KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

68. BÖLÜM: "Acı Mucize"

21.8K 2.3K 610
By DuruMavii

Selam.

70. Bölüm Sezon Finali Olacak!

Evet, 4. kitap olacak :)

Ne onlar gitmeye, ne de ben uğurlamaya hazırdım. Bu yüzden dördüncü kitabı yazmaya karar verdim. Umarım bu habere hepiniz sevinirsiniz.

Son bölümler tüm bölümlerden çok daha uzun. Hele finali oku oku bitiremeyeceksiniz.

Bolca yorum ve oy bırakırsanız çok mutlu olurum. Çünkü size upuzun ve şahane bir bölüm getirdim.

Agnus Dei ~ From

Jamie Duffy ~ Solas

Keyifle okuyun!

🖤

İçimdeki mucizenin ruhuma vereceği azaptan korkuyordum.

Getireceği ihtimallerin benliğimi yok etmesinden korkuyordum.

Biran'ın ve oğlumun yüzüne her bakışımda içimin parçalanmasından korkuyordum.

Hualp Koran'a asla aşık olmadığımı biliyordum; hatırlamasam bile bunu biliyordum. Çünkü kalbim tüm zamanlarda ve tüm ihtimallerde yalnızca Biran Nuh'a aitti.

Ruhumu dar ağacında sallandıran, Temur Alizen'den kalan tecrübelerimdi. Burada bir bebek sahibi olmak için gerçek bir aşka sahip olunması gerektiğini biliyordum. Ama bir bebeğin korkunç bir büyü ile ana rahmine yerleştirilebileceğini de biliyordum.

Hualp'in bana bunu yapmış olmasından korkuyordum.

Herkesin bildiği bu ihtimali kimsenin dillendirememesinden korkuyordum.

Bildiklerimin ve korkularımın ağırlığı altında eziliyordum.

"Benimle gel."

Bu bir rica değildi. Bu bir emirdi. Gözümden akan bir damla yaş şakağıma süzüldüğünde, Biran'ın tahammüllü tuzla buz olmuştu. Bileğimden kavrayıp beni Dora'nın önünden kaldırdığında, karnımı kapatacak kadar bile vaktim olmadı. Birlikte yer altı mağaranın boş odalarından birine girdik. Kapıyı sertçe üzerimize kapattığında kendimi daha fazla tutmadım. Avuçlarımı yüzüme bastırarak ağlamaya başlamadan bir saniye önce Biran'ın alnını kapıya yasladığını gördüm. Sonra yumruğu tok bir ritimle kapıya inmeye başladı.

Ben ağladım. O kapıyı yumrukladı.

Acımız birbirine çarptı, bölündü ve mağaranın yosunlu duvarlarna dağıldı. Acımız bize daha fazla acı vermek için güçlendikçe güçlendi.

"Gülümsemen gerekiyordu." dedi boğuk çıkan sesiyle. "Bir bebeğimiz daha olacak. Sen ağlıyorsun."

"Üzgünüm," Ellerim yüzümden kayarken," Çok üzgünüm." diyebildim ağlayan sesimle.

Bir hışımla bana döndü. Safir mavilerini perdeleyen kırmızı dışarı taşıyordu. "Neden üzgünsün." İşaret parmağı karnımı gösterdiğinde yıkıldım. "Onu istemediğin için mi?"

Gözyaşlarım sicim sicim yanaklarımdan akarken sallamak istediğim başım titredi. "Neden görmüyorsun? Neden anlamak istemiyorsun? Ben... Bir daha aynı şeyleri yaşayamam."

Başı istemsizce kalkarken, kaşları çatıldı. "Yani onu istemiyorsun?"

"Bak." dedim, titreyen çenemle. "Sen de aksini söyleyemiyorsun." Elimi karnıma götürecektim ama içimdeki şüphe buna engel oldu. "Sen de içimdeki bebeğin Hualp'e ait olmadığını söyle-"

"Kes şunu Rozelin!" Baskın sesiyle irkildim ama yaklaşan adımları beni ürkütmedi. Dibimde bitti. Nefes nefese yüzüme bakarken, "O adamın ismini bir daha anma." dedi, bu kez sakindi. "Son söylediğin şeyi bırak tekrar dillendirmeyi, aklından bile geçirme."

Göğsümü acı dolu bir nefesle doldurup, başımı yüzüne kaldırdım. "Kesmesi gereken sensin Biran. Beni anlamak zorundasın. Yadsımamız gerçeği değiştirmeyecek. Ben... Bu şüpheyle yaşayamam. Bu şüpheyle içimde bir bebek daha büyütemem..."

Bir şey söylemedi. Bana bakarken, ifadesinden silinen öfke yerini kedere bıraktı. Bunu görmek takatime ağır darbeler indiriyordu ama beni anlamasını istiyordum. Beni anlamasına ihtiyacım vardı. "Biran... Alaz'ı kabullendim. Onu kabullendiğim için bir gün bile pişman olmadım. Çünkü... Babasına aşık oldum ve bu her şeyi kolaylaştırdı. Biliyorum, o aslında Melina'nın bebeği... Ama biliyor musun? Ben bunu bir kez bile kendime söylemedim. O benim bebeğim. O, sonsuza kadar benim bebeğim olarak kalacak."

Bakışları karnıma düştü; yorgun bir kurşun gibi... "Ama onu istemeyeceksin. Ne şimdi, ne de daha sonra... Öyle mi?"

İçimi çekişim gürültülüydü. Ruhumda kıvranan şüphenin ise hiç sesi çıkmıyordu. "Şayet sana ait olduğundan emin olsaydım, şu an kainatın en mutlu kadını ben olurdum." Gözkapaklarımı sıkıp, son damlaları kovduktan sonra görüş açımı yeniden onunla doldurdum. "En başından beri sevgiyle ve sevinçle büyüteceğimiz bir bebeği nasıl istemem... A-ama o..." Karnıma bakamıyordum bile. "Onu acı ve şüpheyle büyüteceğim. Bunu istememi bekleyemezsin benden..."

Soluğu alnıma vuruyordu. Soluğu bile hayal kırıklığıyla doluydu. Siyah kirpiklerini gözlerime devirdiğinde, şişkin göz kapakları gözlerini tamamen örtmek için savaş veriyordu. "Bizden yana olan şu ihtimal," dedi başını hafifçe kıpırtadarak. "Küçük bile olsa, onu istemene yetmez mi?"

Gözyaşlarımın nemlendirdiği dudaklarımı araladım ama tek kelime bile çıkaramadım. Yeter, dememi bekliyordu. Gözleri, dudaklarımdan alamadığı cevabı gözlerimden almayı diliyordu ama yapamazdım. Ona bu kez istediği cevabı veremezdim.

"Oğlumun yanına gitmek istiyorum. Lütfen."

Bakışlarını gözlerimden almadan geri çekildi. Başını salladı. Bu peki, demekti. Kırık dökük bir peki...

*

Biran, bahçemize ayak bastığımız ilk an gizleme büyüsü yaparak koruma kalkanını üzerimize indirdi. Yol boyunca hiç konuşmamış olsa da eve girerken yaşadığım tedirginliği hissederek yanımdan ayrılmadı. Saniyeler sonra Alaz'ın karşısına ilk kez annesi olarak çıkacaktım. Nasıl tepki vereceğini bilmiyordum ve bunu düşünmek tenime buzdan iğneler batırıyordu.

"Keşke gelirken ona bir hediye alsaydım." dedim sessizce. Geriden gelmelerine rağmen Mestan Mirel'i içeri taşımıştı ama ama biz hala kapının önündeydik. "Bir oyuncak ya da... Ne bileyim işte, sevebileceği bir şey."

"Sen varsın." Elimi tuttu, her şeye rağmen... Bana bakmadı. Bunca tedirginken bir de gözlerindeki ifadeyi görmemi istemedi. Bana bakmayışı bile benim içindi.

"Ben yeter miyim?"

"Fazla bile gelirsin."

Birbirine kenetlenmiş parmaklarımıza dalıp gittim. "Yanımda olduğun için sağol."

Tuttuğu elimi yavaşça kaldırdı. Dudaklarına götürdü ve parmak boğumlarıma uzun bir öpücük bıraktı. "Hadi sarışın, oğlumuz seni bekliyor."

Ondan aldığım güçle avucumu kapıya yaslayıp itmeme eş zamanlı olarak içeri adım attım. Herkes oradaydı; Perla bir koltukta bebeğini uyuturken Efraim onları izliyordu. Mirel diğer koltukta istirahat ederken, Mestan yanı başındaki tekli koltukta ateşini kontrol ediyordu.

Oğlum yoktu.

Kalabalığa doğru yaklaştığımda, Perla başını kaldırıp bana baktı ve işaret parmağını dudaklarına yaslayarak sessiz olmamı işaret etti.

Minik Rozelin uyumuştu.

Perla hemen sonra bakışlarıyla yukarıyı işaret ettiğinde, Alaz'ın yatak odamızda olduğunu anladım.

"Bence orada seni bekliyor." dedi arkamdaki Biran. Onu da beraberimde götürmek için eline uzanacakken, omuzlarımdan tuttu ve dudaklarını enseme yaklaştırarak "Sadece seni..." dedi.

Haklıydı. Oğlumla önce benim konuşmam gerekiyordu. Böylece duygularını daha açık ve rahat bir şekilde ifade edebilirdi.

Geri dönüp yukarı çıkan ip merdivene doğru yürüdüm. Tırmanmadan önce, göğsümdeki tedirgin nefesi hızlıca boşattım.

Bir, iki, üç, dört beş, altı, yedi...

Yedinci basamağın sonunda Alaz karşımdaydı.

Yatağın ortasında bağdaş kurmuş oturuyordu. Dirsekleriyle dizlerinden destek alırken, avuçlarına dökülen yanakları kızarmıştı. Beni fark ettiğinde ellerini yavaşça yüzünden ayırdı, duruşunu dikleştirdi.

"Merhaba." Merdivenlerden tamamen ayrılıp içeri girdim ama daha fazla yaklaşmak için ondan bir işaret bekledim.

"Merhaba."

Etrafta göz gezdirdim. Fazlasıyla sakin; bir çocuk için oldukça sıkıcıydı. "Burada tek başına ne yapıyorsun?"

Yüzünü yeniden avuçlarına emanet ederken, "Düşünüyorum." dedi, o sevimli çocuk sesiyle.

Temkinli adımlarla yaklaşıp, yatağın bir ucuna oturdum. "Ne düşündüğünü benimle paylaşır mısın?"

Başını salladı. Ancak yirmi saniye kadar sonra "Seni..." dedi. "Seni düşünüyordum."

Devamında söyleyebileceklerini düşünmek kalp atışlarımı hızlandırdı. Ne yapmam ya da ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. İçimden geldiği gibi davranıyordum ve bunun doğru olup olmadığını da bilmiyordum. "Seni incittim, biliyorum. Niyetim sana yalan söylemek değildi. Sadece... Hazır olmanı bekliyordum." Burukça gülümsedim. "Aslına bakarsan... Ne zaman hazır olacağın konusunda en ufak bir fikrim yoktu."

Tekrar başını salladı. "Seni anlıyorum. Bazen bana da oluyor."

İşte yine karşımda koca bir adam varmış gibi hissettirmişti. Alaz, gerçekten özel bir çocuktu. "Ne oluyor?"

"Bazen ne yapacağımı bilmiyorum. Mesela... Mei, Fielda'dan hoşlanıyor. Bunu biliyorum ama Fielda'nın başka birinden hoşlandığını da biliyorum. Bunu Mei'ye söylemeli miyim, bilmiyorum."

"Bir düşünelim... Gençleri iyi tanırım, hepsini ama özellikle de Mei'yi... Eğer yaşıtı olsaydın, sanırım bunu senden duymayı bekleyebilirdi ama sen ona göre çok küçüksün ve o yaştaki gençlerin duyguları hızlı bir şekilde değişebilir."

"Yani..." Başını kaldırıp bana baktı. "Sen olsan ne yapardın?"

"Ben mi?" Gülümsedim. "Eğer ben dört yaşına girmek üzere olan, çok tatlı bir oğlan çocuğu olsaydım, bu bilgiyi kendime saklardım. "

"Ya Rozelin olarak?"

Beni sorularıyla köşeye sıkıştırıyor olmasına şaşırıyordum. Her defasında... "Sanırım söylerdim. Çünkü arkasına sığınabileceğim bir sevimliliğim yok."

"Bence var." Bakışlarını hemen kaçırdı. "Çocuk olmak her şeyi saklayabileceğimiz anlamına mı geliyor?"

"En azından başkasıyla ilgili ve kötü sonuçlar doğurmayacak olanları..." Gülümsedim. "Ve teşekkür ederim. Beni sevimli bulduğun için..."

"Rica ederim." dedi sessizce. Dilinin ucunda gezinen birçok soru vardı. Bunu görüyor ve hissediyordum. Ne yazık ki sormaya bir türlü yeltenemiyordu.

Küçük bedeninin kaldırabileceğinden daha fazla yük bıraktığım için içten içe kendimi suçluyordum ama onun bu gerçeği görmesini istemiyordum. Ona göstermek istediğim anne, daima güçlü ve sırtını dayamaktan çekinmeyeceği bir karaktere sahip olmalıydı.

"Sen doğduğunda, hayatımda hiç mutlu olmadığım kadar mutlu oldum. Her kadın kollarına bebeğini aldığında mutlu olur ama bizim hikayemiz herkesten farklıydı. Bunu sana şimdi anlatmayacağım. Anlayabilecek kadar zeki olduğunu bilsem de şimdi olmaz..." Bakışlarımı, yüzümden ayırmadığı mavi gözlerinden gezdirirken, onu kollarıma almak için yoğun bir istek duyuyordum. "Sonra kardeşim geldi. O, buraya ait değildi. Aslında ben de öyle... Bizim topraklarımız başkaydı." Yine gülümsedim ve yine buruktu. "Bu da başka bir sohbetin konusu olacak... Kardeşimin bedeni buraya uyum sağlayamadı. Günden güne kötüye gidiyordu ve yaşaması için bir çözüm bulmak zorundaydık. Sonunda o çözümü bulduk ama... kendi topraklamızda. Kardeşimi oraya götürmek zorundaydım. Yaşaması için..."

Dolan gözleri, içimdeki en hassan noktaya dokundu. "Beni neden yanında götürmedin?"

"Yapamazdım..." Boğazıma oturan yumru konuşmamı zorlaştırıyordu ama devam etmek zorundaydım. Beni anlaması için burada canımı bile verirdim. "Çok küçüktün. Benim dünyama uyum sağlayacağından asla emin olamazdım. Niyetim kardeşimi aileme bırakıp, sana geri dönmekti. Yapamadım. Geri dönüş yolunu bir türlü bulamadım Alaz." Artık benim gözlerim de tıpkı onunkiler gibi dolu doluydu. "Çok aradım ve her gün... Her gün seni düşündüm. Sen büyürken kaçırdığım her gün bana acı verdi. İlk yürümeni, ilk kez konuşmanı ve ilk kez... " Anne deyişini... "Biliyorum bebeğim, çok geç kaldım."

Başımı eğdiğimde, gözyaşlarım yanaklarımdan akıp gittiler.

"Ağlama." Elimin üzerinde küçük elini hissettim, nefesimi tuttum. "Sen geri gelmeyi istemişsin. Senin hatan değil."

Elimi eliyle birlikte yavaşça kaldırdım ve üzerine uzun bir öpücük bıraktım. "Beni affediyor musun?"

Gözünü kırptı. Düşen bir damla yaş, kırmızı yanakları boyunca kayarken, "Evet." dedi. "Bu yüzden ağlıyorsan, artık ağlama." Elini geri çekti, kollarını açtı. "İstersen bana sarılabilirsin."

İçimden derin bir ah, çekerken onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Sıcak ve yumuşaktı; ılık ve tatlı süt kokuyordu. Şakağında, alnından, saçlarından ve ensesinden öperken ufak parmakları omuzlarımı sıkıca tutuyordu.

Ona anlatmam gereken daha fazla şey vardı. Onu Diana'ya değil, babaannesi olan Kraliçe Nivera'ya emredildiği için bıraktığımı söylemeliydim ama içinde bulunduğumuz anın büyüsünü bozmak istemiyordum.

Diana'nın artık yaşamadığını şimdi söyleyemezdim.

"Acıktın mı?" diye sorunca, kirpiklerimin altından bana bakarak başını salladı. "Senin için kızartma yapmamı ister misin?"

"Ama yorgunsun." Biraz geri çekilip kıyafetlerime baktı. "Çok kirlenmişsin. Banyo yapman gerekiyor."

Üzerime baktım. Kıyafetlerim o kaostan kalmaydı ve oğlum haklıydı. Yer yer toz içindeydim. "Evet, kızartmadan önce banyo yapmam gerekiyor sanırım."

Kucağımdan yere atladı ve doğrudan dolabıma baktı. "Sen banyo yap. Ben de senin için kıyafet seçeceğim."

"Gerçekten mi?"

"Hı hı... Diana benim seçimlerimden çok hoşlanırdı."

Ayağa kalkmak üzereyken duraksadım. "Öyle mi?"

"Evet. Elimizi çabuk tutalım mı Ro-" Devamını getiremedi. Artık bana nasıl hitap edeceğini bilmiyordu.

Onu tereddütte görmek iyi gelmemişti. Bu yüzden ayağa kalktım ve ellerini tuttum. "Kendini hiçbir şey için zorlamak zorunda değilsin. Ben buradayım. Seni her durumda seveceğim."

Bir süre gözlerime baktı. Sonra arkasını döndü ve dolaba yöneldi. Anlamıştım; şimdilik küçük yüreğinin kaldırabileceği bu kadardı. Yapmam gereken, hazır olacağı bir sonraki zamanı beklemekti. Banyoya girdim ve oğluma çok sevdiği kızartmalardan yapmak için elimi çabuk tuttum...

*

"Burnu çok küçük. Nasıl nefes alıyor?" Efraim, küçük kızının burnuna dokundu.

Babasının ten rengi, kızının ten rengini çok yakışmıştı. Çünkü kızı da tıpkı babası gibi tam bir çikolataydı.

"Senin şu bebeklerin bir yerlerini sorgulama işini ne yapacağız?" Mirel avucunu alnına kapatarak gözlerini devirdi. Yedi günün sonunda, kolu hareket ettirebileceği kadar iyiydi. "Ciğerleri avucunun yarısını bile doldurmaz. Yani o burundan aldığı nefes ciğerleri için tatmin edici boyutta." Mirel, sorgulayan gözlerle Perla'ya baktı. "O değil de sen nasıl kocanı doğurmuş olabilirsin? Hem de bir kız olmasına rağmen."

"Hep kocasına baktıysa demek ki..." Tüm gözler üzerime çevrildiğinde açıklama gereği duydum. Biran'ınkiler hariç... O, yedi gündür evden hiç çıkmadan tükettiğimiz yiyecekleri yerine koymak için dışarı çıkmıştı. "Bizim oralarda öyle derler; anne hamileyken kime çok bakarsa, bebeği ona benzermiş. Hatta annem Gülnur'un bu yüzden bana benzediğine inanır. Çünkü tüm hamileliği boyunca, kardeşimin bana benzemesini umut ederek beni izlemiş."

"O halde bebeğimiz doğana kadar aynayı elinden düşürmeyeceksin."

Biran, eli kolu dolu bir şekilde içeri girdikten sonra ayağıyla kapıyı iterek kapanmasını sağladı. Bakışları bakışlarımı yakalamaya çalıştığında başımı eğdim. Güzel bir şey söylemişti, bir başka zaman için çok güzel bir şey söylemişti ama o zaman bu zaman değildi. Bu yüzden duymamış gibi yapmaktan başka bir şey düşünemiyordum. Öte yandan bunu neden şimdi yaptığını da bilmiyordum. Çünkü bu konuyla ilgili aramızda geçen son konuşma Şifacı Voran'ın evinde gerçekleşen hazin sonlu konuşmaydı.

"Baba!" Alaz kollarını açarak babasına koştu. Babası tüm çantaları yerine koyduktan sonra küçük adamı kucakladı ve havaya savurduktan sonra yeniden yakaladı.

"Nasılsın yakışıklı? Hala sıkılıyor musun?"

Alaz başını salladı. Hep birlikte günlerce iyi vakit geçirmiştik. Yemek yapmış, oyun oynamış, sohbet etmiş ve bolca bebek Rozelin'i sevmiştik. Ancak Alaz küçük bir çocuktu ve enerji doluydu. O enerjiyi tıkılı kaldığı bir evde atabilmesi de mümkün değildi.

"O zaman sana iyi bir haberim var."

Alaz'ın gözleri heyecanla büyüdü. Aslında heyecanlanan sadece o değildi. Hepimiz artık toprağa ayak basmak istiyorduk ama Diana'nın ölümü ülkeyi iyiden iyiye karıştırdığı için burnumuzu dışarı çıkaramıyorduk. Bir arada kalmamız gereken güvenli bölge yalnızca burasıydı, evimiz...

"Söylesene baba! İyi haberin ne?"

Biran oğlumuzu indirdikten sonra yüzlerini hizalamak için büktüğü dizlerinin üzerine eğildi. "Bir at çiftliği ayarladım. Yakınlarda ve epey büyük bir yer. Bugün ve sıkça oraya gideceğiz. Şimdi gidip hazırlanmaya ne dersin?"

Alaz, haberi aldığı an da yumruklarını havaya iterek koştu ve yatak odamıza doğru tırmanmaya başladı. Biran çantaları mutfak tezgahına bıraktıktan sonra yanımıza geldi, oturduğum koltuğun sol baş kısmına yaslandı ve elini omzuma koydu. "Sizler de evinize geri dönebilirsiniz. "

Biran'ın sözleriyle şaşkına dönerken, neler olup bittiğini anlamak için ona bakmaya devam ettik.
"Üç büyüklerle görüştüm ve Rozelin'in benimle olduğunu söyledim."

"Ne!" Kendimi bir an da ayakta buldum. "Bunu gerçekten yaptın mı?"

Ayağa kalktı. Öylesine bir şey söylemiş kadar sakindi. "Evet, yaptım."

Mirel ayağa kalktı, onu Mestan takip etti. "Ne söylediler?"

Mestan'ın sorusunu Mirel yineledi. "Ne söylediler lider!"

Biran, gözlerini benimkilerden ayırmadı. Aslında o gözlerde derin bir gülümseme vardı. "Rozelin'i onlara teslim etmem gerektiğini söylediler. Eğer bunu yapmazsam, liderlik vasfından uzaklaşacağımı ve zindan cezası alacağımı söylediler."

Çattığım kaşlarımın altından ona bakarken nefesimi tuttum.

"Ben de onlara, Rozelin'in hamile olduğunu söyledim." Dudaklarım aralandı. Gözlerim yanmaya başladı ve sebebi damarlarımda cayır cayır geziyordu. "Bebeğimizi doğuracağını, mutlak suretle bir arada kalması gereken bir aile olduğumuzu söyledim." Başı benimkine yaklaştı. Sözlerini zihnime nakşetmeye çalışıyordu ama ben hala bir bilinmezlikle savaşıyordum. "Aileme zarar gelmesine canım pahasına izin vermeyeceğimi söyledim."

"Bunu..." Yutkundum. Gözyaşlarımı gözlerimin derinliklerinde mühürlemeye çalışıyordum ve bu zordu. Çok zordu. "Yapmamış ol."

Başı belli belirsiz sallandı. Sonra... "Yaptım." dedi. "Çünkü doğru olan bu."

Çığlık atmak istedim. Doğru olana tek başına karar veremeyeceğini söylemek istedim ama yalnız değildik. Daha mühimi oğlum gelmek üzereydi ve tam bana alışmaya başlamışken onu hüznümden doğan öfkeye şahit edemezdim.

Geri çekildim. "Kabul etmediler, değil mi? Beni hala arıyorlar."

"Evet. Bir mahkeme olacak. Heyet, bebek doğana kadar kalacağın yeri belirleyecek."

"Sonra?" diye sordum dümdüz bir sesle. "Sonra ne olacak?"

"Bebek doğduğunda, büyücüler babası olduğumu ispat edecek. Sonsuza kadar yanımda kalacaksın."

"Ama..." Nasıl olur da diğer ihtimali düşünmezdi. Yok saymayı nasıl bu kadar iyi başarıyordu?"

"Mahkemenin sonucuna göre hareket edeceğiz. Bebek doğduktan sonra her halükarda yanımda kalacaksın. Üç büyüklerin kurallarına uygun olarak ya da değil. Fark etmez."

Bakışlarım ağır ağır bakışlarından kayarken, alt dudağımı dişlerimin arasına aldım ve geçmişi düşündüm. Buraya geldiğim günden beri kaderim o ihtiyarların dudaklarının arasında olmuştu. Görünen o ki bu gelecekte de bunu değiştirmek istemiyorlardı ama Biran Nuh bu oyunu bozmak için pusuda bekleyecekti.

"Ya bebek doğana kadar Rozelin'in Hual-" Mirel, sözünü yuttu. "Mentro Eyalet'inde kalmalarına karar verirse?"

"Öyle bir şey olmayacak." Biran söylediğinden emindi. "O karar verildiğinde tüm ülkenin altını üstüne getiririm, biliyorlar. En kötü ihtimal, Rozelin'i şatoda tutmaları olacak Sonunda özgürlüğüne kavuşacak olmasını düşünürsek, göze alınabilir."

Bebeği doğuracağımdan emindi. Hislerimi biliyordu. Bilmesine rağmen bana başka şans tanımıyordu. Bunu avaz avaz yüzüne vuramayacağım için konuyu değiştirmeyi tercih ettim. "Diana'nın ölümü hakkında ne düşünüyorlar?"

"O ve adamlarının izlerini Mirel ve Mestan'ın evinden sildim. Hala faili meçhul. Ucunun bize değmemesi için elimden geleni yapıyorum ama Alte ailesi oldukça kızgın."

"Haklı olarak." dedi Perla. "İkinci evlatlarını kaybettiler."

"...ve ikisi de belasını arıyordu." Mirel, Perla'nın yargılayan bakışlarına karşılık omuz silkti. "Haksız değilim. İkisi de kendilerinin olmayanın ve asla olmayacak olanın peşinden gitti, zorladı, kötülük etmekten, yok etmekten çekinmedi. En sonunda da kendileri yok oldu."

Alaz'ın merdivenlerden indiğini gördüğümde, "Bu konuları kapatalım." diye uyardım. "Daha sonra konuşuruz. Şimdi... Hiçbir şey olmamış gibi çiftliğe gidelim ve üzerimizdeki yedi günün rehavetini silelim."

Biran, oğlumuza sütlü kahve renginde küçük bir tay hediye etti. Alaz o taya Peri, adını verdi. Nedenini daha sonra söyleyeceğini söyledikten sonra tayına bindi ve tüm uyarılarımıza rağmen çiftliğin etrafında tur atarken, hızını hiç azaltmadı. Koşmaya başladığından beri ata bindiği için bu konuda oldukça ustalaşmıştı. Yine de oturduğum yerden sık sık ona bakıp, düşme ihtimali için endişeleniyordum.

Söz dinlemeyen sadece Alaz değildi. Mirel de Mestan'ın tüm itirazlarına rağmen kara bir atın üzerinde beşinci turunu atıyordu. Mestan 'ın yapabileceği tek şey, sık sık yarasını kontrol etmekti. Hava soğuk olduğu için Perla, yalnızca bir haftalık olan kızını sıkıca sarmış, tavlanın altında emziriyordu. Efraim bir atın üzerinde olmasına rağmen sık sık karısı ve kızının yanına uğrayarak onları öpücüklere boğuyordu. Öte yandan, çitlerle sınırlandırılmış oldukça büyük olan çiftliğimizin bir köşesinde yalnızca bir odadan oluşan küçük de bir kulübe vardı. Henüz içine bakmamıştım ama dışarıdan baktığımda bile, orada geçireceğimiz harika zamanların hayalini kurabiliyordum.

"Atını sevdin mi?"

Biran ve ben, henüz hiç ata binmemiştik. Lacivert tulumlarımıza eşlik eden lastik çizmelerimizle birlikte, çiftliğim bir köşesinde dikilmiş, yalnızca oğlumuzu izliyorduk.

"Çok güzel." Benim için getirdiği kar beyazı ata baktım. Perçemlerine kadar beyazdı ve benim aksime oldukça uysaldı.

Bir sigara yaktı. O kusursuz dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra derin bir nefes çekti ve gri dumanın havada dans etmesine izin verdi. "O halde, onu neden kendinle şereflendirmiyorsun?"

Keyifsizce gülümsedim. "Atın üzerinde zıplayıp durmak benim durumdaki biri için çok da uygun olmasa gerek. Bebeğin zarar görmesini istemeyiz, değil mi?"

Sigarasından bir nefes daha çektiği duydum. Sonra bir kenara attı ve çizmesinin ucuyla çiğnedikten sonra beni kollarımdan yakalayıp, o küçük kulübenin içine çekti İçerisi fazla aydınlık sayılmazdı. Yine de, geniş bir yatak, hiç kullanılmamış temiz bir şömine ve hiç oturulmamış üç iskemleden oluşan eşyaları görebilmiştim. Biran, sırtımı nazikçe ahşap yüzeyle buluştururken, göğsü göğsüme temas edecek kadar yakındık.

"Görmüyor musun? Sadece yanlış bir karar vermene engel olmaya çalışıyorum."

Herhangi bir ifadenin yerleşmesine izin vermediğim bakışlarımı yüzüne dikip, "Yanlış karar." diye tekrar ettim. "Bundan nasıl bu kadar emin oluyorsun sen?"

"Eminim." dedi, söylediğini tastikleyen bir tonla. "Çünkü seni tanıyorum."

"Tanıyorsun." Yeni bir tekrar. Gerisi hoşuna gitmeyecekti. "Lanet bir bilinmezlikle yaşamayı kabul edeceğimi bilecek kadar tanıyor musun?"

Hala kollarımda olan büyük ve düzgün ellerini yukarı çıkardı, omuzlarıma koydu. Parmakları boynumda ve gerdanımda gezinirken, kızıl güneş ışıklarından mahrum kalan safir mavilerini tenimde gezdirdi. "Ne kadar asi olsan da... Bir bebeğe kıyamayacak kadar merhametli olduğunu biliyorum. Yanlış mı?"

"Yanlış! Anlamıyorsun!"

"Anlamayan sensin! Sonradan pişman olacağın şeyler istiyorsun."

"Siktir! Nereden biliyorsun?" Onu itip kollarımı öfkeyle savurdum. "Geleceği falan mı görüyorsun sen!"

Arkasını döndü, birkaç adım atmıştı ki yeniden bana döndü. "Küfretmeyi kes!"

"Kesmeyeceğim!" Tabanımı hırsla yere çarpıp, "Sikeyim böyle işi!" diye bağırarak iskemlelerden birini bacağından yakaladım ve duvara çarptım. Tüm öfkemin içinde patladığını hissederken sakin kalabilmem mümkün değildi. Başka bir iskemleye yönelmek üzereyken Biran beni kollarımdan yakaladı ve kendine çekti. Yapacağı bir sonraki hamleyi ekarte etmek için dizimi kasıklarına gömüp temasımıza son verdim.

"Siktir!" İnleyerek iki büklüm vaziyette geriye doğru sendeledi.

"Ben de onu diyorum!" diye bağırdım. "Sik-tir!"

Çıkmak için kapıya yöneldim ama beni arkamdan yakaladı ve sıkıca sardı. Ayaklarımın yerle bağlantısı kesilirken havaya attığım tekmeklere küfürlerim eşlik etti. "Bırak lan beni!"

"Sakin ol. Çırpınmayı bırak." dedi dişlerinin arasından. Tükenen tahammülünü umursayacak durumda değildim. Çırpınabilediğim kadar çırpındım ama ona karşı koyabilmem mümkün olmadı. Bunu bilmek beni daha da hırslandırdı. Bacaklarımı kırıp tekmelerimi bu kez dizlerine yönelttim. Hepsi tam isabetti ama birinden bile etkilenmişe benzemiyordu.

"Sana dur, dedim!" Beni yatağa fırlattı. Sırtım yatağın yumuşak yüzeyiyle sertçe buluştu. Daha o an da kalkmak için hamle yaptım ama Biran'ın kendini üzerime bırakmasıyla yatakla bir bütün oldum. Bileklerim onun tarafından başımın iki yanına bastırılırken, şişmeye çalışan göğsüme geniş göğsüyle hükmetti. "Bir kez bile itaat etmeyeceksin, değil mi?"

Dişlerimi sıkıyordum. Suratımın kıpkırmızı olduğundan emindim. "Sana böyle bir şey vaad ettiğimi hatırlamıyorum, lider." Nefesi bir barut gibi dudaklarıma akarken, bizi tutuşturmak için gereken ateşi çakmaktan geri durmayacaktım. "Sana vaad ettiğim şey... Sonsuza kadar tutkulu bir aşık olarak kalmaktı." Başımı kaldırdım, burnumu burnuna sürterken, ben de nefesimi onun dudaklarına bıraktım. "Sakın bu ikisini birbirine karıştırma."

( Rahatsız olacak olanlar okumasın :)

Onun en hassas yerimde giderek palazlandığını hissettim. Bana sürtünmesi, kendimi katı halden sıvı hale dönüşen bir maddeymişim gibi hissettirdi. Gerçekten, siktir! "Ya senin karıştırdıkların? Onları ne yapacağız?" Boğuk sesi kulaklarıma damladı. Hararetli nefeslerimizin birbirine karışmasına engel olacak bir yol yoktu.

"Karışma."

Bakışları dudaklarıma kaydı. Başını usulca iki yana sallarken, "Sana böyle bir şey vaad ettiğimi hatırlamıyorum, sarışın." dedi, biraz önceki sözlerime atıfta bulunarak. "Sana vaad ettiğim şey... Sonsuza kadar tutkulu bir aşık olarak kalmaktı."

Ağızlarımızdan ilkel bir inilti döküldü. Aslında daha fazla bir hırlama gibiydi. Dudakları sertçe dudaklarımı yakaladı ve beni aynı sertlikle öpmeye başladı. Ona aynı karşılığı verirken, çoktan tutuşmaya başlamıştık.

Özgür bıraktığı ellerimle başını kavradım. Kalın ya da ince olarak nitelendiremeyeceğim erkeksi dudaklarından alttakini dudaklarımın arasına aldım. Bahsettiğim tutkudan çok daha baskın bir hisle öperken, elleri kalçalarıma indi. Beni büyük bir açlıkla avuçladı, elimi bacaklarının arasına götürüp aynısı ona yaptım. Gürültülü bir iniltiyle elleri kalçamda aranmaya başladı ama beni çıplak bırakacak yol orada değildi.

Dudaklarımı neredeyse dudaklarından koparım, "Üzerimizdeki bir tulum." diye fısıldadım. "Beni baştan ayağa soyman gerekecek."

Kısılan gözleri tulumumun başlangıç düğmesinde duraksadı. "İstediğin bu olsun." İlk düğmemi yavaşça açtı. Sonrakileri kopardı ve tulumu çekerek çizmelerime kadar indirdikten sonra biraz geri çekilip iki parça çamaşırın örttüğü vücuduma baktı.

Gözleri daha fazla kısıldı. Daha mavi ve daha yoğun bakıyordu.

Diziyle bacaklarımı araladı. Dizini iki bacağımın arasına koyup kendi düğmelerini çözdü. Tulumun içindeki kemik atleti çıkarıp, çıplak ve bronz göğsünü göğsümle buluşturdu. Sonra elini kopçama götürdü. Sütyeni aramızdan çekip aldı. Dudakları boynumda arsız bir yolculuğa çıkmıştı ve elleri oraya ulaştığından beri inleyemiyordum bile. Bana ilk kez bu kadar sert dokunuyordu. Çünkü istediğim buydu. Parmaklarımı bronz göğsünü süsleyen o muhteşem tüylerde dolaştırdım. Omuzlarında, pazularında ve adonis kaslarında.... Elim oraya ulaştığı an gözlerini kapattı. Kendimi aşağı kaydırdığımda, parmaklarının arasından kayıp gittim. Parmaklarım bu kez bacaklarına sarıldı. Ona dudaklarımla dokunduğumda, dilimin üzerinde giderek sertleşen varlığının boyunduruğu altına girdim. Kabaran damarlarını dilimin pürüzlü yüzeyinde hissettikçe bacaklarımın arasında kaynayan kazandan taşanlar beni haşlıyordu. Giderek daha fazla hızladığımda ellerimi bacakları boyunca gezdirdim ve dudaklarımdan taşan ıslaklığı ona bulaştırdım. Elleri saçlarımın arasına sızdı. Saçlarımı parmaklarına dolandı ama bunun bana verdiği his acı değildi. Yalnızca daha da fazla hızlandım. Artık dudaklarımı hissedemiyordum ve kaynar su görmüş bir şeker gibi eridiğimi hissediyordum.

Beni bir kez daha kollarımdan yakaladı ve bir kez daha yatağa itti. Bacaklarımı beline doladığım an bedenini üzerime bıraktı. Kendini hızlıca içe kaydırması ikimizin dudaklarından da arsız iniltiler dökerken, dudakları boynuma acı ve hazzı bir arada enjekte eden ısırıklar armağan etti. Bacaklarım tüm gücüyle onu kendime bastırıyordu. Hızlı birleşmemizin sesi küçük kulübenin duvarlarında yankılanırken, kaba dokunuşlar bedenlerimizde bir süre ağırlayacağımız izler bırakmaya hazırlanıyordu.

"Ah!" Biran başını yukarı kaldırdı. Kapanmaması için mücadele verdiğim göz kapaklarımın arasından boynundaki damarları gördüm. Her biri patlamak üzere olan birer balona benziyordu. "Bacaklarını gevşet." Ellerini bacaklarıma koyup başını bana eğdi. Bacaklarımı o kadar fazla sıkıyordum ki bir süredir her ikisini de hissedemiyordum. "Hadi bebeğim," dedi, kendini bana itmeye devam ederken. "Gevşe."

Beynim değilse bile bedenim emrine itaat ederek gevşedi. Bundan memnuniyet duyarak kolunu sırtıma yasladı ve sırtımı yataktan ayırdı. Çok hızlı hareket ediyorduk. Beni doğrulmuş şekilde tutan tek dayanak koluydu ve her an düşeceğimden korkuyordum. Hırıltıları, vuruşları ve dokunuşları tıpkı bir film şeridi gibi bedenimde dönüp duruyordu. Fena halde afallamıştım. Terimizin tuzuyla kaplı dudaklarımız yeniden birbirine tutunurken, bacaklarımın arasında daha fazlası yok, sanışımın aksine hacimlenen varlığı beni akıl almaz sona yaklaştırıyordu.

Dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan, "Bekle." dedi. Birleşmemize son verdi.

Bininci kattan yere çakılmışım gibi hissetttim. "Devam et!"

Bacaklarımı kavradı. Kalçamı yatağın ucuna kadar çekip yeniden benimle buluştuğunda çığlık attım. Ancak iyi olan refleksi sayesinde çığlığım avucunun arasında yok olup gitti.
Tıpkı dudaklarımın dudaklarının arasında yok olduğu gibi... Öpüşü asla yerinde duramayan yaramaz bir çocuk gibiydi; etkin, tutkulu ve bir sonraki adım belirsiz. Dili işin içine karıştığında ise her şey başka bir şekilde çığrından çıktı. Daha da hızlandı. Daha da! Kendimi ona itme çabalarım onun hızına yetişemiyordu ama ter içinde kalmıştım ve kayıtsız kalabilmem imkansızdı. Omuzlarından tutunup yuvarlanmak üzere olduğum uçuruma göz kırptım.

"Şimdi!"

Gözlerimi kapattım. Dudaklarımı araladım ve emriyle o uçurumdan yuvarlandım. Onunla birlikte...

*

Böylesi zordu. Duygudan duyguya savrulmak; birinde deliricesine acı çekerken, diğerinde hazzı doruklarına kadar yaşamak ve birinde ne yapacağını bilemezken, diğerinde her şeyi yapmak istemek. Zamanın bir biçimi, başka bir biçimine uymuyordu. Hiçbir şey birbirini tutmuyordu ve her şey şeytanın bir oyunu gibiydi.

Hava kararmadan bir süre önce eve dönmüştük. Perla ve Efraim küçük kızlarıyla birlikte evlerine dönmüş olsalar da Mirel, evinde yaşadığı travmayı henüz atlatamadığı için bizimle gelmeyi tercih etmişti. Şimdi onunla birlikte akşam yemeği hazırlarken, oğlumuz babasının yardımıyla banyo yapıyordu. Mestan ise şömine için odun kırmakla meşguldü.

"Hiç konuşmadık ama güçlerini yeniden kullanabilmen kurtarıcımız oldu."

Evet, konuşmamıştık. Konuşmaya gönüllü olmamıştım. "Evet."

"Ne dersin?" diye sordu, yeşilliğe ekşi eklerken. "Sence bunun hamilelikle bir ilgisi var mı?"

Asıl konuşmak istemediğim buydu. "Biraz daha yeşillik doğrasak iyi olur. Mestan çok seviyor."

Konuyu değiştirmek istememi gülümseyerek karşıladı. "Bu kadar yeter. Hem... Daha fazla yorulma. Eminim yeterince yorgunsundur."

"Ne demek bu?"

Mavi gözlerinde açık bir ima vardı. "Kulübeye üzerimi değiştirmek için gelmiştim ama kendime giyinmek için başka bir yer bulmam gerekti. Neden, dersin?"

Sözleri, bana bacaklarımın arasındaki sızıyı hatırlattı. Biraz önce kontrol etmiştim. Daha şimdiden orada rengi mora çalacak olan koyu pembe parmak izleri vardı.

"Ufak bir konuyu tartışıyorduk."

Gülümseyerek yeşilliği masaya götürdü. "Çığlıkların konunun çok da ufak olmadığını söylüyordu ama sen bilirsin." Tabağı masaya bırakıp göz kırptı. "Sanırım bundan sonrası için daha sessiz tartışmanız gerekecek. Malum.... Artık yalnız değilsiniz."

Mavi pijamaları ve ıslak bukleleriyle merdiveni inen oğluma baktım. Elinde bir tarak vardı. Saçlarını yine bana taratacaktı. Bu, son zamanlardaki favori işimdi. "İyi ki değiliz."

Gecenin sessizliğine oğlumun düzenli nefes alışverişleri eşlik ediyordu. Uyuyan yüzüne daha yakından bakmak için başımı yastıkta ileri ittim. Uykusu hafif olmasına rağmen burnuna bıraktığım öpücükler onu kıpırdatmıyordu bile.

"Onun için bir oda hazırlamalıyız."

Yatağın diğer tarafındaki Biran'a baktım. Sırtını yatağın demir başlığına yaslamış, bizi izliyordu.

"Biliyorum ama henüz istemiyorum."

"Eğer alışırsa bir kıza aşık olana kadar aramızda yatar. Sence buna hevesli görünüyor muyum?"

"Oğlumu kıskanmaktan vazgeç." dedim tehditkar bir sesle. "Aksi halde yataktan giden sen olursun."

Sırtını başlıktan ayırdı. Alaz'ın üzerinden bana eğildiğinde, gözleri koyu kızılın altında ışıldadı. "İşte buna senin bile gücün yetmez. Bu herif yakında yatağımızdan gidecek ve sen yeniden sabaha kadar kollarımın arasında olacaksın."

Güçlükle bastırdığım tebessümümü özgür bıraktım. "Kıskanç herif."

Biraz daha eğildi ve dudaklarıma tutkulu bir öpücük bıraktı. "Diana'yı sadece saldırdığı için mi öldürdün?" Cevap veremedim. Gülümsedi. "Benden farklı değilsin bebeğim."

*

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştım. Tedirgindim. Bu gece yaşamımın kalanını şekillendirecek olan mahkeme görülecekti ve ben kendimi hiçbir koşulda anlatamadığım o mahkemelerden etimle kemiğimle nefret ediyordum. Mirel ve Mestan şahitlik edeceği için Alaz'a öğleden sonra gelen Perla ve Efraim bakacaktı. Alaz'a bir yakınımıza gideceğimize dair yalan söylemiştik ve bunun için içim hiç rahat değildi.

Çünkü geri dönemeyebilirdim.

Oğlumu her gün sadece bir saat Kara Kule Şatosu'nun bahçesinde görebilirdim. Henüz kavuşmuşken kalbimin buna dayanabileceğini sanmıyordum.

Her şeye rağmen o mahkemeye katılacaktım. Çünkü yorulmuştum; kaçmaktan, saklanmaktan, sevdiklerimin benim yüzümden her an tehlikede olmasından çok yorulmuştum. Bu yüzden o mahkemeye katılmalı ve bir şekilde karlı çıkmalıydım. Bunu da ancak karnımdaki bebek sayesinde yapabilirdim.

"Perla, tezgahın üzerindeki deftere kızartmanın tarifini yazdım."

Bana üzgün gözlerle baktı. Bunu neden söylediğimi biliyordu. "Yazmasaydın da olurdu. Çünkü o tarife ihtiyacım olmayacak. Bundan eminim."

"Umarım." Kollarında uyuyan kızına baktım. Koyu teni, kırmızı şişkin dudakları ve yumuk yanaklarıyla o kadar güzeldi ki onu kollarıma almak için daha fazla büyümesini bekleyemeyeceğimi anladım. "Perla, daha fazla dayanamayacağım. Alabilir miyim?"

Perla gülümseyerek ufaklığı bana uzattı. "Bir de soruyor musun? Elbette."

Kollarımı dolduran Rozelin'in burnuma yaklaştırdım ve bebek kokusunu içime çektim. Daha yeni doğmasına rağmen en az bir aylık bir bebek kadar görünüyordu. "Çok, çok güzel. Alaz gibi iri bir çocuk olacak."

"Ah, hiç sanmıyorum. Alaz kadar yapılı bir çocuk görmedim. Gerçi... Hayal meyal hatırlıyorum da ağabeyim de hep yaşından çok büyük görünürdü."

Bir an için Biran'ın çocukluğunu görmek istedim ama bir kez daha yanlışlıkla geçmişe gitmeyi kaldıramayacağımdan bu dileğimi geri aldım.

"Baksana! Uyanıyor sanırım." Rozelin ellerini örtüsünden çıkarıp gerinmeye başladığında, püskürttüğü etli dudaklarından tükürükleri çıktı. Ne sevimli bir görüntüydü ama!

"Çıkmamız gereki-" Biran içeri girip beni kollarımda Rozelin ile görünce duraksadı. Bakışlarına yerleşen hayranlık ile bize bakarken, Rozelin yeniden uykuya daldı. "Çıkmamız gerekiyor." dedi, sesini alçaltarak.

Başımı sallayıp, bebeği annesine verdim. Yatak odasında Efraim ile oynayan oğlumla vedalaşamadım. Çünkü hisli bir çocuktu. Tedirginliğimi fark edip benimle gelmek isteyebilirdi. Kapıdan çıkmadan önce evimize baktım. Burada yaşamaya başlayalı uzun zaman olmamıştı ama sanki doğduğumdan beri buradaydım. Kocam, oğlum ve evim daima benimle kalmalıydı. Onca savaştan sonra bunu hak etmiştim, hak etmiştik.

Şatonun dik yokuşunu tırmanırken Mestan ve Mirel hemen arkamızdaki araçta yol alıyordu. Birkaç saniye içinde bakışlarım karlı manzara ile buluştu. Şatonun sevdiğim tek yanı, birer inci tanesi gibi ışıldayan kar taneciklerini ağırlıyor olmasıydı. Garip bir şekilde ülkenin hiçbir kesimine bir tek kar tanesi bile düşmezken, Kara Kule Şatosu, bahçesi, taş köprüsü ve çevresi alabildiğine lapa lapa kardı. Tıpkı bir hayal ülkesi gibi; belli bir sınırdan sonra kar, yerini toprak ve çamura bırakıyordu. Görmeyen birini açıklanamayacak ürkütücü ve bir o kadar da hoş bir manzaraydı.

"Soracak mısın?" diye sordu Biran, arabayı taş köprünün girişinde durdurduktan sonra.

"Senin söylemeni bekliyorum." Başımı kar manzarasından alıp ona çevirdim. "Neden birden üç büyüklerle görüşmeye karar verdiğini merak ediyorum doğrusu."

Arabanın kapaklı gözlerinden birine uzandı ve içinden siyah bir kart çıkardı. Kartı bana uzattığında, gözlerimle görmemi istediğini anlayarak parmaklarının arasından aldım. Üzerinde Mentro Eyalet'inin damgası vardı. Bu yüzden okumadan önce yutkunmam gerekti.

"Lider Biran Nuh,

Kazandığını mı düşünüyorsun? Kazanmadın. Kazanmayacaksın. Çünkü ben Rozelin'i hiç saklamadım. Onu kimseden kaçırmadım. Ancak sen, onu yanından tuttuğun müddetçe bir günah gibi herkesten saklayacaksın. Ta ki bana yeniden dönünceye kadar... Lord Hualp Koran."

Son satırı okur okumaz "Bu asla olmayacak." dedim. "Asla yanından ayrılmayacağım."

"Biliyorum."

"O halde neden? Neden istediğini yapıyorsun?"

Bedenini bana çevirdi. Üzerinde siyah bir pantolon, aynı renk gömlek ve ceket vardı. Gömleğinin üstten iki düğmesi açıktı ve sabah traş olduğu için sakalları kirli duruyordu. O sakallara dokundu. "Bir konuda haklı. Sen, gizli saklı yaşamayı hak etmiyorsun. Bu yüzden kaçmaya bir son vermenin zamanı geldi, Rozelin Nuh. Ortaya çıkıp ailemiz için savaşacağız."

Aile, diye bahsettiği kavrama içimdeki bebek de dahil miydi? Dahil olduğunu bakışlarından anlıyordum. Bunun bana verdiği tek şey acıydı. Ah, tanrım... Böyle olmaması gerekiyordu.

Bakışlarımı hızlıca ondan kaçırdım. Onun dışında her yere bakarken, "Üzgünüm!" dedim. "Artık kararını benim vermediğim, yönetemediğim hiçbir durumu sırtlanmak istemiyorum. Tek istediğim kendi kararlarımı vermek, kendi doğrularımla yanılmak."

Elimi tuttu. Onunla bir kez daha karşı karşıya gelmeye gücüm yoktu. Kulağıma yaklaşan nefesinden, yeni bir savaşa izin vermeyeceğini anladım. "Sana yapmak istediğin hiçbir şey için engel olmayacağımı biliyorsun." Başı kendini onaylamak için sallandı. "Biliyorsun sarışın."

Elimi yanağına koydum. Alnımı alnına yasladım ve "Teşekkür ederim." diye fısıldadım.

"Teşekkür etmen gerekmiyor. Sadece düşün. İyi düşün."

Düşünmek... Düşünecektim. Bunu sevdiğim adam için yapacaktım.

Bir korna sesiyle birbirimizden ayrıldık. Dikiz aynasından baktığımızda kornayı çalan arabanın Efraim'e ait olduğunu gördük. "Burada ne işi var? Evde kalmaları gerekmiyor muydu?"

Biran kapıyı açtı. "Şimdi anlarız."

Birlikte aşağı indiğimizde Efraim'in aracı hemen yanımızda durdu. Efraim aşağı indi ve arka kapıyı açtı. Elinden tutup aşağı indirdiği kişi Alaz'dı!

"Aaah...." Açılan ağzımı bir süre kapatamazken, Alaz koşup yanıma geldi. "Tatlım," Dizlerimin üzerine çöküp mavi kabanı ile kaplanmış omuzlarından tuttum. "Burada ne işiniz var?"

Efraim ellerini iki yana açıp, cevabı Alaz'a bırakacağını belirtti.

"Şey... Ona kızmayın. Ben konuştuklarınızı duydum. Bir mahkemeye katılacağınızı biliyorum." Üzgünce başını omzuna düşürdü. "O üç dedenin sana ceza verebileceğini de biliyorum. Eğer sana ceza verirlerse, seni bir süre sadece burada görecekmişim, öyle mi?"

"Alaz..." Nasıl bir cevap vereyim ben sana şimdi? "Kazanmak için elimden geleni yapacağım ama eğer kazanamazsam, üzülmek yok. Baban ve diğerleri hep yanında olacak."

Omzunu silkti. "Ama sen olmayacaksın."

Parmaklarımın dış boğumuyla yüzünü sevdim, ona kırgınca bakmaya engel olamıyordum. Çünkü haklıydı. "O halde kazanmam için bana şans dile."

Biran'ın omzuma dokunmasıyla, daha fazla vaktimizin olmadığını anladım. Oğlumun siyah saçlarının arasına uzun bir öpücük bıraktıktan sonra bir öpücüğü de burnunun ucuna bıraktım ve hiç istemesem de ondan ayrıldım

Adım adım uzaklaşırken, üzgün bakışlarının sırtımda gezindiğini bilmek avucumda bir kor tanesinin gezinmesi gibiydi. Avucumu hareket ettirdikçe başka bir noktaya kayıyor ama asla terk etmiyordu.

Taş köprüde ilerlerken, "İyi şanslar!" diye bağırdı arkamdan. Omzumun üzerinden ona baktığımda gülümsüyordu. Elini kaldırdı, daha kuvvetli bağıracağını anladım. "İyi şanslar, anne."

🖤

Rozelin'i anlayamadığınızı biliyorum ama kendinizi onun yerine koymayı deneyebilirsiniz. Temur'un yaptıkları birer travma olarak kaldı ve aynı ihtimallerle burun buruna gelmişken kötü hissetmesi çok normal.

Kesitlere İnstagram'dan açtığım Bizimkiler 🍀 isimli kanaldan ulaşabilirsiniz./ _DuruMavii

Hadi siz 15 bölümü geride bırakan Oyna Ya Da Öl okumaya 🎭

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

13.9K 1.6K 90
Hayallerinize sınır koymayın ! Kendini yazarak anlatan, hayallerini artık zihnine sığdıramayarak satırlara döken yazarlarım için elimden geldiğince h...
337K 5.4K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
1.8M 98.2K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
25.5K 406 5
Derler ki; damadın gelini düğünden önce gelinlikle görmesi uğursuzluk getirir. Hurafelere gerek yok, sevgilim. Sana yeminim olsun ki senin en büyük u...