KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

72. BÖLÜM; "Seni Buldum"

13.4K 1.7K 600
By DuruMavii

Selam.

Yeni bölümü her hafta yayınlamaya çalışacağım ama lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin.

Biran bu bölüm bizimle..

Nina Simone~ Feeling Good

Jeremmy Jay~ Slow Dance

Keyifle okuyun.

🖤

Zamanın her devinimi yeni bir gizemi doğururken, önce rüyalarımda, sonra da avuçlarımda kızıl bir küre belirmişti.

Orada, toprağın altında, belki de binlerce yıldır beni beklemişti. Akıbetimi en dibe çekmek için mi yoksa suyun yüzeyine çıkarmak için mi beni seçtiğini bilmiyordum ama çaresizliğim tutunacak bir dal arıyordu ve elimdeki tek şey de onunla ne yapacağımı bilmediğim bu küreydi.

“Keşke Büyücü Dora burada olsaydı.” dedi Perla. “O bize bu küreyle ne yapacağımızı söylerdi.”

Sabah annem ve babam çıktıktan sonra mutfak masasına koyduğumuz kürenin etrafında toplanmıştık. Çok düşünmüştük, çok kafa yormuştuk ama kürenin ne işimize yarayacağını hala bulamamıştık.

“Ama Dora yok.” dedi yine Perla. “Küreyi iyi saklamalıyız. Evde çok çocuk var. Oyuncak sanabilirler. Ama nereye saklayacağız ki? Her yer el altında.”

Açık bir gerçek vardı ki artık bu eve sığamıyorduk. Mestan’ın gelmesiyle salon da dolmuştu ve ne yazık ki bu karmaşanın sebebi bizdik.

“Bugün ufak bir ev bakacağım bizim için.”

Mestan “Yeteri kadar kağıdın var mı?” diye sorunca ona anlamayan gözlerle baktım. “Kağıt işte.” dedi eliyle bir şeyler göstererek. “Hani bir şey almak için karşılığında veriyorsunuz ya.”

“Mestan…” Hiç gülecek durumda değildim ama güldüm. “Para, adı. Pa-ra.”

“Çok garip.” dedi Perla. “Yani… Her şey için o kağıtlardan veriyorsunuz. O kağıtlar ne işlerine yarıyor ki?”

“Herkes istediklerini o kağıtlarla alıyor. Yani parayla.”

“Anladım.” dedi Perla. “Mestan, O gittiğin yeri sevdin mi? Neydi adı? Hah! Hindistan.”

Mestan abartılı bir şekilde başını iki yana salladı. “Asla. Biraz su için saatlerce yük taşıdığımı biliyorum.”

“Maalesef.” dedim üzüntüyle. “Bu dünya herkes için iyi değil. Mestan da iyi olmayan kısmına düşmüş.”

Perla’nın yüzü düştü. “Acaba Efraim ne tarafına düştü?”

“Ya da Mirel?” dedi Mestan.

İkisi birden bana baktılar. Geriye tek bir kişi kalmıştı. Biran.

“Şu ev işini halledelim.” Küreyi alıp kazağımın altına sakladım. “Yakında çok daha kalabalık olacağız. Bundan eminim.”

Perla çocuklarla kalırken Mestan ile birlikte civarda ev bakmaya çıktık. Saatlerce dolaştıksak da yalnızca iki odası olan bir eve tonla para istedikleri için elimiz boş döndük. Hoşuna gitmeyeceğini biliyordum ama gözlemeciye gidip konuyu anneme açmam şart olmuştu. O ya da babamın bize ev konusunda yardımcı olabilecek bir tanıdığı olduğunu düşünüyordum.

Gözlemeciye girer girmez annem önümüze nefis gözlemelerinden koydu. Yoldayken aradığım Perla, Alaz ve bebek Rozelin ile birlikte içeri girdiğinde, Alaz kollarını açıp bana koştu ve yalnızca birkaç saat ayrı kaldığımız halde “Seni çok özledim annecim!” diye bağırdı.

“Bebeğim benim.” Zayıflayan bedenini kollarıma alıp, bebek kokusunu içime çektim. “Ben de seni özledim.”

“Oyy, anneannesinin kuzusu gelmiş.” Annem hamurlu ellerini yıkayıp tezgahın arkasından çıktı. Oğlumu kucağını alıp doyasıya öperken Alaz neşeyle kıkırdıyordu. “Anneanne bitirdin beni, bitirdin!!”

“Yemeyeyim de ne yapayım. Bu kadar tatlı çocuk mu olur?” Annem Alaz’ın yanağını yanağına dayayıp, “Söyleyin hele,” dedi. “Bana da benzemiyor mu?”

“Ben babama benziyorum.” dedi Alaz özlemle. “Babamın da saçları böyle kıvırcıktı uzunken.”

Annem, “Gözleri de bizimki gibi mavi miydi?” diye sordu.

“Kopkoyu hem de.” Alaz’ın yüzü, her babasından bahsettiğinde olduğu gibi hüzünlendi. “Onu çok özledim. Anne, babam ne zaman gelecek? Gelsin artık. Bu dünyayı onun da görmesini istiyorum.”

Gözlerim uyarıyla açılırken annem “Bu dünya mı?” diye sordu. Sonra da bastı kahkahayı. “Sen hangi dünyadan geldin torunum? Hani şu çizgi filmlerde izlediğinden mi?”

Alaz, bakışlarımdan onayı aldıktan sonra kırdığı potu düzeltmek için başını salladı. “O çizgi filmleri de çok sevdim.”

“Geldiğin yerde çizgi film yok muydu ki?”

Derhal konuyu değiştirmek için “Anne, çocuklara da gözleme yapar mısın?” diye sordum. “Mis gibi koktu.”

Annem Alaz’ı bana verdi. Yapmaz mıyım hiç? Siz oturun şöyle. Anneannesi hemen oğlumun en sevdiği otlu gözlemeden yapsın.”
“Murat’a, Gülnur’a, ikizler Rojin ile Zeliş Abla’ya da yap, tamam mı anneanne?”

“Yaparım tabii. Okuldan gelince yerler.” Annem tezgahın başına geçerken, Alaz’ın kulağıma yaklaşmasıyla, yalnızca ikimizin bilmesi gereken bir şey söyleyeceğini anladım. “Annecim, burda kalırsak ben de okula gidebilir miyim?”

Ona, burada o kadar da uzun kalamayacağımızı söyleyemedim. “Burada okula gitmek için çok küçüksün oğlum.”

“Neden ama, boyum onlar kadar uzun.”

Burukça gülümsedim. “Çünkü sen baban gibi uzun bir adamsın ama her şey boy ile bitmiyor. Okula gitmen için belli bir yaşa ulaşman gerekiyor. Ama söz, geri döndüğümüzde seni şatodaki eğitimlere erkenden göndereceğim. Eminim ki hızla onlara uyum sağlarsın.”

Alaz parmaklarını açıp kapattı. “Yani erkenden büyü yapmayı öğrenebileceğim.”

İşaret parmağımı dudaklarıma bastırdığımda beni anlayarak gizliden gizliye gülümsedi. O sırada babam elindeki poşetlerle içeri girdi. “Ayşe Hanım, gel hele, siparişlerin tamam mı?”

“Ah Halil Bey, elemanın askere gitti, bu işler hep sana kaldı. Haber saldın mı çevreye? Bir an önce bir eleman bulsaydık…”

Babam yine bana bakmamıştı. Elindeki tezgaha bırakıp “Saldım.” dedi. “Bugün yarın biri çıkar.”

“Baba.” Yine konuşmayacaktı ama benimki bir umuttu.  “Bizim için de haber salar mısın? Ev arıyoruz.”

Babam başını omzuna çevirdi. Şişirdiği yüzünden söylediğim şeyin hoşuna gitmediğini anladım. Bu, buraya geldiğimden beri babamla ilgili mutlu olduğum tek andı. “Ayşe Hanım, söyle otursunlar oturdukları yerde.”

“Ama baba, evde yer kalmadı. İkizlerin odasını işgal ettik, sesleri çıkmıyor ama düzenlerini bozduk.”

Babam ellerini belinde topladı. “Ayşe Hanım, söyle kızına, balkonu kapar oda yaparız. Yine gözü pabucunda gitmesin.”

Başımı omzuma düşürürken,” Duydum baba.” dedim. “Tamam, kalırız, nasıl istersen.”

Mutfağa giderken homurdandı ama ben gülümsüyordum. En azından babamın benden yana hala umutlu olduğunu görmüştüm, hissetmiştim. Şimdilik bu bile yeterdi.

Akşam Alaz’ı yıkayıp uyuttuktan sonra Gülnur ve Murat ile kelime oyunu oynamaya başladık. Oyuna Perla ve Mestan da dahil olsalar da birçok kelimeyi bilmedikleri için en başta elenen onlar oldu. Murat yakışıklı bir genç adam olmuştu. Kız arkadaşı bile vardı. Bana fotoğrafını gösterirken çekinmesi içimi acıtmıştı. Çünkü önceden benden hiç çekinmezdi. Ayrı kaldığımız zamanları telafi edecek vaktimizin olmadığını biliyordum ama yine de bu kez giderken aileme her şeyi anlatmaya karar vermiştim. Bir kez daha onları yüzüstü bıraktığıma inanmalarını istemiyordum. Eğer gidebilirsem, neden gittiğimi söyleyecektim. Dönmek için elimden geleni yapacağımı söyleyeceğim gibi…

“Mestan ağabey, sen evli misin?” diye sordu Zehra. Murat ve Günur da uyuduktan sonra ikizlerle birlikte oyuna kaldığımız yerden devam ediyorduk ve bu kez elenme yoktu.

“Sayılırım.” diye cevap verdi Mestan, meraklı kız kardeşime.

“Ne demek sayılırım? Ya evlisindir ya da değilsindir?” Rojin Mestan’ın parmaklarında alyans aradı. “Anlaşılan değilsin. Yüzüğün yok.”

Mestan’ın anlamayarak “Ne yüzüğü?” diye sorması üzerine Zehra kulağıma eğilerek “Kız abla,” diye fısıldadı. “Senin bu arkadaşların azıcık saflar heralde.”

Zehra’yı dirseğimle dürterek uyardım. “Sizin sabah okulunuz yok mu? Saat gece yarısına geliyor, hala ayaktasınız.”

“Yatağa girsek ne olacak ki abla?” diye sitem etti Rojin. “Zehra sabaha kadar sevgilisiyle mesajlaşacak. Dıt dıt dıt! Beni de uyutmayacak.”

“Ya sen gerizekalı mısın!” diye cırladı Zehra. “Sussana! Babam duyacak.”

Mestan bıyık altından gülümsedi. “Roz, Zehra biraz sana çekmiş sanki.

“Sanki!” Perla da çaktırmadan güldü ama çok da çaktırmadan olmadı!

“Bence sizin de uyku vaktiniz gelmiş.”  dediğim anda telefonum çalmaya başladı. Arayan Cihan’dı. Telefonu elime alırken “Allah allah.” dedim. “Bu saatte neden beni arıyor ki?”

İkizler aynı anda “Acaba neden!” dediklerine bakışlarımla ikisini birden odalarına kovdum. Kapılarını kapattıklarına emin olduktan sonra da telefonu açtım. “Cihan, hayırdır?”

“Ona sen karar vereceksin?” dedi Cihan. “Seni soran iki kişi var. Bu saatte ellerinde fotoğrafımızın olduğu gazeteyle şirketin kapısına dayanmışlar. Güvenlik sabah gelmelerini söylemiş ama olay çıkarmışlar. Ne dersin Rozelin? Hayır mı şer mi?”

Heyecanla ayağa fırladım. “İki kişi mi!”

Mestan ve Perla da aynı heyecanla kalktılar.

Cihan “İki kişi.” diye onayladı. “Biri erkek, diğeri kadın.”

“İsimleri! İsimlerini söylediler mi?”

“Hayır ama kadın olanının saçları kızılmış.”

“Mirel!” diye çığlık attım. “Bu o!”

Mestan kapıya koştu. Peşinden gitmeden önce gözleri heyecanla parlayan Perla’ya “Çocuklar sana emanet.” dedim. “Duydun değil mi? Sadece Mirel değil! Belki kocanla belki de ağabeyinle geri döneceğiz!”

Birbirimize sarıldık. Aylardır bu anı bekliyorduk ve artık çok yakındık. Perla bizi yolcu ettiğinde koşarak binadan çıktık. Bir taksi bulana kadar da koştuk. Mestan oturduğu yerde zor duruyordu. Nihayet Mirel’ine kavuşacaktı. Aylardır bu anın hayalini kuruyordu. Onunla birlikte kime kavuşacağımızı bilmiyorduk ama her kim olursa olsun çok sevinecektik. Şirkete ulaştığımızda Cihan’ın arabasının çoktan gelmiş olduğunu gördüm. Ancak bir de polis aracı vardı.  Zaten telefonu kapatırken yola çıktığını söylemişti. Taksiden inip şirkete koştuk. Cihan, birkaç güvenlik görevlisi ve polisle birlikte girişteydi. Telaşla etrafımıza baktık, gözlerimiz başkalarını aradı ama başka kimse yoktu.

“Neredeler!” diye sordum heyecanımın yansıdığı sesimle. “Burada olduklarını söylemiştin. Hani, neredeler!”

Cihan beni sakinleştirmek için kollarımdan tuttu. “Soluklan biraz.” Yavaşça sıvazladı. “Bahsettiğim kişiler olay çıkarınca güvenlik polisi çağırmış. Polis gelmeden kaçmışlar. Kimdi onlar Rozelin?”

Kollarımı tutuşundan kurtarıp etrafımda döndüm. “Nasıl gittiler ya nasıl!” Güvenlik şefinin yanına koştum. “Neden polisi çağırdınız? Onlar tehlikeli insanlar değil. Neden korkuttunuz?”

Güvenlik şefi Cihangir’den müsaade aldıktan sonra  konuşmaya hazırlandı. “Efendim, böyle söylüyorsunuz ama ikisi de çok telaşlı görünüyordu. Gazetedeki fotoğrafınızı gösterip ısrarla sizi görmek istediğinizi söylediler. Onlara burada olmadığınızı, sabah gelince danışmadan yardım alabileceklerini söyledim ama ısrarla size ulaşmamızı istediler. Bunun üzerine polise haber verdik. Daha aramayı yaparken kaçtılar.”

“Of!” Avucumu  alnıma yaslayıp kendi kendime hayıflandım. “Korkmuşlar!”

Mestan’ın “Durumları nasıldı?” diye sormak aklına geldi. “İyiler miydi?”

“Doğrusunu isterseniz sefil haldelerdi. Türk olduklarını düşünmüyorum. Özellikle de siyahi adam…”

“Efraim!” Mestan ile birbirimize baktık. Mirel’in yanındaki Biran değildi, Efraim’di. “Hadi, bulalım onları. Belki çok da uzaklaşmamışlardır.”

“Gecenin bu saatinde nereye bakacaksınız? Bırakın adamlarım arasın. Mutlaka bir iz çıkar.”

“Sağol Cihan ama adamlarını geri çek, lütfen. Yeterince korkmuşlar zaten. Onları biz bulalım.”

Mestan ile birlikte şirketten çıktık. Civar holding ve plazalarla doluydu. Koşarak aralarında dolaştık. İsimlerini seslendik. Sabahın ilk ışıklarına kadar onları aradık ama en ufak ize rastlayamadık. Nihayet bir bankta uyuklarken, “Geri dönelim.” dedi Mestan. “Bulamadık işte. Belki yine şirkete gelirler.”

Bastıran uykumun açılması için yüzümü sıvazladım. “Haklısın.” Karşımızdaki pastaneyi gösterdim. “Gel, sana şurdan poğaça alalım.”

Birlikte pastaneye yürürken “Sen yemeyecek misin?” diye sordu.

“Canım istemiyor. “ Pastaneye girdik. Mestan’a birkaç  poğaça aldıktan sonra şirkete gittik. Saatlerce şirketin önünde bekledik, etrafında dolaştık, bakışlarımızla etrafı taradık ama ne Mirel ne de Efraim yoktu.Perla arayıp Alaz’ın ağladığını söyleyince, aklımızı Efraim ve Mirel’den son haber aldığımız yerde bırakıp eve döndük. Alaz ben olmadığım için öğle uykusuna yatmamıştı. Onu uyuturken, ne kadar dirensem de tüm gece uyumadığım için kendimi uykunun mistik kollarında buldum.

Rüyamda Kimpras ormanındaydım. Rüya da olduğumu biliyordum ve bu bilince yabancı değildim. Kimras’a akşam saatlerinin kasveti hakimdi. Ağaçlar hareketsiz, çıplak ayaklarımın bastığı ılık toprak çamur kıvamındaydı. Yürüdüm. Sessizlik kulak tırmalıyordu. Uyanmak istiyordum ama bu rüyadan bir alacağım olduğunu biliyordum.

“Küre…” diye fısıldadım. “Bana kendini göster.”

Yürüdüm. Hep aynı noktada dönüp duruyor gibiydim. Rüyanın benim için çizdiği daracık sınırda kendimi tekrarlıyordum. Yine de yürüdüm. Ta ki ayağım küreye takılıncaya dek… Eğilip aldığımda avuçlarımın arasında parıldadı. Kızıl rengi giderek koyuldu, koyuldu ve karaya çaldı. O karanlığın içinde canlanan renkler bir insanın yüzüne dönüştü.

Bir kadının yüzüne…

Gupse’nın yüzüne!

Gupse bir heykel gibi hareketsizce dururken, gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Hayır… Akan gözyaşı değil, kandı!

Nefes nefese uyandığım an çığlık atmamak için yumruğumu dişledim. Kalbim maraton koşmuşcasına atıyordu ve içimdeki his, rüyamda arta kalan korkuyu barındırıyordu. Yavaşça yataktan çıktım. İnce pikeyi oğlumun üzerine çektikten sonra salona gittim. Çocuklar okuldan henüz gelmemişti. Perla, kollarında bebeğiyle bir köşede ağlarken, Mestan düşünceli gözlerle pencereden dışarıyı izliyordu.

“Bir rüya gördüm.” İkisi de bana baktığında “Küreyi gördüm.” dedim. Hala etkisindeydim. Hala ellerim titriyordu. Hala inanamıyordum. “Küre bana arkadaşımı gösterdi. Mestan, sen tanımıyorsun ama Perla tanıyor.Şu an iş gezisinde ama buraya geldiğimizden beri sık sık ziyaretimize gelmişti.”

“Gupse mi?” diye sordu Perla. “Ama neden? Küre neden bu dünyaya ait birinin göstersin ki?”

“Bilmiyorum.”

Mestan hızla yanıma gelip koluma girdi. “Dizlerin titriyor. Otur şöyle.” Altıma bir sandalye çekerken, dizlerimin titrediğini ancak fark ediyordum.

“Ben… Etkilendim, kötüydü. Gupse’nin gözlerinden-”

Kapının tıklatılması ile kelimelerim havada kaldı. Birbirimize baktık. Çünkü henüz akşam olmamıştı. Gelen annem ve babam olamazdı. Çocukların okul çıkış saati de henüz gelmemişti. Bu eve bu saatte kimse gelmezdi.

Mestan sessiz olmamızı işaret ederek önden ilerledi. Her olasılığı düşünerek annemin antika vazosunu ele geçirip peşinden ilerledim. Perla, bebek Rozelin’i koltuğa bırakıp ayağa kalkarken, Mestan kapıyı açtı.

Mirel ve Efraim karşımızdaydı.

“Ah!” Perla ansızın dolan gözleriyle birlikte ellerini yüzüne kapatırken, Mestan hareket edemedi. Elini kulptan bile indiremedi.

Çünkü Mirel’in eli karnındaydı ve karnı oldukça şişti.  O hamileydi!

“Merhaba.” dedi Efraim. Gözlerini karısından ayırmadı. Ayırmadıkça gözleri daha fazla doldu. “Misafir kabul ediyor musunuz?”

Mirel, Mestan’a bakarken karnını okşadı. “Biraz kalabalığız ama…”

Perla Efraim’e koşup boynuna atladı. Ona öyle sıkı tutundu ki ayaklarının yerle bağlantısı kesildi. Mestan, Mirel’in karnına kilitlenmişti. Bu yüzden ilk adımı Mirel attı ve yanına gidip, elini kulptaki elinden alıp karnına koydu. “Ona merhaba, demek ister misin?”

Mestan ağzını zorlukla açtı. Mirel’in gözlerine baktığında ilk kez onun da gözleri doldu. “Me-merhaba.” Sarıldılar. Uzun uzun, gözyaşları ve özlem içinde sarıldılar.  Sonra bir yuvarlak oluşturup hep birlikte sarıldık ve dakikalarca öyle kaldık…

Kapıyı kapatırken, orada olmadığını bilsem de uzun uzun girişe baktım. Yaz yağmuru başlamıştı ve benimle aynı mevsimi yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. Onu özlüyordum. Onu çok özlüyordum. Ne yazık ki aramızda sadece mesafeler yoktu. Mesafelere sığamayacak affedilmemişlikler de vardı. Yine de… Her şeye rağmen yanımda olmasını diliyordum. Beni affedememesine de razıydım. Çünkü ben bile kendimi affedememiştim.

“Rozelin, biraz daha vantı var mı?”

Gülümseyerek tenceredeki son mantıları da Efraim’in tabağına doldurdum. “Vantı değil o, mantı.”

“Mantı.” derken ağzından en az elli tane mantının olduğuna yemin edebilirdim. Efraim gibi bir adam neredeyse aylardır doğru düzgün beslenememişti.Mirel de öyle… Hamileydi ama onu son gördüğümden daha zayıftı. Bakır kızılı saçları ise kulak hizasında kesilmişti.

Mestan onu kendi elleriyle yedirirken daha fazla dayanamadı ve “Ne zaman öğrendin?” diye sordu. Mirel’in karnını okşarken elleri titriyordu. “Kız mı? Yoksa erkek mi?”

“Bilmiyorum.” dedi Mirel. Ağzındaki lokmayı zorlukla yuttu. Perla ile dolapta ne bulduysak çıkarıp hazırlamıştık. Dakikalardır iştahla yiyorlardı. Perla ve Mestan da onları izliyordu.

“Hiç hastaneye gitmediniz mi?” diye sordum. “Hiç mi?”

Mirel üzgünce başını iki yana salladı. “Hayır. Gidebileceğimiz bir yerde değildik.”

Korkarak “Neredeydiniz?” diye sordum. “En başından beri birlikte miydiniz?”

Efraim kaşığını tabağına bıraktı. “Hayır, birkaç hafta önce kamyonette karşılaştık.”

“Ne kamyoneti?”

Mestan’ın sorusuyla Mirel ve Efraim üzüntüyle birbirlerine baktılar. En sonunda “Esir kamyonu.” dedi Efraim. “Biz… Biz savaşın ortasında kaldık.”

“Ne! Ne savaşı!” Perla korkuyla kocasının koluna sarıldı.

Mestan’ın gözlerinde de aynı korku vardı. “Neredeydiniz?”

Onlar yerine ben cevap verdim. “Filistin.”

Mirel’in gözünden bir damla yaş düştü. “Ben oradaydım. Efraim İsrail’deydi. Ülkeden kaçmaya çalışırken, aynı kamyonda karşılaştık. Kaçmayı başaramadan yakalandık ama en azından artık birlikteydik.”

Mestan, Mirel’in başını göğsüne bastırdı. Gözlerini kapatırken, “Zarar gördün mü?” diye sordu. “Canını yaktılar mı?”

“Benim değil.” Mirel gözlerini kapattığında daha fazla yaş aktı. Çok daha fazla… “Çok can yandı. Öyle kötü şeylere şahit oldum ki…”

Sadece televizyonda, akşam haberlerinde gördüğümüz o acının içinde kalmışlardı. O acının içinden geçmiş, o acıyla yanmışlardı.

“Birkaç gün önce şansımızı tekrar denedik. Başka bir kamyona binip Türkiye’ye giriş yaptık. Türkiye de olduğunu biliyorduk ama evini, sana nasıl ulaşabileceğimizi bilmiyorduk. Sokaklarda kaldık. Sonra… Gazetede fotoğrafını gördük. Yanında bir adam vardı…”

Mirel’in anlattıklarına istemeden gülümsedim. Çekilmesini istemediğim o fotoğraf bize sevdiklerimizi getirmişti.

“Doğudaydık. “ diye devam etti Efraim. “Önce bir fotoğrafla seni bulamayacağımızı düşündük ama yanındaki adamı tanıyorlardı. Şirketinin bulunduğu şehri öğrenmemiz zor olmadı.”

“Şehir değiştirebilmek için Efraim günlerce inşaatlarda çalıştı. O olmasa aç kalırdık.” Mirel, Efraim’e minnetle baktı.

“Ustabaşı denen şerefsiz kandırdı beni!” Efraim, öfkeyle soludu. “Bir şekilde yabancı olduğumuzu anlayıp hakkımdan daha az para verdi. Hakkımı verseydi sokakta değil insanların parayla kaldığı o uzun binalarda kalırdık.”

Efraim’in sırtını sıvazlayıp, “Herkes iyi değil.” dedim.

“Değil ama iyiler de var. Buraya gelmek için yol paramız yetişmiyordu, çalışanlar Mirel’in hamile olduğunu görünce aralarında para topladılar.”

“Sağolsunlar…” Ayaklandım. “Karnınız doyduysa sizin içi banyoyu hazırlayayım. Sonra çıkarız.”

“Nereye çıkarız?” diye soran Mirel’in karnını gösterdim. “Annesi ve babasıyla tanışmak için sabırsızlanan bir ufaklık görüyordum orada. Bence onu daha fazla bekletmeyelim.”

*

Ultrason başlığı Mirel’in karnında gezinirken, hepimiz çok heyecanlıydık. Kalp atışlarını duyduğumuz an ise yaşadığımız onca kötü ana rağmen sevinçle gülümsedik. Miniğimiz sağlıklıydı. Çünkü annesiyle birlikte direnmişti.

“Evet… Annesi zayıf ama bebek ayına göre epey ileride sayılır.” dedi doktor. Sonra ultrason başlığını bir noktada durdurdu. “Güçlü bir beyefendi.”

“Erkek mi!” Mestan heyecanla eğilip ekrana baktı. “Bir oğlumuz mu olacak?”

Efraim de ekrana yansıdı. “Şu gördüğümüz küçük şey pipi mi yani? Tüm bunları elindeki o aletle mi gördün?”

Doktor şaşırarak “Evet.” dedi. “Yoksa pot mu kırdım? Öğrenmemeyi mi tercih ediyordunuz?”

Mestan ve Mirel ne söyleyeceklerini bilemedikleri için “Kararsızlardı.” diyerek araya girdim. “Ama şimdi öğrendiklerine çok sevindiler. Öyle değil mi?”

Mestan eğildi ve Mirel’in alnından öptü. Bakışlarıyla ona teşekkür ediyordu. “Kesinlikle öyle.”

Hastane çıkışı onları alışveriş merkezine getirdim. Alaz sevinçten yerinde duramıyordu. Mirel ve Mestan’ın bir oğlu olacağına en az onlar kadar sevinmişti ama onu asıl sevindiren şey yakında babasının da geleceği düşüncesiydi.

Tüm ailemiz bir arada, diye sevinçle bağırmıştı. Yakında babam da gelecek!

“Şu kapıdan geçtiğimiz şey sayesinde iç organlarımızı mı gördüler?”

Efraim bunu xray cihazı için sormuştu. “Bizim değil, çantalarımızı içine bakıyorlar.”

“Vay canına! Telsizleriniz de çok gelişmiş. Görüntülü bile konuşabiliyorsunuz.”

“Onun adı telefon.” dedim. “Ve evet, teknoloji burada epey gelişti.”

“Şimdi ne yapacağız?” diye soran Perla’ya karşımızdaki bebek mağazasını gösterdim. “Bebeklerimiz için alışveriş yapacağız. Sonra da Mirel ve Efraim için bir şeyler alırız. ”

Mestan, “Yeteri kadar kağıdımız var mı?” diye sordu.

“Evet,” diyerek başımı salladım. “Yeteri kadar paramız var.”

Annem, dükkandan çıkmadan önce sıklıkla yaptığı gibi cebime para sıkıştırmıştı. Biliyordum ki o paranın asıl çıkış noktası babamdı. Benimle konuşmasa da beni düşünüyordu.

Bebek mağazasından bebek Rozelin için, Mirel’in karnındaki oğlu  ve benim mağazanın içindeki koşturan oğlum için bir şeyler aldık. Kardeşlerim için de bir şeyler seçip hediye paketi yaptırdıktan sonra anneme tülbent babama da tesbih aldım. Biran için de bir şey aldım. Çünkü Alaz haklıydı, babası çok yakında bizimle olacaktı.

Yatma vakti geldiğinde ciddi bir sorunla burun buruna geldik. Evde hiç yer kalmamıştı. Mirel’e yatağımı vermek istesem de kabul etmeyip salonda Mestan için serdiğimiz yer yatağında onunla birlikte yatmak istemişti. Babam her ne kadar sıcak bakmasa da yarın bir ev ayarlamak zorundaydık.

Sabah olduğunda bu konuyu benim yerime düşünmüş ve hatta çözüm bulmuş birini karşımda buldum. Cihan. Kapıyı açtığımda gülümseyerek elindeki anahtarı salladı.

“Günaydın, sanırım akşam bu eve sığmakta zorlandınız. Yakınlarda bir evim var, hazır bir şekilde seni ve arkadaşlarını bekliyor.”

Şaşkınlıkla bir Cihan’a bir de elindeki anahtara baktım. “Cihan, çok teşekkür ederim ama bunu kabul edemem. Zaten yeterince yük olduk sana. Senin için hiçbir şey yapmadım bile?”

Kısa bir süre sonra ciddiyetsizce düşündükten sonra “Önce bir günaydın, diyebilirsin.” dedi. “Sonra da belki beni içeri davet edersin.”

“Ah, pardon. Gelsene.” Onu içeri aldıktan sonra kapıyı kapattım. Perla ve Mirel onu selamladı ama erkeklerden ses çıkmadı. Gazetedeki samimi fotoğrafımızdan sonra ondan hoşlanmadıklarını açıkça tahmin edebilirdim.  “Çay demlenmiştir. İster misin?”

“Lütfen.”

Alaz, “Anne! Çok acıktım!” diyerek mutfağa girerken Cihan’ı fark etti. “Cihan abi, sen mi geldin?”

Cihan oğluma gülümseyip başını okşadı. “Ben geldim yakışıklı. Galiba çok acıktın.”

Alaz başını salladı. “Hiç doymuyorum ki ben.”

Cihan sesli bir şekilde gülümsedi. “Demek öyle. Sana bir sır vereceğim. Ben de yemek yemeye bayılıyorum ve bildiğim harika bir makarnacı var. Makarna sever misin?”

“Bayılırım!” dedi Alaz “Anneannem gibi domates soslu yapıyorlar mı?”

“Sen istersen yaparlar.” Cihan bana kısa bir bakış attıktan sonra “Belki anneni ikna edersen birlikte gidebiliriz.” dedi. “Ne dersin?”

Alaz’ın birden kaşları çatıldı. “Vazgeçtim. Ben makarna sevmem.”

Neden böyle yaptığını anlıyordum. Aslında Cihan da anlamıştı. Alaz akıllı bir çocuktu; bir erkeğin annesine gösterdiği ilgiyi fark edecek kadar akıllı ve biraz da kıskanç…

“Tamam annecim, biz de gitmeyiz.”

Alaz elimi tutup Cihan’a kaşlarını çatarak baktı. “Gidelim ama babam gelince.”

Bebeğimin uzayan kıvırcık saçlarından öptüm. “Sen nasıl istersen.”

Her ne kadar kabul etmemek için dirensem de Cihan’in teklif ettiği eve ihtiyacımız vardı. Bunu o da biliyordu ve reddettikçe kalbinin kırıldığını hissediyordum. İyi biriydi. Kalbinin kırılmasını hak etmiyordu.

“Bu ev zaten kiralık. Henüz kafama yatan bir kiracı bulamadım. O zamana kadar boş. En azından biri tutana kadar kalın.”

Bana evet, dedirten teklifi buydu. Evi, yeni kiracıları yerleşene kadar geçici olarak makul bir fiyata tuttuk ama Cihan bununla kalmadı ve bizi yeni evi için vereceği havuzbaşı partisine davet etti. İkizler teklifi duyar duymaz sevinç çığlığı attığı için parti teklifini de kabul etmek zorunda kaldım.

Ertesi gün Cihan’ın dört odası olan lüks evine apartman dairesine tamamen yerleştik. Odalardan birinde Efraim ve Perla, birinde Mirel ve Mestan, birinde ise oğlum ve ben kalacaktık. Bir oda sahipsiz kaldı, diye düşünürken Alaz orası için çoktan planını yapmıştı

“Anne, şimdilik birlikte kalalım, o da geceleri yalnız korkma, diye ama babam gelince o boş odayı bana yaparsınız, olur mu? Böylece siz de babamla yalnız kalırsınız.”

“Gel buraya.” Oğlumu, az önce beyaz nevrsim takımını serdiğim yatakta yanıma çektim. “Sen çok mı akıllısın bakalım?”

Böbürlenerek “Evet.” dedi. Biraz düşündükten sonra “Partiye gidecek misiniz?” diye sordu.

“Gitmemi ister misin? Eğer istemezsen seninle kala-”

“Hayır, Alaz’a anneannesi bakacak.” diyerek aralık kapıdan başını uzattı Mirel. “Değil mi Alaz?”

Alaz başını salladıktan sonra yataktan çıktı. “Ben bebek Rozelin’i sevmeye gideceğim. Uyanmıştır.”

“Uyandı.” dedi Mirel. “Koş!”

Alaz’ın yatakta boşalan yerini Mirel doldurdu. Sürekli karnına olan eline bakıp gülümsedi. “Güzel bir his, değil mi?”

“Çok…” Açık mavi gözleri sevgiyle gülümsedi. “Gelmek için pek uygun bir zamanı seçmedi ama şikayet etmeyeceğim. Onu çok bekledim, biliyorsun.”

“Biliyorum. Mirel, hiç umudunu kaybettiğin oldu mu? Mestan’ı bir daha göremeyeceğini düşündün mü hiç?”

Hiç düşünmeden “Hayır.” cevabını verdi. “Ben onu bulamasam da o beni bulurdu. Belki yarın değil, belki sonraki yıl bile değil ama bir gün…” Elini aldı ve bir futbol topu büyüklüğündeki karnının üzerine bıraktı. “Biran da seni bulacak.”

“Bulacağından şüphem yok ama…”

“Affedeceğinden var, değil mi?”

Ağlamak istemiyordum. Kesinlikle istemiyordum ama gözlerim doluverdi. “Ben, çok kötü bir şey yaptım Mirel. Çok. Ondan beni affetmesini isteyemem. Bazen ne düşünüyorum, biliyor musun?” Ona baktığımda gözyaşlarım aktı. “Belki de nerede olduğumu biliyordur. Belki de… Bilerek ortaya çıkmıyordur.”

“Yapma lütfen! Bu duyduğum en saçma şey!”

“Gerçekten mi?”

“Elbette. Biran’dan bahsediyoruz. Sana ne kadar aşık olduğunu tüm Safornikon biliyor. Bir düşünsene, kimse, herkes, biz bile senden şüphe ederken o arkandaydı. Bir an bile senden vazgeçmedi.”

O anları düşünmek bana güç veriyordu ama o son cayır cayır yanan bakışlarını düşünmek, benden tüm gücümü çekip alıyordu.

“Şimdi gözyaşlarını sil. Sonra da hazırlan. “ Kollarını dans ediyormuş gibi çevirdi. “Bakalım senin dünyanın partileri nasıl oluyormuş!”

“Aslında ben gelmesen daha iyi olur. Çocukların yanında kalayım. Siz gidi-”

“Çocukların yanında Ayşe Teyze kalacak ve sen de bizimle geleceksin.” Ellerimden tutup ikimizi de ayağa kaldırdı. “Sence de biraz nefes almaya ihtiyacın yok mu?”

*

Cihan’ın yeni evi üç kata ve büyük bir havuza sahipti. Kapıdan içeri girdiğimiz andan itibaren özenle karşılandık ve havuz başındaki masalardan birine alındıl. Efraim, kanepeleri taşıyan adamın peşinde dolaşırken, diğerleri merakla etrafı izliyordu. Cihan yalnızca ortak iş yaptığı iş insanlarını ve ailelerini çağıracağını söylemişti.Doğrusu kalabalığı oluşturan kişiler smokin ve grand tuvaletleriyle mertebelerini belli ediyordu. Dozunda ışıklandırma ve baş köşede yer alan jazz orkestrası ortama otantik bir hava katarken, kadehler hızla boşalıp dolduruluyordu.

Az sonra Gupse’yi gördüm. Birbirimize özlemle sarılırken, “Demek geldin.” dedim. “Bu seferki iş gezin çok uzun sürdü!”

Kırmızı, mini elbisesinin içinde yeşil gözleri parlıyordu. “Rozelin! Neler olduğunu bir bilsen.” dedi heyecanla.

“Ne oldu?”

“Biriyle tanıştım. Tanrım! Bu sefer gerçekten aşık oldum Rozelin.”

“Gerçekten mi? Birlikte misiniz?”

“Hayır,” dedi dudağını bükerek. “O henüz bilmiyor ama yakında açılmayı planlıyorum.”

Konuşma için orkestradan mikrofonu alan Cihan’a bakıp toparlandı.  “Bekle, birazdan onunla tanışacaksın. Cihan’ın yanına gitmem gerekiyor.”

Hızlı adımlarla Cihan’ın yanına gitti. Uzun zamandır onun şirketinde çalışıyordu ve sağ kolu sayılırdı. Cihan, tüm davetlilere hoşgeldiniz, dedikten sonra kısa bir konuşma gerçekleştirdi. Ardından da mikrofonu heyecandan yerinde duramayan Gupse’ye verdi.

“Öncelikle hoşgeldiniz.” dedi Gupse. “İşin mutfağında olmama neredeyse hepinizle tanışıyoruz. Aslında konuşmalara pek dahil olmam, o kısmı bu işin hakkını veren Cihan Bey’e bırakıyorum.” dedikten sonra alkış aldı. “Ama etmek istediğim önemli bir teşekkür var. Biliyorsunuz, geçen ay üzücü bir olay yaşadık. Lojistik bölümümüzde bir yangın çıktı ve o sırada ben içerideydim. Uzun uzun anlatıp canınızı sıkmayacağım. O yangından biri sayesinde kurtuldum. Kendisi beni hiç tanımamasına rağmen ateşin içine atladı ve beni kurtardı. O, şu an baş korumam ve eminim ki bu konuşmayı yapmamdan haz etmiyor ama ısrarla ismini söylemek istiyorum. Alkışlarınızla, Biran Nuh!”

Bir isim yangınlar başlatabilirdi.

Bir isim denizleri kurutabilirdi.

Bir isim, aynı zamanda hem öldürüp hem de diriltebilirdi.

🖤

Biran yine olaylı bir şekilde giriş yaptı :)

Kesitler için instagramdan açtığım Bizimkiler 🍀 isimli kanala gelebilirsiniz./ _DuruMavii

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım. Gelecek bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

4.1M 115K 45
Bölümler düzenlenerek yüklenmektedir. * "Gölgene bile inanma. Karanlıkta seni yalnız bırakır." Karanlığın bile saklamakta aciz kaldığı şeyler vardır...
25.5K 406 5
Derler ki; damadın gelini düğünden önce gelinlikle görmesi uğursuzluk getirir. Hurafelere gerek yok, sevgilim. Sana yeminim olsun ki senin en büyük u...
SINIRSIZ By Kristal

Teen Fiction

80.6K 4.6K 26
Elis'in Kehanetteki konumu giderek yükselir ve kızımız hem Kehanetin hem de sahibi olan Mesih Dinçer'in gizemini çözmeye adım adım yaklaşmıştır. Art...
283 57 14
Masallarla gerçeklerin karıştığı bir yer vardır. Gerçeklerin masal, masalların ise gerçek olduğu anda kimse gerçeği görmez. İnsan sadece görmesi gere...