KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.6M 299K 182K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!

73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"

11.7K 1.5K 471
By DuruMavii

Selam!

Kızıl Gece'mizin şarkısı çıktı!

Desteğinize en fazla ihtiyacım olan günler. Spotify de listenize eklerseniz ve YouTube'dan değerli yorumlarınızı paylaşırsanız çok sevinirim.

Ben ve RozBir sizi bekliyor olacağız.

Keyifle okuyun.


“Biran Nuh”

Düş değildi.

Sanrı değildi.

Yanılmıyordum.

O, Biran Nuh buradaydı.

İsmi önce kulaklarımda sonra da kalbimde yankılandı. Ruhum, derin bir kırıklığın kollarına yığılıp kalırken, gözlerim siyahlar içindeki koruma topluluğunun arasında onu gördü.

Sadece birkaç metre ötedeydi. Sarı aydınlatmaların altına, simsiyah duruyordu. Siyah bukleleri uzamıştı, tıpkı safir mavileri gibi parlıyordu. Gözümden bir damla akıp giderken, onu ilk gördüğüm haline ne çok benzediğini düşündüm.

Bir adım öne çıktı ama hepsi bu kadardı. Gupse elini uzatmıştı ama ne o eli tuttu ne de yanına gitti. Olduğu yerde kalmaya devam ederken, alkışlayan insanları başını hafifçe eğerek selamladıktan sonra bakışlarını doğrudan bana çevirdi. En başından beri yerimi biliyormuş gibi…

Bakışlarımızın çarpışması yalnızca ikimizin zihninde yankılanacak kuvvetli bir şimşek çaktırdı. Özlem, içimin derinliklerinde feryat figan ederken, dudaklarımdan sessizce adı döküldü.

“Biran…”

Kalbimin içinde sonu gelmeyecek bir veryansın koptu.

Bakışlarını benden çekmedi, koparıp aldı. Önce tek adımla adamların yanına geri döndü. Sonra da onlarla birlikte gözden kayboldu. Hiç görmemişim gibi…

“Neler oluyor?” Perla nefes nefese yanıma geldi. “Duydunuz değil mi? Siz de gördünüz, değil mi? Ağabeyimdi o. Ağabeyimdi!”

Efraim Perla’yı kollarına çekip başını kendi göğsüne yasladı. “Oydu bebeğim. Bulduk onu.”

“Bulduk!” dedi Mirel. “Nihayet bulduk.”

Bakışlarımı, az önce olduğu yerden ayırmadım. Kafamın içinde birbiriyle savaşan onlarca ihtimal vardı ve hepsi de birbirine düşmandı. “Biz mi bulduk?” diye sorduğumda sustular. Şaşkınlıklarının kokusunu alıyordum. “Belki de o bizi bulmuştur.”

Bizim sessizliğimiz, etrafımızdaki insanların keyifli kahkahalarını ve çalan ağır müziği ağırladı. Bir de soru işaretlerini… Bir de avuçlarımızın arasından kayıp gidenleri…

“Onu bulacağım!” Kalakalmışlığı üzerimden sıyırıp yerimden ayrıldım. Adımlarım doğrudan masaları dolaşmaya başlayan Cihan ve Gupse’nin yanına ulaşırken, dostlarımın arkamda olduğunu biliyordum.

“Gupse!” Gupse’nın gülümsemesi ifademi görünce donup kaldı. Masasında olduğu davetlilerden nazikçe izin alıp yanıma geldi.

“Rozelin, ne oldu? İyi misin?” Buluştuğumuz havuz kenarında ellerimi tuttu. “Bembeyaz olmuşsun. Ne oldu?”

“Gupse…” Aşık olduğunu söylediği adam Biran mıydı? Benim kocam mıydı! “Nerde o?”

“Kim?” dedi yeşil gözlerini açarak. “Kimden bahsediyorsun?”

Gözyaşlarımın akmasına engel olamıyordum. Hızlıca ellerimin tersiyle sildim ama yerine yenilerinin gelmesi uzun sürmedi. “Biran’dan.” dedim acıyla. “Az önce buradaydı.”

“Biran? Korumam mı?”

Gözlerimi kapatıp derin bir soluk aldım. “Evet! Nerede o? Az önce buradaydı ama kayboldu.”

“Neler oluyor?” Cihan da yanımıza geldiğinde kendimi daha fazla köşeye sıkışmış hissettim. “Rozelin, iyi görünmüyorsun. Uzaklaşmak ister misin?”

Cihan kollarımdan tutmak istedi ama ellerimi kaldırarak müsaade etmedim. “Hayır, hayır, bakın, ben iyiyim. Sadece onu bulmak istiyorum.”

“Kimi?” diye sordu Cihan.

Ona cevap vermedim. Gupse’ye yalvaran gözlerle baktım. “Bana yerini söyle.”

Gupse anlam veremiyordu. Afallamıştı. Yine de kendini zorladı. “Korumalara konuşma sonrası izin verdik. Evlerine gitmişlerdir.”

“Evi nerde!”

“Bilmiyorum!” dedi Gupse panikle. “Bilmiyorum Rozelin ama gerçekten panikliyorum artık. Biran’ı neden arıyorsun?”

“Gupse Biran nerede!”

Yükselen sesim, konuşmaları da müziği de bastırmıştı. Tüm gözlerin üzerimize çevrildiğinde anladım.

“Gupse.” dedi Cihan, etrafına sahte bir gülücük dağıttıktan sonra. “Rozelin’e istediği bilgiyi ver.”

Gupse başını salladı. Elini masaya uzattığında asistanlarından biri telefonunu uzattı. Hemen bir yerleri aradı ama geçen saniyeler boyunca hiç konuşmadı. “Açmıyor.” dedi sonunda. “Zaten Biran mesai dışında telefonlarını hiç açmaz. O… garip biri.” Gözlerimdeki sabırsızlık onu bir şeyler yapmaya zorladı. Bir yeri daha aradı. “Hah! Şule, çalışanlardan birinin adresini bulabilir misin bana?” Aldığı cevap yüzünü buruşturdu. “Of! Şu an şirkete gidemez misin peki?” Başını iki yana sallarken telefonu kapattı. “Bilgiler şirketteymiş ve ulaşacak tek kişi de şu an şehir dışında. Bu davet nedeniyle yarın tüm şirket çalışanlarına izin verdik ama yardımcı olmak için sabah ilk iş dönecek.” Kollarımdan tutup şefkatli gözlerle baktı. “Tamam mı? Oldu mu?”

Tüm çalışanlar izinliydi. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama Biran da çalışanlardan biriydi ve o da olmayacaktı. Adresine de ancak yarın ulaşabilirdim. Bu nasıl bir sınavdı böyle!

“Rozelin, artık bize ne olduğunu ve korumaya neden ulaşmak istediğini söyler misin lütfen? Endişeleniyoruz.”

Donup kalmıştım. Gözüm sürekli onu gördüğüm yere kayıyordu ve o yoktu.

“Kayıp arkadaşlarımızdan biri.” cevabını verdi benim yerime Mestan. “Son görüşümüzde iyi değildi. Bu yüzden Rozelin merak etti. “

“Lütfen adresini en kısa sürede bize ulaştırın.” dedi sesi titreyen sesiyle Perla.”Biz artık gidelim.”

“Ama daha yeni başlıyoruz.”

“Sağol Cihan ama Rozelin çok heyecanlandı, daha fazla ayakta kalmasın.” Efraim kolum girdiğinde beni nereye çekse gidecek kadar kendimi hissetmiyordum.

Cihan’ın isteksizce “Tamam.” dediğini duydum. “Şöförüm kapının önünde, sizi eve bırakacak. Rozelin,” Bakışlarını yüzümde hissettim ama ona karşılık veremedim. “Lütfen eve gidince bana nasıl olduğunu yaz. Aklım sende kalmasın.”

Yeni evimize döndüğümüzde, her birimiz bir köşeye savrulmuştuk. Her birimizin aklından geçen tek bir isim vardı ama kimse tek kelime etmiyordu. Tesadüf olmadığını biliyordum. Canımı asıl yakan da buydu.

“Rozelin, zor olduğunu biliyorum. İnan ki biliyorum ama peşin hüküm vermiyor musun? Diyelim ki hissettiğin gibi tesadüf değil. Bak, hissettiğin gibi diyorum. Çünkü elimizde başka bir dayanak yok.” Mirel derin bir nefes aldıktan sonra devam etmek için oturduğu koltuğun ucuna doğru kaydı. “Aklından geçeni biliyorum. Sana kızdığı için uzak durduğunu düşünüyorsun ama öyle olsa bile sence yeterince uzak durabilmiş mi?”

Akmak isteyen ama bir türlü akamayan o yaşı defetmek için yukarı baktım. “Cezalandırmak istediği ben, cezayı çeken benimle birlikte oğlumuz da. Bunu hiç mi düşünmedi.”

“Bence düşündüğü başka bir şey var.” Mestan ne söylediğini biliyordu. Gözlerindeki kararlılığı açıkça görüyordum. “Onu biraz tanıyorsam, bir bildiği olduğuna kalıbımı basarım.”

İçimi çektim. “Belki de yeterince tanımıyorsundur. Tanımıyoruzdur.”

“Sen ne ne diğini bilmiyorsun?” Perla hızla yerinden kalkıp bana en yakın köşeye oturdu. “Roz, bir kere iyi düşünsen ne olur? Sen kendine hala çok kızıyorsun diye böyle düşünüyorsun ama işin aslı sandığın gibi değil. Ben… Ağabeyimin senden bile isteye bu kadar uzun bir süre ayrı kalacağını düşünmüyorum. İstese de yapamaz.” Bir destekçi aramak için kocasına döndü. “Öyle değil mi Efraim? Sen söyle.”

Efraim önce boş bulunsa da kafasını sallayabildi. “Öyle tabii!” Biraz düşündükten sonra bana içtenlikle baktı. “Doğruyu söyleyeceğim. Bu konuda yorum yapmak ne bana ne başkasına düşmez ama… Perla senin yaptığını yapsaydı ona çok kızgın olurdum. Ama sonunda onu anlardım. Çünkü aşk, anlamaktan başka çare bırakmaz.”

İçimdeki yangın dostlarımın sözleriyle sulanırken, “Öyle mi gerçekten?” diye sordum umutla.

Efraim hevesle başını salladı. “Liderin körkütük aşık olduğuna adım kadar eminim.” Perla’yı kendine çekerek başından öptü. “Tabii benden sonra.”

Tek yapmam gereken onlara kulak vermekti. Duvara toslamaktan korkan yanımı susturmam gerekiyordu ama içimde can çekişen özlemin sessiz kalmaya niyeti yoktu. Onu bulmalıydım. Onu yeniden görmeliydim. Onun yakasına yapışıp, bize neden bunu yaptığını sormalıydım.

Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Evin içinde dönüp durdum. Oğlum uyanmasın diye sesini kıstığım telefonumun titreşimini kaçırmamak için elimden bir an bile düşürmedim. Saat sabah altıyı gösterirken, telefonum titredi. Mesaj Gupse’dendi. Bir adres göndermişti, Biran’ın adresini…

Dün geceden kalan elbisemi nihayet çıkarıp yerine beyaz, ince askılara sahip yazlık elbisemi giydim. Yüzümde dünden kalan makyaj vardı ama bir dakika bile kaybetmemek için banyoya gitmedim. Oğlumu sessizce öptüm. Annemin  ördüğü küçük, yuvarlak, kremrengi çantamı aldım ve kalbim daha şimdiden hızlanmaya başlarken evden çıktım. Adres Cihan’ın şirketine yakın sayılırdı. Yanımdaki paranın taksiye yetip yetmeyeceğini umursamadan bulduğum ilk taksiye bindim ve aciliyetim olduğunu söyledim. Ancak giderken paramı hesaplamayı akıl edebildim. Tahmin ettiğim gibi tüm yolu karşılamayacaktı. Taksimetrede gösteren ücret, cüzdanımdaki ile eşleştiği an da indim ve kalan yol için adımlarımı seferber ettim.

Geçtiğim sokaklara rezidanslara ev sahipliği yapıyordu. Neredeyse gelmek üzereydim. Biran bu rezidanslardan birinde oturduğunu anlamıştım. Ama nasıl? Az sonra tüm sorularımın cevabını alacaktım. Ancak aslında derdim sorularımın cevabını almak değildi.

Ona kavuşmaktı.

Son girdiğim sokağın başında durdum. Adreste yazan numara rezidans bu sokakta görünmüyordu ama telefondaki konum yaklaştığımı gösteriyordu. Sokak boyunca ilerlediğimde rezidansların bulunduğu siteyi bitidim ve geniş, ağaçsız bir araziye ulaştım. Çevrede henüz yarısına bile ulaşılmamış inşaatlar vardı ama daha ileride, arazinin ortasında tek başına duran uzun ve ince bir rezidans, yanan birkaç ışığıyla kendini gösteriyordu.

On üç numara. Biran on üç numaralı rezidansta oturuyordu.

Adımlarımı hızlandırdım. On üç numaralı rezidansın diğerleri gibi ne bir bahçesi ne de güvenliği vardı. Adrese göz attığımda yirmi birinci katta oturduğunu gördüm. Orası sonuncu kattı. Asansöre yöneldim. Düğmesine defalarca basmama rağmen ne ışığı yandı ne de kapısı açıldı.

“Siktir ya!”

Geri dönüp merdivenlere yöneldim. Tırmanırken neredeyse koşuyordum. İçimde patlamaya hazırlanan bir bomba vardı ve ilk kurbanı da ben olacaktım. Geride bıraktığım katlar beni ona daha fazla yaklaştırırken, ellerim, dizlerim, ruhum titriyordu. Son kata ulaştığımda kendimi bir enkaz gibi hissettim. Yine de ona gidenn adımlarımı durduramadım.

Başka bir evrende yine kapısının önündeydim.

“Ben geldim.” diye fısıldadım. “Buldum seni.”

Kaldırdığım elim kapıya ulaşamadan kapı açıldı.

O, safir mavisi gözleri ve o gözlerin üzerine dökülen gece siyahı bukleleriyle kaşımdaydı. Bana baktı; baktıkça kaşları gözlerine daha fazla yaklaştı, çene hattı keskin bir manevraya dönüştü. Tek kelime edemeyeceğimi bile bile dudaklarımı araladım, gözümden bir damla yaş düştü. Sonra bir damla daha… Dahasını hissedemedim.

“Sen nerdesin Allahın belası!” Hıçkırıklarım sesimi ele geçirirken Sıktığım yumruklarımı ani bir hamleyle göğsüne geçirdin. “Neredesin sen!”

Dudaklarımın arasında hep aynı sözcükler varken vurdukça vurdum. O ise taş gibi durdu ellerimin altında; kaya gibi. Sıcak amber kokusu genzime doldukça bileklerimdeki güç beni terk etti. Gücümü acımla tükettim.  Başım göğsüne düşerken hala benimle olan, sessizce akıp giden gözyaşlarımdı.

Oysa haykırmak istiyordum. Bu kadar yakınken beni neden bulmadın, diye. Beni neden seninle sınadın, diye. Neden sensiz geçen her yeni günde parçalara ayrılmama izin verdin, diye… Yapamadım. Bana uzanan kollarının belimi sarmasına, beni içeri çekip almasına izin verdim. Sırtımı kapattığı kapıyla bedeni arasında sıkıştırdı. Zihnimde uçuşan tüm düşünceler, birer birer hiçliğe karışırken, karanlığa yatkın loş ışığın arasında bir başımıza kaldık.Yüzümde gezinen elini tersiydi. Bir gayretle yarım yamalak açtığım gözlerimi yukarı kaldırıp, yarım yamalak açık olan gözlerine baktım. Yanağımda gezinmeye başlayan parmaklarının dış boğumlarını bakışlarıyla takip ederken, yüzüme vuran ılık nefesini açlıkla içime çektim.  Gözlerim kapanmadan önce kapanan gözlerini gördüm. Tek kelime bile etmeden dudaklarıyla dudaklarımı ele geçirdi. Beni ele avuca sığmayan büyük bir açlıkla öperken ona karşılık vermemem imkansızdı. Çünkü her zaman tutkusu karşısında çaresizdim. Islak dudaklarımız birbiriyle özlem dolu bir harbe girişirken büyük avuçları hızla sırtımda gezindi. Sadece iki eliyle dokunmadığı tek bir noktayı bile bırakmazken diliyle dudaklarımı aradı ve ağzımın içine sızdı. Bedenini bana bastırdığında ikimiz de inledik. Elleri daha aşağı indi. Elbisemin eteğinden tutup başımdan sıyırıp attı. Beni kucakladığında bile öpüşmeye devam ediyorduk. Birkaç adım sonra bizi, ayağıyla iterek açtığı kapıdan içeri soktu ve sırtımı, buram buram o kokan sıcak çarşafların içine bıraktı. Eşofmanını aceleyle sıyırıp üzerime uzandığı anda siyah, kolsuz tişörtünü çıkarıp attım. Bronz ve geniş omuzlarına tutunurken dudakları önce çenemde sonra da boynumda gezinmeye başladı. Tenime nakşettiği öpücüklere minik ısırıklar eşlik ediyordu ve bu kelimenin tam anlamıyla çıldırtıcıydı. Onu bacaklarımın arasında tüm hacmiyle hissetmek beni daha fazlası için yalvarmaya teşvik ediyordu. Başka bir zamanda ve başka bir durumda bu halimin acelesizce tadını çıkaracığını biliyordum ama o anlardan birinde değildik. Çünkü üzerimizde son parçalarıda çıkarıp atması yalnızca birkaç saniyesini almıştı.

Birçok bilinmeyen vardı. Çok fazla kızgınlık ve çok fazla kırgınlık vardı. Bir kenarda sorulmayı bekleyen çok fazla soru vardı.

Biran yavaşca kendini bana iterken, her birini öteledik. Dudaklarımızdan dökülen inilti bu kez keskin ve acı çekiyormuş gibiydi. Dudaklarımız şehvetle birbirini buluştu, birbirimizi delirircesine öptüğümüz an da baldırımı kavrayıp yukarı çekti ve kendini bana daha sert itti. Hızlanmadı. Zaten en başından beri çok hızlıydı. Verdiği doluluk hissi beni raydan çıkarırken, bacaklarımı belime dolayıp mümkünmüş gibi kendimi ona daha fazla yaklaştırdım. Birleşmemizden yükselen ritmik sesler detaylarından bihaber olduğum karanlık odanın duvarlarında yankılandı. Bacaklarımın arasında hissettiğim ıslaklığın giderek artarken uyuşan dudaklarımı araladım ve kasıklarımda kaynayan hissin beni yutmasını bekledim.

Bizi ele geçiren zelzele devasa bir hortuma dönüşürken, onun da dudakları aralandı ve içeriden boğuk sesle yükseldi.

Hayır! Son noktada değildik. Hızlandı Daha fazla hızlandı. Bacağımdaki elinin tutuşu o kadar sıkılaştı ki sonraki günlerde morarmış parmak izlerini taşıyacağımı biliyordum.

Kendine bana son itişinde, kaynar su gören bir kar tanesi gibi eridiği hissettim ve eriğim yerden çoğalmaya başladım. Bu hissi tanıyordum. Kölesi olduğum bu his, bana onun armağanıydı.

Kendini benden aldı ve  soluk soluğa sırt üstü yanıma bıraktı. Artık bedenlerimizin birbirine değen hiçbir noktası yoktu ama geriye bıraktığı zonklama hala tüm bedenimde hüküm sürüyordu. Benden farklı olmadığını biliyordum. Birbirimizi gördüğümüz an ateşlenen fitil, hala tüm ihtişamıyla yanıyordu. Nefesim biraz düzene girdiğinde, başımı karanlığın içerisindeki varlığına çevirdim. Bir siluetten ibaretti. Gözleri tavana bakıyordu.

Buradaydı. Gerçekten buradaydı.

“Biliyordun.” diye fısıldadım.

İnkar etmeyeceğini biliyordum. Nitekim susuşu da kabulenişiydi.

“Nasıl dayanabildin? Ben buradaydım, gözünün önündeydim. Her yerde delirmiş gibi seni ararken sen nasıl…” İçimdekileri kelimelere dökmek daha fazla canımı yaktı. Çıplak bedenimi doğrulturken, “Nasıl dayanabildin!” diye haykırdım. “Benden böyle mi öc aldın! Oğlunu bile görmemeyi göze alarak mı!”

Sessizlik. Kocamani lanet bir sessizlik! Bana vereceği tek kelimesi bile yok muydu!

“Kahretsin! Buraya hiç gelmemeliydim.” Hırsla yataktan çıktım ama daha odadan çıkmadan beni yakaladı. Karanlık odanın içinde çırılçıplak ve karşı karşıya dururken, “”Yatağa dön.” dedi. Söylediği ilk şey bu olmuştu.

Dolan gözlerimi görmedi. Akan gözyaşlarımı ve kavrulan içimi görmedi. “Hayır.”

“Rozelin,” dedi, sakin kalmaya zorladığı sesiyle. “Yatağa.”

Hala bileğim parmaklarının arasındayken yalın ayağımı parke zemine vurdum. “Sen bana bir cevap verinceye kadar yerimden kıpırdamayacağım.”

Parmakları kolumdan uzaklaştığında bir an için dediğimi yapacak sandım ama belimden tek kavrayışla bedenimi yeniden yatakla buluşturduğunda onu yeniden hatırladım. İstediği şey için her yolu denerdi.

“Bir yere gitmiyorsun.” dedi, bileklerimi yatağa bastırırken. Evet, tam üzerimdeydi ama bedenlerimizin birbirine teması yoktu. Oysa daha az önce sevişmiştik. Nasıl olur da hala bana daha fazla dokunması için çılgına dönebilirdim?

“Kalmamı mı istiyorsun? O zaman bana bir açıklama yap.”

Suratıma vuran soluğu eşliğinde giderek daha fazla netleşen gözlerine baktım. Onları özlemiştim. Onlara uzun uzun bakıp, sakinleşmeye ihtiyacım vardı ama şu an hissetmek istediğim şey sakinlik değildi. Dokunduğu her yer, tüm noktalarım cayır cayır yanıyor ve yalnızca onu istiyordu.

“Ne duymak istiyorsun?”

“Ne duymak istediğimi biliyorsun.”

Gözlerim karanlığa iyiden iyiye alışmıştı. Artık benim için hareket eden bir silüet gibiydi ve o siluetin gözleri, dudaklarıma kaydı. “Ne istediğini biliyorum.” diye fısıldadı, onu daha fazla istememi sağlayan erkeksi sesiyle. “Söylemek ister misin?”

Bileklerimi yatağa daha fazla bastırırken, bedenini yavaşça üzerime bıraktı. Bu, güneş en tepede yakarken, kızgın kumlara gömülmek gibi hissettirmişti. Sıcaktı. Çok sıcaktı. Asla sona ermeyen sertliği ile bacaklarımın arasındaki ıslaklığı yüzeysel olarak hissederken, utançla gözlerimi kapattım. Dudaklarımdan duyularıma seksi bir kıkırtı akarken, kendini ıslaklığıma daha fazla bulaştırarak inlememe sebep oldu.

“Gözlerini aç.”

Hayır.

“Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve sakallarını boynuma sürttü. “Aç gözlerini.”

Hayır!”

Kendini bir anda içime ittiğinde çığlık atarak gözlerimi açtım. “Siktir!”

Daldığım safir mavisi bir denizdi. Gülümseyen safir mavileri… Kısa, çok kısa bir an gözlerindeki gülümsemeyi görmek ruhumdaki yarayı onarmarmaya koyuldu.

“Sadece bu kadar mı?” Yavaşça geri çekilirken, uyuşmaya başlayan ayak parmaklarımı sıktım. “Daha fazlasını yapabilirsin.” Kendini bir kez daha itti, çok daha sert!

“Ah!” Bedenim altında yay gibi gerilirken esareti altında olan yumruklarımı sıktı. Yavaştı. Tanrım! Aklımı kaçıracağım kadar yavaş ve sertti. Burnunu köprücük kemiğime kadar kaydırıp, oradaki çukurdan derin bir soluk çektiğinde ağırlaşan göz kapaklarımla başa çıkmaya çalışıyordum. Öpücükleri ufalarak omzum boyun devam ederken, dizlerimi kendime çektim ve bedenimin tüm kıvrımlarıyla onu karşılamaya başladım. “Biran…”

“Sarışın.” diye inledi, kendini içimde döndürerek genişletirken. Dudaklarının gezdiği yerlerde şimdi dili vardı. Tenime ıslak emareler bırakırken hiç durmuyor, belli bir ritimle içimde hareket ediyordu. “Her gece rüyalarımda seninle bunu yaşadım. “ Çenemi dudaklarını  arasına aldığında özgür bıraktığı ellerimi ait oldukları yere, omuzlarına bıraktım.

“Biran!!” Boynuna asılıp başımı kaldırdım ve nefes nefese dudaklarımızı birbirine yapıştırdım. Dudaklarımız tutkuyla birbirini emerken acıyan canım önemsiz bir detaydı. Bacaklarımı ona doladığımda hızlandı. Sertti, sınırlar hiç yokmuş gibi çok daha sertti. Bedenlerimizin birbirine her çarpışı tenimizde yeni bir ter damlacığa yer verirken, o damlaların birbirine karıştığını hissediyordum. Dakikalar sonra nefesimin son katresini de ağzında tükettim. Başım, tüm gücünü yitirerek yatağa düşerken, Biran kendini üzerime bıraktı.  Düzensiz ve sert solukları tenim tarafından emildiği sıralarda bedenimin ağrımayan tek bir noktası bile olmamasına rağmen, ruhum uykunun kollarına atılacak kadar huzurluydu.

Uyandığımda yanımdaydı. Gözleri yüzümde geziniyordu. Çok sessizdi. Bir süre hiç konuşmadan gözlerime baktığında, aslında onun da ihtiyacı olanın bu olduğunu hissettim. Bu hissin altı boş olsa bile ihtimali güzeldi. Başını ağır ağır tavana çevirdi. Kollarından birini başının altına yerleştirip yeniden pencereden süzülmeye çalışan cılız ışığın yansımaya çalıştığı tavanı izlemeye koyuldu.

“Evet, nerede olduğunuzu biliyordum.”

“Bunu zaten biliyorum.” Benim gözlerimde tavandaydı. Nasıl olacağını bilmiyordum ama bir şekilde kendimi ona bakmaktan alıkoyacaktım. Çünkü öğrenmem gerekenler vardı ve ona bakarken yalnızca konuşmak çok zordu. “Neden ortaya çıkmadın?” Bunu sormam yersizdi. Nedenini biliyordum. “En azından Alaz’ı…”

“Sana kızgın olduğum için değil.” Başını bana çevirdiğini hissettim ama yine de ona bakamadım. “Ne sanıyorsun? Sana kızgındım ve seni görmek istemedim, öyle mi?”

“O zaman neden?” Göğsümü, beni sakin tutmasını umduğum derin bir nefesle şişirdim. “Neden?”

Sesini yeniden duymak için biraz beklemem gerektiğini anladım. Bana anlatması gerekenler vardı. Her birini duymak için can atıyordum. İstiyordum ki benden uzak kalmasının sebebi ben olmayayım. İstiyordum ki… Açtığım yara kapanmış olsun. Biraz bile olsa…

“Gupse.”

Başımı şaşkınlıkla ve birden ona çevirdiğimde, köşe kapmaca oynayan bakışlarımız birbirine yenildi.  “Ne?”

“Sandığın gibi biri değil, sandığın kişi değil.”

“Anlamıyorum.”

“Biliyorum.” dedi usulca. “Anlatacağım. Önce şunu bil, karşınıza çıkmayışımın bir sebebi vardı.”

İçimde, öldüğünü sandığım tüm kuşlar başını kaldırdı ve yeniden kanat çırpmaya hazırlandı. “Seni dinliyorum, Biran Nuh. Bana ne olup bittiğini anlat.”

Perde aralığından sızın ışık,şimdi  geniş ve bronz göğsündeki ter damlacıklarını ele verirken, “Üzülüceksin.” dedi. “Söyleyeceklerim seni incitecek.”

Bunu hiç istemiyordu, adım gibi biliyordum. “Yine de olanı bilmek istiyorum.”

Dudakları yeniden aralandı ve söze yine “Gupse.” diyerek başladı. “Onu ilk kez yaşadığın yerde gördüm. Vedalaşıyordunuz. Aslında seni de ilk kez orada gördüm. Yüzünde bir gülümseme vardı. Buruk bir gülümseme…”

Bahsettiği buruk gülümseme yeniden dudaklarımda can bulurken, “Neden yanımıza gelmedin?” diye sordum. “Gelmeni bekliyordum. Her gün bekledim.”

“Biliyorum.” Göğsünü sıkıntılı nefesiyle şişirdi. “Ama gelemedim. Çünkü Gupse’yi telsizle konuşurken gördüm. Senin yanından ayrıldıktan hemen sonra… Sizin dünyanızda haberleşme yöntemi telsiz değil. O alet benim dünyama ait.”

“Hayır, hayır. Bekle. Bu dünyada da telsiz kullanılabilir. Gupse iş için telsiz kullanmış olma-”

“İş için mi Lord Hualp denen o itin kodunu söyledi?”

Duyduğum isim kalbimi sıkıştırdı. Vücudumda inkar etmeye elverişli ne kadar mekanizma varsa harekete geçmek için hazırlandı. Oysa görüyordum. Onun gözlerinde; anlatacak çok daha fazla şeyin olduğunu…

“Gupse’yi takip ettim. Onu günlerce izledim. Sonunda ne oldu, biliyor musun? Yanılmadığımı gördüm. Gupse senin arkadaşın mı? Artık değil. Onun ruhu Hualp Koran’a itaat ediyor.”

Eli, karanlığın içinden yüzüme uzandı, akıp gittiği hissedemediğim gözyaşımı silerken, “Üzgünüm.” dedi yavaşça. “Gupse kendi iradesiyle lorda hizmet ediyor.”

“Bundan emin misin?”

Gözlerini yavaşça kapatıp açtı.

İçimi çektim.

“Lord…” dedim iğrenerek. “Ona ne veriyor?”

“Gupse’ye verdiği somut bir şey değil. Gupse lordun manevi gücüne inanmış durumda. Ona tapanlar arasında, baş sıralarda.”

Her sözü kalbimi yeni bir parçaya bölüyordu. Ah. Gupse. O, kendimi bildim bileli en iyi arkadaşımdı. Sırdaşımdı. Kendin dünyamda beni anlayan en iyi kişiydi.

“Ne öğrendin?” diye sordum. Artık sesim güçlükle çıkıyordu.

“Hualp’e bazı bilgiler veriyor.” Dişlerini sıktı. “Tamamı seninle ilgili.”

“Başka?”

Esen rüzgarın havalandırdığı perde içeri daha fazla ışığı sızdırdı ve kısa bir an kızarmış dudaklarını ve uzayan sakallarını gördüm. “Geri dönüş yolumuz Gupse’den geçiyor. Bizi Safornikon’a götürecek yola ancak o ulaştırabilir.”

“Bir an önce ulaştırmalı.” dedim üzüntüyle. “Çocuklarımız…”

“Biliyorum.” Ağır ağır yutkunurken, “Bu yüzden Gupse’nin peşinden ayrılmıyorum, dönüş yolunu bulabilmek için.”

“Bu yüzden mi onu yangından kurtardın?”

Durdu, düşündü. “O yangını çıkaran bendim.”

“Ne?”

“Gözüne girmeliydim. Başardım da. Bana iş teklif etti.”

“Biran,” Bunu söyleyecek olmak acı vericiydi. “Gupse sana-”

“Biliyorum.” dedi bir kez daha. “Bu yüzden karşına çıkamadım. Dönüş yoluna bu kadar yaklaşmışken Gupse’nin güvenini kaybedemezdim. Ayrıca izlenip izlenmediğini de bilmiyordum. Karşına çıkmam her şeyi yerle bir etmem, demekti.”

“Anlıyorum.” Anlıyordum. Yine de kalbimin daha fazla kırılmasına mani olamıyordum. Onu yerde gökte ararken, meğer yanıbaşımdaymış, diye düşündüm. Görememiştim. “Biran, beni affedebilecek misin?”

Sessizlik. Kimsesiz, sevimsiz, korkunç bir sessizlik.

Başımı yataktan kaldırdım. Ona yaklaştım. Kolunu benim için açtığında, ardı ardına akan gözyaşlarımla birlikte çıplak göğsüne başımı koydum.

“Üzgünüm. Çok üzgünüm…”

Göğsünden süzülen amber kokusu beni teselli ediyordu. Belki kendisi değil ama kokusu bunu yapıyordu. Ruhumuzda  açılan mezarın üzerine toprak atıyorduk. O mezarın nedeni bendim. O mezarda, yitirdiğim bebeğimle birlikte bir parçam da yatıyordu.

Zaman geçti, geçti, geçti.

Sessizlik bir düğüm gibi boğazımızda yer ederken, parmaklarını saçlarımın arasında hissettim. Uzun uzadıya, acelesizce, her saniyesini hissederek ve hissettirerek okşarken, “Başka çarem var mı?” diye sordu. “Seni affedeceğim. Bunun için her şeyi yapacağım. Aksi ölüm gibi…”

Başımı kaldırıp, geceye kafa tutan gözlerine baktım. Uzayan saçları, siyah buklelerini yine alnına düşürmüştü. Özlediğim bu görüntüyü seviyordum. Kalın ve yukarı taranmış gibi duran gergin kaşlarını, gür kirpiklerini ve her seferinde farklı bir hikaye anlatan ifadesini seviyordum. Sakin kalması için hükmettiğim ellerim beni daha fazla dinlemedi. Parmaklarımı, buklelerine dolanırken bulduğumda gözlerimiz hala birbirine kenetliydi. “Seni özledim lider, çok fazla.”

Dudağının bir yanın silik bir şekilde kıvrıldı. “Önce ben söyledim.”

“Duyduğumu sanmıyorum.” Bakışlarını bir an içinden benden aldı;  çıplak kalçalarımda, belimde  ve omuzlarımda gezdirirken, “Yatağa kıl payı yetiştiğimizin farkındasındır sanıyordum.”

Gözlerim hala nemliydi ama ben de gülümsedim. “Bu, ben de özledim demek mi?”

Saçlarımdaki elini aşağı indirdi ve belimden sıkıca kavrayarak ben daha fazla kendine çekti. “Özlemden geberdim, demek.”

“Belki de gizlice yanıma gelebilirdin.”

“Düşündüm.” dedi düşünmeden. “Ama o gün.”

Sustu. Suskunluğunun altında hoşuna gitmeyen bir detay yatıyordu. “O gün?”

“Bir gazete parçası elime geçti.” dedi öfkenin boğduğu sesiyle. “Dünyanın en boktan yalanı yazıyordu.”

Mahcubiyetle “O haber tamamen yala-”

“Biliyorum. Tek bir saniye bile inanmadım.” Kolunu biraz daha sıkıştırdı ve beni üzerine çıkarmayı başardığında, onu yeniden bacaklarımın arasında hissettim. Hissettiğim en hissedilir halindeydi! “O herifin sevgilisi değilsin. Kimsenin değilsin.” Kalçalarımı kavradı. Beni nezaketten uzak bir hareketle kaldırıp, bizi birbirimizle buluşturdu. İniltilerimiz dışarı taşarken, gözlerini kapattı ve başını arkaya attı. “Çünkü bana aitsin. Hep öyleydin.”

*

Hava kararı birkaç saat oluyordu. Belki de daha fazla… Kapının girişinde bir yerde düşürdüğüm telefonumun titreyen sesini duymuştum ama yataktan çıkamadığım için bakamamıştım. Sonuncu seferde ısrarla çaldığı için üzerime çarşafı dolayıp Perla’nın ısrarcı aramalarına geri döndüm. Ortadan kaybolduğum için sıkı bir azarladıktan sonra Alaz’ın sürekli beni sorduğunu söyledi. Bunun üzerine hızlıca kıyafetlerime uzandım ama bana onları Biran giydirdi.

İç çamaşırlarımın üzerine beyaz elbisemi geçirirken,”O nasıl?” diye sordu. “Buraya alışabildi mi?”

Elbisemin eteğini dizlerime indiren ellerini tuttum. Tüm perdeler kapalı olduğu için ev hala karanlık sayılırdı. Tedbir için ne ışığı ne de perdeleri açmaya yeltenmemiştik. “Alışmak konusunda sıkıntı yok ama… Seni özlüyor.”

Başını eğdi ve yavaşça salladı. “Ben de onu.”

“Ya sen? Sen alıştın mı?”

Dudağının sol kenarı keyifsizce kıvrıldı. “Buraya geliş hikayemi daha sonra dinlersin. Diğerlerinden daha maceralı olduğuna bahse girerim.”

Gülümsemeye çalıştım. “O kadar da emin olma.” Çantamı taktım. Artık gitmem gerekiyordu ama bir adım bile atmak istemiyordum. Ellerimden ayrılmayan elleri, onun da aynı şeyi istediğini söylüyordu. “Sana nasıl ulaşacağım.”

Sorumla birlikte yanımdan ayrıldı. Çekmecelerden birini açtı ve ufak bir telefon çıkarıp bana uzattı. “Bunu senin için almıştım. Bir türlü veremedim.”

Telefonu aldım. “Bu ne kadar daha devam edecek? Sadece Alaz değil, diğerleri de seni çok özledi.”

Gelip yeniden karşımda durdu. Üzerinde yalnızca bir boxer vardı ve her zamankinden daha iri görünüyordu. Dünyamın ona yaradığını düşünürken dudaklarımda gerçek bir tebessüm can buldu. “Geri dönebilmek için sabretmek zorundayız. Epey yol kat ettim, benden haber bekle. Diğerlerine de ağızlarını sıkı tutmasını söyle.”

Başımı sallarken gözüm kapıya ilişti. Birlikte oraya yürüdük. Çıkmadan önce ona döndüm. “Kendine dikkat et. Söylediğin gibi lordun eli buraya kadar uzandıysa, bir planı var demektir.”

Bunu hesapladığını zaten biliyordum. “Sen de dikkat et.”

“Gupse’ye karşı mı?”

“Yalnızca ona değil.” Ellerini belime yerleştirdi. Beni kendine çekerken, “Cihan, denen o kravatlıya karşı da. Eğer bir kez daha sana bir şey yedirmeye kalkarsa, ona son yemeğini yediririm.”

Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldım. “Kötü niyetli biri değil. Sadece yardım etmeye çalışıyor.”

“Niyetini anlayabiliyorum ve o niyet, son yemeğini yemesine engel değil.” Geri çekilip alnını alnıma yasladı. “Beni dinleyecek misin?”

Ona istediği cevabı önce gözlerimle verdim. “Bundan sonra hep seni dinleyeceğim. Bunu bir söz olarak kabul edebilirsin. Ama sen de...” Ah, ne saçmalıyordum? “Boşver”

“Söyle.” dedi beni tutarak.

“Önemsizdi.”

“Yine de söyle.”

Söylemeden bırakmayacağını bilerek söylemek üzere bakışlarımı kaçırdım. “Sen de Gupse’ye karşı dikkatli ol.”

Dudaklarında aynı yarım tebessümle, “Sadece lord ile bağlantısı olduğu için mi?”

Benimle oynuyordu. Kesinlikle oynuyordu! Bilerek ona istediğini vermeye karar verdim. “Sanırım sana aşık. Onu tanıyorum, istediğini almak icin her yolu dener.”

“Yani…” dedi bakışlarımı yakalamaya çalışarak. “Beni istediğini mi söylüyorsun?”

Düşüncesi bile bedemi tümüyle ürpertmiş, içime o berbat kıskançlık hissini uğratmıştı. “Her ne ise!” derken sesimin istemsizce yükselmesine mani olamadım.

“Siss…” Dudakları burnumda konaklarken, ılık nefesiyle ayaklarımı yerden kesiyordu. “Sakin ol sarışın,” Kaldırdığım gözlerimi gözlerine diktim. Çok yakındık ve içim titriyordu. “Başkası, başka bir kadın umurumda değil.” dedi. “Ben yalnızca sende kayboldum bebeğim.”

Gözlerime baktı ve bu hiç de kısa sürmedi. Dudaklarını önce alnıma, sonra da dudaklarıma bastırdıktan sonra benim için kapıyı açtı. Onu geride bırakmak, ondan adım adım uzaklaşmak zordu ama buna mecburdum. Geleceğimiz için, çocuklarımız için… Bir taksi bulana kadar yürüdüm. Bulup eve döndüğümde ise parasını Efraim’e ödettim. Alaz beni ağlayarak karşılamıştı. Bacağıma o kadar sıkı sarılmıştı ki onu saatlerce yalnız bıraktığım için pişmanlık duymuştum. Hiç dillendirmemişti ama biliyordum; babası gibi benim de ortadan kaybolacağımı düşünüyordu.

“Oğlum, sana bir sır verebilir miyim?” Onu kucağıma alıp dizlerime oturttuğumda, odamızda yalnızdık.

Islak yüzüyle başını salladı. “Elbette.”

“Ama bu çok önemli bir sır. Mutlaka aramızda kalmalı.”

Ciddi bir iş yaptığımızı anlayarak yüzünü kuruladı ve “Seni dinliyorum annecim.” dedi. Aslında o yalnızca dört yaşında bir çocuktu ve bu tehlikeli sırrı onunla paylaşmam doğru değildi ama o minik kalbinin daha fazla acı çekmesini istemiyordum. Bu yüzden “Baban bizi buldu.” dedim. “O artık yanımızda!”

Heyecanla dizimden atlayıp “Gerçekten mi!” diye sordu. “Buldu mu? Hani! Nerde? Niye seninle gelmedi?”

“İşte asıl sır da burada. Bebeğim, baban şu an gizli bir görevde. Evimize gidebilmemiz için çıkışı bulmaya çalışıyor ve maalsefe bunu yaparken yanımıza gelemez.”

Yerinde duramayışına son vererek, “Ne kadar sürecek?” diye sordu. “Onu çok özledim.”

Onu yeniden kollarıma alıp sarıldım. “Çok az kaldı bebeğim. Baban da seni çok özledi. Çok özledi.”

Uyku vakti geldiğinde Alaz, bebek Rozelin ile birlikte uyumak istediği için onları bizim yatakta birlikte uyuttuk. Perla sabırsızdı. Bir an önce ağabeyi hakkında öğrendiklerimi öğrenmek istiyordu. Aslında diğerleri de öyleydi. Bu yüzden çocuklar uyur uyumaz, Mirel’in bizim için hazırladığı yemek masasına oturduk. İştahla çorbamı içerken, hatta neredeyse dibini görmek üzereyken, hiçbirinin yemek yemeyip bana baktığını gördüm. Kaşığımdaki son çorbayı da mideme gönderdikten sonra doğrulup, ağzımı sildim.

“Şirkete ait bir rezidans da yaşıyor. Yanılmadım. Karşılaşmamız bir tesadüf değilmiş.” Soracakları soruları aşağı yukarı tahmin ettiğim için onları bekletmedim. “Aniden söyleyeceğim. Çünkü hiçbiriniz benim kadar şaşırmayacaksınız. Gupse, Hualp’ie hizmet ediyormuş.”

Kısmen yanıldım. Diğerlerinin değilse bile Perla’nın ağzı bir karış açık kaldı. Çünkü Gupse’yi tanıyordu ve bana ne kadar değer verdiğine bizzat şaşırmıştı.

“O, senin yakın arkadaşın değil miydi?” diye sordu Mirel.

“Öyleydi. En azından ben öyle olduğunu sanıyordum ama o benim baş düşmanıma bir tarikata inanırmış gibi inanıyor.”

“Ne biliyor?” diye doğrudan konuya girdi Mestan. “Amacı ne?”

“Attığımız tüm adımları lorda bildiriyor. Biran, onun lorda hizmet ettiğini öğrendiğinden beri yanında olmanın bir yolunu bulmuş. Aslında Gupse’yi kurtardığı yangını da kendisi çıkarmış. Yanında işe girmek için. Şimdi… Bizi asıl ilgilendiren kısma geliyorum.” Uzanıp Perla’nın ellerini tuttum. Gözlerine umutla bakarken, “Evimize dönüş yoluna çok yakınız.” dedim. “Ağabeyin, Gupse’yi köprü olarak kullanacağımızı söyledi. Geriye dönmenin tek yolu buymuş.”

Perla ağlayarak, Efraim ise gözleri parlayarak verdiğim haberi karşıladı. “Bu yüzden bize yaklaşmıyor.” Mirel, bunu daha çok kendi kendine söylüyor gibiydi. “Planını tehlikeye atmamak için…”

“Tam olarak öyle.” Cebimden, Biran’ın bana verdiği telefonu çıkardım ve masanın ortasına bıraktım. “Bununla haberleşeceğiz.”

Mirel özlem dolu gözlerle “Onu ne zaman görebileceğiz?” diye sordu. “Başına neler gelmiş. Anlattı mı?”

Başımı iki yana salladım. “Hayır, sanırım bunu hep birlikte olduğumuz bir ana saklıyor.”

“Biran bu telefonu sana sadece sesini duymak için vermedi.” Mestan'ın gözleri uzaklara dalarken,  sözlerinden eminlikle başını salladı. “Aklından geçenleri merak ediyorum.”

Yayılan titreşim sesiyle Perla ve Efraim telefonlarını kontrol etti. Onlardan gelmiyordu. Mirel ve Mestan’in henüz bir telefonu yoktu.

“Sanırım senin telefonun.” diyerek ayaklandı Perla. “Mutfaktaydı, getireyim.”

Perla telefonumu getirdiğinde yüzü bembeyaz olmuştu. Ekranı bana çevirdiği an aynı endişenin kollarına düştüm. Sadece saatler önce aradığını sevineceğim isim, artık sadece endişe mi verecekti?

“Efendim Gupse?”

“Selam!’ dedi o alışık olduğum neşeli sesiyle. “Seni merak ettim. Bulabildin mi aradığını?”

İçimi sıkıntılı bir nefesle doldurarak, “Biran’dan mı bahsediyorsun?” diye sordum. “Çünkü aradığım oydu.”

“Evet! Evet… Kayıp arkadaşlarından biriydi, değil mi?”

Cevap vermek istemedim. “Yardımın için teşekkür ederim Gupse. Başka bir şey yoksa Alaz ile ilgilenmem gerekiyor.”

Biraz düşündükten sonra “Sen iyi misin?” diye sordu. “Sesin garip geliyor.”

Yeni bir yalan. “Sadece uykusuzum.”

“O zaman seni tutmayayım. Şey… Söylemem gereken önemli bir şey var.”

Bakışlarım, sırayla bizimkilerin bakışlarına dokunurken, “Seni dinliyorum.” dedim.

“Biliyorum.” Heyecanla tonunu değiştirdi. “Bu zamana kadar çok fazla ilişkime şahit oldun ama hepsi çocukluktu. Rozelin, bu başka, çok başka. Ben Biran'a aşık oldum ama karşılık bulamıyorum. Tam açılmayı düşünüyorum, ortadan kayboluyor. Senden bir şey isteyeceğim. Yarın gece sen, ben, Cihan ve Biran, hep birlikte bizim çiftlik evine gidelim ve ben de fırsatını bulup duygularımı söyleyeyim. Madem arkadaşısın onu ikna et. Lütfen Rozelin!”

🖤

Kızıl Gece 3 çıktı! En uygun olarak bkmkitap ya da Amazon'dan sipariş edebilirsiniz. Her ikisinde de %50 indirimli!

Nasıldı Nasıldı!

Gecikme için üzgünüm. Şarkı hazırlığı için çok yoğunduk. Yeni bölüm günler sonra gelecek.

Her şeyi ama her şeyi önce haber verdiğim instagram kanalıma davetlisiniz/ _durumavii

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

7.3M 274K 48
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
1K 178 12
Bir odaya girdiğimde etraf oldukça karanlıktı bu yüzden hızlıca pencereyi bulup pereleri kapattım ve hemen ardından ışıkları açtım. Ama doğru odaya g...
143K 6.2K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
19.1M 489K 65
"Geçmişin izleri yüzünden sevgiye ve aşka inanmayan bir adamla en büyük hayali gerçek bir aşk yaşamak olan genç bir kızın,sırlarla dolu hikâyesi.'' M...