Bir Akşam Sefası Tohumu

By f1eyz4a

423 52 20

"O beyinin içinde ne geçtiğini anlayamıyorum... Her seferinde kendini daha da aşacak şeyler söylüyorsun ama h... More

1. Bölüm ~ Hayattan
2. Bölüm ~ İlk Düğüm
3. Bölüm ~ Garip Tesadüf
4. Bölüm ~ İkinci Düğüm
5. Bölüm ~ Kurallarına Göre
6. Bölüm ~ Göz Yummak
7. Bölüm ~ Görünenler
8. Bölüm ~ Gerçekler
10. Bölüm ~ Gereksiz Çırpınışlar
11. Bölüm ~ Üs
12. Bölüm ~ Çakal Avı Toplantısı
13. Bölüm ~ Yenilenen Görünmez İpler
14. Bölüm ~ Tehlikeli Masa
15. Bölüm ~ Zarf
16. Bölüm ~ Gizli Operasyon
17. Bölüm ~ Üst Üste
18. Bölüm ~ Sorgu
19. Bölüm ~ Son Bulan Küslük
20. Bölüm ~ Kazasız Belasız (!)
21. Bölüm ~ Tehlike Saçan Eşleşmeler
22. Bölüm ~ Tehlike Çanları
23. Bölüm~ Karmaşık Gerçekler (SEZON FİNALİ)
24. Bölüm ~ Tohum
25. Bölüm ~ Kaos Habercisi Manşetler
26. Bölüm ~ Özledim
27. Bölüm ~ Geçmişin Geleceği
28. Bölüm ~ Kader Ağı
29. Bölüm ~ İmkansız Bir Aşktı
30. Bölüm ~ Kırık Kalpler Dükkanına Bir Müşteri...
31. Bölüm ~ Hayat Kumarı...
32. Bölüm~ Evimiz...
33. Bölüm~ Önemsenmeyen
34. Bölüm~ Gerçek Yüz...
35. Bölüm~ Bir Vişne Suyunda...
36. Bölüm~ İntihara Ramak Kala...

9. Bölüm ~ Gruplar

7 3 1
By f1eyz4a

Emel Sarı Karayel

Kaan Atılgan













Eliz Erçil Karayel...

Titriyordum...

Üşüyordum...

Çok soğuktu...

Kalbim acıyordu...

Yalnızlık mı soğuk hissettiriyordu yoksa soğuk mu yalnızlıktı?

Yalnız mıydım?

Başım ağrıyordu ve sesler duyuyordum. Yalnız değildim. Gözlerimi yavaş yavaş açarken şiştiklerini biliyordum. Gözlerim acıyordu ama kalbim kadar değildi. Gözlerim odanın içinde dolaştığında onun camdan dışarı bakarken telefon ile konuştuğunu gördüm. Üzerime hiçbir şey örtmemişti. Şu anda onunla konuşmak istemiyordum. Kendimle de konuşmak istemiyordum. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Saçlarımın ıslak olduğunu hissediyordum. En son banyodaydım ama buraya nasıl geldim onu bilmiyordum. Üzerimdekiler de değişmişti. O mu değiştirdi? Onu da bilmiyordum.

Ben neyi biliyordum ki!

Yanı başımda duran yorganı üzerime örttüm. Örtmemiştim. Resmen dolanmıştım. Çok fena üşüyordum.

"Ne yapıyorsun sen?.. Uyandı... Sonra konuşalım dede!"deyip kapattı. Bu tarafa doğru yürüyordu. Demek dedesiyle konuşuyordu. Kimseyi düşünmek istemiyordum ama benimkilerin beni merak ettiğine adım kadar emindim.

Cevap vermedim. Üstümdeki yorganı çekmeye başladı. O çektikçe ben de çektim.

"Üşüyorum!"dedim gözlerinin içine bakarak.

"Biliyorum!"dedi yorganı çekerken. Manyak adam! Sinir bozucu mahlukat! Madem biliyorsun neden çekiyorsun?

"Neden çekiyorsun o halde?"dedim daha da çok sarılırken.

"Ateşin var çünkü!"dedi. Ateşim mi vardı?

Boşluğumdan faydalanıp yorganı çekince aldı üzerimden. Ben de hemen kalktım tabi. Üzerimde bir crop ve şort vardı. Geri yatmadım ama başım dönüyordu. Aklıma gelen şey ile duraksadım.Görmüş olabilir miydi? İçerisi karanlıktı. Görse sorar mıydı? Ayrıca üzerimi o mu değiştirmişti?

"Keçi gibi inadın var!"dedi yorganı benden uzaklaştırıp koltuğa koyarken.

"Üzerimi sen mi değiştirdin?"dediğimde bana doğru yürüyordu. Yatakta tam karşıma oturdu.

"Hayır..."dedi. Kaşlarım çatıldı. Zaten sinirlerim bozuktu. Beynim yanmıştı. Kalbim kül olmuştu. Birde evimde başka biri mi vardı?

"Evde bizden başka kim var? Burayı kimseye söylememen konusunda anlaştığı-"dediğinde beni durduran şey alnımda hissettiğim dudaklardı.

"Ne yapıyorsun be?"diyerek onu omuzlarından geri ittim. Gülerek geri çekildi.

"Ateşine bakıyordum. Sen ne yapmamı isterdin?"dediğinde kan beynime sıçradı.

"Bana bak döverim seni!"diyerek yumruk savurdum ama ajan adam tabi hemen korudu kendini. Bir de gülmesi yok mu!

"Sana bir soru sordum!"dedim.

"Resepsiyondan bir yardımcı çağırdım... O değiştirdi üzerini ama seni banyodan ben çıkardım... Tam olarak amacın neydi?"dedi kaşlarını çatarak.

"Banyo yapmak!"dedim gözlerimi kaçırarak. İnanmadığını belirten bir ses çıkardığında tekrar ona odaklandım.

"Kıyafetlerle..."

"Evet... Yaparım öyle şeyler..."

Tabi her ay düzenli olarak...

"Soğuk su?"

"Fantezi meselesi..."dedim hemen.

"Su altında uyuyup kalmak da öyle olmalı!"dedi ve göz devirdi. Toprak Atılgan bana ilk defa göz devirmişti.

"Şu anda neyin sorgusundayım acaba?"

"Sorguda mısın bilmem ama iyi olduğun kesin!"dedi ayağa kalktı.

"İyiyim tabi... Neden olmayayım?"dedim. Onun çatık kaşlarını hissediyordum ama ona bakmıyordum.
Kimse benim kırgınlığımı, üzgünlüğümü ya da derdimi çekmek zorunda değildi! Çekenler de çok çabuk gidiyordu benden...

Toprak kalktığı yere tekrar oturdu ama bu sefer bana doğru döndü direkt olarak.

"Eliz... İyi değilsin... Benden mi çekiniyorsun? Eğer çekiniyorsan gidebilirim..."dediğinde onun gitme ihtimali bile canımı yaktı. Şu anda yanımda olması istemesem de içimi rahatlatıyordu ve ona bağlanıyordum. Bunun da farkındaydım.

"Hayır... Sadece konuşursam... Kaldıramam... Çok ağır konuştu ve ben bunu hak etmedim!"dediğimde gözlerim dolmuştu.

"Etmedin... Biliyorum ama böyle olacağını da biliyorduk..."dediğinde başımı salladım.

"Biliyordum ama yine de ağır geldi... Bu kadar kıracağını düşünmemiştim!" dediğimde gözümden bir damla yaş süzülmüştü. Ben güvenmediğim ortamlarda ağlamazdım. Ağlayamazdım. Şu anda ağlıyordum. Yani ona güveniyordum.

İyi ama neden?

Beynimin acilen çalışması gerekiyordu yoksa başkanlığı acılı kalbim alacak gibiydi.

Ben gözyaşımı silmeden onun parmakları sildi yaşlarımı. Sonrasında parmakları çenemde durdu. Çenemi yukarı kaldırdı ve göz teması kurmamızı sağladı.

"Şimdi bunları düşünme... Aç mısın? Hadi yemek yapalım..."dedi yataktan kalkarken beni de kaldırmıştı. Aniden kalktığım için ve sanırım birazda ateşim olduğu için başım dönmüştü bu yüzden ellerini sıkmıştım.
"İyi misin?"dedi endişeli bir şekilde. Kafamı salladım. Odadan çıktığımızda mutfağa doğru yöneldik ama ben kapının yanındaki boy aynasındaki yansımam yüzünden donakalmıştım. O da durmuştu.

Vücudumdaki bütün makyaj suyla birlikte silinmişti. Fondötenlerim normalde suya dayanıklı olurlardı ama artık kaç dakika suyun altında kaldıysam hepsi Yok olmuştu. Üzerimdeki crop yüzünden karnımdaki dövme ve her ne kadar cerrahi estetik ile gizlemeye çalıştığımız ama pek de başarılı olunamayan dikiş izleri de görülüyordu. Deminden görmediyse bile şimdi daha net görmüştü. Sormak istiyordu ama tepkimden de korkuyordu sanırım.

Mutfağa doğru ilerlemeye devam ettim. O da peşimden geldi. İstesem odaya geçip gizleyebilirdim ama gizlenecek bir şey kalmamıştı.

"Sormak istiyorsan sorabilirsin..."dedim sandalyeyi çektim ve oturdum. Kollarımı masaya yasladım ve üzerine yattım. Alttan alta ona bakmaya başladım. Dolaptan bir şeyler çıkarıyordu.

"Akşam sefasının senin için ayrı bir değeri var derken yanılmıyormuşum sanırım..."dediğinde kafamı salladım ama gördüğünü sanmıyordum.

"Görev sırasında mı oldu?"dedi. Bunu sorarken kasıldığını hissetmiştim.

"Evet..."

"Toplu görevlerde miydi?"

"Hayır..."

"Nasıl oldu peki?"

"İstersen direkt görevi söyleyeyim araştır..."dedim gözlerimi devirerek.

"Fena olmazdı aslında..."dedi ciddi bir şekilde."Anlatırsan dinlerim..."diye de ekledi.

"Bir ara anlatırım ama bu aramızda ortak... Bu izi, yarayı ve dövmeyi kimse bilmiyor ekipten! Dedem bile... Hiç kimse!"dedim.

"Ortak... Bunu sevdim... Sırrın bende güvende ortak!"dedi ve önüme bir tabak makarna bıraktı."Bu bitecek!"dedi bir de ellerini beline koydu.

"İlaç mı içmem gerekecek?"dediğimde başını salladı.

İçemezdim...

Yemeği yiyene kadar başımda beklemişti. Yemekten sonra ilaçlarımı içmem için bir ton ısrarını büyük bir ciddiyetle geri püskürtmüştüm. Şimdi de balkonda oturuyordum. Her ne kadar çıkmama izin vermese de onu dinleyeceğimi düşündüren şeyin ne olduğunu merak etmiştim. Telefonumdaki sekiz yüz elli altı cevapsız çağrı ile bakışırken gruptan toplu bir arama yapmaya karar vermiştim. Kulaklığımı takarken ayaklarımı da uzatmıştım. Toprak ise diğer koltukta oturuyordu.

İlk çalmada açılmıştı. Gördüğüm manzara ise kahkaha atmama sebep olmuştu. Toprak bile neye bu kadar güldüğümü merak edercesine bana dönmüştü ama ona önemli bir şey olmadığını söylemiştim.

Daha demin depresyondayken bu denli gülmem sonucu Bakırköy'den randevu almazdı umarım!

Alara'nın saçı başı dağılmıştı. Emel'in ise hâlâ kollarını tutan eller vardı. Yağız abim ise bana bakarak sırıtıyordu. Alp ve Yiğit ,Emel'i tutan ellerdi.

"Ne oldu size? Rönesans tablosu gibisiniz!!!"dedim gülerken.

"Bir rönesans geçirdiğimiz kesin! "dedi Alp uykulu bir sesle.

"Dökülün..."dedim.

"Hemen..."dedi Alara ve Yağız abimin elinden aldı telefonu. Bunun için çok bile beklemişti.

"O ağzını yırttığımın çiyanı senin hakkında ileri geri konuşunca bizde onun ağzını yırttık hayatım! Sana neler neler dedi ama ben hepsini hallettim!"

"Beni de ekle!!"dedi Emel arkadan.

"Emel de tabii ! Alp ve Yiğit sadece Emel'i durdurdu!"dedi. Sanırım onlara sinirliydi.

"Seni kimse tutmadı mı?"dedim Alara'ya. Normalde Yağız abimin burnundan getirmesi gerekiyordu. Abimin yaşamasının bile mucize olması gerekiyordu.

"Yağız mı? Tuttu ama bıraktı! Bir ara beni durdurdu ama sonra dediki Alara'yı durduran olursa onu da ben durdururum!"dedi Alara göğsünü gere gere. Güldüm. Onlarla konuşmak iyi gelmişti.

"Sizin neden orada olmanız gerektiğini daha iyi anladığınızı umuyorum!"dediğimde hepsi başını salladı.

"Toprak ne yapıyor?"dedi Yağız abim pek de hevesli sormuştu!

Bunlar nereden biliyordu?

"Biliyoruz boşuna yalan atma Bünyamin!"dedi Alp. Hemen anlamıştı itiraz edeceğimi.

"Eğer seni üzerse alırım onu ayağımın altına!"dedi Yiğit abim.

"Ben de ona kitaplardaki gibi ölümler yazabilirim!"dedi Emel. Kitap kurdum benim. Boşluk bulduğunda her türlü kitabı bulup okurdu. Bir kitabı bitirene kadar da durmazdı. Durduranlar ise hastanelik!

"Eliz sen bakma bunlara... Eğer seni üzerse zaten sen halledersin hayatımın anlamı... Kendini üzme tamam mı?"dediğinde başımı salladım.

Doğrudan sormaya korkuyorlardı.

"Bu arada burası bizde ama en kısa zamanda yanına gelmek gibi bazı hedeflerimiz var... Her hafta ikili gruplar halinde evde de kalabiliriz bilmiyorum ama bunu bir ara düşünelim... Şimdilik bütün dedikodular bizde... Sen bende kal yeter güzelim! Bu arada ona da selam söylemeyi unutma!!!"dedi Alara ve sonra kapattı.

Ben de gülerek telefonu ve kulaklığı bir kenera koydum. Sonra da Toprak'a döndüm." Sana selamları var!"dediğimde o da bana döndü.

"Seninle yaşadığımı nereden biliyorlar?"

"Seninle yaşadığımı kimler biliyor?"

"Dedelerimiz..."dediğinde başımı salladım. Bu yeterli bir cevaptı.

Koltukta daha rahat bir şekilde uzandım. Uyku bastırıyordu. Sabah da erken kalkmak gerekiyordu. Yeni gün yeni dertlerdi. Ne zaman uyuduğumu bilmiyorum ama bir ara uykumda uçtuğuma emindim. Uykularımda uçmak hoşuma gitmeye başlamıştı.

⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️⛈️

"Sence birlikte gelerek hata mı yaptık?"dedi. Daha çok tepkimi ölçmek istiyordu.

" Asıl ayrı ayrı gelsek sorun olurdu!"dediğimde başını salladı. Haklı olduğumu biliyordu.

"O hâlde iyi şanslar!"dedim ve arabadan indim. O da kafasını salladı. Kurumun önünde bir sürü magazinci vardı. Korumalar her ne kadar bizi korumaya çalışsalar da hepsine yetemiyorlardı. Arabadan indi ve elimi tutarak kuruma doğru ilerledik. Bu hareketimizin bile tonlarca yerde kullanılacağına emindim.

"Eliz Hanım... Toprak Bey... Aşk nasıl başladı?"

Oyunla!

" Aileleriniz bu duruma ne tepki verdi?"

Bir mutlu oldular görmeniz lazımdı yani... Bir mutluluk seli aldı götürdü bizi...

"Tepkileri büyük müydü?"

Aaa... Asla! Gayet küçük bir şekilde evlatlıktan red edilip evden kovuldum. Büyütecek bir durum yok ...

"Aileler barıştı mı?"

Tabi canım! Çeyiz düzmeye bile başladılar!

"Yüzyıllık küslük son mu buldu?"

Biz zaten küslük bitsin diye şey ettik yoksa... Aşk kim biz kim!

"Hamile haberleri doğru mu?"dediğinde bir muhabir donup kaldım.

Kilo almadığıma emindim. Başka bir şeye de emindim.

Toprak ilerletmese orada kalırdım sanırım. O muhabiri bulacaktım! Asansöre bindiğimizde içerisi tıklım tıklımdı. Herkesin bakışı bizdeydi.

"İyi ki sevgililik olayı oldu ha! Baksana gündemde dedikodu yokluğu varmış!"dedim kulağına. O ise sadece tebessüm etti. Kalabalık ortamlarda çok ciddi bir ifadesi vardı. Evde hiç de böyle değildi.

Direkt olarak dedelerimizin yanına gittik. Koridorda topuklu ayakkabımın çıkardığı o ses yüzünden herkesin bakışı bizdeydi. Bir dönen bir daha dönüp bakıyordu. Bir bize bir de birleşen ellerimize!

Dedemin odasının önüne geldiğimizde kapıyı çaldım ve içeri girdik. Ziya dede de buradaydı tabii ki. Herkes gibi önce bize sonra da birleşen ellerimize baktılar ama biz tabii ki de anında ayrıldık.

"Günaydınlar..."dedim kendimi koltuğa bırakırken.

"Günaydın kızım... Günaydın evlat!"dedi dedem.

"Baya dinç görünüyorsunuz!"dedi Ziya dede.

"Neden dinç görünmeyelim ki?"dedim havadan sudan bahseder gibi... Toprak da yanıma oturdu.

"Öyle tabii..."dedi dedem geri yaslanırken.

"Maşallah magazincilerin de ayağı iyi alıştı..."dedim.

"Şu anda yüzyılın aşkı olarak manşetlerdesiniz... Sosyal medya yıkılıyor!"dedi dedem sakin bir şekilde. Dedem benden daha çok kullanıyordu medyayı.

"Amacımıza ulaştık mı?"dedi Toprak.

"Daha başındayız... Karşı taraftan bir hamle bekliyoruz... Sizin yapmanız gereken aşık aşık dolaşmak! Gerisini bize bırakın!"dedi Ziya dede.

Şimdilik...

"Birlikte yaşamaya devam mı edelim yoksa ayrılalım mı?"dedim. Toprak'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"İsteğinizi yapabilirsiniz... Sen eve dön-"dediğinde dedem sözünün kestim.

"Eşyalarımı bir ara attığım konuma taşıtırsın... Başka?"dedim.

"Eliz... Baban ani tepki verdi ve sende güzel oynadın... Yakın zamanda ona anlatacağım..."dediğinde hayır anlamında kafamı salladım.

"Anlatmayacaksın... Orada herkes oyun oynadığımı anlayamazdı ama o anlayabilirdi ve anlamadı... Öğrenemesini istemiyorum... Beni tanıdığını düşünüyordu ama tanımıyormuş ve öyle de kalsın!"diyerek bu konudaki kesin kararımı belli ettim. Kimse anlamasa da babam anlardı beni ama o da anlamadığına göre daha da konuşmaya gerek yoktu.

"Bu konuyu daha sonra konuşalım o hâlde..."dedi dedem.

"Kararım değişmeyecek ama sen bilirsin!"dedim.

"Şimdi de kurumdaki görevlere gelelim..."dedi Ziya dede. Dikkatimizi ona verdik.

"Görevlerde birleşmenizin taraftarı olduğumuz için ekiplerinizde bir kaynaşma sağlamalıyız. Bu yüzden birbirlerinin arkalarını kollayacak şekilde iki kişilik grup haline gelmeleri gerek. Siz ikiniz zaten birbirinizi kolluyorsunuz. Geriye kalan sekiz kişiden de dört grup oluşturmalıyız. Bu yüzden de bir oyun ayarladık... Bugün onu yapacağız! Biz ekipleri belirledik ama onların haberleri yok..."dedi Ziya dede. Biraz düşününce bu fikir kulağa hoş gelmişti. Biraz kafamı dağıtmam gerekiyordu ve bu oyun kesinlikle bana yardımcı olurdu.

"Ekipler nasıl?"dedi Toprak.

"Yağız ve Alara'ya dokunmadık! Alara'yı Yağız, Yağız'ı da Alara'dan başkası durduramaz!"dediğinde dedem güldüm.Dedem ne oldu dercesine bakınca açıklamak zorunda kaldım.

"Dün gece olanların bir videosunu alabilirim... Ekibim harptan çıkmış gibiydiler çünkü!"dediğimde dedeler gülerken Toprak ne olduğunu sorguluyordu.

"Anlatmasalar şaşırdım... Neyse... Diğer ekipler ise Emel ve Kaan!"dediğinde Toprak ile aynı anda güldük.

"Kan çıkabilir!"dediğimde o da beni onayladı.

"Büşra ve Alp..."dedi dedem.

"Alp, Büşra'yı hayattan bezdirir..." dediğimde Toprak konuştu." Büşra da ona hayatı yedirir merak etme..."

"Alev ve Yiğit!"dediğinde dedem Toprak direkt olarak bana döndü.

"Abin ikizimi üzerse ben de onu üzerim!"dediğinde ben de ona döndüm.
"Unutma ki sende abimin kardeşiyle ekipsin yani eğer beni üzersen önce ben sonra da abim seni büzer canım!"dedim ve önüme döndüm.

Bu sırada dedelerin garip bakışları ile karşılaşmayı kesinlikle beklemiyordum. O da beklemiyordu. Daha da berbat olanı ise ikimizin de aynı anda kalkmasıydı. Daha ne kadar rezil olacaktık?

"Eee o halde biz ekipleri toplayalım... Ayrı ayrı tabiii! Aşağıda sizi bekliyoruz... Ayrı ayrı!"dedim altını çizerek. Bu iksinin bakışları hiç de bakış değildi.
Başımızı yakarlardı.

Kapının önüne geldiğimizde kapıyı açmadan önce dedem konuştu.

"Ayrı ayrı tabiii..."dedi benim gibi ama gülmemek için zor duruyordu.

Kapıyı açtığımız anda ellerimizde mıknatıs varmış gibi el ele tutuştuk! Baya ayrı ayrıydık! Odanın dışına çıktığımızda dedelerin gülüşleri kulaklarımızı doldurdu.

Birazdan yangın var diye bağıracaktım! Az kalmıştı!

Ali ile Ayşe el ele... Offf ne diyorum ben!!! Kararlılık seviyemiz de bir harika... Nerede ödüller?

Beni kendi katıma bırakana kadar ayrılmadı o eller...

"Görüşürüz!"dediğimde o sadece başını salladı ve kapı kapandı.

Ofisimin toplantı odasına geçtiğimde hepsi bitik bir halde duruyordu. Beni görünce kalkıp bana sarıldılar ama geri yerlerine çöktüler...

"Baya da dinç gördüm sizi!"dedim koltuğa kendimi bırakırken.

"Sen bir de karşı tarafı gör..."dedi Alara başını ovalarken.

"Şeytan görsün diyeceğim ama şeytana bile üzülüyorum yani..."dediğimde güldüler.

"Nasılsın?"dedi Yağız abim bana sarılarak. Kafasındaki yazma mıydı? Bana mı öyle geliyordu? Sorgulamadım.

"İyiyim ve dün geceyi unutuyorsunuz. Tek kelime istemiyorum ve elbette ki bu oyundan babama kesinlikle bahsedilmiyor!"dediğinde itiraz etmeye hazırlanıyorlardı." İtiraz yok! İstemiyorum dediysem istemiyorum! Şimdi de kalkıyorsunuz... Göreve çıkmamız gerek! Aşağıda bizi bekliyorlar!"dediğimde hepsinin meraklı bakışları eşliğinde kalktım. "Hiç de öyle köpek bakışı atmayın! Ne görevi olduğunu ben de bilmiyorum... Zaman kaybederseniz öğrenmemiz gecikir..."dediğimde benden önce çıkmışlardı toplantı odasından. Onlar asansöre giderlerken ben arkalarından gülerek gidiyordum. Karşı taraftan ise kıvırcık geliyordu.

"Bulut... Buralar sana emanet! Doğukan gelipte seni almaya çalışırsa beni ara hemen!"dediğimde güldü. Ben de gülerek bizimkilere yetiştim.

Kurumun araka kapısından çıkarak dedelerin onlar için ayarladığı eğitim yerine doğru yaklaşık yarım saatlik bir yol aldık.
Şu anda karşımızda dedem vardı. Benlik hava hoştu ama onlar hâlâ heyecanlıydılar.

"Evet çocuklar... Biliyorum hepiniz heyecanlısınız... O yüzden fazla lafı uzatmaya gerek yok! Karşımızda gördüğünüz gibi bir ev var! Bu sizin o internetlerde gördüğünüz korku evleri gibi ama kurum versiyonu gibi düşünün! Kendi kurallarımızı kendimiz yazarız anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı!"dedik hep bir ağızdan.

"Kuralları içeri girdiğinizde anlatacağız!"dedi dedem. Hepsi içeri girerken ben bilerek en arkada kalmıştım.

"Sen ve Toprak bizimle birlikte izlemek istersiniz diye düşündük!"dedi dedem.

"Ben ortağımın ne kadar iyi bir ajan olduğunu görmek istiyorum!"dedim dedemin teklifini reddederek.

"Oynayacak mısın?"dedi dedem.

"Bunu sormadın var sayıyorum dede... Nerede giyiniyoruz?"dediğimde gülerek peşimden geldi.

Elbette ki oyuna girecektim. Bu eğlenceden mahrum kalamazdım. İzlemek zevkli olurdu ama oynamak bambaşka bir olaydı.

Giyinme odasındaki tişört ve eşofman altını giyerek üzerimdeki takımdan kurtuldum. Saçlarımı öylesine bir topuz yaparak bizimkilerin yanında yerimi aldım. Hepimiz eve girdiğimizde hoparlörden ses gelmeye başladı ve kapı kilitlendi.

"Kurku evine hoşgeldiniz..."dediğinde bu ses hiçde yabancı gelmemişti. Kurku isminin saçmalığı ise bu ses ile anca uyuşurdu.

"Öncelikle tam önünüzde duran kutuların içindeki eşyaları alın ama sakın birbirinize vermeyin!"dediğinde ışık birdenbire mavi olurken kutudan çıkan bandananın rengini öğrenme ihtimalim artık kalmamıştı. Biraz zorlasam bulurdum ama buna gerek yoktu. Bandanayı bileğime bağlarken kutunun içindeki çakı, bıçak, fener ve ipi en güzel saklayacak şekilde vücuduma yerleştirdim.

"Şimdi ise tam önünüzdeki kapıdan giriş yapın!"dediğinde burada beş kapı olduğunu gördük.

"Hepimiz ayrı ayrı mı?"dedi Emel.

"Evet!"dedi dış ses.

"Emin misin?"dedi Alara.

"Beni mi sorguluyorsun?"dedi dış ses.

"Haşa!"dedi Alp ve kapıdan girdi. Sonra ise teker teker girdik. Şimdi rahat bir şekilde konuşabilirdim.

"Beni diğerleri duyuyor mu?"

"Kimse birbirini duyamaz!"dedi dış ses.

"Bana üstünlük taslama Doğu!"dedim kameraya el sallayarak.

"Sende nasıl bir kulak var da ben olduğumu anladın?"dedi Doğu şaşkın bir şekilde.

"O kötü birleşimden sonra senin olduğun konusunda hem fikir oldum. Kurum ve korku evini birleştirip kurkuyu bulman... Neyse! Beni iyi dinle!"

"Başka şansım mı var?"

"Güzel... Bu seferlik ortamı karanlık yapmadan önce bana haber ver olur mu?"

"Tabi sultanım! Kahve de ister misiniz?"

"Olur kızım!"dedi dedem arkadan.

"Olurmuş!"dedi Doğu bozulmuş bir sesle.

"O hâlde söyle görevimi!"dedim etrafa bakarken.

"Odada bir dosya saklı ve bulmak için yedi dakika var... Dosya ile bilmen gereken şeyler ise dosya olması!"dedi ve güldü. Gülmedi. Kahkaha attı.

"Buranın bir de çıkışı var hatırlatırım..."

"Süren başladı!"dedi bozuk para Doğu. Bozuk para gibiydi. Olunca da olmuyor olmayınca da!

Bir çalışma odasına benzeyen karanlık ama her tarsfs farklı bir renkte lambanın olduğu bir odanın içerisindeydim. İçerisi çok tozluydu. Belli oluyordu ki çıkışa kesin krizliktim.
Öncelikle düşündüm. Bir dosya olsam nereye konulurdum. Muhtemelen önemli bir dosyaydı ve öyle kolay yerlere konulmazdı. Yine de çekmecelere baktım. Dosya yoktu. Kitap vardı. Halının altına, çalışma masanın içine dışına , koltukların altına üstüne... Her yere baktım.

"Son iki dakika!"

Adımlarım ve ellerim hızlandı. Raflara baktım. Uzun uzun. Raflardaki kitaplar belli bir düzene göre sıralanmıştı. Altı sıra vardı. On bir , on sekiz, on bir... Şeklinde gidiyordu ve alttan beşinci raf sırayı bozuyordu. Raftaki kitaplar ise bstsn sona ikişer rakam artarak numaralandırılmıştı.

"Son bir dakika!"

Sıfır, iki , dört... On bir?..

İşte aradığım şey... Kitap gibi görünse de çok inceydi ve dosya neden kitap görünümünde olmasındı? On birinciyi çektiğimde dolap hareket ederken içerisi yeşile büründü.

"Çözdün... Feneri kullanacaksın..." dediğinde karanlık olacağını anladım ve feneri yakarak içeri girdim. Bakalım sıradaki işimiz neydi...

Yazardan...

( Hepsinin ne yaptığını görmek eğlenceli olacak...)

Emel temkinli adımlar ile mavi ışıklı koridorda ilerliyordu. İlk oyunu geçmişti. Onun için basit bir mangala oyunuydu. Karşısındaki iskelet ile birlikte mangala oynamış ve yenmişti. Zaten o iskeleti de hiç gözü tutmamıştı.

"Kemik yığınını da yenmedim demem..."derken ayağının altında olan iplere çok basmamaya dikkat ederek devam etti yoluna. Karşısında bir kapı vardı ve muhtemelen bu kapıdan içeri girdiğinde oyun başlayacaktı. Kapıyı açtı ve içeri girdi.

" Süren beş dakika! Amacın ise odada saklı olan broşü bulmak!"dedi dış ses.

"Broş neye benziyor? Bunu da bir söyleyiver sana zahmet!"dedi Emel.

"Etrafına bak ve bu odadan çıkış için sana en çok yardımı dokunacak nesnenin ne olacağını düşün... Broş ona benziyor olacak!"

"Yok ama artık yani!"

"Süren başladı!"

"Allah belanı versin senin dış ses!"diyerek Emel odanın içinde dolanmaya başladı.

Hemen yan odasında ise Büşra vardı. Onu görevi ise kimyasal maddelerden oluşan labaratuvardan gerekli iksiri elde ederek çıkmaktı.

"Süren azalıyorr..."dedi dış ses.

"Bana kimyasal maddelerden iksir yap dedin ve beş dakika verdin farkında mısın?"dedi Büşra sinirle.

"Ağzın değil elin çalışsın..."dediğinde dış ses Büşra kısık sesle küfür etmişti. Neyse ki dış ses onu duymamıştı.

Alara kırmızı ışınlardan bir yılan edasıyla kıvrıla kıvrıla geçerken o ışınları çıkaran Alev idi. Alev'in tamamlaması gereken bir sudoku oyunu vardı. Bu sudoku oyunun altılıktı ve her sayı doğru yere gelene kadar ışın saçıyordu. Alev'in hemen yan odasındaki Alara'nın görevi ise ışınlardan geçerek camdan kutunun içerisindeki anahtara ulaşmaktı.

"Vallahi belim tutuldu! Hepsi o cadı Sinem yüzünden! Yağız olmasa onu elimden kimse alamazdı da neyse... İyi günündeydi."derken son anda gelen ışından kurtuldu. Dediği gibi olmuştu. Yağız sadece beş dakika dayanabilmişti. Alara gerçekten de Sinem'e ulaşmıştı ve ne Okan ne de Sevim... Ya da diğerleri... Kimse durduramamıştı. Yağız Alara'yı kucakladığı gibi odasına kadar götürmüştü. Ardından da Emel , Yiğit ve Alp üçlüsü gelmişti. Sonrasında ise klâsik sakinleştirme denemeleri... Kaçma girişimleri ama anında yakalanma sahneleri derken sabaha kadar süren bir ızdırap...

"Dört, bir... İki... Üç , beş! Altı! Bitti!"dediğinde Alev aynı anda farklı yerlerden iki kapı açıldı. Açılan kapılar aynı odaya çıkıyordu. Alev ve Yiğit işte bu odada karşı karşıya geleceklerdi.

"Labirent odaya hoş geldiniz... Bu etapta benimle sohbet etmek yasak! Ederseniz sizi bekleyen cezalara hazır olun!"dedi dış ses.

Alev ve Yiğit aynı anda yutkunurken bunun nedeni dış ses değildi. Buranın bir iskelet yığınını andıran şeyler ile dolu olmasıydı. Çok geniş bir alandı. Onlara kolay gelsindi.

Alp ağlardan kurtulmak için çabaladıkça alt katta bir deprem yaratıyordu ama farkında değildi. Alt katında olan Toprak bir göçük altında yürüyordu. Üst katındaki Alp ise örümcekler ile vals yapıyordu.

"Süren azarlıyor örümcek adam!"dedi dış ses.

"Bana örümceklerin yuvasındaki anahtarı al diyorsun ama bu canlı beni yemek ister gibi bakıyor!"dedi Alp.

"Yapacak bir şey yok! Son bir dakika!"dediğinde dış ses Alp istemeden de olsa yuvaya elini sokmuştu.

"Bu bina gerçekten göçerse hapı yuttuk!"dedi Toprak ağzının içinden. Yaklaşık on dakikadır yürüyordu ama hiçbir şey yoktu. Arada bir toz düşünüyordu yukarıdan o kadar. Temkinli bir şekilde ilerlerken uzun ama bir o kadar da dar olan koridorun içerisinde bir ses duydu. Duyduğuna emindi ama ne sesi olduğunu çıkaramadı. Daha da sessiz ilerlemeye başladı. Fenerin ayarını kısarken Büşra ve Alp için yeni oyun kilidi açılmıştı.

"Bu etapta benimle konuşmak yasak! Konuşursanız cezalara hazır olun! Aynalara da dikkat etmeyi unutmayın!"dedi dış ses. Aynalı bir odada doğru çıkışı daha doğrusu birbirlerini ne kadar kısa sürede bulacaklardı?

"Süreniz altı dakikaa..."dedi dış ses ve diğer çift için tuşa bastı.

"Bu etapta benimle konuşmak yasak olduğu için cezalara hazır olun! Amaç belli! Ölmemek!"dedi ve kahakaha attı dış ses. Sonra ise derin düşüncelere daldı.Bu oyunlar onun için çok eğlenceliydi. Tabii izlemesi. Oyunun içinde olsa korkudan altına yapacağı kesindi. Özellikle labirent mezarlıkta iki çıkışta duran Yağız ve Alara'nın yerinde olsaydı.

"Ne oldu? Beğenmedin mi Doğukan?"dedi Ziya Atılgan çayını höpürdeterek.

"Yooo beğendim de... Acaba mezarlık için bir de şarkı mı açsaydık? Onu düşünüyordum!"dedi yutkunarak. Dedeler buna gülerken Doğukan işini yapmaya devam etti.

"Toprak ve Eliz karşılaşmak üzere. İki çıkıştan beridir yer altında yürüyorlar... Bu Eliz için sorun olur mu?"dedi Doğukan Orhan Karayel'e dönerken.

"Ne sorunu?"dedi Ziya Atılgan.

"Havalandırmaları çalıştırdın mı?"dedi Orhan Karayel. Doğukan başını salladı çalıştırıldığını belirten. Orhan Karayel biraz olsun rahatlamıştı.

"Astımı var ve bu aralar ilaç kullanıyormuş..."dedi. Bunu sonradan öğrendiği için hâlâ sinirliydi.

"Sorun olursa acil çıkışlardan çıkarlar!"dedi Ziya Atılgan. İkisi de başlarını salladılar.

"Hadi son çiftin de oyununu başlat!"dedi Orhan Karayel. Doğukan hemen kameralara döndü.

"Evet... Bu etapta benimle konuşmak yasak... Umarım yüzme biliyorsundur!"dedi ve keyifle kahvesinden içti. Emel ve Kaan'ın geçmesi gereken uzun ama yer yer dinlenmeleri için sığ olan bir havuz vardı. Şu çok derin değildi ama o ikisi için birbirlerini boğmaya yetecek seviyedeydi.

Alp temkinli adımlarla yere bakarak ilerliyordu ama yerde de ayna vardı." Yok artık a.... ! Yani!"dediği sırada bir fısıltı duydu. Belki de aynalar yankı yaptı dedi. Öyle olmasını dileyerek ellerini birleştirdi ve dua edip yüzüne sürdü. Başını yukarı kaldırdığında gördüğü aynadan dolayı kendi yansımasına küfür ederek devam etti yoluna.

"Böyle olacağını bilsem elbise giyerdim!. Baksana podyumdan farkı yok!"dedi Büşra ama duyduğu seslerden hemen sustu. Ayak sesi gibiydi. Aslında fısıltı da duymuş gibiydi. Kafası karışmıştı ama bir şeylerin döndüğünün farkındaydı.
Zaten nereye baksa kendini dönüyor görüyordu. Delirmeden çıksa iyiydi..

"Buradan bir çıkayım gerçekten mezarlığa gidip dua edeceğim... Gece değil kesinlikle! Gündüz gözüyle! Hatta o beni çuval gibi oradan oraya taşıyan öküz Yağız da gelsin! Ben dün akşam neden ısırmadım ki onu! Isırdım ama... Keşke daha çok ısırsaydım... Isırınca bırakıyordu en azından!"dediği gibi çığlık atması bir olmuştu. Ayağına bir şeyler dolanıyordu. "Allah'ın cezası! Ölmüşsün zaten bıraksana beni!"dedi tekrar.

"Alara!"diye başka bir ses duydu Alara.

O sırada izleme odasında çekirdek çitleyen Doğukan'ın çekirdeği boğazında kaldı.

"Adama bak be çığlığından tanıdı!"dediğinde dedeler güldü.

"Onları en iyi birbirleri idare ederler Doğukan... Birazdan Yağız Alara'yı iskelet ile kavgasından anca omzuna atarak ayıracak!"dediğinde Orhan Karayel, Doğukan daha da heyecanlı bir şekilde izlemeye başladı. Orhan zaten gelecek olan manzarayı biliyordu.

"Uzunca bir süre denize gitmek istemiyorum! Hatta havuza da girmek istemiyorum! Mümkünse yağmur yüzünden oluşan çukurları da görmeyeyim!"dediğinde sığ bir yerden derine geçtiği için suya batan Emel'i yukarı çeken eller Emel'i şaşkına uğratırken Emel hemen kendini savunmaya geçti. En başından beri elinin içinde olan bıçağı ona sarılan kollardan birine saplarken cebinden çıkardığı çakıyı ise boğazına yasladı.

O sırada suyun altında ufak bir inilti duydu. Elini bıçaktan ve çakıdan çekmeden suyun yüzeyine çıktıklarında ise ona sarılan kişi daha da şaşırmamısına neden olmuştu.

"Kaan..."dediğinde ellerini kesici aletlerinden çekti ama geri gidemedi. Kaan onu sıkı bir şekilde tutuyordu. Kaan  yüzmeyi seviyordu ve bu yüzden bu havuz onun için bir çocuk oyuncağı gibiydi. Çoktan nereden çıkacağını bulmuştu ama burada yalnız olmadığını anlamıştı. Emel yalnız olduğunu düşündüğü için sızlana sızlana çıkışa gidiyordu. Kaan da onunla uğraşmak adına onu korkutmayı düşünmüştü ama saldıracağı aklına bile gelmemişti.

"Bir daha seni korkutursam iki olsun!"dedi nefes nefese. Kolundaki yara derin değildi ama Emel'in kendini suçlu hissetmesine neden olacak düzeydeydi.

"Ben... Senin ne işin var burada?"dedi. Geri gitmeye çalıştı tekrar ama Kaan hâlâ tutuyordu.

"Bilmem... Senin ne işin varsa ondan..." dedi yüzüne doğru.

"Bu çocuğu yaraladı!"dedi dış ses Doğukan dedelere.

"Kim yaralandı?"dedi Orhan Karayel.

"Kaan!"dedi Doğukan.

"Bir şey olmaz ona! Kızı korkutmasaymış..."dedi Ziya Atılgan. Torunun çok iyi tanıyordu. Kaan'ın Emel ile uğraşacağına emindi en başından beri. O ikisinin takım olmasını da o istemişti zaten.

"Acil çıkış isterlerse onları yönlendirirsin!"dedi Ziya Atılgan çayından yudumlarken.

Bu onların üçüncü demlik çayıydı.

"Özür dilerim..."dedi Emel Kaan'ın kolundaki yaraya bakarken. Mavi ışıkta anca bu kadar görünüyordu.
Kaan Emel'in özür dilemesine şaşırmıştı çünkü onda hiçte özür dileyecek bir tip görmüyordu.

"Sorun değil..."dedi Emel'e bakarken. Emel ona bakmıyordu.

"Beni bırakmayı düşnüyor musun?"dediğinde Emel , Kaan gülerek onu bırakınca Emel tekrar suya battı. Kaan tabii ki de bu bıçak yarasının öcünü alacaktı. Emel'i tek koluyla tutarken serbest kalan eliyle onu aşağıya çekebilmek için tişörtünü çoktan eline sarmıştı ve Emel bunu fark etmemişti. Emel çoktan Kaan'a hakaret etmeye başlamıştı ama Kaan sadece gülüyordu.
Emel illaki suyun yüzeyine çıkacaktı.

Bastığı her adımda bir şeylerin kırıldığına ve çatladığına emin bir şekilde ilerleyen Alev yalnız olmadığını biliyordu. Birisi daha vardı. Nefeslerini kontrol altına sokmaya çalışsa da kalbi çok hızlı atıyordu. Bu kemik mi yoksa iskelet mi artık her ne halt olduğunu bilmediği tepeciklerin etrafında dönerken ayağına bir şey tuttu. Çığlık atıp atmamak arasında kalırken arkasından gelen ses ile dengesini kaybedip yere düşünce kendi ayağının üzerine oturmuş oldu ve canı çok yandı. Yüzüne tutulan ışık yüzünden hiçbir şeyi göremezken ağlamamak için kendini sıkıyordu. Buradan çıktığında ilk ise bu kemik yığınlarını ateşe vermek olacaktı.

"Alev!"dedi karşısında duran Yiğit. Bu odaya girdiğinden beri bu tepeciğin etrafını tavaf etmişti beş kez... Yön duygusunu kaybederken içerideki diğer kişinin ona çok yakın olduğunu anlayınca saklanmış ve kemik yığınlarından oluşturduğu tuzağa düşmesini beklemişti. Beklediği kişi kesinlikle Alev değildi. Hemen feneri yere atarak Alev'e eğildi.

"İyi misin?"dedi.

"Ne işin var senin burada?"dedi Alev ters bir şekilde. Tanımadığı insanlara karşı hep böyleydi.

"Ben de aynı şeyi sana soracaktım! Ne işin var burada..."dedi Yiğit aynı aksilikle karşı verirken.

"Senin ne işin varsa ondan... Çıkar beni buradan!"dedi Alev. Kalkamıyordu çünkü kemik yığınının içine düşmüştü hem de ayağını çok fena incitmiş gibi duruyordu.

"Düşmeseydin!"dedi Yiğit doğrulurken.

"Beni buraya düşüren sensin!"

"Tuzağa düşen de sensin!"

"Yiğit!"

"Alev!"

"Çıkar beni!"

"Kendin çıkacağına eminim! Çıkışta görüşürüz!"dedi Yiğit arkasını dönerken. Alev'in tavrı hiç hoşuna gitmemişti ve bu yüzden ona yardım etmek isteyen tarafına da bir soğuma gelmişti. Alev çok sert davrandığının farkındaydı ama Yiğit'in bu kadad alıngan olduğunu tahmin etmiyordu elbette.

"Yiğit... Çıkamıyorum..."dedi deminkine göre daha yumuşak bir ses ile. Debelenmeyi de bırakmıştı. Daha da gömülüyordu çünkü.
Yiğit'in adımları dururken Alev tekrar konuşmuştu. Numara yaptığını düşünsün istemiyordu.

"Ayağımın üzerine düştüm ve acıyor..."dedi açıklama olarak. Yiğit geri döndü. Tekrar eğildi. Alev'i çıkardı oradan. Kontrol etti ayağını. Şişmişti bileği. Kucağına alarak kalktı Alev ile birlikte.

"Ne yapıyorsun?"dedi Alev kaşlarını çatmış bir şekilde. Kollarını çoktan Yiğit'in boynuna sarmıştı.

"Seni bu şekilde yürüttüğüm için dedemden hiç de azar yemeye niyetim yok!"dediğinde bu birazcık işin bahane kısmıydı.

"Dış ses... Yaralı var..."dedi Yiğit kameraya doğru.

"Savaşa mı girdiniz yoksa oyuna mı belli değil ki!"dedi ve hoparlöre bastı." Işığı takip edin..."dedi.

İlk çıkışa yönelen onlarken üç grup birbirini bulamamıştı daha.  Bir grup ise  havuzda birbirini boğmaya çalışıyordu!

Continue Reading

You'll Also Like

187K 12.5K 39
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...
86.1K 3.9K 24
Teğmen Asya Öztürk'ün aylardır peşinde olduğu terörist sonunda kendi kendini mahv edecek bilgileri Asya'nın eline verir . Fakat işler Asyanın istediy...
3.8K 1.2K 15
"Yaralarını sarmak isterken senin engeli halline aşık oldum. Bir gün iyileşsen beni bırakır mısın.? Ben senin yaralarını sarmak istedim, nereden bile...
192K 941 6
!!! KİTAPTA BOLCA SMUT BULUNUR !!!