"GÖLGE" - Magic Serisi I ∞

By rabiaabalta

34.4K 2.5K 2.4K

# WattpadFantasyTR Okuma Listesinde /'Sylvia, kasabaya ilk inişinde tanıştığı kişinin bir kara büyücü olacağı... More

1. Gizem(Kasaba)
2. Gizem(Grimlocks)
3. Gizem(Koruma Kalkanı)
4. Gizem(Açılış Balosu)
5. Gizem(Zehir)
6. Gizem(Ressam)
7. Gizem(Kuyu)
8. Gizem(Duyuru)
9. Gizem(Yasaklı Kütüphane)
10. Gizem(Büyü Tarihi)
11. Gizem(Lanetli Zindan)
12. Gizem(Hayaletin Yolu)
13. Gizem(Ejderhanın Kafesinde)
14. Gizem(Ceza Odası)
15. Gizem(Beni Bekleyen Ev)
16. Gizem(Davetsiz Misafir)
17. Gizem(Hazır Büyü Kitabı)
18. Gizem(Felaketin Habercisi)
19. Gizem(Kehanet)
20. Gizem(Aynadaki Yansıma)
21. Gizem(Vizyon Bağı)
22. Gizem(Erken Bir Veda)
23. Gizem(Derine İnen Kökler)
24. Gizem(Tuval)
25. Gizem(Sorgu)
26. Gizem(Şüphe)
28. Gizem(Kalitra'nın Kadehi)

27. Gizem(Kayıp Anılar)

410 37 23
By rabiaabalta

Hızlı adımlarla kapının önüne geldim. Kapı kolunu indirerek kendimi içeri attığımda, ses birden kesildi.

Odada üzeri örtülü bir ayna dışında hiçbir şey yoktu. Bu bana her şeyin zihnimin bir oyunu olduğunu düşündürdü. Aynaya yaklaştım ve üzerindeki örtüyü çektim.

Ayna oldukça eski görünüyordu. Ahşap çerçevesi yer yer soyulmuştu ve çiziklerle kaplıydı. Camın yüzeyi epey lekeliydi.

Kapıya doğru yönelmiştim ki, aynaya son bir bakış attım. Yüzeyinin dalgalandığını gördüğümde duraksadım. İçerisinde bir belirip bir kaybolan renk karmaşası, yavaş yavaş netleşti ve aynanın yüzeyinde bir görüntü belirdi. Annemden başkası değildi.

Gözleri korkuyla bakıyordu. Yüzü gözyaşlarından sırılsıklam olmuştu. Her zaman yumuşacık olan ve lavanta kokan saçları yüzüne yapışmıştı. Ellerini kendine siper etmeye çalışırcasına öne uzatırken, titreyen sesiyle bağırdı.

"Sylvia! Sylvia!"

Ellerimle başımı tuttum. Kafamın içinde gitgide büyüyen baş ağrısını durdurmak istercesine başımı ellerimin arasında sıkıştırdım. Annemin sesi hala kulağıma ilişiyordu.

"Sylvia git buradan! Git! Sylvia git!"

Kendimi aynaya bakmaya zorladığımda, son gördüğüm anneme doğrultulan asanın ucundan çıkan ışık huzmeleri oldu.

Kendimi tutamayarak yere çöktüm ve kontrolsüzce ağlamaya başladım. Boğazımın acımasına neden olan uzun bir çığlık attım. Bu çığlığı birkaç tanesi daha izledi. Yanımdan birinin geçtiğini hissettiğimde, tüm bedenim delicesine titriyordu. Zar zor araladığım gözlerim aynaya doğru ilerleyen adımları takip etti. Buğulanan gözlerimi sildiğimde, aynayı örtmekte olan kişinin kim olduğunu seçebildim.

"Özür dilerim," dedi Priscilda sessizce. "Bazen kapamayı unutuyorum."

Üstünde zemine kadar uzanan mavi kısa kollu bir elbise vardı. Mavi gözlerine her zamanki gibi, boş bir ifade hakimdi. Neredeyse bir hayalet gibi beyaz teni ve sarı saçlarıyla, tam olarak hatırladığım gibiydi.

"Ne?" dedim. "Sen? Nasıl?"

"Benim evimdesin," dedi hiçbir duygu içermeyen ses tonuyla. Birdenbire evinde belirmem onu hiç şaşırtmış gibi görünmüyordu.

"Ben okuldaydım," dedim yavaşça ayağa kalkarak. Gözlerimi sımsıkı yumup açarak kendime gelmeye çalıştım. Pek faydası olmadı.

"Evin mekân konfigürasyonunu çözümleyemediğimden bahsetmiştim. Bir süredir farklı bölgelerde konumlanıyor."

"Her neyse," dedim. "Evi boş ver. Bana az önce ne gördüğümü açıklamanı istiyorum. Hemen."

Hiçbir duygu hissetmiyor olması, yüz ifadesini yorumlamayı imkansız hale getiriyordu. Gözlerini kırpıştırarak beni izledi. İçinde bulunduğum hüzün ve öfke karışımı duygu karmaşasına yabancıydı.

"Ne gördüğün hakkında hiçbir fikrim yok. İçeri geçip biraz oturmak ister misin?"

"Hayır!" dedim hışımla. "Eğer bu ayna sana aitse, ne gördüğümü gayet iyi biliyorsun. Hemen ne biliyorsan anlat."

"Bak," dedi. "Bu 'ayna' benim zihin arındırıcım. Geleceği gördüğümü biliyorsun. Gün içerisinde gördüğüm kesitleri, bir nevi zihnimde kapalı kapılar ardına hapseder."

"Annemin nasıl öldüğünü nereden biliyorsun?" diye çıkıştım. Benim darmadağın halime tezatla sakince yanıtladı.

"Bu benim anım değil. Senin anındı."

"Bu mümkün değil," dedim. "Ben annemin ölümünü görmedim."

"Görmüş olmalısın. Orada olmayan bir anıyı ortaya çıkaramaz."

Yanımdan geçerek odadan çıktığında, beni zihnimle baş başa bıraktı. Çığlığı ilk duyduğum andan bu zamana, kime ait olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Bu durum bende ortaya çıkardığı duygular konusunda karanlıkta kalmama sebep olmuştu. Öte yandan, annem öldüğü gün, evimizde olmadığıma emindim. O gün parkta olduğumu çok net hatırlıyordum. Haberi aldığım anı hatırlıyordum. Bunların hepsi ne anlama geliyordu?

"Yalan söylüyorsun!" dedim Priscilda'nın peşinden odadan çıkarken. Onu yemek masasının yanında bir fincandan çay yudumlarken buldum.

"Bir sebebim yok," dedi. Fincan bir şıngırtı sesiyle tabaktaki yerine oturdu ve buz mavisi gözleri bana döndü.

"Annemin ölümünü izlemiş olamam," dedim.

"Kapalı kapılar ardına hapsettiği gibi," dedi az önce söylediklerine devam edercesine. "Bazen bir anahtar görevi de görebiliyor. Bu anı uzun süre yüzeye çıkmak için beklemiş olmalı. Ama belki bir yerde kilitli olmasının bir sebebi vardır."

"Bu da ne demek?"

"Hatırlamak ister miydin ki?" dedi fincanı nazikçe kavrarken. "Ne fark eder. O artık burada değil."

Sözlerinin bir bıçak gibi kestiği, kendi fark etmediği bir gerçek olmalıydı. Duyguların sonu gelmez gölgesinde yaşamanın nasıl olduğunu hiçbir zaman anlamayacaktı. Pişmanlık, ve çaresizliğin insanı nasıl yiyip bitirdiğini hiç deneyimlemeyecekti. Mantıklı bir bakış açısından bakıldığında, dediklerinde haklılık payı olabilirdi. Ama var olmak, bazen hiçbir sebebi yokken bile geride kalan parçalara tutunmak demekti. Benim içinse yıllar boyunca, sabahları uyanmam için bana seslenen yumuşak sesin, neden birdenbire yerini sessizliğe bıraktığını düşünüp durmak olmuştu. Cevapları bulmamı sağlayacak parça ise, zihnimden habersizce silinip gitmişti. Somut dünyada hiçbir şey fark etmiyordu. Ama benim için çok şeyi değiştirirdi.

"Bunun ne anlama geldiğini çözeceğim," dedim.

"Başarılar," dedi çayını yudumlarken.

Geldiğim yöne doğru ilerledim ve beni buraya getiren kapıyı açtım. Bir yastık yığınıyla karşılaştığımda kaşlarımı çattım.

"O dolap kapısı," diye seslendi Priscilda. "Sağdakini dene."

Sağdaki ahşap kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda, Grimlocks'un koridoru az öncekine kıyasla iyi aydınlatılmış bir şekilde karşımda belirdi. Omzumun üzerinden Priscilda'ya bir bakış attım. Parmaklarını havada gezdirerek elini salladı.

Koridora çıktığımda, Judegard'ın odasının az ilerisinde belirdiğimi fark ettim. Kapıyı ardımdan kapattım. Başımı yana eğerek arkama baktım. Evin hala orada olup olmadığını merak ederek elimi kapı koluna attım, ama kapı kilitliydi.

Priscilda'ya dair her şey büyük bir gizemdi. Amcam beni ondan uzak durmam konusunda uyarmıştı. Oysa kim olduğunu bile bilmiyordum. Karşılaşmalarımız gerçekten göründüğü kadar rastgele miydi, yoksa altta yatan bir sebebe mi bağlıydı? Söylediklerinin ne kadarı gerçekti? Bunların hiçbirinin cevabını bilmiyordum. Ve üstü örtülü konuşma tarzına bakılırsa, hiçbir zaman öğrenemeyebilirdim.

Cevap alacağımı bilseydim, ona soracağım birçok şey olurdu. Neden yalnız başına bu evde yaşadığı, evin gizemine dair ne bildiği, amcamın onu nereden tanıdığı... Ama şu an için uğraşmam gereken başka sorunlarım vardı.

Koridorda ilerlerken, az önce gördüklerimi düşündüm. Çığlığın kime olduğunu öğrenmenin, bazı şeyleri açıklığa kavuşturacağını sanmıştım. Oysa aklım şu an her zamankinden daha karışıktı. Ve zihnimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, değneği tutan kişinin yüzünü aklıma getiremiyordum. Kendi beynimle bir savaş içerisinde gibiydim.

Zemini izleyerek koridorda ilerledim. Merdivenlere yaklaştığımda, kalabalık bir grup insan görüş alanıma girdi. Bunların Bay Quamfer'ın etrafını çevreleyen gazeteciler olduğunu anlamam uzun sürmedi.

"Baş şüphelinin öğrencilerden biri olduğu yönünde iddialar var. Bu konuya açıklık getirecek misiniz efendim?"

Adımlarım yavaşladı. Duyduklarımı mantık çerçevesine oturtmaya çalışarak, söylenenlerin benim sorgumla alakalı olmadığını düşündüm.

"Ortada devam eden bir araştırma varken, varsayımlara atlamak doğru olmaz," dedi Bay Quamfer.

"Büyü araştırmacısı Trevor Kleefleigh'ın kızının suçlamaların odağında olmasına bir yorum yapacak mısınız?" dedi küt saçlı bir kadın.

O esnada olduğum yere çivilendiğimi hissettim. Sesler uğuldamaya başladı, başım döndü. Suçlamaların odağında mıydım? Ben... Benden mi şüpheleniyordular?

Olanları algılamakta güçlük çekerken adeta bana ne yapacağımı söylemesini beklercesine Bay Quamfer'a baktım. O da benimle göz teması kurduğunda gazetecilerin arasından elini uzatıp beni sırtıma koyarak beni geçmem için iteledi. Maalesef ki bu, beni fark etmelerine neden oldu. Ben ne olduğunu anlamadan Bay Quamfer'ı bırakarak benim etrafımı çevrelediler. Bir anda bir sürü gazeteci dört bir yandan benimle iletişim kurmaya çalışmaya, bana sorular sormaya başladı.

"Sylvia, merhaba."

"Merhaba Sylvia."

"Sylvia!"

Kalabalığın içinde kaybolan çaresiz bir çocuk edasıyla kollarımı göğsüme bitiştirerek bir çıkış yolu bulmak için çırpınmaya başladım. Ellerinde defterler ve kalemler olan gazeteciler ve dip dibe dizilmiş kameramanlar her tarafımı çevrelemişti. Arkada kalanlar daha yakına gelebilmek için önündekileri iteleyerek bana ulaşmaya çalışıyordu.

"Merhaba Sylvia, tek bir soru," dedi arkadan sadece kolunu uzatabilen birisi. "Kara büyülerle ilgilendiğin doğru mu?"

"Hayır!" dedim adam gerilere sürüklenirken.

"Babanı yıllardır görmediğin doğru mu?"

"Büyü öğretmeninle tartıştığın yönünde iddialar var-"

"Son gören sen olmuşsun-"

Etrafımı çevreleyen her kafadan başka bir ses çıkıyordu. Hepsi sadece bir dakikalığına dikkatimi çekebilmek için uğraşıyordu. Kendimi aklama arzum saniyeler içinde bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü. Öbek öbek insanları yarmaya çalıştım ama nafileydi. Elimi alnıma koyarak başımı eğdim. Kafam adeta zonkluyordu.

"Hayır, Bay Grount'u severdim. Ben... Bilmiyorum. Lütfen... Lütfen çıkabilir miyim?"

Söylediklerimi duymazmışçasına soru yağmuruna devam ettiler. Yere yığılıp kalmadan buna daha ne kadar tahammül edebileceğimi bilmiyordum. Laf anlatma çabalarım nafileydi. O sırada kalabalığın dikkatini başka birine ait gür bir ses topladı.

"Kesin artık!"

Bu haykırışın nereden geldiğini bulmaya çalışırcasına, herkes gibi ben de etrafa bakındım. Dağınık siyah saçlar gözüme iliştiğinde, saçların gölgelediği yeşil gözler de bir anlığına benimle göz teması kurdu. Sonra Evan, benim başaramadığım şekilde kalabalığı yararak yanıma geldi ve gazetecilerle arama geçti.

"Yeter bu kadar," dedi. "Onu rahat bırakın."

"Çekil de işimizi yapalım," diye seslendi biri.

"Onu rahat bırakacaksınız," dedi tekrar. "Henüz hiçbir açıklama yapılmadı. Bir sayfayı doldursun istiyorsanız, bunu büyük harflerle yazabilirsiniz. Çünkü haberlik bir şey yok."

Sonra bileğimi kavrayarak beni insan öbeğinin dışına sürükledi. İnsanların sırtına sürüne sürüne güç bela kendimizi dışarı attığımızda, elimi bıraktı. Derin bir nefes aldım.

"Sen iyi misin?" diye sordu.

Başımı salladım.

"Teşekkür ederim. Bir an boğulacağım sandım."

"Bu pek yaşanmaz," dedi gözlerini dağılmakta olan insan yığınına yönlendirirken. "Panik atak dersen, bazen. Bir de bayılanlar olur."

"Bak şuna!" dedim alayla. Ne demek istediğimi anlamak istercesine kaşlarını çatarak bakışlarını bana yöneltti. "Evrenler arası gezgin çok da taş kalpli değilmiş."

"Sen de bir grup habere susamış gazeteciyle çevrelenince çok da sert değilmişsin," dedi. "Yoksa o tavırlar sadece yemek sırasında aç karınlarıyla bekleyen insanlara mı söküyor."

"Aş artık şunu," dedim ve gözlerimi devirdim. "Zaten organik değildi."

"Yalan söylüyorsun," dedi gözlerini kısarak.

"Burada hiçbir şey organik değil ki!" diye haykırdım. Kollarımı iki yana açtım. "Burada her şeyi büyüyle yaparız. Buranın havası bile organik değil."

"Aman neyse," dedi omuzlarını serbest bırakarak. Homurdandı.

"Her şey bir kenara gerçekten, yardım ettiğin için teşekkür ederim," dedim.

"Dert değil," dedi elinde tuttuğu kalemin arkasıyla başını kaşırken. "Sanırım bana borçlandın."

"Yok daha neler," dedim.

"Elmayı saymıyorum bile," dedi gözlerini büyütürken.

"Ne bu elma takıntısı?"

Tam cevap vermek üzereyken, gözleri arkamda bir noktaya odaklandı. Bedenime dolanan iki kol hissetmemle, yüzüme çilek kokulu kızıl saçların doluşması bir oldu.

"Sylvia!" diye haykırdı Lovena kulağımın dibinde.

"Ne oldu!" dedim.

Lovena yüzünde kocaman bir gülümsemeyle saçını omzunun üzerinden arkaya attı. Derin bir nefes alıp konuşmaya hazırlanıyordu ki, Evan'ı fark etti ve duraksadı.

"Pardon, böldüm sanırım."

"Ben gitsem iyi olacak," dedi Evan. Yanımızdan geçerek aşağı inen merdivenlerde gözden kayboldu.

Lovena bir süre arkasından baktı ve sonra bana döndü.

"Ne işler çeviriyorsun? Benimle paylaşmak istediğin bir şey var mı?"

"Ne?" dedim kaşlarımı çatarak. "Hayır."

"Gazeteci çocukla aranda bir şey mi var?" dedi ağzı kulaklarına vararak.

"Hayır, yok," dedim. "Mümkün değil."

"Nedenmiş? Sylvia, en yakın arkadaşın olarak sana bunu söylemek benim vazifem. İlişki durumun içler acısı bir tanem."

"Sağol ya. Bu gerçekten şu anda hayatımdaki en ciddi problem."

Benden bıkmışçasına ağzından bir nefes verdi ve gözlerini devirdi.

"Biliyorum, biliyorum. Çözmen gereken sorunlar var falan filan. Ama söylesene, buraya geldiğinden beri ne zaman sıradan bir büyücü kız gibi hissettin? Ne bileyim, benimle erkek mevzuları konuştun, moda dergileri okudun, ya da yatı partilerine katıldın?"

"Iıı..." Duraksadım. "Bu tuzak soruymuş gibi hissediyorum."

"Sylvia!" dedi omuzlarımdan tutup beni sarsarak. "Böyle yaşamaya devam edemezsin kızım! Daha 18 yaşındayız. Bu yıllar bir daha geri gelmeyecek. İçini kıpır kıpır eden bir aşk yaşaman, gecelere kadar gülüp eğlenerek ertesi gün uykusuzluktan harap olman, ileride fotoğraflara bakıp 'Vay be, ne güzel yıllardı,' diyeceğin anılar biriktirmen gerekiyor!"

Kocaman gözlerle Lovena'nın çıldırmış halini izledim.

"Zorunda mıyım?"

"Evet!" dedi beni bir kez daha sarsarak. Sonra kollarımı serbest bıraktı ve saçını düzelterek kendine çeki düzen verdi. "Sen birini bulmazsan, ben sana birini ayarlarım."

"Hayır!" dedim.

"Merak etme," dedi ve göz kırptı. "İlgilendiğin birini bulacağım. Dostlar ne günler içindir."

Lovena'nın parlayan gözlerle bana bakan halini süzdüm. Her zamanki gibi saçları ve makyajı kusursuzdu. Benim aksime, sabahları tek derdi kendini odanın dışına atmak değildi. Bana bu kadar zıt olan bir arkadaş edinmeyi nasıl başarmıştım? Öte yandan, gerçekten takdir ettiğim özellikleri de vardı. her şeyden öte, Lovena gerçekten sadık bir dosttu. Zor zamanlarımda hep yanımdaydı. Beni hiç yüz üstü bırakmamıştı. Bunun en mantıklı tercih olduğu zamanlarda bile. Bundan dolayı sanırım, farklılıklarımızı göz ardı edebilirdim. Ama birlikte çifte randevuya çıkacağımızı düşünüyorsa, onu büyük bir hüsran bekliyordu.

Lovena'ya sınıfıma dönmeden önce zamana ihtiyacım olduğunu söyledim. Lovena yanımdan ayrıldıktan sonra, aşağı kata indim ve hala orada beklemekte olan amcamı gördüm. Bu ona sormak istediklerimi sormam için bir fırsattı.

"Gitmemişsin," dedim.

"Elitsa itiraf etti," dedi bana doğru adım atarken. "Yalan söylemesi için baskı yapmışlar."

Olduğum yerde donakaldım.

"Kim, neden?"

"Korkmuştu, başka bir şey söylemedi," dedi. "Ama şu an için aklanmışsın gibi görünüyor. Calvin yanında olduğu için şanslısın. Sonuna kadar seni savundu."

"Evet, şanslıyım," diye mırıldandım. Benim için bunu neden yapmış olabilirdi ki?

"Başka şüpheli yok mu?" dedim amcama bakarak.

"Şu an için maalesef. Araştırmaya devam edecekler."

Bu konuda nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Baş şüpheli olmadığım için sevinmeli miydim, okulun sınırları içerisinde bir katilin barınma ihtimalinden dolayı endişe mi etmeliydim? Ayrıca beni zan altında bırakmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan kişilerle aynı ortamda bulunmak zorunda olduğum gerçeğini göz ardı edemezdim.

"Amca, sana bir şey sormalıyım," dedim. Aynada gördüğüm görüntüler hala zihnimde tazeliğini koruyordu ve tüm bedenimin gerilmesine neden oluyordu.

"Tabii."

"Annem öldüğü gün, ben evde miydim?"

Bu sorum onu hazırlıksız yakalamıştı. Gözleri kısa bir anlığına açıldı. Elini ensesine götürdü ve bakışlarını kaçırdı.

"Bunu neden soruyorsun?"

"Birkaç gündür bir vizyon görüyorum. Bir ses duyuyorum. Annemin sesi. Benim adımı sesleniyor. Amca lütfen. Bilmek zorundayım."

"Sylvia..." dedi başını yana eğerek. Cevap vermek istemiyor gibiydi. "Sen... Evet. Evet oradaydın."

"Neden?" dedim. "Öyleyse neden başka bir yerde olduğumu çok net hatırlıyorum. Yıllarca annem öldürüldüğü zaman evde olmadığımı düşünerek vicdan azabı çektim. Neden hatıralarımla oynadınız? Bunu bana açıklamak zorundasın."

"Sylvia..." dedi şefkatle. "Çok küçüktün. Korkmuştun. Hatırlamamanın senin için en iyisi olacağını düşündük."

"Onu öldüren kişiyi görmüş olabilirdim! Bana unutturmak yerine hatırlamamı sağlamanız gerekiyordu! Şimdiyse zihnim öyle bulanık ki."

"Faydası yok Sylvia," dedi amcam. "Her şeyi babanla ben hallettik. Bazı şeylerin örtülü kalması gerekiyordu. Bunu anlayabilecek bir yaşta değildin. Hem çok mutsuzdun. Sen de unutmak istiyordun. Senin iyiliğin için olmayan hiçbir şeyi yapmayacağımı biliyorsun."

İtiraz etmeyi ne kadar istesem de, muhtemelen haklıydı. Hatırlamaya başladığım günden beri içimde büyüyen acı hiçbir şeye benzemiyordu. Bu yükü küçük bir çocuğun taşımaya çalıştığını, hayal bile edemiyordum. Söylediklerinin altında bana anlatamayacağı daha derin anlamlar barındığını hissettim. Bu yüzden babamla hallettikleri işin ne olduğunu sorgulamadım.

"Yani katil..." dedim sessizce.

"Sana zarar veremez. Artık güvendesin Sylvia."

Omzumu sıvazladı. Ona tebessüm ederek karşılık verdim.

"Zorlanıyorsan tekrar unutmanı sağlayacak bir büyü paylaşabilirim," Sonra bileğini kaldırdı ve saate baktı. "Ama şimdi gitmem gerekiyor."

Vedalaştıktan sonra arkasını döndü, ama merdivenlerden gelen bir ses durmasına neden oldu.

"Selam vermeden öylece gidecek misin Elliot?"

Bayan Giltwood'du. Kırk yıl düşünsem amcamla tanıştıkları aklıma gelmezdi. Amcam arkasına döndüğünde, bakışları düşünceliydi.

"Merhaba Evangeline."

"Uzun zaman oldu," dedi Bayan Giltwood. Sarı renkli saçlarını sımsıkı topladığı topuzundan ayrılmış bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Sanırım," diye mırıldandı amcam. "Hala bana kızgın değilsin, değil mi?"

"Bencil birisin Elliot," dedi Bayan Giltwood. "Hiç değişmedin. Kızı başından savmanın ne kadar vakit alacağını merak ediyordum," diyerek gözleriyle beni işaret etti.

"Onu beş yıl boyunca ben eğittim," dedi amcam öne doğru adım atarak. "O bana Savannah ve Trevor'un emaneti, bunu biliyorsun."

"Yani? Herkes gibi ondan da kurtulmanın bir yolunu buldun işte," dedi Bayan Giltwood. "Duygusuzsun, ve hep öyle kalacaksın Elliot."

Arkasını döndü ve merdivenlerden yukarı çıkarak gözden kayboldu. Amcam bir süre arkasından baktıysa da, hiçbir şey söylemedi. Bayan Giltwood'un söyledikleri onun için, düşündüğümden daha fazla şey ifade ediyor olmalıydı.

Çok hassas biri olmadığı için onu suçlayamazdım. Amcam her zaman hayata mantık çerçevesinden bakan biri olmuştu. İşlevselliğe önem verirdi ve, her zaman kendini geliştirmeye odaklıydı. Tüm hayatını kitapların arasına gömülerek geçirebilirdi ve mutlu da olurdu. Bu şu zamana kadar uzun süreli bir ilişki kurmasını imkansız kılan bir durum olsa da, benim için avantajlıydı. Bana dengeli ve güven dolu bir hayat sunmuştu. Bunları göz ardı edemezdim.

Az önce yaşananlardan silkelenmek istercesine öksürdü ve bana bir bakış attı.

"Evet, her neyse," dedi. "Ben gitsem iyi olacak Sylvia. Kendine dikkat et, olur mu?"

Omzumu sıvazladı. Onu başımla onayladım. Büyü okulumuzun geniş ahşap kapısına doğru ilerledi, ve kendini dışarı attı. Bayan Giltwood'un onu maruz bıraktığı duygusal baskıdan sıyrıldığı için rahat bir nefes aldığına adım gibi emindim. Böyle duygu yüklü sohbetlere hiç dayanamazdı.

Şimdilik bazı şeylerin yoluna girdiğine seviniyordum. Şu an için tek istediğim tekrar normale dönmekti. Sıradaki derse yetişip güne kaldığım yerden devam edebilirdim. Bayan Higglepot'la Sihirli Canlılar Bilimi dersine girmek hiç bu kadar cazip görünmemişti.

Üst kata çıkarak koridora yöneldiğimde, beni neyin beklediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tüm öğrenciler koridora doluşmuştu. Kalabalığa yaklaştığımda, bu izdihamın sebebini anlamaya çalışarak parmaklarımın üzerinde yükseldim. O esnada koridorda yankılanan bir bağırış duyuldu.

"Karışmamanı söyledim, değil mi? Bensiz bir hiçsin, bunu hala anlayamadın mı?"

Ses Knight Wannel'a aitti. Ne olduğunu anlamaya çalışarak biraz daha yaklaşmayı denediğimde, karşısında Calvin'i gördüm.

"Sana acıdım ya," dedi alayla Knight. "Burada zorbalığa uğrayan ufaklığın tekiydin. Benim sayemde seni ciddiye almaya başladılar. Senden uzak durdular. Sayemde adam yerine kondun."

Calvin'in gözleri ifadesizce Knight'ın üzerine odaklanmıştı. Geçen seferki kavgalarında aldığı yaraların izleri hala yüzündeydi.

"Bu kadar yeter," dedi Aaron aralarına girerek. Knight onu umursamadan, Calvin'e parmağını sallayarak konuşmaya devam etti.

"Sen bittin, biliyorsun değil mi? Bittin."

Yarım ağız gülüşüyle Calvin'e tehditler savurmaya devam etti. O esnada kalabalığın üzerinde gözlerini gezdirirken, en son isteyeceğim şey başıma geldi. Beni gördü. Radarına girmiş olmamla beraber bana doğru birkaç adım attı. Refleks olarak geriye bir adım attım.

"Bakın kim buradaymış."

Bileğimi kavrayarak beni öne doğru çekmeye çalıştığında karşı koydum. Kimsenin müdahale etmeye fırsatı olmadan ani bir hareketle beni kavradı ve öne doğru sendeledim. Dizlerimin üzerinde yere kapaklandım.

"Uzak dur ondan!" diyerek öne doğru atıldı Calvin. Aaron onu tuttuğu için Knight'a yaklaşamadı.

"Senin derdin ne?" diye püskürdüm başımı kaldırarak. Ayağa kalkarak Knight'ın karşısına dikildiğimde adrenalinin etkisiyle titriyordum.

"Benim derdim, gerçek yüzünü herkesin görmesi," dedi Knight üzerime yürüyerek. "Bizden çok iyi olduğunu sanıyorsun ama beş para etmez kara büyücünün tekisin."

"Ne dedin sen bana?" dedim kafamı yana eğip gözlerimi kısarak.

"Herkes öğrenecek," dedi gözlerinden ateş püskürerek. "Kaçacak hiçbir yerin kalmayacak."

"Elitsa'nın yalan söyleme sebebi sendin, değil mi?"

"Bay Grount'u sen öldürdün. Hepimiz biliyoruz. Ortaya çıktığı zaman ne yapacaksın?"

Gözlerindeki hınzır bakış duraksamama neden oldu. İstediği tam olarak buydu, kendime içinden çıkamayacağım bir çukur kazmamı bekliyordu. Ona bir büyü savurmamı, tehdit etmemi ya da saldırmamı. Beni suçlaması için elime bir koz vermemi istiyordu. Onun için bir oyun gibiydi.

"Benden uzak dur Knight," dedim.

"Durmazsam ne olacak?" dedi üzerime yürüyerek. Bakışlarımı üzerinden ayırmadım. Geri adım atmamaya çalıştıysam da, kalbim adrenalinin etkisiyle küt küt atıyordu.

"Yalan yere ifade vermekten ceza alırsın," diye bir ses geldi kalabalıktan. Dağınık saçlara ve bu kadar rahat bir tavra sahip tek kişi tanıyordum. Evan diğer kimsenin yapamadığı şekilde elini kolunu sallayarak Knight'a yaklaştı. Elbette ondan çekinmek için bir sebebi yoktu.

"Sen kim olduğunu sanıyorsun?" dedi Knight.

"Evan Greystone. Yudas Gazetesi muhabiri ve baş yazarıyım."

Bu cümlelerin Knight'ı nasıl hazırlıksız yakaladığını görmek, paha biçilemezdi. Evan'ın çok dikkat çeken bir tarzı yoktu. Ama düz beyaz bir tişörtün üstüne giydiği siyah ceket takım, onu okulun genel popülasyonundan ayırıyordu. Genç yaşlarda olduğu için kolaylıkla bir öğrenci olduğu sanılabilirdi. Sanırım Knight da öyle düşünmüştü. Yenilgiyi kabul etmeyi kendine yedirecek biri değildi. Bu nedenle geriye doğru birkaç adım atıp yavaştan uzaklaşırken bile bana son bir tehdit savurmayı unutmadı.

"Herkes öğrenecek Kleefleigh. Herkes."

Sonra ona yol açan kalabalığın arasından geçerek uzaklaştı. Evan arkasından bir süre baktıktan sonra bana döndü.

"Teşekkür ederim."

"Senin için yaptığımı falan sanma," diye elini kaldırarak lafı ağzıma tıktı. "Zorbalardan nefret ederim," dedi ve yanımdan geçip giderek tekrardan kalabalığın arasına karışarak gözden kayboldu.

'Biraz nazik davransan ölür müsün?' diye bağırma isteğimi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. En azından Knight'ı başımdan savmıştı. Hiç değilse şimdilik.

Herkes dağılmıştı. Calvin ve Aaron da gitmişti. Yaşananları daha fazla düşünmemeye çalışarak, ben de sınıfıma ilerledim. Bu kez hiç çıkmamak üzere.

Continue Reading

You'll Also Like

494K 53.3K 36
Pasifik sularının derinliklerinde, insanlara görünmeyen, suyun ruhuna sahip yaratıklar yaşardı, bir vakitler. Kin tutamayan, intikam nedir bilmeyen...
218K 3.6K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
13.5K 2.9K 45
42 serisi: 1. Kitap Kaos başladı. Evrenler dehşetle çarpıştı. Sonsuz sırlar gökyüzünün tavanına hapsoldu. Yukarı bakmayı bilmeyenler, derinliği algıl...
3.6M 299K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...