KIZIL GECE +18

DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... Еще

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"

12.4K 1.5K 439
DuruMavii

Selam.

Biraz beklettim ama bayılacağınızı düşündüğüm bir bölümle geldim.

Lütfen oy ve yorumları unutmayın. Yazarken en büyük motivasyon kaynağım ✨️

Okurken multideki Kızıl Gece şarkımızı dinleyebilirsiniz.

Keyifle okuyun.

🖤


Köşeye sıkışmıştık. 

Sadece koca bir çiftlik evinin banyosunda değil; bir dünyada, bir hudutta, bir çaresizlikte sıkışıp kalmıştık. 

Biran’ın avucu ağzıma kapanırken, onun hızlandırdığı kalp atışlarıma tedirginlik eşlik etmeye başladı. Gupse kapıyı ısrarla çalmaya devam ederken de o tedirginliğim giderek arttı. Ta ki Biran’ın dudakları kulağıma yaklaşıncaya dek…

“Sakin ol.” diye fısıldadı. “Şimdi derin bir nefes al ve ondan çantanı getirmesini iste.”

Ona zaten yanımda olan çantamı gösterdim.

“O bunu bilmiyor. Dediğimi yap.”

Omuzlarımdan tuttu. Tutuşu hep olduğu gibi güven vericiydi. Beni yavaşça kapıya çevirdiğinde dediğini yaparak derin bir nefes aldım ve “Gupse.” diye seslendim. “Aşağıdan çantamı getirir misin?”

Nihayet kapıya vurmayı bıraktı. “Getireyim de neden? Eğer pede ihtiyacın varsa soldaki dolaptan bulabilirsin.”

“Hayır, hayır.” Kendimi düşünmeye zorladım. “Başka bir şey.” Ama hiçbir şey bulamadım. Sen hemen getirebilir misin?”

Anlam veremediğini biliyordum. Buna rağmen “Tamam.” dedi. “Getiriyorum. Sonra da çık da şu benim konuyu konuşalım.”

Yumruklarımı sıkarken gözlerimi kapattım. “Tamam.”

Uzaklaşan adımlarını duyunca Biran’a ve döndüm ve hemen “Çık buradan.” dedim. “Seni görmesin, çık, bir yerlere saklan.”

Dudaklarında, görmeye alışık olduğum o serseri gülümsemesini sergiledi. “Birileri fena halde kıskançlık krizine girmiş gibi görünüyor.”

“Girmedim!” dedim hararetli fısıltımla. Bir dakika! Neden inkar ediyordum ki? “Ya da girdim. Ne fark eder? Onunla yalnız kalmanı istemiyorum.” 

İtirafım karşısında bu kez şefkatle gülümsedi ve parmaklarını usulca yanağımda gezdirdi. “Onunla yalnız kalmamak için elimden geleni yapacağım. Sen istediğin için değil, sen ortaya çıkmadan önce de bu böyleydi.”

Başım omzuma eğilirken, “Teşekkür ederim.” dedim. “Sadakatinden asla şüphe etmedim.”

“Ben de öyle.” dedikten sonra aklına gelen her ne ise gülümsemesi silinip gitti. “Sen yine de o heriften uzak dur. Yoksa bu işin sonunu getiremeden onunkini getireceğim.”

Omzuna vurup, “Sakın!” dedim. “Dayanacağız. Sen de, ben de.” Elimi kilidi atıp yavaşça çevirirdim. “Şimdi çıkmalısın. Aşağıda görüşürüz.”

Onun için kapıyı açarken kolumu tuttu ve çıkmadan önce son kez kulağıma eğildi. “Bu konuda senin kadar iradeli değilim, kraliçe.” Dudaklarını kısa bir an şakağıma dokundurdu. “Bir yolunu bulup onun yanından kalk.”

Sevgili Biran Nuh, elbette ki bu konuda bana söz hakkı tanımadı. Yanımdan ayrılıp koridordaki odalardan birine girerken, Gupse’nin bu kez yaklaşan adımlarını duydum. 

“Rozelin ya, hiçbir yerde bulamadım çantanı. Aşağıda olduğuna emin mi-” Gözlerinin omzumdaki çantama takılmasıyla birlikte durup dudağını büktü. “Ben şimdi boşuna mı indim o kadar basamağı?”

Yapmacık bir gülümsemeyle, “Kusura bakma.” dedim. “Banyonun kapısına asmışım, havluların arasına karışmış, göremedim.” Aynı sahte aranan gözlerle etrafıma baktım. “Bu arada Biran’ı buralarda göremedim. Nasıl yalnız kalabileceğiniz hakkında hiçbir fikrim yok.”

Yine dudağını büktü. Bu kez daha fazla! “Ama hiç yardımcı olmuyorsun Rozelin! Ben senin arkadaşın değil miyim? Aşık oldum, diyorum sana kızım!”

Sakin ol Rozelin. Sakin ol, Sakin… Hay sikeyim! “Ben ne yapacağım !” Yükselen sesim yeşil gözlerinin şaşkınlıkla aralanmasına sebep olurken derhal derin bir nefes alıp, “Üzgünüm.” dedim. “Bunu söylemek istemezdim ama Biran garip biridir. Evet, o arkadaşım ve… Onu seviyorum. Yine de gerçeği değiştiremez. Birbirinize uyabileceğinizi düşünmüyorum.”

İşte bu Roz! Sen harika bir detaysın kızım. 

“Neden böyle söyledin şimdi? Evet, biraz garip biri ama bazen gariplikle güzel değil midir?” Bolca rimelli kirpiklerini havaya dikerek gülümsedi. “Özellikle de onun üzerinde.”

“Neden yemekte Biran’ın karşısına oturmuyorsun?”

“Hı?” Tek kaşını kaldırdı. “Neden?”

“Çünkü…” Ondan daha uzak olman için! “Onu daha iyi görebilmek için.”

Düşünmeye başladı. “Bilmiyorum ki… Aslında yan yana iyiyiz. Arada kollarımız birbirine temas ediyor.” dedi bundan keyif alarak. “Zaten bu yüzden onun yanımda oturmasını sağladım.” Kıkırdarken düşünmeye devam etmiş olacak ki, “Aslında haklısın.” dedi. “Göz teması önemli. Başka yerlerimiz daha sonra nasılsa temas eder!”

Topuklarının üzerinde dönüp merdivenlere yönelmeseydi, saçlarından tutup onu aşağıya sürükleyerek indirmem kaçınılmaz olacaktı!

Peşinden aşağı indiğimde hiç vakit kaybetmeden tabaklarımızın yerini değiştirdiğini gördüm. Cihan soran bakışlarını ona çevirdiğinde gülümseyerek, “Göz teması.” dedi. Sonra da beni işaret etti. “Bence senin de işine yarayacak.”

Duymazlıktan gelerek, Gupse’nin eski yerine, Biran’ın sandalyesinin yanına oturdum. Cihan şimdi karşımdaydı ve doğrudan gözlerime bakıyordu. “Yemekleri beğendin mi?”

Bir çatal ağzıma götürdükten sonra başımı salladım. “Nefis, kim yaptı?”

Gupse kahkaha atarak, “Tabii ki ben değil!” dedi. “Cihan hazırladı her birini.”

Cihan çok da ciddi olmayarak “Salatayı senin yaptığını unutmayalım.” dedi. “Güzel salata.” 

Gupse, içeri giren Biran’a dönüp gülümsedi. “Sen de beğendin mi salatamı?”

Biran belli belirsiz başını sallayarak masaya yaklaştı. Oturduğum yeri görünce, yüzünde anlık beliren memnuniyeti yalnızca benim görmemi  sağladıktan sonra yeni yeri olan yanıma oturdu. “Daha fazla yemek yapmayı öğrenmeni öneririm. Yaşam garip bir yol, hangi koşullarla karşılaşacağını bilemezsin.”

“Doğru.” dedi Gupse. “Ama eğer iyi yemek yapan bir koca bulursam öğrenmeme gerek kalmaz.” Cihan’a yandan bir bakış atıp, “Mesela Cihan.” dedi. “Onunla evlenecek kadın çok şanslı, tüm yemekleri şahane yapıyor!”

Biran’ın ne kadar iyi yemek yaptığından elbette ki Gupse’ye söz edecek değildim.

Biran kadehini kaldırdı. Dudaklarından meydan okuyan bir gülümseme vardı. “O halde Cihan’ın o şanslı kadını bir an önce bulmasına içelim.”

Cihan kadehini kaldırırken tereddüt etti. “Gupse’den hanım’ı kolay kolay silememiş olmana rağmen benden bey’i bıçak gibi kesip atmana kaldırıyorum ben de.”

Kadehimi kaldırırken sesli bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Kesinlikle samimi değildim. “Hemcinsler arası basit samimiyet!”

Gupse, “Aynı samimiyetten istiyorum!” diye sızlandı. Şimdi de gözlerini karşısındaki Biran’dan ayırmıyordu. 

Kadehimi öfkeyle başımı dikip sertçe masaya bıraktım. “Sevgili ev sahibi, biraz daha şarap alabilir miyim?”

Kadehim dolduğunda Biran ile nasıl tanıştığımıza dair o soru yeniden önüme geldi. Bu kez kaçamayacağım da aşikardı. Ben de durumu lehime çevirmek için kafamdan hızlıca bir hikaye uydurdum ve onlara anlatmaya başladım. Daha önce aramızda anlaşmamış olmamamıza rağmen Biran bana o kadar kusursuz bir şekilde eşlik etti ki bir ara anlattığım hikayeye ben bile inanmak istedim. 

Çünkü bizim iç burkan bir tanışma hikayemiz vardı. 

Gupse beşinci kadehten sonra Biran’a karşı iyiden iyiye laubalileşince uykumun geldiğini söyledim. Biran mesajı alarak aynı söylemde bulununca Gupse benim üst kattaki misafir odasında yatabileceğimi söyledi. Biran için ayırdığı oda bu kattaydı. Gupse’nin odası da bu kattaydı. Siktir. Biran odasına doğru yol alırken, üzerinde Cihan’ın da bu katta kalacak olmasının rahatlığı vardı.  Aksi halde yüzünde o bıyık altı gülümseme yer alamazdı. Onu kıskanmamdan açıkça haz duyuyordu ama iş kendinin kıskanması gereken durumlara gelince saldırgan bir kaplana dönüşüyordu. Küçük bir oyuna ihtiyacı olduğunu düşünerek onlara iyi geceler diledim ve yukarı çıktım. Burası aşağıya nazaran daha soğuk ve karanlıktı. Önce banyoya girip yüzümü makyajdan arındırdım. Sonra da benim için ayrılan koridorun sonundaki odaya yöneldim ve yatağın üzerindeki temiz pijama takımlarını giydim. Bedenimi soğuk çarşaflarla buluşturup üzerime kalın  battaniyeyi çektiğimde bir süre titredim. Oğlumun sıcak bedeniyle uyumaya alıştığım için iyi hissetmiyordum. Bir an için burada kalma kararımdan pişmanlık duysam da Biran’ın yalnızca bir alt katımda olduğunu hatırlattım ve kendimi teskin ederek gözlerimi kapattım. Daldığım uykunun derinliğine bir türlü inememiştim ama gözlerimi açamayacak kadar da uykuluydum. Bir ara gıcırdayan parkenin sesini duydum. Yaklaşan adım sesleri o kadar tanıdıktı ki gözlerim uyanacak tedirginliğe ulaşamadı. Sonra saçlarımın arasındaki narin çırpınışları hissettim. Sıcak amber tütsü kokusu burnumun dibine kadar girdi. Önce şakağımda sonra gözlerimde cehennem kadar yakıcı ama aynı oranda haz veren bir baskı hissettim. O baskı dudaklarıma uğradığında uykunun derinliğine baş aşağı çakıldım ve gerçeklikten kaçarak uzaklaştım. 

Kapının tıklatılması ile kirpiklerimi araladığım anda karşımda Gupse’yi buldum. Çoktan uyanmış, giyinmiş, saçlarını ve makyajını yapmış bir şekilde karşımda duruyordu. Kalın kemerli elbisesinin bel kısmına yumruğunu yerleştirerek “Günaydın!” dedi. “Uyanmaya niyetinin olmadığını anlayınca bu görevi üstleneyim, dedim!”

Başımı yastıktan ayırırken darmadağın olduğunu bildiğim saçlarımı kurcaladım. “Günaydın. Saat kaç?”

Yanıma gelip, “Boşver saati.” dedi. “Çiftliği gezmek için seni bekliyoruz.”

Üzerindeki kısa elbiseyi gösterip, “Bu elbiseyle mi çiftlik gezeceksin?” diye sordum. “Pek uygun olduğunu sanmıyorum.”

Umursamayarak dolabına yürüdü ve bir elbise de benim için seçti. “Hangisini giymek istersin?”

Yataktan çıktım. “Hiçbirini.” Ben de dolaba yaklaştım. Rastgele çekmecelerden birini açtım ve bulduğum siyah taytı aldım. “Üzerine tişört versen yeterli olur.”

Kınayan bakışlarını üzerimde gezdirse de dediğimi yaptı ve başka bir çekmece açıp bana siyah bir crop uzattı. “Tişörtüm yok, bununla idare et ya da elbise giy.”

Mecburen göbeğimi açıkta bırakacak crobu aldım ve banyoya gidip üzerimi değiştirdim. Saçlarımı hafifçe ıslatıp ensemin orta yükseklikte bir at kuyruğu yaptıktan sonra Gupse ile birlikte aşağı indik ve doğrudan çiftliğe çıktık. Tavladan içeri girdiğimizde siyah bir atın yanında olan Biran ile karşılaştım. Beni gördüğü an  irislerinden geçen ışıltıyı ruhumda hissettim. Uğraştığı dizginleri bıraktı ve beni  yavaşça, baştan aşağı süzdü.

“Günaydın.” dedim, gülümsemek isteyen dudaklarımı dizginleyerek. 

“Günaydın.”  dedi, memnun olmadığını anladığım bir sesle. 

Onun aksine yüzü gülen biri vardı. “Günaydın!” dedi Cihan. Yularından tuttuğu beyaz at ile birlikte yanıma gelirken, “Bugün nasılsın?” diye sordu. “Yerini yadırgamadın umarım.”

Gülümsemedim ama somurtkan da görünmemeye çalıştım. Cihan bana ve aileme onlarca iyiliği dokunan biriydi. Kötü muameleyi kesinlikle hak etmiyordu. Tabii benden o anlamda uzak durduğu müddetçe…

“Dünya’nın en yumuşak yatağında bile uyusam oğlumun yanını tercih ederim.” 

Yüzünde şefkatli bir gülümseme oluştu. “Annesini ondan bir gece ayırdığımız için ufaklığın gönlünü almamız gerekecek. Eğer haftasonu müsaitsen şu geçen bahsettiğim makarna-”

“Değil.” Biran da atıyla birlikte yanımıza geldiğinde ifadesi kaskatı bir hal almıştı. “Müsait değil, haftasonu bizimkilerle toplanacağız.”

Cihan’ın cevap vermesine fırsat bırakmadan, “Evet.” diyerek Biran’ı onayladım. “Henüz hep birlikte bir araya gelemedik. Haftasonu yapacağız.”

“Günler çuvala mı girdi ayol!” dedi kendisine bir at seçen Gupse. “Başka zaman gidersiniz siz de yemeğe. Aman dikkat! Bu kez gazetecilere yakalanmayın. Yoksa Rozelin elinden kaçırmaz, kameralarını bu kez kafalarında kırar!” 

 

Gupse’nin yaptığı berbat esprinin ardından Cihan gülümsedi ama Biran’ın benimkilerle buluşan bakışları kesinlikle eğleniyor gibi görünmüyordu. 

“Neden kendine bir at seçmiyorsun?”

Sen böyle bakarken mi? “Seçeyim.”

“Sana yardım edeceğim.” diyerek geçmem için öncelik verdiğinde atların olduğu arka kısma doğru ilerledim. Kahverengi, beyaz akıtmalı bir atın önünde durduğumda ona döndüm. Gözlerinden ateş çıkıyordu. 

“Seni yemeğe çıkarma teklifi etme cüretini nereden buluyor?”

Kaldırdığım işaret parmağını neredeyse gözüne sokacaktım. “Sakın suçu bana yıkayım, deme! Gupse sana cilve yapma cüretini nereden buluyorsa muhtemelen Cihan da oradan buluyordur.”

“Anma şu herifin adını!” dedi buram buram öfke kokan fısıltısıyla. “Git ve açlıktan ölsen bile onunla yemeğe çıkmayacağını söyle. Ayrıca…” Açıkta olan göbeğime baktı. “O tişörtün gerisi nerede?”

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Bunun modeli böyle. Yoksa Gupse’nin kısa elbiselerinden birini giymemi mi tercih ederdin.”

Biran Nuh gözlerini devirdi!

Kıskançlıktan deliye dönmüştü ve bu hali hoşuma gitmiyor değildi. İşin aslı bunu biraz daha sürdürmem keyifli olabilirdi ama ona kıyamayan yanımın daha ağır basacağı su götürmez bir gerçekti. “Zaten onunla yemeğe çıkmayacaktım. Daha önce kahvaltıya gitmiş olmamın sebebi bizimkiler için yardım istemekti. Unuttun mu? Evimize dönmek için uğraşıyoruz.” Cihan ve Gupse’yi kontrol ettiğimde atlarıyla birlikte tavladan çıkıyor olduklarını gördüm. Bunu fırsat bilerek sessizce Biran’a sokuldum ve elimi göğsüne koyup, başımı yüzüne doğru kaldırdım. “Öfkelenmene gerek yok, ona umut verecek hiçbir şey yapmadım. Hiçbir zaman.”

Büyük ve sıcak avucunu, göğsündeki elimin üzerine koydu. “İstediğim seninle ilgili bir açıklama değil. Senden her zaman emindim. Sadece…” Diğer eliyle sakalını sertçe ovalarken gözü boşluğa ilişti. “Başka bir adamın sana bakmasına dayanamıyorum. Bu dayanılmaz sarışın.”

Parmak uçlarımda yükselip sakallarının üzerine bir öpücük bıraktığımda mavileri yeniden benimle buluştu. “Onları düşünmeyelim. Şimdi bana sıradaki adımımızı söyle.”

Başını salladı. “Bir şey arıyorum. Burada olduğuna eminim. Sadece Gupse’nin bir süre eve girmemesi gerekiyor.”

“Yani onları oyalamam gerekiyor.”

“Onları değil, yalnızca Gupse’yi. Senden uzaklaştığımda Cihan denen o herifi de senden uzaklaştırmanın bir yolunu bulacağım.”

Ellerimi iki yana açarak, “Nasıl istersen lider.” dedim. “Yanımızdan ayrıldığın an Gupse’yi oyalayabildiğim kadar oyalayacağım. Bir şey daha.” Bir süredir aklımı kurcalayan soruyu kaşlarımı çatarak sordum. “Gupse’nin lord ile ilişkisi olduğunu söyledin. Nasıl oluyor da seni bilmiyor? Üstelik ona kendini gerçek kimliğinle tanıttın. Bana doğruyu söyle, kendini riske mi atıyorsun Biran?”

“Hayır, bilmiyor.” Bundan emindi. “Karşısına çıkmadan önce onu gözlemlediğimi söylemiştim. Görevi yalnızca seni izlemek. Ne benden ne de bizimkilerden haberdar değil. Nadiren yaptığı telsiz konuşmalarında attığın adımları bildiriyor. Asıl amaçları başka.”

“Ne? Asıl amaçları ne?”

Ellerini kollarıma indirdi ve güven verici bir tutuşla sıktı. “Öğreneceğim. Bir sonraki görüşmemizde bana küreyi getirmiş ol.”

“Hey!” Gupse’nin sesiyle birer adım birbirimizden uzaklaştık. “Gelmiyor musunuz? Kahvaltı hazır. Bir an önce bir şeyler yiyip tura başlayalım.”

Birbirimize onay veren bakışlar gönderdikten sonra atlarımızı da alıp tavladan ayrıldık. Yeşil havanın bir köşesine kurulmuş kahvaltı masasında kısa bir kahvaltı yaptıktan sonra atlara binmek için çizmeleri giyinmeye başladık. Ancak Cihan’ın çizmelerinde bir sorun vardı. Birinin altı tamamen çıkmıştı ve ben bunu kimin yaptığını biliyordum!

“Buna inanamıyorum!” Altı çıkmış olan çizmeyi kaldırıp salladı. “Buraya gelirken sağlam olduklarına yemin edebilirim.”

Gupse, “Hay aksi!” dedi. “Yedek erkek çizmesi de yok ki. Ben sadece kendime ve Rozelin’e göre numaralar ayarladım. Tüm hizmetlilere de izin verdik. Ne yapacağız şimdi?”

Biran çayını yudumladı, “Gelirken çiftlik malzemeleri satan bir dükkan gördüm.” dedi. Bunu kesinlikle planlamıştı! “İstersen bir bak. Şanslıysan açıktık.” Alanda gezinen atları işaret etti. “Ata binmeyi elemek de bir seçenek tabii.”

Cihan ayaklanıp çizmeyi kutusuna attı. “Yarım saate geri dönerim.”

Cihan’ın uzaklaşmasıyla planın ilk ayağı başarıyla yerine oturmuştu. İkinci ayağı için Biran da ayaklandı. “Bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyordu. Cihan dönene kadar hallederim.”

Gupse dudaklarını bükerek, “Çabuk dön.” dedi. 

Başımı çevirip onun taklidini yaparken Biran’a yakalandım. Bana kaçamak bir gülümseme bırakıp yanımızdan ayrıldığı andan itibaren Gupse ile yalnızdım. Biran’ın arkasından hayranlıkla bakan gözlerini izlerken, geldiğimiz noktayı düşünerek afalladım. Her ne kadar beni öfkelendirmiş olsa da apaçık bir gerçek vardı ki Biran’ın kocam olduğunu bilmiyordu. Bir gerçek daha vardı ve bu daha fazla acıtıyordu. O artık Hualp’in itaatkarlardından biriydi. Bunun nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama kendi dünyamdan çekip gitmeden önce düzeltmek için elimden geleni yapacaktım. 

Çünkü benim tanıdığım Gupse kötü biri değildi.

“Onu çok mu seviyordun?” Başını bana çevirip, gülümsemesinden sıyrılarak sorduğu sorduyu beklemiyordum. “Kocanı.”

“Seviyorum. Hala seviyorum.”

Başını salladı. “Bu yüzden gözün Cihan’ı ya da bir başkasını görmeyecek.”

“Öyle.”

“Cihan’a üzülüyorum. Hiç şansı yok.” Kollarını göğsünde birleştirip iç çekti. “Ama benim var.” Birden ayağa kalktığında ne yapacağını anlayarak ayağa fırladım. Hayır Gupse! “Daha fazla beklemeyeceğim!” dedi tahammülsüzlükle. “Ben Cihan gibi geç kalmayacağım. Anladım, sen bana yardım etmeyeceksin. O zaman ben de kendime yardım ederim!”

Eve doğru yürümeye başladığında telaşlı adımlarla önünü kestim. “Şimdi olmaz!”

“Neden?” 

“Gupse, olmaz. Şimdi sırası değil.”

Yeşil gözleri heyecanla parlıyordu. “Hayır!” dedi. “Hayır. Sırası. Benim için telefon görüşmesini yarıda kesebilir. Anlamıyor musun Rozelin? Onunla hemen konuşmalıyım.”

Yanımdan geçip gitti. Onu durduramayacağımı anladım. Ne olursa olsun Biran’ı evini karıştırırken yakalamasına izin veremezdim. Zaman kazanmak zorundaydım. 

“Gupse!” Ona yeniden yetişerek tavlaları gösterdim. “Biran o tarafa gitti.”

 

Bir eve bir de tavlaya baktı. “Ama eve gideceğini söyledi.”

“Ama gitmedi. Yani… Sanırım son anda karar değiştirdi. Önce tavlaya bak.” Geri çekilip tuttuğum nefesimi bıraktım. “Bol şans…”

Koca bir gülümsemeyle bana sarıldı. “Sağol!” Koşarak tavlaya gitti, ben de eve koştum. Nefes nefes merdivenleri tırmandıktan sonra çizmelerimi çıkarmadan eve daldım ve doğrudan Gupse’nin odasına yöneldim. Biran beklediğim gibi orada değildi. Çalışma odası! Geri dönüp üst kata çıktım ve kaldığım odanın yanında bulunan çalışma odasına girdiğimde aradığımı orada buldum. Sırtımı kapattığı kapıya yaslayıp, Biran’ın bana çevrilen bakışlarıyla buluştuğumda kalbim mahcubiyetle çarpıyordu. 

“Üzgünüm!” dedim, sesime yansıyan gerçek bir üzüntüyle. “Başaramadım, daha fazla Gupse’yi oyalayamadım.”

Kızmadı. Onun yerine ben kendime yeterince kızıyordum. Elini uzattığında yanına kadar yürüdüm. Başımı ellerinin arasına aldı ve yalnızca bana bakarken görebildiğim o sakinleştirici ifadeyi takındı. “Sorun değil, sarışın. Sorun değil.”

“Sorun!” Kendime kızıyordum. Biran kendini tehlikeye atarken, ben birini oyalama görevini bile başaramamıştım. Bunu acilen telafi etmeliydim. “Dinle, her ne arıyorsan bana söyle. Sen Gupse’yi oyalarken ben arayayım. Hem… Senin onu oyalaman hiç de zor olmaz.”

Dudaklarında silik bir gülümseme belirdi, baş parmağıyla dudağımın kenarını okşadı. “Aradığım şey, Gupse’nin Hualp ile iletişime geçtiği telsizdi. O telsizi kullanarak üç büyüklere ulaşmaya çalışacaktım ama dediğim gibi, sorun değil. Daha sonra yeniden ararım. Seni tehlikeye atamam.” Mavi gözlerinden biri kırpınca kalbimde güç bir kanat çırpışı hissettim. “Gupse ile burada yalnız kalmayacağım.”

Kulpun indirilmesiyle hızla birbirimizden ayrıldık. Gelen, görmeyi beklediğimiz gibi Gupse’ydi. “Aaa…Burada mıydınız?” Gülümsemesi bizi birlikte görmesiyle solarken, bir bana bir de Biran’a baktı. “Sanırım siz iki dostun konuşmaya ihtiyacı var. Ne zaman görsem bir yerlerde yalnızsınız.”

Biran bir şeyler söylemeye hazırlandı ama ondan evvel davranacaktım. Üstelik, kendi silahımla kendimi vuracak şekilde… “Evet, Biran’a onunla konuşmak istediğini söylüyordum ben de.” 

Gupse, topuklu ayakkabılarının zarif sesini zemine ardı sıra bırakarak yaklaştı. “Ah, benim düşünceli arkadaşım…”

Biran gözlerime yapma, der gibi baktı ama yapacaktım. Hatamı telafi etmek için yapmak zorundaydım. “Biran da bana seninle konuşmak istediğini söyledi.” dedim, gözlerim hala kocamın gözlerimdeyken. “Özel olarak…” Nihayet bakışlarımı gözlerinde ışıklar yanıp sönmeye başlayan Gupse’ye çevirdim. “Neden birlikte  yürüyüş yapmıyorsunuz? Ben de kendime bir kahve yaparım. “

Gupse bunu bekliyormuş gibi hemen ellerini çırptı. “Hadi Biran! Gidelim.”

Biran dudaklarını birbirine bastırdı ve mecburen başını salladı. Sonra bana bakıp kaşlarını çattı ve iyice yaklaştı. “Saçında bir şey kalmış.” Bir eli saçıma uzanırken, gizlice elime bir şey tutuşturdu ve kulağıma fısıldadı. “Sonra görüşeceğiz.”

Biran’ın yanımdan ayrılmasıyla Gupse onun koluna girdi. Onu kendisiyle birlikte çıkışa götürürken, zamanla girişeceğim yarışa hazırlandım. 

Telsizi bulabilmek ve sevdiğim adamı ona aşık olan bir başka kadınla daha uzun süre yalnız bırakmamak için!

Kapının kapanmasıyla birlikte Biran’ın elime tutuşturduğu şeye baktım. Bu bir telsizdi ama aradığımız telsiz olamazdı. Çünkü Biran henüz bulamadığını söylemişti. Biraz düşününce, onu bana neden verdiğini anladım. Tabii! Eğer telsizi bulursam, Gupse’nin şüphelenmemesi için bunu yerine koymalıydım. 

Liderin kıvrak zekasına gülümseyerek çalışma odasını aramaya başladım. Biran’ın baktığını tahmin ettiğim yerleri atlayarak kitaplığa yöneldim. Tüm kitapların etrafına dikkatle baktıktan sonra alt çekmecelere geçtim. Raflar, dolapların arkası, hatta halının altını bile kontrol ettim ama hiçbir yerde bulamadım. Vaktim giderek azalıyordu. Cihan döndüğünde baş başa konuşan Gupse ve Biran’ı rahatsız etmek istemeyerek beni bulmak isteyecekti. Elimi daha çabuk tutarak aramaya devam ettim. Bu kez Biran’ın da bakmış olabileceği yerlere baktım. Gizli bir bölmede olabileceği ihtimalini göz önüne koyarak parkeleri ve duvarları da kontrol ettim ama işim bittiğinde elim yine bomboştu. 

Kendimi deri koltuğa bıraktım. Bakışlarım umutsuzca odanın detaylarında dolaşmaya başladı. Dört duvardan üçü tamamen kitaplıktı. Tam ortada genişçe ceviz bir masa vardı. Eski desenli halı ve masanın önüne karşılıklı konumlandırılmış iki koltuk…. Her yere bakmıştım. Her yere! Gözümü kapatıp Gupse gibi düşünmeye başladım. 

Ben Gupse olsaydım, kimsenin görmesini istemediğim bir eşyamı nereye gizlerdim?

Hadi Rozelin, onu tanıyorsun. Bulabilirsin!

Gupse basit düşünürdü. Her zaman basit düşünür, basit eyleme dökerdi. 

Bu odada en göze çarpan yer kitaplıktı. Tanrım! Yüzlerce kitap vardı. Hepsine tek tek bakamazdım. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak ayağa kalktım ve Gupse’nin ilgi alanına girecek kitapları tek tek yerinden alıp masaya istifledim.

Gupse’nin ilgi alanı, erkekler ve moda!

İlgili neredeyse elliye yakın kitaba seri bir şekilde bakarken merdivenleri tırmanan adım sesleri duydum. Siktir! Hepsine bakacak vaktimin olmadığını anlayarak geri çekildim ve üst üste yığdığım kitapların ismine baktım. Bir tanesi resmen Gupse kokuyordu!

Bir erkeği kendine aşık etmenin yirmi yolu!

Hemen kitabı alıp içini açtım. İşte bu!

Telsiz, sayfaları oyulmuş kitabın içindeydi. Dudaklarımda koca bir zafer gülümsemesine yer vererek telsizi aldım ve sütyenimin arasına gizledim. Yerine Biran’ın verdiği telsizi koydum. Kapının açılması ve kitabın kapağını kapatmam eş zamanlı gerçekleşti.

“Rozelin?” Cihan beni görünce gülümsedi ve içeri girdi. “Ne arıyorsun burada?”

“Ben…” Elimde bir kitap vardı ve önümde de birçok kitap vardı. Ben de söyleyebileceğim en mantıklı yalanı söyledim. “Biran ve Gupse konuşmak için ayrılınca, ben de kitaplara bir göz atayım, dedim.” 

Gözünün elimdeki kitaba takılmasıyla yaklaştı ve yaklaştıkça da gülümsemesi genişledi. “Peki… Kimi kendine aşık etmeyi planlıyorsun?”

“Nasıl? Anlamadım.”

İşaret parmağı elimdeki kitabı gösterdi. “Kitabın ismine bakmadın mı?”

Başımı kitaba eğdikten sonra yapmacık bir şekilde gülümsedim. “Ah… Hiç bakmamışım! Dedim ya öylesine inceliyordum. 

“Ya diğerleri?” diye sordu bu kez masadakileri işaret ederek. 

Şu an bu konuşmanın içinde olmaktansa yerin yarılmasını ve içine girmeyi tercih ederdim. “Onlar mı? Gupse’nin onlar. Aa… Aşağı inelim mi? Canım kahve istedi.”

Elini kapıya uzatarak,”Hay hay…” dedi. “Bizzat yapacağım.”

Cihan ile birlikte mutfağa iner inmez dört fincan hazırladım. Elbette ki Biran’ı Gupse ile daha fazla yalnız bırakacak değildim. Cihan hazırladığı kahveleri fincanlara doldururken, “Emin misin götürmek istediğine?” diye sordu. “Sanırım konuşacak şeyleri hala bitmedi.”

Fincanları tepsiye dizdim. “Bitmiştir, bitmiştir.”

Onları kahvaltı masasında otururken buldum. Gupse’nin gözleri dolu doluydu ama aynı zamanda gülümsüyordu da. Biran’ın ise her zamanki ifadesiz suratına bakarak bir şey anlamak zordu. Yanlarına gidip kahveleri ikram ettiğimde Gupse bozuldu.

“Daha bitirmemiştik ama…”

“Öyle mi?” dedim üzülmüş gibi yaparak. “Ben bitirmişsinizdir, diye düşünmüştüm. Eh, fazla da vaktim yok, Alaz bekliyor. Buraya kadar gelmişken ata binmeden gitmek istemem.”

“Aaa…” Şaşkınlık yanımıza hemen ulaşan Cihan’a aitti. “Sen at binmeyi biliyor musun?”

“Biliyorum.” derken, Biran’ın önünde ata bindiğim zamanları anımsadım. Sonra kendi kendime binmeyi de öğrenmiştim. “Çok da severim.”

Biran kahvesini masaya bırakıp “Hadi o zaman.” dedi. “Bindirelim seni şu çok sevdiğin atlara.”

“Olur.” dedikten sonra Cihan ve Gupse’ye döndüm. “Siz acele etmeyin, kahvelerinizi içip öyle gelin.”

“Ama kahve isteyen sendin.” 

Cihan’a gülümseyerek, “Şu an at daha cazip geldi.” cevabını verdim ve Biran’ın peşine takılarak onlardan uzaklaştım. Bineceğimiz atların yanına ulaştığımızda hala Gupse ve Cihan’ın görüş açısında olduğumuz için birbirimize çok yaklaşmasak da, konuşmakta özgürdük. 

“Buldun mu?” diye sordu Biran, eyeri benim için ayarlarken. Siyah, dar pantolonun sardığı uzun bacaklarına geçirdiği kahverengi binici çizmesi ve kolsuz siyah tişörtüyle kusursuz görünüyordu. Giderek daha fazla uzayan siyah bukleleri sıkça gözünün önüne dökülüyor ve her seferinde ezberlenmiş hareketle onları başının arkasına gönderiyordu. “Bulamadıysan sorun etme. Tekrar baka-”

Crobumu hafifçe kaldırıp ona telsizi gösterdiğimde, gözleri hayranlıkla kısıldı. “İşte benim bebeğim.” 

Ona kaldırdığım kaşlarımın altından baktım. “Senin olduğum için bu kadar iyiyim yani? Bence sen benim Rozelin olduğumu unutuyorsun.”

Bir an için gözlerini kapattı ve bana o gerçek gülümsemesini gösterdi. “Böyle konuşma. Şu an seni öpemiyorum.”

“Borcun olsun.”

“Burda borçlar için faiz istiyorlar.” Göz kırptığında, dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. “Sen de isteyeceksen, olsun.”

Verecek daha iyi bir cevabım yoktu. “Hep daha fazlasını isteyeceğimden şüphen olmasın, lider.”

*

Yanağımdaki sıcak dokunuşu hissettiğimde gözlerimi açmadan gülümsedim.Yaşadığım karmaşa ve endişenin ortasında, tattığım en özel duyguydu. Sadece avucu bile nasıl bu kadar güzel kokabilirdi?

“Günaydın anne.”

Gözlerimi biraz araladım ve taze güneş ışığının vurduğu bebeksi suratını gördüm. “Günaydın bebeğim.”

“Nasılsın?” diye sordu merakla. “Artık iyileştin mi?”

Çiftlik gezimizin üzerinden üç gün geçmişti. Üç gündür Biran ile tek iletişimizin ancak birkaç mesajdan ibaretti. Ayrıca üç gündür yakalandığım griple baş etmeye çalışıyordum. Rüzgara karşı at üstünde savrulmak anlaşılan bünyeme iyi gelmemişti. 

“Daha iyiyim. En azından artık sümüklü değilim.”

Elini ağzına götürüp kıkırdadı. “Sümüklüyken de güzeldin.”

Daha fazla dayanamadım ve onu kollarımın arasına alıp ensesine uzun bir öpücük kondurdum. “Öyle mi küçük adam?”

“Hayır anne! Gömüyor musun daha sabah.”

Yüzümü abartılı bir şekilde buruşturdum. “Bu iğrenç espriyi kimden öğrendiğini biliyorum.”

“Ama Efraim komik olduğunu düşünüyor.”

Yatakta onunla birlikte doğrulurken, “Sana bir sır vereceğim.” dedim. “Efraim’in komik bulduğu herhangi bir şeyi komik bulmamayı öğrenmelisin. Özellikle de büyüdüğünde.”

Mavi gözlerini açarak “Neden ki?” diye sordu. 

“Çünkü o esprilerden birini duyan kızlar, bu kadar yakışıklı olduğun halde arkasına bile bakmadan uzaklaşabilir!”

Tekrar kıkırdadı. “Sen babamdan uzaklaşır mıydın?”

Biran’ın yüzünü gözümün önüne getirip iç çektim. “Ben babandan hiçbir koşulda uzaklaşamam.”

Ve tekrar kıkırdadı. Sonra gülümsemesinin yerini özlemle dolu bir hüzün aldı. “Onu özledim.”

“Biliyorum bebeğim.”

“Ne zaman göreceğim?”

Keşke verecek doğru dürüst bir yanıtım olabilseydi. “Yakında…”

Perla’nın endişeyle yükselen sesi konuşmamızı bölerken hemen yataktan çıktım. “Alaz, beni burada bekler misin?”

İstemese de başını salladı. “Tamam anne.”

Resim defteri ve boyalarını yatağa, yanına bıraktıktan sonra “Benim için bir resim yap.” dedim. “Her zamankinden.”

Geldiğimizden beri neredeyse her gün ailemizin resmini çiziyordu. “Bu kez kendimi babamın omzunda çizeceğim.” 

Başını okşadım. “Anlaştık ufaklık.” 

Odadan çıkıp, duyacaklarının onu incitmemesi için kapıyı kapattım. Salona gittiğimde korktuğum o manzarayla karşılaştım. Mirel halsiz bir şekilde koltukta yatıyordu. Perla, annemden öğrendiği gibi kolonya ile bileklerini ovuyordu ama bir işe yaramayacağını biliyordu. Öyle tecrübelerimiz vardı ki tahmin etmek zor değildi. Mirel’in için bir bebek vardı ve farklı bir dünya tıpkı Alaz ve bebek Rozelin de olduğu gibi onun da gelişmesine izin vermiyordu. Yine de Mirel’i halsiz düşüren neden başka olabilirdi. Şansa bırakamazdık.

“Hastaneye gidelim.” 

Mirel başını iki yana salladı. “Ya başka bir dünyadan geldiğimizi anlarlarsa. Hayır, başımız belaya girer.”

“Umrumda değil Mirel.” 

Yanına gidip onu kaldırdım. Çağırdığım taksi biz aşağı inene kadar gelmişti. Önce Alaz’ı gözlemeciye, annemin yanına bıraktık. Mirel, emin olmadan Mestan’a söylememizi istemediği için kimseye tek kelime etmeden daha önce gittiğimiz kadın doğum uzmanının muayanehanesinde soluğu aldık. Kadın doktor ultrason başlığını Mirel’in karnında gezdirirken, endişeyle söyleyeceklerini bekliyorduk. Bir yandan kalp atışlarını dinliyorduk. Mirel’in minik bebeği hiç durmadan hareket ediyordu. 

Bir asistan içeri girip, kan sonuçlarını doktora teslim etti. Mirel şikayetini söyleyince, ultrasondan önce kan vermesini isteyen doktor, bir süre önündeki raporu inceledi.

“Eşiniz burada mı?” Doktorun sorduğu ilk sorunun bu olması bizi daha fazla endişelendirdi. 

“Ne oldu?” diye sordum. “Bize söyleyin.”

Uzman doktor aldığı notlara göz gezdirdikten sonra dudaklarını birbirine bastırarak bize döndü. “Fetüste gelişim geriliği gözlemledim. Aslında bazı hamileliklerde bunu yaşıyoruz. Özel bir programla ilerleyen aylarda aşılması mümkün ancak…” Üzgün gözlerle Mirel’e baktı. “Organ yetmezliği. Çok garip… Son gelişinizde her şey normaldi ancak şimdi iç organlarınız büyük oranda görevlerini yerine getirmiyor. Acilen yatışınızı yapmamız gerekiyor.”

Mirel, sormaktan korktuğumuzu o soruyu sormak üzere dudaklarını araladı. “Bebek… Bebeğim?”

Doktor yavaşça ayağa kalkarken, “Üzgünüm.” dedi. “Bu durumda gebeliği sonlandırmamız gerekiyor.” Bize dönüp, “Lütfen eşini çağırın.” dedi. “İhtiyacı olacak.”

Mirel hışımla sedyeden kalktığında gözlerinden yaşlar akıp gitti. “Hayır! Bebeğimi öldürmenize izin vermeyeceğim.”

“Mirel Hanım, bu bir tercih değil. Hemen tedaviye başlanmazsa sadece bebeğiniz için değil, sizin için de çok geç olacak.”

“Hayır!” diye bağırdı Mirel. Bu, onu gördüğüm en öfkeli en yıkıcı andı. “Ne olursa olsun! Onu alamazsınız.”

Koşarak odadan çıktığında doktor da telaşla bize döndü. “Lütfen onu ikna edin. Durumu ciddi ve hiç vakti yok.”

İçimizin acısı konuşmamıza izin vermiyordu. Yalnızca başımızı salladıktan sonra aynı hızla Mirel’in peşinden gittik. Onu hastane girişinde gözyaşları içinde bulunca kollarımın arasına aldım. Ağlaması hiddetlendi, giderek daha fazla ve daha fazla…

“Halledeceğiz Mirel.” dedim, gözyaşlarım yanağımı ıslatırken. “Bunun da üstesinden geleceğiz.”

“Nasıl?” diyo sordu Perla. “Çocuklarımız her geçen gün gözlerimizin önünde tükeniyor. Şimdi de Mirel… Nasıl halledeceğiz?”

Mirel’den ayrılıp çantamdan Biran’ın bana verdiği telefonu çıkardım ve ona acil beni aramasını belirten bir mesaj attım. Ancak ne eve döndüğümüzde ne de sonrasında telefon hiç çalmadı. Akşam olunca eve gelen Mestan durumu öğrenince tıpkı Mirel gibi yıkıldı. Alaz’a hiçbir şey belli etmeden onu uyutmak zor olmuştu. Sonrasında masanın etrafında toplandık ve gözümüzü masanın ortasında duran telefona dikip sustuk. Sadece sustuk. 

Telefonun hiç çalmayacak olmasından korkuyordum. Sadece çocuklarımız ve  Mirel için değil, Biran için de…

“Aramayacak.” dedi Perla en sonunda. “Kimbilir hangi dertle uğraşıyor?”

Dirseğim masaya dayanmıştı. Avucumla alnımı sıvazlayıp sıkıntıyla ovaladım. “İyi düşünmek zorundayız.”

Sessizlik. Tekrarlayan ve daha anlamsız sessizlik. Kimsenin söyleyecek daha iyi bir şeyi olmamasından doğan, kasvetli sessizlik uzadıkça uzadı. Sonunda zilin çalmasıyla bozulunca, boş bulunduğumdan dolayı irkilerek ayağa kalktım. 

“İkizler uğrayacaktı.” Yorgun düşmüş ruhumla birlikte kapıya ilerledim. Başımı geriye atarak derin bir nefes aldım. Yüzümdeki yıkılmışlığı silmeye çalışarak kulpu indirdiğimde, gözlerimin önünde bir ışık parladı. Işığın ardında ise onun yüzü vardı. 

“Biran!”

Kapı pervasına yaslandı. Bir eli cebindeydi ve yarım bir şekilde gülümsedi. “Başka birini mi bekliyordun?”

Sesimle birlikte önce Perla geldi. Şaşkınlık ve sevinçle ellerini ağzına kapatarak “Ağabey!” diye bağırdı. “Geldin!” Koşup Biran’ın boynuna atladığında bu kez mutluluktan ağlıyordu. Onun ardından Efraim geldi. Sonra da Mirel ve Mestan… Sıkıca sarıldılar. 

“Hey!” dedim çok da yükselemeyen sesimle. “Bana ne zaman sıra gelecek?”

Biran yanıma geldi. Kollarını belime dolayarak dudaklarını alnıma bastırdı ve sonra bana sıkıca sarıldı. “Sana gelmeyi özlemişim.” diye fısıldadı kulağıma. “Bunu daha sık yapacağım günleri sabırsızca bekliyorum.”

Biraz sonra yine aynı masanın etrafında, bu kez bir kişi fazlasıyla oturuyorduk. Şimdiki sessizliğimizin nedeni ise Biran’dan bir şeyler duyabilmekti. İyi bir şeyler…

“Safornikon’a nasıl gideceğimizi biliyorum.”

Sözleri aramızda şimşek etkisi yarattı. Umut zihinlerimizin dört bir yanına dağılırken, Biran’ın söyleyeceği daha fazla şeye ihtiyacımız vardı. 

Cebinden bir kağıt çıkardı ve masanın ortasında açtı. Bu, işaretlenmiş bir haritaydı. “Yarın tam bu noktada iki dünya arasında bir geçiş kapısı açılacak.” Gözleri birer birer üzerimizde dolaştı. “Yalnıza yedi dakika açık kalacak.”

“Tamam!” Perla heyecanla “Tamam!” dedi birkez daha. “Yarın erkenden kalkar gideriz, açılana kadar bekleriz!”

“O kadar kolay değil.” dedi Biran. “Kapı Hualp için açılacak. Daha önce Gupse’yi Hualp ile konuşurken dinlemiştim. İşaret verdiğinde kapının açılacağını, buraya geleceğini söylemişti. Telsiz bende ve o işaret birkaç saat önce geldi.”

“Biz?” diye sordu. “KapI lord için açılacaksa biz nasıl döneceğiz?”

“Hualp, bu dünyada olan birini yanında götürmek için küreye ihtiyacı olduğunu söyledi. O küre sayesinde kapıdan geçeceğiz. Bunun için geçiş kapısının açılması ama Hualp denen o itin geçmemesi gerekiyor.”

Kafalarımız fena halde karışmıştı. “O nasıl olacak?” diye sordu Mestan. “Hualp kapının açılmasını sağladığında ona engel olan ne olacak?”

Biran arkasına yaslandı ve “Üç büyükler.” dedi. “Telsizden onlarla bağlantı kurmayı başardım. Başımızdan geçenleri anlattım. Hualp’i yakın takibe aldılar. Geçiş kapısını açtığı an şato muhafızları tepesine binecek.”

“Ya bize düşen kısım?” Mirel, sorarken bile bize düşen kısmın zor olacağını biliyordu. Hepimiz biliyorduk. 

“Gupse’nin Hualp’e küreyi bulduğunu söylemesi gerekiyor. Ancak o zaman Hualp buraya gelmek için geçiş kapısını açar.” Masasının üzerindeki duran eli yumruğa dönüştü. “Çünkü küre aracılığıyla buradan götürmek istediği kadın Rozelin.”

İşte bu derin ve acı bir şok etkisi yarattı. “Benden daha ne istiyor!” diye sordum öfke dolu sesimle. “Ne?”

Biran’ın beni bulan gözlerinde dolu dolu güven vardı. “Senin yüzünü bile göstermeyeceğim.”

“Ama…?” diye sordu Efraim. “Gupse neden itaat ettiği Hualp’e yalan söylesin?”

“Tam burada iş kızlara düşüyor.” cevabını verdi Biran. “Perla, Mirel ve Rozelin’e…” 

İblisin sahneye çıkma vakti gelmişti. Hissediyordum. Evimize giden yol, cam kırıklıklarıyla doluydu ve biz, o yoldan çıplak ayaklarımızla geçmek zorundaydık. 

“Cihan ve Gupse şu an iş için yurtdışında. Kalabalık bir grupla birlikte yarın doğrudan Cihan’ın evine gelip kutlama yapacaklar. Sağlam bir plan yapmamız gerekiyor. Kızların Gupse’yi alması ve bir şekilde Hualp’e istediklerimizi söylemesi için ikna etmesi gerekiyor. Biz de o sırada aşağıdaki kalabalığı kontrol edeceğiz. Gupse’nin yalnız hareket ettiğini sanmıyorum. Sadece yardımcılarının kim olduğunu henüz bilmiyorum. Zamanla yarışacağız. Vaktinde geçiş kapısına ulaşmamız gerekiyor. Kolay olmayacak.” 

Biran yumruğunu masanın ortasına götürdü ve açtı. “Yapacağımızı biliyorum.”

Elimi elinin üzerine koydum. İçimdeki inanç, her şeye meydan okuyabilirdi. “Yapacağımızı biliyorum.”

Perla, Efraim, Mirel ve Mestan da sırasıyla ellerini bizimkiyle buluşturdular. Hepsinin ağzından aynı sözcükler döküldü. Çünkü sıkışık kaldığımız iki dünya arasında, Tanrı bize başka umar bırakmamıştı. 

“Yapacağız!”

🖤

O malum giriş sahnesine ulaşmamız çok az kaldı.

Dünyadan ayrılmadan önce bizimkilerin yapmasını istediğiniz bir şeyler var mı?

Kesitler için instagramdan açtığım  Bizimkiler🍀 adlı kanala katılabilirsiniz.

Şarkımızı dinlemeyi ve lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın.

Gelecek bölümde görüşmek üzere...

Продолжить чтение

Вам также понравится

23.1K 2.4K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
4.1M 115K 45
Bölümler düzenlenerek yüklenmektedir. * "Gölgene bile inanma. Karanlıkta seni yalnız bırakır." Karanlığın bile saklamakta aciz kaldığı şeyler vardır...
AY VADİSİ Elisya Royal

Подростковая литература

637K 1.3K 1
Bir aşkın büyü üzerinden lanete dönüşmesi...
337K 5.3K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...