelki kendisini bekleyen hayal kırıklığına koşacaktı.

Hayır,Mete acı çekmeyecekti. Defne ile görüşmeyerek doğru olanıyapmıştı.

Öyleyseneden bu kadar yıkılmıştı?

Mete'ninhissettiği mutsuzluk somutlaşıp, bir damla gözyaşı olaraksüzüldü yanağından. Defne'yi özleyecekti. Çocuksu gülüşünü,sırf itiraz etmek için her şeye itiraz edişini ve hatta sahtehesaplardan kendisine mesaj atıp, cevap vermemesine rağmen, ''Nedenengellemedin?'' diye sadistçe kavga etme çabasını bileözleyecekti.

Gözündenbir damla daha gözyaşı firar etti.

Güçlüolmanın gözyaşlarına sahip olmaktan geçtiğine inanırdı.Sadece kendi için değil, herkes için aynı kanaate sahipti.

Nekadar aptalca bir düşünce olduğunu fark etti. O an, başını öneeğip kendisini gözyaşlarına teslim ederken aklından tek bircümle geçiyordu.

''Şimdigüçlü bir adam değil, küçük bir erkek çocuğu olmak, ağlamakistiyorum.''

*

DefneÇınar

Ertesigün başımda muhteşem bir ağrıyla uyandım. Dün gece döktüğümgözyaşları sabah bana baş ağrısı olarak geri dönmüştü. Buyüzden uyanır uyanmaz yataktan kalkmak yerine yaklaşık 20 dakikaboyunca ağrının son bulmasını bekledim. Sonunda kalkacak durumageldiğimde dişlerimi fırçaladıktan sonra kızlarla kahvaltıyaindik. Elif'in söylemesine göre İrem, sabah birisi aracılığıylabilet paralarını almıştı. Bu durumu garip karşılamıştıkçünkü İrem'in bizi görmek için yoktan nedenler var ettiğinibiliyorduk. Bu yüzden ayağına gelen fırsatı geri tepmesienteresan gelmişti.

Amabu konuyu uzun süre kafamıza takmadık. Neticede İrem de bizimlegelecekti, iyiydi ve önemli olan buydu.

''Umarımbir sorun yaşamamıştır,'' dedi Su. Sarı saçlarını atkuyruğuyapmıştı. Sol kulak memesinden başlayıp, kemik üstündenilerleyen fakat çenesine ulaşmadan, yanağının ortalarına doğruuzanan yara izini artık kapatmak için çabalamıyordu. Hem onutehlikeli ve çekici gösterdiğini bile söylemişti. Gerçektenhissettiğinin ne olduğunu asla bilemeyecek olsam da, bir şekildegülümsediğini görmek hoşuma gidiyordu.

Elif,kendinden emin bir ses tonu kullanarak, ''İrem aramızdaki en dişlikız,'' dedi. Söylediği şeyin doğruluğu su götürmez birgerçekti fakat bunu bizi mi, yoksa kendisini rahatlatmak için misöylemişti, bilemiyordum.

''Hayatlarımızdansorun hiç eksik olmuyor,'' dedim. ''Sanırım lanetlendik.''

Sıla,aniden bir şey hatırlamış gibi bakışlarını tabağındankaldırıp gözlerime sabitledi. ''Defne, sen gitmeden önce kaydınıaldırmadın, değil mi?''

Böylebir şeyi nereden aklına getirdiğini bilmiyordum ama, ''Hayır,''dedim. ''Okulun bitmesine sadece günler kala bunu yapmam birazolanak dışı.''

Başınıanladığını gösterir gibi aşağı yukarı salladı. Sankisorusunun cevabını biliyormuş da, laf olsun diye sormuştu.

Titreyentelefonum, masadaki tüm dikkatleri çekene kadar sessizliğimizikoruduk.

''İremmi?'' dedi Elif. Cevabımın olumlu olması için bakışlarıylayalvarıyordu ama başımı iki yana salladım.

''Üzgünüm...Mesaj Çetin'den.''

Çetin'inmesajına bakmadan önce Elif'in anlayışla sallanan başınıgördüm. Bu huyumuzdan ne zaman vazgeçeceğimizi düşünüyordum.Fazla pinpirikliydik. Üstelik sanki hepimiz aynı genleri taşıyorgibi, aynı şekilde endişemizi dışa yansıtıyorduk. Bu konubiraz rahatsız edici olsa da, bana bir şey olması durumundaendişelenecek insanların olduğunu bilmek, mutlu olmama da sebepoluyordu.

Çetin'inmesajını açtım:

Gönderen:Çetin
Mesaj: Nasılsın, acıların kadını?

Sankigörebilecekmiş gibi gözlerimi devirdikten sonra cevap yazmayakoyuldum. Çetin, yüz yüzeyken ne kadar sinir bozucuysa sanaldünyada da bir o kadar sinir bozucu olabiliyordu.

Gönderilen:Çetin
Mesaj: Ha ha. Ne var?

Cevabıçok gecikmedi.

Gönderen:Çetin
Mesaj: Sadece İzmir'e ne zaman gideceğini soracaktım.

Ardındanonunla hızla mesajlaştım. Bu gece yarısı yola çıkacağımızı,hangi firmayla yolculuk yapacağımızı ve otobüsümüzün hangiotogardan kalkacağını söyledim. O da garajda olacağını, güniçinde planda bir değişiklik olursa mutlaka ona haber vermemgerektiğini söyledi. Beni karşılama inceliğini göstermesihoşuma gitmişti. Babamla gitme kararını aldığımda Çetin'lesadece telefonda konuşarak vedalaşmam onu neyse ki incitmemişti.Bu kadar kargaşanın içinde bir kalp kırıklığı daha hiç iyiolmazdı.

Su,içerideki sessizlik bulutunu, ''Kızlar,'' diyerek dağıttı.''Anladığım kadarıyla hepimizin morali oldukça bozuk.''

''Buralardaharcanıyorsun.'' Sıla'nın sesindeki alayı hissetmek için onuuzun süre tanımaya ihtiyaç yoktu. Ne var ki Su, sadece terssayılacak bir bakış atmakla yetindi.

''Aslındabenim aklımda bir fikir var.'' Gözlerinden geçip giden parıltı,adeta barındırdığı şeytani fikirleri haykırıyordu.

''Ne?''dedi Sıla. Sesi bu sefer alaydan çok uzaktı. Su, hepimizi olduğugibi onu da yakalamayı başarmıştı.

''Önceİrem'e haber vermeliyiz,'' dedi Su, telefonunu eline alırken.

''Şey,''diyerek lafa daldım. Sormak istediğim şeyi sormalı mıydım, eminolamıyordum. ''Bu bakışların beni biraz ürküttü. Acabaaklından geçen şeyde, birisi zarar görecek mi?''

Öylebir kıkırdadi ki, kime ne yapmayı planlıyorsa onun yerindeolmadığım için defalarca şükrettim.

İremDoğan

Sabahınerken saatleriydi.

Geceannemle yaşadığım hararetli tartışma yüzünden maksimum birkaçsaat uyuabilmiş, ardından kendimi yola atmıştım. Kafam o kadardoluydu ki, bir şeylerle meşgul olmanın biraz da olsa zihnimidinlendireceğini sanmıştım ama elde ettiğim sonuç büyük birhayal kırıklığıydı.

Kalbim,göğüs kafesimi delene, aldığım nefes boğazımı tırmalayıncayakadar koştum. Sonunda bir banka oturduğumda öyle hızlısoluyordum ki bir an kendimde gezegendeki tüm oksijeni tüketecekpotansiyeli buldum.

Annemleo kadar çok kavga etmiştim ki, sayısını bile hatırlamıyordum.Defalarca birbirimizi kıracak sözler sarf ettiğimiz olmuştu. Onusevmediğimi hiçbir zaman iddia etmedim, ya da samimi olaraketmedim, çünkü orada bir yerde var olduğunu bilmek, yanımdaolmasa da anlamsız bir huzur veriyordu ve bu durumun, ne kadar böyleolması hoşuma gitmese de, bilincindeydim.

Fakatdün gece, diğerlerinden çok daha farklıydı.

Yineiğneleyici imalarımla her şeyi başlatan ben olmuştum. Bana,hayatım boyunca ilerleyeceğim yolu zorla çizdirmesinekatlanamıyordum. O, yaşananları muhtemelen birkaç güneunutacağımı sanıyordu ama ben hiç öyle düşünmüyordum.Meselenin dışarıdan sadece okul değiştirmekten duyulan, basitbir üzüntü gibi görünmesi umurumda değildi.

Ofarkına varmamakta ne kadar ısrarcı olsa da, ben ailemdenkoparılmıştım, yalnızlığa mahkum edilmiştim.

Yeniden.

İmalarımaelbette cevapsız kalmayıp karşılık verdi. Sonunda tansiyon öylebir yükseldi ki, bir yerden sonra sözlerimizi sadece birbirimizincanını yakmak için özellikle seçtiğimizi anladım. Ona, sadecekendi istedikleri olsun diye insanların hayatını mahveden dominantbir manyak olduğunu söyledim. Bunu söylerken hedeflediğim şeyonun canını yakmak değildi. Bunlar bana yaşattığı hisler,bende bıraktığı izlenim ve asla kaçamayacağı gerçeklerdi.

Çokiyi gidiyordum, gerçekten. İlk Raund'u bu sözle kazandığımırahatlıkta söyleyebilirdim fakat o, ''İşte seni bu yüzden ookula gönderdim!'' diye haykırdı. ''Senden kurtulmak için!''

Elbetteondan sevgi sözcükleri, masum sarılmalar beklemiyordum fakat benibir çöpten farksız gördüğünü bu kadar net bir dobralıklasöylemesi canımı acıtmıştı.

Toparlanmakiçin kendime birkaç saniye süre tandığımı hatırlıyorum.Savaş oyunlarında ''Defeat!'' diye haykıran kadının sesibeynimin içinde çınlıyordu.

Gözlerindepişmanlık dolaştığını bir an görür gibi oldum ama hemenardından ifadesizce suratıma bakmayı sürdürdü. İşte bu oydu.Kendi çocuğuna bile asla boyun eğmezdi.

''Madembenden bu kadar nefret ediyordun, neden beni zorla buraya getirdin?''Dudakları aralandı ama konuşmasına fırsat tanımadan devamettim: ''Ah, sen sadece denediğini babama kanıtlamak istiyorsun,değil mi? Bu, aslında ona yaptığın basit bir jestten ibaret. Herşey senin gözünde bu kadar basit.'' Başımı iki yana salladım.''Üzgünüm ama babam şu andan itibaren asla seni sevdiğimi benimdudaklarımdan duymayacak. Neden, biliyor musun?'' Elbete cevapvermesini beklemediğim için devam ettim. ''Yalan söylemeklügatımda yok.''

Veişte o zaman, tam olarak parça parça olmuşluğu gözlerindegördüm. Bunun beni tatmin etmesi ve içimden zafer naraları atmamaneden olması gerekirdi ama tarif edemediğim bir boşluğun içindesüzülüyordum.

Yinede aklımdan, Victory! Diye geçirdim.

''Şimdiizin verirsen, valizimi hazırlamam gerekiyor. Yarın İzmir'egidiyorum, biliyorsun.'' Tam salondan çıkacaktım ki, bir güçbeni durdurdu. Derin bir nefes aldım ve arkamı döndüm. ''Biletişini hallettiğin için teşekkürler. O konuda söylemem gerekenbirkaç şey var. Şoförden yarın erken saatte bizimkilerin okulunagitmesini ve ücretleri almasını rica ettim. Sen uyanmadan çalışmaodana bırakmış olurum.''

''Banahiçbir şey borçlu değilsin.'' Gözlerindeki dehşeti veşaşkınlığı net olarak görebiliyordum. Sanki bu duruma nasılgeldiğimizi sorguluyor gibiydi.

''Keşkebunu söylemeden önce nasıl bir seviyeye geldiğinigörebilseydin.'' Ardından odamın yolunu tuttum.

Şimdiyse,kafamı dağıtmak için çıktığım koşu sırasında sadeceyaşananları düşünüyordum. Birbirimize o kadar uzaklaşmıştıkki, bir daha yakınlaşmamız sanki mucizeden ibaretti.

Tekrardanayağa kalktığımda, arkamdaki bir erkek sesinin, ''İrem?'' diyeadımı telaffuz ettiğini duydum. Döndüğümde Yiğit, tümsevecenliğiyle bana bakıyordu.

Yeniokulumda edindiğim tek arkadaşımın kumral saçları terdensırılsıklam olmuş, alnına düşmüştü. Üzerinde bir sporşortu ve kendisine biraz bol gelen bir tişört vardı. Kahverengigözleri sanki beni gördüğüne sevinmiş gibi, sevecenlikleparlıyordu.

''Günaydın,''dedi yanıma doğru koşarken.

''Günaydın.''

İkimizde olabildiğince yavaş bir şekilde koşmayı sürdürürken,''Buralarda mı oturuyorsun?'' diye sordu.

İnanbana, deli gibi aksini isterdim.

''Evet,''dedim. ''Sen?''

Sorumaolumlu yanıt verdiği sonucuna ulaşmamı sağlayacak birkaçmırıltılı ses çıkardıktan sonra, ''Dün okulda senigöremedim,'' dedi. Söylediği şey daha çok bir soru gibiydi.

''Evet,''dedim tekrar. ''Birkaç mantıksız şey yaşadık.'' Ardından derinbir nefes aldım. ''Aslında son zamanlarda yaşadığımız her şeysaçmalıktan ibaret.''

Başınıanladığını gösterir gibi salladı. ''Sormak isterdim ama üzerinegelmek pek istemiyorum.'' Gözlerimde nasıl bir ifade olduğunubilmiyordum ama anladığım kadarıyla, henüz yeni tanıştığımbirisini bile yönlendirebilecek kadar bıkkınlık saçıyorolmalıydılar.

''Bugünokula gelecek misin peki?''

İlkdersin başlamasına hâlâ saatler vardı. Başımı olumsuz anlamdaiki yana salladım. Olabildiğince az konuşmak istiyordum çünkükonuşmak daha çok efor sarf etmeme neden oluyor ve hızımıetkiliyordu fakat Yiğit'in böyle bir sorunu yok gibiydi. Sankigevezeliği her şekilde konuşmasına olanak sağlayan özel birgücü hâline gelmişti.

''Bugece İzmir'e gidiyorum,'' dedim. ''Son hazırlıklarımı yapsam iyiolacak.''

Onuşaşırtmış gibiydim. ''Her şey yolunda mı?''

''Öyleolacağını umuyorum.''

''Anladım.''Fakat bakışları tam aksini söylüyordu. ''Yardım edebileceğimbir şey var mı? Nerede kalacaksınız mesela?''

''Aslındao işi henüz halletmedim,'' dedim. Bora'nın kız kardeşininİzmir'de okuduğunu biliyordum fakat kız şu an Ankara'da,ailesinin yanındaydı. Hem zaten bildiğim kadarıyla kız için evtutulmamıştı, yurtta kalıyordu.

''Yazlarıçok sık şehir değiştiririm,'' dedi. ''İzmir'e de gitmiştim birkeresinde. Orada kaldığım otel oldukça iyiydi. Yani... Pek lükssayılmaz ama yatakları rahattı ve banyoları oldukça temizdi.Fiyatları da oldukça uygun. Eve gidince adını sana mesajatarım.''

''Teşekkürler,''dedim. Normal, bilinen İrem her şeyi dün gece hallederdi. En azbeş otelden oluşan bir liste hazırlar, otelde kalan misafirlerinyorumlarını okur, ardından listedeki otellerin hepsini arar,resepsiyondaki o şanssız kişiyi terletecek milyon tane sorusorardı.

Fakatson zamanlarda üstüme yapışan bir fütursuzluk vardı. Her şeyikontrol etmeye çalışmaktan, kendimi hırpalamaktan yorulmuştum.Üstelik ne için çabalarsam çabalayayım, istediğim şeyi aslaelde edemiyordum.

Veartık sıkılmıştım.

ŞimdiyseYiğit'in bu sorunu benim adıma halletmesine müteşekkirdim.

Parktabiraz daha spor yapmayı sürdürdükten sonra eve gittim. Gidergitmez ilk işim şoförü bulmak oldu. Ondan rica ettiğim gibi ikiokula da uğrayıp bilet paralarını almıştı. Bir zarf içindebana uzatırken tekrar tekrar teşekkür ettim. Normalde kendimgidebilirdim fakat dün yaşadıklarımdan sonra arkadaşlarımıgörmek istemiyordum. Elbette tüm bunlar annemle olan tartışmamızınfaturasını onlara kestiğim anlamına gelmiyordu fakat onlarınkarşısına bu şekilde yıpranmış çıkmak istemiyordum. Kendimitoparlamak ve her zamanki ruh halime büründükten sonra, onlarıntanıdığı İrem olarak yanlarına gitmenin daha doğru olduğunudüşünüyordum.

Eğerbizim kızlardan birisi bu halimi görseydi temiz bir dayak yerdimdiye düşünmeden edemedim. Çünkü en nefret ettiğimiz şeybirimizin duygularını saklayan bir maske takmasıydı. İnsanyeterince yorgun olduğunda, bir de hislerini saklayan bir maskeyitaşıyamıyor.

Zarfısöz verdiğim gibi annemin çalışma masasına bıraktım. Henüzuyuyor olduğunu tahmin ediyordum fakat evden erken ayrılmış daolabilirdi. Hızla odama çıktım, camları açtım, ardındanbanyoya gidip üzerimdeki ter kokusundan kurtulmak için kendimisoğuk suyun altına attım. Çıktığımda yeniden doğmuşgibiydim.

Tekrardanodama gittiğimde toplanmış yatağıma bırakılan zarfı o an farkettim. Yatağın tam ortasına özenle bırakılmıştı.

Zarfıaçtıktan sonra içinden çıkan paralara hayretle baktım veşaşkınlığın tesiriyle dudaklarımı araladım. Bunlar burayanasıl gelmişti? Bu zarfı buraya kim bırakmıştı? Zarfın içinibiraz daha kurcaladıktan sonra içinden çıkan kare şeklindekimavi kağıdı aldım.

Merhaba...İzmir için babandan harçlık istediğini biliyorum fakat tedbiriçin bu zarfı da yanına almanı istiyorum.

Umarımkırdığım kalbini arkadaşlarınla yapacağın tatil toparlar.Eğlenmene bak ve bizi olabildiğince aklına az getir, olur mu?Kendini daha fazla üzme. O işi sanırım yeterince iyi yaptım.

Berna.

Hıçkırahıçkıra ağlamaya başladım. Sadece basit bir kağıda karalanmışbirkaç kelimenin bende yarattığı bu etkiyi anlamlandıramıyordum.

Annembana not bıraktığına göre çoktan evden gitmiş olmalıydı.Belki de akşam eve gelmeyecekti, ki onu biraz tanıyorsam bu oldukçakuvvetli bir ihtimaldi. Yani önümüzdeki on gün boyunca onasöyleyeceğim son şey, onu sevmediğim olacaktı.

Elimegeçirdiğim bir not kağıdına birkaç şey yazmaya koyuldum.Sonunda işim bittiğinde ben de bunu onun masasına bıraktığımzarfın içine tıkıştırmayı düşündüm ama bir şey benidurdurdu.

Defne'yieleştirdiğim tek bir konu vardı: Babası da olsa, onu terk edenbir adamı affedecek kadar merhamet sahibi olması. İşin sonundaonunla gitmekten vazgeçmiş olsa bile, bu onun sahip olduğumerhametin aptallık düzeyine ulaştırdığı gerçeğinideğiştirmiyordu. Elbette insan kendi ailesine karşı hiçbir zamantam anlamıyla objektif olamazdı fakat...

Birisikalbinizi kırıp sizi parçaladıysa, bunu tekrarlamamak için negibi bir sebebi olabilir?

Kağıdıburuşturup masanın üzerine attım ve hâlâ havluyla sarılmışbedenimi yatağın üzerine bıraktım.

Subeni taciz boyutuna ulaşana kadar, defalarca arayıncaya dekağladım.

Continue Reading

You'll Also Like

1M 13.9K 35
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
723K 48.9K 32
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.7M 160K 80
Gök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefka...
1.2M 47.4K 52
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...