Dört Duvar

Par beeyzz

332K 39K 15.3K

Vurdu ve Aşk'tan tanıdığımız Çeşmiahu Tümer'in hikayesidir. Plus

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm

25. Bölüm

8.6K 1.1K 391
Par beeyzz

merhabalar efeniiim... o bölüme giriş yapmış bulunmaktayız. derin bir nefes aldıktan sonra başlayınız.

naçizane bir isteğim, son zamanlarda istatistiklerimiz çok düşük. üzülüyorum, motavisyonumu etkiliyor. hayalet okurlarımı, oy verip sessizce bölümü okuyanları yaniii herkesi bekliyorum buraya!❤️



1 Ay Sonra,

Ağustos ayının son demleri, sonbaharın başlangıcı olsa da; Arnavutköy'deki yalıda bir yaz telaşesi vardı. Ustalar ufak tefek eksiklikleri tamamlıyor, görevliler ise gelen eşyaları özenle yerleştiriyordu.

O kadar telaşenin içinde, Ahu, salondaki camın önünde duran ve kendi tasarımı olan koltuğu kısık gözlerle inceliyordu. Oraya yakışıp yakışmadığını düşünürken, ansızın gülümsemişti. Nedensizce her eşyayı başkası değil, kendisi kullanacakmış gibi hayal ediyordu. Bu yüzden ince eleyip sık dokumuştu, sonuçtan da oldukça memnundu.

Küçük adımlarla yürüdü ve koltuğa oturdu. Hafif bir itme hareketiyle olduğu yerde sallanmaya başlamıştı. Keyifle gözlerini kapatırken, güneşi hissetti yüzünde. Her şey o kadar yolunda, o kadar yerindeydi ki; bir süre bu anın tadını çıkardı. Sonuca ulaşmanın mutluluğu, bir işi tamamlamanın verdiği haz bambaşkaydı. Ahu bu hisse bayılmıştı. 

"Vaaoovv... Çok iyi olmuş!" Baktığında, kapının girişinde Ersin Bey'i gördü. "Hak ettiniz Çeşmiahu Hanım. Kahve ister misiniz?"

"Üff!" dedi Ahu, yüzünü ekşiterek.

"Kalkın da, biz sallanalım biraz. Zaten-..." dedi, sustu. Zaten bu sizin, diye devam etmemek için dilini ısırmıştı. "... tasarımı size ait. Yaptırırsınız kendinize de bir tane."

"Bunu ustalara yaptırana kadar canım çıktı. Bir daha girmem o yola." Küçük bir el hareketiyle, ayarlanabilir kademelerden birini açtı. Artık biraz daha yatar vaziyetteydi, yerdeki ayakları alttan çıkan küçük parça sayesinde vücudunun hizasında duruyordu. 

"Hazır yapılmışı vardı, satın alabilirdiniz. Neden uğraştınız anlamadım."

"Bilmem. Bir anı olsun istedim sanırım. Ben görmesem ve bilmesem de, birilerinin bu koltuğu sevdiğini düşünmek beni mutlu edecek."

"Her şeye çok anlam katıyorsunuz, kafayı yiyeceğim şimdi."

Genç kız oflayarak kalktı. "Ay tamam, başardınız. Geçin, yatın."

"Oley be." Ersin Bey kendini koltuğa atarken, keyifle inledi. Transa geçmiş gibiydi, uzun bir süre aynı sesi çıkararak sallanmaya devam etmişti. Neden sonra sustu, küçük bir şekerleme yaptığını fark eden Ahu, kendi kendine gülüp, ustaların arasına karıştı. Küçük yönlendirmeler eşliğinde, etrafı gezdi. İçi kıpır kıpırdı, herkese neşe saçıyordu. Onun bu hallerine alışık olan ustalar, tebessümle izliyordu genç kızı.

"Mimar hanım, telefonunuz çalıyor..."

Çeşmiahu kulak kesildiğinde, mutfaktan gelen sesi duydu. Koşarak koridordan geçip, tezgahın üstünde duran telefonuna baktı ve Arhan'ın ismini görmek onu her zamanki gibi soluk soluğa bıraktı.

"Efendim?"

"Ahucuğum, telefon nedir, ne işe yarar?"

Genç kız saçma bir ifadeyle duraksadı. "Ne?"

"Seni kaç kere aradım biliyor musun?" dediğinde, ekrana düşen bildirimlere baktı Ahu. Yirmiye yakın cevapsız arama vardı. "Ulaşabileceğim kimse de yoktu."

"Özür dilerim, çok ses vardı. Duymadım."

"Tahmin ettim ama işte..."

"Arhan Bakırcı, bir insanın %60'ı su ise, seninki kuruntu. Ne gelebilir başıma, Allah aşkına?"

"Türkiye'de her saatte bir 48'den fazla iş kazası yaşandığını biliyor muydun?"

"Hım... Artık biliyorum fakat bu bilgiyi günlük hayatımda nerede kullanacağım, onu bilemiyorum."

"Dalga geçme lütfen," dedi, huysuz bir tınıyla. "İşlerin ne zaman biter?"

Çeşmiahu, kısa bir an etrafına baktı ve evin içindeki hareketliliği düşündü. "Ustalara sormak lazım. Onlara bağlıyım."

"Bi' sor bakalım, seni kaçırabilir miyim, izin var mı?" diye sordu, usulca.

Genç kız jöle gibi akmaya başladığı tezgahın üstünden heyecanla doğrulmuştu. "Neee? Nereye?"

"Sürpriz."

"Off! Sürprizleri hiç sevmem, sürfobim var. Ne olacağını bilmemek beni aşırı tedirgin ediyor, lütfen ipucu ver."

"Sürfobi mi?" diye tekrar eden Arhan, sesli bir şekilde güldü. "Dur düşüneyim... Cadı şapkası geçirilmiş bir kule desem?"

"Galata?!"

"Kule demeseydim, biraz düşünürdün ama," dediğinde, kendini savunan küçük bir çocuk gibiydi sesi.

"Ay harika!" Ahu koridora çıktı. "Ben ustalara haber veriyorum. Ne zaman buluşuruz? Sen şirkette misin hala?"

"Aslında... Ben geldim sayılır, iki dakikaya evin önünde olurum."

"Şaka mı yapıyorsun?" dedi genç kız, şapşal şapşal gülüyordu. O kadar mutlu olmuştu ki... Sanırım sürprizleri sevebilirdi. Özellikle Arhan yapıyorsa. "Hemen haber vereyim ustalara."

"Tamamdır, bekliyorum seni."

Ahu telefonu kapattığı gibi banyodaki taşlarla uğraşan ustalara seslendi. Çıkacağını, bir sorun olursa; telefonunun açık olduğunu, arayabileceklerini söyledi. Vakit kaybetmeden çantasını alıp, koridora çıktığında, Ersin Bey'in de ayaklandığını görmüştü.

"Çıkıyor musunuz Çeşmiahu Hanım?"

"Evet, siz?"

"Ben de. Artık ofise dönmeliyim."

Beraber sohbet ederek dışarı çıktıklarında, konuşan Ersin Bey, karşısında Arhan'ı görünce kalakalmıştı. Aynı şekilde, arabasının ön kapısına doğru yaslanmış bir şekilde bekleyen genç adam da farklı değildi. Kısa bir sessizlik oldu, Ahu bunu uzun zaman sonra ilk defa karşılaşmalarına bağlamıştı.

"Merhaba Ersin Bey," dedi Arhan, nihayetinde.

"Merhaba Arhan Bey, nasılsınız?"

"Teşekkürler, iyiyim. Siz?"

"Sağ olun, ben de iyiyim." Saçma bir gülüşle etrafını gösterdi. "İşimizin başındayız işte."

"X Bey, biraz fazla yükleniyor Ersin Bey'e. Her gün burada kendisi."

"X Bey?" 

Ahu cevap vermeden önce, Ersin Bey'e baktı. O da Ahu'ya dönmüştü. İki yakın arkadaş gibi birbirlerine imalı imalı sırıtırken, "Evin sahibi," diye cevap verdi, genç kız. "Sinir bozucu birisi olduğuna eminim. Gizemli davranmasına katlanamadığım zamanlar, böyle düşünerek teselli ediyorum kendimi."

Ersin Bey'in gülümsemesi hala yüzünde olsa da, dehşet gözlerinden okunuyordu. Kaçamak bir bakış attı Arhan'a. "Ben öyle düşünmüyorum. Sinir bozucu birisi değil yani."

"Kesinlikle öyle. İşvereniniz olduğu için yorum yapmıyorsunuz."

"E sizin de işvereniniz."

"Geçen gıcık demiştiniz."

"Siz de demiştiniz!"

İkisi, küçük ve tatlı bir laf dalaşı yaparken; Arhan onları izliyordu. Dudaklarının bir köşesine peydahlanan pişmanlık, gülümsemesinin anbean küçülmesine sebep olmuştu. Ersin Bey'in dediği gibiydi aralarındaki ilişki. Ahu her şeyi öğrendiği zaman, gerçekler değil de; yalanlar üstüne kurduğu yakınlıklar onu daha çok üzecekmiş gibi hissediyordu. 

"Ya Arhan Bey, bakın gerçekten-..."

Ahu öyle bir kahkaha attı ki, Arhan irkilerek ana dönmüştü. "Arhan'a neden açıklama yapıyorsunuz, Ersin Bey?"

Öylesine söylediği cümle, Arhan ve Ersin arasında korkunç bir gerilim hattı oluşturmuştu. Arhan'a bakakalan Ersin Bey, onun kısılan gözlerini görünce; düşünerek, daha sakin bir şekilde konuşması gerektiğini hatırladı. "Eskiden Arhan Bey ile çalıştık, ileride de çalışabilirim. Hoş bir izlenim bırakacağını düşünmüyorum."

"Ah... Haklısınız. Özür dilerim." Ahu mahcup bir ifadeyle genç adama yaklaştı. Ona sarılmak, onu öpmek istiyordu fakat Ersin Bey'in varlığı dizginliyordu isteklerini. "Şaka yapıyordum ben."

Aynı şekilde Arhan da tutuyordu kendini. Ahu bir adım atmaya yeltenmediği için doğru bulmadı ona yaklaşmayı. Ne de olsa, Ersin Bey beraber iş yaptığı insanlardan birisiydi ve özel hayatının mahremiyetini korumak istiyor olabilirdi. "Sorun yok," dedi, ılımlı bir gülümsemeyle. 

"O zaman müsaadenizle..." Ersin Bey, hafif bir baş selamıyla, arabasına gitmek için döndüğünde, kusacak gibi hissediyordu. O kadar pişmandı ki. Hoş, nereden bilebilirdi Ahu ile bu kadar iyi anlaşabileceğini? Ondan istenilen ve beklenen; eve gidip gelmek, her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol etmek, bir sorun var ise Arhan'a bildirmekti. Sadece bu. Ama... Her şey o kadar amacından sapmıştı ki, Ersin yolun başını hatırlayamıyordu. Bildiği tek şey, artık sonunda oldukları ve Çeşmiahu'yu bir uçurum kenarının beklediğiydi.

Arhan, arabanın trafiğe karışmasını sabırsız bir şekilde bekledikten sonra genç kıza döndü. Baştan aşağıya Ahu'yu süzerken, derin bir nefes almıştı. Kot pantolonu, üstüne giydiği straplez bluz ve gömleğiyle her zamanki gibi çok güzeldi. Az önce karşılaşmamışlar gibi, onu ilk defa görmüş gibi enfes bir gülümsemeyle kıvrıldı dudakları. "Merhaba," dedi, usulca.

"Merhaba."

"Harika gözüküyorsun."

"Yaa! Gerçekten mi?" Beklenmeyen iltifat karşısında, ışıl ışıl olmuştu gözleri. "Teşekkür ederim. Aslında çok özenmedim bu sabah." Sustu ve dudakları yavaşça büküldü. "Üff... Ben hiçbir zaman özenmem zaten. Ne bulursam giyerim hemen."

Genç adam kendini daha fazla tutamadı, küçük bir çocuk gibi büktüğü dudaklarından öptü Ahu'yu. Küçük, kısa bir öpücüktü ama Ahu'nun aklını başından almak için yeterliydi. Öyle ki, geri çekildiğinde, mahmur bakışlarıyla karşılaşmak gülümsetmişti onu. "Her halinde çok güzelsin, inan bana."

"Arhan yaaa..."

"Ne yaaa?" dedi, Ahu gibi uzatarak. Pis bir sırıtış vardı yüzünde, utandırmaktan haz alıyor gibiydi. 

"Bir şey yok. Hadi gidelim artık." Döndü ve arabada bir şey dikkatini çekmiş gibi geri geldi. Dikkatli bir şekilde incelerken, kendi kendine konuşuyordu sanki. "Rolls Royce..."

"Evet, Cullinan, 6.7."

Tekrar yürümeye başladığında, Arhan son anda yakalamıştı belinden. Birkaç adımda eşlik etti ona, ardından kapıyı açtı. "Adolf Hitler'e benziyor."

"Efendim?"

"Rolls Royce'un arabaları diyorum, Adolf Hitler'e benziyor. Baksana şu önündeki ızgaraya. Aynı onun bıyığını andırıyor." 

Başını arkaya atıp, alayla gülen genç adam, "Daha neler..." diye mırıldanarak, kapıyı kapattı. Bu esnada Ahu kemerini takmakla meşguldü. Arabanın önünden geçerken, kaçamak bakışları hafifçe kaputun altına doğru kaymıştı Arhan'ın. Uzun çizgilerin oluşturduğu gümüş renkteki ızgaraya baktı. Bir kez daha, "Daha neler..." dediğinde, bir aydınlanma yaşamış gibi, donuk bakışlarla arabaya bindi. 

🗝

İstiklal Caddesi'ne yıllar sonra ilk defa gelen Ahu, kendini her anlamda büyümüş hissediyordu. Okulu buraya çok yakın olduğu için arkadaşlarıyla her çıkışta mutlaka uğrar, vakit geçirirlerdi. Merkezi bir konumda olmasının avantajlarını sonuna kadar kullanmıştı. Şimdi ise... Aradan yıllar geçmişti, yanında sadece Arhan vardı ve elini sıkı sıkı tutuyordu. 

İstemsizce gülümsedi ve aralarındaki o küçük mesafeyi kapattı. Kolu artık koluna değiyordu. "Çok değişmiş... İnsan bıraktığı bir yeri, döndüğünde aynı şekilde görmek istiyor," dedi, sesindeki hayal kırıklığı çok belirgindi. "Ama kalabalığı, telaşesi hala aynı."

Arhan, Ahu gibi önlerindeki yolu izlerken, "Daha önce gelmiş miydin buraya?" diye sordu. Sessiz bir cevap vereceğini düşünerek, omzunun ucundan genç kıza bakmıştı. Kirpikleri, bir saniye bile kaybetmek istemiyor gibi hızla kırptığı gözlerini gölgeliyordu. Heyecanını izlemek, en ufak hareketinde bile anlayabilmek Arhan'ın çok hoşuna gitti. Onu tanımayı bile seviyordu.

"Galileo Galilei İtalyan Lisesi. Unuttun mu?"

"Doğru ya... Keşke başka bir rota çizseydim, aklımdan çıkmış."

"Olsun, seninle ilk defa görüyor, ilk defa geziyor gibiyim." Ahu tatlı tatlı sırıttı. "Sen nerede okudun liseyi?"

"Robert Koleji'nde."

"Şımarık zengin çocuğu seni..." 

"Çok kırıcısın. Ne şımarıklığımı gördün?"

"Takım elbisene göre araba seçiyorsun, daha ne olsun? Bak bugün siyah giydiğin için, siyah arabanla çıkmışsın mesela."

"Hıımm, turuncu Pagani ile çıkmamalıyım o zaman."

Ahu ağız dolusu bir kahkaha atarken, sağ eliyle Arhan'ın koluna vurmuştu. O kadar içten ve beklenmedik bir hareketti ki, Arhan şaşkın şaşkın güldü. "Seni turuncu takım elbiseyle düşündüm de..."

"Karizmamı çiziyorsun şu an."

"Senin çizilmez bir karizman var. Araban çizilir ama o asla."

"Eğer seçme şansım olursa, karizmam çizilsin lütfen."

"Arhan bugün çok komiksin!" Çeşmiahu durup, genç adamın önüne geçti. "Ders falan mı alıyorsun sen?"

"Hocam sensin, Ahu Tümer."

"İlk tanıştığımızda o kadar sinir olmuştum ki sana... Can sıkıcı bir enerjin vardı." Arhan'ın sağ kaşı havaya kalktı. "Attığın her adıma bile strateji gözüyle bakıyor gibiydin." Sonra, sol kaşı. "Bu da çok monoton bir hayatın olduğu anlamına geliyordu." Ardı ardına gelen itiraflar, onu hayrete düşürmüştü. "Bu yüzden hiç anlaşamayacağımıza emindim. Nitekim, öyle oldu."

"Biz değil, sen benimle anlaşamadın."

"Hadi dürüst ol, beni sinir bozucu bulduğunu söyleyebilirsin."

"Hayır sadece... Çok hızlıydın, sana yetişemiyordum. Herkes, her şey gibi sabitti benim için. Farklı hiçbir şey yoktu. Sonra sen geldin, saatler hatta günler sonrası bile planlanmış hayatıma; bir saniye sonrası belli olmayan bir dünya oldun."

Ahu önceden bu kadar duygusal mıydı bilmiyordu ama anında yaşaran gözleri, artık öyle olduğunu kanıtlar gibiydi. "Arhan... Seni seviyorum," dedi, sesi içinden taşan sevgisi yüzünden titremişti. "İyi ki gaza geldim. İyi ki kabul ettim o evi."

"Ne?" Genç adam buz kesmişti sanki. 

"Ne demek, ne? Ecrin'in gazına gelip kabul etmiştim o evi. Söylemedim mi sana?"

Mümkün olmasa da, bir an kalbinin durduğuna ve nefes almayı bıraktığına yemin edebilirdi Arhan. Böyle bir şey hatırlamıyordu ama başını yavaşça sallayarak onayladı genç kızı. "Doğru, unutmuşum."

Birden durup, sokağın gürültüsüne kulak kesilen Ahu'nun gözleri kocaman açılmıştı. "İleriden müzik sesi geliyor. Hadi gidelim!"

Neredeyse koşar adımlarla, sokak müzisyeninin küçük konserine yetişen Ahu, gitarın kılıfına yüklü bir miktarda para bıraktı ve genç müzisyene yaklaşıp, bir şey söyledi. Adam gülerek başını salladığında, Ahu Arhan'ın yanına gelmişti. İstek parçayı tahmin etmeye çalışan Arhan'ın meraklı bakışlarını fark eden Ahu onu izliyordu heyecanla.

Söylediği şarkı biter bitmez, gitarın telleri bir sonraki için hızla titremeye başlamıştı.

'Yalnızdım, bunca yıldır yalnızdım... 

Görmedim ki sımsıcak aşkı,

Sevgi telaşını, çılgın aşkını.

Çaldın sen, büyük bir parça çaldın benden.'

"Kenan Doğulu mu?" diye soran genç adamın, teyit etmesine gerek yoktu aslında. Ahu'ya döndü ve pis pis sırıttığını gördü. "İnanılmazsın gerçekten."

Ahu küçük dans hareketleriyle kıpırdanırken, kasıtlı bir şekilde Arhan'a temas ediyordu. "Sımsıkı sıkı sıkı, sıkı sıkı sar beni. Al gönlüne yine, deli gibi yor beni..."

Arhan güneş gözlüğünü çıkardı. Ahu'yu filtresiz, kendi gözleriyle, gün ışığıyla görmek istemişti. O kadar güzeldi ki... Müzisyenin etrafındaki tek dinleyici onlar olmasalar da, herkesin dikkatini çektiğini hissediyordu. Bu kıskançlık biraz huzursuz ediyordu fakat baş edemeyeceği kadar ilkel değildi. Ahu'nun gözleri onun üstündeydi çünkü, kalbi de ona aitti. Bunu kendine hatırlatmak, bir nebze olsun onu rahatlatıyordu. "Ahuu..." dedi, sahte bir kızgınlıkla.

"Ne yaa? Eğlen biraz." Duraksadı ve şarkıyı kaldığı yerden yakalayarak, mırıldanmaya devam etti. "Biliyorum, istiyorum, seviyorum. Ölümüne sev yeter..."

"Bu cümleleri gönderme olarak kabul ediyorum," dedi Arhan, imalı bir gülümseme vardı yüzünde.

"E yani, Pamuk şarkısını çaldırmadığıma göre..." 

Şarkı bitene kadar müzisyeni dinlediler. En coşkulu alkış, Ahu'ya aitti. Bizzat Kenan Doğulu'dan dinlemiş gibi mest olmuştu. Öyle ki, gülümsemesi cadde boyunca yürürken yüzündeydi.

"Kiliseye girelim mi?" 

Ahu başını salladı. "Evet! Sana süslü cümleler kurabilirim, mimarisine oldukça hakimim."

"Buyursunlar..."

Beraber, bahçesi hareketli, içerisi daha sakin kilisenin detaylarını incelerken; genç kız sessizce konuşuyordu. "Mimar Giulio Mongeri tarafından Neogotik bir tarzla inşa edildi."

"Hım..."

"Betonarme bu arada."

"İlginç..."

"Duvarlara bakar mısın? Belli bir yüksekliğe kadar mozaik kaplama. Dış cephesi tuğla ama."

"Çok enteresan..."

"İlgini çekmiyor, değil mi?" dediğinde, suçlayıcı bakışlarını Arhan'a çevirmişti. Genç adam elleri cebinde, bir sağa, bir sola bakıyor; başını sallayarak, gördüklerini sindirmeye çalışıyor gibi gözüküyordu. Numara yaptığı bariz belli olsa da, ona saygısızlık yapmaması hoşuna gitmişti doğrusu. Döndü ve genç kıza baktı bu esnada. Birkaç adım uzağındayken bile, bu kadar ulaşılmaz gözükmesine rağmen, kendisine aşık olduğunu bilmek; nabzının hızlanmasına yetiyordu. 

"Kilise işte," dedi Arhan, omuz silkerek. "Ama sen anlat lütfen, dinliyorum ben."

"Dinlemiyorsun."

"Dinliyorum. Neogotik dedin, betonarme dedin, mozaik kaplama, dış cehpesi tuğla..." Arhan gülümsedi ve elini tersiyle, yanağına dokundu. "Anlat sen. Ben hep dinlerim seni."

Birkaç öksürük sesiyle, ikisi de aynı anda soluna bakmıştı. Hemen kapının girişinde, kalabalık bir turist grubu vardı. Mahcup bir gülümsemeyle özür dileyen Ahu, Arhan'ı da peşinden çıkardı. Uzun bir süre bununla eğleyerek yürümeye devam ettiler. Genç kız çubukta ananas aldı. O kadar iştahlı yemişti ki, hangi koşullarda hazırlandığını bilmediği için yemek istemeyen Arhan bile tadına baktı. Pasajların, ince ve uzun ara sokakların, eski binalar ve yaşanmışlık dolu kaldırımların yolunda, Galip Dede Caddesi'ne geçtiler.  

Her yer kıpır kıpırdı. Mağazalardan müzik, sokaklardan da insan sesi yükseliyordu. Hem bu kadar hareketlilik hem de yürümek Ahu'yu yormuş, artık ayaklarını sürümeye başlamıştı. Geçen haftaki Beşiktaş turlarında her yere arabayla gittikleri için Arhan'a dert yandığından dolayı şikayet etmeye hakkı olmadığını düşünüyordu, bu yüzden sustu.

"Cadı şapkası geçirilmiş kule..." dedi, sokağa çıktıklarında. Önü o kadar kalabalıktı ki, gözleri irileşmişti. "Ben bu sırayı beklemem. Çok yoruldum Arhan, öleceğim galiba. Lütfen bir yere oturalım, tatlı yiyelim. Şekerim düştü."

"Madem bu kadar kötü hissediyordun neden söylemedin?"

"Geçen hafta az yürüdük diye sitem ettim ya, ondan."

Arhan gözlerini devirerek, Ahu'nun yorgunluğunu alabilecekmiş gibi elini daha sıkı tuttu ve beraber yokuş aşağı kafelerin olduğu sokağa indiler. Genç kız, sandalyelerini beğendiği ilk yeri eliyle gösterdiğinde, garsonlar havada kapmıştı onu. 

"Hım... San Sebastian varmış. La Vina'daki gibi güzel midir acaba? Bir lezzeti yerinde tadıp, başka bir yerde denediğim zaman genelde hayal kırıklığına uğruyorum da."

"Çok büyük dertler, Ahu Hanım..."

"Sen tatlı sever misin?"

"Pek değil. Tuzlu bir şeyler yemeyi tercih ederim."

"NE?!" Ahu telefonunu masaya hışımla bıraktı. "Çok saçma. Tatlı sevmeyen bir insan çok saçma. Sen gerçek değilsin."

"Anladığım kadarıyla, sende tuzlu şeyler sevmiyorsun."

"Tuzlu şeyler saçmadır çünkü. Tuz yemekte güzeldir."

"Zevkler ve renkler tartışılmaz, öyle değil mi?"

"Yaşlanmışsın sen. Yaşlılar tuzlu sever."

Arhan dayanamadı ve gülmeye başladı. "Sevdiğin şeyleri savunurken keşke kendini görebilseydin... Seninle zıt düşmek çok eğlenceli doğrusu."

"Lütfen tatlı bir şeyler ye."

"Bakar mısınız?" dedi bu esnada, Arhan. Garson ışık hızında belirmişti yanlarında. "Ben kaşarlı kruvasan alacağım. Ahu, sen?"

"Ben de booool booool Belçika çikolatalı bir San Sebastian alacağım. Ama bol çikolatalı lütfen."

"Ekstra olarak not düşüyorum, efendim."

"Ekstranın ekstrası."

"İçecek olarak ne alırsınız?"

Arhan bir saniye bile düşünmedi, sanki başka seçeneği yok gibiydi. "Americano."

"Latte," diye cevap veren genç kız, birkaç dakika boyunca menüyü incelemişti. 

"Tamamdır."

Garson gider gitmez, Arhan'ı seçimleri yüzünden yargılamak için ağzını açan Ahu'nun telefonu çalmaya başlamıştı. Kolunu kaldırıp, ekrana baktığında Alex'in aradığını gördü. O kadar hızlı hareket etmişti ki, Arhan telefonun çaldığına emin olamadı bile. "Seninki miydi?

"Evet, İdil aradı,"  dediğinde, ekrana bir mesaj düştü. İngilizce yazılmış kelimeleri aydınlanan ekrandan hızlı bir şekilde okumaya başladı. 

Kimden / Alexander Johnson 

Ahu lütfen. Beni daha ne kadar cezalandıracaksın? Hata yaptığımın farkındayım. Özür dilerim. Hissettiklerim için bana kızamazsın. Seni seviyorum. Seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçemedim.

Ekran kendi kendine kapandığında, genç kız kusacak gibiydi. Güçlükle gülümsedi ve Arhan'a çevirdi gözlerini. Onu dikkatle izliyordu, yüzünde bir ipucu arar gibiydi. "İyi misin?"

"İyiyim, sorun yok. Açmayınca konuşmak istediği konu ile alakalı kısa bir mesaj atmış."

"Acilse görüş istersen?"

"Yo hayır, sonra ararım." Gülümsedi ve masadaki Arhan'ın elini sıktı. Sakladığı gerçeğin vicdanına yaptığı baskıyı hafifletiyordu kendince. "Galata'ya çıkacak mıyız?"

"Tabi. Akşam saatlerini bekleyelim diyorum, manzara daha güzel olur. Ne dersin?"

"Anca sıra gelir zaten," derken, omzunun arkasından, birkaç yüz metre uzaklıktaki kalabalığa bakarak gülmüştü.

"Orası bende, Ahu Hanım."

🗝

Soho'daki şık ambiyans, etraflarında dört dönen görevliler ve güzel yemeklere rağmen, Ahu'nun aklı hala Galata'daki o dakikalardaydı. Arhan ile gözlem güvertesinden İstanbul'u izlemek, çekildikleri o fotoğraf; her şeyin yanında sönük kalıyordu sanki.

"Harika bir gündü... Çok teşekkür ederim."

"Ben teşekkür ederim, bana eşlik ettiğin için. Seninle her şey çok güzel."

Sokağın başında beliren Rolls Royce, Arhan'ın bir kez daha ızgaraya dikkatle bakmasına sebep olurken; Ahu öylesine söylediği cümlenin, genç adamda bıraktığı etkiden habersiz, onun himayesi altında, olduğu yerde sallanarak valenin durmasını bekliyordu.

Girişteki görevli, genç kız için kapıyı açarken; arabadan inen vale de Arhan'ı bekledi. Kısa bir seremoniden sonra trafiğe karıştılar. Uzun ve sessiz bir yolculuktu. Çok kısa konuşmalar geçti aralarında.

"Ev ne durumda?"

"Bitti sayılır. Hatta bugün dergiden geldiler. Röportaj verdim. Önümüzdeki hafta yayınlanacakmış. Çok heyecanlıyım."

"Harika," dedi Arhan, sesi tatsızdı. Ahu bunu hızlı ve dikkatli bir şekilde araba kullanmasına verdi. "Anahtar teslimi yakın o zaman?"

"Aslında... Yarın Ersin Bey'e verebilirim."

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten," dedi, gülümserken. "Bunu kutlayalım mı?"

"Tabi. Tabi. Çok iyi olur."

"O zaman yarın haberleşiriz."

"Mutlaka." Kalkan bariyerden, evin girişine süzülen araba; oldukça yavaşlamıştı. Arhan'ın gözleri eve ve önündeki arabalara kaydı. "Sanırım evde misafirleriniz var."

Ahu başını eğdi ve plakalara baktı. "Hım... Bizimkiler tam kadro. Artık bana da haber vermiyorlar. Şimdi görürler günlerini."

"Yoğunsun diye söylememişlerdir belki."

"Alınmıyorum, merak etme. Bensiz çok güzel günleri oldu ve beni bir kere aramadılar. Bu ailenin olmasa da oluru benim yani."

Arhan ne söyleyeceğini bilememişti. Tümerler'e karşı anlamsız bir öfkeyle doldu. "Ama benim için değilsin."

"Biliyorum." Çeşmiahu genç adama döndü. Arabanın içindeki sarı ışık, yüzüne gölgeler düşürüyor; onu net görmesine engel oluyordu. Bu yüzden yaklaştı iyice. 

"Benim için olmazsa olmazsın, sen."

"Seni seviyorum."

Uzun, soluk kesici bir öpüşmeydi. Öyle ki, Ahu kendi koltuğundan, Arhan'ın koltuğa doğru kaymıştı. Genç adam temkinli bir şekilde, basit bir el hareketiyle arabanın iç aydınlatmalarını kapatırken, ailesinin evi önünde doğru olmadığını düşünmeyi akıl etti ve çok yavaş, isteksiz bir şekilde geri çekildi. "Ben de seni, Ahu Tümer."

Son bir kez daha öptü Çeşmiahu. "Görüşürüz."

İndi ve kapıyı kapatıp, eve doğru yürümeye başladı. Arhan da, genç kız geçmeden önce onu daha iyi bir şekilde görebilmek için hızlı bir manevrayla arabayı döndürmüştü. Bu esnada, dikiz aynasından bir gölge geçti. Baktığında, park halindeki arabaların birinden, birisinin indiğini gördü. Bu, Ahu'yu da durdurmuştu. Hayır, onu durduran; inen kişinin ona seslenmesiydi.

Arhan gözlerini kıstı ve Ahu'ya yaklaşan kişiye baktı. Bahçedeki aydınlatmaların arasından geçerken, ona doğru gelenin Alex olduğunu fark etti. Üstelik Ahu, attığı her adımda geri geri gidiyor, konuşmak istemediğini belli ediyordu.

Ani bir frenle duran genç adam, tekerlerin gıcırtıyla aşınma sesi duyulmadan; geri vitese aldı arabayı. Hışımla kapısını açtığında, Ahu da, Alex de şok olmuştu. "Sen bu saatte burada ne arıyorsun?!"

"S...sen... Sen Ardh-..."

"Ben sana adımı çok güzel öğreteceğim şimdi!" 

"Arhan, dur lütfen, ne yapıyorsun?!"

Alex'i yakasından tuttuğu gibi boy hizasına doğru getiren Arhan oldukça sakin gözüküyordu. "Söylediklerimi tekrar et şimdi."

"Bırak beni dostum!"

"Ar," dediğinde, Alex'in de söylemesini bekledi fakat Alex, o kadar korkmuş ve tedirgindi ki, göz bebekleri bile titriyordu. "Tekrar etsene!" diye bağırdı, bir çocuk gibi sarstı onu.

"Ar."

"Han."

"Han."

"Ba-kır-cı." O kadar tatlı ve yumuşak bir sesle hecelemişti ki, Ahu'nun kanı akmayı bıraktı sanki. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyordu.

"Arhan Bakırcı," dedi Alex, alçak bir sesle.

"Ahu'nun sevgilisi."

"Ne?"

"Ahu'nun sevgilisi! Duydun mu? Anladın mı? Hecelemek ister misin? Bir daha ona yaklaşmayacaksın, hatta yakınından bile geçmeyeceksin!"

"Ben... Ben özür dilemek istedi."

Arhan, ne diyor bu dercesine Ahu'ya baktı. Herhangi bir açıklama gelmeyince, kendisi sordu. "Ne için? Ne için özür dileyecektin ondan?"

"Arhan, bırak lütfen. Bak bizimkiler çıkacak şimdi, tartışma olsun istemiyorum!"

"Ne için özür dileyecektin?" derken, duymazlıktan gelmişti. 

"Ben..." diye mırıldandı Alex. "Ben özür dilemek istedi..."

"Ne için diyorum sana, konuşsana?!" diye bağırdığında, sessizlik mide bulandırıcı bir şekilde uzadı. Arhan, kafasındaki gürültüden çıkan birkaç kelimeyi yakaladığında, gözlerini yummuştu. "Yoksa... Sen Ahu'yu yine... Öpmeye mi yeltendin?"

"Arhan..."

"Ben seni var ya..." Alex'i çektiği gibi arabasının kaputuna doğru öyle bir yasladı ki, göçme sesi duyuldu. Ardından da bir yumruk. Ahu, artık başa çıkamayacağını anlayınca; ailesini çağırmıştı. "Sen kimin sevgilisini öpüyorsun?! KİMİN?!"

"Arhan! Arhan dur!" Cihangir'in sesi duyuldu. "Bırak adamı!"

"Ay inanmıyorum ya, bu çocuk da delirmiş!" diyen, Canan Hanım'dı. "Ahu kızım, gel bu tarafa. Sinan! Girsene aralarına, ne bakıyorsun? Oylum, polisi ara! Ayyy üff, pardon, buradalar zaten!"

"Amcam girer mi, yenge. Kaos işte. En sevdiği."

Ahu ağlamaya başlamıştı. "Arhan lütfen!"

Cihangir, Arhan'ı alamayacağını anlayınca; Alex'i çekti arabanın üstünden. Vurmaması için arkasına alırken, bağırıyordu. "Manyak mısın sen, gecenin bir saati kimin kapısında adam dövüyorsun?!"

Ata, usulca Alex'i kendi yanına çekti. "Sen gel bakalım buraya, mülteci. Arada kapabilir, garantiye alalım."

"Değilim!" dedi Arhan, sinirden elleri titriyordu. Hayatında ilk defa böyle olmuştu. Konuşmayı denedi ama belli belirsiz birkaç kelime çıktı ağzından, cümle kuramıyordu. "Bu adam... Bu adam çok oldu!"

"Yapma yaaa, sen de çok oldun, biz sana bir şey diyor muyuz?"

"Emin olun, yaptıklarını duysanız; siz alırdınız benim elimden."

"Hayırdır, ne yapmış?" diye sorduğunda, Arhan, Ahu'ya baktı. Söylemesinin doğru olmayacağını biliyordu fakat nasıl bir yalan söyleyeceğini de bilememişti. "Çeşmiahu?"

"Eve girmek istiyorum..."

İdil, Ahu'yu kolunun altına aldı. Belgin de diğer yanındaydı. "Gel hayatım, çıkalım biz."

"Arhan da gelsin," dedi, içini çekerken. Öyle bir baktı ki ona, nasıl gelmezdi... Omuzları bir savaşı kaybetmiş gibi düştü genç adamın. Öfkesi hala tazeydi ama. Burnundan soluyordu, hırsını alamadığı için iyice hararetlenmiş, gözünü kan bürümüştü sanki.

Cihangir ofladı. "Var mı başka istediğin?"

"Senin susman."

Ragıp ve Rıfat Bey, kızların geçmesi için kapının önünden çekildi. Cihangir, Ahu'nun gölgesi kaybolana kadar arkasından ters ters bakarken, babası girmişti görüş alanına. "Arkadaşı arabaya bindir, Cihan. Sen de içeri geç Arhan, hadi oğlum."

Ata, Alex'i bıraktı. "Hadi bakalım, see you. Ülkemizden iyi bahset."

"Hadi Ardah-... Arhan," dedi Sinan, ılımlı bir sesle. "Olur öyle arada," derken, fısıldayarak konuşmaya başlamıştı. Bu esnada teselli eder gibi sırtını sıvazlıyordu. "Alışkanlık haline getirme, yeter."

Cihangir, Alex'in araba kullanabileceğine emin olduktan sonra binmesine yardımcı oldu. Sessizdi, ne yaptığını sormayacaktı. Söylememişlerdi çünkü. Bilmemesinin daha iyi olduğuna inanıyordu. "Hadi bakalım, dikkat et. İyi geceler."

"Özür dilerim," dedi Alex, bir kez daha.

"Seni döveceğimi hissediyorum. Git."

Alex başını salladı ve arabayı çalıştırdı. Cihangir hızlı hızlı yürüyerek, merakla Rolls Royce'un önüne baktı. Oluşan göçüğü gördüğünde, ağzı açık bir şekilde eve girmişti. 

İçerisi sessizdi. Herkes kaçamak bakışlarla Arhan'ın titreyen eliyle suyu dudaklarına götürmek için gösterdiği çabayı izliyordu. Güç de olsa birkaç yudum almayı başardığında, Pelin sesli bir şekilde bırakmıştı nefesini.

"Daha iyi misin Arhancığım?" diye soran, Canan Hanım'dı.

"İyiyim, teşekkür ederim." Hafifçe doğruldu bu esnada. "Kusura bakmayın..." derken, söyledikleri ve vücut dili birbiriyle çelişiyordu sanki. Yukarıda duran omuzları, lakayt bir tavırla bükülen dudakları, yaşananlardan pişmanlık duymadığını hissettiriyordu. "Böyle olmasın istemezdim."

"Hı hı," dedi, Cihangir. 

"Sorun değil!" diye bağırarak, oğlunun sesini bastıran Canan Hanım gülümsemişti. "Anladığım kadarıyla üçünüzün arasında bir sorun olmuş."

İdil, bir yenge edasıyla bacak bacak üstüne attı. "Ben demiştim."

Boğuluyormuş gibi hızlı bir şekilde nefes almaya çalışan Ahu, birden ayaklandı. "Bahçeye çıkacağım," dedi, sersem adımlarla yürürken.

Peşi sıra Arhan kalkmıştı. 

Cihangir de arkasından doğrulacakken, Canan Hanım tuttu onu. "Mağarana geri dön hemen!"

"Oturup ne kadar tatlı olduklarını konuşalım bir de. Bu ne ya?! Baba bir şey desene!"

Ragıp Bey sıkılmış gibi ofladı. "Ne kadar uzattın Cihan ya..."

"Sinan, bir şey desene?!"

Canan Hanım, ikisine sevimsiz bir bakış attı. "Mağaradaki adam, diğer mağaradaki arkadaşına bugün dışarı çıkalım mı diye sormuş."

"Kalk Belgin, gidiyoruz."

"Yoo, ben gitmiyorum."

"Allah'ım sen bana sabır ver..." derken, cama doğru yürüdü küçük adımlarla. Perdenin arkasından, Ahu ve Arhan'ı izlemeye başlamıştı. Kız kardeşi koltuğun ucuna oturmuş, omuzları sarsılarak ağlıyordu. Arhan ise ayakta, elleri cebinde; hesap sorar gibi dikilmişti karşısına. Yumruklarını sıktı Cihangir. Kimse kardeşine hesap soramazdı. İstediğini yapardı o... İstediğini yapar, istediği gibi davranır, istediği zaman gider...

Parmakları yavaşça gevşedi. Onu burada tutan şeyin, Arhan olduğunu fark etmek, sarsıcı ve reddetmek istediği bir gerçekti fakat yaptığı şey, perdeyi kapatmak oldu.

İzlenmediklerine emin olan Arhan, derin bir nefes almıştı. "Ahu, lütfen ağlama artık."

Aldığı cevap, daha büyük bir iç çekiş oldu.

"Ahu dedim..."

"Haklıydın..." dedi, bir kez daha. "Haklıydın. Ecrin konusunda da, Alex konusunda da. Sen kazandın."

Arhan'ın gözleri inanmazcasına irileşti. "Bu bir yarış değildi. Haklı çıkmak bana hiçbir şey kazandırmadı. Senin üzülmemen için söyledim bunları."

"Kendimi aptal gibi hissediyorum."

"İnsanların beklemediğin şeyler yapması, senin aptal olduğun anlamına gelmez." 

"Bir şans daha vermiştim," diye fısıldadı, bunu dile getirmek Çeşmiahu'yu bir kez daha aptal gibi hissettirmişti.  "Beklemiyordum ama bilmeliydim. İnsanların hisleri değişmez."

Arhan hayal ettikçe, tekrar çıldırma noktasına geliyordu. Kendi ekseninde yarım bir tur attı, ardından bir sağa bir sola giderek düşüncelerinden uzaklaşmaya çalıştı. "Nasıl oldu?"

"Proje ile alakalı bir sorun yaşadığını söyledi. Kaldığı otele gittim."

"Harika," dedi genç adam, suçlayıcıydı ses tonu. Ahu başını kaldırıp, dolu gözlerle ona bakınca derin bir nefes aldı. "Sonra?"

"Konuşmaya çalıştı. Dinlemedim. Gitmek istedim. Saçma sapan bir girişimdi."

"Saçma sapan girişimlerinden biriydi!" Hışımla genç kızın önüne doğru geldi. İşaret parmağını göğsüne bastırmıştı. "Bana söylemeliydin."

"O zaman seninle konuşmuyorduk!"

"Ama konuştuk. Susmak ve saklamak yerine, anlatmalıydın."

"Korktum, tamam mı? Bir kez daha tartışmayı, aramızın gerilmesini göze alamadım. Sen benden bir şey saklasaydın, öyle pat diye söyleyebilir miydin? Düşün, yalvarırım. Kolay değildi, inan saklamak istemezdim ama başka bir yol da bulamadım."

Arhan bir eli kemerinin üstünde, diğeri de çenesindeyken; kalakaldı. Her cümlesinde, sanki aylardır kendi yaşadığı çıkmazı dinlemişti ondan. "Ahu..."

"Seni seviyorum ve bizi kaybetmemize sebep olabilecek en ufak bir riski göze bile alamadım."

"Alex, benim için de bir riskti."

Genç kız derin bir nefes alıp, elinin tersiyle gözlerinin altını kuruladı. "Biliyorum. Seni dinlemeliydim."

Arhan dayanamadı ve Ahu'nun önüne gelerek, hafifçe eğildi. Yüzüne bakıyordu ama o, manevi değeri yüksek bir eşya kıran suçlu çocuklar gibi parmaklarını izliyordu. "Bir şey söylediğimde, dediğimi yapmak veya benim haklı çıkma ihtimalim seni rahatsız mı ediyor?"

"Bütün tercihlerimin sonucu sadece beni etkilerdi. Bununla bir şekilde başa çıkardım çünkü ben sebep olurdum buna. Şimdi ise... Kötü bir şey olduğunda, sana da oluyor. Hayatı paylaşamıyor gibiyim." Çeşmiahu başını kaldırıp, gülümsedi. "Sanırım bencil bir insanım, Arhan."

Hayatı paylaşmak.

Arhan bunu, bir süredir düşünüyordu fakat Ahu'dan duymak, onda bir farkındalık hissi yaratmıştı sanki. Bütün bu keşmekeşin sebebi Ahu'nun hayatı paylaşmayı bilmemesi miydi? Belki de. 

Öğrenebilirdi.

Hayatı paylaşmayı öğrenebilirdi. 

Bu hayatı, iki kişilik yaşamayı deneyebilirlerdi.

"Hatırlıyor musun, sana eksikliklerini tamamlamak istediğimi söylemiştim," dediğinde, Ahu usulca başını sallamıştı. "Sen bencilsen, ben fedakar tarafın olacağım. Kızgınsan, yumuşak yanın. Özgürsen, sınırların. Kötü huylarını, ki kesinlikle çok az, hepsini seveceğim. Hiçbir şeyinden vazgeçmene gerek yok."

Genç kız kucağındaki elini kaldırıp, Arhan'ın yanağına dokundu. İhtiyaçla başını eline doğru yaslayan Arhan, gözlerini yaşartmıştı. "Teşekkür ederim..."

"Rica ederim," derken, gülümsedi.

"Arabanın kaputu göçtü."

"Ön ızgarasının Adolf Hitler'in bıyığına benzediğini söylediğinden beri aramız açılmıştı zaten."

Ahu, ağlamanın bıraktığı çatallı bir sesle kahkaha attı. "Gerçekten mi?"

"Gerçekten..."

"Bundan sonra arabalarına yorum yapmayacağım."

"Çok iyi olur." Yanağındaki Ahu'nun elini aldı ve avucunun içini öptü. "Hadi, geçelim içeri. Hava serin."

"Offf... Gitmek istemiyorum. Bizimkilerle ne yapacağım?"

"Annen herkesi susturuyor. Zorluk yaşayacağını düşünmüyorum."

"Hahhaha! Abim kafayı yemiştir kesin," derken, salona geçmişlerdi. Bomboş koltuklar, ikisinin de şaşkın şaşkın etrafa bakmasına sebep oldu. Sadece Ragıp Bey ve Canan Hanım vardı. "Anne? Nereye gitti herkes?"

"Abin mağarasında, diğerleri de evinde," derken, kötü kadın gülüşüyle evi inletmişti Canan Hanım.

🗝

Büyük gündü.

Bugün, eve son dokunuşlar yapılıyordu. 

Ahu, anahtarı akşam Ersin Bey'e teslim edecekti. Bu yüzden her şeyin kusursuz olmasını istiyordu. Ustalar eşyalarını toparlarken, temizlik için gelen görevliler de tadilattan kalan dağınıklığı toparlıyor, parlatıyordu her yeri.

"Çok teşekkür ederiz, mimar hanım. Sizinle çalışmak çok keyifliydi. Yolunuz açık olsun."

"Ben teşekkür ederim ustam, elinize emeğinize sağlık."

Genç kız, herkesle teker teker el sıkışıp, onları uğurladıktan sonra hem mutlu hem de boşluğa düşmüş gibiydi. 

Bitmişti işte.

Bu dört duvarın üstesinden gelmişti. 

Küçük bir çocuk gibi salınarak salondan bahçeye geçerken, köşede telefonla konuşan Atiye Hanım'ı görmüştü. Duruşu ve alçak sesi, özel bir görüşme olduğu izlenimini verdiği için kulak misafiri olmak istemedi. Gerisingeriye adımlarken, birkaç kelimeyi işitmişti.

"Tamam Çınar. Maili tekrar forwadlıyorum. Evet, Arhan Bey gördü."

Kulakları çınlamaya başlayan Ahu, tutunacak bir yer aradı.

Çınar.

Arhan.

"Kapatıyorum. Evdeyim ben. Çeşmiahu Hanım gelebilir. Görüşürüz."

Savsak adımlarla kendini alt katın merdivenlerine attı. Birkaç basamak inebilmişti. Titreyen bacakları onu daha fazla taşıyamadı ve kendini yere bıraktı.

İnce ve tiz uğultuların arasında, Asude'nin cümlelerini hatırladı.

'Hep sizi ve bir beyefendiyi buraya gelirken görüyordum. Sandım ki...'

'Bilmiyorum, uzun boylu bir adamdı. Bir hayli yakışıklıydı, siz de böyle güzel olunca...'

Eliyle dudaklarını örttü ve çığlığını bastırdı. Gözyaşlarını ise tutabilecek hiçbir şey yoktu.

"Mimar hanım?" diye seslendi, temizlikçi kadınlardan biri. "İyi misiniz? Düştünüz mü yoksa?!"

Ahu hıçkıra hıçkıra ağlarken, diğerleri de toplanmıştı etrafına. El birliğiyle kaldırdılar onu merdivenden. Nasıl düştüğünü, neresinin zarar gördüğünü tespit etmeye çalışmak için bir sürü soru soruyorlardı. "Ayağınız mı acıyor?"

Yükselen sesleri duymuş olacak ki, kulak verdiğinde; aşağıdan geldiğini anlayan Atiye Hanım, telaşla inmişti basamakları. "Çeşmiahu Hanım?! İyi misiniz? Düştünüz mü?"

"Su getiriyorum hemen."

Atiye Hanım, önce Çeşmiahu'nun yüzünde, sonra da vücudunda göz gezdirdi. "Hastaneye gidelim. Yürüyebilecek misiniz? Yok, ambulansı arıyorum ben. Böyle olmayacak."

Sımsıkı kapattığı dudaklarını aralayan genç kız, sesli bir şekilde ağlıyordu artık. Her şey yalan mıydı gerçekten? Ersin Bey, Atiye Hanım, Bahadır Bey... Hepsi yalan mı söylemişti ona? Hepsi, Arhan için çalışan insanlar mıydı?

"Lütfen su için," dedi orta yaşlı kadın, endişeli bakışlarla gözlemliyordu Ahu'yu.

Bardağı alan Çeşmiahu, birkaç yudumda hepsini içmişti. İçinin yangısına ne iyi gelirdi ki? Bilmiyordu. "Teşekkür ederim," dedi, alçak bir sesle.

"Oturun şöyle..."

"İyiyim, iyiyim. Bir şeyim yok. Düşecektim, son anda yere bıraktım kendimi. Biraz korktum sadece."

"Ah... Tamam," dedi Atiye Hanım, rahatlamış gibiydi. Bunu gidip Arhan'a anlatacak mıydı, merak etti Ahu. "Yukarı çıkmak ister misiniz? Size eşlik edebilirim."

"Sağ olun, gerek yok."

"Peki... O zaman müsaadenizi istiyorum. Gitsem iyi olur, malum, artık beni ilgilendiren bir şey de kalmadı burada."

"Evet."

Atiye Hanım kısa bir an duraksamıştı. Ahu'nun biraz garip davrandığını fark etti ama az önce yaşadığı olayın verdiği korkuya yordu bunu. "Sizinle tanıştığıma memnun oldum Çeşmiahu Hanım. Kim bilir, belki başka bir projede tekrar karşılaşırız?"

"Ben de. Çok teşekkür ediyorum," derken, güçlükle gülümsedi. "Hoşça kalın."

Genç kadın merdivenleri çıkıp, gözden kaybolduğunda; temizlik görevlileri de işlerinin başına dönmüştü. Kendi başına kalan Ahu ruh gibiydi. Evin içini turladı boş bakışlarla. Bahçeye çıktı. Oradan da iskeleye yürüdü. Tahtanın ucuna oturup, denizi izlemeye başladı. Bir yandan da aktığını fark etmediği gözyaşları ıslatıyordu yanaklarını.

O kadar yalnız ve hüzünlü gözüküyordu ki, yan bahçede vakit geçiren Asude'nin dikkatini çekmişti. Çekingen bir şekilde seslendi: "Merhaba Çeşmiahu Hanım."

Ahu başını hafifçe sola yatırdı ve genç kadına baktı. "Merhaba."

Onun ağladığını fark eden Asude, aralarındaki küçük kapıyı açıp; iskeleye doğru yürümeye başladı. "İyi misiniz?"

"Iıım... Şey, pek değil."

"Yapabileceğim bir şey var mı?"

"Keşke olsaydı. Teşekkür ederim."

"Rica ederim, kendinize dikkat edin."

Çeşmiahu, onun gidişini izlerken boğazı düğüm düğüm olmuştu. Acı ve boğuk bir sesle konuştu arkasından: "Evi bugün teslim ediyorum. Sahibiyle tanışırsınız yakında."

Kapının arkasındaki Asude Hanım gülümsedi. "Umarım sizi sevdiğim kadar onu da severim."

"Umarım... Hoşça kalın."

Denizin renkli parıltıları yerini kızıl yansımalara, ardından da akşam karanlığına bırakmıştı. Saatlerce iskelede durmadı ama sık sık gidip oraya oturdu genç kız. Temizlik görevlileri çıktıktan sonra kendini yine can havliyle oraya atmıştı.

Kollarını sıkı sıkı sardı birbirine. Sıktığı sol yumruğunun içinde evin anahtarı vardı.

"Ahu?"

Duyduğu sesle gözlerini yumdu. O kadar çok sıktı ki kendini, gözlerindeki yaşlar akmıştı dudaklarına doğru. Sırtını dönerken, gülümsemeye çalıştı. "Arhan?" dedi, derin bir nefes alarak.

Hayatının aşkı ona doğru yürüyordu. Onu gördüğü ilk günkü gibi. Anılar ve yaşadıkları an, bir sarmal gibi birbirine dolanmış, hem geçmişin hem de bugünün izlerini taşıyordu Arhan'ın üstünde. O kısa saçlı hali yerini uzun, kirli sakallarını da temiz çehresine bırakmıştı yavaşça. "Merhaba," dedi, aralarında birkaç adımlık mesafe varken. 

"Merhaba." Bakışları, istemsizce arkasına kaydı. "Ben Ersin Bey'i bekliyordum ama..." diye mırıldandı, bile bile. Son kez aptalı oynamıştı.

Genç adam yumuşak bir tebessümle Ahu'nun yüzüne baktı. "Bitti sanırım."

"Evet, bitti. Bu ev artık sahibine emanet," derken, kollarını indirmişti. Anahtar işaret parmağının ucunda sallanıyordu, Arhan'a vermek için kaldırdı.

Tam bu esnada, küçük bir ışık aldı gözünü. Başını tekrar eğdiğinde, kadife kutu dikkatini çekti. Büyük bir tektaşın bulunduğu yüzüğü aydınlatıyor, ışıltısını can alıcı bir parlaklıkla yansıtıyordu.

Arhan derin bir nefes almaya çalışırken, göğüs kafesinin altındaki kalbi yerinden çıkmak istercesine atmaya başlamıştı. "Bu ev bizim..." dedi, usulca. Ahu, tatlı bir gülümsemeyle yüzüğe bakıyordu. "Sen..." diye devam etti, boğuk sesiyle. "Sen varsan o ev yuva... Bu duvarları kahkahalarınla yankılansın, bahçesindeki çiçekler gülüşünle açsın ve ben manzara diye denizi değil, seni izleyeyim." Kahverengi gözlerini son kez kırptı sanki. "Benimle evlenir misin?"

Her cümlede gülümsemesi büyüyen Çeşmiahu, dayanamayıp ağız dolusu bir kahkaha atmıştı. "Bu ev bizim demek?" diye sordu, şaşkın şaşkın.

"Evet," dedi Arhan, sertçe yutkundu.

Kahkahası bir bıçak gibi kesildi genç kızın. "İğrenç bir adamsın."

"Ahu, bak..."

"APTALIM BEN!" diye bağırdı, öyle ki alnındaki damar belirginleşmişti. "Aptalım! Binbir oyunla beni bu evin içine soktun ve karşıma gelmiş, burası bizim diyorsun! Neden yaptın böyle bir şeyi? Söylesene?!"

Kutuyu kapatan Arhan, bilinçsizce hareket ediyordu. "Tekrar hayatına girebilmek için. Villayı dağıttıktan sonra çok kızmıştın, benimle bir daha iş yapmayacağını biliyordum."

"Çünkü sen saygısız bir adamsın! Emeklerime hiçbir zaman değer vermedin!"

"Hayır, başarılı olmanı istedim..."

Göğsüne keskin bir ağrı girdi Çeşmiahu'nun. O kadar canını yakmıştı ki, elini oraya bastırıp, acısını almaya çalıştı. "Bu evi aynı zamanda başarılı olabilmem için mi verdin bana?"

"Çok öfkelisin, her şeyi yanlış anlıyorsun!"

"Dergi..." Kendi kendine mırıldanıyordu. "Bahadır Bey..."

"Ben yapmadım," dedi Arhan, çaresizce. "Haberim bile yoktu. Ersin Bey söyledi."

Ahu gözyaşlarını tutamadı. "Ersin Bey demek..."

Yavaş ve temkinli birkaç adım attı genç adam. Bu esnada Çeşmiahu da geri geri gidiyor, ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. "Böyle yapma. Açıklamama izin ver. Biliyorum, suçluyum. Biliyorum, doğru değildi ama... Başka bir yol da bulamadım. Hayatımdan öylece çıkıp gitmene göz yumamazdım."

"Dejavu," dedi, genç kız. Dünü tekrar yaşıyordu sanki. "İnsanların beklemediğim şeyler yapması, benim aptal olduğum anlamına gelmiyordu, değil mi?"

"Ahu!" diye bağırıp, onu kollarından yakalandığında; genç kız, tutuşundan kurtulmak için ağlayarak çırpınıyordu. "Sakin ol lütfen! Beni dinle!"

"Çek ellerini yalvarırım! Uzak dur!"

"Tamam, bırakıyorum. Yeter ki ağlama."

Hemen kollarını birbirine sardı Ahu. Histerik bir ağlama krizine tutulmuş gibiydi, dakikalarca içini çekerek, sızlanarak gözyaşları akıttı. Arhan bunun her bir saniyesine şahit olduğu ve hiçbir şey yapamadığı için kendinden nefret ederken, "Her yeri kırıp dökmek, mahvetmek geliyor içimden," demişti. "Ama hiçbir şey yapmayacağım. İçinde benim olmayacağım bir ev, sana en büyük dağınıklık olsun, Rafet Arhan Bakırcı."

Arhan'ın gözleri içinde yükselmeye başlayan hiddetle irileşirken, çenesi kaskatı kesildi. "Ne demek bu?"

"Hoşça kal..." 

"Saçmalama Çeşmiahu!"

Ahu hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp, ön bahçeye geçti. Arhan peşinden bir adım atmaya yeltendi fakat durdu, biliyordu çünkü; çabası, Ahu'nun gitme isteği kadar güçlü olmayacaktı. Bir kez daha bıraktı onu.

Son bırakışında, birkaç saat sonra, başka bir ülkeye gideceğinden habersizdi.


Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

639K 24.3K 86
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
Haz Par 🍀

Roman d'amour

346K 5.1K 19
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...
1.7M 74K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
681K 28.3K 45
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...