KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.6M 299K 182K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!

69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"

19.3K 2.1K 820
By DuruMavii

Selam!

Sezon finalinden önceki son bölümümüz. Söz verdiğim gibi upuzuuuun oldu.

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Çünkü tam üç bölümlük bir final yazacağım ve motivasyona ihtiyacım var.

Keyifle okuyun.

🖤


Umudumu kanatlarından çekiştiren kötü ruhlara; bileklerime çivili prangalar geçirmek için çıldıranlara; benliğimi yerle yeksan etmek isteyen tüm olasılıklara meydan okuyacak efsunlu gücü keşfetmiştim.

Pes etmek yoktu.

Vazgeçmek yoktu.

Yok olmak yoktu.

Savaşacak, ele geçirecek ve daima var olacaktım. Çünkü Alaz, dudaklarından dökülen tek kelimeyle, bana kendime gelmem için gereken gücü vermişti.

Tanrım!

Yıllardır hasretini çektiğim o andaydım.

Gözlerindeki utangaç sevinci görünce, koşup onu kollarımın arasına almak istedim. O sevimli kafasını göğsüme bastırıp, tüm suratına dudaklarıma dokundurmak istedim. Ancak şatonun devasa kapıları bizim için almıştı ve muhafızlar bizi ateş sahasına götürmek için yanımıza ulaşmak üzerelerdi.

Aramızdaki onca mesafeye rağmen oğlumun gözlerine baktım ve dudaklarımın belirgin bir şekilde hareket ettirerek fısıldadım. "Seni seviyorum."

Mavi gözlerinden birini benim için kırptı. Sonra aynı şekilde dudaklarını hareket ettirdi. "Seni seviyorum anne."

Biran parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. Gözlerinden birini tıpkı oğlunun yaptığı gibi kırptıktan sonra dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Mahkemeyi kazanmaktan başka şansın yok, sarışın. Aksi halde şu küçük herifi ben bile tutamam."

Gözlerim hala oğlumun gözlerindeyken, "Kazanacağım!" dedim, umutla. "Oğlum için..."

Ateş sahasına liderler geçidinden geçerek ulaştık. Tembihlediği birkaç husus dışında içimden geldiği gibi davranmamı söyleyen Biran, sıkça üzerime çevirdiği safir mavileri ile bana dinginlik veriyordu. Mistik kokusuyla hatırladığım ateş sahası, gerçekleşecek mahkeme için arka arkaya dizilmiş sandalyeler ve kürsülerle hazır hale getirilmişti. Havanın gizemli kızılına karışan meşalenin ateşi, is kokusunu havaya boca ederken, üç büyükler geniş kürsülerinde yerini almıştı. Kürsünün iki ayrı ucunda oturan büyücüler ise ilk kez görüyordum. Ancak kadın olanın tarzı Büyücü Bor'unkine oldukça benziyordu. Tıpkı onun gibi hatlarını belli etmeyen ve bedeninin her köşesini saran siyah bir elbise ile aynı renk garip bir şapkayı giyinmişti. Üç büyüklerin beni fark etmesiyle dizlerimi kırıp onları selamladım. Birbirine bakan iki tanık kürsüsünün ortasında bulunan ve yönü doğrudan heyete bakan tek kürsüye çıkmam istedi. Zaten böyle olacağını biliyordum. Biran ile ayrılan ellerimizin ardından bana söyleneni yaptım. Biran, karşısına Lord Hualp Koran'ın geçeceği tanık kürsülerinden birine geçti. Lord henüz teşrif etmemişti. Hiç etmemesini dilerken, omzumun üzerinden izleyicilerin bulunduğu sandalyelere baktım. Orada Mirel ile Mestan'ın bakışlarını yakalamayı başardım. Her ikisi de buradaki herkes gibi siyahlar içinde ve ciddi görünüyordu. Her daim özel; beyaz ve pelerinli kostümlerinin içindeki üç büyükler dışında...

Üç ihtiyardan ortada oturanı tokmağını kürsüye indirmeden önce etrafına baktı. Aradığı Hualp Koran'dı ve hala ortada yoktu.

"Elçi!" demesiyle, şato elçisi el pençe kürsünün önünde bitti. "Lord' a mahkemenin zamanı bildirilmedi mi?"

"Bildirildi, efendim." dedi elçi. "Muhakkak geleceğini iletti kendileri. Bir sorun olmuş olmalı."

Aynı anda Biran'ın dudaklarında tehlikeli bir tebessüm yakaladım. O sorunu Lord Hualp için bizzat yaratmıştı! Üstelik onu biraz olsun tanıyorsam, varlığımı üç büyüklere söylerken, Hualp'in icabına bakmayı çoktan planlamış olmalıydı.

"Bu vaziyet hoş karşılanamaz." dedi üç ihtiyarlardan biri. Hualp'in gelmemiş olması hiçbirinin hoşuna gitmemişti.

Elimi kaldırıp, söz almak istediğimi belli ettim. İsteğim yerine getirildiğinde ellerimi birbiri üzerine koyarak heyeti birkez daha selamladım. Çünkü artık bu oyunu kurallarına göre oynamam gerektiğini biliyordum.

"Efendim, siz kıymetli üç büyükler ve mahkemeyi saygıyla selamlıyorum. Her şeye rağmen karşınızda bulunmak benim için bir onurdur ancak tehlikeli bir hamilelik geçiriyorum. Buraya gelene kadar da Büyücü Dora'nın gözetiminden istirahat ediyordum. Bu nedenle mahkemenin şu an gerçekleşmesi benim için ayrı bir önem teşkil etmektedir.".

Üç büyükler aralarında konuştuktan sonra mahkemenin gerçekleşeceğini bildirdiler. Biran'a yandan bir bakış atıp bıyık altından gülümsedim. Bunu planlamamıştık, yalnızca yapmam gerektiğini biliyordum.

Ortada oturan ihtiyarın kollarını iki yana açmasıyla en sağ ve en solda oturan büyücüler ayağa kalkıp selam verdi. "Lovangos ve Mentro Eyalet krallığından teşrif eden Büyücü Şuh ve Büyücü Halkim.

Büyücüler Lider Biran için, Lider Biran ise üç büyükler için reverans yaptı.

"Bildiğiniz üzere mahkemelerde büyülerin değil, sözlerin yeri ve geçerliliği vardır. Başlayalım. Bilindiği gibi Kraliçe Rozelin Nuh, uzun yıllar önce kendi tercihi neticesinde soyadını taşıdığı kocasından ve kızıl bölge Kimpras'dan ayrılma kararı almıştır. Bununla birlikte bir mucize olan Alaz Nuh'dan da kendi rızasıyla vazgeçtiğini bizlere bildirmiştir. Tercihi nedeniyle, Lider Temur Alizen'i ve Lord Steven Alte'i öldürme suçundan mesul olduğu cezayı, bölgeye bir daha adım atmamak kaydıyla sildirmiştir." Konuşan ihtiyar, gri gözlerini dikkatle üzerime odaklayarak "Onaylıyor musun, Rozelin Nuh?" diye sordu.

Bahsettiği tüm olaylar acıydı. Bahsettiği tüm olaylar gerçek ve acıydı. Utançla başımı eğecekken, şatonun önünde ne duyduğumu kendime hatırlattım.

Anne.

Bakışlarımı üç büyüklerden ayırmadım. "Onaylıyorum, efendim."

"Bir süre önce sana kati suretle yasaklanan Kimpras da görüldüğünü duyduk. Doğrusu, hiç birimiz inanmak istemedik. Zira! Giderken sana defalarca emin olup olmadığını sorduk." İhtiyar eminlikle başını salladı. "Emindin. Şimdi ise geri döndüğünü ve Lider Biran'dan hamile olduğunu beyan ediyorsun. Oysa, evlilik birliğinizin bizler tarafından bozulması gerekirken bile, seni bulamamıştık."

Alt dudağımı acıyla dişleyerek, "Evet." dedim. "Beni bulamadınız. Çünkü bulunmak istemedim. Çünkü..." Söyleyeceklerim planlı değildi. Çünkü Lider Biran, sözlerime müdahale etmek istememişti. Buraya gelirken, bana içimden geldiği gibi konuşmamı söylemişti ve ben tam olarak içimden geçenleri söyleyecektim. "Lider Biran'dan ayrılmak istemedim. Çünkü aşık olduğum tek adam o. Yalnızca o... Biliyorum, yaptıklarımdan sonra söylediklerimiz mantıklı gelmiyor. Size söyleyebileceğim tek şey, tüm bahsettiğiniz o kötülükleri neden yaptığımı bilmediğimdir." Onlara pişman gözlerle baktım. İşte bu gerçekti. "Çok üzgünüm. Pişmanım. Sizden, bana ve ailemize bir şans vermenizi diliyorum, efendim."

Üç büyükler, sözlerimin bitmesiyle gözlerini Biran'a çevirdi. "Sayın lider, sizi dinleyelim."

Biran, başıyla ihtiyarları onayladıktan sonra sert bakışlarını giyindi. O, hiç kimsenin karşısında mahcup ve çaresiz duracak bir adam değildi. Üç büyüklerin bile... "Karım Rozelin Nuh'un dile getirdiği her şeyin altına imzamı atıyorum. Kendisi de geçmişte yaptıklarını neden yaptığını bilmiyor ve hatta bir çoğunu hatırlamıyor. Size söylemiştim, efendim. Karıma büyü yapıldı. Başka bir açıklaması olamaz. O büyü yüzünden ailemiz yeterince yıprandı, ayrı kaldık." Başını kaldırdı ve bakışlarını tek tek ihtiyarların üzerinde dolaştırdı. Bu, sözsüz ancak açık bir tehditti. "Başka bir ayrılığa tahammülüm de sabrım da olmadığını bilmenizi isterim. Karım, ülkemize bir mucize daha bahşedecek. Bunu en sağlıklı şekilde yapabilmesi için ailesinin yanında ve huzur içinde kalmalı."

Biran, sözlerine son verdiğinde sıranın Mirel ve Mestan'a geldiğini düşünüyordum ki anne Alte içeri ağlayarak girdi. Onu takip eden adam baba Alte'ydi.

"Ah! Saygıdeğer üç büyükler! Beni... Beni dinleyin." Nefes nefes heyetin önünde durdu anne Alte. "Efendim, saygısızlığımı mazur görün. Lakin bizi dinlemeden karar vermeniz adaleti sağlayamaz. O kadın!" Başını çevirip, yaşlı gözleriyle bana öldürücü bir bakış attıktan sonra yeniden ihtiyarlara baktı. "Oğlumu katletti! Mentro Eyaleti'ne sürüldüğü için cezasını çekmedi bile... Şimdi ise..." Ellerini yumruk yaptı. Acı çekiyordu. Bir anne olarak acısını hissedebiliyordum. Her şeye rağmen... "Şimdi de zavallı kızım Leydi Diana da elimizden kayıp gitti. Katili ise Rozelin Nuh! Bunu adım gibi biliyorum. "

Biran'a baktım. Bana gönderdiği mesaj açıktı; susmak ve inkar etmek....

"Hanımefendi," dedi ihtiyarlardan biri. "Kızınız Leydi Diana için üzgün olduğumuzu bilmenizi isteriz. Lakin mahkememizin konusu bu değil. Zira Leydi Diana'nın katili henüz belirlenmedi. Biliyorsunuz, leydinin muhafızlar hala kayıp. Ancak o muhafızlara ulaşabildiğimizde gerçek katil ortaya çıkacaktır."

Kadın titremeye başladı. Baba Alte onu kollarının arasına almadan önce tıpkı karısı gibi, bana korkunç bakışlarını gönderdi. "Efendim, sizleri saygıyla selamlıyorum." Baba Alte, söylediği gibi üç büyükleri selamladı. "Ancak karım haklı. Kızım sayılan ve sevilen bir leydi idi. Bugüne kadar düşmanı olduğuna şahit olmadık. Kraliçe Rozelin bir süre önce şatomuza geldi ve kızımı ölümle tehdit etti. Kızımın katili mutlak suretle Kraliçe Rozelin'dir!"

"İtiraz ediyorum!" diyerek araya girdim. "Ben Diana'yı tehdit etmedim. Asla!"

İhtiyar tokmağını masaya indirdi ve katı bakışlarını baba Alte'ye uzattı. "Sayın kral, sizi ve savlarınızı önemsiyoruz. Ancak az önce de söylediğim gibi; yürüttüğümüz mahkemenin konusu bu değil. Diana'nın katiline dair en ufak bir delil yakaladığımızda, o mahkemeyi göreceğiz. Bundan şüpheniz olmasın."

Baba Alte karısını uzaklaştırırken, "Umarım." dedi. Sonra yeniden bana baktı, bu kez gözdağı vermek için... "Zıttı bir durumda adaletimi kendim sağlamak zorunda kalırım."

"Dikkat et." Bu uyarı Biran tarafından, alandan çıkmak üzere olan baba Alte'ye yapılmıştı. "Adaleti yanlış yerde aramaya kalkarsan, bok yoluna girmek kaçınılmaz olur."

Alte ailesi lidere afallamış gözlerle bakarken, tokmak kürsüye bu kez Biran'ı ikaz etmek için indi.

"Lider Biran, nerede olduğunuzu unutmayın lütfen."

Biran, kaldırdığı kolunu baba Alte'ya uzattı, öfkeliydi. "Bunu esas onlara söylemelisiniz, efendim. Az önce açıkça karımı tehdit etti. Buna göz yumacak değilim."

İhtiyar, Alte ailesine dönüp, "Çıkabilirsiniz." diye buyurdu.

Sonra tokmak kürsüye son kez indi.

Alte ailesi alandan ayrıldı ve geciken karar için izleyiciler de ayağa kalktı.

Başımı eğdim, gözlerimi kapattım ve dua etmeye başladım. İhtiyacım olan tek şey oğluma geri dönmek ve kocamın korunaklı gölgesinde yaşamaktı. Ancak onların yanında gücümü koruyabilirdim.

"Gece Kraliçesi Rozelin Nuh'un, Lord Steven Alte ve Aydınlık Bölge Lideri Temur Alizen'i öldürme suçundan aldığı ancak bölgeyi terk etmesiyle sildirdiği iki bin gün kırmızı bölge zindan cezasının, bölgeye geri dönmesi ile yeniden hükmedilmesine; ancak ikinci bir mucizeye gebe olmasından mütevellit, doğumun gerçekleşmesi ve mucizenin ülkemize kazandırılması durumunda cezadan muaf tutulacağına kara verilmiştir."

İki bin gün.

Bebeğin doğması durumunda!

Ancak bebeği doğuramazsam...

Biran'dan ayrı geçecek iki bin gün.

Alaz'dan ayrı geçecek lanet iki bin gün.

Buna dayanamazdım.

Üç büyüklerin bana verdiği, koşullu bir özgürlüktü...

"Ayrıca!" Tokmak masaya beklenmedik bir şekilde indi. "İsminin Leydi Diana'nın ölümüyle ilişkilendirilmesi durumunda,sonsuza dek zindan cezasına mahkum edilmesine karar verilmiştir."

*

Kederin bağrından kopan parçalar, birer enkaz gibi üzerime dökülürken, kurtulmak için attığım her adımda yeniden hapsoluyordum.

Ruhum bir kapana kısılıp kalmış gibiydi.

Kalbim, umut diye haykırsa da geçmişim ve geleceğim beni tüm umutlardan mahrum bırakmak istiyordu. Bunun için savaşıyordu ve kazanmaya çok yakındı.

Ağlamıyordum. Ağlayabilseydim kabul etmeye yakın olurdum.

Öfkeli değildim. Öfkeli olsaydım hıncımı nesnelerden çıkarabilirdim.

Evimdeki, daha ne kadar daha oturacağımı bilmediğim koltuklardan birinde oturmuş, acının içimde patlamasını hissediyordum.

Onunla ikimiz de buradaydık ve ikimizin de daldığı lanet bir boşluk vardı. Ancak kimsenin edecek tek kelimesi bile yoktu.

"Bir şey söyleyeceğim." Başımı yaslı olduğu koltuk başlığından kaldırmadan gülümsedim. Söyleyeceğim şeyi düşününce gülümsemem genişledikçe genişledi. "Hani ben geçmişe gittiğimi söylemiştim ya... Sana bunu detaylı olarak anlatmadım. Çünkü... Ordan bile bir trajedi getirdim."

Biran'ın doğrulduğunu hissettim. Hemen yanımdaki koltukta oturuyordu ve yüzü tavana kilitlenmiş gözlerime çok yakındı. "Ne yaşandı?"

Gülümsemem ağır ağır solarken, "Yaşananlar geride kaldı." dedim. "Ama o yaşananların arasından boktan bir gerçek var." Gözlerimi kapattığımda, bir damla yaş şakağım boyunca kayarak saçlarıma sızdı. "Ömrümden yirmi yılı feda ettim." Başımı çevirip Biran'a baktığımda, gözlerine toplanan kara bulutları gördüm. "Biliyor musun? Bunu kendime bile unutturmuştum. Bugün, o ihtiyarların sayesinde hatırladım. Dedim ki kendi kendime, yaşlanmadan öleceğin zaten belliydi. Diana'nın katili olduğunun ispatlanması durumunda artık ölüm yerin de belli; zindan." Gülümsedim, yeniden. "Kırmızı bölge hem de."

"Sen... Ne saçmalıyorsun?" Kara bulutların gözlerine armağan ettiği derin ve karanlık bir pustu. Yutkundu, ağır ağır... "Ne saçmalıyorsun sen!"

Başımı hızlıca salladım. "Saçmalamıyorum bebeğim. Gerçek bu."

"Hazırlan, Dora'ya gideceğiz."

"Dora hiçbir şey yapamaz."

"O halde bir Mentro'dan bir büyücü getirtirim."

"O da bir şey yapamaz."

İri bedeni ayağa dikildi. Gözlerinden ateş çıkıyordu. Ona gerçeği söylemek zorundaydım. "Hiç kimse bir şey yapamaz."Ayağa kalktım ve yıkık omuzlarımla karşısında durdum. "Bunu sana nasıl söyleyeceğimi hiç düşünmedim. Bize kalsa belki de söylemezdim ama... Diana'yı da benim öldürdüğüm ortaya çıkacak ve ben sonsuza dek zindanda kalacaksam, orada çok da fazla kalmayacağımı bilmeni istedim."

Bana, duyduğu en saçma şeyi söylemişim gibi baktı. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken, kaşları çatıktı. "Sen kafayı mı yedin?" Bu kez kaşlarını kaldırdı. "Sence ben seni zindanda bir gün bile bırakır mıyım?"

"Sakin ol lider. Sadece bir ihtimali söylüyorum."

"Söyleme." dedi, itiraz kabul etmeyen bir tonla. "Çünkü bunun da üstesinden geleceğiz."

Başımı sallarken, Alaz'ın uykuda olduğu yatak odamıza gitti. "Gelmek zorundayız. Çünkü oğlumu birkez daha annesinden ayırmayacağım."

Başımı göğsüne koyduğumda henüz kollarını açılmamıştı bile. Bu kez benim onun gücüne ihtiyacım vardı. Kolu belim boyunca dolandı. Diğer eli başımın arkasındaydı. "Bize inandığın hiçbir savaşın mağlubu olmayacağız Rozelin." Sözleri yalnızca aldığım cezayla ilgili değildi. O, daha kendisine ait olup olmadığını bilmediği bebeği de korumaya çalışıyordu. Tıpkı geçmişte de olduğu gibi... "Sana söz veriyorum."

Gülümsedim. "Ne sözü?"

Dudaklarını başımın üzerine yasladı. "Lider sözü."

*

Kızıl güneş, Kimpras'ı henüz ele geçirirken, bir gün önce ayak bastığım ateş sahasındaydım ve bu kez muhteşem bir nedenim vardı.

Bebek Rozelin.

O, tüm bebekler gibi bir mucizeydi. Doğumunun kutsanması ve isminin verilmesi için günün ilk ışıklarıyla birlikte şatoya gelmiştik.

Ateş sahası mahkeme havasından arındırılmıştı. Daire biçiminde dizilen sandalyelerin arasına yarım metrelik, kalın gövdeli mumlar yerleştirilmişti. Dairenin ortasında ahşap bir kürsü ve kürsünün üzerinde de kahverengi kaplı büyükçe bir kitap vardı. Beyaz elbise giyen Perla ve beyaz takım elbisenin içinde olan Efraim, kundaktaki kızlarıyla o kürsünün başında dururken, bu kutsal ana şahitlik etmek isteyen halk ve büyücüler sandalyeleri boş yer kalmayacak şekilde doldurmuştu. Aslında burada bulunanlar herkes aynı saf rengin içindeydi. Çünkü törenin öncelikle kuralı buydu. Bu yüzden bir elimle beyaz elbisemin eteklerinden tutarken, diğeriyle beyaz takım elbisesinin içinde bir melek gibi görünen oğlumun elini tutuyordum. Oğlumun diğer elinde ise kendisiyle aynı takımı giyinmiş olan babasındaydı. Dün hiç yaşanmamışcasına, yüzlerimizde anın mutluluğu yansıtan birer tebessümle kürsüye doğru yürüyorduk.

Nuh ailesi olarak, bu kutsal anın sözlü ve yazılı şahitleri olacaktık.

Onlardan ayrı kaldığım üç yıl boyunca bu anın hayalini o kadar fazla kurmuştum ki gerçekliğine inanamıyordum. Bakışlarımız sevdiğim iki adam arasında gidip geliyordu; sıkı sıkıya birbirini tutan ellerimize bakıyordum.

"Bence bu manzaraya küçük, sarışın bir kız çocuğu çok yakışırdı."

Gülümsemem, dudaklarımda bir çığa dönüşürken, Biran'a hüzünlü gözlerle baktım. Hayır, ona kızmıyordum. Bunu istemekte haklıydı. Kırıldığım da tam olarak buydu; içimde, onunla aynı isteği taşımıyordum.

Alaz birden durdu ve gözlerini kocaman açarak bana baktı. "Anne! Bir kardeşim mi olacak?"

Dudaklarım kıpırdadı. Ancak bir şey söyleyemedim.

"Henüz değil." dedi Biran. "Bunun için annenin hazır olmasını beklemeliyiz küçük adam. Hazır olduğunda," Umutlu bakışlarını gözlerimde gezdirdi. "Bize güzel haberi verecektir."

Alaz sevinçle başını salladı. "Bir kız kardeşim olursa onu korurum. Ona at binmeyi ve kulçuk eğitmeyi öğretirim."

Alaz'ın istekli halini izlerken, içimin titrediğini hissettim. Üstelik sadece bununla da sınırlı değildi; suçluluk da hissediyordum. Tanrım... Sonu aydınlığa uzanan bir yola ihtiyacım vardı.

"Kıymetli Lider Biran Nuh, sevgili Gece kraliçesi ve küçük veliaht..."

Üç büyükler kürsünün başında yer aldılar ve öncelikle bizi karşıladılar. Sanki dün ağır bir ceza verip ailemizi sarsmamışlar gibi...

Herkes ayağa kalktı. Yapmamız gerekeni yapıp ihtiyarları selamladık. Aynı anda fonda karakteristik ve ağır bir müzik çalmaya başladı. Bakışlarımı etrafta dolaştırdığımda, çalınan enstrümanın bir kanuna benzediğini gördüm. Çalan iri adamın başında deri bir bere vardı. Başı enstrümana eğik biçimde durduğu için göremiyordum ama onu bir yerden tanıyor gibiydim.

"Sevgili Safornikon halkı."Bir ihtiyarın söze girmesiyle, dikkatimi üç büyüklere çevirdim. "Bugün burada ülkemize bahşedilen yeni bir mucizeyi kutsayacak ve ona ismini vereceğiz. Umarız, bir gün her biriniz bu kürsüde yanımızda yer alır ve ülkemize yeni canlar armağan ederek kutsal mertebeye ulaşır."

Halk, ellerini göğsüne bastırarak, ihtiyarın dileğine katıldı. Her birinin gözlerindeki istek, birer kutup yıldızı gibi parıldıyordu.

"Sevgili Efraim ve Perla Dien. Öncelikle, ülkemize bir mucize armağan ettiğiniz için size minnettarız. Ulaştığınız annelik ve babalık mertebelerinin sizlere uğur getirmesini diliyoruz."

Perla, kollarında uyuyan bebeğine bakarken, dolan yeşil gözlerini kırpıştırdı. "Teşekkür ederiz, efendim."

Bir ihtiyar, kendisine tepsi içinde getirilen toprak kaba ellerini daldırdı. Gözlerini kapattı ve avuçlarındaki küle bir şeyler fısıldadı. Efraim, bebeği karısından aldı. Onu ihtiyara uzatırken, ne yapması gerektiğini biliyordu. Gözlerini kapattı.

"Ulu güçler, dünyamıza gözlerini açan bu küçük kızı kutsa ve onu kötülüklerden sakın." Başka bir ihtiyar, bebeğin yüzünü beyaz bir tül ile kapattığında, ellerinden külleri taşıyan ihtiyar, fısıldamaya devam ederek, külleri bebek Rozelin'in üzerine üflemeye başladı.

Üfledi. Üfledi. Üfledi.

Müzik bir yükselip bir azalırken, ilk kez şahit olduğum bu seremoniyi ağlayarak izleyenler vardı.

"Büyüdüğünde ona sahibi bir aşk armağan et ve kendisi gibi bir mucize sunmasını sağla."

Rozelin uyandı, ağlamaya başladı. Perla irkildi ama hiçbir şey yapamadı.

"Ulu güçler..." İhtiyar, elindeki külün tamamını tükettiğinde kollarını göğe kaldırdı. "Onun ülkemize hayırlı bir genç olmasına yardım et. Daima saygılı ve adaletli olsun."

Tülü açtı ve beyaz sakallı yüzünü ağlaması şiddetlenen bebeğe yaklaştırdı. "Bana, mucizeye vermek istediğiniz ismi söyleyin."

Perla bana baktı, gülümsedi. "Rozelin. Ona izninizle Rozelin, ismini vermek istiyoruz."

İhtiyar işaret parmağıyla bebeğin alnına dokundu ve kırışık göz kapaklarını gri gözlerinin üzerine indirdi. "Sevgili mucize, sana Rozelin ismini veriyoruz. Yaşamın boyunca inançlı ve adaletli ol."

Geride duran iki ihtiyar, birbirine kenetlediği ellerini yukarı kaldırıp, bir ağızdan "Hoşgeldin mucize Rozelin!" diye bağırdı.

Halk ayağa kalktı ve tekrar etti. "Hoşgeldin mucize Rozelin!"

Tören sona erdiğinde şatonun girişinde buluşmak için sözleştik. Çünkü lider, Mestan ve Efraim üç büyüklerle vedalaşmak ve nasihat dinlemek için üst kata çıkarken, oğlum da babasıyla gitmek istemişti. Yukarı çıkan gösterişli ve kıvrımlı merdivenlerin ayağında beklerken, Perla minik çikolatamızı Mirel'in kucağına vermeye çalışıyor; Mirel ise her ne kadar onu kucaklamak istese de korktuğu için neresinden tutması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Perla bir süre denemenin ardından vazgeçecek gibi oldu. Bu işe el atma zamanımın geldiğini düşünerek, Perla'nın kollarından, şaşkın gözlerle etrafını inceleyen bebeği aldım ve Mirel'e uzattım.

"Kollarını uzat. Sağ kolunun iç kıvrımıyla boynunu ve başını kavrayacaksın, diğer kolunla bedeninin kalanını..." Yüzündeki ifade kendini güvenmediğini söylüyordu. "Hadi ama Mirel, Alaz'ı tutmuştun."

"Yıllar geçti üzerinden." dedi tereddütle. "Hem... Alaz kocamandı. Bu öyle değil, baksana, tüm bedeni kolum kadar."

"Abarma." dedi bebeğin annesi. "Kızım o kadar da küçük değil."

"Katılıyorum. Rozelin tahminen dört kilonun üzerinde olmalı, kolaylıkla tutabilirsin."

Vazgeçmeyeceğimi anlayınca başını salladı ve kollarını uzattı ama her an geri çekecekmiş gibi duruyordu. Buna fırsat vermeden Rozelin'i kollarına ulaştırdım.

"Ah! Dur! Sakın bırakma."

"Sakin ol," dedim ellerimi yavaş yavaş çekerek. "Sorun yok, tuttun bile. Eğer bırakırsan düşer. Bunu istemezsin."

Perla "Sakın!" dedi. "Sakın kızımı bırakayım, deme."

Ellerimi tamamen çektiğimde Mirel bebeği sıkıca tuttu. Gülümsedi. "Yapabileceğini biliyordum."

Mirel'in beni duyduğunu sanmıyordum. Çünkü gözleri, kendisi dikkatle izleyen bebekteydi. "Ulu güçler aşkına... Ne kadar güzel bir bebek. Küçük bir parça çikolataya benziyor."

Ufak bir detay, beni Rozelin'e yaklaştırdı. Bulunduğumuz noktanın ışığı güçlü olduğu için ancak şimdi fark edebilmiştim. Doğduğu ilk günler siyah olan gözlerini, başka bir renk işgal etmeye çalışıyordu. "Perla," Perla 'ya dönüp göz kırptım. "Sanırım bebeğin tamamen kocana benzemiyor."

Perla ne demek istediğimi anlamak için yaklaştığında benim fark ettiğim detayı o da fark ederek kahkaha attı. "Şuraya bakın! Benim bebeğimin gözleri yemyeşil olmak üzere!" Gülümsemesi devam ederken kirpiklerini kırpıştırdı. "Tıpkı annesininkiler gibi."

Yanılmamıştım. Minik Rozelin'in gözleri birkaç hafta içinde aynı annesinin gözleri gibi çimen yeşili olmuştu. Uzayan birkaç santimlik saçları ise örülüp açılmış gibi kabarık ve kıvırcıktı. Onu kollarıma alıp, at çiftliğimizi gezdirirken hayranlıkla izliyordum.

"Biliyor musun? Bazen sana adınla hitap etmek çok garibime gidiyor." diye itiraf ettim. Beni anlamış gibi gülücükler saçtı. İtirafı duyan başka kimse yoktu. Perla kulübede sütünü sağıyordu.Mestan ve Mirel, oğlumla birlikte at binerken, Efraim çevredeki korumaları kontrol etmek için az önce çıkmıştı. Biran, ömrümden feda ettiğim yirmi yılı telafi etmek için şehrin doğusundaki büyücüleri ziyarete gitmiş olsa da bu kez güvendeydik. Çünkü gitmeden, etrafımıza neredeyse bir ordu yığmıştı.

"Ama güzel." Burnumu boynuna yaklaştırıp, sıcak bebek kokusunu içime çektim. "Çok güzel. Hatta sana, benden daha fazla yakıştı."

Gülümsemeye devam ediyordum ki ayaklarından biri kundağından çıkardı. "Vay canına!" dedim şaşkınlıkla. "Sen gerçekten hareketli bir kız olacaksın."

Üşümemesi için örtüsünü düzeltirken, çitlerin ardında bir hareketlilik fark ettim. Aniden ağaçların ardında yaşlı bir kadın çıktı. Boyu bir metreyi ancak geçen kadının yüzüne dökülen beyaz saçları vardı. Beni fark etmesiyle gülümseyerek selam verdi.

"Merhaba kraliçe."

Şaşkınlıkla "Merhaba." derken bakışlarımla çevreyi kolaçan ettim. Görünürde çok sayıda koruma varken, neden biri bile yaşlı kadının dibimize kadar yaklaşmasına müdahale etmemişti.

"İzninizle yaklaşabilir miyim?" dedi, ihtiyar sesiyle. "Buraya size yardım etmek için geldim."

"Yardım mı?" Dikkatimi çekmeyi başardı. "Ne için bana yardım edeceksiniz?"

Yaklaştı ve çitin dibinde durdu. Kıyafetleri eski fakat temizdi. Daha yakından incelediğim yüzünü daha önce görmediğimden emindim. "Bir bebek beklediğinizi biliyorum."

Birşey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettim. O ise kuşağının içinden küçük, mantar tıpalı bir şişe çıkardı. Şişe, rengi koyu mor olan bir sıvıyla doldurulmuştu. "Bunu alın."

Bir adım geri çekildim. Kadın zararsız görünse de kollarımda henüz uykuya dalan küçük bir bebek vardı. "Niyetiniz ne?"

"Sizi aydınlığa çıkarak olan iksir. Sizin için özel olarak hazırladım. Kraliçe, ben düşman değilim, lütfen yanlış anlamayın." Anlamayan gözlerime bakarken, siyah gözleri kısıldı. "İçinizdeki bebek sizi huzursuz ediyor, bunu mahkemeden açıkça gördüm. Sizi günden güne mutsuz bir kadına çeviriyor. Onu kollarınıza almak istemiyorsunuz." Buruşuk elini çitin içine uzattı. "Alın, bu iksir sizi istemediğiniz o bebekten kurtaracak. Acınız dinecek."

Zihnimden geçen düşünceler buz keserken, bakışlarıma yerleşen öfkeyi an be an hissettim. "Bu ne cüret!"

Kadın alınmadı, geri adım atmadı, elini indirmedi. "Söylemiştim, yalnızca size yardım etmeye çalışıyorum. Kraliçe, kimsenin yapmadığı şeyi yapıyorum. Size ikinci bir seçenek sunuyorum."

Kadın, sözleriyle içimde bir yere dokundu. Belki bir yaraya belki de unutulmaya yüz düşmüş bir düşünceye...

"Rozelin." Efraim'in sesiyle irkilerek başımı geriye çevirdiğim esnada kadın şişeyi elime tutuşturdu.

Başımı, yeniden yaşlı kadının olduğu çitin ardına çevirdim ama orada yoktu. Elimdeki küçük şişeye şaşkınca bakarken, ne düşüneceğimi bilemedim ama Efraim'in yaklaşan adımlarıyla onu aceleyle cebime sıkıştırdım.

"Nihayet buldum seni." Heyecanlı adımlarla yanımıza gelip kundağın örtüsünü araladı ve derin bir uykuda olan kızına baktı. Beni neden aradığını sormama gerek yoktu. "Minik çikolatamı özledim ama uyumuş."

Kızını babasının kollarına uzatırken, bakışlarım hala o kadını arıyordu. "Onunla biraz gezintiye çıkmıştık ama kısa sürdü, hemen uyuyakaldı."

"Birazdan emmek için ciyak ciyak bağırarak uyanır." Numaradan kaşlarını çattı. "Acıkınca gözü dönüyor."

"Acaba kimse çekmiş." dedim imayla. "Bence çok da düşünmeye gerek yok."

Dudaklarında genişlemeye hazırlana gülümsemesi, yüzüme bakmasıyla duraksadı. "Sen iyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş."

Parmaklarım, şişenin şişirdiği cebimin üzerindeydi. Birkaç dakika önce benimle olan kadının geride bıraktığı ürpertiyi geride bırakamamıştım. "İyiyim. Liderden haber var mı?"

"Ben de sana onu soracaktım. Bir gelişme olduysa önce sana haber verir ama telsizin yanında değil sanırım."

"Evet, kulübede unutmuşum. Gidelim mi?"

Başını sallayarak döndü ve önüne geçmemi bekledi. Hızlı adımlarla kulübeye doğru yürürken, atıyla Mestan ve Mirel'i yakalamaya çalışan Alaz'a baktım. Çok eğlendiği belliydi. Bir çok erkek çocuğunun aksine, onun oyuncak arabası atlardı. Mümkün olsa kendisi gibi küçücük olan atının tepesinde uyurdu. Bu yüzden Biran'ın çiftlik işini düşünmesini birkez daha doğru bulmuştum.

Kulübeden içeri girer girmez Rozelin uyanıp, Efraim'in dediği gibi ağlamaya başladı. Perla, hemen kızını alıp emzirmeye başlarken, telsizi bıraktığım yerden aldım ancak hiç çağrı yoktu.

"Haber yok. Şart mıydı gitmeleri? Biran'a bir yolu olmadığını söyledim."

Sözlerimi onaylamadığı Efraim'in gözlerinden belliydi. "Her zaman bir yolu vardır. Lider peşine düşmekle iyi etti. Bence bu konuda ona destek çıkmalısın."

"Onun her konuda arkasındayım ama-" Telsizin cızırdaması ile sözcüklerim havada kaldı.

"1000- 1000-"

Heyecanla mandala basıp telsizi dudaklarıma yaklaştırdım. "Dinliyorum 1001"

"İşim bir miktar uzadı. Bu yüzden seni alması için Mestan'ı göndereceğim."

Anlayamadığım için Efraim'e baktım ama onun da bir şey bilmediği ortadaydı.

Yeniden madala bastım. "Mestan neden beni almak için gelecek?"

Cevap anında geldi. "Lenoran'ın yeni lideri, görevine başlamadan önce bir davet düzenlemek istedi. İyi bir başlangıç için de onur konuğu olrak Kimpras lideri ve onun güzeller güzeli eşini davet etti."

Gülümsememe engel olamadım. Ah... Bu adam gerçekten işini biliyordu. "Tamam." dedim telsizden. "Yanında olacağım lider."

*

"Ben de geleceğim." Alaz, zümrüt yeşili elbisemin uçuş uçuş olan etekleriyle oynamaya ve ısrar etmeye devam etti. "Ben de gelmek istiyorum."

Bantlarından tuttuğum ayakkabılarımı yere bırakmak için eğildim, kalkarken oğlumu kucağıma aldım. "Off, her geçen gün ağırlaşıyor musun sen?"

Dudaklarını bükmeye devam ederken, kollarının göğsünün üzerinde bağladı. "Neden beni götürmüyorsun?"

"Bebeğim, bu davet büyükler için ve emin ol eğlenebileceğin bir yer olsaydı seni götürürdüm."

Göz ucuyla bana bakarak, "Gerçekten mi?" diye sordu. Bukleleri, göz kapaklarını kapatacak kadar uzamıştı ama kestirmeye kıyabileceğimi sanmıyordum. En azından o istemeden...

"Gerçekten tatlım. O yüzden şimdi uslu bir adam olup dudaklarıma sürmem için güzel bir renk seçer misin?"

Başını sallamasıyla onu yere indirdim. Çift bantlı, gümüş rengi topuklu ayakkabılarımı elbisemin etekleriyle kapattıktan sonra aynanın karşısına geçtim. Saçlarımı ortadan ikiye ayırmış, dümdüz olana kadar kremleyip taramış ve ensemin yarım karış üzerinde toplamıştım. Gümüş rengi parlak ve iri küpelerim dikkat çeken tek aksesuarımdı. Çünkü makyajım da üzerimdeki diğer tüm ayrıntılar gibi sadeydi. Elbisemin ince askılarını düzelttikten sonra oğlumun seçtiği gül kurusu dudak boyasını sürdüm.

"Çok zevklisin Alaz!"

Utangaç bir edayla başını eğerek, "Sen de çok güzelsin anne."dedi.

Henüz kurumayan dudak boyama aldırmadan yanağına kocaman ve sesli bir öpücük bıraktım. "Çünkü senin annenim..."

*

Lenoran bölgesi göz dolduran aydınlığıyla gelmiş ve geçmiş tüm gecelere meydan okurken, burada olmak ruhuma onulmaz bir kasveti boca ediyordu. Baktığım her nokta çaresizliğimi ve kaçışımı kucaklamıştı; Lenoran'ın bana sundukları kötü anılarımdan başkası değildi.

Uzun zaman önce yaka paça kaçtığım bu bölgeye şimdi bir kraliçe olarak geri dönmüştüm.

Ülkenin tüm ileri gelenleri, bölgenin yeni liderini tebrik etmek için özenle hazırlanan beyaz evin etrafına toplanmıştı. Yeni lider henüz alana teşrif etmemişti ve teşrif etmeyen biri daha vardı, sevgili lider kocam...

"Mestan, Biran nerede kaldı?"

Gri takım elbisesinin içindeki Mestan, gözlerini çevre masadaki insanlardan ayırmadan hafifçe bana eğildi. "Buraya gelmek üzereydi ama yeni liderin ricası üzerine yukarı çıktı." Bir zamanlar Temur Alizen'in evi olan beyaz binayı işaret etti. "Sanırım yeni liderin, kendini insanlara takdim etmeden önce sakinleşmeye ihtiyacı var ve sanırım Kimpras liderinin ne kadar soğukkanlı olduğunu duymuş."

"Umarım sadece heyecanlı biridir. Umarım bir Temur Alizen ile karşı karşıya kalmayız."

"Pek sanmıyorum."

Ne demek istediğini sormak üzereyken, muhafızlar beyaz evin bahçeye inen geniş merdivenlerine karşılıklı olarak dizildi. İnsanlar konuşmayı bırakıp o tarafa odaklandığında, üflemeli enstrümanın gür sesi, bizi yeni lider ile tanıştırmaya hazırlandı.

"Şuraya bak!" dediğinin duydum birinin.

"Başka biri, "İnanamıyorum!" dedi. "Çok güzel."

Güzel mi?

Şaşkınlık ve hayranlık nidaları yeni lideri ilk görenlerin dudaklarından dökülürken, onu ben de görebilmek için bulunduğum masadan birkaç adım uzaklaştım.

Görüş açıma giren ilk detay Biran'dı. Merdivenlerden inerken, siyah takım elbisesinin içinde ve uzamaya başlayan bukleleriyle göz alıcı görünüyordu. Keskin mavi gözlerini aramıza giren metrelerce mesafeye rağmen görebiliyordum ve onu izlerken, avucunun içinde bir başkasının eli olduğunu ancak fark edebilmiştim. Afalladım, berbat bir kıskançlık hissinin anında tüm bedenimi sardı. Sonraki birkaç adımı aceleyle attığımda yeni liderin bir kadın olduğunu gördüm.

Üstelik, gördüğüm en güzel kadınlardan biriydi.

Ve kocamın elini tutuyordu.

Siktir.

"Sana söylemiştim." dedi yanıma gelen Mestan. "Onun Temur Alizen'e benzemesinin imkanı yok."

Karşımdaki manzarayı hazmetmek için yutkunmam gerekti.

Son basamağa ulaştıklarında, Biran kadının elini bıraktı. Kadın bakışlarıyla minnetini dile getirdikten sonra kendisine merakla bakan gözlere döndü.

"Öncelikle, şaşkın olduğunuzu biliyorum. Aslında... Ben de hepiniz kadar şaşkınım." dedi, yumuşak ancak bir o kadar da pes olan ses tonuyla. "Kıymetli üç büyükler bana Lenoran liderliği teklifiyle geldiğinde, çok uzun bir süre altından kalkıp kalkmayacağımı düşündüm." Gülümserken ellerini açıp yeniden yanına bıraktı. "Sonunda gördüğünüz gibi buradayım."

Herkes alkışlamaya başladı.

Ben hariç herkes...

"Sevgili Kimpras Lideri Biran Nuh'a, heyecandan titreyen bacaklarıma söz geçirdiği için teşekkür ederim." Biran'ı gösterdiğinde bu kez herkes Biran'ı alkışlamaya başladı.

Ben hariç herkes...

"Kendisi duyduğumdan çok daha soğukkanlı biri. Ayrıca hepinizin malumu olan başarılarından dolayı da kendisini huzurlarınızda tebrik ediyorum."

Son cümlesiyle sözü bir şekilde Biran'a bırakmıştı. Biran, emin adımlarla basamağın ortasındaki kadın lidere yaklaştı ve işaret parmağıyla burnuna dokunduktan sonra o nefis gülümsemesini gözler önüne serdi.

"Bahsettiğiniz başarılarımla övünmeyeceğim." Bakışları, davetlilerin üzerinde dolaştı. Son olarak beni buldu. "Ancak başarılarıma sebep olan kadınla her zaman övüneceğim."

Tüm gözler üzerime çevrildi ama daha önemlisi Biran'ın bana uzanan eli, beni yanına çağırdı.

Bir kez daha siktir.

"Boşuna uğraşma," diye fısıldadı Mestan, çevresine sahte bir gülümseme sunarak. "Bundan yırtabileceğini sanmıyorum."

Ne yapacağını bilemez gözlerle çevreme bakarken zoraki gülümsedim. Mestan haklıydı, Biran bana kaçacak alan bırakmamıştı. Bu yüzden teslim oldum. Elbisemin eteklerini toplayarak ilerledim ve elimi sevgili kocamın avucunun içine bıraktığım andan itibaren bana hayranlıkla bakmaya başladı.

Elimin üzerine centilmence bir öpücük bıraktıktan sonra beni yanına aldı ve sahiplenici tutuşuyla belimi kavradı. Kadın lider, beni başıyla selamlarlarken, gülümsemem birdenbire daha da genişledi.

"İşte," dedi Biran. "Kendisi de burada. Asıl tebrik edilmesi gereken o."

İnsanları avuçları, bu kez benim için birbirini döverken, gerçekten utanmıştım.

Başımı Biran'ınkine yaklaştırıp, "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım. "Kes şunu, çok utanıyorum."

O da tıpkı benim gibi başını bizi alkışlayan insanlardan ayırmadı. "Bense çok eğleniyorum. Özellikle biraz önce gözlerinde gördüğüm kıskançlık," Dudağını zevkle ısırıp bıraktı. Ah, çok seksi görünüyordu! "Gerçekten muazzamdı kraliçe."

Ona biraz daha sokuldum. İnce topuğumun ayakkabısının ucunu bulduğunda tüm gücümle bastırdım. İnledi ama dudaklarındaki gülümsemeyi silmedi. "Kes, dedim."

"Bu yaptığın beni sadece azdırıyor bebeğim." Nutkum tutuldu! Bunu gerçekten söylediğine inanamadım. "Ben ve sevgili eşim her birinize teşekkür ederiz ancak rol çalmak istemeyiz. İzninizle yerimize geçip, sizler gibi yeni lideri yakından tanımayı bekleyeceğiz."

Yakından tanımak!

Ah, hadi ama Rozelin. Kıskançlığın seni bu kadar ele geçirmesine izin vermezsin.

Biran ile birlikte masamıza doğru ilerlerken, kadına baktım. Pekala izin vermeliydim.
Çünkü kadın gerçekten çok güzeldi. Uzun boylu ve zayıf olmasına rağmen geniş omuzları ile siyah elbisesinin altından belli olan biçimli kalçaları vardı. Göğüsleri benimkilerin aksine elbisesinden taşıyordu. Uzun siyah saçları, ortadan ikiye ayrılarak kalçalarına dökülürken, ela gözleri, küçük kalkık burnu, etli dudakları ve kalın kaşlarıyla bir kalemle çizilmiş kadar kusursuzdu. Belirgin çene hattını işin içine katmıyordum bile...

Kadın kendini tanıtmak için uzun bir konuşmaya girişirken, kollarımı birbirine bağlayıp kadını arkamda bırakacak şekilde masanın başındaki yerimi aldım. Bizim için getirilen kadehlerden birini başıma dikerken, Biran'ın gözleri üzerimdeydi.

"Nasıl başarıyorsun?"

Dudaklarımda kalan içkiyi almak için dilimi kullanırken, soran gözlerimi gözlerinde dolaştırdım.

Onun gözleri ise dudaklarımda dolaşıyordu. "Şunu yapmaya bir son verdi." dedi, boğuk çıkan sesiyle. Ne söylemek istediğini anladığımda, içkimden bir yudum daha aldım ve bu kez birkaç damlayı kasten dudaklarımda bıraktım.

Yaklaştı, güçlü kolu yeniden belimi kavrarken, bu kez tutuşu çok daha sıkıydı. "Bilerek yapıyorsun."

Dilimi, hafifçe dudaklarımda gezdirirken, gözlerimi gözlerinde tutmaya devam ettim. Elimi boynuma götürdüm, parmaklarım nazikçe kulağımın altında dolaşırken, "Ne söylemek istediğini anlayamadım." dedim. Oysa... Pekala anlamıştım.

Başımı keskin bir hamleyle eğdi, dudakları kulağıma yaklaştığında, sıcak nefisi bedenimdeki tüm dürtüleri uyandırdı. "Pantolonum fena halde sıkmaya başladı. Sorumlusunun kim olduğunu tahmin etmek ister misin?"

Duyduğum şeyin verdiği farklı ve tehlikeli haz içimden başka bir ben çıkarmaya hazırlanırken, elimi masanın altından uzattım ve pantolonunu zorlayan sebebe dokundum.

Boğuk bir şekilde inleyip geri çekildi. Eli bir anda belimden kaydı. Elimi sıkıca tuttu ve nereye gittiğini bilmediğim hızlı adımlarına ayak uydurmamı sağladı. Evin arka kısmına geçtik ve karşımıza çıkan ilk kapıdan içeri girdik. Burası bir müştemilata benziyordu ama Biran üzerimize kapattığı kapıyla, ışığın büyük bir kısmını kapı önünde bırakarak gözlem yapmama izin vermedi.

"Sen az önce ne yaptın?"

Sorusuna cevap verecek miydi? Belki şans tanısaydı, evet. Ancak hiç şans tanımadı. Beni hızla çevirip göğsümü kapıya yasladıktan sonra dudaklarını enseme bir mızrak gibi sapladı ve aynı sertlikle öpmeye başladı. Nefesi kasıklarıma kaynayan bir kazan sunarken, eteğimi tek hamlede kaldırdı ve çamaşırımı indirip bana dokundu.

"Biran!"

Ona ne yaptığımı farkına vardım. On ne yaptıysam şimdi aynısı bana yapıyordu!

Tenimi emen dudakları kulağımın altında duraksadı. "Şiisss" Erkeksi tınısı beni beni köşeye sıkıştırırken, ayağını kullanarak bu kez nazikçe ayakların birbirinden uzaklaşmasını sağladı.

Fermuarının inen sesini duydum.

Ah! Hayır.

"Biran!"

Bir eli dudaklarımı iki yanından kavradıi sıktı ve dudakları için hazır hale getirdi. "Konuşmak yok." dedi, dudakları dudaklarımı yakalamadan yarım saniye önce. Beni o kadar büyük açlıkla öptü ki ona karşılık verecek gücüm ya da zamanım olmadı.

Ah! Evet.

Onunla, incecik bir ipin üzerinde çıplak ayaklarımızla dolaşıyorduk.

Aşağıda ateşten bir deniz vardı.

Düşersek yanacaktık.

Düşüp yanmak için yanıp tutuşuyorduk.

Onu tüm heybetiyle bacaklarımın arasında hissettiğimde nefesim kökünden kesildi. "Senin için..." Öpüşü duraksadı ama dudaklarını dudaklarımdan kopartmadı.

Her şey bir saniye içinde oldu.

Müthiş bir hızla kendisini içime iterken, çığlığım dudaklarının arasında patladı. Tek bir saniye bile beklemedi. Şimdi, tam burada bana hiç zaman tanımamak için ant içmiş gibiydi. Hızlandı, hiç olmadığı kadar hızlıydı! Kendini bana her bırakışında kapıyla arasında sıkışıyordum ve her seferinde pervazlardan yükselen vida sesi daha yoğun bir hal alıyordu. Titreyen bacaklarımın bir işe yaradığı yoktu. Beni ayakta tutan, karnımın üzerinden bacaklarımın arasında uzanan kolunun varlığıydı.

Tutku, edilebilecek tüm kelimeleri paslı sandığına saklarken, Biran'ın parmakları yere düşen bir bozuk para gibi bacaklarımın arasında dönmeye başladı.

Saniyeler dakikalarla çarpıştı. Saniyeler, dakikalara kavuşmak için tutukuyla dans etti.

Başıma arkaya düştü. Dudaklarımı kapatamadım. Dudaklarım bir toprak parçası gibi kurudu. Nefesim dudaklarımdan inilti olarak dökülürken yere düşen vidaların sesi birleşmemizin sesine karıştı.

Bir...

İki...

Üç ve sonsuz!

Bedenim yerinden fırladı ve gökyüzünde, bir bulutun üzerinde kendine yer buldu. Onunda benimle aynı bulutun üzerinde olduğunu, özgür bıraktığı keskin soluklarından anladım.

Dönen başım, bedenimi ince topuklarımın üzerinde yalpalatırken, Biran beni kendine çekti ve yere düştük.

Yere düşen yalnızca biz değildik.

Kapı da bizden sonra gürültüyle yere devrilmişti!

🖤

Kızıl Gece'nin iki kitabı da yarı fiyatına Amazon da!

Ayrıca Amazon uygulamasını indirirseniz AMZN80 kodu ile 200 TL ye 80 TL indirimi kalabilirsiniz.

Düşünenler kaçırmasın lütfen. Çünkü bir daha böyle bir indirim olacağını sanmıyorum.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Sezon finalinde görüşmek üzere...

🖤

Continue Reading

You'll Also Like

10.1M 338K 26
Ailesinin baskısından bunalıp evden kaçan kuzeninin yanına yerleşmeye başlayan Elis Aktaş gittiği şehrin kuralsız davranışlarına ayak uyduramamışken...
19.1M 489K 65
"Geçmişin izleri yüzünden sevgiye ve aşka inanmayan bir adamla en büyük hayali gerçek bir aşk yaşamak olan genç bir kızın,sırlarla dolu hikâyesi.'' M...
458K 2.2K 51
Wattpad'de beğendiğim 50 kitabı burada paylaşacağım. Okumak istediğiniz 50 mükemmel kitabı tavsiyelerim arasında bulup sizde okuyarak yararlanabilirs...
34.3K 8.4K 129
🍃The Luzia Design🍃 •İstek Alımları Açık•