Karanlık

By Sedef321HOP

1.8K 794 1.2K

Kan ile kirlenmiş eller, hayatlar masalı. Geçmişin ve gerçeklerin bu kirini sular neden temizleyemez, işte bu... More

1-)Ölüm Ve Karanlık
2-)Ensemdeki Acı
3-)Belirsiz Bekleyiş
4-)Korku
5-)Aydınlanmayan Gölge

6-)Tanışma

58 11 199
By Sedef321HOP

Bu bölüm @LHANzkonakc için...

Artist Musibet,yani adının Barlas olduğunu öğrendiğim adam sabırsızca bir nefes verdi. Masalarının başındaki diğer üç kişi çoktan ayağa kalkmış ve yanımıza gelmişlerdi.

Bu Sarışın Deli ile Barlas'ın arkadaş ya da onun gibi bir şey olması nasıl mümkün olabilir?

Gerçi Barlas'ın suratsızlığı gibi bir eksikliği kapatması açısından mümkün.

"Şimdi," Barlas ciddiyetle odadaki herkesin tek tek yüzüne baktıktan sonra bakışlarını bende sabitleyip lafına devam etti. "Azra dışında bu odadaki herkes ilgili durumun ciddiyetinin farkında. Şüphem yok ki yakında o da farkına varacaktır. Bu süreç onun için biraz hızlı gerçekleşmek zorunda ve bu noktada hepinizin iş birliğine ihtiyacım var. Bu vaka sandığımızdan daha büyük, zor ve gizemli. Kendisi sorularımıza karşı tamamen dürüst olmamakta diretiyor. Zaten tüm süreci izlediniz ve yakından takipçisisiniz. Yarın sabah yapılan öneri hakkında kararımı bildireceğim." Cebinden telefonunu çıkarıp oldukça hızlı bir şekilde birini aradı. "Gelebilirsiniz."

"Ne vakası? Vaka derken neyi kastediyorsunuz? Araştırdığınız şey-" bir soru daha soracakken aralarından bir kadın lafımı böldü ve nazik bir tavırla,     "Birazdan istediğin bir takım cevapları alacaksın, seni odanda bilgilendirecekler." Dedi.

Odam mı?

Barlas kol saatine bakıp şaşkınlıktan ağzı açık kalan bana dönmeden odanın diğer ucundaki kapıdan çıkıp gitti. Aynı anda biraz önce 'gelebilirsiniz' dediği,bir görevli olduğunu tahmin ettiğim kadın içeri girdi. Başıyla Barlas'a ve içeridekilere selam verip karşımda durdu. "Buyrun," eliyle Barlas'ın çıktığı kapıyı gösteriyordu.

Elimde olmadan o an bana en canayakın gelen Sarışın Deli'ye döndüm ve göz göze geldiğimizde sıcak bir gülümseme ile karşılaştım. Ardından görevli kadının peşine takıldım. Buraya girerken geçtiğimiz kapının aynısı olan bir başka kapıdan geçtik ve oldukça büyük ve yuvarlak bir alana geldik. Duvar yerine her yer mavimsi camlar ile kaplıydı. Camlar içeriye güneş girmesine müsaade etmiyordu.

Her şeyden önce dikkatimi çeken şey, hiçbir gölge oluşmasına müsade edilmemiş olunmasıydı. Bu beni gölge açısından rahatlatmasının yanısıra kafamda onlarca soruya sebep oluyordu.

İçeride birkaç kişi dolanıyor aceleyle camsı duvarları bölen bazı kapılardan geçip gözden kayboluyorlardı. Binanın mimari yapısına hayran kalmamak elde değildi. Başımı kaldırdığımda başımın 5-6 metre yukarısında, camsı zeminin üzerinde yine aceleyle yürüyen insanlar gördüm.

Vay anasını!

Resmen üst üste dizilmiş cam futbol topları gibi bir binanın içerisindeyim. Büyüleyiciydi. Ben mağaradan yeni çıkmış gibi her yeri incelerken görevli kadın anlayışla yavaşlamış, her yeri incelememe fırsat vermişti. Burası muhtemelen binanın girişiydi.

Bi zde bir kapıdan geçip cam topun içinden sıyrıldık. Geniş ve büyük koridorda birçok oda vardı. Duvarlar tablolar ile süslenmişti. Biraz daha ilerledik ve asansörlerin önüne gelice görevli kadın asansörü çağırdı, asansör sanki düşünmem için bana fırsat vermek istemiyormuş gibi kadın tuşa bastığı an açıldı.

Allah; senin gibi asansörün demir halatındaki, birbirine sarılmış silindirlerin en küçük parçasındaki, en ince telin yapısının moleküllerin atomlarının belasını versin!

Ben asansöre kötü gözlerle bakarken görevli abla çoktan içeriye girmiş, beni bekliyordu. Bir an tereddüt etsem de asansöre bindim. Başka bir seçeneğim yoktu.

Kadın 5. katı tuşladı. Kadına baktığımda bana samimi görünmeye çalışan; yapmacık, samimiyetsiz ve bıkkın bir tebessüm gönderdi. Asansördeki gerici sessizliğin arasında, nefes alış verişlerim fazla gürültülüydü. Bana oldukça uzun gelen birkaç saniyenin ardından nihayet 5. kata ulaştık. Kadın yine önüme geçip bana yol göstermeye devam etti. Buranın da aşağı kattan pek bir farkı yoktu.

Burası neresi, neyin binası olabilir?

Belki bir ofis, bir otel ya da ne bileyim bir karakol gibi bir şey?

Tımarhane olmadığı kesin.

Yine uzun koridorlardan geçtikten sonra, kadın bir kapının önünde durdu. Kapının yanında yazanları görünce kaşlarım çatılmıştı.

Azra Arslan

Görevli,kapıyı şimdiye kadar elinde tuttuğunu fark etmediğim bir kart ile açtı ve geçmem için kenara çekildi. İçeriye geçtim.

Her yeni bir alana geçtiğimizde yaptığım gibi önce kısık gözlerle güneş ya da ışığın durumuna baktım, daha sonra içeri girdim. Odam gölgelere ev sahipliği yapacak imkanlara sahip değildi.

İçerisi beklediğimden çok daha büyüktü. Arkasında balkon olduğunu düşündüğüm yer ,gri ve kalın bir perde ile örtülmüştü. İçeride gri ve büyük dolaplar, gri çarşaflı bir yatak , gri bir sehpa, gri bir mini koltuk ve yine gri küçük bir halı vardı. Her şey griydi

Gölge yoktu.

*Tam olarak böyle olmasa da buna benzer bir oda hayal edebilirsiniz.

Olduğum yerden odayı incelemeye daldığımı; kibar ve sabırsızca verilen bir nefes ile fark ettim. Kadının kapıyı çekmesi için hemen kenara çekildim.

"Buyrun, oturun lütfen."

V.İ.P gibi hissetmem layık olduğum değerin bana gösterildiği anlamına geliyor.

Görevlinin gösterdiği tekli koltuğa oturdum ve merakla ışıldayan gözlerimi ona diktim. Aceleyle sehpanın üzerinden bir dosya aldı ve başladı.

"Azra Arslan. 19 yaşınızdasınız, doğru mu?"

Evet anlamında başımı salladım.

"10 yaşınızdayken evinizde anneniz ile babanız öldürüldü ve siz kimseye bir şey söylemeden olay yerinden kaçtınz. Ne bir yetimhane ne de bir karakoldan size dair hiçbir haber yoktu. Sokakta yaşamaya başladınız. Ve son 9 yıldır bu böyle. Hiçbir zaman ailenizi öldüren bir katil olmasından korkuyormuş gibi davranmayarak, hayatınıza hiçbir arayış içinde olmadan devam ettiniz. Bir takım garip davranışlarınız vardı. Genelde hep gizli yerlerde zaman geçiriyordunuz. Bunlar siz de fark etmişsinizdir ki, oldukça şüphe çekici hareketler. Şimdiye kadar söylediklerimde bilmediğiniz ya da yanlış bir durum yok. Asıl meseleye gelecek olursak, ailenizin öldürülmesiyle ilgili cinayet davası yeniden açıldı ve varlığınız öğrenildikten sonra şüpheli oldunuz. Aksini kanıtlayan bir delil olmadığı gibi katil olduğunuzu da kesin bir şekilde kanıtlayan bir delil de yok. Davanız sandığınızdan daha karmaşık olduğundan dolayı merkezden bize geldi. Ve aslında, bir nevi siz şu anda gözaltındasınız. Dava sandığınızdan daha karışık ve dava süresince yardımcı olacaksınız. Bunu bizim için yaptığınız bir iyilik olarak görme yanlışınına kapılmayın. Gözaltındasınız ve kendinizi kanıtlayıp davayı doğru yönlendirmek ile mükellefsiniz. Herhangi bir yanlışınızın olması durumunda, şartlar şimdiki gibi rahat olmayacak. Uyarıları yaptığıma göre süreçten de kısaca bahsedebiliriz; Baras Bey vaka ile en yetkili kişi. Barlas Bey ve biraz önce gördüğünüz ortakları dışında sizi sorguya çekebilecek kimse yok. Ayrıca sizi burada tutmasının çeşitli sebepleri var. Eğer isterse bu sebepleri size açıklar. Kendisinin sözünden çıkmanız durumumda kendinizi istemediğiniz yerlerde bulabilirsiniz. Ayrıca kendisi, bekleme odasında yaptığınız gibi saygısızlıar yaparsanız, şimdiye kadar olduğu gibi müsamaha göstermeyeceğini belirtti." Dosyayı bıraktı ve bana bir kart verdi. " Burada yemek saatlerimiz, ne zaman uyanacağınız ve size özel olarak eklenmiş aktivitelerin saatleri yazıyor. Ayrıca altta bulunan karekod ile kapınızı açabilirsiniz." Dosyayı yanıma bırakıp, " İyi günler," dedi ve gitti.

Neler oldu böyle?

Ben şüpheli miydım?

Kafam o kadar karışmıştı ki nereden düşünmeye başlamam gerektiğini bilmiyordum. Bildiğim bir şey vardı o da korkularımı belli etmemem gerektiğiydi. Bu günden sonra herkese haddince davranacak ve açık vermeyecektim. Evet, olması gereken buydu.

Neredeyse-muhtemelen- iki gündür uyumamıştım. Artık doğru düzgün hiç bir şey düşünemiyordum. Kendimi pusudaki rüyalardan habersiz geriye doğru bıraktım. Düşünmeye bile fırsat vermeden bıraktım kendimi.

Keşke her şey rüya olsa...

***

"Hayır, anne? Hayır,hayır!"

Yine korku, yine bilinmezlik. Sadece ailemin gözlerinde beliren nefret ve ben. Hissettiğim şey...çaresizlikti.Çaresizlik. Dibine kadar çaresizlik...

Yaklaşık bir saat boyunca henüz benimsemeye bile fırsatım olmayan yatağımda oturdum ve sakinleşmeye çalıştım. Sonrasında düşünmeye başladım.

Şüpheli olarak görülüyordum. Sokaklarda yaşıyor olmamı korkusuzluk olarak yorumlamışlardı. Bir katil olsaydı eğer korkup polise ya da başka bir yere gitmemi beklemişlerdi elbette. Katilin peşine düşmemi beklemişlerdi anlaşılan. Peşimde bir katil varmış gibi davranmamıştım ve bundan şüphenmişlerdi. Korkmadığımı sanmışlardı. Yetimhane ya da benzer bir kurumda kalmadigim için de şüpheli olmalılardı benden.

Sadece 10 yaşındaydım.

10?

Asla bir katilin peşine düşmemiştim. Köpekbalığından korkan biri hiç suya atlar mıydı? Hayır. Bende korkmuştum. Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir karanlık gölge, bir katil. Henüz 10 yaşımdayken ailemi benden alan bir câni vardı. Bunu bir tek ben biliyordum. Bu yüzden bir tek ben korkuyordum. Delice korkuyordum. Gölgesinden dahi kaçıyordum. Gerçekti. Bu yüzden gittiğim her yere karanlığı da taşıyordum. Karanlığı yaratıyordum. Karanlığı yaratıyor ve gerçekleri yok ediyordum. Yok ettiğimi sanıyordum. Ve zayıf düştüğüm en ufak bir anı kollyan gerçekler, karanlığımda bir çatlak oluşmasını affetmiyor, acımıyordu. Saldırıyorlardı.

Ben hep kaçmıştım zaten.
Hep de kovalamışlardı.

O gün evden çıktığımda nasıl da koşmuştum. Dakilalarca ve hatta saatlerce koşmuştum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Sadece cinayetten uzağa gidiyordum. Her adımımda saniyeler geri gidecekti sanki. Buna inanarak koşmuştum belki de. Saatler sonra durduğumda her tarafımın nasıl yandığını hala hissedebiliyordum. Tenimde bir ateş vardı. Burnumda ise dumanı. O kadar ısınmıştım ki yanıyordum sanki. Bunu durduğumda farkettim. Nefes alamadığımı da durduğumda farketmiştim. Hiçbir şey düşünmüyordum. Koşuyordum ve düşünmüyordum. Duruyordum ve yanıyordum. Acı hissediyordum ve bunu istiyordum. Fiziksel bir acı istiyordum. Düşünmeme fırsat vermeyecek bir acı. Unutturacak bir acı. Acı bendim ve kendimi unutmak istiyorum. Sadece gitmek,gitmek ve sonra gitmeye devam etmek. Koşarak. Nereye gideceğini bildiğim bir yol değil sadece cesetlerden uzak bir yol. Durduğumda hatırlıyordum. Durdugumda yanıyordum. Durduğumda boğuluyordum.

Koş ve düşünme.
Koş ve yanma.
Koş ve boğulma.
Koş ve unut.
Koş.

Saatler sonra güneş doğmuştu. İnsanlar bana garip garip bakıyorlardı ama ben hiç birini görmüyordum. Ayaklarım beni taşıyamıyordu ama yürümekte inad ediyordum. Başım dönüyordu. Gözlerim kapanmaya çalışıyordu.Düşünemiyordum. Düşünemeyi unutmuştum. Yüzüme çarpan rüzgarı dâhi idrak edemiyordum. Tam istediğim gibi miydi? Ne istediğimi de bilmiyordum. O an öyle garipti ki... Bir anda cennetten kovulmuştum ve dünya denen bir yere atılmıştım. Yapayalnız. Cenneti unutmak istiyordum çünkü cenneti hatırladığım her an dünya daha ısdırap verici bir hale geliyordu. İşkencelerle döşenmiş bir yer. İşkence etmek için acılarla bezenmiş, cimri- bir nefesi sakinacak kadar cimri- bir atmosfer. Dünya. Ölüm olan dünya. Cennet olmayan dünya.

Sadece sonsuz ve anlamsız bir sonsuzluk. Evet, o gün hissettiğim buydu. Hişbir şey hissetmek istemiyordum. Kalbimi söküp alsalardı keşke ya da beynim işlevini yitirseydi. Hafızamı kaybetseydim keşke. Unutsaydım. Sadece unutsaydım.

Nihayet bir yerde diz çökmek zorunda kaldığımda içimde bir nefret uyanmıştı o an için. Hayır,hayır gölgeye karşı değil. Aileme karşı bir nefret doğmuştu o an. Madem gideceklerdi neden kendilerini bana bu kadar sevdirmişlerdi?Daha fazla acı çekmem için mi? Madem öleceklerdi beni neden sevmişlerdi, neden zihnimi unutlumaz anılarla doldurmuşlardı? Şimdi ölmenin zamanı mıydı! Tanrım! Ne kadar da vicdansızlardı! Madem bir gün öleceklerini biliyorlardı neden ben vardım? Bu kadar mı kendilerini düşünüyorlardı. Bu kadar acı cekmem için mi beni sevmişlerdi. Ya 10 ya da 50 ne farkeder yaşım? Ben bu acıyı çekeceksem beni kendilerine bağlamamlılardı! Benciller! Kimsem yoktu onlar dışında. Sanki her şeyi daha fazla acı çekmem için düzenlemişlerdi! Canları cehenneme! Ama beni de kendileriyle götürmüşlerdi, onlar cehnneme ya da cennete gitmişti belki. Kendilerinin cennet diye bir seçeneği vardı ama beni bu diyarda cehenneme mahkum etmişlerdi. Yanmaya mahkum etmişlerdi! Ah, vicdansızlar! Keşke bu sevgiyi de götürselerdi yanlarında. Kalbimi de alsalardı! O yakıyordu zaten beni, kalbim yakıyordu.

O an bunları hissetmiştim işte. Nefreti ve sevgiyi yaşamıştım. Karanlığı ve aydınlığı yaşamıştım. Soğuk ve sıcağı yaşamıştım. Ölümü, yaşareken tatmıştım. Kendime geldiğimde ise nefretin yönü ben olmuştum. Biraz sonra ise katil. Ve sonrasında nefret benim için bir gölge halini almıştı.

Sonra bir gölge görmüş ve kaçmıştım. Hep kaçmıştım. Karanlığa sığınmıştım.

Ve bunlar bana sen yaptın diyorlardı.

Sadece 10 yaşımdaydım? Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Hem neden yapsaydım böyle bir şeyi? Bunların farkında olmalılardı. Suçlayacak birini bulamamışlardı ve geriye bir tek ben kalmıştım. Kendimi aklamamı istiyorlardı.

"Cinayet davası yeniden açıldı."

Öyleyse ilk açıldığında neden beni bulmamışlardı? Neden şimdi?

Burada kalmak benim şimdilik faydamaydı. Burada kendimi aklayabilirdim.

Peki gölge?

Onu anlatmak zorundaydım. Yoksa hiçbir şey tam olarak yerine oturmayacaktı. Onun hakkında çok bir şey bilmiyordum. Sadece o an, bıçakla çıktığı an. Ailemi onun öldürdüğü dışında bir şey bilmiyordum. Sadece böyle bir şeyin yaşandığını biliyordum ve anlatmalıydım.

Derin bir nefes aldım ve başımı kaldırdım. Yanımdaki sehbada bir telefon görünce açıp saate baktım. 13 Aralık sabah 6.44. Buraya getirilişimin üzerinden bir gün geçmişti. Bir gün boyunca uyumuştum. Bu uyku beni uzun bir süre idare ederdi. Birazcık da olsa korkunç rüyalardan uzaklaşmış olurdum.

Ayağa kalkıp dolabı açtım. Birbirinden güzel kıyafetler ile doluydu. Alışık olmadığım şeylerdi bunlar. Ama tadını çıkaracaktım. Dolabın aşağısında gördüğüm bir havluyu aldım. Duş almak istiyordum. Siyah bir sweatshirt ve siyah bir kot pantolon aldım dolaptan. Banyoya gidince yine hiç alışkın olmadığım bir konfor ile karşılaştım. Küvete yaklaşıp suyu açtım ve su yeterli seviyeye gelene kadar raftaki bir sürü kutu arasından bir şampuan seçmeye koyuldum. Zeytin kokulu olanı aldım ve üzerimdeki kiyafetlerden kurtulup hazırladığım köpüklü küvete girdim. Sıcacıktı. Mayıştığımı hissediyordum. Başımı geri yasladım. Hayır, düşünmeyecektim. Sadece bu anın tadını çıkaracaktım.Öyle de yaptım. Bir süre sonra küvetten çıktım. Yenilenmiş gibi hissediyordum. Kurulanıp aldığım kıyafetleri giydim. Odaya gittim ve dolapta gördüğüm saç kurutma makinasını aldım. Tam saçımı kurutmaya başlayacakken kapının çalınmasıyla durdum. Ben daha gel bile demeden Artist Musibet içeriye girdi. Onun üzeride siyah bir tişört ve pantolon vardı. Ceketini de kolunda tutuyordu. O tişörtten kusursuz kasları belli oldukça kimse o ceketi giymesini istemezdi herhalde. Saçları geriye taranmıştı ve ela gözleri büyüleyici görünüyordu. Gerçekten iyi görünüyordu. Hatta feci yakışıklıydı şerefsiz.

"Yıkanmak için yanlış bir zaman olduğunun farkında mısın?" Demesiyle bakışlarımı üzerinden çektim. Gözlerim üzerinde biraz fazla oylanmış olabilirdi. Hemde beni hiç alâkadar etmeyen bir konu yüzünden!

"Size de günaydın."

"Kartındaki programına bakmadın anlaşılan." Görevli kadın kartımda bana özel bir program olduğunu söylemişti ama tamamen unutmuştum. Barlas başıyla sehpayı gösterdi. "Telefon senin. Gerekli bütün numaralar kayıtlı."

"Sadece sizinki kayıtlı değil mi?" Başıyla onayladı. "O halde kullanmama gerek olmayacak." Kaşlarını hafiçe yukarı kaldırıp, "Umarım ihtiyacın olmaz." dedi.

"Yemekhane 7.15 te kapanacak." Hemen boynumda asılı olan karta baktım.

6.15-7.15 kahvaltı.

Hemen sehpanın yanına gidip telefonu aldım. Saat 7.03 tü. Ve ben açtım. Hemde kurt gibi açtım.

"Yemekhanenin yerini bilmiyorum ve kapanmasına 12 dakika kaldı. Beni yemekhaneye götürür müsünüz?" Bunu bekliyormuş gibi kapıya döndü ve peşinden gittim. "Saçlarını kurutmadın."
"Sorun değil." Göreceğiz dercesine bir bakış attı.

Kral ben sokakta kalıyorum. -3 derecde kolsuz tişörtle duran insanım. Hasta olacaksın diyor.

Koridorlara daldık. Adımları oldukça hızlıydı.

"Ben şüpheli miyim?" Diye sordum aniden.

"Öyle kabul ediliyorsun."

"Bu resmi bir şey mi?"

"Bunun cevabı sende." Biliyor olsam niye sana sorayım be adam.

Asansöre binice ondan en uzak köşeye geçtim. Bu onu eğlendirmiş olmalı ki hafifçe tebessüm etti. Gülünce daha da yakışıklı oluyordu. Asansör 3. katta durdu ve indik bir süre daha sessizce yürüdükten sonra kafe gibi bir yemekhaneye girdik. Hemen saate baktım 07.08. Tam yedi dakikam vardı. Yemeklerin çoğunun ne adını ne tadını biliyordum. En basit şekilde benim için hepsi poğaçaydı.Hiç umursamadan bir tepsi alıp tezgahların başına geçtim. Görevlilere zahmet vermemek adına her şeyden kendim bolca aldım. 5 koca dilim peynir,birkaç on tane salam ve sucuk 2 haşlanmış yumurta,2 simit, dört tane peynirli poğaça, iki tane patatesli poğaça, dört kepçe kızarmış patates, bir kase yoğurt, ambalajlı ikişer paket bal ve reçel, iki ayran. Çay da almak istiyordum ama yemekten sonra icecektim çünkü yerken soguyacaktı. Yemeklerden başımı kaldırıp bakınca Barlas'ın muhtemelen yuh bunları nerenle yiyeceksin diyen bakışlarıyla karşılaştım. Ve devasa yemekhanedeki yaklaşık elli kişinin gözlerinde aynı bakışı gördüm. Sarışın Deli ise olduğu yerden sırıtıyordu. Omuz silkip boş bir masaya geçtim. Bir süre sonra herkes önüne dönmüştü. Barlas, odama gelmeden önce kahvaltısını yapmış olacak ki bir kahve alıp Sarışın Deli ve arkadaşlarının masasına geçti. Onlar da çoktan yemek yemişlerdi ve kahve içiyorlardı. Tabağımdakileri hayvan gibi tıkanmama rağmen yarısı bile bitmemişti ve hala açtım. Yemekhane kapanacaktı.

Tabağıma öyle bir gömülmüştüm ki masama gelen Sarışın Deli'yi bir sandalye çekene kadar farketmedim. "Afiyet olsun." Ağızımda yemek olduğu için başımı salladım. Eğlenen gözlerle beni izliyordu." Yemekhane bir dakika içerisinde kapanacak ve Barlas'ın burada kalmana izin vermeyeceğine eminim. Daha tabağının yarısı bile bitmemiş?" Ağızımdakileri yutup cevap verdim."Poğaçaları ve simiti her ne yapacaksak oraya giderken de yiyebilirim. Şimdi önemli olan patesler, yumurtalar,reçel, bal ve yoğurt. Hepsi de bitmek üzere, hesapta olmayan bir şey yok." Sessiz bir kahkaha attı. Bende tepsimi alıp poğaçlamı ve simidimi bir poşete koyup tam geri oturacaktım ki Barlas "Gidiyoruz." diyerek tadımı kaçırdı. Poşetten bir poğaça alıp bir çırpıda yedim ve Barlasların masasına yaklaştım. Barlas'ın yanındaki iki kadın inanamıyormuş gibi bir elimdeki poşete bir ağızımda hala yutamadığm poğaçaya bakıyorlardı. Barlas çıkışa doğru gidince hepimiz peşinde takıldık. Sarışın Deli yanımda yürüyordu. "Nereye gidiyoruz?"

"Sorguya." Barlas bir süre yürüdükten sonra bir kapının önünde durup geçmem için bekledi. Çekinerek içeri girdim ama diğerleri gelmedi."Siz neden gelmiyorsunuz?" Barlas cevap verdi. "Sorun yok, sadece konuşacağız." Huzursuzca içeriye girdim, kapıyı kapatıp konuşmaya besaldi.

"Bu sorgudan sonra senin için oldukça önemli bir karar vereceğim. Dürüst olmanı öneririm." Zaten öyleydim.

"Beni neden şüpheli olarak görüyorsunuz?"

"Elimizde delil olup olmadığını mı merak ediyorsun?"

"Hayır, sadece neden 10 yaşında bir kızı ailesini öldürmekle suçladığınızı merak ediyorum."

"O gece evde senden başkası var mıydı?" Yutkundum. Gözlerimin koyulaştığını hissettim. Anlatacaktım.

"E-evet." Tatmin olmuş gibi bir nefes verdi ve sakinleştirmek ister gibi yanıma geldi. Bir sandalye çekti ve oturdum. Kendisi de bir sandalye çekti. Dizi benim dizime değene kadar yakalaştı.

"Kimi gördün Azra?"

"Ee aslında birini... Birini değil. Görmüş sayılmam... Belki...bilmiyorum."

"Sakin ol. Senin kötü bir şey yaptığını düşünmüyorum. Masumsun ve bunu herkese göstermek istiyorum. Bana yardım etmen gerek."Sandalyesini biraz daha yakalaştırdı. Gözlerini bir an olsun yeşillerimden çekmiyordu. "Tamam mı?"
Başımı salladım. "Dinliyorum."

"Ben zaten anlatmıştım... Aşağı inince ben bir...gölge gördüm. Elinde, elinde şey... Şey vardı. Bıçak. Sadece gölge gördüm. Bir bıçak tutuyordu. Ben aşağı indiğimde dışarı çıkıyordu. Belki... Belki de beni gördü. Bilmiyorum... Sadece çıkan bir gölge gördüm. Ve ve elinde bıçak vardı. Sonra ailemi gördüm. Çok kötüydüm. Saatlerce kalkmaları için uğraştım. Kalkmadılar...Çok kötü... Sadece gitmek istedim. Gittim. Onlar ölmüştü." Devam edecektim ama elektrik çarpmışçasına titriyordum. Nefesim kesildi ve devam edemedim. Ellerimi nereye koyacağını bilmiyordum. Bir başıma koyuyor bir saçıma daldırıyordum. Titreyen ellerimi saklasam da dizlerim titremeye devam ediyordu. Lanet olsun! Bu adamın karşısında savunmasız ve zayıf görünmekten nefret ediyordum. Gel gelelim en zayıf olduğum hatta belki de tek zayıf olduğum konuyla ilgileniyordu. Sanırım titremelerim artmaya devam ediyordu. Ellerini omuzuma koydu. "Tamam. Şimdi bana onu tarif etmeye çalış. Sakin ol, buraya gelemez. Bunu biliyorsun. Sadece hatırla ve bana odaklan. Bende kal."

"Boyu... boyu. Hiç düşünmemiştim. Normaldi... Evet,evet normaldi. Ortalama bir boyu vardı. Ve kilosu... Kilosu da normaldi. Sanırım erkekti. Eğer kılık değiştirmedisye erkekti. Hayır hayır kesin erkekti." Küçük bir çığlık azat olunca ağızımı kapattım. "Gidiyor... Gidiyor. Sessiz ol." Duyabilirdi. Nefesimi tuttum gelip beni de öldürebilirdi. Gerçi kötü olmazdı. Ama ondan korkuyordum. Beni o öldürmemliydi. O değil.

"Azra, bana bak. O burada değil. Senin evinde değiliz biliyorsun değil mi? Bana bak. Azra, bana bak diyorum!" Aptal herif! Onun yüzünden bizi duyacaktı. Elimi dudağıma götürüp şşt yapar gibi duduklarımı büzerek sessiz olmasını işaret ettim. Bu kadar aptal olmazdı. "Kalk ve bana bak. Hadi." Elini çeneme getirip başımı kaldırdı.

Ela gözler.

"Ne!? Katil ela gözlü mü?"

"Benim. Barlas. Sadece konuşuyorduk tamam mı? Hayal etme, Azra. Sadece bana bak ve anlat. Gölge yok. Cesetler de yok. Sen ve ben varız."

"Evet ama... Biraz önce öyle değildi. Sana yemin ederim ki buradaydı. Hatta sen... Sen de vardın ama yoktun da. Sesin vardı. Ellerini de hissedebiliyordum ama yalnızdım. Çok garip." Omuzumdaki ellerini çekip ayağa kalktım. Ve odada dolanmaya başladım.

"Gölge korkun buradan geliyor değil mi?" Başımı salladım.

"Geçen sefer üzerimde ışıklari açtığınızda," o anı hatırlayıp bir an nefretle yüzüne baktım." Bana ne oldu? Tam olarak ne yapmaya çalıştım, kendimi...kendimi mi öldürüyordum?"

"Evet." Korkuyla bir nefes verdim.

"Gölge korkunu ne zaman ve nasıl farkettiğini hatırlıyor musun?" Başımı salladım.

"Evden çıktığımda saatlerce koşmuştum durdugumda güneş doğmuştu ve bir gölge gördüm. O sandım. Sonra ne olduğunu bilmiyorum ama o günden sonra hep gölgelerden kaçtım."

"Neden karanlık?"

"Öyle." Karnımdan bir ses çıkınca elimdeki poşetten bir simit çıkardım. Neyse ki yanımda ayran da vardı. Gözyaşlarımı silip yemeye koyuldum. Beni gören adamın suratında eşsiz güzellikte bir tebessüm belirdi.

"Biraz önce neredeyse kriz geciriyordun ve şimdi yemek mi yiyiyorsun?"

Aç mı kalayım?

"Evet yiyiorum. Acıktım. Hem kriz geçirmenin nasıl bir his olduğunu biliyor musunuz siz? Oldukça acıktırıcı. " Simitimden küçük bir parça kopardım. "İster misiniz?"başını olumsuz anlamda sallayıp gülümsedi. " E peki madem." Dedim ve biraz önce salya sümük ağladığım için akan burnumu çektim.

"Nasıl çocuk halinle sokakta kalmayı başardın?" Ağızımdaki simit parçasını yuttum.

"Ne ima etmeye çalışıyorsunuz? Peşimde bir katil varken hayatta kalmaya çalışmam suç mu? Çocuk halimle peşine mi verseydim? Hem de delice korkarken?"

"Görevlinin sana söylediği şeyler seni suçlamaya yönelik değil. Nasıl olabildiğine anlam verilemeyen olaylar. Sence 10 yaşında bir çocuğun hiç bir yere alınmayıp sokaklarda başına bir bela gelmeden yaşaması mümkün mü?"

"Evet başlarda, yani ilk yıl, çok zorlanmıştım ama her zaman kendimi korumayı başardım ben. Gündüzleri savunmasız bir çocuk olduğumu hiç belli etmezdim. İlk haftalar üstüm başım da düzgündü ve dışarı çıkmış gibi davranıyordum. Genelde sabahları gölge olacağı için zaten kimsenin beni göremeyeceği en karanlık yerlerdeydim. AdSadece gölge olmasına fırsat veren bir hava yoksa çıkıyordum. Geceleri de yine karanlık bir arada duruyordum, yiyecek bir şeyler bulup geri geliyordum. Benden başka kimse gece karanlığında iki bina arasınki ıssız bir karanlığa girmeye encesaret etmez herhalde. Ki zaten gecenin bir vakti karanlığın içerisinde bir çocuk olduğunu düşünecek biri yoktur." Tekrar simitimi dişlemeye başladım. Yemek yerken biraz umursamaz olduğumu da farkettim.

"Buna gerçekten inanıyor musun? Sokaklarda çocuk avcısı bir sürü çete var. Bunlardan hiçbiri mi seni farketmedi? Seni takip edemezler miydi? Yetişkin biri bile bir anda kendimi sokakta bulduğunda senin söylediğin gibi başının çaresine bakamıyorken bunu on yaşında bir kız çocuğu tek başına mı yaptı?"

"Ben hep temkinliydim. Gündüzleri karanlıktan ayrılabildiğimde de asla tek başıma bir yerlerde beklemezdim. Hep kalabalık yerlerdeydim. Fark edilebilir yerlerde değildim. Bu yüzden beni takip etmeleri de kolay olamazdı. Önce beni farketmeleri gerek değil mi? Ben buna bile fırsat vermeyecek şekilde yaşıyordum."

"365 günün tamamında karanlık bir yerde durmadığına göre seni birkaç kere aynı yerde ve üstündeki kıyafetler ile gören biri evsiz olduğunu rahatlıkla anlayabilir. 365 günün tamamında da karanlıkta dursan yine farkedilirsin. İki bina arasında kalsan da o binalarda yaşayan insanlar var. Sen oraya giderken o çevrede yaşayan seni görebilecek bir sürü insan var. Bir kere seni görse rahatlıkla süphelenip fark ettirmeden seni izleyecek hatta oradan çıkmanı bekleyecek bir sürü insan var." Tam cevap vermeye hazırlanırken bir daha konuşmaya başladı.

"Hep tetikte olduğunu söyledin ama biz seni izlerken ruhun bile duymuş gibi değildi. Hatta yanımdaki birkaç kişi duyabileceğin şekilde birkaç defa konuştular ve hiç şüphenmedin. Biraz bile dikkatli olan bir insan çok rahat bir şekilde izlendiğini anlardı. Ki zaten çok da gizli bir takip yapmamıştık."

Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Bir şekilde yaşamıştım işte. Belki de şanslıydım. Bir şekilde olmuştu. Neden kurcalıyordu ki?

Barlas odanın bir köşesindeki küçük pencereye doğru gitti ve dışarıya bir göz attı.

"Hava bulutlu. Biraz yürüyelim. "

"Benim canım yürümek istemiyor. Gelmeyeceğim."

"Bir saat boyunca koşmak istemiyorsan yürü."

Emret sahip!

"İster oturur ister yürürüm. Size ne? Ayrıca ender ve nadir karakterim sizinle yürümeyi reddediyor."

"Bir saat boyunca koşacaksın."

"Koşmuyorum, hadi gel koştur. At mıyım ben!"

"İki saat." Tavırları bunu yaptıracağını açıkça belli ediyordu.

"Pekala, madem bu kadar isteklisiniz sizinle yürüme onurunu size bahşediyorum." Ciddi ifadesinden bir ödün vermeden kapıya yöneldi ve peşinden gittim. Ne de olsa onu onurlandırmak konusunda söz vermiştim.

Koridorlardan geçip camsı futbol topu gibi olan girişten geçtik ve devasa bir bahçeye çıktık. Barlas'ı görenler gözden kaybolana kadar bakışlarını üzerinden çekmiyorlardı. Özellikle de kızlar.

Her katın kendi bahçesi vardı sanırım. Bahçe oldukça güzel görünüyordu ve fazlasıyla büyüktü. Belirli bir düzenle koca ağaçlar dikilmişti. Yanlarda muhtemelen güller dikiliydi ama kış mevsiminde olduğumuz için emin olamadım. Ellerimi cebime yerleştirdim. Hava biraz ısınmış olsa da hala biraz soğuktu. Zaten büyük bir ihtimalle hasta olmayacaktım ama yine de saçlarım biraz ıslak olduğu sweatshirt ün şapkasını başıma geçirip tekrar elimi cebime koydum. Kısa bir süre yürüdükten sonra Barlas sessizliği bozdu.

"Sokaklarda başına bir bela gelmeden dokuz yıl yaşamanı neye bağlıyorsun?"

"Dediğim gibi. Temkinliydim ve genelde karanlıktaydım. Biraz da şanslı olabilirim."

"Muhtemelen gölge korkun yüzünden iş de aramadın?"

"Bir iş arayısına girdim maalesef, kapalı bir alanda kendime uygun bir iş bulabileceğimi ümid ediyordum. Zaten yaşım küçük olduğu için bir iş bulmak çok zordu. Buna rağmen iki kere iş deneyimi yaşadım. Sonucunu hatırlamak bile istemiyorum. Oldukça kötü kovmuştu hadsiz herfler..."

"Daha önce hiç yetimhane ya da başka bir yere gitmedin mi?"

"Gittim. Hatta bir kere değil birçok defa gittim. Kendime geldikten sonra gördüğüm ilk yetimhaneye gittim ama adımı söylediğimde bilgisayarla biraz uğraşıp daha sonra beni hep kovuyorlardı. Başka yetimhanelere de gittim ama zaten çoğu yanımda kimse olmadığı için beni ciddiye bile almadılar. İlgilenmeye çalışanlar da bir süre sonra beni yine kovuyorlardı. Alay ettiğimi sanıyorlardı sanırım. Neden böyle yaptıklarını hala anlamış değilim."

"Polis?"

"Ah, evet. Polise de gitmiştim. Adımı, adresimi soruyorlardı. Sonra da 'git arkadaşlatınla oyna, oyalama bizi' diyerek yolluyorlardı. Ben korktukça tekrar tekrar gidiyordum. İkinci gidişimden sonra bıkmışlardı bile. Hep çok utanıyordum. Kendi kendime ne kadar korksam da gitmeyeceğime dair yeminler ediyordum. Böyle böyle bir yerden sonra gitmeyi bıraktım."

Cevap vermeyerek yürümeye devam etti. Göz ucuyla dönüp ona baktım.Rüzgar saçlarını hafifçe dağıtmıştı ve küçük saç tutumları alnına dökülüyordu. Gerçekten büyüleyici bir şekilde yakışıklıydı. Saçları böyle dağılmışken ela gözleriyle oluşturduğu manzara daha da güzel oluyordu. Bana dönecek gibi olduğu an şimşek hızıyla bakışlarımı üzerinden çektim.

Yaklaşık beş dakika sonra yine konuştu.

"Neden böyle yaptıkları hakkında bir fikrin var mı?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Bir anda durdup bana dönünce ben de ona doğru döndüm.

"Çünkü sen yoksun."

"Anlamadım?"

"Resmiyette Azra Arslan diye biri yok." Şaşkınlıktan olduğum yere çivi gibi çakılmıştım. Dudaklarımı hafifçe aralayıp bir şeyler söylemeye çalışıyordum ama söyleyecek bir şey bulamayıp dudaklarımı mühürlüyordum.

"Resmiyette varlığın olduğu halde kimsesiz bir şekilde sokakta hiçbir yardım almadan yaşamanın sebebi bu. Normal şartlarda ailesi öldürülüp kimsesi olmayan birinin sokakta öylece bırakılması neredeyse imkansız."

"Böyle bir şey hiç... İnanamıyorum. Yani nasıl? Nasıl olur böyle bir şey?"

"Dediğim gibi. Azra Arslan diye biri yok. Adı Azra Arslan olan bütün vatandaşların kimlikleri tek tek incelendi. Hiçbirinin bilgileri seninle uyuşmuyor ya da bilgilerinde bir tutarsızlık yok. O halde geriye iki olasılık kalıyor. Ya adın Azra Arslan değil ya da sen doğduğunda ailen ya da başka biri senin adına bir kimlik oluşturmamış ki bunun için herhangi bir hastanede doğmamış olman gerekiyor. Hastanede doğmuş olsan kayıt yapılırdı."

"Bu hiç aklıma gelmemişti. Nasıl olabileceğini de bilmiyorum. Adım Azra Arslan. Bundan eminim. Hast-"

"Nasıl emin olabilirsin?"

"Bir çocuk nasıl adını bilebiliyorsa öyle eminim. Hem ben okula gittim. 5. sınıfa kadar okula gidiyordum. Ve adım Azra Arslandı. Listede de böyleydi."

"O zaman ailen bu durumun farkındaydı." Bahçede volta atmaya başladım. Barlas da peşimden geldi. Nasıl okula kayıt yapmışlardı o zaman? Ya da daha önce beni hiç mi hastaneye götürmemişlerdi?

"Şimdi ben yok muyum? Yani şu anda öldürülsem bile hiç bir şey olmaz mı? Varlığıma dair tek şey ben miyim?"

"Evet, öyle. Ama ne de olsa bu halledilmeyecek bir sorun değil. Şimdiye kadar olanları değiştirmez ama sonrasını çok değiştirir."

"Tükürmüşüm sonrasına!" Sinirle bağırdım.

"Kelimelerine dikkat et ve sakinleş."

Pekâlâ ,sakin ol. Sinirlenmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek.

Derin bir nefes alıp verdim.

"Ne yapmam gerek?"

"Hiçbir şey."

"Ne yani resmi bir varlığım olmadan yaşamaya devam mı edeyim?"

"Hayır, onu hallettim."

"Ne demek hallettim?"

"Artık varsın." Cebimden bir kart çıkardı ve bana uzattı.

Kimlik.

Kimliği aldım. Üzerinde buraya getirildiğimde uyandığım odada çekilmiş bir fotoğrafım vardı. Her şey çok hızlı gelişiyordu ve ben bu hıza yetişemiyordum. Biraz önce şimdiye kadar bir kimliğim olmadığını öğreniyordum ve şimdi karşımdaki adam artık bir kimliğin var diyordu. Tam teşekkür etme ihtiyacında bulunacakken lafa girdi.

"Yani artık resmi bir şekilde gözaltındaki bir şüphelisin ve yaptığın her hareketin hesabını vermek ile mükellefsin. Her an tutuklanma emrini verebilirim."

"Yani bana gelip ağzınız ile burnunuzun yerini değiştirmemem için bir sebep mi vermiş oldunuz?" Çok komik bir şey söylemişim gibi suratında sahte bir gülümseme belirdi. Ve ben o gülümsemeyi bir bıçakla iyi yana doğru büyütmek istiyordum.

"Senin o gülüşünden ve lanet hastalıklı zihninin çalışmasından sorumlu dokularının hücrelerindeki en küçük organelin yapısısını oluşturan moleküllerinin atomlarının en küçük elektronunun Allan belasını versin psikopat herif!" Gülüşü daha da büyüdü.

"Bak hala gülüyor!"

Ellerini ceplerine yerleştirip keyifli bir şekilde yanıma yaklaştı.

"Saat bir buçukta üç saatlik koşu için burada ol."

"Ne! Hani iki saatti?" Hafifçe kulağıma doğru eğildi.

"Biraz önce ettiğin yaratıcı bedduayı cezasız bırakamazdım." dedi ve binaya doğru yürümeye başladı. Arkasından sinirle seslendim.

"Allah'ım! Sadist ruhlu insan bozuntusu! Kime sordun kimlik çıkarıken! Benim onayım yoktu ki, sayılmaz!"

Küçük bir kahkaha duyduğumda arkama baktım ve Sarışın Deli'yi gördüm.

"Ne yapıyorsunuz orada?"

"İstemeden kulak misafiri oldum."

"Ne zamandır ordasınız?"

"Senin şu yaratıcı bedduadan sonrasına hakimim." Gülmemek için kendini ağzının içini deşiyor gibi görünüyordu.

"İyi eğlenmişsinizdir! Buradaki herkes Barlas denen adam gibi insanların sinirlenmesinden zevk alacak kadar ruh hastası anlaşılan."

"Sinirlenmeni istemezdim tabii ama oldukça tatlı bir ortam yaratmıştın. Gülmemek elde değil."

"Belli ki 'tatlı' anlayışlarımız epey farklı."
Sinirle rastgele yürümeye başladım. Sarışın Deli de peşimden geldi. Varlığını unuttuğum poşetten poğaça çıkartıp dişledim.

"Bana da ikram etmeyecek misin?"

"Al."

"Çok kibarsın." Poşeti bir tık kabaca uzatmış olabilirdim.Bir poğaça alıp yemeye başladı. Ben ikinciye geçmiştim bile.

"Hayır, anlamıyorum. Kim sana dedi git bana kimlik çıkart? Şu yaşıma kadar sokakta bir başıma büyümüşüm bu saaten sonra ne yapayım ben senden gelecek kimliğin faydasını? Bir de beni tehdit etme cesaretinde bulunuyor! Neymiş! Şüpheliymişim! Beş dakika önce aslında olmadığımı öğreniyorum şimdi kimliğimle tehdit ediliyorum! İşe bak."

"Haklısın ama Barlas böyledir. Sağı solu belli olmaz. Zamanla alışırsın." Üçüncü poğaçaya geçtim.

"Alışmam efendim! Birinin bir şeye alışması gerekiyorsa o alışacak. Benim bu herifin kölesi olmaya hiç niyetim yok. Bir de üç saat koşturacakmış beni. Lafa bak. Harbi psikopat bu herif. Kendini ne sanıyorsun kardeşim? Hadi seni geçtim, beni ne sanıyorsun,at mıyım ben koş deyince koşayım?! Ha bir de saat veriyor, dakik manyak demek ki." Poğaça poşetini uzattım.

"Yesene!"

İki elini teslim olur gibi kaldırdı.

"Elimdeki biter bitmez alacağım." Daha poğaçanın üçte birini bile yememişti. Omuz silkip dördüncüye geçtim. Bir anda durdum.

"Bu arada siz kimsiniz? Hiç tanımadığınız biriyle neden arkadaşınıza sövdüğünüzü öğrenebilir miyim?"

"Ben mi arkadaşıma sövdüm?"

"Sövdün tabii." Hafifçe tebessüm edip başını eğdi.

"Sen öyle diyorsan öyledir."

Ha şöyle. İtaat et seni küçük köle!

"Bu arada ben Aras. Bir şeye ihtiyacın olursa bana gelebilirsin."

"Sanmıyorum. İki dakikada arkadaşını satıp arkasından konuşmaya başlayan birine güveneceğimi hiç sanmıyorum."

"Barlas'a sinirli olduğunu sanıyordum."

"Benim sinirimi hak edecek şeref seviyesine sahip değil gibi."

"Direkt şerefsiz desene şu işe."

O anda yanından geçtiğimiz ağaçtan bir elma düştü ve daha yere kavuşamadan. Sarışın Deli önümden kolunu uzatıp küçük bir hareketle elmayı tuttu ve bana uzattı. Şaşkınlıkla elinden aldım.

"Refleksleriniz iyiymiş." Teşekkür eder gibi hafifce başını eğdi.

"Söyledikerini umarım Barlas duymaz."

"Anlatmazsanız duymaz. Ayrıca duysa ne olur, çok da umurumda sanki."

"Birincisi umurunda olmasını tavsiye ederim. İkincisi sen farketmeden her an arkanda belirebilir." Kontrolüm dışında arkamı döndüm hiç kimse yoktu."Bu yüzden Barlas hakkında konuşurken dikkatli olmanı öneririm."

"Adım Aras mı demiştiniz?"

"Evet."

"Bana eşlik eden görevli kadın sizin de beni sorguya çekmek gibi bir yetkiniz olduğundan bahsetti. Siz de mi polissiniz?"

"Buradaki kimse polis değil. Bizi ajan olarak düşünebilirsin. Hem sorgu işleri pek hoşuma gitmiyor. Ben başka alanlar ile ilgileniyorum."

Ajanlar ha? Bu biraz önceki refleksini bir nevi açıklıyordu. Muhtemelen sıkı bir eğitim almışlardı. Ve bu Aras ismindeki oyun delisi beni farkettirmeden dahi sorguya çekiyor olabilirdi.

"Hepsiniz Barlas Bey ile arkadaş mısınız?"

"Hayır; Baras, ben ve bekleme odasından çıktığın gün gördüğün diğer üç kişi arkadaşız diyebilirim. Bu arada sorgu işine benden daha meraklı gibi duruyorsun."

"Hayır sadece soruyorum." Beşinci ve son poğaçayı alıp ona uzattım.

"Hayır, teşekkür ederim."

"Biraz önce elimdeki bitmez alacağım dediniz." Bunun üzerine hafifçe gülümseyip elimden aldığı poğaçayı ikiye böldü ve bir parçayı bana uzattı. Bende küçük bir tebessümle poğaçayı alıp tek parça halinde ağızıma attım. Bir süre sessizce yürüdükten sonra cebimdeki telefondan saate baktım. Saat 10.32 idi.

"Öğle yemeği ne zaman başlayacak?"

"Aç mısın?"

"Midem kazınmıyor değil."

"Şimdi poğaça yemedin mi?"

"Bir poğaça beni kesmez. Hem sinirden acıkıyorum ben. Siz adamı sinirden kanser edersiniz ve ben kanser yerine yemek yemeyi seçiyorum. Bir şekilde sinirimi atmam lazım." Yine gülümsedi. Uzanıp boynumda asılı olan kartı kaldırdı ve bana gösterdi.

Salı

06.15-07.15 kahvaltı
07.30-9.30 sorgu
12.00-13.00 öğle yemeği
18.00-19.00 akşam yemeği

(Aralardaki boşluklar Barlas Bey'in programına göre değişebilir.)

"Neden bu kadar boş bir program?"

"Nasıl olmasını bekliyordun ki?"

"Bilmem. Sadece biraz yoğun bir şey bekliyordum."

"Özel olarak eklenmesini istediğin bir şey var mı?"

"Aklıma şu an bir şey gelmiyor."

"Aklına bir şey gelirse senin için ekleyebilirim."

"Teşekkürler."

"Hadi geri dönelim. Öğle yemeğini kaçırmak istemezsin." Hevesle başımı salladım.

"Yemekten sonra koşu için buraya geleceksin. Yeride olsam yolu aklımda tutardım." Muzipçe gülümsedi. Tamamen unutmuştum.

"Gerçekten gitmem mi gerekiyor?"

"Gitmezsen daha kötü bir şeyle karşılaşacağına eminim." Suratımı buruşturdum.

At gibi koşmak istemiyorum.

Yolu ezberleyerek yürümeye devam ettim. Pek zorlandığım söylenemezdi. Farkında olmadan fazlasıya yürümüştük. Bir süre sonra binaya girdik ve yemekhaneye geldik. Hemen tabağımı doldurmaya koyuldum. Çevredeki insanlar bana yine deli görmüş gibi bakıyorlardı. Üçüncü sütlaç tabağımı alırken Aras hemen arkamdan konuştu.

"Biraz sonra koşacağını unutma. Yerinde olsam bunu göz önünde bulundurarak yerdim."

Lanet olsun!

"Şimdi tavsiye için teşekkür mü edeyim yoksa yemek keyfimin elimden alındığını hatırlattığınız için bela mı okuyayım siz karar verin." Yine güldü. Şimdilik konuşulabilir tek kişi Aras gibi görünüyordu.

İki sütlacıma veda etmek zorunda kaldım. Tabağımdakilerin yarısını da acı çekerek geri bıraktım. Tam tekli bir masaya geçecekken Aras eliyle kendi masasını gösterdi. Arkadaşları da orada oturuyorlardı. Bu onları tanımak için iyi bir fırsat olabilirdi. Aras sandalyemi çekince tepsimi bırakıp teşekkür manasında hafifçe başımı eğip oturdum. Bu adam fazla kibardı ve ben sürekli teşekkür edilecek durumda olmak istemiyordum. Kaşığıma uzandığım an yanımdaki sandalyeyi birisi çekti ve doğruldum. Tüm tadım kaçmıştı. Umursamıyormuş gibi yapıp kaşığımı aldım. Bu sefer sabah olduğunun aksine yavaş yiyecektim. Daha bir saatim vardı ve tabağımda bence çok bir şey yoktu.

"Azracığım, nasıl yeni düzenine alışabildin mi?" Başımı kaldırınca siyah saçlı ve beyaz tenli çok güzel bir kadının konuştuğunu gördüm. Kadının zarafetin aksi şekilde bir cevap verdim.

"Takip edildikten sonra bayıltılmak suretiyle getirildiğim deli oldasındaki lanet birkaç günden sonra şüpheli ve gözaltında olarak getirildiğim odadaki yaşamımdan bahsediyorsanız pek alıştığım söylenemez."

"Saniyede kaç kelime söylüyor bu kız?" Bu sefer konuşan kızıl bir naifti. Oldukça güzel görünüyordu ve sanırım hiç makyaj yapmamıştı.

"Umarım bacakların da çenen kadar iyi çalışıyordur."

Konuştu yine uğursuz.

Birazcık yalakalık yapmaya karar vermiştim. Ve bu karardan ötürü kendisinde cevap vermedim.

Masadakiler koşu mevsusunu bilmedikleri için bir şey anlamamışlardı. Sadece Sarışın Deli imalı imalı sırıtıyordu. O an yumruğumu Barlas'ın suratına geçirmek istedim. Daha sonra ise odaklanmam gereken daha önemli şeyler olduğu için onları görmezden geldim.

Yemek yemek gibi önemli şeyler.

Tepsime gömüldüm. Bir süre sonra Barlas kalktı. Ben gideceği için umutlanmıştım ama bir kupa kahve alıp geri geldi. Yemeğimi bitirdiğimde öğle yemeğinin bitmesine daha 20 dakika olduğunu farkettim. Aras Sandalyesini geriye doğru ittirdi.

"Azra, kahve ister misin?"

"Çay alabilirim, teşekkürler."

"Siz ne içersiniz hanımlar?"

"Sütlü kahve getirirsen hayır demem."diyerek tatlı tatlı gülümsedi siyah saçlı kadın.

"Bana da sade, biliyorsun." Dedi kızıl olan.

"Sen ne içersin kardeşim?"

Sesini hiç duymadığım diğer adam konuştu. "Bi' çay alırsın kardeşine."

"Tamamdır."

Aras masadan uzaklaştığında kumral kadın konuştu. "Şu çocuğa garson muamelesi yapmasana Erva." Adının Erva olduğunu öğrendiğim kızıl: "Bir şey demedim ki." dedi.

Barlas, Aras, Erva.

"Sizin isimleriniz nedir?"

"Ben Kayla, tatlım. Sen bana Kayla Abla'm da diyebilirsin." Diyerek kocaman gülümsedi. " Peki Kayla teyzeciğim." Kayla küçük bir kahkaha patlattı. "Seninle iyi anlaşacağız."

Diğer adam elini uzattı. "Çınar." Uzanıp elini sıktım.

Barlas, Aras,Erva, Kayla, Çınar.

Full kadro tamam.

Aras kahve ve çayları " Çaylarrr!" diyerek getirdi. Sesi o kadar iyi taklit etmişti ki sesli bir şekilde güldüm. Diğerleri de güldüğü için neyse ki çok farkedilmedim.

"Teşekkür ederiz."
"Afiyet olsun."

Kahveleri içtikten sonra Baras ayaklandı. Ben de kalkmak zorunda kalktım. Bir buçuktan önce bahçeye gidip biraz ısınma egzersizleri yapsam bana çok faydası dokunacağına emindim. Yemekhaneden beraber çıktık. "Tam bir buçukta bahçede ol. Bir dakika geçikme, sana bir saat daha koşu olarak dönecek." Bir şey söylenemek için ağızımdaki tüm yanak dokularımı ısırdım ve bahçeye doğru yola koyuldum.

Dilimi eşşek arıları sokaydı da yürümeye gelmeyeceğim demeseydim!

Bahçeye geldiğimde saat biri sekiz geçiyordu. Nasıl yapacağımı tam olarak bilmesem de ısınma hareketleri olduğunu düşündüğüm birkaç hareket yaptım. Bazı hareketleri tamamen sallıyordum ve umarım bana bir faydası olurdu. Isınma hareketlerini yaparken Aras'ı dinleyip çok fazla yemediğim için sevindim.

"Öyle bir hareket yok." Barlas'ın kulağımın dibinde konuşmasıyla yerimden sıçradım. Arkamdan diz çökmüştü ve nefesi ensemi gıdıklıyordu.

"Ne diye gizlice gelip dibime giriyorsunuz!" Şimdi Aras'ı daha iyi anlıyordum. Ruhum bile duymadan Barlas dibime kadar gelmişti.

"Burada koşmayacaksın, beni takip et." Bahçede biraz dolanıp bir parkura çıktık.

"Uçak pisti mi koşu parkuru mu şimdi burası?"

"Önemi yok, koşacağım alan olduğunu bilmen yeterli." Dudaklarımı aralayıp tam içimi dökmeye hazırlanırken konuştu." Her saygısızlığın için bir saat daha koşman gerekecek. Ayrıca koşarken kaytardığını görürsem akşam yemeğini unut."

Bu şeref yoksunluğuna denk yaratıcılıkta bir beddua bilmiyorum ben. Bu kadarı beni bile aşar.

"Şimdi geç." Barlas gidip bir sandalyeye yerleşti. Üst üste attığı bacaklarını ortadan ikiye ayırmak istemememi göz ardı ederek başlangıç noktasına geçtim. Kol saatine baktı. "Başla!"

Koşmaya başladım. Üç saatin başladığı gibi kolaylıkla bitmesi dışında bir dileğim yoktu.

İki buçuk saat sonra...

Ben bu Barlas'ın doğmasına sebep olan zigotun büyümesini sağlayan mitoz bölünmeden embriyo olana kadar geçen zamanın yüzde üçü içerisindeki saniyeleri oluşturan saliseler içindeki yirmi beşinci dokuz rakamında büyüyen hücrenin çekirdeğindeki protein kılıfının da gizlediği DNA nın içindeki en küçük genin on beşinci nükletidinde bulunan dokuzuncu sitozinin atomlarının Allah belasını versin deneyim de ne diyim!

Bacaklarımdaki kasaların her birinin tek tek yırtıldığını hissediyordum. Her adım bana delice bir işkence ediyordu. Çin işkenceleri hiç spor yapmayan bir insanın iki saat boyunca aralıksız koşmasının yanında hiçbir şeydi. En fazla on beş dakika sonra ya bayılacaktım ya da geberecektim. Bunu biliyordum. Koşu için oldukça yavaş koşuyordum belki ama hissettiğim hız saatte en az dokuz kilometreydi. Kendimde son bir adım atacak gücü bulamıyordum. Barlas denen insan kılıklı canavara yalvaran gözlerle bakmayı bırakalı on dakika olmuştu. Gerçekten geberiyorum. Ne hissettiğimi bile karıştıracak kadar kötü durumdaydım. Düşünmeye bile dayanamıyordum. Hava garipleşmeye başladı. Havada küçük siyah noktalar uçuşuyordu ve gittikçe büyüyorlardı. Tüm görüş alanımı kapattıklarında bir boşluk aradım. Dizlerim nihayet pes etti. Onları rahat bırakıp zemine çakılmayı beklerken birinin belimden yakaladığını hissettim. Belimdeki eli ittirip kendimi yere bıraktım. İyi bari sert çarpmamıştım.

Yerde nefesimi düzenlemeye çalıştım. Belki on dakika öylece oturmuştum. Barlas'ın kolumdan tutuğunu hissedince sertçe kolumu çektim.

"Azra kalk hadi, seni odana götüreceğim." Ellerimi yere dayayıp biraz dikeşmeye çalıştım.

"D-defol." Sinirle bir nefes verdiğini hissettim.

"Kalkman için ne yapmam lazım?"

"Git. Gitsene be adam!"

Bir telefon melodisi duyunca hafifçe gözlerimi araladım. Barlas diz çöktüğü yerden doğrulup bir iki adım uzaklaştı.

"Ne var? (....) Şimdi olmaz (...) Daha ilk günden yaptırmayacağım.(...) Benim işime karışma, seni bir daha bu konuda uyarmayacağım (...) Erteliyorum(...) Ne zaman istersem o zaman olacak(...) Kararımı duydun, erteliyorum. Şimdi beni daha fazla meşgul etme."

Yeniden yanıma gelip diz çöktü. Biraz daha iyiydim ama hala adamakıllı nefes alamıyordum. İki buçuk saat boyunca koştuğuma inanamıyordum.

"Daha iyi misin?"

"Sana ne?"

"Her şeyi bu kadar zorlaştırmak zorunda mısın?"

"Ben mi zorlaştırıyorum? Önce iki buçuk saat koşturuyorsun sonra neden yoruldun! Sen insan mısın lan!?" Tepkisizliğini koruyordu.

Avuçlarımı yere bastırıp ani bir hareketle kalkmaya çalıştım. Vücudumda bir tuşa basılmış gibi tüm kaslarıma keskin bir acı yayıldı. Çığlığımı sessizliğe hapsettim. Barlas bu sefer kolumu tutunca ittirmedim. Kaslarım gerçekten kanıyordu bunu hissediyordum. Yürümeyi unutmuş gibiydim.

"Yürüyebilecek misin?"

"Evet."

"İstersen seni odana kadar götürebilirim?"

"Hayır, istemiyorum."

"Peki, sen bilirsin."

Yanımdaki Baras dışında herhangi biri olsa kabul ederdim ama bu adamdan ölecek olsam bir damla su içmeyecek kadar nefret ediyordum.

"Azra? Ne oldu neden Azra'yı tutuyorsun?" Aras'ın sesini duydum.

"Barlas gerçekten bayılana kadar kızı koşturdun mu? Isınma bile yaptırmadan?"

"Aras, kes sesini!" Aras gelip koluma girince bacağıma verdiğim ağırlığın azalmasıyla gerçekten rahatlamıştım.

"Seni odana götürmemi ister misin?"

"Hayır diyemeyeceğim ama öncesinde en az elli kilo olduğumu söylemeliyim." Beni kaldırdığında bacaklarım hala sızlıyordu. Birkaç dakikanın ardından yatağıma ulaşmıştım. Saatlerce uyumak isterdim şu an ama bu benim için rahatıcı bir şey olmayacaktı.

"Teşekkür ederim." Yatağın üzerinde oturur pozisyona geçtim. Şimdiye kadar bizimle geldiğini farketmediğim Barlas'ı görünce biraz şaşırdım. Aras'ın gözleri Barlas'ın üzerindeydi. Bir süre odada volta atmakta olan Barlas'ı izledi daha sonra ise telefonuna davrandı. Barlas yatağın bir köşesine oturdu. "Azra?"

"Ne var?"

"Sana bir şey soracağım."

"Sor."

"Dürüst olacağına söz vermeni istiyorum."

"Ne kadar yorgun olduğumun farkında mısınız?"

"Söz ver."

"Söz."

"Sen mi yaptın?"

"Ne yaptım?"

"Aileni sen mi öldürdün?"

"Ne?"

"Cevap ver, sen mi yaptın?"

"Hayır! Size bunu kaç kere daha söyleyeceğim?"

"Ailnin katili sen misin?"

"Hayır..." Aras'a döndü.

"Kaydettim." dedi Aras.

"Güzel." Şaşkın gözlerimi Aras'a çevirdim.

"Neyi kaydettiniz?" Barlas lafa daldı.

"Önemi yok, sadece cinayeti reddettiğine dair en sağlam kanıt."

"Bunu zaten daha önce birçok kez söyledim. O odada da söyledim ve kamera da vardı."

"Hiçbiri bu kadar yorgunken söylediğin cümleler kadar değerli değil." İnsanın yorgunken yalan söylemesi oldukça zor bir şeydi. Barlas kalktı.

"Azra'ya bir süre eşlik et Aras." Aras bana karşı hafifçe güzel bir şekilde gülümsedi. "Zevkle," Barlas dışarı çınca Aras yatağın köşesine oturdu.

"Her kasın acıyor olmalı? Ağrı kesici ister misin?"

"Neden beni yalnız bırakmayı denemiyorsunuz?"

"Uyumamak için biriyle konuşmak istersin sanıyordum." Aldığım nefesimi sıkıntıyla verdim. "Şu ağrı kesiciyi alabilirsem sevineceğim." Rica etmek istemiyordum, neden olduğunu bilmesem de Aras'a sinir olmuştum. Bana söylemeden kayıt aldığı içindi belki de. Ne de olsa şimdiye kadar sohbet ettiğim tek kişi Aras'tı. Bu yüzden sinir olmuştum sanırım.

Hiçbiri umurumda değil, hepsi sahte, herkes yalancı, kimseye güvenme Azra. Kimseye...

Aras kalıp çekmecelerden birinden ağrı kesici aldı. Sehbadaki bardağa sürahiden su doldurdu. Hapı bana uzatınca halsizlikle uzanıp aldım, çok nadiren kullandığım için muhtemelen oldukça etkili olacaktı. Hapı yutup bana uzattığı suyu alıp hepsini içtim." Teşekürler,"
Hafifçe dudaklarını birbirine bastırdı.
"Rica ederim."

Tekrar oturdu.

"Barlas Bey beni sırf yormak için mi koşturdu, cidden buna değer miydi?"

"Verdiği cezayı kullandı sadece. Barlas seni suçlamıyor Azra." Yüzü ciddileşti.

"En başından beri katil olmadığına en çok inanan kişi o oldu. Durumun çok şüpheli. Barlas'a sürekli daha fazla zaman kaybetmeden baskıyla seni konuşturmasını istediler. Tek şüpheli sendin. Elimizde başka birine dair bir şey yoktu. Sadece senin sözlerin cinayete dair kanıt olabilirdi. Barlas katil olduğunu düşünmüyordu ve bir şeyler sakladığını söylüyordu hep. Seni konuşturmaya çalıştı çünkü eğer sakladığın şeyi söylemezsen tek süpheli konumunda olmaya devam edip tutuklu yargılanacaktın. Barlas haklı çıktı, gölge olayından nihayet bahsettin,seni odada tutup bir şeyler biriktirmeye çalışmıştı söylediklerine amacına da ulaştı.Davranışlarınla çoğu kişi seni daha da şüpheli bulurken olaya farklı açılardan yaklaşıp çeşitli argümanlar sunup seni burada tutmaya devam etti. Barlas konum olarak ne kadar güçlü olsa da üstleri ikna edecek şekilde bir şeyler yapması gerekir, bunun için bayağı uğraştı. Bu sabah gölge olayından da bahsetmenle davayı iyice ele aldı. Daha öncesinde Barlas'tan bir şey yapmasını istiyorlardı ama Barlas o şeyi erteliyordu. Bu sabah yaptığı sorgudan sonra kararını verdi. Kısa sürede uygulamaya girecek bu karar."

Artist Musibet'ten beklenmeyen hareketler.

Barlas'tan böyle bir şey beklemediğim için oldukça şaşkındım. Ayrıca şu karar da neyin nesiydi? Karar dedikleri şeyin olumsuz bir şey olduğunu sanmıyordum. Ne de olsa bu sabah Barlas'a istediği şeyi vermiştim, olumlu bir gelişmeden sonra benim için kötü bir karar vereceğini sanmıyordum. Barlas'a karşı içimde küçücük ama mini minacık bir suçluluk duygusu doğduğu an o hissi susuturdum.  Davayı doğru yürütmek onun görevliydi zaten. O da işini yapmıştı. Yine de Barlas'a bir teşekkür etmeyi aklıma kazıdım.

Böyle bir Allah'ın belasına da teşekkür edeceğim ya... İçim acıyor.

Hafifçe sırıtınca Aras yanlış anlamasın diye konuşmaya başladım. " Sinirim bozuldu. Şimdiye kadar en nefret ettiğim kişi olan şeref yoksunu olarak nitlendirdiğim Barlas beni savunan tek kişi oluyor. Siz o sırada ne halt ediyordunuz?"

Aras yine güzelce gülümsedi. Çok güzel gülüyordu bu çocuk. Ama bunu bilmesine gerek yoktu.

"Barlas'ın kötü olmasını mı tercih ederdin?"

"En nefret edilesi kişiden en çok nefret etmem lazım ve en nefret ettiğim kişinin beni şaşırması hoşuma gitmedi. Gerçi yine hoş, yanılmama sebep olduğu için ondan bir kez daha nefret ettim." Saçlarımı geriye doğru savurdum. Ağrı kesici de fazlasıyla etkili olmuştu, daha iyiydim

"Ee soruma cevap vermediniz, siz o sırada ne halt ediyordunuz?"

"Bizim grupta en zeki kişi Barlas. Çoğu kişi için de son sözü o söyler. Barlas katilin sen olmadığını düşünüyorsa bir bildiği vardır dedik ve daha derin araştırmaya başladık. O geceye dair birisini daha bulmamız gerekiyordu. Ben önceden yaşadığın eve gittim ve orada arama yaptım, daha sonra ise yaşadığın sokak civarında arama yaptım." Duraksadı.

"Sonuç?"

"Bir şey çıkmadı." başımı hüzünle saklamak kaldı bana da. Eski evim aklıma gelmişti. Eski evim, mutlu olan evim, ailemin bedeninin ve benim ruhumun mezarlığı olan evim...

"İşte bizde böyle haltlar yiyiyorduk. Yalnız baya çalışmıştım..."

"İlk sizi gördüğümde ne kadar yoğun çalıştığını gayet iyi anlamıştım zaten." Başımı yan yatırıp tatlı tatlı gülümsedim.
"En son Abdü mü vurulmuştu?"

"Sorma ya, bir Abdü'nün tribini yemediğim kalmıştı o da tamam. Ne yapayım, vurulmasaydı. Kazanmak varken onu kaldırmakla mı uğraşayım? Bir de o herifle oynuyorduk oğlum, kaybetsek utancımdan bir daha çocuğa laf sokamazdım. Gel şimdi Abdü'ye haklısın de, ne trip attı be... Haksız mıyım Azra? Ne bakıyorsun öyle? Komik mi? Ciddi diyorum ben." Gülmemek için alt dudağıma işkence ediyordum.

Aras' ı taklit ederek,"Haklısın tabii oğlum, zafer yolunda her şey mübahtır. Ne trip atıyor sevgili gibi? Ayıptır canım." Biraz önceki konuşma tarzını farkedip kendini toparladı. Boğazını temizleyip, hararetle konuşurken dağılan sarı saçlarını elinin tersiyle düzeltti.

"Kusura bakma lütfen biraz kendimi kaybettim." mavi gözleri mahcup bir şekilde kısılınca dayanamayıp güldüm.

Tatlı herif.

"Keyfin de yerine geldiğine göre, görev başarıyla tamamlandı." Gülüşümü durdurup yüzüne baktığımda deminki halinden eser yoktu.

"Ben güleyim diye mi yaptınız?" Gülümsemesiyle cevabımı aldım. Herkesin bu kadar iyi rol yapması beni korkutuyordu. Gözlerindeki ifade kadar her şeylerini kontrol edebiliyorlardı. Bu adamlar ve muhtemelen diğer herkes profesyonel yalancıydı. Bu daha da dikkatli olmam gerektiğini gösteriyordu. Ben de rol yapmalıydım belki de.

Aras'ın telefonuna gelen bildirim sesiyle başımı kaldırdım. Telefonunu çıkarıp bir şeyleri kurcaladı, kısa bir süre sonra başını kaldırdı.

"Daha iyi misin?" Başımı salladım. Yataktan kalmak için ayağımı hareket ettirecekken Aras yine konuştu.  "Hareket etmekle tüm kasların acır, nerdeyse üç saat koştun hem de ısınma yapmadan. Bir süre ani hareket etmesen iyi olur. Kalkmaya çalış ama eğer acırsa bana söyle, zorlamak iyileşme sürecini uzatır. Tamam mı?" Tekrar başımı salladım ve ayağa kalktım.

Ağzına tükürsünler Barlas! Daha az acıtan bir yorma yöntemi yok muydu?

Tüm kaslarım feci bir şekilde yanmaya başladı. Bu acıyla nasıl koşmaya devam etmiştim, aklım almıyordu. Tekrar yatağa oturdum.

"Anlaşılan bir süre burada oturacağım."

"Uyumanla kasların kendini daha iyi onarır. Rahat ol, en fazla üç gün içinde hiç sorun kalmaz. En zor günün de bugün olacaktır." Ayağa kalkıp yanıma geldi.

"Maalesef gitmemiz gerek.Benden destek alarak yürüyebilecek misin,ya da istersen seni gideceğimiz yere götürebilirim?"

"Hayır, teşekkür ederim. Yürüyebilirim herhalde." Acıyacaktı ama olsun. Sürekli beni bir yerlere taşıması gerekmiyordu.

"Çekinmene gerek yok, gayet hafifsin. Hem çok da yürümeyeceğim. Barlas kabul etmez dedi ama benden çekiniyorsan senin için bir araba getirebilirim?"

"Hayır gerek yok, yürüyebilirim." Ayağa kalktım, yine feci felaket acıdı ama belli etmemek için Aras'ın görmediği yumruğumu sıktım. Aras gelip belimden tuturak bana destek olunca elimi omuzuna attım, benden çok daha uzun olduğu için kolumu omuzuna atmamla sağ bacağımdaki tüm ağırlık gitmişti. Koridorlardan geçip asansöre geldik, kapı açılınca içeriye geçtik ve Aras parmağını bir yere bastırdı. Yarım saniye kadar bir süre sonra bir ses geldi ve dijital ekranda yetmişe kadar sayılar çıktı. Ben şaşkın şaşkın işlemekle yetindim. Aras 50. katı tuşladı. 45 kat çıkacaktık.

Bacaklarım sızlıyordu ve onları unutmak için bir soru sordum." Nereye gidiyoruz?"

"Barlas karar verecek demiştim ya, vermiş. Onunla ilgili bir şey."

"Ne peki?" Elini ağzına götürüp fermuar çeker gibi yaptı. Ben de göz devirdim. Açıkçası rahattım. Kötü bir şey olduğunu düşünmüyordum.

Boştaki elimi asansörün demirlerine yasladım ve ağırlığımı oraya verdim. Aras'ın omuzumdaki elimi de çekip aynı şeyi yaptım. Aras bana hafiften ters bakınca omuz silktim.

"Ne?"

"Seni bile taşıyamayacak kadar güçsüz mü görünüyorum?" Alayla söyledikleri üzerine cevap verdim.

"Yürüyebilecek durumdayım, boşuna zahmet vermem gerekmiyor. Ama yine de ince düşünceniz için teşekkür ederim." Başımı hafifçe eğerek söylediklerimden sonra o da başını eğerek cevap verdi."Ne demek..." Asansörün kapısı açılınca çıktık, bir süre dolandık ama etrafı doğru düzgün incelemedim bile. Bacaklarım yüzünden yere çöküp ağlamak istiyordum.

Abartıyor diyenler yapabiliyorsa ısınmadan üç saat koşup sonra gelsin.

Aras bir kapıyı açtı ve içeri girdik, sorgu odası gibi bir şeydi. Barlas karşı karşıya duran sandalyelerden birine oturmuştu. Büyük bir masa vardı ve masanın üzerinde çeşitli kablo gibi şeyler vardı. Odanın bir kenarı boydan boya ayna ile kaplıydı. Karşı tarafı göstermeyen aynalardandı ama muhtemelen karşı tarafta her kim varsa bizi görüyorlardı. Masanın üzerinde ne olduğunu bilmediğim bir cihaz vardı.

"Otur," Barlas karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Oturdum. Yanıma gelip çeşitli bir şeyleri elime takmaya başladı, bir süre bir sürü şeyi elime taktı, nabız cihazı gibi şeyleri koluma taktı. Ayağımı yerleştirdiğim yerde de bir şeyler hissediyordum. Boynuma bile bir şeyler takmıştı.

"Bu nedir, ne yapıyorsunuz?" İşine devam ederken cevap verdi. "Yalan makinası."

Ne demek yalan makinası?

"Size bu kadar dürüst olmama karşın yaptığınız şey saygısızlıktan başka bir şey değil." alınmış gibi bir tavırla söylediklerimden sonra yüzümü Barlas'ın aksi yönde çevirip şu zımbırtıları daha rahat takması için elimi kaldırdım.

Harbiden ayıptır ya. Bana yapılır mı bu hakaret? Bana bana?

"Kişisel algılama," işine devam ediyordu. "Olması gereken bir şey." Daha fazla kendisiyle muhattap olmak istemediğim için cevap vermedim. Biraz önce belki de teşekkür etmeliyim dediğim adam şimdi 'sıkıyorsa gel şimdi yalan söyle'lik bir hareket yapıyordu. Asıl garip olan ise verdiği güvendi. Bir şeyi yapıyorsa bir bildiği vardır diye düşünmeden edemiyordum. Aras'ın anlattıkları bir hayli etkili olmuştu anlaşılan.

Şahsen her ne kadar gergin bir ortamda olsam da rahattım. Korkacağım bir şey yoktu ne de olsa değil mi? Hatta bu aletle suçsuz olduğuma ikna bile olabilirlerdi.

Aras çoktan kapıyı çekip gitmişti, gitmeden önce de bana küçük bir tebessüm göndermeyi ihmal etmemişti. Barlas nihayet her şeyi tamamlayıp karşıma oturdu. Biraz yorgun gibiydi sanki. Yorgun ve sabırsız görünüyordu.

"Evet," ellerini birbirine kenetleyip direklerini masaya yasladı ve hafifçe öne eğildi." Şimdi bu makine ile küçük bir test yapacağız. Hata payı yüzde on ila on beş. Cevaplar sadece 'evet' veya 'hayır' şeklinde olmalı. Sorulan soruları hiç çarpıtmadan ve açıklama getirmeden cevaplaman gerekiyor. Kullanabileceğin iki kelime var: Evet, hayır...Yalan söylemen durumunda makine ötecek.."Başımı özellikle bıkkın bir tavırla sallayıp onayladım.

"Adın Azra Arslan mı?"

"Evet." Makineden herhangi bir ses gelmedi.

"19 yaşında mısın?"

"Evet." Sessizlik...

"Aç mısın?"

"Hayır." Sinir bozucu bir ses duymamla birlikte yaşadığım utancı anlatamam mümkün değil. Yanaklarımı bir ateş basınca bakışlarımı Barlas'ın gülümseyen suratından hızla çektim. Beş saniye sonra olay tüm cididyetiyle devam ediyordu.

Minicik acıkmış olabilirim ama dediğim gibi minicik. Hatta bu kadar minik bir şeyi makine nasıl farketti çözebilmiş değilim.

"Sarı saçlı mısın?"

"Hayır." Ses yok.

"Gözlerin yeşil mi?"

"Evet." Kasvetli bir sessizlik.

"Korktuğunda gözerinin rengi daha da koyulaşıyor mu?"

Rahatsızca yerimde kıpırdanarak cevap verdim."Evet." Ses yok.

"Ailenin ölümünden sen sorumlu musun?"

"Hayır." Ve ikinci kez aletin sinir bozucu sesi kulaklarımda berbat bir melodi yarattı.
























Umarım beğenmişsinizdir. Yeni karakterlerimizi nasıl bulduğunzu yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Baya uzun bir bölüm oldu... 8500 kelime olmuş neredeyse, daha yazacaktım ama diğer bölüme kalsın dedim...

Oy sınırı bırakacağım çünkü ben de bir bir öğrenciyim ve bir şekilde 'neden az bölüm attıyorum'un bir cevabı olmalı. Belki de çooook ama çook uzun bir süre olmayacağını bildiğim için. Oy sınırı 101:) Geçen sefer de sınır koydum ama canım okuyan kardeşlerimi kıramadım ve erken attım. Ama bu sefer daha kararlıyım sjsjsjsjsjsjjsjsj keko diliyle 'atmiyem oglum' sanki çok da ünlü bir yazarız da on binler istiyormuş gibi takılalım belki mutlu oluruz.

Sizleri çok seviyorum, tüm destekleriniz için çok teşekkür ederim. Tek tük kişiyiz ama sağlamız. Şimdilik hoşçakalın 👋👋👋♥️♥️♥️♥️♥️♥️

~ZEYFA~. Bu da hiç bir zaman kitabımı buraya kadar okumayacak olan HAYIRSIZ ARKADAŞIM 1.90 (bana göre 1.90)boyundaki ZEYNEP için.

Byys

Continue Reading

You'll Also Like

-DENEK 016- BkDk By Zoe_xy

Mystery / Thriller

15.3K 1.6K 28
"Bu çocuk niye konuşmuyor?" Diye sordum adam kemerini düzeltmekle uğraşırken. Yamuk durduğunu yeni fark etmiş olmalıydı. "Üzerinde denediğimiz ilaçl...
54.5K 1.9K 16
"Ada abla biraz gezelim mi Babam sen ben üçümüz " dedi birden " Babacım belki Ada ablanın işler vardır rahatsiz etmeyelim biz onu " dedi Bora bey Aya...
DOMİNO By Öykü

Mystery / Thriller

9.2K 1.1K 6
Güneş Ulusoy, annesinin isteği üzerine İstanbul'dan Marmaris'e taşınmanın stresi içinde. Oradaki hayatını bırakıp metropolden uzaklaşmak onda nasıl e...
Yürek Sızım By Elanur

Mystery / Thriller

42.8K 1.9K 9
... Güzelliğiyle Mardin'e nam salmış bir çok kişinin onun okyanuslarına yenilmesine rağmen 19 yaşına kadar kimseye gönlünü vermeyip eli eline değmemi...