Dört Duvar

Von beeyzz

333K 39K 15.3K

Vurdu ve Aşk'tan tanıdığımız Çeşmiahu Tümer'in hikayesidir. Mehr

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm

28. Bölüm

6.3K 899 198
Von beeyzz


sellllaaam! ayy çok özleştik, bu kavuşmaya özel bizimkilerden gif şöleni yaptım... (bayılıyorum size gezenti ahu ve mona lisa arhan) okuyun,bölüm sonunda görüşelim, çok öpüüü


Ertesi sabah, sert kahvesini yudumlayarak kendine gelmeye çalışan Arhan, finans dökümanlarını inceliyordu. Bakışları kağıtlarda olsa da, aklı bambaşka bir yerdeydi. Derin bir nefes alıp, alnını ovaladı. Dün gece alkol aldığı için kendini yorgun ve verimsiz hissediyordu. Aslında... Ahu gittiğinden beri böyleydi, kendini kandırmayı bırakacaktı. Uyuyamıyordu, yemek yiyemiyordu, çalışamıyordu, beyni durmuş gibiydi. Nasıl olur da kendisiyle beraber, ona dair her şeyi de götürmüştü?

Bu esnada odasının dışından yükselen sesleri duydu. Kaşları çatılırken, kapı açılmıştı. İçeri giren Cihangir Tümer'i o kadar beklemiyordu ki, boş boş baktı suratına.

"Kusura bakmayın Arhan Bey," dedi Sedat, Cihangir'in arkasından mahcup bir bakış attı genç adama.

"Sorun değil, Sedat. Çıkabilirsin." Arhan ayağa kalktı. "Cihangir Bey, hoş geldiniz."

Kapanan kapının ardından Cihangir hışımla ona doğru gelmeye başladı. "Senin derdin ne?!"

"Sorun nedir?"

"Kız kardeşimin izini sürmeye mi çalışıyorsun?!"

Kayıtsız bir şekilde başını sallarken, "Evet," dedi. Bunu öğrendiği için şaşırmamıştı aslında. Ne de olsa bir emniyet müdürünün kızını bulmaya çalışıyordu, soyadı yüzünden radara yakalanması muhtemeldi. 

"Gitti işte! Gitti ve bu iş bitti! Ondan uzak duracaksın, duydun mu beni?"

Arhan'ın başı kararlılıkla dikleşmişti. "Benim için bitmedi."

"Seninle alakalı hiçbir şey umurumda değil! Ahu'yu üzdün ve bir gecede hayatımızdan çıktı gitti."

"Her zamanki gibi..." dedi, önemli bir detayı hatırlatmak istercesine.

Cihangir'in kaşları çatıldı. Ağzını açtı ama söyleyecek hiçbir şey bulamamıştı. Öfkeyle Arhan'ı yakasından tuttu. Onunla kavga etmeyi istiyordu fakat donuk bakışları ve tepkisizliği istediğini vermiyordu. "Her zamanki gibi, ha?" diye tekrar etti, dişlerinin arasından.

"Ahu'yu burada tutan bendim."

"Gitmesine sebep olan da sensin!"

"En azından kalması için denedim. Sizin gibi arkasından el sallamadım."

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Gittiği için çok üzgünsünüz, değil mi? Peki, dönmesi için bir şey yaptınız mı? Yoksa, bütün imkanları önüne serip, orada kalmasını mı sağladınız?"

Cihangir yumruk yemiş gibiydi. "İstediği  zaman gider ve gelir, çocuk değil Ahu!"

"Çocuk değil..." diye mırıldandı Arhan, şüpheliydi sesi. "O zaman ilişkisine de karışmamalısınız."

"Sana en başından beri güvenmiyordum ve haklı çıktım. Bu beyefendi tavırlarının altından bir şerefsizlik çıktı, değil mi? Dürüst ol."

"Çalıştığı ev, benim evimdi."

Cihangir'in gözleri irileşti ve şaşkın şaşkın başını salladı. "Bu şerefsizliğin ötesinde bir hareket."

"Yaptığımdan gurur duymuyorum fakat denememiş olmanın vicdanı yükünü taşımıyorum."

Gözlerini bürüyen kan, genç adamın yumruğunda bir öfke topu oldu ve Arhan'ın yüzünde patladı. Başı sağa doğru savrulan Arhan, gözlerini yumarken; dişlerini dudaklarına geçirmişti. "Ondan uzak duracaksın. Nereye gittiği, nerede nefes aldığı, nasıl yaşadığı artık seni ilgilendirmiyor."

"Haklısınız," dedi, kan ağzına dolmuştu. Yutkunurken boğazında bıraktığı acı tat, hüzün ve hayal kırıklığından daha gerçekçiydi. Ahu'yu aramayı bırakmaya o an karar verdi. Her defasında çok kolay bir şekilde vazgeçmeyi ve gitmeyi göze alan birisi için çabalamak artık anlamsızlaşmıştı.

Özlemekten de bir gün vazgeçeceğini umuyordu.

🗝️

Keyifli bir şekilde arabadan inen Sinan, Gururlan marşını ıslıkla çalıyordu. Beşiktaş bu sene iyi gidiyordu, yayın da güzel geçmişti. Bugün hiçbir şey moralini bozamazdı. 

Kapıyı çaldı ve Gülşen Abla gergin bir gülümsemeyle karşıladı onu. "Hoş geldiniz, Sinan Bey."

"Hoş buldum," dedi, holden salona geçerken. "İyi akşamlar!" diye seslendi, keyifli bir şekilde. O kadar mutluydu ki, herkesin birbirine ters ters bakarak, sessizlik içinde Türk kahvesi içtiğini fark etmemişti. "Amca, yenge, karıma ve çocuklarıma baktığınız için teşekkürler."

İdil gözlerini devirdi. "Hapse girmiş gibi konuşma lütfen."

"Anne, babam bi' yere gitmesin lüffen! Ben çok küçüküm!"

Ata hüzünlü bir şekilde iç çekti. "Kızınız travmalanmış, haberiniz olsun."

"Bu ailede travma yaşamamak mümkün mü, Atacığım?" dedi, Çeşmiahu. Sesi nefret doluydu.

Cihan, kahvesinden bir yudum aldı. "En azından hafızasını kaybeden yok..."

"Oğlum!" diye uyardı, Ragıp Bey.

"Haydaaa," dedi Sinan, şaşkın şaşkın. Ela gözleri inanmazcasına ailesinin üstünde geziniyordu. Kimse açıklama yapmayınca temkinli bir şekilde ellerini cebine koyup, sorgulayıcı bir tavırla kaşlarını çattı. "N'oluyor burada?"

Bu esnada Gülşen Abla neşeli bir sesle kapının pervazından seslenmişti: "Çocuklar size sıcak çikolata yaptım!"

"Yaşasın hat çaklıt!" diyen Lavinya ve Dünya el ele, Gurur ise her şeyin farkında onların peşine takıldı. 

"Bir şey olduğu yok Sinancığım," dedi, Canan Hanım. Sade kahvesinden o kadar büyük bir yudum aldı ki, fincanın dibini gördü. "Lanet olasıca, niye bu kadar çabuk bitiyor?" diye mırıldandı, kendi kendine.

"Yengeciğim, iyi niyet elçisi tavırların iç rahatlatıcı değil. Biri bana, ben yayındayken neler olduğunu söyleyebilir mi?"

"Ahu nişanlanmış, Sinan," dedi Cihangir, alay edercesine.

"Haberim olmadığına göre Beşiktaş maçının olduğu bir gündü sanırım."

"Yok, Arhan Bakırcı'nın trafik kazası yaptığı gece. Hafızasını kaybedince; annesi de işgüzar bir tavırla nişanlı olduklarını söylemiş. Bizimde yeni haberimiz oldu anlayacağın."

"Sen Ardahan'la ayrılmadın mı Ahu?"

"Arhan," diye düzeltti, Ahu.

"Ne fark eder? Ar ile başlıyor, -an ile bitiyor."

"Sinan'ın isim hafızası çok iyi değil Çeşmiahu, şahsi algılama," dedi İdil, yapıcı bir tavırla.

Genç kız dalgın bir şekilde fincanının içindeki kahvenin dağılmış köpüğünü izlerken sessizce iç çekti. Sinan, onun bu hüzünlü halini görünce kendini suçlu hissetmişti. "Tamam, Arhan."

"Teşekkür ederim, Sinan Abi."

"Gerçekten nişanlandın mı?" diye sordu, saçma bir ifadeyle. "Ayrıca, annesi neden böyle bir şey yaptı, onu da anlayamadım."

"Nasıl anlamadın, amca? Bu tarz katakullileri sende çevirmiştin," dediğinde, Sinan'ın ölümcül bakışları üstünde konuşmaya devam etti: "Oğlunun mutluluğu için tabii ki."

"Bunu kabul etmek zorunda değildin, Çeşmiahu," diye mırıldandı, genç adam.

Herkesin sorguladığı şey de buydu. Bu yalana ortak olmak zorunda değildi. Biliyorlardı ki, Ahu hiçbir baskıya boyun eğmezdi. Hiçbir şeyi mecbur olduğu için yapmazdı. Tünelin sonundaki beyaz bir ışık gibi gözüken o ihtimal, Arhan'a olan sevgisiydi. Sevdiği için kabul ettiyse bile, bu korkunç bir çıkmazdı. Birbirlerini tekrar kaybedebilecekleri bir çıkmaz.

"Zorundaydım," dedi, Ahu. Başını kaldırdığında gözleri dolu doluydu. "Arhan benim yüzümden kaza yaptı."

Canan Hanım gözle görülür bir şekilde irkilirken, kızına doğru eğilmişti. "Ne?"

"O gece kavga ettik. Onu kızdıracak şeyler söyledim."

"Kaza yapması senin suçun değil," dedi Cihangir. Bu detayı öğrenmek onu şaşırtsa da, sakinliğini korumayı başardı. Yumuşak bir ses ve tutum ile devam etti: "Hava çok kötüydü. Direksiyon hakimiyetini kaybetmiş olabilir."

Ağlamamak için dudaklarını dişledi. "Biliyorum, benim suçum."

"Ahu, Ahu..." dedi, Canan Hanım telaşla. Kalkıp, ona sıkı sıkı sarıldı. "Yalvarırım böyle söyleme."

"O çok iyi bir şofördür anne. Çok dikkatlidir," diye mırıldandı, sır verircesine.

Sırtını sıvazlayarak kızını teskin ederken, göğsüne doğru düşen başı; içini paramparça ettiği gibi onu afallatmıştı. Kaygılı gözlerle ailesine baktı ve fısıldayarak konuştu: "Yine de elinde olmayan etkenleri göz ardı edemeyiz."

"O kadar öfkelendi ve üzüldü ki, beyni her şeyi sildi sanki." İçini çekti, göğsünün hıçkırıklarıyla sarsıldığını saklamak istiyordu. "Beni unutması çok saçma."

"Bu geçici bir süreç, hayatım. Hatırlayacak."

"Hatırlamasını istiyor muyum, bilmiyorum."

"İyi şeyler gibi kötü şeyler de yaşanacak, elinde olsa silmek ister miydin bazı anılarınızı?" Canan Hanım başını kaldırdı ve herkese sordu: "İster miydiniz?"

"Tabi ki," dedi Belgin, pis pis. "Duygusallığa gerek yok."

Ahu dayanamadı ve gülerek, yandan Belgin'e baktı. Onun göz kırptığını görünce gözyaşlarının arasında küçük bir tebessüm belirmişti. 

"Aynen, katılıyorum."

"Kötü gelinler. O zaman cümlemi şöyle değiştiriyorum, iyi şeyler gibi kötü şeyler de yaşanacak. Hiçbir şeyi silemeyiz ama her şeye rağmen sevebiliriz."

"Böğk... Kusacağım şimdi," dedi Ata. "Bitti mi Aşkolog konuşman, yenge?"

"Of! Gerçekten of!" Ahu abartılı bir öfkeyle doğruldu. "Hiçbir duyguyu bitene kadar yaşamama izin vermiyorsunuz."

Ragıp Bey usulca ayaklanmıştı. "Ne olur üzülme artık, onu içeri tıkmak için hiçbir sebebim yok. Elini kolunu sallayarak gezmesine dayanamıyorum."

"Baba ya..." Güldü. O kadar içten güldü ki, Cihangir'in göğsünü acıtan o baskı hafiflemişti. "İyiyim. Sadece... Karşımda olmanızı istemiyorum, her şey daha da zorlaşıyor."

"Ne yapmamızı istiyorsun söyle," dedi Belgin, koltuğun ucuna doğru geldi. Yumruğunu sıkmış, savaşa gidecek gibiydi. "Hazırız."

"Arhan her şeyi hatırlayana kadar, bu işte beraberiz. Çok iyi davranacaksınız ona. O kadar iyi davranacaksınız ki," derken, abisine baktı. "Sevildiğini hissedecek."

"Eh, tanıyacak kadar vakit geçirmedim fakat nefret de etmiyorum. Tamamen nötrüm kendisine," dedi Ata, Derin de onu desteklercesine başını sallamıştı.

"Yani..." Sinan ağırlığını bir ayağının üstüne verdi ve düşünceli bir şekilde kıpırdandı. "Takım tutmaması biraz garip gelmişti ama başka bir takımı tutmasından iyidir diye düşünüyorum."

"Ben herkesi severim," dedi İdil, ardından sessizliğini koruyan Cihangir'e dönmüştü. "Sen, Cihan?"

"Niye böyle saçma sapan şeylerle uğraşıyoruz? Bir daha kaza yapsın, her şeyi hatırlar." Zekasını küçümseyen bakışları fark edince, oflayarak devam etti: "Tamam!" dedi, pes edercesine. "Çok iyi davranacağım." Eksik bir şeyler söylemiş gibi kaşları havada onu izlemeye devam eden gözlerin baskısına daha fazla dayanamadı ve ekledi: "Sevildiğini de hissedecek. Oldu mu?!

🗝️

İfadesiz bakışlarla odasının camından denizi izleyen Arhan, son birkaç günden bu yana kendini daha iyi hissediyordu. Öyle ki, tek başına yaptığı kahvaltılardan ve hayatından bihaber yaşamaktan sıkılmış, o sabah aşağı inmeye karar vermişti. Giyinme odasına geçti, daha önce incelese de; çok kısa bir an takım elbiselerinin nerede olduğunu anımsayamadı. Allak bullak olmuş bir yüz ifadesiyle etrafına bakındı ve reflekte dolabın ikinci bölümündeki koyu kumaşları fark etti. Derin bir nefes alırken, kapağını açıp, askıların arasında küçük bir tura çıktı. Siyah çoğunlukta olsa da, gri ve koyu tonları, lacivert gibi renkleri de tercih ettiğini gördü. Oysaki takım elbiseden nefret ederdi, nasıl olur da bu kadar çok takıma sahipti?

Füme rengi ceketin olduğu askıyı eline aldığında, burnuna gelen kokuyla kaşları çatılmıştı. Hafifçe kokladı ve baharatlı bir esansa karışan çiçeksi aromayı ayırt edebildi. Besbelli kuru temizlemeye gitmemişti, yer yer bozulan ütüsü bunun bir göstergesiydi. Ceket elinde odanın ortasındaki ada şifonyerden kullandığı parfümü aldı. Önce onu, sonra ceketi kokladı. Baharatlı esans ona aitti, peki diğeri? 

"Ahu'nun mu?" dedi, kendi kendine. Beyni zonklamaya başlamıştı. Düşündüğü ve bir şeyleri hatırlamaya çalıştığı zaman vücudu uyarı veriyordu sanki. "Neyse," diye mırıldandı, sersemlik hissini üstünden atmaya çalışıyordu. "En iyisi, ona sormak."

Kolunun çıkardığı bütün zorluklara rağmen giyinmeyi başardı. Askısını taktı ve ceketini eline alıp, odasından çıktı. Her yer ilk defa görüyormuş gibi dikkatle inceleyerek salona inmişti. Ailesi sessiz bir kahvaltı yapıyordu. Onu ilk fark eden annesi olmuştu.

"Arhan?! Sen ne arıyorsun burada, oğlum?"

"Herkese günaydın..."

Mükerrem Hanım utanmış gibiydi. "Özür dilerim... Günaydın, günaydın da..."

Yumuşak bir ses ve gülümsemeyle annesinin sözünü kesti. "Kendimi iyi hissediyorum."

Faysal Bey'in gözleri irileşmişti. "Şirkete gelecek kadar mı?"

"Evet. İki yıl içinde neler yaptım, neler oldu görmek istiyorum. Bugün yönetim, pazarlama, finans ve insan kaynakları direktörlerinin olduğu bir toplantı planlayalım."

"Arhancığım, ne bu telaş? Holdingi batırmadık ya," dediğinde, herkes Faysal Bey'e kaçamak bir bakış atmıştı. Bunu Arhan'ın fark etmemesi için hızla ekledi: "Her şey yolunda. Yokluğunu idare ediyorum. Biraz daha dinlensen, senin için daha iyi olabilir."

"Yeterince dinlendim. Artık bu konu ile alakalı tavsiye duymak istemiyorum, teşekkür ederim," dedi, net bir tavırla. Ardından sandalyesine oturdu ve kendisi için açılacak servisi beklemeye başladı. Birkaç dakika içinde gelen Burçin, bıçak ve çatalı özenle yerleştirdikten sonra konuşmuştu: "Kahvenizi de hemen getiriyorum."

"Kahve," dedi, Arhan. "Her sabah kahve mi içiyordum?"

Genç kadın pot kırmış gibi hissediyordu, Bakırcılar'a kaçamak bir bakış attı. "Evet, efendim."

"Teşekkürler," derken, içi rahatlamıştı. İki yıl önce de güne kahve ile başlamayı çok severdi, bir şeylerin değişmediğini görmek ona iyi gelmişti. Keyifli bir dinginlikle masaya baktı ama canı hiçbir şey istemedi. Bu, ansızın gülümsetti yüzünü. Tıpkı iki yıl önceki gibi kahvaltıyla arası yoktu. Kendine yabancı olmadığını fark ettiği her an, dışarıdaki her şeyle kolayca mücadele edebileceğini hissediyordu. "Eee, bizde durumlar nasıl?"

"Nasıl yani?" dedi, Burçin Hanım.

"Biz. Ailemiz. Nasıl gidiyorduk? İki yıl içinde büyük değişiklikler yaşayan oldu mu?"

"Ben geçen sene harika bir çanta aldım."

Çağla kısa bir an duraksadı. "Ben de mezun oldum."

Çağatay oflamıştı. "Ben hala okuyorum."

"Eee... Benim için her şey stabildi, unutamayacağım bir şey veya değişiklik yaşamadım."

"Al benden de o kadar," dedi Faysal Bey. Çakması için Mükerrem Hanım'a elini kaldırdı. Yaşlı kadın, parmaklarına kırmak istercesine bir bakış attığında, Faysal Bey biliyordu ki; aklına ihale için rüşvet aldığı an gelmişti. Tatlı bir tebessümle diğer eliyle kendi eline çak yaptı ve çayına uzandı. 

"Sanırım en büyük değişikliği ben yaşamışım," dedi, genç adam. Sesi hala buna inanamıyor gibiydi.

"Hahaha, öyle oldu gerçekten de!"

"Siz Ahu ile tanışıyordunuz, değil mi?" derken, gelen kahvesini can havliyle tatmıştı. O kadar mükemmel hissettirdi ki, fincanı bırakmadan önce bir yudum daha aldı. 

"Evet, evet," dedi, Mükerrem Hanım. "Annesi ile önceden de görüşüyorduk. Hatta baban, babasını da tanırdı."

"Öyle mi?"

"Tümerler işte." Faysal Bey, yaşananları hatırlayınca bıçağını hırsla kullanmaya başladı. "İyi insanlar," diye mırıldandı, kendi kendine. 

Arhan, ona yabancı gelmeyen ama hiçbir şey çağrıştırmayan soyadını birkaç saniye düşündü ve beynindeki bir boşluğa yerleştirdi. "Telefonumdan bir haber var mı?"

"Evet, firma dün dönüş yaptı bana. İşlemcisi zarar görmüş, onarılmasının imkansız olduğunu söylediler."

"Peki, veriler?"

"Kurtarmaya çalışmışlar ama şifreleri bilen tek kişi sendin ve şu an hatırlamıyorsun, bu yüzden bloke oldu diyebiliriz. İyi haber, hattın için operatör gerekli desteği sağladı. Gün içinde yeni ve telefonun ve kartın gelmiş olur."

"Teşekkürler amca," derken, tabağına bakmıştı. Bitirmek üzereydi. "Çıkalım mı?"

Faysal Bey, gözlerini devirerek dudaklarını sildi ve ayağa kalktı. "Çıkalım, Arhan Bey."

"Oğlum, ilaçların... ama bir şey de yemedin ki..."

"Bir şeyler atıştırıp, içerim anne."

"Tamamdır. Derya şoförüne versin o zaman, o da asistanına ulaştırır."

"Şoförüm?"

"Kolun kırık, nasıl araba kullanmayı düşünüyorsun?"

Arhan, şaşkın şaşkın koluna baktı. Bunu unuttuğu ve araba kullanmaya heveslendiği için büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. "Doğru..." dedi, alçak bir sesle. Hoş, kırık olmasaydı, direksiyonu tutabilecek cesareti var mıydı, emin değildi. Ölümden dönmüş, kendine olan güveni bu yüzden zedelenmişti. Biraz zamana ihtiyacı olduğu su götürmez bir gerçekti.

🗝️

Toplantı öğle saatlerine kadar sürdü. Sık sık not alan ve dikkatli bir şekilde direktörleri dinleyen Arhan, süreci iyi yönettiğini gözlemlemişti. Başarılı oluşu kaygılarını azaltırken, kazadan önceki planlarını, düşüncelerini ve vizyonunu hatırlamayı her şeyden çok istedi. Yine de, unutmuş olması gözünü korkutmadı. O, aynı kişiydi. Önünde sonunda vardığı noktaya tekrar ulaşacaktı.

"Çok teşekkürler," dediğinde, herkes basit komutlarla hareket eden bir robot gibi eşyalarını hızlı bir şekilde topladı ve odadan ayrıldı. Yalnız kalan Arhan, ellerinin ayalarını gözlerine bastırırken koltuğa yaslanmıştı. 

Tam bu esnada, kapı çaldı. Seslendikten sonra asistanı Sedat girmişti içeri. Bir eline aldığı şeylerin yükünü diğer eliyle dengeledi ve masaya doğru yaklaştı. "Merhaba Arhan Bey. Telefonunuz ve ilaçlarınız. Atıştırmanız için bir sandviç hazırlattım."

"Teşekkür ederim, Sedat."

"Rica ederim. İçecek bir şey ister misiniz?" 

Masadaki şişeyi gözüne kestirdi genç adam. "Su yeterli."

"Müsaadenizle."

Arhan, telefonu kutusundan çıkardı. Hattı taktıktan sonra açılmasını beklerken, sandviç elinde, hem kurulumu yaptı hem de karnını doyurdu. Elinde olabilecek kırıntılar için parmaklarını kıpırdattı ve ekrana yandan bir bakış attı. Bomboş bir duvar görmek, ona çok garip hissettirmişti. Önceki telefonunda neler vardı, düşünmeden edemiyordu. Duvar kağıdı neydi, en son kiminle konuşmuştu, kiminle mesajlaşmıştı, galerisinde neler vardı? 

"Tıpkı beynim gibi," dedi, acı acı gülümserken.

Sağa sola kaydırdı, bakıldığı zaman iki yıl önceki teknolojide kalmıştı, bu yüzden nasıl bir telefona sahip olduğunu öğrenmeye çalıştı. Ufak tefek değişiklikleri ve güncellemeleri daha sonra incelemek üzere rehbere girdi. Listedeki ilk isim nefes kesiciydi.

Ahu.

Aramadan önce su ile ilaçlarını içti. Boğazını temizledi ve adının üstüne dokunduktan sonra telefonu kulağına götürdü. Kafasında kuracağı cümleleri planlarken, sesli yanıta düşmesi ihtimaller arasında bile yoktu. "Ne demek numara kullanılmıyor?" diye mırıldandı, şaşkın şaşkın. Farklı bir şey duyacakmış gibi tekrar denedi fakat sonuç aynıydı. Rehbere girip, annesini aramaya karar verdi.

"Alo? Oğlum, bir şey mi oldu? İyi misin?" dedi, sesi telaşlıydı.

"İyiyim, iyiyim, bir şey yok. Telefonum geldi. Ahu'yu arayacaktım fakat rehberimdeki numara kullanılmıyor."

"Nasıl?"

"Bilmiyorum, ben de anlamadım."

Kısa bir sessizlik olmuştu. "Ah! Ahu numarasını değiştirmişti."

"Ne zaman?"

"Hatırlamıyorum."

"Yeni numarası neden bende yok?"

"Hattına kaydetmemiş olabilirsin."

"Sanırım," dedi Arhan, sesi dalgındı. Üstüne düşünmeyi bıraktı. "Numarasını bana atar mısın?"

"Tabi, gönderiyorum hemen," diyen kadın, kapattığı gibi Canan Hanım'a ulaşmış ve Ahu'nun yeni numarasını istemişti. Yanında olduğunu söyleyen kadın, genç kızı durumdan da haberdar etti. Mesajı bekleyen Arhan, arka planda yaşanan kaostan habersiz ekrana bildirim düşmesini bekliyordu. Derken, beklediği numara gelmişti. 

Bir kez daha boğazını temizleyerek, aramayı başlattı. Sesli yanıta düşmesi artık ihtimallerden biri olduğu için gözleri temkinli bir şekilde kısılmış, artık istediği cevabı duymayı bekliyordu. "Alo?" dedi Ahu, tek solukta.

"Ahu, merhaba. Ben Arhan."

"Hangi Arhan?"

Arhan'ın kaşları çatıldı. "Ee..." diye kem küm etti birkaç saniye boyunca. "Bakırcı. Rafet Arhan Bakırcı."

"Şaka yapıyorum! Sen olduğunu biliyordum, Arhan."

"Öyle mi?" dedi, genç adam. Rahat bir nefes almıştı. "Ben sandım ki... bilmiyorum..."

"Hayatımda kaç Rafet ve Arhan tanıyabilirim ki? Üstelik Bakırcı olanından."

"Anladım." Afallamış gibiydi. Ahu hep böyle mi konuşuyordu? Çok hızlı ve sanki... Dalga geçiyor gibiydi. Belki de mizacı buydu. "Müsait miydin?"

"Evet, annemle oturuyordum. Sen nasılsın, ne yapıyorsun?"

"İyiyim, toplantıdan çıktım."

"Toplantı mı?"

"Evet, sonsuza kadar istirahat edemezdim, değil mi?"

"Öyle de, biraz daha zamana ihtiyacın olduğunu düşünüyorum açıkçası."

"Sorun yok, üstesinden gelebilirim."

"Ona ne şüphe?" derken, sesi gülümsüyor gibiydi. Arhan, o güzel çehresinin küçük bir tebessümle aydınlandığını hayal etmişti. 

"Telefonum bugün geldi. Aslında daha öncesinde de iletişim kurabilirdim fakat benim gibi senin de zamana ihtiyacın olduğunu düşündüm. Bu durum ikimiz için de beklenmedikti."

"Merak etme, beni aramadığın her gün sana bilenmedim. Ayrıca evet, haklısın. Beklenmedik ve saçma... Bunun sadece dizilerde olduğunu sanırdım. Artık hafobim var."

"Hafobi?"

"Hafızamı kaybetme korkusu."

"Literatürde böyle bir şey var mı?"

"Hayır, az önce ben buldum."

Arhan dayanamadı ve güldü. Ahu'yla konuşmak o kadar kolaydı ki, kasılan omuzlarındaki gerginlik azalmaya başlamıştı. "Nasıl bir şey olduğunu umarım deneyimlemezsin," dedi, büyük bir içtenlikle.

"İki yıllık bir zaman diliminde neler yaşadığımı hatırlayamamak bana kafayı yedirtirdi, bundan eminim."

"Ben de kafayı yemek üzereyim Ahu." Sesi alçak, çaresizdi. "Düşüncelerim ve hissettiklerim bir duvara çarpıyor sanki. Her şey tanıdık ama bir o kadar da yabancı."

"Kendine yüklenme lütfen."

"Seni bile hatırlamıyorum," derken, gözlerini umutsuzca yummuştu. "Nasıl tanıştık, seni ne zaman sevdim, nerede evlenme teklifi ettim, bilmiyorum."

Uzun bir sessizlik oldu. Gerçekten de uzundu. Arhan'ın ihtimaller dışında düşünecek hiçbir şeyi yoktu fakat Ahu yaşananları hatırlamıştı bir kez daha. Trajikomikti doğrusu, yer yer gülümsettiği gibi onu ağlatmayı da başarmıştı. Telefonun diğer ucunda burnunu çekti ve büyük bir yutkunuşun ardından konuştu: "Ben her şeyi hatırlıyorum. Her şeyi biliyorum. Bu yetmez mi?"

Yetmezdi. Bu bilinmezlik kendisiyle alakalıydı. Hissettiklerini ve düşüncelerini, Ahu ona nasıl anlatabilirdi? Gözlerini yavaşça aralayan Arhan'ın bakışları kararlı bir ışıkla parlıyordu. Duvara çarpmak birkaç denemede güçsüz düşürmüş ve yıpratmıştı. Kendini yormadan yavaşça eşeleyecek ve bir gün ardında onu bekleyen anılarına ulaşacaktı. "Seni yeniden tanımak istiyorum," dedi, kendinden emin bir sesle.

"Ne?"

N harfini bastırarak söyleyişi, içten şaşkınlığı çok hoş gelmişti genç adamın kulağına. "Yeniden tanışalım."

"Bu bir çıkma teklifi mi?"

"Kesinlikle."

"Çok ani oldu."

"Sanırım bir öncekinde bu kadar hızlı olamamıştım..."

"Doğru zamanı bekledin, hepsi bu," dedi, yumuşak bir sesle.

"Yanlış bir zamanda bir kez daha tanışabilir miyiz? Bu akşam müsait misin?"

"Oh, hayır... Aynı hataya ikinci kez mi düşeceğim? Tam benden beklenilecek bir saflık."

"Akşam yedide seni almaya gelirim."

"Artık bir araban yok ki."

"Bir tane arabam yoktu ki."

"Mona Lisa seni..." Kendi kendine mırıldanıyor gibiydi. Arhan buna bir anlam veremedi ama sormak da istemedi. "Akşam görüşürüz. Baaayy!"

Telefonu kulağından çekip, boş bakışlarla ekrana bakan Arhan, yüzüne kapandığını nihayetinde kabullendi. Şu ana kadar tanıdığı Çeşmiahu onu şaşkına çevirmişti adeta. Evet çok güzeldi fakat sadece bunun için sevecek kadar eril bir düşünce yapısına sahip değildi, Arhan sadece güzelliğe tav olmazdı. Ahu da başka bir şey vardı, bundan emindi. Bunu bir kez daha bulmak, onu heyecanlandırdı. 

Kazadan sonra ilk defa kendini iyi hissetmişti.

🗝️

Holde volta atan Ahu'yu yalnız bırakmayan Canan Hanım, Belgin, İdil ve Gülşen Abla merdivenlere oturmuş, tedirgin bir şekilde genç kızı izliyorlardı. 

Çeşmiahu boş bakışlarla başını kaldırdığında, üstündeki gözleri hissetmiş gibi onlara baktı ve güçlükle gülümsedi. "Çok güzel oldun," dedi, Canan Hanım. Onu rahatlatmak istiyor gibiydi. 

Pileli mini gri etek, beyaz gömlek ve siyah süveter kombini kesinlikle hem şık hem de spor gözüküyordu. Arhan'ın nereye götüreceğini kestiremediği için orta yolu bulmaya çalışmıştı. Aslında sorabilirdi ya da istediği şeyi söyleyebilirdi fakat ona bırakmak istedi. Kontrolü ele almak yerine, akışa bırakmak ikisi için de iyi olacaktı. "Yaa, teşekkür ederim," diye mırıldandı, dalga geçercesine. "İçim şu an çok rahatladı. Bu yemeğin üstesinden gelebileceğime olan inancım artık tam."

İdil önemli bir detayı hatırlatmak istercesine ellerini çırptı. "Sakin ol, Ahu."

"Nasıl olayım?!"

"Onu söyleyemiyoruz maalesef," dedi Belgin, donuk bir yüz ifadesiyle omuz silkmişti.

"Off..." Sızlanmak ve ağlamak üzereydi ki, kapının cam tuğlalarında renkli ışıkların yansıması belirdi. Bu bir araba geldiğinin göstergesiydi. Herkes telaşla ayaklandığında, Çeşmiahu çığlık atmamak için eliyle ağızını kapattı. "Ne yapacağım? Nasıl davranacağım? Gülşen Abla, git de ki: Ahu da hafızasını kaybetti, gelemiyor. Ben yapamam. Ben bunu yapamam! Bu adam düzenbazın teki ve aynı zamanda benim yüzümden kaza yaptığı için kahroluyorum!" 

"Olduğun gibi davranacaksın, kendine ilk defa aşık edişin değil ne de olsa!" diye çıkıştı, Belgin. Fazla dram yarattığını düşünüyordu genç kızın. Alt tarafı birkaç tane beyaz yalan söyleyecekti, ne vardı bunda canım?

"Aman Allah'ım..." Ahu bir aydınlanma yaşıyor gibiydi. "Ya beni sevmezse? Aynı kişi olabilir ama aynı kafa yapısında değil. Bir kez daha beni incitmesine dayanamam."

İdil, Belgin'e bakıp, nefesini oflayarak bıraktı. "Saçmalama hayatım, böyle bir şey söz konusu değil. Bence kalbi seni tanıyor, unutmadı yani. Evet, anılarınız şu an evrende bizim görmediğimiz bir anı havuzuna düşmüş olabilir ama bir dokunuş, bir gülümseme, bir an veya bir şarkı, sizi ona hissettirecek."

"Olabilir mi?" dedi, umutla titremişti sesi.

"Yavaş yavaş vereceğiz zehri. Doktorun söylediklerini unutma."

"Tamam, ben çıkıyorum."

Evdekiler ifşa olmamak için salona geçti ve koyu renkli fonların arkasına saklandı. Çeşmiahu derin bir nefes alarak kapıyı açtığında, soğuk mu vurmuştu yüzüne, yoksa Arhan'ı görmek mi bilmiyordu. 

Siyah arabanın arka kapısının önündeydi genç adam. Bakışları yerde, belli belirsiz salladığı bacağına konsantre olmuş gibiydi. Siyah takım elbisesi ile ona yabancı gelmemişti fakat eskisi gibi olduğunu da söyleyemezdi. Her zaman özenle bağladığı kravatı yoktu, konforlu bir resmiyete sahipti. Üstelik kol askısı ondan bütün ciddiyetini almış, yerine küçük bir erkek çocuğunun yaramazlıklarından iz taşıyor gibiydi. 

Basamağı inmek için ilk adımı attığında, çizmesinin topuğu ve mermerin buluşması sessizliği yarmıştı. Başını kaldıran Arhan, Ahu'yu gördüğünde kaskatı kesildi. Nefes almayı bile unuttu. Çok garip bir andı. O kadar tanıdık ve içtendi ki... Ne olduğunu bilmese de, bir şeyleri hatırlamaya yaklaştığını hissetmişti. 

Dank

Duvara çarptı. Hisler ve ihtimaller bir kez daha paramparça oldu.

"Merhaba," dedi, güçlükle.

"Selam." Sarılmak ve el sıkışmak arasında, saçma bir ikilem yaşandı. İkisi de gülerek selamlaştı, ardından da dostane bir sarılış gerçekleşti aralarında. Arhan'ın yaptığı ilk şey, Çeşmiahu'yu koklamak oldu. Çiçeksi bir aroma almayı beklerken, burnuna yabancı gelen esans onu dehşete düşürmüştü. O parfüm Ahu'ya ait değilse, kimindi? "Turuncu Pagani ile gelmemişsin."

Çatılan kaşlarını düzeltmesine gerek kalmamıştı genç adamın. "Turuncu Pagani mi?"

"Evet, senin araban."

"Biliyorum, biliyorum da... Senin bilmene şaşırdım sadece."

"Maserati'ne kustuğumu unuttuğun için çok şanslıyım. Ay!" dedi, abartılı bir şaşkınlıkla. "Ağzımdan kaçtı!"

"Maserati'ye mi kustun? Gerçekten mi? Gerçekten kustun mu?" diye sordu. Mimiklerini kontrol altında tutsa da, sesinin tedirgin tonlamasına engel olamamıştı.

"Şaka yapıyorum!" derken, sağ koluna vurdu dalga geçercesine. Arhan, şaşkın şaşkın önce koluna sonra da Ahu'ya bakmıştı. "Kusacaktım ama müsaade etmedin."

"Rahatladım..."

Usulca gülümsedi. "Evet, o zaman da rahatlamıştın."

"Gidelim mi?" diye sorduğunda, Çeşmiahu arabaya doğru bakmıştı. Aldığı nefes Arhan'ın yanaklarını şişirdi. "Bir süre ikimizde önde olmayacağız."

"Ben alışkınım. Arabamın olması bir mucizeydi. Ve mucizeler, hayatımıza beklenmedik bir anda girdiği gibi çıkarlar."

Arhan geçmesi için Ahu'ya kapıyı açtı. "Buyursunlar," dedi, centilmen bir el hareketiyle.

"Teşekkür ederim." Hemen sol köşeyi mesken tutan genç kızın bakışları kemerini taktıktan sonra şoföre kaymıştı. Orta yaşlarda, iri yapılı ama güler yüzlü bir adamdı. "Merhaba."

"Merhaba Çeşmiahu Hanım. Nasılsınız?"

"Teşekkürler, siz?"

"Sağ olun efendim."

Arhan da kemerini takmıştı. "Çıkalım, Ahmet."

"Tabi, Arhan Bey."

Araba sessizlik içinde caddeye doğru süzülürken; Ahu elleri kucağında, parmaklarıyla oynuyordu. Kahretsin. Bu kadar gergin olacağını düşünmemişti. Öyle ki süratle ilerlemelerine rağmen 'Hoşça kalın' diyerek, kendini arabadan attığını hayal ediyordu. 

"Günün nasıldı?" diye sordu, genç adam. Ona baktığını hissediyordu. Buna kayıtsız kalamamıştı. İlgili ve meraklı bakışlarının üstünde olduğunu görmek, özlediği bir histi. "Bu arada bilmiyorum, çalışıyor musun, okuyor musun ama..."

"İkisini de yaptım ve ikisi de beni mutlu etmedi. Senin nasıl geçti? Yorucu olduğunu düşünüyorum."

"Biraz. Zamanla alışacağıma inanıyorum."

"Alışırsın. Hep çok çalışıyordun çünkü."

"Nedense bu seni rahatsız ediyormuş gibi hissettim."

"Eh, çok hoşuma gittiğini söyleyemem. Ben sisteme çomak sokan bir insanım, sen de düzenin ta kendisisin."

"Zıt kutuplar, ha?" derken, gülümsemişti Arhan.

"Çoook..." dedi, sırıtarak. "Benzer hiçbir özelliğimiz ve ortak noktamız yok."

"Gerçekten mi?" Duraksadı genç adam. "Bu çok garip," diye mırıldandı, kendi kendine konuşuyor gibiydi.

"Neden?"

"Birbirimize uyduğumuzu düşünüyordum."

"Daha doğrusu sana uyduğumu," diye düzeltti, Ahu.

"Sanırım, evet. Lütfen yanlış anlama, ilişkimizin dinamiklerini kafamda oturtmaya çalışıyorum. Anladığım kadarıyla sen bağımsız hareket etmeyi seviyorsun."

"Sen de bundan nefret ediyorsun."

Mahcubiyetle başını salladı Arhan. "Çok hoşuma gittiği söylenemez fakat yürüttüğümüze göre orta yolu bulmuşuz demektir, öyle değil mi?"

Ahu baştan savma bir gülümsemeyle, "Evet," dedi. Bu konuşmayı daha fazla devam ettirmek istemiyordu çünkü her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlayan tek kişi oydu. "Müzik açabilir miyiz?" diye sordu, ansızın.

"Tabi."

Bu esnada şoför isteğini yerine getirmek için hareketlenmişti. Çeşmiahu telefonunu bağlayacağını söyleyince, kısa bir eşleşme işleminin ardından sadece Kenan Doğulu'nun olduğu bir çalma listesi ekrana yansıdı. Gözleri Arhan'ın üstünde olan Ahu, şarkıyı açmadan önce tepkisine baktı. Bakışları meraklıydı fakat anlamlandırabileceği başka bir emare yoktu, hayal kırıklığına uğramıştı.

Ara Beni Lütfen şarkısının yumuşak girişi arabanın içine dolduğunda, bu sefer ihtimalleri düşünen Arhan değildi. Çeşmiahu bu şarkıyı dinlediği her zaman, Arhan'ın ona ulaştığını hayal etti fakat o beklediği adım hiçbir zaman gelmemişti. Hafızasını kaybetmeseydi, en çok bunu sormak isterdi ona. Neden hiç aramamıştı? Evet, peşinden koşması için gitmemişti ama bir özrü, ve hatta biraz çabayı hak ettiğini düşünüyordu. 

Araba yavaşlamıştı. Başını çevirdiğinde, sahil yolunun güzergahında olduklarını, boğaza nazır bir mekana gideceklerini tahmin etti genç kız. Nitekim durduklarında, çok sık tercih etmediği fakat birkaç kere gitmek zorunda kaldığı mekanın girişini görmüştü. Belli belirsiz bir hayal kırıklığı ile valenin açtığı kapıdan indi. İnanılmaz bir seremoniydi. Görevlilerin adımları bile hesaplanmış gibiydi. Öyle ki, içeri girmeleri ve masalarına ulaşmaları, bir boşlukta süzülmekten farksız gelmişti.

Yumuşak sarı ışıklar, konforlu ve bir o kadar da asilce tasarlanmış iç dizayn kesinlikle göze hitap ediyordu. Kalabalıktı fakat masalardaki sesler hiç kimsenin kulağına net bir şekilde ulaşmayacak kadar seviyeliydi. 

Çeşmiahu kabanını omuzlarından indirir indirmez, görevli ondan önce davranarak çıkarmasına yardımcı olmuştu. Bu anlamsız ihtimam ona saçma gelse de teşekkür etti. Oturmaya yeltendi fakat diğer tarafındaki görevli de sandalyesini çekmişti. Oflamamak için dudaklarını birbirine bastırdı. "Teşekkürler, ben hallederim."

"Peki, efendim." Sandalyeyi bıraktı ve masanın ortasına doğru yaklaştı. "Tekrardan hoş geldiniz Arhan Bey, Çeşmiahu Hanım," dedi, başını eğerken. 

"Hoş bulduk," diyen Arhan, dikkatli bir şekilde Ahu'ya bakıyordu. Sık sık kıpırdanması, burun kıvırırcasına etrafı incelemesi onu hayrete düşürmüştü. Burası İstanbul'un en iyi mekanıydı, bir masa rezerve etmek için aylarca beklemek gerekiyordu, nasıl olur da beğenmemişti?

"Başlangıcı nasıl yapmak istersiniz? Size şarap ikram edebilirim."

"Ben istemiyorum." Genç adam, Çeşmiahu'ya doğru çevirdi bakışlarını. "Sen?"

"Teşekkürler, ben de almayayım."

"O halde servislerinizi açıyorum." Omzunun arkasından attığı kısa bir bakış, ona diğer arkadaşının menüyü getirmesi için yeterli olmuştu. "Buyurun."

Hızlı bir şekilde seçimini yapan Arhan, görevliyle beraber yaklaşık beş dakika boyunca Ahu'yu bekledi. Bulunduğu ortamda rahat ve mutlu olmayışı yemek seçimine de yansıyan genç kız, sonunda karar vermişti. Daha sonrasında uzun uzadıya konuşmak için fırsatları olmadı, çok beklemeden yemekleri geldi. 

Soru ve sorunlarla dolu olsa da dingin bir akşamı paylaştılar. Arhan için ilk, Ahu için aylar sonra yenen bu yemek; ikisi için de çok kıymetliydi. 

Ahu derin bir nefes aldı ve başını tabağından kaldırdı. Arhan'ın askıdaki kolu yüzünden etini sağ eli ile çatal kullanarak dilimlemeye çalıştığını görünce içi burkuldu. "Yardım edebilir miyim?"

Arhan pes ederek oflarken, yumuşak bir tebessümle başını sallamıştı. "Harika olur."

Sandalyenin ucuna doğru yaklaştı ve Arhan'ın uzattığı çatalı almaya yeltendi. Genç adamın eli hiçbir kasıt olmadan, kendi eline temas ettiğinde; bu dokunuş dağıtmıştı onu. Çatal büyük bir gürültüyle tabağa düşerken, Ahu bozuntuya vermemeye çalışarak tekrar aldı ve bıçak eşliğinde eti dilimlemeye başladı.

"Ahu, sana bir şey sormak istiyorum," dedi Arhan. Dikkati etin üstünde olan genç kız ilgisizce başını salladı. "Biz ne zaman evlenmeyi düşünüyorduk?"

Çeşmiahu bıçağı kendine saplamak istese de sakince konuştu. "Taksitler bittikten sonra..."

"Ne taksiti? Taksit mi ödüyoruz biz?"

"Hıhı, beyaz eşya."

"Beyaz eşya mı? Niye tek çekim yapmadık ki?"

"Şaka yapıyorum!" dedi, ağız dolusu bir kahkaha atmıştı. O kadar içten ve sesliydi ki, herkesin ona baktığını hissediyordu. Umursamadı. "Off... Hiç güleceğim yoktu!"

"Komik değildi," diyen Arhan, buna son vermesini istercesine tehditkar bir şekilde tek kaşını kaldırmıştı. "Benimle dalga geçme, lütfen. Söylediğin her şeyi ciddiye alıyorum çünkü seni şaka yaptığını anlayacak kadar tanımıyorum."

"Tamam, özür dilerim, haklısın."

"Şimdi soruma ciddi bir şekilde cevap vermeni bekliyorum."

Son dilimi kesen Ahu, çatalı ve bıçağı Arhan'ın önüne bıraktı. "Bilmiyorum. Hiç konuşmamıştık."

"Sanırım teklifi edeli de çok olmadı. Yüzüğün bendeymiş, annem ufak bir tadilat işi olduğunu söyledi."

Çeşmiahu'nun göz bebekleri telaşla titriyordu. "Evet, bol gelmişti. Halloldu mu?"

"Hayır," dedi genç adam, kutu evde olmasına rağmen. 

Rahat bir nefes almıştı. "Ah, anladım."

"Yemeğini beğendin mi?" diye sordu, evlilik ile alakalı konuşmanın onu tedirgin ettiğini fark etmişti. Birbirlerine böyle yabancıyken, bir yola girmeleri Arhan'a da farklı hissettirmiyordu.

"Eh işte, fena değil."

"Burayı sevmedin sanırım."

"Ama burayı seveceğimi düşünmüştün, değil mi?"

Arhan omuz silkti. "Herkesin sevdiği bir yer. Lüks. Yemekleri lezzetli. Manzarası güzel. Daha ne olsun?"

"İnsanların güzel bir akşam yemeği kıstasları bu mudur?"

Genç adam, çok kısa bir an tabağıyla ilgileniyormuş gibi davranarak ne söyleyeceğini düşündü fakat varsayımda bulunmaktan veya soru sormaktan başka bir şey yoktu aklında. "Öfkelisin," dedi, birden. 

"Efendim?"

Başını kaldırdı, önce ona, sonra masanın üstünde yumruk olan eline baktı. "Öfkelisin, Ahu. Ne yaptım bilmiyorum, lütfen söyle. Seni gördüğüm ve konuştuğumuz ilk andan beri üzgün olduğunu hissediyorum. Sık sık dalan gözlerin, ani yükselişlerin, konuşmak istemediğin konuları değiştirişin... Sorun ne?" 

"Sorun yok Arhan," derken, manzaraya çevirmişti gözlerini.

"Şu an seni tanımıyor olabilirim ama öncesinde tanıyordum. Saçma gelecek ama anlayabiliyorum. Bir sorun var."

Çeşmiahu'nun boğazı düğüm düğüm olmuştu. Bardağına uzandı ve bir yudum su içti. Yutkunurken canı o kadar acımıştı ki, gözleri yaşardı. "Biliyor musun, seninle bir gece çorbacıya gitmiştik," diyebildi, güçlükle. 

"Çorbacı mı?" 

"Herkesin sevdiği bir yer değildi ama o gece, orada seninle olmak benim hayatımın en büyük lüksü ve en güzel manzarası olmuştu." Minik bir tebessüm belirdi dudağının kenarında, zayıf bir ışık kaynağını andırıyordu. "Küçük jestler, büyük mutluluklardı. Birkaç dakika telefonda konuşmak, koca bir gün gülümsetirdi. Kızgınlıklarım, bir sarılış kadardı." Derin bir nefes aldı yavaşça. "Öfkeliyim çünkü sen hafızanı, ben de bizi kaybettim."

"İnan bana, o geceye dönebilmeyi ve daha dikkatli olmayı her şeyden çok isterdim. Neden oldu, nasıl oldu, o esnada ne düşünüyordum bilmiyorum ama bilmediğim, hatırlamadığım o dakikalar iki seneyi aldı benden." Bakışları masanın üstünde ilgisizce gezinirken, kendi bileğine doğru baktı. Rengi solan ve her an kopacakmış gibi incelen kırmızı ip, gerçeği ve sadakati temsil ediyor gibiydi. Arhan'ın buna tutunmaya ihtiyacı vardı. "Seni sevdiğimi sık sık söyler miydim sana?"

"Evet," dedi, Ahu. Yüzü tatlı bir gülümsemeyle aydınlanmıştı.

Arhan gözlerini yumarken, kısa bir nefes alabildi. Sanki söylemek üzere olduğu şey tıkamıştı ciğerlerini. "Ben seni aldattığımı düşünüyorum," deyiverdi, tek solukta. 

"NE?"

"Bu öfken, tavırların... Biliyordun belki de, söylemedin, ya da ben söyledim ve sen... Bilmiyorum..."

"HAHAHAHAHA!" Gülme krizine giren genç kız, dizlerini dövmeye başlamıştı. Bunun bir çeşit dışavurum olduğunu düşünen Arhan, soğukkanlı bir şekilde sakinleşmesini bekledi. Birkaç dakika sürmüştü, Ahu gözlerini sildikten sonra sandalyesine yaslandığında konuştu. "Beni aldattın, demek? Dünyanın en saçma ikinci şeyi!"

"Giysi odamda gri bir ceket buldum. Onun dışındaki her şey kuru temizlemeden gelmişti. Sadece o kullanılmış bir şekilde duruyordu dolabımda. Çiçek gibi kokuyordu. Senin kokuna benzetemedim ve düşündüm ki..."

"Gri mi?" diye tekrar etti Ahu, kısa bir an duraksamıştı.

"Evet..."

Dudakları şaşkınlıkla aralandığında, sevinçten çığlık atmak üzereydi. "Sen beni, benim tahmin ettiğimden daha çok seviyormuşsun, ne aldatmasından bahsediyorsun? O ceketi bizim evin önünde konuşurken soğuk diye üstüme vermiştin. Bir sonraki gün bize geldiğinde de üstüne kahve dökülünce tekrar giydin. Olay bundan ibaret."

"Gerçekten mi? Ama... Şu anki kokun..."

"Sen beni mi kokladın?"

Huysuz bir çocuk gibi yanağının içini dişledi Arhan. "Emin olmak istemiştim."

"Benim imza kokum yoktur, sıkıldıkça parfüm değiştiririm. O zamanlar da yaz olduğu için çiçeksi bir koku tercih etmiştim, hepsi bu."

"Şu an ne kadar rahatladığımı bilemezsin. Dehşete kapıldım resmen. İki yıl bir insan için uzun bir süre. Değişme ihtimalimi göz ardı edemezdim."

"Daha neler Arhan," dedi Çeşmiahu, küçük bir kıkırtı firar etmişti dudaklarının arasından.

"Bana böylesine güvendiğin için çok mutlu oldum."

Genç kız ağzının içinden konuştu: "Bunun için pişman olmadığım bir gün yok..."

"Efendim? Bir şey mi dedin?"

"Yoo." Buharda haşlanmış sebzelerden küçük bir parça kesti ve çiğnemeye başladı. Arhan'ın bir şeyler söylediğinin farkında olmasına rağmen açıklama yapmamayı ve bunu sevimli gözükerek örtbas etmeyi tercih etti. Genç adam, tatlı tatlı yaptığı çiğneme devinimini izlerken, detaylarda kaybolmuştu. Nefes kesici bir güzelliği vardı Çeşmiahu'nun. Kısa kesilen saçları çehresini açığa çıkarıyor, her detayı gözler önüne seriyordu. Büyük kahverengi gözlerine, sık sık ısınarak kızaran yanaklarına ve kalemle çizilmiş gibi dudaklarına baktıkça nabzının hızlandığını hissetti.

"Eee..." dedi, güçbela. "Dünyanın en saçma ikinci şeyi demiştin..."

"Hım, ne?"

"Seni aldatmamın dünyanın en saçma ikinci şeyi olduğunu söyledin. Birincisi neydi?"

"Bilmem. Mutlaka daha saçma bir şey vardır."

Arhan güldü. Biraz Ahu'nun cümlesine, biraz da kendi haline. "Peki."

"Müsaadenle, ben bi' lavaboya gideyim." Arkasına baktı temkinli bir şekilde. "Oh, kimse yok. Sandalyemi kendim tutacağım için çok heyecanlandım," dedi, ayağa kalkarken. Daha sonrasında hızla masaların arasından geçip, L koridorun sonundaki tuvalete koştu. İçeri girdiği gibi yüzüne biraz su çarptı. Elleri titriyordu, heyecan ve beklentiyle soluk soluğa kalmıştı. Arhan'ın gözlerindeki o bakış... Eskisi gibiydi. Aşkla, tutkuyla izlemişti onu. "Off... Tam şu an izleyici jokerine ihtiyacım var. Birisi bağlanabilir mi bana? Ne yapacağım şimdi?" diye sızlandı, kendi kendine.

Tam o esnada, tuvaletin kapısı açıldı. İçeri giren kadına gayriihtiyari aynadan baktığında, gözleri yuvalarından fırlayacaktı.

"Alara?!" 



dilek ve şikayet pasajı (yb çabuk gelmiyor, yb çabuk gelsin dışında)

wattpad bizi maaşlı çalışanı yapsın anacım, hem çalışıp hem yazmak, bir de yaşamak ve sosyal hayatı sürdürmek çok zormuş:(((((((((

sizi seviyorum, duyuruları ig hesabımdan yapıyorum oraya çıkın çıkın gelin

hadi ben kaçarotti

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

101K 5.7K 33
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan yıllar sonra tekrarda...
Atlas Von m

Romantik

37.2K 3.4K 19
Bir mantık evliliği hikayesi.
22.2M 900K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
147K 7.3K 31
Aşkın barut kokan hâli... UYARI! → İncelemekte olduğunuz kitap 16 yaş ve üzeri için uygundur. Olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içermektedir. →...