MİHRA

By Liliaceae1

573K 35.5K 7.7K

"Baba,çok korktum ben." Mirzat Bey kolları arasına aldığı kızını göğsüne yaslarken duyduğu şey ile adeta don... More

1. Bölüm
2.Bölüm
3.bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7. Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
💔
14. Bölüm
15. Bölüm
16.Bölüm
17. Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23. Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
💜Özel Bölüm💜
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36. Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm
45.Bölüm

32.Bölüm

9.7K 688 183
By Liliaceae1

Hoş geldiniz bebeklerim 🐣💜🙋🏼‍♀️

Sizi beklettiğim için çok üzgünüm maalesef çok sık aktif olamıyorum elimden geldiğince bölüm atıp Mihra'yı tamamlamak istiyorum. En fazla bu kadarı oluyor üzgünüm.

Ancak kendimi affettirmek adına upuzuuun bir bölümle geldim. 🫠 Ayrıca bölümün sonunda ilk bombayı patlattım. 🫢😁

Bundan sonra biraz daha hızlı ilerleyebiliriz.

Neyse sizleri daha fazla bekletmek istemiyorum oylarınızı ve yorumlarınızı heyecanla bekliyorum

Keyifli Okumalar
💜💜

Annesi ile beraber kuzu kuzu oturan Mihra ellerine tutuşturulan ıhlamuru yudumlarken tekrardan kaşınmaya başlayan burnuyla bardağı kendisinden uzaklaştırmıştı.

"İyi yaşa fındığım." Etraflarında dönüp duran abisine nezaketen başını sallamış kucağındaki tuvalet kağıdı rulosuyla burnunu silmişti.

"O ıhlamuru bitir abim." Hapşırırken dökmemek için uzaklaştırdığı bardağını geri alırken bu defa da annesinden gelen hapşırma ile kucağındaki ruloyu ona uzatmıştı.

"İyi yaşa annem."

"Hep beraber paşam." Oturduğu yerden söylenerek kalkan Mirzat Bey karısı ve kızının oturduğu koltuğun etrafında birkaç volta atmıştı. Saatler sonra oğlunun nişanı vardı ve hem karısı hem de kızı hastaydı. "Ateş böyle olmaz babacım bir acile mi gitsek." Leyla Hanım sırayla önce Mihra'ın daha sonra kendisinin ateşini kontrol eden kocasına göz devirmişti. "Yok hayatım öyle olmaz istersen yoğun bakıma alsınlar bizi daha çabuk toparlarız." Mihra, annesinin söyledikleriyle kıkırdarken babasının çatık kaşlarıyla karşılaşınca gülüşünü saklamak istercesine elini ağzına götürmüştü.

"Bir de dalga geçiyorlar hanımefendiler siz gülün bakalım başınıza iki hemşire dikeceğim ceza olsun size." Mihra babasının tehditkar bakışlarıyla anında yerine sinip ıhlamuruyla ilgileniyormuş gibi yaparken Leyla Hanım ise kıpkırmızı olmuş burnuna rağmen havalı havalı saçlarını savurmuş "Dene bakalım kocacığım günün akşamında elinde yastığınla salona giderken asıl cezayı kimin aldığını düşünürsün." Demişti. Mihra saf saf akan burnunu silmekle uğraşırken beyler çoktan sırıtmaya başlamıştı.

"Sen ne yaptın Mirzat Arslanoğlu inanılmaz bir acemilik, inanılmaz bir acemilik." Vuslat, babasının kendisine doğru uzanmasıyla hamlesinden kaçarken yüzünde ev sahipliği yapan sırıtmayla başını sallıyordu. "Vuslat almayım ayağımın altına oğlum." Genç adam babasını umursamadan sırıta sırıta kız kardeşinin yanına adımlamıştı. Şu an ondan keyiflisi yoktu, babasını alt edebilecek tek kişi annesiydi ve Mirzat Arslanoğlu'nu bu halde görmek onu inanılmaz keyiflendiriyordu.

"Leyla'm kurban olduğum sen ne diyorsun." Mirzat Bey karısının alttan alttan attığı imalı bakışlarıyla adeta olduğu yerde donakalmış ne diyeceğini şaşırmıştı. Karısı böyle zamanlarda onu nerden vuracağını çok iyi biliyordu.

"Oyy nenem yandi buralar gel gülüm sen buraya ben içireyim çaylaruni." Mihra bir anda yan tarafa Vuslat abisinin yanına çekilirken itiraz etmesine fırsat vermeden elinden alınan bardak ile omuzlarını düşürmüş usluca abisinin uzattığı ıhlamurunu yudumlamaya başlamıştı.

"Söylediğimi duydun işte Mirzat, bu gün oğlumun en mutlu günü eğer bugün beni ya da kızımı darlayacak olursan akşam kendini salonda bulursun diyorum." Leyla Hanım son defa saçlarını savurmuş tıpkı kızı gibi koca bir kupa dolusu ıhlamuruna geri dönmüştü.

"Hatunum bu meseleyi çocuklarımızın yanında konuşmayalım diyorum ama beni zorluyorsun, sen yıllardır benim koynumdan başka yerde uyudun mu söyle bakayım, müsaade eder miyim ben buna." Leyla Hanım kocasının yoğunlaşan sesiyle bir anda kıpkırmızı olurken diktiği burnunu indirmeden söylenmişti. "Bu ilk olur işte hayatım."

"Çocuklar hadi siz kardeşinizi alın biraz hava alsın."

"Yoo burası gayet serin bence." Mihra abisinin uzattığı ıhlamurdan son yudumunu alırken gülmemek için ısırdığı diliyle konuşmuştu. Babasının neden böyle söylediğini anlamıştı bu halleri çok komikti.

"Gel gülüm gel bize yol göründü yine." Beyler babalarını daha fazla zorlamamak adına kız kardeşleriyle beraber odayı terk ederken Mirzat Bey çoktan karısının yanına doğru adımlamıştı.

"Sen az önce ne diyordun karıcım tekrar söylesene."


***

Hamsiler



Mihra: Sizce ben abimin nişanının olacağı gün hastalanmış mıyımdır?

Yağmur: Ayy bebeğim ne oldu ki birden bire kıyamam sana🥺

Mihra: Önemli bir şey değil aslında sadece çok kötü grip olmuşum annemde aynı Ateş abimde serum iyi gelir deyince hastaneye geldik mecburen.😢

Miraç: Neden kendine dikkat etmiyorsun kızım kaşla göz arasında nasıl kaptın şifayı

Yağız: Kesin nazar değdirdiler benim boncuğuma ben dedim ama öyle rengarenk giyinip milletin dikkatini çekme diye ama yok dinleyen kim

Miraç: Kim ulan o millet

Mihra: Of çocuklar abartmasanıza bir şey olduğu yok hem nazar falan da değmedi, birazcık terlemiş ve birazcıkta dondurma yemiş olabilirim.

Yağız: Aferin boncuğum görende baba yiğit cengaverin teki sanacak kızım sen neyine güvenip bu havada dondurma yiyorsun kuş kadar canın var zaten

Yağmur: E nişana gidemeyecek misin kuşum ne olacak şimdi?

Mihra: Yağız ya zaten hasta olduğum için üzgünüm neden üstüme geliyorsun şimdi küseceğim bak sana :(

Mihra: Ve tabii ki nişana gideceğim Yağmur sen bakma serum aldığıma abimlerin her zaman ki halleri işte hem babamı da biliyorsun bu konuda biraz takıntılı

Yağmur: Ayy biliyorum biliyorum amcam bu konuda bizimkileri bile geçiyor Allah yardımcınız olsun.

Miraç: Adam işini riske atmamak için önlem alıyor kızım ne var bunda ben amcamın arkasındayım

Yağız:+111

Yağmur: Aman siz bir durun alt jenerasyon Arslanoğulları bunların hepsi aynı ya al birini vur ötekine

Yağız: Kızım ne varmış bizim halimizde bir kere millet bizim gibisini bulmak için kırk takla atıyor siz beğenmiyorsunuz.

Yağmur: Yağız egonu çekersen sevinirim grupta bize de yer açılsın canım

Mihra: Ya bir durur musunuz bari burada kavga etmeyin

Miraç: Güzelim ne zaman gideceksiniz nişana kaç gibi başlıyor

Mihra: Sanırım altı gibi konakta olacağız, Yiğit abim havalimanına gitti amcamı ve dedemi almaya onlar gelene kadar bizim de serumumuz biter zaten sonra hemen hazırlanıp çıkacağız.

Miraç: Tamam güzelim dikkat et kendine ben seni ararım zaten Leyla yengeme de selam söylersin çok geçmiş olsun.

Yağız: Benden de selam söyle boncuğum kendine iyi bak daha fazla hastalanma elin aşiretlerinde

Yağmur: Görüşürüz kuşum ben zaten yazarım sana

Mihra: Görüşürüüüüz.😽🙋🏼‍♀️🙋🏼‍♀️🙋🏼‍♀️

"Gülüm kiminle konuşuyorsun öyle hararetli hararetli." Mihra telefonunu yatağın yanına bırakırken yanı başında oturan abisine bakmıştı.

"Hiiç bizim çocuklar işte." Vuslat kardeşinin tatlı tatlı salladığı omuzlarıyla gülümseyip saçlarını okşamıştı. "Güzelim benim."

"Bu serum ne zaman biter abi." Mihra takılmadan önce neredeyse korkudan kalp krizi geçirecek gibi olsa da şu anda o kadar da korkulacak bir şey olmadığını anladığı seruma düşmana bakarmış gibi bakıyordu. Hiç sevmemişti.

"Az kaldı gülüm biter birazdan amma mızmızlandın."

"Ne yapayım abi hiç sevmiyorum hastaneyi."

"E gülüm senin işin yaş o zaman birkaç sene sonra doktor oldun mu ne yapacaksın." Kolundaki seruma dikkat ederek uzandığı yerden doğrulurken kaşlarını kaldırmıştı. "İyi de ben kendim hasta olmayı sevmiyorum ama hastam olabilir zevkle onları iyileştiririm."

"Senun hastan falan olamaz da dellendirme beni abisinun ballısi." Mihra, abisinin ani yükselmesi ile gözlerini devirirken abisinin mantıklı düşünmesi için biraz zaman tanımıştı.

"He sen o manada." Mihra abisinin sonunda anladığını belli eden tepkisiyle başını bıkkınca sallamıştı. "Abin kurban olur senin hastalaruna çiçeğum benim." Genç kız abisinin yanağına art arda kondurduğu öpücükleriyle gülerken bir yandan da ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. "Abi ya öpmesene beni şimdi sana da hastalık bulaştıracağım."

"Ula bir kere sana bulaşmış o hastalık sence ben şu saatten sonra bana bulaşmasını dert eder miyim kurban olduğum." Mihra abisinin yumuşak ses tonuyla pamuk gibi olurken tatlı tatlı gülümsemişti.

"Abii ya öyle şeyler söylemesene."

"Nazlaruna öleyim dağ çiçeğum gel, gel bir tanecik daha öpeyim." Vuslat'ın Mihra'ya düşkünlüğü bambaşkaydı. Normalde sevgi dolu bir adam olamamasına rağmen konu kız kardeşi olunca hiçbir duygusunu ona yansıtmaktan çekinmezdi. Kız kardeşini kollarına aldığı her an onsuz geçirdiği yılların acısını çıkartırcasına öpüp koklardı. Bundan bir gün olsun sıkılmamıştı, sıkılmayacaktı da.

İkilinin tatlı sohbeti çalan kapı ile kesilirken Vuslat anında doğrulmuş kardeşinin açılan bacaklarını dikkatle örterken seslenmişti. "Buyurun."

"Geçmiş olsun küçük hanım, nasıl hissediyorsunuz." Ateş abisi ve hastaneye ilk geldiklerinde kendisini muayene eden doktor gelmişti.

"Teşekkür ederim, daha iyiyim artık üşümüyorum." Mihra, cevap vermeden önce cesaretini toplamak için abilerine göz ucuyla bakmış ardından bir an olsun tereddüt etmeden konuşmuştu. Normalde tanımadığı insanlarla konuşurken panik oluyordu. Ancak abileri ona gereken cesareti yanında durarak veriyorlardı.

"Çok güzel hemen bir ateşini ölçelim, serumunda bitmek üzere." Mihra başını sallarken birkaç adımla yanına gelen doktor giydiği ince tişörtün kenarından nazikçe ateş ölçeri yerleştirmişti. Mihra bedenine temas eden el ile ürperse de Vuslat abisinin koca avucunu yanağına yaslamasıyla dikkatini ona vermişti. Abisi onu anlamıştı, derdini biliyordu ancak ne o ne de kendisi konuşmuyordu. Sadece bakışlarıyla, yüzünü okşayan sıcak avuçlarıyla yanında oluyordu. Doğrusu işe de yarıyordu.

Abileri onun en büyük şansıydı.

Başkalarının açtığı tüm yaraları söz verdikleri gibi bir bir sarıyorlardı.

"Çok güzel ateşiniz düşmüş küçük hanım, artık üzerinizi giyinebilirsiniz daha fazla üşütmeyin, size antibiyotik yazdım. On gün boyunca düzenli kullandığınız taktirde tamamen toparlarsınız. geçmiş olsun."

"Teşekkür ederim."

"Abi sen Mihra ile kalacaksan eğer bir anneme de bakayım aklım onda kaldı." Ateş kardeşini onaylarken çoktan Mihra'nın yanına geçmişti.

Genç kız doktorun kapıdan çıkmasıyla derin bir soluk vermiş arkasına yaslanmıştı. Beyaz önlüklü birini görünce otomatik olarak geriliyordu.

"Abi ya sence ben doktor olamaz mıyım?" Bakışları doğrudan Vuslat abisinin az önce kalktığı yere oturan Ateş abisine kaymıştı.

"Niye olamayasın fındığım."

"Yanii böyle birazcık geriliyorum ya hani." Ateş kız kardeşinin baş ve işaret parmağını kısarak kendisine göstermesiyle gülümsemiş elini tuttuğu gibi avucuna minik bir öpücük kondurmuştu.

"Daha bu yolun başındasın fındığım emin ol ki zamanla her şeyi aşacaksın eğer ki gerçekten tıp okumak istiyorsan böyle şeylerle kafanı kurcalama." Ateş okula başladığı ilk sene şu anki haline göre çok daha telaşlı ve gergindi. Ancak zamanla kan görmeye de, zorlu hastalıklarla mücadele etmeye de alışılıyordu.

"İstiyorum hem de çok istiyorum birilerini iyileştirebilmek, mutlu etmek en büyük hayalim. Sadece elime yüzüme bulaştırırım diye endişeleniyorum."

"Endişelenmene gerek yok güzelim ben eminim ki sen çok başarılı bir doktor olacaksın." Genç kız abisinin kendinden emin tavrıyla gururla gülümserken odaya giren hemşirenin biten serumu bir çırpıda çıkartmasına müsaade etmişti. Onu az evvel yanından çıkan doktor göndermiş olmalıydı.

"Abim gel hadi üzerini giymene yardım edeyim annemin de serumu bitmişti zaten sonra hastaneden çıkarız." Hastaneye ilk geldiklerinde ateşi otuz sekiz buçuğu geçtiği için üzerindeki bol sweatshirt ve eşofman altını çıkartmışlardı. Altına giydiği yarım kollu ince bir tişört ve şortu ile kalmıştı. Hastane odası sıcak olmasına rağmen hafiften üşümeye başlamıştı hava gerçekten serindi.

"Şey ben giyinebilirim abi."

"Hadi güzelim inat etme kolun ağrımasın ben hemen hallederim." Aslında bir şey yoktu Mihra normalde de abilerinin aynında böyle dolanıyordu ancak şu an biraz terlemişti ve garip hissediyordu. Ancak yine de sessini çıkartmamıştı.

Abisi önce dikkatlice pembe bol paça eşofmanını giydirmiş üzerine de sweatshirt'ünü geçirmişti. "Uzat bebeğim ayaklarını." Mihra uslu uslu abisinin çoraplarını giydirmesine müsaade etmiş ardından da ayakkabılarını giymişti. Abileri onunla öyle güzel ilgileniyordu ki çoğu zaman kendisini minik bir bebek gibi hissediyordu. Açıkçası bu durum artık onu rahatsız etmiyor aksine içi içine sığmıyordu. Genç kıza göre sevilmek çok güzeldi. Sevmekten bile daha güzeldi.

"Ateş ne yaptınız annem bitti mi serum." Mihra son olarak montunu giyerken açılan kapı ile annesini ve onunla beraber babasını ve diğer abilerini görmüştü.

"Bitti annem biz de tamamız çıkabiliriz." Leyla Hanım kızının yanına gelebilmek için aceleyle hazırlansa da oğlu çoktan halletmişti. Ve keyifleri yerinde görünüyordu. Bu derin bir nefes almasına sebep olmuştu.

Oğulları koca adamlar olmuştu kendi işlerini kendileri görecek kadar büyümüşlerdi ancak kızı henüz küçüktü. Hatta onun gözünde minicikti ona yetememekten korkuyordu.

"Annem iyi misin serum çok iyi geldi bana gözüm açıldı resmen." Mihra annesinin gözlerini kırpıştırmasıyla kıkırdarken başını sallamıştı. "Evet bana da iyi geldi annecim artık serumumuzu da aldığımıza göre nişana gitmek için hazırız bence değil mi?" Mihra her ne kadar annesine konuşuyor olsa da gözleri babasındaydı. Zira çok iyi anlamıştı ki evde her ne kadar borusu öten kişi annesi olsa da konu sağlıkları olduğu zaman babası tüm otoriteyi eline alıveriyordu. Leyla Hanım kızını onaylarken kocasının daha fazla itiraz etmesine müsaade etmeden Mihra'nın elini tuttuğu gibi önlerinden yürümeye başlamışlardı.

**

Mihra🦋

"Annem sen yinede şu ceketi al üzerine içerisi zaten sıcak olur ama dışarı çıktığın zamanlar giyersin iyice üşütme." Mihra annesinin düzleştirdiği saçlarına son kez bakarken kenardaki beyaz peluş ceketi üzerine almıştı. "Ben zaten dışarı çıkmam ki anne." Nişan konakta olacaktı, avluda erkekler evdeyse kadınlar olacaktı.

"Olsun annem sen al yinede ne olur ne olmaz." Mihra ceketi kollarından geçirirken minik inci çantasına telefonunu ve parfümünü koymuştu başka bir şey taşımaya gerek yoktu.

"Amcamlar ve dedem nerede kaldı ki anne?" Yiğit abisi onları almaya gitmişti ancak hala dönmemişlerdi. Onları göreceği için heyecanlıydı. Keşke yengeleri, babaannesi ve kuzenleri de gelebilseydi ancak burası çok uzak olduğundan ve nişan yalnızca aile arasında çok kalabalık olmayacak dedikleri için böyle bir çözüm yolu bulmuşlardı. Nişandan sonra İstanbul'a döndüklerinde İnci ablası bir gün onlara yemeğe gelecek ve Trabzon'daki tüm akrabalarını davet edeceklerdi. Böylece herkes onunla tanışmış olacaktı.

"Onlar direkt konağa geçmişler annecim."

"Hadii o zaman biz de gidelim anne artık ben hazırım." Leyla Hanım son olarak rujunu tazelerken çoktan koşturarak odadan çıkan kızının peşine takılmıştı.

"Biz hazırıız."

"Fıstığım bu ne güzellik böyle." Mihra, Kartal abisinin elini tutarak kendi etrafında bir tur döndürmesiyle gülümsemiş saçlarını heyecanla savurmuştu. "Güzel olmuş muyum abii"

"Güzel ne kelime fıstığım prenses gibi olmuşsun."

"Babasının meleği, prenses kızım benim." Mihra ayağındaki topuklu ayakkabıların tıkırtısına aldırış etmeden pıtı pıtı babasına koşmuş hemen yanağına uzanarak minicik bir öpücük kondurmuştu.

"Teşekkür ederimm siz de çok yakışıklısınız her zamanki gibi. " Klasik övgü içerikli düğün öncesi sarılmalarından sonra bir şekilde otelden çıkmayı başaran Arslanoğlu ailesi sonunda konağa doğru yola çıkabilmişlerdi.

"Babacım sakın kendini yorup terleme zaten hastasın iyice üzerinde ilerlemesin."

"Tamam baba."

"Soğuk şeyler yiyip içmekte yok."

"Tamaaam."

"Çok fazla ortalıkta dolaşmak hatta benim yanımdan kalkmakta yok."

"Tama- bir dakika o niye ki ya dolaşınca hasta mı olunuyor sanki." Mihra babasının talimatları arasına dahil olan Vuslat abisine anlamsızca bakıyordu.

"Tüh be yemedi küçük zilli."

"Vuslat karışma annem kardeşine bugün abisinin nişanı istediği gibi eğlenecek benim kızım." Vuslat annesinin itiraz kabul etmeyen sesiyle yola odaklanmış "Tamam da sizle de iki şaka yapılmıyor." demişti.

Konağın tanıdık girişine yaklaşmalarıyla kendilerine çeki düzen veren hanımlar kapılarının açılmasıyla dikkatle araçtan inmişlerdi. Leyla Hanım kocasının koluna girerken Mihra ise hemen yanındaki Ateş abisinin koluna girmişti. Vuslat abisi hemen yanlarındayken Kartal abisi ise elindeki çiçek buketi ile en öndeydi.

Kapıda bir sürü görevli ve ikram tepsisi tutan iki tane kadın vardı. Her ne kadar ailesi arasında bir nişan olacak deseler de içeriden yükselen sesler pekte öyle olmadığını gösterir gibiydi.

Kapıya kadar ulaşan Arslanoğlu ailesi kapının açılmasını beklerken yükselen zılgıt sesleriyle bir an için ne olduğunu anlamasalar da açılan kapı ve görüş açılarına giren İnci ile hepsinin yüzüne koca bir gülümseme yerleşmişti.

İnci ablası giydiği beyaz midi elbisesi ile gerçek bir inci gibi olmuştu.

Kartal abisi elindeki buketi İnci ablasına uzatmış ve sadece gülümsemişti. İnci ablasıysa çiçeği aldığı gibi başını eğmiş bir daha abisine bakmamıştı. Mihra artık abisinin kaderinin böyle olduğunu kabullenmiş olacak ki sadece üzgünce iç geçirmişti. 'Ah kadersiz abim'

İçli içli Kartal ve İnci'ye bakan Mihra'yı fark eden Berfe genç kızın omzuna dokunmuş ve dikkatini sonunda kendi üzerine çekebilmişti. "Mihra sen ne güzel olmuşsun böyle canım maşallah sana."

Mihra kendisine sarılan kadın ile abisine dertlenmeyi daha sonraya bırakmış aynı samimiyetle "Sen de çok güzelsin Berfe abla, minnoş ne yapıyor." demiş minnoş derken karnındaki bebekten kastettiğini belli etmek istercesine iyice belirginleşmiş karnına dokunmuştu.

"İyi ablası bana kilo aldırıp duruyor ne yapsın." Mihra hamilelikten dolayı hafif şişmiş yanakları ve tombul elleriyle gülümseyen kadının ne kadar sempatik olduğunu düşünüyordu. Kendisini rahatsız eden bu hali aslında çok tatlıydı.

"Mihra, nasıl oldun canım hastalanmışsınız Kartal bahsetti." Mihra, sıkıca kendisine sarılan İnci ablasına aynı şekilde karşılık verirken başını önemsiz dercesine sallamıştı. "Sadece basit bir grip İnci abla endişelenecek bir şey yok iyiyim yani."

"Öyle olsun bakalım ama eğer kötü hissedersen kendini mecbur hissetme sakın seni asla yanlış anlamam istediğin zaman uyumaya veya dinlemeye çıkabilirsin ablacım tamam mı?" Mihra, yengesinin iyi niyetiyle kocaman gülümserken başını sallamıştı. Abisi doğru bir eş seçimi yapmıştı ve çok şanslıydı. İnci ablası gerçekten çok iyi bir kadındı.

Kapıda kendilerini karşılayan herkesle sarıldıktan sonra Berfe ablasının yönlendirmesiyle içeri geçmişlerdi. Oldukça kalabalıktı zaten sadece Azad ağa ve ailesi bile neredeyse koca bir konağı doldurmuşu. Erkekler avludaki verandaya geçerken kadınlarda içerideki alana geçeceklerdi ki Mihra hemen girişte gördüğü tanıdık simalarla kocaman gülümsemişti.

"Dedee."

"Uyy dedesunin sari kizu." Mihra koşa koşa dedesinin kendisi için araladığı kollarının arasına girmişti. "Habu ballari yer onin dedesu oy benum güzel kizum." Mihra dedesinin yanaklarına kondurduğu öpücüklerle neşeyle gülümserken koca göbeğine sımsıkı sarılmıştı. Dedesini çok özlemişti.

Belki de günler sonra burada tanıdık bir sima görmek ona çok iyi gelmişti.

"Amcasının güli gel hele yanuma oy nenem koca kız olmuş ya bu." Dedesinin hemen yanında oturan büyük amcasının yanına giderken de hala yüzünde varlığını koruyan gülümsemesiyle çok mutluydu. Ardından hızlıca diğer amcasına sarılmıştı.

"Hoş geldiniz amca iyi ki geldiniz."

"Hoş bulduk amcam tabi geleceğiz yeğenimiz evleniyor değil mi abi?" Mihra o esnada arkalarında duran babasını yeni fark ediyordu. Mihra babasının amcaları ile selamlaşması için aradan çekilirken hızlıca dedesinin yanına geri gitmiş kolunun altına girmişti. Burada normalde erkekler olacaktı ancak şu an da çok kalabalık değildi o yüzden rahattı. Kadınlar daha fazlaydı. Burada şu anlık Azad ağa onun çocukları ve tanımadığı birkaç adam vardı. Boran abisi zaten kapıdaydı misafirleri karşılıyordu.

Dedesi ile havadan sudan konuşmaya başlayan Mihra odadaki hiç kimseye selam bile vermemişti. Zaten ne Azad ağayı ne de çocuklarını sevmişti. Özellikle o kendisini rahatsız eden çocuğun burada varlığını hissetmek bile rahatsız ediciydi. Ayrıca Azad ağaya da abisini üzdüğü için ekstra sinirliydi. Bu yüzden umursamadan sadece kendi akrabaları ile konuşmuştu. Bir süre sonra çoğalmaya başlayan erkekler ile ayaklanmış ve annesinin yanına gideceğini söyleyerek oradan çıkmıştı.

"Annem ne oldu sıkıldın mı?" Mihra içeride masalarla ayrılmış bir bölümde oturmuş Berfe ablası ile sohbet eden annesinin yanına gidince bakışlar üzerine çevrilmişti.

"Yok sıkılmadım dedemleri çok özlemiştim ama orası biraz kalabalıklaşınca rahatsız oldum." Leyla Hanım anlayışla başını sallarken yanındaki sandalyeyi kızı için çekmişti.

"Benim de son aylarım Leyla abla çok ağırlaştım kusura bakmayın öyle oturup kaldım Allahtan yardımcılarım çok güvenilirdir de gözüm hiç arkada kalmadı." Leyla Hanım mahcupça konuşan kadının nazikçe elini tutmuştu. "Berfe hiç olur mu öyle şey canım sen hamilesin tabii ki oturacaksın tam aksi gezip dolaşırsan kusura bakarım. Hem böyle göründüğüme bakma beş tane doğurdum ben seni çok iyi anlarım yani." Leyla Hanım kadının içini rahatlatmak istercesine muzipçe göz kırpmıştı.

"Ya Leyla abla ben zaten kaçtır bunu söyleyeceğim söyleyeceğim ayıp olur belki gücenirsin diye vazgeçiyorum." Berfe itiraf edeceği şeyden önce ağzına kapattığı tombul eliyle nazikçe kıkırdamıştı. "Abla seninin çocukların yaşları da yakın yani sen hangi ara doğurdun hangi ara büyüttün maşallah gerçekten hayır yani bir de hepsi fabrika üretimi gibi manken gibi çocuklar." Leyla Hanım, karşısındaki genç kadının itirafıyla istemsizce bir kahkaha atmıştı.

"Biz fabrika üretimi gibi miyiz Berfe abla." Mihra'da annesi gibi gülerken şakayla karışık araya girivermişti. "Ablacım zaten sen hiç konuşma bu yaşta böyleysen bir beş on seneye milleti kapıya köle edersin ben söyleyeyim." Mihra utançla başını sallarken dudak bükmüştü. "Ya o kadar da değil Berfe abla hem ben kapımda kimseyi istemiyorum ki ailemle yaşayacağım ömür boyu." Berfe sanki dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi yüzünü buruşturmuştu. "Mihra niye öyle diyorsun kuzum aileni bırakıp gittiğin yok ki bir yere hem şöyle ileride eli yüzü düzgün, seni bebekler gibi seven, koruyup kollayan biri olsa yanında fena mı olur."

Mihra bir süre Berfe ablasının söylediklerini düşünmüş ardından başını olumsuzca sallamıştı. "İyide abilerim zaten bunların hepsini yapıyor ki hem beni hiç üzmüyorlar da başka erkeklere gerek yok bence." Berfe tatlı tatlı konuşan kızı zorlamak istemiyor olacak ki gülümsemişti. "E peki madem ne yapalım senin de turşunu kurarız bebeğim hem belki oğluma alırım seni ne dersin." Mihra, karnını işaret eden Berfe ablasıyla neşeyle kıkırdamıştı. "O olur işte zevkle onun doğmasını bekleyebilirim."

"Berfe bir bakar mısın güzelim."

"Ayy kocam çağırıyor, hemen geliyorum." Mihra, yanlarından kalkan kadının tıpkı bir penguen gibi hızlı hızlı kocasına doğru koşturmasıyla sırıtmış Boran abisinin "Yavrum yavaş çocuk yayık ayranı oldu içinde." deyişiyle istemsizce kahkaha atmıştı. Çok sevimli bir çiftti.

Boran abisi ağır başlı, sessiz sakin bir adamken Berfe ablası cıvıl cıvıldı ancak çok iyi anlaşıyorlardı.

"Anne İnci ablamın sadece abisi ve yengesini sevdim ben hem kimseye selam da vermedim sence bu ayıp bir şey mi, İnci ablam üzülebilir mi?" Mihra her ne kadar kimseyle konuşmama kararında eminse de yine de İnci ablasını üzmekten çekiniyordu.

"Sen ayıp olacak bir şey yapmadın annem selam vermedin ama terslemedin de korkma İnci ablan eminim ki tepkinin sebebini anlayacaktır. Nasıl davranmak istiyorsan öyle davran hayatının hiçbir alanında kendini başka insanlar için arka plana atma tamam mı annecim?"

"Hıhı."

Mihra annesinin kendinden emin otoriter konuşmasını dikkatle dinlemişti. İleride tıpkı annesi gibi olacaktı. Hem neşeli hem güler yüzlü hem de ne istediğini bilen bir kadın olacaktı.

"E hanımlar oturmaya mı geldik." Mihra önündeki kuru pastalardan tırtıklarken bir anda yükselen zılgıt ve halay müziğiyle tabağındaki bakışlarını kaldırmıştı. Geniş odanın ortasında oluşturulan halay halkasının başında nereden baksan yetmiş yaşlarında teyzelerden oluşan bir grup vardı. Hepsinin üzerinde elbise ve beyaz baş örtüleri vardı ve gerçekten sanki o yaşta değil de yirmilik genç kızlar gibi oynuyorlardı.

"Anne baksana teyzelere benim babaannem merdivenleri zor çıkıyor." Mihra annesinin kulağına fısıldarken kıkır kıkır gülmeyi de ihmal etmiyordu.

"Sus kızım şimdi duyacaklar bak." Mihra ağzına görünmez bir fermuar çekerken çantasının içinde titreyen telefonuyla odağını oraya vermişti. Miraç arıyordu.

"Anne ben bir telefonla konuşup geleceğim tamam mı?"

"Tamam annem dikkat et soğukta kalma çok." Genç kız başını sallarken üzerine geçirdiği peluş ceketi ve telefonuyla salondan çıkmış avluya geçerken aramayı yanıtlamıştı.

"Alo Mihra."

"Sesim geliyor mu, Miraç."

"Kızım ses sisteminin üstüne falan mı oturdun ne yaptın bu ne gürültü."

"Dışarı çıktım şimdi ses sitemi çok kuvvetli sanırım."

"Nasıl oldun güzelim aklım sen de kaldı bir arayayım dedim eğer müsait değilsen tutmayayım seni."

"Yok yok müsaitim şimdi salondan çıktım biraz hava almak iyi geldi. Hem ben iyiyim merak etme iyileştim bile."

"Ne çabuk iyileştin sen öyle."

"Serum iyi geldi işte sadece biraz yorgun gibiyim ama o da biraz dinlenirsem geçer gibi kaç gündür çok yorulduk artık evime dönmek istiyorum. Senin okul nasıl gidiyor."

"İyi olmana sevindim. Hem döner dönmez yanına damlarım zaten yüz yüze kontrol ederim artık ne kadar iyi olup olmadığını."

"Yaa Miraç bana inanmıyor musun minnoşum."

"Mihra kurban olayım minnoşum nedir ya sence benim minnoşa benzer bir yanım mı var güzelim Allah aşkına bunu yapma bana devrem de tertibim falan de bari." Mihra telefonun ucunda Miraç'ı kızdırmanın verdiği keyifle kıkırdarken yanına yaklaşmış Yiğit abisinden bir haberdi.

"Miraç tertibim ne asıl ya biz askerli arkadaşı mıyız?"

"Kızım minnoş ne asıl nonoş muyum ben?" Mihra duyduğu şey ile kendini tutamayıp sesi bir kahkaha atmıştı ki bir anda kendisini koca bir göğse yaslı buluverdi. Gülüşü yarıda kesilirken burnuna dolan tanıdık kokuyla kendisini sarmalayan göğse daha çok sinmişti.

Yiğit abisiydi.

Mihra avluya çıktığı andan itibaren sigarasını yeni söndürmüş abisinin radarındaydı. Genç adam masal perilerini andıran kardeşinin yüzündeki gülümsemeyi ve rüzgar değdikçe uçuşan sarı tutamları yüzündeki şefkatli gülümseme ile izliyordu ki hemen çaprazında fark ettiği bakışlarla kan resmen beynine sıçramıştı.

Ne laftan anlamaz herifti. İlla gel benim ağzıma tükür diyordu Yiğit aklının bir köşesine not almıştı Mardin'den çıkmadan bu işe bir el atacaktı. Yoksa gözüne uyku girmezdi. Onun gibi sabırlı bir adamı bile çilden çıkarmıştı ya sağlam bir meydan dayağını hak ediyordu. Artık farz olmuştu.

Yiğit göğsünü kız kardeşinin bedenine siper ederken o şerefsizin pis bakışlarının kardeşinin üzerine değmemesi için elinden geleni yapıyordu. Zira o itin kardeşinin de içesinde olduğu hayaller kuruyor olabileceği fikri bile kanını kaynatmaya yetiyordu.

Bir kere o çocuğa kıl olmuştu. Korkak adama adam demezdi. Şu saatten sonra aldığı nefes bile Yiğit'in gözüne batacaktı.

"Ne güzel gülüyorsun sen öyle çiçeğim."

"Aa Yiğit abi de mi yanında." Mihra telefonun öbür ucundaki Miraç'ı konuşmasıyla hatırlamış olacak ki önce sıçrasa da anında aynı enerjisiyle konuşmaya geri dönmüştü.

"Hıhım burada." Mihra muzipçe abisine bakmıştı. Abisi telefonun öbür ucundaki kişiyi sorarcasına göz kırpsa da telefonun sesi yüksek olduğundan sesin Miraç'a ait olduğunu anlamıştı.

"Ne yapıyorsun Yiğit abi Mardin nasıl?"

"Ne yapalım aslanım avcılık yapıyoruz geldiğimizden beri."

"Ne avcılığı." Yiğit, aslında Mihra'nın kulağına yaslı olan telefon tam dibinde olduğundan Miraç'ın sesini gayet net duyuyordu. Elleriyle göğsüne sakladığı kardeşinin kulaklarını bir saniyeliğine kapatırken "Orospu çocuğu avcılığı abim." deyivermişti.

"Yaa abi bıraksana kulaklarımı." Yiğit kardeşinin kulaklarını serbest bırakırken başının üzerine yumuşak bir öpücük kondurmuştu.

"Oo Yiğit abim sana kolay gelsin o zaman hayırlı mesailer ben sizi tutmayayım meşgulsündür sen." Miraç az çok olayı anlamış olacak ki keyiflenen sesiyle konuşmuştu. Yiğit abisi anlaşılan bir şeye gerçekten ayar olmuştu. Yoksa biliyordu ki öyle kolay kolay çoluk çocuk işine bulaşmazdı. Olgun bir adamdı.

"Eyvallah kardeşim hadi Allah'a emanet ol."

"Sen de abi Mihra'ya selam söylersin."

"Aleyküm selam."

Genç kız şaşkınca kulağında olmasına rağmen kapanan telefona bakıyordu. "Dünya üzerinde kendi telefonuyla üstelik kendisini arayan insanla konuşamayan tek kişi olabilirim abi resmen benimle konuştuğu aramada bana selam söyledi ya çocuk." Mihra kendi kendine isyan ederken Yiğit, kız kardeşinin söylediklerinden çok konuştukça büzülen dudaklarına, çatılan ince kaşlarına ve elma yanaklarına dikkat kesilmişti.

"Sen bugün daha bir güzelsin sanki çiçeğim hm." Genç adam kardeşini evden çıkarken görememişti daha yeni görebiliyordu.

Mihra'nın konuşması abisinin üzerinde dolanan yoğun bakışları ile kesilirken derince yutkunmuştu. Haksızlıktı işte. Böyle yaparak Mihra'nın aklını başından alıyorlardı sonra tüm gün aptal aşıklar gibi dolanıp duruyordu genç kız.

"Gel bir koklayayım seni." Mihra abisinin isteğini bir an olsun çevirmeden iyice omzuna yaklaşırken gülümsemişti.

"Oh çiçeğim benim nasıl güzel."

"Abi ya beni bazen çok utandırıyorsunuz kıpkırmızı  oluyorum sonra." Mihra utana sıkıla mırıldanmıştı. Bir yandan da başını yasladığı omuzdan kaldırmadan abisinin üzerindeki gömleğin düğmesiyle oynayıp duruyordu. Hayatının hiçbir döneminde şımarık bir kız olmamıştı ancak itiraf etmeliydi ki şu sıralar en sevdiği şey abilerine şımarmaktı.

"Çok tatlı oluyorsun ama çiçeğim belki bilerek utandırıyoruzdur seni."

"Hii gerçekten mi abi." Yiğit, erkeksi bir gülümseme bahşetmiş çenesini hafifçe kız kardeşinin göğsüne bıraktığı başına yaslamıştı.

"Bilmem belki."

"Hem sen nereden bildin ki benim burada olduğumu." Mihra aklına gelen bir başka soruyla merakla mırıldanmıştı.

"Bilmiyordum abim hava almaya çıkmıştım şans eseri gördüm seni." Genç kız anladığına dair mırıltılar bırakırken hemen çaprazlarında kendilerini seyreden bakışlardan habersizdi. Abisi onu görmemesi için tamamen görüşünü kapatmıştı. Genç adam kardeşinin o çocuktan rahatsız olduğunu biliyordu. Boşu boşuna gerilmesini istemiyordu.

"Yiğit oğlum bir bakar mısın?"

Avlunun girişinde kendilerine seslenen tanıdık seda ile ikilinin bakışları kapıya çevrilmişti.

"Geliyorum amca."

"Hadi gel güzelim seni annemin yanına bırakayım da öyle gideyim içeri." Mihra abisinin göğsünden minik bir adımla uzaklaşırken göz göze gelebilmek adına hafifçe başını eğmişti.

"Sen amcama bak abi ben kendim gidebilirim." Yiğit olumsuzca başını sallarken çoktan kardeşinin elini kavramıştı. "Aklım kalmasın çiçeğim sen de gel hadi geçelim." Mihra bu defa itiraz etmemiş abisinin yanından yürümeye başlamıştı.

"Miden bulanmıyor değil mi çiçeğim."

"Hayır hiç bulanmıyor." Genç kız sabah hastaneye gitmeden önce bir defa kusmuştu anlaşılan abisi hala bulantısının devam edip etmediğini merak ediyordu.

"Güzel, ben daha fazla girmeyeyim bebeğim kadınlar rahatsız olur belki hadi sen geç içeri." Yüksek halay sesleri ve kadınların gülüşleri içeride ki ortamın ipuçlarını verir nitelikteydi. Anlaşılan abisi bu manzarayı görmeye hazır değildi.

"Tamam abicim görüşürüz." Mihra kapalı olan beyaz kapıyı aralayana kadar hala aynı yerden kendisine bakan abisine son kez el sallamış ardından içeri girmişti.

Hala bıraktığı yerde oturan annesinin yanına adınlarken bir anda yanında biten iki kadın ile adımları kesilmişti.

"Sen damadın bacısıydın değil kızım."

"Evet, abim olur."

"E de hayde oturmaya geldin o zaman." Mihra kolundan tuttuğu gibi halay halkasının ortasına sürükleyen kadına ağzını açamadan kendisini halayın içinde buluvermişti.

"Ama ben bilmiyorum ki oynamayı, yapamam yani." Gerçekten hiç alakası olmayan bir konuydu. Ne halay ne horon bilirdi. Misket bile oynamazdı. Bu konularda pek yetenekli değildi. Hatta beceriksiz denilebilecek kadar kötüydü.

"Ne var kız bunda bak ayağıma iyi izle yaparsın." Genç kız kolunu tutan kadının pes etmeyeceğini anlamış olacak ki zaten kendisi yüzünden bozulan halayı iyice berbat etmemek adına ayak uydurmaya çalışıyordu.

İlk birkaç adım çok kötü olsa da yavaş yavaş kavrıyor gibiydi. Tabi dışarıdan ne kadar estetik görünüyor bilemezdi zira paragrafın akışını bozan cümle gibi göründüğüne neredeyse emindi.

Neredeyse beş dakika süren halay hiç bitmeyecekmiş gibi hissetse de sonunda değişen müzik ile derince solurken sırtından akan soğuk terlere aldırış etmeden annesinin oturduğu masaya doğru hızlıca adımlamıştı. Tekrardan birilerinin radarına girmek istemiyordu.

"Ne marifetler varmış benim bebeğimde."

"Anne yaa dalga geçmesene benimle zorla kalktım zaten."

"Aa ne münasebet niye dalga geçecekmişim gayet güzel oynuyordun annecim maşallah sana aynı annesinin kızı." Mihra annesinin neşeli sesiyle inanmazcasına gülümserken masanın üzerindeki suyu birkaç yudumda bitirmişti. İçi yanmıştı.

"Bence pek güzel değildi ama neyse." Söylemeden edememişti. "Annem ilk kez oynayan birine göre gayet güzeldi hem herkes kıvrak olacak diye bir kural mı var bak bana kaç yıllık Trabzon geliniyim daha bir kez horona kalkmadım." Leyla Hanım işaret parmağıyla kendisini işaret ederken ağzının içinden "Gerçi bunda hödük kocamında etkisi olabilir ama neyse." demişti.

"Ben en iyisi Yağmur'dan horon dersleri almaya başalayayım değil mi anne abimin düğününde de horona kaldırılırsam eğer olacakları düşünemiyorum çünkü." En azından halaya ayak uydurulabiliyordu çünkü yavaş bir oyundu. Ancak horonda gerçekten rezil olurdu.

"Beraber başlayalım annem biz en iyisi." Leyla Hanım'da kızının muzip tavrına eşlik ederken kıkırdamıştı.

Nişanın ilerleyen saatlerinde sonunda yüzük merasimi başlamıştı. Herkes içeride yüzükler için hazırlanan dekorasyonun olduğu kısıma geçmişti. Yüzükleri dedesi takacaktı.

Yaşlı adam yüzükleri kesmeden evvel kısa bir konuşma yapmış hiç uzatmadan kurdeleyi kesmişti.

Kurdelenin kesilmesiyle alkışlar yükselirken Mihra ise günlerdir içine dert olan meselenin bu defa bizzat abisi tarafından gerçekleştirilmesiyle gözlerini far görmüş tavşan gibi aralamış alkışlarını hızlandırmıştı.

Abisi resmen İnci ablasını alnından öpmüştü. Günler sonra ilk kez İnci ablası kaçamamıştı ve Mihra tam şu anda keyiften dört köşeydi. Sonunda abisi adına derin bir soluk alabilirdi.

Çok tatlılardı.

Genç kız yüzündeki koca gülümsemeyle onları büyük büyük alkışlarken kendi tatlılığından bir haberdi tabi. Tıpkı küçük çocuklar gibiydi.

"Hayatıma, aileme hoş geldin İnci'm"

Mihra abisinin söyledikleriyle birleştirdiği ellerini çenesinin altına yaslarken hemen arkasında duran Ateş abisine doğru sokulmuştu. "Yaa çok güzeller değil mi abi." Ateş kız kardeşini kolunun altına çekerken yüzündeki gülümsemeyle başını sallamıştı. "Öyleler fındığım."

"E darısı sen ve Alev ablamın başına o zaman." Mihra alttan alttan abisine bakarken bir yandan da tek gözünü kırpmaya çalışıyordu ancak pek başarılı olduğu söylenemezdi.

Sağ gözünü kırpmaya çalışırken dudağının sağ tarafıda yükselmiş komik bir görüntü ortaya çıkmıştı. (Bugünde havalı olamadık be kuzum)

"Bak sen şu fındık kurduna abiyle oyun oynamalara da başlamış." Ateş kız kardeşinin sempatik haliyle dişlerini sıkarken burnuna minik bir fiske atmayı da ihmal etmemişti.

"Ama abi ya."

"Hadi abim, hadi güzelim bak İnci ablan seni çağırıyor daha sonra konuşuruz bu meseleyi."

Mihra gözlerini sorgularcasına kısmıştı "Konuşur muyuz yoksa sen beni başından mı savıyorsun abi?" Ateş kardeşinden beklemediği yanıtla gözlerini büyütmüştü. "Fındığım Mardin havası seni çarptı mı ne oldu ki böyle." Mihra'nın genel olarak uyumlu, sakin tavrının yerinde yeller esiyordu. "Bu konuyu sonra konuşuruz abicim ben şimdi gidiyorum." Genç adam tıpkı annesinin babasına trip attığı zamanlarda yaptığı gibi saçlarını savurup giden kardeşinin arkasından bakakalmıştı. "Leyla Arslanoğlu'nun askeri gümbür gümbür geliyor Allah yardımcımız olsun."

"Mihra bir de ortamızda dursun." Genç kız İnci ablasının isteğiyle abisinin yanından ayrılıp ikisinin arasına geçmiş ve ikisine de sıkıca sarılmıştı. Fotoğraf çekiliyordu zaten bunun için çağırılmıştı.

"Bir tanede ailecek alalım." Fotoğrafı çeken kişinin talimatıyla annesi babası ve abileri de fotoğrafa dahil olmuşlardı. Zaten kalabalık olan ailelerine bir kişi daha eklenmişti ve bu hep beraber ilk fotoğraflarıydı çok güzel bir duyguydu.

Kartal ve İnci ortada, Kartal'ın yanında Mirzat Bey ve Yiğit, İnci'nin yanındaysa Leyla Hanım ve Ateş yan yanaydı. Mihra ve Vuslat ise kadraja sığabilmek adına İnci ve Kartal'ın hemen önünde hafifçe çömelmişlerdi. Mihra ilk fotoğrafta kameraya koskoca gülümserken ikinci fotoğrafta çömeldiği yerden hafifçe başını kaldırmış arkasındaki ailesine mutlulukla bakıyor Vuslat ise kardeşinin saçlarını öpüyordu.

İki fotoğrafta çok ama çok güzel çıkmıştı.

Son olarak amcaları ve dedesinin de dahil olmasıyla bir sürü fotoğraf çekilmişti. Sıra İnci ablasının ailesine gelince onlar kalabalık yapmamak adına diğer tarafa geçmişlerdi.

"Abi bizim biletler on ikide biz ufaktan kalksak iyi olur kaçırmayalım şimdi uçağı." Konuşan amcası Miraç'ın babasıydı. "Yaa ama hemen gidecek misiniz amca keşke bize de gelseydiniz." Mihra üzgünce omuzlarını düşürmüştü. Hep beraber İstanbul'a giderler diye düşünmüştü.

"Amcasının canı işler olmasaydı yengenlerle birlikte gelirdik yanınızda kalırdık ama biliyorsun çok yoğun şu sıra işler." Genç kız üzülse de el mahkum başını sallamıştı. Kızının üzüldüğünü gören Mirzat Bey ipek saçlarını severken mırıldanmıştı. "Yaz tatilinde hep beraber İstanbul'a gelecek amcanlar babacığım o zaman bol bol vakit geçirebilirsiniz tamam mı?"

"Dedesunin ballısi e sen gel bizumle zaten nenen de seni sorup durayi kalursun dedenun yamacunda." Mihra dedesinin teklifiyle kararsızca dudaklarını büzmüştü. Babaannesini, yengelerini ve kuzenlerini çok özlemişti ancak ailesi ile ayrı kalabilir miydi bilmiyordu. İstanbul'a geldiğinden beri onlardan hiç ayrılmamıştı ki yapabilir miydi bilmiyordu. Ancak bunu istemiyor gibiydi. Bir yere gidecekse eğer ailesinin de hiç değilse en azından ailesinden birinin yanında olmasını isterdi.

Mihra dedesinin teklifini ölçüp biçerken farkında olmadan bakışlarını Mirzat Bey' e çevirmiş olacak ki dedesi çattığı kaşları ve yalancı siniriyle araya girmişti. "Ula yoksa bu eşek sıpasi mi yollamayi seni."

"Yok yok babam bana hiç karışmıyor ki dede." Mihra saçlarında dolanan eli kavrarken üzerine minik bir öpücü kondurmuştu. Aklına bugün babasını hiç öpmediği gelince de dayanamayıp ikinci sefer öpmüştü.

"Kızım doğru söylüyor babam, ona normalde karışmam ama bu farklı bizsiz oralara yollayamam Mihra'yı." Mihra şaşkınca babasına bakarken dedesi çoktan bastonu ile babasının bacağına bir tane geçirmişti.

"Ula besle kargayi oysun gözuni torunumi alırken sana mı soracağum Mirzat Arslanoğlu."

"Yok babam sen ne zaman istersen torununu görebilirsin ama yanında beni de kabul etmen gerekir tek başına gelemez hem sen bırak torunu daha anamı tek başına yanımıza yollamıyorsun." Yaşlı adam tonton göbeğini tutarken ağzının içinden mırıldanıyordu "Pok yiyenun herifi aynu babasi"

"Dedecim zaten benim de sınavıma az kaldı ders çalışmam gerekiyor biz en iyisi yaz tatilinde rahat rahat görüşürüz olur mu?" Mihra konuyu kendi açtığı için açtığı gibi toparlaması gerektiğine karar vermişti. Dedesi her ne kadar şaka takılıyor olsa da yaşlıydı üzülsün istemezdi.

"Oy benum bal kizum sen nasul dersan oyle olsun gel hayde dedesu sarulsun bir kere." Arslanoğlu ailesi yavaştan vedalaşırken nişan da zaten neredeyse bitmek üzereydi pasta servisi yapılıyordu. Kalabalıkta dağılmaya başlamıştı sadece yakın akrabalar kalmıştı.

Yaklaşık yarım saat sonra ise amcaları dedesi havalimanına gitmek üzere Ateş abisi ile beraber yola çıkmışlardı. Abisi onları havalimanına bırakacaktı.

Sakinleşmeye başlayan ortam ile bir köşeye oturan Mihra önüne bırakılan çikolatalı pastayı yerken biraz ileride kendi arasında konuşan kızlara istemeden de olsa kulak misafiri olmuştu. Berfe ablasının yanında çalışan kız yani Helin ve onun yaşlarında olduğunu tahmin ettiği birkaç kız daha vardı.

Helin tıpkı kendisi gibi önündeki pastayı yerken diğer kızlardan biri konuşmuştu. "Kartal eniştenin kardeşlerini gördünüz mü le maşallahı var hepsinin."

"İnci abla duymasın eniştemin tıpkısının aynısı olan var ya Ateş miymiş neymiş adı ben hayatımda öylesini görmedim kız kapı gibi adam." Mihra'nın duyduğu şeyler hoşuna gitmemiş olacak ki çatılan kaşları ile çatalındaki pastayı olduğu gibi tabağa geri bırakmıştı.

"Çok sarı o ney öyle adam dediğin şu küçükleri gibi olacak kara kaşlı kara gözlü."

"Vuslat'mış onun da adı."

Genç kız içine oturan kıskançlıkla derin bir soluk alırken Helin'in "Şu konuştuklarınızı hanımağam duysa ne olacak çok ayıptır onlar misafir." konuşmasıyla rahatlayacaktı ki "Yav Helin sanki senin de büyük olanı gözüne kestirdiğini anlamadık o neydi öyle 'başka bir şey ister misiniz' demeler bilmem ney." diğer esmer kızın söyledikleriyle oturduğu yerden kalkmıştı.

Göz göre göre abilerinin arkasından böyle konuşmalarına müsaade edemezdi. Bir kere Ateş abisinin sevdiği vardı. Yiğit abisiyse böyle bir şeyi asla kabul etmezdi. Vuslat abisinden bahsetmiyordu bile o şu anlık sadece Mihra'ya aitti.

Kısacası abilerini onlara bırakmaya niyeti yoktu. Hem bu aileyi de hiç ama hiç sevmemişti.

"Kızlar merhaba ben de aranıza katılabilir miyim?" O utangaç, çekingen Mihra'nın yerinde yeller esiyordu şu anda. Abilerinin namusunu koruma derdindeydi. Utangaçlığın sırası değildi.

"Buyurun Mihra Hanım bir şey isterseniz getireyim." Mihra hemen ayaklanan Helin'in elini samimiyetle tutmuştu. "Yok Helin keyfine bak lütfen benim sadece canım sıkıldı konuştuğunuzu görünce yanınıza gelmek istedim." Helin kararsız kalsa da Mihra'nın ısrarlı bakışlarıyla yerine geri oturmuştu.

"Ee kızlar siz ne konuşuyordunuz ki sizi de bölüyorum ama." Mihra sanki hiç bir şey duymamışçasına kızlara bakıyordu. "Hiiç öyle havadan sudan konuşuyorduk, siz Kartal eniştenin kardeşi oluyorsunuz değil mi?" Mihra esmer kızın sorusuyla başını olumlu manada sallamıştı.

"İlk kez bir abim nişanlanıyor bu gece benim için çok özeldi." Ve hiç uzatmadan yıldırım hızıyla asıl varmak istediği yere değinmişti.

"Öyle mi diğer abileriniz evli değil öyleyse gerçi evli olsalardı karılarını da getirirlerdi değil." Helin'in yanında oturan kız sormuştu.

"Hıhım diğerleri bekar."

"Ne güzel ne güzel." Mihra kızın dalgın dalgın konuşmasıyla boğazını temizliyormuş gibi bir ses çıkartmıştı. "Nasıl yani." Kırdığı potun farkına varan kız aniden kendine gelen yüz ifadesiyle konuşmuştu "Şey yani ilk kez böyle bir duygu yaşamak çok güzel."

"Evet öyle ama zaten diğerlerinin de ya sevdiği var ya da evliliğe katiyyen karşılar zannediyorum ki bu nişan katıldığım son nişan olacak."

"Aaa o ne demek dalyan gibi, ıı yani şey koskoca adamlar neden evlenmesinler canım." Helin, konuşan arkadaşının kırdığı pot ile kolunu çimdiklerken susması için dualar ediyordu. Arkadaşı doğrusu biraz patavatsızdı. Ve ağzından kötü bir şey kaçırır diye ödü kopuyordu. Yoksa hanımağasına çok mahcup olurdu.

"İstanbul'da evlilik çok önemli bir şey değil ki."

"Tövbe estağfirullah senin abilerin yoksam pezevenktir." Mihra duyduğu şey ile içtiği bir yudum suyu püskürtmek üzereyken Helin ise arkadaşının ağzını çoktan sıkıca kapatıvermişti.

"Mihra Hanım siz Reyhan'ın kusuruna bakmayın o öyle demek istemedi değil Reyhan." Esmer kız Helin'in sıkıca kapattığı ağzı yüzünden konuşamasa da el mahkum başını sallamıştı.

"Yok abilerim öyle değildir, çok iyi çok efendi adamlardır yani beni yanlış anladınız evlilik önemli değil derken bazı şeylerin evlilik olmadan da yaşanabileceği düşünüyor oradaki insanlar." Bu doğruydu şehirdeki çoğu insan artık aile kurmanın tek yolunun evlilik olduğunu düşünmüyordu. Çoğu insan sevdiği arkadaşları ile eve çıkıyor, evcil hayvan sahipleniyor veya sevgilileriyle beraber yaşıyordu. Hatta şu an yaşadığımız dönemde evlilik çokta gerek duyulan bir kurum değildi. Tam aksi ayak bağı gibi bir şeydi.

Mihra tabii ki buna katılmıyordu ancak bu maalesef ki böyleydi. Bazı şeyler çok basitleşmişti.

"Lee keşke pezevenk olsalardı bunlar bildiğin.." Mihra kızın Helin'in elinden kurtulmasıyla tekrardan açılan ağzıyla yine yanlış anlaşıldığını fark etmişti ki kızın konuşması yanlarına gelen Vuslat abisi ile bölünmüştü.

"Gülüm, benim cüzdanım senin çantadaydı onu verir misin?" Abisinin giydiği takımın pantolonunda cep olmadığından cüzdanını arabadayken çantasına koymasını istemişti.

Mihra anında çantasındaki siyah deri cüzdanı çıkartırken abisinin kızlara nezaketen "Merhaba kızlar nasılsınız" dediğini duymuştu. Ancak başta esmer kız olmak üzere üç kızda cevap dahi vermeden kaçarcasına uzaklaşmışlardı.

"Ula kötü bir şey mi dedim ben şimdi." Vuslat şaşkınca çenesinin altındaki hafif kirli sakallarını kaşırken Mihra ise istemeden yaptığı şey ile alt dudağını suçlu bir çocuk gibi ısırmıştı.

Cüzdanı abisine uzatırken bakışları neredeyse salonun her yerinde dolanıyordu. "Gülüm sen bir baksana bana." Genç adam cüzdanı alırken kardeşinin garip tavrıyla bir şeyler çevirdiğini çoktan anlamıştı.

"Bakıyorum ya abi." Mihra kısa bir an abisinin gözlerine bakmış ardından bakışlarını tekrardan avizelere çevirmişti. Oldukça şatafatlı, büyük bir avizeydi. Böyle bir salona da ancak böylesi yakışırdı.

"Abisinun ballısi sor bakayum tavanda ne işum varmış." Mihra abisinin sorusuyla bir an boş bulunmuş olacak ki saf saf "Ne işin varmış." Diye soruvermişti.

Vuslat kardeşinin bu haliyle kaşlarını çatarken gözüm üzerinde der gibi iki parmağıyla gözlerini işaret etmişti. "Bunu yazdım gülüm bir şuradan çıkalım konuşacağız ona göre" Mihra yakalanmış olmanın verdiği suçlulukla başını eğmişti.

"Of tamam ya."

Zaten her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı. Şimdi nasıl sizin namusunuzu koruyayım derken yanlışlıkla namussuz olduğunuzu söyledim diyecekti ki. Yani en azından namussuz demek o kızın söylediği kelimenin daha usturuplu hali gibiydi. En azından böyle söylerse belki abileri ona daha az gülerlerdi. "İyi bakalım uslu dur ısırmayayım o yanakları." Vuslat kardeşine son kez bakıp geldiği yere geri dönerken Mihra ise hüsranla yerine oturmuştu.

Hem yanlış anlaşılmış hem de abisine yakalanmıştı. Tek tesellisiyse o kızları abilerinden tamamen uzaklaştırmış olmasıydı. Mihra böyle düşününce de az önceki yaşanan şeyin saçmalığıyla kendi kendine kıkırdamıştı.

"Ayy Mihra kuzum sen burada mıydın?" Mihra oturduğu sandalyenin hemen yanında karnına yasladığı eli ve yüzünden okunan yorgunluğuyla dikilen Berfe ablasıyla endişeyle ayaklanmıştı. "Berfe abla sen iyi misin yüzün pek iyi görünmüyor." Genç kızın bakışları panikle etrafta dolanmıştı. Tanıdık bir sima arıyordu ancak kimse yoktu herkes biraz ileride takı takmak için sıra bekliyordu.

"İyiyim canım iyiyim korkma sadece belim tüm gün dolanmaktan kopacak gibi oldu resmen yukarı odama çıkıp uzanmam lazım ama kimseyi bulamadım." Genç kadın artık son ayları olduğundan iyice ağırlaşmıştı ve gün içerisinde uzun süre ayakta kalınca ağrıları şiddetlenmişti.

"Ben sana yardım ederim Berfe abla gel hadi." Mihra hızlıca, koluna girerken kalabalığın arasından sıyrılarak yavaş yavaş merdivenlere doğru ilerlemişlerdi.

"Çok sağ ol ablacım normalde tek başıma inip çıkıyorum bu merdivenleri ama bugün belim neredeyse kopacak gibi düşüp kalırım diye çıkmaya cesaret edemedim. Boran'a da ulaşamayınca." Mihra elini sorun değil dercesine sallayıvermişti.

"Ne demek Berfe abla, keşke Boran abiye ulaşamayınca hemen gelseydin yanıma ben sana yardımcı olurdum ne olacak sanki." Zaten ağrıyan beliyle kim bilir kaç dakika kocasını aramıştı. Mihra, genç kadının bu haline üzülmüştü.

Uzun merdivenlerin sonuna ulaşan ikili koridorun en sonundaki kapıya kadar minik adımlarla ilerlemişlerdi.

"Ay ayaklarım şişmiş bildiğin şu hale bak." Berfe ablası yatağa oturur oturmaz ayağındaki hafif topuklu ayakkabıları çıkartıvermişti. Mihra onun rahatça uzanabilmesi için yastıkları kenara çekerken yatağın içine girmesiyle üzerini örtmeyi de ihmal etmemişti.

"Çok teşekkür ederim kuzum sen olmasan bir yerde düşüp bayılacaktım artık, oğluşum ve ben sana minnettarız." Mihra kocaman gülümserken dikkati bir anda yatağın diğer köşesindeki beyaz beşiğe takılmıştı.

"Aaa bu bebeğin beşiği mi?"

"Evet bu ayın başında aldık ablası doğum yakında olacağı için hazırlıklarımızı neredeyse tamamladık." Mihra ilgiyle oldukça rahat görünen beşiğe bakıyordu. Koca bir salıncak gibiydi çok hoşuna gitmişti.

"Bak orada da hastane çantası var ona öyle tatlı bir hastane çıkışı aldım ki görmen lazım Mihra tepkini çok merak ediyorum." Genç kız Berfe ablasının isteğiyle beşiğin hemen yanında duran komodinin üzerindeki mavi çantayı almıştı. "Ayakta durma canım lütfen rahat ol." Berfe ablasının ikazıyla beşiğin yanındaki berjere otururken yüzündeki gülümsemeyle çantanın fermuarını açmıştı.

Onu ilk karşılayan Aslan yazılı bir emzik olmuştu. "Bebişin adı Aslan mı olacak?" Merakla başını arkaya çevirmişti. Oturduğu yer sebebiyle yatak hemen arkasında kalıyordu. "Hıhım benim hep hayalimdi."

Mihra sırayla tüm kıyafetlere bakarken tepkilerini belli etmekten de çekiniyordu. "Yaa çok tatlı ama bunlar." Minik patikler, minik şapkalar ve minicik pijamalar o kadar sevimli görünüyordu ki henüz içerisinde bebek olmamasına rağmen heyecanlanmıştı. Kim bilir o minik doğduktan sonra bu kıyafetlerin içinde ne kadar sevimli görünecekti.

Tulumları o kadar küçüktü ki bunun içine sığabilecek kadar küçük bir bedeni hayal bile edemiyordu. Tam şu anda minik bebek aşermişti. Keşke abisi ve İnci ablası hemen evlenip ona bir yeğen yapsalardı. Bol bol severdi.

"Berfe abla bunlar gerçekten çok tatlıı." Genç kız hala yüzünde hakimiyetini koruyan heyecanla cevap beklercesine arkasına dönmüştü ki yatağın üzerine uyuyakalan bedenle gülümsemişti. Berfe ablası uyuyakalmıştı. Anlaşılan geçen sabah kahvaltı da Boran abisinin bahsettiği ve Berfe ablasının hamilelik süreci boyunca en şikayetçi olduğu şey buydu.

Sürekli olur olmadık köşelerde uyuyakalmak. Hatta onun bir defasında yemek yerken uyuyakaldığını söylemişti.

Mihra zaten çok yorulmuş kadını uyandırmamak adına çıkardığı her şeyi tıpkı ilk hali gibi katlayıp dikkatlice yerleştirmiş ardından çantayı kapatıp aldığı yere geri bırakmıştı. Aşağıdaki gürültünün aksine bu odadaki sessizlik ile huzurla iç çekerken oturduğu berjere biraz daha yaslanıp saate bakmak için çantasına uzanmıştı. Çantasının yanında olmadığını o an fark etmişti. Anlaşılan aceleyle ayaklanınca yanına almayı unutmuştu.

Neyse ki odada dolaştırdığı bakışları aradığı şeyi hemen bulmuştu. Beşiğin arkasındaki duvarda bir saat vardı. Babası on iki, bir gibi otele döneceklerini söylemişti ancak saat daha on bir buçuktu.

Henüz iyileşememiş olmanın verdiği yorgunluk yetmezmiş gibi alışkın olmadığı topuklu ayakkabılarla tüm gün koşturmuş olması bile o yarım saati bu yumuşak koltukta dinlenerek geçirmesi için çok cazipti.

Elbisesini kaldırması için giydiği gümüş renk bantlı topuklu ayakkabılarını çıkartırken berjerin köşesindeki dekoratif yastığın üzerine ağrıyan ayaklarını uzatmıştı. Ayakkabının serçe parmaklarına vurduğunu şu an fark etmişti. İki parmağı da su toplamış ve kıpkırmızı olmuştu.

"Off ya keşke babetlerimi giyseydim çok acıyor bunlar." Muhtemelen topuklu ayakkabı giymeye alışık olmadığından böyle olmuştu. Şu an parmağını değdirince bile acıyan ayaklarına o ayakkabıyı tekrardan nasıl geçireceğini düşünmeye başlamıştı.

Sessiz ve oldukça sıcak odada yalnızca yarım saat dinlenip gitmeyi planlayan Mihra bir süre sonra iyice mayışmış ve beş dakika gözlerimi dinlendireyim diyerek taş attığı kuyuya kapılıvermişti.


"Tekrar ailemize hoş geldin güzel kızım." Leyla Hanım gelinine aldığı bilezik ve altın küpeleri takması için uzatırken anacan bir tavırla gülümsemişti. Gelinini çok seviyordu. Tam ailelerine uygun akıllı, sevecen bir kızdı. En önemlisi de oğlunun sevdiğiydi. Bundan ötesi olamazdı.

"Çok teşekkür ederim Leyla Hanım." Leyla Hanım yalancı bir öfkeyle kaşlarını çatmıştı. "Hanım mı alınıyorum ama." İnci kırdığı pot ile gülümserken utançtan kıpkırmızı olsa da "Leyla anne." Diyivermişti. İnci'de onları çok sevmişti. Çok güzel bir aileydiler.

Leyla Hanım yanlış anlaşılmamak adına yüzündeki gülümsemesini bir an olsun düşürmeden az evvel takısını takıp kendisini bekleyen kocasının yanına adımlamıştı. Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde iyice halsizleşmişti. Ve eğer yanılmıyorsa hafiften ateşi de vardı bedeninin üşüdüğünü hissediyordu.

"Güzelim sen iyi misin bembeyaz olmuşsun." Leyla Hanım kocasının kendisini görür görmez kendisindeki hali fark edeceğini bildiğinden son ana kadar ondan kaçsa da daha fazla dayanamayacağını fark etmişti. Niyeti oğlunun en güzel gününde yanında olabilmekti neyse ki olmuştu da nişan artık bitmişti.

"Sanırım günün yorgunluğu şimdi kendini belli ediyor." Kocasının koluna girerken fısıldamıştı. Mirzat Bey anında karısının alnına dokunurken çatılan kaşlarıyla derince solumuştu.

"Ateşin çıkmış yine Leyla neden söylemiyorsun."

"İyiyim hayatım ben sakin olur musun İnci'yi üzmek istemedim hem artık eve gidip bol bol dinlenebiliriz değil mi?" Leyla Hanım oldukça yumuşak bir ses ile kocasını ikna etmeye çalışıyordu. "Ah Leyla'm ah, gel hadi doğrudan otele geçelim biletlerimiz gece yarısı o zamana kadar dinlenirsin." Leyla Hanım bu defa itiraz edecek hali olmadığından kocasını onaylamıştı.

"Yiğit, oğlum anneniz bugün çok yoruldu daha fazla ayakta kalmasın biz otele geçelim zaten takı töreni bitmek üzere siz de hep beraber dönersiniz millete ayıp olmasın şimdi."

"Tamam babam sen rahat ol aklın kalmasın. Mihra'da gelsin sizinle o da yorulmuştur tüm gün." Mirzat Bey ve Leyla Hanım'da Yiğit ile aynı fikirde olacak ki bakışları kısaca etrafta dolanmış ancak Mihra'yı görememişlerdi.

"Nerede ki bu kız." Leyla Hanım göremediği kızıyla bir an için paniklese de Vuslat'ın "Ben az önce gördüm diğer tarafta o pasta yiyordu." demesiyle derince solumuştu.

"Tamam o zaman babacım kardeşiniz de sizinle keyfini kaçırmayalım şimdi biz direkt otele geçiyoruz." Beyler babalarını onaylarken annelerine de sarılmışlardı. "Oğlum kardeşinize dikkat edin terlemişse mutlaka ceketini giysin." Leyla Hanım kendi haline bakmadan kızı için direktiflerini sıralarken Mirzat Bey tarafından en sonunda konaktan çıkartılmıştı.

"Vuslat, aslanım git sen Mihra'yı getir o zaman gözümüzün önünde dursun biz de şu takı muhabbeti biter bitmez çıkarız zaten yola çıkacağız gidip biraz dinlemiş oluruz." Vuslat abisini anında onaylarken az önce cüzdanını almak için gittiği yere doğru adımlamıştı.

Ancak kimseyi görememişti. Kısa bir an geldiği yerin doğruluğunu sorgulasa da sandalyenin kenarında asılı duran çanta ile doğru yerde olduğunu anlamıştı. Kız kardeşi daha az önce buradaydı.

Çantasını hızlıca kontrol ederken telefonunun içinde olduğunu görmesiyle bir küfür savurmuştu. "Telefonunu alsaydın bari be gülüm." Genç adam ilk aşamada boşuna ortalığı ayaklandırmamak adına lavaboları kontrol etmiş ardından az evvel kız kardeşi ile beraber oturan kızlara sormuşu. Ancak kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Görmemişlerdi.

"Emin misiniz görmediğinize belki hatırlamıyorsunuzdur iyice düşündünüz mü?"

"Yok abi vallah görmedik en son buradaydı." Vuslat gergince adımlarını hızlandırmıştı. Az önceki halinden eser kalmamıştı. Yüreği ağzında atıyor gibiydi.

"Abi"

Yiğit, konağın kapısında çıkan konukları uğurlarken yanına gelen kardeşi ile gözleri Mihra'yı aramıştı.

"Mihra'yı getir dedim ya aslanım ne yapıyorsun sen yarım saattir."

Vuslat abisinin sorusuyla derince yutkunurken ne yapacağını bilemezcesine abisine biraz daha yaklaşmış ve sessizce konuşmuştu.

"Abi Mihra yok." Vuslat, titremeye başlayan ellerinin farkında bile değildi o an. Zihninde o kadar fazla şey dönmeye başlamıştı ki aklını kaybedecek gibiydi.

"Ne demek Mihra yok, oğlum sen gördüm demedin mi?" Yiğit kapıdan uzaklaşırken Vuslat'ta abisine ayak uydurmuştu.

"Abi oradaydı ama şimdi gittim yok sadece çantası orada telefonunu da almamış." Vuslat elindeki çantayı abisine uzatmıştı. Ne yapacağını şaşırmıştı sanki beyni durmuş gibiydi.

Yiğit kardeşinin titreyen ellerini fark edince elindeki çantayı alırken kendine getirmek istercesine kendisine çekmiş sıkıca sarılmıştı. "Oğlum sakin ol, buralardadır dışarı çıkmış olsa görürdüm ben sabahtan beri buradayım." Yiğit, her ne kadar gerilse de güçlü olup mantıklı düşünmesi gereken tarafın kendisi olduğunu biliyordu. Abi olan oydu. Kardeşlerini koruyup kollaması gereken oydu.

"Her yere baktım abi yok herkese sordum kimse görmemiş." Yiğit gergince solurken istemsizce burun kemerini sıkmıştı.

"Abi ben, ben bir daha kaldıramam ona bu kadar alışmışken artık yapamam." Yiğit kardeşinin yükselen tansiyonunun geçireceği sinir atağının habercisi olduğunu bildiğinden olduğu yerde volta atmaya başlayan kardeşinin yakasına yapışmıştı. "Vuslat daha fazla saçmalayacaksan sana ilk dayağımı atacağım abim. Kendine gel ulan sana konaktan çıkması imkansız diyorum anlıyor musun beni Mihra burada ve bir daha öyle bir şey olmayacak duydun mu beni." Genç adam biliyordu ki kardeşini şu anda kendine getirecek şey tatlı dil falan değildi.

Vuslat iyice silkelenmeden kendine gelmezdi.

Yiğit kardeşinin yakalarını fırlatırcasına bırakırken işaret parmağını Vuslat'a doğru kaldırmıştı. "Ben Boran'a haber vermeye gideceğim sen de kapıdaki güvenliklerle konuş tamam mı aslanım"

"Tamam abi merak etme." Yiğit, kardeşinin az evvel ki şok halinden çıkmasıyla derince solurken hızlı adımlarla diğer tarafta bekleyen Boran'ın yanına gitmişti.

Olan biteni hızlıca anlatırken neredeyse boşalmak üzere olan konaktan son misafirler de gitmişlerdi.

Güvenlikler bahsettikleri gibi bir kızın dışarı çıkmadığı konusunda hemfikirlerdi ancak konağın içinde de Mihra'ya dair herhangi bir iz yoktu.

"Ulan, ulan yer yarıldı da içine mi girdi bu kız." Vuslat gergince bir sağa bir sola gidip duruyordu. Üzerindeki gömleğin üstten iki düğmesini gergince açarken alt kattaki depodan gelen adamların da hiçbir şey bulamadıklarını söylemesiyle gözlerini sıkıca yummuştu. Çıldıracaktı.

"Abi acaba dışarı çıktı da kimse fark etmedi mi? Bence jandarmaya haber verelim." Kartal gergince yumruklarını sıkmıştı. Kız kardeşi kendilerinden habersiz asla dışarı çıkmazdı biliyordu ki eğer böyle bir şeyse işin içinde başka bir şey vardı. Ve bu ihtimal bile aklını alıyordu.

"Boran konağın kameraları devre dışıydı emin misin kardeşim." Konakta kameralar vardı ancak geçen haftalarda arızalandığı için çalışmıyordu.

"Yok kardeşim maalesef böyle olacağını bilsem." Boran ne diyeceğini bilemiyordu. Bir köşeye sinmiş İnci ise sadece ağlayıp duruyordu.

**
Karnındaki minik canavarın tekmeleriyle gözlerini aralayan genç kadın kısa bir an için nerede olduğunu sorgulasa da zihnine dolan anılar ile dikkatle doğrulmuştu. Sözde on dakika dinlemek için çıktığı odada uyuyakalmıştı. Üstelik aşağıda görümcesinin nişanı vardı. Ne ayıptı.

Dinlenmiş olmanın verdiği güç ile ayaklanırken bakışları hemen ileride iki büklüm uyuyan kıza çarpmıştı. Mihra'da mı yanında uyumuştu.

Aşağıda kopan kıyametten bir haber olan kadın mışıl mışıl uyuyan kızın üzerine kenardaki minik battaniyeyi bırakırken ses çıkartmamaya özen göstererek yavaş yavaş aşağı inmişti.

Beli biraz rahatlamıştı anlaşılan uyku vücuduna iyi gelmişti.

Uzun merdivenleri sonunda bitiren Berfe avludaki gürültüyle adımlarını direkt oraya yönlendirmişti.

"Boran, ne oluyor hayatım." Mihra'nın derdinden karısının yokluğunu o an fark eden adam paniklemişti. Karısının sorusunu es geçerek sormuştu.

"Berfe sen neredeydin güzelim kaç saattir."

"Biraz yorulmuştum da dinleneyim derken uyuyakalmışım hayatım endişelenecek bir şey yok asıl burada ne oluyor."

"Yenge, Mihra yok her yere baktık ama hiçbir yerde yok." Berfe'nin sorusunu yanıtlayan gözü yaşlı İnci olmuştu. Genç kadın duyduğu şeyi idrak edebilmek adına birkaç saniye duraksasa da ardından rahatça "Mihra benim yanımdaydı." deyivermişti.

Kadının ağzından çıkanlarla tüm bakışlar üzerine dönerken Berfe açıklamak adına "Yani beni odaya çıkartmasını rica etmiştim aslında sanırım beni yatırdıktan sonra o da yanımda uyuyakaldı." tek nefeste sıralamıştı.

"Mihra yukarıda mı?" Yiğit yükselen göğsüyle doğrulamak istercesine kadına bakmıştı.

"Evet hatta hala uyuyor."

Berfe'nin sözü bitmeden Boran dahil herkesin yukarı koşması bir olmuştu.

"E beni de alsaydınız ya keşke zaten zor inmiştim."

(Temsili fotoğraf canlarım)

"Abi burada, burada. Allah'ım sana çok şükür, çok şükür Allah'ım." Vuslat odaya girer girmez gördüğü beden ile tüm vücudunun boşaldığını hissetmişti. Kendisini o kadar çok kasmıştı ki neredeyse çatlayacaktı.

"Çok şükür aslanım çok şükür." Yiğit her ne kadar kardeşlerini dinç tutabilmek için çabalasa da Mihra'yı şu an gözünün önünde görmüştü ya tüm gücü elinden alınmışçasına omuzları çökmüştü. Eğer onu bulamasalardı ne yapardı. Nasıl güçlü dururdu bilmiyordu. Buna gücü yeter miydi sanmıyordu.

"Ödümüzü kopartan o değilmiş gibi bir de mışıl mışıl uyuyor hanımefendi şu hale bak." Kartal yakasındaki papyonu üzerinden koca bir yük kalkmışçasına çekiştirmişti. Çok korkmuştu.

Vuslat kardeşinin yanına hızlıca adımlarken uyumasına aldırış etmeden onu sıkıca kendisine çekmiş içine hapsetmek istercesine sarmalamıştı. "Ne oluyor ya" Genç kız gözünü aralamaya çalışırken neredeyse tüm kemiklerini kıracakmış gibi sarılan abisiyle neye uğradığını şaşırmıştı. "Sana bir şey olursa ölürüm kızım ben, duydun mu beni." Mihra abisinin nefes almasına dahi müsaade etmeden sarılışının arasından söyledikleriyle kaşlarını çatmıştı.

"Abi ben iyiyim ne oldu ki şimdi birden bire." Vuslat, mırıl mırıl konuşan kardeşiyle gergince başını sallarken onu kendisinden uzaklaştırmıştı. "Birden bire ya birden bire minik fare." Genç adam şimdi uyumaktan kızarmış yanakları ve şişmiş gözleriyle şirin şirin kendisine bakan bu kıza ne yapabilirdi ki. Nasıl öfkesini atabilirdi ki. "Of gülüm, of kurban olduğum sen benim sebebim olacaksın yemin ederim sebebim olacaksın."

Mihra saf saf odanın içine doluşan diğer yüzlere bakmıştı. Herkesin yüzünde Vuslat abisindeki ifadenin bir benzeri vardı.

"Çiçeğim sen neden bize haber vermeden iş yapıyorsun, ne kadar endişelendik biliyor musun?" Mihra bu defa Yiğit abisinin kollarına geçerken utançla başını eğmişti.

"Ben uyuyakalmışım siz o yüzden mi?" Kartal kardeşinin sorusuyla başını aşağı yukarı sallarken Mihra iyice mahcup olmuş olacak ki üzgünce solumuştu. "Ben çok özür dilerim uyuyakalmamam gerekirdi ama çok halsiz hissetmiştim kendimi sadece biraz gözlerimi dinlendirmek istedim ama sonra." Mihra devamını biliyorsunuz dercesine sert bir soluk vermişti.

Beyler kardeşlerinin eğdiği başı ve berjerden sarkan çıplak ayaklarıyla birbirlerine bakmışlardı. Hepsi aynı şeyi düşünüyor olduklarına eminlerdi. "Özür dilemen için söylemedik abim sadece bizi çok korkuttun." Yiğit yavaşça kardeşinin yanına oturmuş güzel yüzünü okşamıştı. "Seni hiçbir yerde bulamayınca ne yapacağımızı şaşırdık neredeyse jandarmaya haber verecektik." Mihra şokla aralanan gözeri ve aklına gelen şey ile "Hiii annem ve babam nerede eyvah bana çok kızdılar mı?" tek nefeste konuşmuştu.

"Korkma onlara haber vermedik şu an otelde olmalılar bizi bekliyorlar." Genç kız duyduklarıyla rahat bir soluk almıştı. Neyse ki en azından onları korkutmamıştı.

"Onlara söylemeyeceksiniz değil mi abii." Mihra alttan alttan Yiğit abisine bakıyordu. Suçlu olduğunu bildiğinden bir şey de diyemiyordu. Abileri onu şikayet ederler miydi ki acaba?

Yiğit kız kardeşinin bu haliyle kirli sakalları ile çevrili çenesini kaşırken sanki komik bir şey söylemiş gibi burnundan verdiği solukla gülmüştü. "Seninle ne yapacağız böyle çiçeğim hm." Genç adam kardeşine tekrardan sarılırken dağılmış saçlarına birkaç öpücük kondurmuştu. Mihra ise hala bir cevap istercesine gözlerine bakıp duruyordu.

"Bu olay burada kapandı sen bunları düşünme tamam mı güzelim?"

"Hıhım." Mihra abisinin söyledikleriyle rahatlarken sadece mırıldanmıştı. Daha sonra varlığını yeni fark ettiği İnci ablasının yanına gelip sıkıca sarılmasıyla beyler onlara müsaade etmişti. Genç kadın Mihra için çok endişelenmişti. Bir de böyle bir şeyin kendi evinde ve nişanında yaşanmış olması onu ekstra etkilemişti. Mihra'ya buradayken bir şey olabileceği ihtimali bile vicdan azabını körüklemişti.

Mihra, Berfe ablasının da yanlarına gelmesiyle merakla sorularını sıralayan İnci ablasına olanları en başından anlatırken abileri ve Boran abisi onları yalnız bırakmışlardı.

"Saat çok geç oldu biz artık çıkalım kardeşim, malum bu gece yolcuyuz." Yiğit, Boran ile el sıkışırken ardından diğer kardeşleri de gelmişti. "Gidin kardeşim dinlenin zaten hepiniz gerildiniz bu kafa ile yola çıkmayın." Boran'da en az onlar kadar endişelenmişti Mihra için. İnci onların geçmişte yaşadıklarından bahsetmişti ve zaten yaraları olan bir konu olduğunu biliyordu.

"Eyvallah, her şey için başınızı ağrıttık."

Boran saçmalamayın dercesine kaşlarını çatmıştı. "Oğlum o nasıl söz Mihra benim de kardeşim gibi hiç olur mu öyle şey." Boran onlara kendi kız kardeşini emanet etmişken nasıl olurdu da böyle düşünürdü. Şu saatten sonra onlarda gerçek kardeşleri gibiydi.

"Eyvallah kardeşim."

Odanın dışında çoktan vedalaşan beyler bir süre sonra hanımların yanına dönmüşlerdi. "Mihra artık otele dönmemiz lazım abim saat çok geç oldu." Genç kız Kartal abisinin odaya girer girmez kendisine yönelik konuşmasıyla hızlıca başını sallamıştı. "Tamam abi." Zaten hala kendisini kötü hissediyordu.

"Kartal beş dakika konuşabilir miyiz?" Genç adam nişanlısının nahif sesiyle ikiletmeden yanında bitmişti. "Konuşalım güzelim."

"Ayakkabılarımı uzatır mısın abi." Mihra berjerin hemen yan tarafına attığı topuklu ayakkabılarına düşmana bakarmış gibi baksa da yapabileceği bir şey yok. Çıplak ayakla yürüyemeyeceğine göre mecburen giymesi gerekiyordu.

"Kızım bu nasıl ayakkabı böyle düşüp bir tarafınızı kıracaksınız da." Vuslat, ayakkabıları kardeşine uzatırken söylenmeyi de ihmal etmemişti.

Genç kız su toplamış ve muhtemelen tüm gün ayakta durmaktan hafifçe şişmiş ayağını ayakkabının içine koymasıyla ağzından çıkan kısık inlemeye engel olamamıştı. "Ne oldu abim." Mihra'nın hemen yanı başında dikilen Vuslat ne olduğunu anlamaya çalışırcasına kardeşinin yüzünü inceliyordu.

"Şey ayakkabı ayağıma vurmuşta sanırım."

Vuslat kardeşinin ağzından dökülenlerle anında önünde diz çökerken ayağına yarım yamalak geçirdiği ayakkabıyı çıkartıp kenara bırakmıştı. "Ula ne bu parmaklarun hali." Genç adam çatılan kaşlarla oldukça kötü durumda olan kabarcıklara bakıyordu.

"Ben de sonradan fark ettim ayakkabı hep yara yapmış." Mihra büktüğü dudağıyla parmaklarını şöyle bir kontrol edercesine oynatmıştı.

"Ama hala hareket ettirebiliyorum sorun yok yani benimleler."

"Şebek, gel buraya tamam giyme şu zımbırtıları zaten mahvetmişsin kendini." Vuslat kardeşinin söyledikleriyle başını sen olmazsın dercesine sallamış ardından tüllü elbisesini elleriyle toparlayarak tıpkı bir prenses gibi kucağına almıştı.

Mihra abisinin kucağına ilk kez hayır demek istemiyor olacak ki hiç itiraz etmeden kolunu boynuna sararak dengesini sağlamaya çalışmıştı. Ayakları gerçekten kötü durumdaydı ve o ayakkabıları tekrardan giyebileceğini sanmıyordu.

"Görüşürüz Berfe abla görüşürüz İnci abla." Abisinin omzuna çenesini yaslamış hemen arkalarında kendisine bakan ikiliye el sallamıştı.

"Görüşürüz kuzucum kendine çok iyi bak."

"Görüşürüz ablacım."

Kartal ve Yiğit abisi önlerinden giderken Vuslat abisi ise hemen arkalarındaydı. Uzun taş merdivenin sonuna ulaştıklarında Vuslat abisinin yüzünde sanki kucağında kırk dokuz kilo bir yük yokmuşçasına rahat bir ifade vardı.

"Abii."

"Söyle gülüm."

"Hani ben bugün yanlışlıkla uyuyakaldım ya." Vuslat kardeşinin ağzındaki baklayı çıkartmasını beklercesine başını sallamıştı.

"Görüşürüz Mihra bundan sonra abilerinden habersiz uyuyakalmamaya çalış abicim anlaştık mı?" Mihra konaktan çıkmak üzere olduklarını hemen kapıda kendisine seslenen Boran abisi ile anlamıştı. Yüzündeki muzip ifade ile kendisi ile dalga geçtiği açıkça ortadaydı. "Boran abi ya bilerek mi yaptım sanki." Küskünce abisinin omzuna başını yaslamış gözlerini kaçırmıştı.

"Tamam tamam demedim bir şey görüşürüz ufaklık."

"Görüşürüz." Konaktan ayrılan beyler biraz ilerideki araçlarına doğru giderlerken Vuslat, kardeşinin az evvel yarım kalan konuşmasına devam etmesini istercesine " Sen bir şey diyordun gülüm." demişti.

"Şey diyordum işte ben uyuyakaldım ya."

"Hm kaldın gülüm, hatta ödümüzü koparttın."

"İşte hani sizi korkuttum ya."

Vuslat kardeşinin konuyu nereye bağlayacağını az çok anlasa da bozuntuya vermeden sessizliğini korumuştu.

"Şimdide beni taşımak zorunda kaldın, belini de ağrıttım." Genç kız ağzından çıkan her bir kelimeden sonra omuzlarını daha çok düşürmüştü.

"Yanii demek istediğim aslında şey, şeyy." Birkaç adım önlerinde yürüyen Kartal ve Yiğit'te kardeşlerinin konuşmalarına kulak misafiri olmuşlardı. Arabanın yanına gelmeleriyle Vuslat Mihra'yı arabanın önüne oturturken üç kardeşte sırayla etrafına dizilmişlerdi.

Mihra üzerindeki bakışlarla başını kucağındaki parmaklarına çevirirken mırıldanmıştı. "Sizi çok uğraştırdığım için artık beni daha mı az seviyorsunuz." Hayatı boyunca birilerinin işine yaradığı kadarıyla sevilmişti. Karşılıksız sevginin ne demek olduğunu bile daha yeni öğreniyordu. Doğal olarak en ufak pürüzde pekte sağlam olmayan bir temele inşa ettiği güven duygusu sarsılıyordu. Sanki böyle yaparak onları bıktıracakmış hatta bir gün kendisini bırakıp gideceklermiş gibi hissediyordu.

"Fıstığım bu da nereden çıktı şimdi o güzel beyninde ne tilkiler dönüyor senin." Kartal kız kardeşinin sorusuyla içinde bir şeylerin parçalandığını hissetmişti. Bu kadar kırılgan olmasa ne olurdu sanki.

"Ama öyle değil mi? Yalan mı?" Genç kız hafifçe dolan gözleriyle 'yalan' demeleri için dualar ediyordu. Sanırım biraz drama queen olabilirdi. Ancak ne yapsındı aklından geçenlere engel olamıyordu.

"Abisinin canı, güzel bebeğim seni daha az sevebilmek gibi bir lüksümüz var mı bizim bir baksana şu halimize." Yiğit karşısında dizilmiş gözlerinin içine bakan diğer iki koca adamı işaret etmişti.

"Yanii sizi yoruyorum diye kızmıyor musunuz hiç."

"Kizum amacun ne da kızmayruz işte allah allah." Vuslat çatılan kaşları ve yükselen sesiyle dışarıdan Mihra'yı azarlıyormuş gibi görünse de aslında kızmadıklarına ikna etmeye çalışıyordu. Öyle de ironik bir durumdu.

"Off tamam ya abi ne bağırıyorsun."

"Sen varya adamı deli edersin gülüm ben söyleyeyim gel buraya dellendum zaten." Vuslat kardeşini az evvel bıraktığı yerden alıp bir çırpıda arka kapıyı açıp binmişti.

"Ya sen de hemen delleniyorsun sonra da dellenmedim diyorsun abi"

"Ulaa bir de iftira atayi ne zaman dellenmedum dedum."

Arabanın kapısını çarparak kapatmalarıyla sesleri kesilen ikilinin arkasından bakakalan Kartal "Bunlar ne yaşıyor abi sen bir şey anladın mı?" deyivermişti. Hem beş dakika ayrı duramıyorlar hem de tartışıp duruyorlardı. Gerçi onlar yıllar önce henüz küçücük oldukları zamanlarda da böyleydi. Kartal hem bu kadar takışıp hem de birbirlerine bu kadar düşkün olmalarına inanamıyordu.

"Ne bileyim oğlum deli deliyi görünce değneğini saklarmış bunların da o mesele." Yiğit giden kardeşlerinin arkasından garip garip baksa da artık onların bu hallerine alıştığından olsa gerek sakince şoför koltuğuna geçmişti.

Arabanın içinde birbirleriyle uğraşmaya devam eden ikili bir süre sonra barış imzalamış olacak ki sonunda huzurlu bir sessizlik oluşmuştu.

Dışarıdaki serin havaya karşılık klima sayesinde sıcacık olan arabada yalnızca radyodan yükselen müziğin sesi yükseliyordu. Tanıdık melodilerle hafifçe gülümseyen Mihra abisinin göğsüne yasladığı başı ile uyuklamaya başlarken Vuslat'ta ondan farksız sayılmazdı.

Şu birkaç günde resmen birkaç yıl yaşlanmıştı. Ne uğursuz memleketti böyle. Muhtemelen bir daha buraya ayak basmayacaktı.

Bomboş karanlık yolda son sürat giden arabanın bir anda yavaşlamasıyla gözleri kapanmak üzere olan Vuslat anında doğrulurken ne olduğunu anlamak istercesine abilerine bakmıştı. "Niye durdun abi." Yiğit başıyla dışarıyı işaret ederken bir yandan da ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Dün uğradıkları mezarlığın önünde bir kargaşa vardı.

"Kavga mı var acaba." Kartal kardeşinin sorusuyla sessiz kalırken gördüğü tanıdık sima ile kaşlarını çatmıştı. 

"Şu siyahlı bizim Boran'ın kuzeni değil mi?"

"Bu ibneden kurtulamayacak mıyım lan ben." Kartal ve Vuslat abilerinin konuşmasıyla dikkatlerini tamamen ona vermişlerdi. "Abi sen durduk yere kurulmazsın kimseye hayırdır." Yiğit, kardeşinin sorusuyla sessiz kalırken içten içe zaten bu çocuğun ağzına tükürecektim hazır dayak yiyorken birkaç yumrukta ben mi atsam diye düşünüyordu. Zira Miran yani şu Mihra'ya sulanan herif tam şu anda tam beş kişi tarafından fena halde sıkıştırılmıştı.

"Yardım edelim abi çocuğa baksana diğerleri çok kalabalık." Hiçbir şeyden haberi olmayan Kartal bu çocuğa yardım etmeyi üzerine vazife bilirdi. Sonuçta nişanlısının akrabalarıydı.

"Bir kişiye beş kişi adamlığa sığmaz abiler ben söyleyeyim." Vuslat her ne kadar Azad ağa ve ailesinden haz etmese de buna da göz yumamazdı.

"Kim bilir ne bok yedi pezevenk." İkili normal şartlarda kendilerinden gelmesini bekledikleri tepkileri ilk kez abilerinden duymalarıyla şaşkınca birbirlerine bakmışlardı.

"Abi sen de valla var bir şeyler bu çocuk bir şey falan mı yaptı sana bak söylemiyorsan eğer." Bakışları dışarıda ki adamların üzerinde olan Yiğit kardeşinin söylediği şeyle kaşlarını çatmış dikiz aynasından Vuslat ile göz göze gelmişti. "Ulan bu ödlek kıl kuyruk bana ne yapabilir oğlum ne saçmalıyorsun sen." Vuslat abisinin yükselen sesiyle hala uyuyan Mihra'yı kontrol etmişti. "Tamam abi ne bağırıyorsun da kız uyanacak şimdi Allah Allah."

O esnada arabalarının hemen yanında duran iki siyah araç ve içinden çıkan tanıdık yüzlerle olayın ne olduğunu iyice merak etmeye başlamışlardı.

Boran ve Azad ağanın büyük oğlu gelmişti. Yüzlerindeki ifadeye bakılırsa pek hayra alamet bir buluşma değildi.

Olayın büyümesiyle arabadan inen Arslanoğlu beyleri seslerin yükseldiği yere doğru adımlamışlardı.

"Ulan piç kurusu seni bir daha buralarda görmeyeyim demedim mi lan ben canına susadın şerefsiz." Miran'ın yakalarını kavrayan adam orta yaşlarda yapılı bir adamdı. Ancak yaşına rağmen gözü kara biri olduğu her halinden anlaşılıyordu.

"Orhan abi sen yanlış anladın."

"Sikerim lan abini pezevenk kime ne anlatıyorsun sen bu kaçıncı oldu."

Beyler duydukları tanıdık isim ve gördükleri sima ile aydınlanmışlardı. Dün mezarlığı ziyarete geldiklerinde karşılaştıkları korumaydı bu adam. Muhtemelen Orhan Bey dediği bu adamsa şu meşhur Baki abilerinin baba bir kardeşi Orhan Seyhanlı'ydı. Dün öğrendikleri kadarıyla burası onların bölgesiydi.

"Abi kurban olayım bir dinle yemin ederim niyetim merkeze inmekti benim sizinle bir işim olmaz artık."

Miran korkudan tekleyen kalbiyle doğrudan adamın gözlerine bakıyordu. Bu adamların eline bir kez düştü mü bir daha paçayı kurtaramazdı biliyordu. Mardin'in kara kuyusuydu Seyhanlılar.

Bir kez şeytana uymuş bir hata yapmıştı ancak erkek adamdı nefsine hakim olamamıştı. Ancak o olaydan sonra bir daha asla yeğeni ile herhangi bir iletişim kurmamıştı.

"Ulan itin dölü sen kimsin de bizimle işin olmayacak şerefsiz herif sen benim yeğenime yanlış yaptığın an zaten kendi kafana sıktın daha ne anlatıyorsun."

Genç adamın başına ne gelse çapkınlığından geliyordu. Ancak bu defa sert bir kayaya çarpmıştı. İşlerin bu hale gelebileceğini kestirememişti.

"Orhan abi sarhoştum yemin ederim bilmeden yaptım yoksa ben hiç senin yeğenini aldatır mıyım?"

Miran konuştukça iyice batırdığından bir haberdi.
Geçen sene bu zamanlar şans eseri bir kız ile tanışmış. Kızın güzelliği karşısında aklı başından gitmişti. Biraz uğraşsa da en sonunda kızı tavlamış ancak Seyhanlıların kızı olduğunu öğrenince kızdan kaçmaya fırsat bulamadan ailesi ensesinde bitmişti. Hal böyle olunca da koskoca Orhan Seyhanlı'ya senin yeğeninle sadece takılıyorum diyememiş birden bire kendisini ciddi bir ilişki içerisinde buluvermişti. Ancak Miran ciddi ilişki adamı değildi. Sürekli aynı kişiyle olmak onun için oldukça sıkıcıydı. Aklı, fikri hatta ve hatta gözü sürekli başka arayışlardaydı. Hal böyle olunca o kız ile ilişkisinin üçüncü haftasında çoktan bekar hayatına geri dönmüştü. Tabii bundan ne sevgilisi ne de Seyhanlılar haberdardı. Ta ki bir gece kulübünde başka bir kız ile videoları yayılıncaya kadar...

"Sen ne gevşek adamsın lan o kız senin için hastanelere düştü, namusumuzu beş paralık ettin bizi tüm Mardin'e rezil ettin hala yüzsüz gibi etrafımızda dolaşıyorsun." Konuşan Orhan Seyhanlı'ya nispetle daha genç bir adamdı. Ancak hatırı sayılır benzerlikleri bir akrabalıkları olduğunun göstergesiydi.

"Abi o da istiyordu zorla sevgili olacak halim yoktu ya."

Genç adamın ağzından çıkan son söz zaten gergin ortama adeta bir yıldırım gibi düşmüştü. Orhan Seyhanlı belinden çıkardığı beylik tabancasını anında çocuğun alnına yaslarken Boran ve Azad ağanın büyük oğlu hızla araya girmişlerdi.

"Hala o da istiyordu diyor bu sefer senin belanı sikeceğim it, seni o an gebertmem lazımdı da sen yeğenime dua et."

"Orhan Bey kardeşim adına özür dilerim böyle bir şeyin affı tövbesi olmaz bilirim ama bir cahillik yapmış." Konuşan Miran'ın abisiydi. Kardeşinin yediği haltı biliyordu zaten zamanında cezasını da kesmişti. Ancak yine de kardeş kardeşti ya elinden bir şey gelmiyordu.

"Orhan abi bir dur sakince konuşalım emin ol neyse cezası beraber keseriz ama böyle olmaz." Bu defa Boran, adamın silah olan bileğini kavramıştı.

"Boran sizinle bir derdim yok benim aradan çekilin benim derdim bu piç ile ulan madem ibnenin tekiydin benim tertemiz yeğenimden ne istedin."

Orhan Seyhanlı'nın bu kadar öfkelenme sebebi yeğeninin bu adama gerçekten aşık olmuş olmasıydı. Genç kız evlilik hayalleri kurup ciddi bir ilişki yaşadığını zannederken paylaşılan rezil bir video ile hiç sevilmediğini öğrenmişti. Tüm Mardin'e rezil olmalarıda cabasıydı.

"Orhan abi bir hata yapmış büyüklük sende kalsın kurban olayım dur." Boran, adamın tetiği çekmesiyle el mecbur tamamen araya girivermişti.

Silah ile burun buruna kalan Boran ile daha fazla yerlerinde duramayan Arslanoğlu beyleriyse ister istemez olaya dahil olmuşlardı. "Boran ne yapıyorsun çekil şuradan oğlum bir kaza çıkacak şimdi." Yiğit kendisi kadar cüsseli olan adamın omzuna dokunurken Kartal ise Orhan Seyhanlı'nın yanına geçmişti. "Bakın Orhan Bey haklılığınız şu tetiği çektiğiniz an hiçbir işe yaramayacak." Kartal nasıl bir adam ile muhatap olduğunu bilmediğinden olaya çok genel bir açıdan dahil olmuştu.

"Başlarım hakka hukuka ben hapse girerim o mezara girer en azından vatan millet bir yavşaktan kurtulmuş olur." Sözlerinin bitmesi ile tetiği çekmesi aynı anda olmuştu ki Kartal'ın son anda adamın elini havaya kaldırmasıyla mermi boşa gitmişti.

Dünyadan bir haber abisinin başının altına bıraktığı montuna sarılarak uyuyan Mihra ise duyduğu ses ile sıçrayarak uyanmıştı. Kısa bir an olduğu yeri idrak edemese de ardından gördükleriyle gözlerini sonuna kadar aralamıştı. Abileri ve bir sürü adam arabanın hemen önünde kavga ediyorlardı.

"Sen nasıl bana engel olursun, ne hakla verdiğim hükme karışırsın lan sen kimsin." Orhan Seyhanlı tanımadığı bu adamın böyle bir şeye nasıl cesaret edebileceğini sorguluyordu.

Genç kız gördükleri ile donakalırken içlerinden bir adamın elindeki silahı Kartal abisine doğrultmasıyla kalbi ağzında atmaya başlamıştı. Ayaklarının çıplak olmasını umursamadan kapıyı açtığı gibi oraya koşturmaya başlamıştı.

"ABİİ." Mihra hiç düşünmeden ince bedeniyle iri bedenlerin arasından sıyrılıp abisi ile silahın arasına geçerken bir elini de hem kendisini hem de abisini koruyabilecekmiş gibi silahın önüne siper etmişti.

"Durun, durun ne yapıyorsunuz."

Beyler olayın şokunu atlatamadan Mihra'nın girmesiyle iyice ortalık karışırken sonunda kendine gelebilen Yiğit hiç beklemeden iki kardeşinin de önüne geçerek silahın göğsüne yaslanmasına sebep olmuştu. "Sen kimin kardeşine silah doğrultuyorsun lan. Ulan ne halt sanıyorsun sen kendini." Yiğit adeta burnundan soluyordu. Kendilerini bir anda öyle bir şeyin içinde bulmuşlardı ki bu saçmalığın hiçbir açıklaması yoktu. Üstelik şerefsizin teki uğruna bunu yaşıyorlardı.

"Asıl siz kimsiniz lan bu mesele bizim meselemiz. Size ne oluyor."

"Orhan abi onlar benim yakınım şu silahı indir öyle konuşalım Allah aşkına." Boran ne yapacağını bilmez hale gelmişti. Bu adamlara bulaştığı için o Miran olacak itin ağzına tükürecekti.

"Kimsek kimiz lan sana hesap mı vereceğiz o silahı indir yoksa ben indirtmesini bilirim." Vuslat adamın üzerine yürürken hala abisine doğrulttuğu silah ile kanın beynine sıçradığını hissetmişti.

"Abii nolur evimize gidelim, ben çok korkuyorum durun." Mihra'nın göz yaşları arasından konuşması ile adam kısaca yeğeni yaşındaki genç kıza bakmıştı.

"Varın gidin benim derdim sizinle değil işiniz olmayan şeylere de burnunuzu sokmayın bacınızın hatırına sizi bağışlıyorum." Adamın söyledikleriyle kan beynine sıçrayan Vuslat adamın yakasına yapışırken Yiğit ve Kartal'da ondan farksızdı.

"Duydun mu abi bizi bağışlayacakmış ulan ibne sen kimsin bizi bağışlıyorsun, soktuğumun ağası." Vuslat'ın Orhan Seyhanlı'nın suratına geçirdiği yumruk ile ortalık karışmıştı. Orhan Seyhanlı'nın adamları Vuslat'ın üzerine gelirken Boran ve Miran'ın abisi dahil olmak üzere diğer beyler de kavgaya karışmışlardı.

Yumruklar hava da uçuşurken tüm bu kavganın asıl sebebi olan Miran ise bir köşeye geçmiş olanı biteni dehşetle seyrediyordu.

Uçkuru uğruna on adamı birbirine düşürmüştü.

Mihra gözlerinden sicimle akan yaşlarla onları durdurmaya çalışsa da elinden bir şey gelmiyordu. Onu fark etmiyorlardı bile.

"Abii durun." Diğer adamların silahları vardı. Abileri zarar görebilirdi. Tüm bedeni zangır zangır titrerken son çare Yiğit abisinin koluna yapışmıştı. "Abi lütfen durun, o-onların silahları var ben çok korkuyorum lütfen evimize gidelim." Yiğit o anda kardeşinin kireç  gibi olmuş yüzü ve titreyen bedeniyle kendine gelirken fark ettiği çıplak ayaklarıyla derince solumuştu. Öyle boktan bir haldelerdi ki mantıklı düşünemiyordu.

Yiğit tam ağzını açacakken Orhan Seyhanlı'nın emriyle korumalarından biri havaya birkaç el ateş etmişti. Amacı karşılarındaki adamların gözünü korkutmaktı. Ancak Mihra duyduğu silah sesleri ile korkudan gerilmiş bedenini daha fazla ayakta tutamamış olacak ki bir anda zeminin ayaklarının altından kaydığını hissetmişti.

Yiğit, korkudan bayılan kardeşinin yere düşmesine izin vermeden yakalarken hemen arkalarında duyulan tiz fren sesiyle derin bir sessizlik olmuştu.

"Ne oluyor burada." Yiğit'in tüm odağı kucağında bilinci kapalı şekilde yatan kardeşindeyken siyah lüks araçtan inen genç adamın yüzüne bile bakmamıştı.

"Sen karışma oğlum."

"Bana oğlum deme sakın."

Vuslat ise abisinin kucağında yatan kardeşini yeni fark ediyor olacak ki aklından geçen binlerce düşünceyle hızlıca Mihra'nın üzerini taramıştı. Kan yoktu. Yiğit kardeşinin ne yapmaya çalıştığını anlamış olacak ki onu meraklandırmamak adın "Bir şeyi yok korkudan bayıldı sadece." Demişti.

"Sana burada ne oluyor dedim."

"Ne olacak senin yapmadığın adamlığı yapıyorum. Sen ecnebi memleketlerinde gününü gün ederken ben kuzenini tüm Mardin'e rezil eden bu itin cezasını kesiyorum."

Orhan Seyhanlı'nın konuşmasıyla genç adamın bakışları biraz ileride kendilerine mahcupça bakan Miran ile kesişmişti.

"Ben sana seni bir daha kuzenimin çevresinde görürsem o yayık ağzını sikerim demedim mi lan"

"Kuzeninin yanına bir daha gitmedim yemin ederim bir daha yanından bile geçmedim." Miran aynı yaşlarda olduğunu bildiği bu adam ile önceden tanışıyordu. Ancak kuzeni ile arasında olanlardan sonra en büyük düşmanlarından biri olmuştu.

"Benim sınırlarımdan da geçmeyecektin." Orhan Seyhanlı kabarttığı göğsüyle konuşmuştu.

"Ona ben izin verdim, bu yolu kullandığından haberim vardı." Genç adam tükürürcesine konuşmuştu.

"Ne hakla sen benim topraklarım hakkında ne hakla.."

"Senin toprakların öyle mi amca." Genç adam yüzündeki alaylı ifadeyle bakışlarını orta yaşlardaki amcasına çevirmişti. "Kim tarafından karar veriliyor buna, benim niye haberim yok." Babası vefat etmeden önce yurt dışında okumaya başlamıştı. Babasının vefatından sonraysa bir daha Türkiye'ye dönmemişti. Sebepsiz değildi hiçbiri ancak öyle gerekmişti. Toparlanması gerekiyordu.

"Babanın tek kardeşi benim oğlum, topraklar benim hakkım."

"Doğru babamın tek kardeşi sensin, anneme tecavüz edip babamın kanser olmasına sebep olan kardeşi sensin."

Genç adamın ağzından çıkanlar başta Orhan Seyhanlı olmak üzere herkesi şok ederken genç adam elindeki siyah deri dosyayı fırlatırcasına amcasına vermişti.

"Babamın yazılı imzalı vasiyeti üzerine ben Ali Asaf Seyhanlı bugün babamın Mardin'deki tüm mal varlığını ortağı Hasan  Çimen'e devrettim. Bu saatten sonra bu topraklarda tek bir çöpe bile sahip değilsiniz."


✨✨✨
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya alabilirim bebeklerim buyurun dinliyorum. 🐣💜

Görüşmek dileğiyle sağlıkla kalın💜🍯

Continue Reading

You'll Also Like

7.4K 458 6
Baş döndürücü bir güzellik...İz Aden Yaman... Ve bu güzelliğe vurgun Alessandro Moreno... Aşka inanmayan Aden, Alessandro'ya ne kadar dayanabilecekti...
1.5K 76 10
Canim sikildigi her gece bolum atarim (noktalama isareti kullanirsam yanlislarimi gormezlikten gelin)
951 56 10
0534***: Günün birinde, kalbimin tam ortasına fark etmeden ektiğin tohumların bir gülüşünle yeşerip, çiçek açmasının yaşattığı acıyı yaşamadığın müdd...
182K 15.4K 35
"Sen hep böyle cevap olarak başını mı sallarsın?!" Başımı salladım. Kaşları çatıldı, o güzel mavi gözlerini gözlerime dikti. "Gıcık mısın Aras?!" Bil...