KIZIL GECE +18

Galing kay DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... Higit pa

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"

22K 2.3K 1.3K
Galing kay DuruMavii

Selam!

Yorum ve oy önemli. Çünkü oy ve yorum olmadan Wattpad algoritması hikayeyi öne çıkarmıyor. Öne çıkmasını istiyorum. Çünkü tüm yazarlar gibi ciddi bir emek veriyorum. Teşekkür ederim.

Refugee~ Vs Voi
Refugee ~Skillet

Keyifle okuyun.

🖤

Zaman, tersine akıyor; uzay boşluğuna çakılıyor, karmaşıklaşıyor ve bizim için kusursuz bir biçimde donup kalıyordu.

Zaman, birbirimize dokunduğumuz; doymak için çabaladığımız; asla doyamadığımız büyüleyici anlara şahitlik ediyordu.

Ahşap evin taze ahşap kokusuna karışan alkolün ekşi tadı; dalgaların falezlere vuran sesi; yumuşak beyaz yatak ve sevgilimin bronz tenini bezeyen ter damlacıkları, bana ait dünyanın tamamını kaplamıştı. Yalnızca ikimize ait olan bu evden neredeyse dört gündür hiç dışarı çıkmamıştık. Yaptığımız tek şey sevişmek, yemek yemek, sevişmek, banyo yapmak, sevişmek, dans etmek ve sevişmekti. Evin tüm köşelerinize izlerimizi bırakmıştık; koltuğa, zemine, mutfak tezgaha, banyoya ve hayal meyal hatırladığım kadarıyla evimizin dış kapısına... Eklemlerimdeki ağrıya alışmıştım, hatta onları sevmeye bile başlamıştım. Çünkü kaynağını seviyordum, deli gibi...

"Günaydın." Gözleri hala kapalıydı ama uyamadığını biliyordum. Çünkü bir süredir onu izliyordum ve nefes alışverişlerindeki düzenin bozulduğuna an be an şahit olmuştum."Uyan artık." Sarsmaya çalıştım ama yerinden kıpırdamadı bile. "Çok acıktım. Uyan! Güneş çoktan doğru lider."

Kirpikleri kıpırdadı. Sonra sol gözünü hafifçe araladı. "Benim güneşim şimdi doğdu."

İşte, aklımdaki her şeyin uçup gitmesini sağlamak onun için bu kadar basitti.

"Günaydın." derken, sesim son kurduğum birkaç cümlede olduğu gibi gür çıkmamıştı. "Güzel bir gün..."

Diğer gözünü de açtığında karşımda muazzam bir manzara vardı. Üst göz kapağı yapısı gereği, alt kapağı tamamen örtecek kadar şişti ve ben bu detayı seviyordum. Özellikle de sabahları... Çünkü şu anda da olduğu gibi yeni uyandığında daha şiş duruyordu, kaşları ise daha gergin... Göz altlarındaki koyu halkalar son dört gündür onunla değildi. Bunu ilk gün fark ederek sevinmiştim. Artık bakışları çok daha canlı görünüyordu.

"Yine beni izlemeye daldın." dedi, kendini beğenmiş bir ses tonuyla. "İstersen biraz da diğer profilimi çevirebilirim."

Omzuna vurdum. Anında devrildi ve kesinlikle numaraydı. "Ukalasın."

"Evet." Yeniden bana döndü. Kolunu, çarşafla örtülmüş olan belime uzatıp, beni kendine çekti. "Seninle sevişmek isteyen bir ukalayım ben."

"Biran!" Gözlerim ardına kadar açıldığında, bana gülümseyen gözlerle bakıyordu. "Sence de artık yataktan çıkmamız gerekmiyor mu?"

"Çıkalım." cevabını verdi düşünmeden. "Mutfağa mı gitmek istersin yoksa koltuğa mı?" Kısılan gözleri çarşafın açıkta bıraktığı göğsümde dolaşmaya başladı. "Belki de kapı-"

"Biran!" Ellerimi göğsüne yaslayarak aramızdaki mesafeyi açmaya çalıştım ama tahmin edilebileceği gibi o istemeden mümkün değildi. "Sen acıkmadın mı?"

"Acıktım." Başını göğsüme gömüp, derin derin soluklanmaya başladı. Ah! Bunu yeni keşfetmişti ve orada boğulacağından endişe ediyordum.

Yeni bir itiraz cümlesi kuramadım. Çünkü dudakları devreye girmişti. Elleri çarşafın içine sızarak kalçalarımı bulduğunda başını kaldırdı ve dudaklarımız anlaşmışcasına birbiriyle buluştu. Saatlerce öpüşmemişiz, dudaklarımız hala bereli değilmişiz gibi tutkuyla öpüşmeye başladık. Yine beni kandırmayı başarmıştı.Kendime duyduğum hırsla çarşafı avuçladım ve bizden uzakta bir yere gönderdikten sonra ellerimi omuzlarına yerleştirerek onu ittim. Bu kez onu gafil avlayarak sırtını yatakla buluşturmayı başarabilmiştim. Beni yeniden esir almasına zaman tanımadan doğruldum, üzerine çıktım ve bacaklarımı iki yanına atarak tek seferde onu içime aldım.

"Ah!"

Birleşmemizin verdiği ani his ikimizin de dudaklarından aynı nidayı dökerken, parmakları bir mengene gibi belimi kavradı. Ancak yanıldığı bir nokta vardı. Bu kez yönetimi ele almaya kararlıydım. Avuçlarımı göğsüne yerleştirip olduğum yerde hareket ederek onu tamamen hissettim. Gözlerini kapattı, başını arkaya attı. Aşırı çekici görünüyordu! Ne var ki bu kez beni alt etmesine izin vermeye niyetim yoktu. Belimi her geçen saniye daha sıkı kavrayan kollarına tırnaklarımı geçirip, tenimden uzaklaştırdım. Ellerini yatağa bastırıp parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdiğimde, gözleri belli belirsiz açıldı.

"Sen..." Boğuk sesi yaşadığım hazzı misline katlarken, "Çok..." diye devam etti. Hızlı bir hareketle bizi birbirimize çarptırırken, dişlerini sıktı. Vay canına!"

Dudaklarımı kulağına yaklaştırıp, "Devam et, hayatım." diye fısıldadım. Ancak ağzını açtığı an aynı şeyi daha sert biçimde tekrar ettim.

"Sikeyim!"

Ellerimden birini geri aldım. İşaret parmağımı dudaklarına bastırırken, hafifçe doğruldum. Hala hareket halindeydim. "Siss... Terbiyeli bir çocuk ol."

Avuçlarını sıktı, hızlandım. Şişen pazuları, genişleyen omuzları ve sertleşen göğsü her an yarılmak üzere olan kuru bir toprağa benziyordu. Avını gözleyen aç bir akbaba gibi infilak edeceği anı beklerken daha fazla hızlandım. Elleri yeniden belimi buldu, göğsüne tutundum. Dudaklarımdan firar eden çığlıklar, yüzüme düşen saç tutamlarıma, onları havada uçuşturacak sert soluklar armağan ederken, kasılan bacaklarım beni muhteşem bir sona sürüklüyordu. Kendimi son kez kaldırıp bıraktığımda, o efsunkar sona birlikte ulaştık. Kendimi bitik bir biçimde göğsüne bırakırken, kulağımda kesik ve hararetli nefeslerimizin düzensiz ritmi kaldı.

*

"Kulağımın altı kaldı."

"Hı?"

Sabunla kaplı yüzünün sol tarafını işaret etti. "Bak, sol kulağımın altını sabunlamadın. Oraya da sür."

"Hıııı." İşaret parmağımı, sabunu rendeledikten sonra biraz su ile köpürttüğüm karışıma batırıp, gösterdiği yere sürdüm. "Sanırım tamam. Artık başlayabilirsin."

Aynaya yansıyan görüntüsüne dikkatle baktıktan sonra, iki parmağının arasında duran keskin jileti yüzüne yaklaştırdı.

"Bir dakika!" Jileti tutan elinin bileğini yakaladım. "Sakın hepsini keseyim, deme. Onları seviyorum."

Aynaya yansıyan aksime baktı. Hemen omzunun arkasındaydım. "Dördüncü kez söylüyorsun sarışın, merak etme."

"Yalnızca işimi sağlama alıyorum."

Bulunduğu yerdeki tenini tamamen kapatacak kadar uzayan sakallarına son kez dokundum. Evet, onları seviyordum ama kirli sakallarının altından tenini görmeyi de özlemiştim. Bu yüzden ondan sakallarını kısaltmasını ben rica etmiştim. Kısa süre sonra ise kendimizi üzerimizde yalnızca birer parça çamaşır ile banyo aynasının karşısında bulmuştuk.

Sağ yanağıyla işi bitti, sağ tarafa geçti ama jilet son birkaç dakikadır aynı yerde duruyordu. Sebebini, gözlerine baktığımda anladım.

"Biran!"

Bakışlarını hemen olduğu yerden aldı. "Ne oldu?"

Kollarımı göğsümün üzerinde bağlayıp, manzarasını kapattım. "Neden göğsüm yerine traş ettiğin yere bakmıyorsun? Kendini keseceksin."

Kollarımdan görebildiği kadarıyla bakmaya devam ettiğinde omzuna sağlam bir tane vurdum. "Ah! Ne vuruyorsun kızım? Sen de öyle durma karşımda."

Ağzım şaşkınlıkla yuvarlanırken, "Kıyafetlerimi sakladığını unuttun mu?" diye sordum.

Evet, giyebileceğim her şeyi saklamıştı ve bu yaklaşık beş gün önceydi...

"Unuttum." dedi, sakallarını kesmeye devam ederek. "Yerini yani... Yerini unuttum."

"Ne yani, sonsuza kadar sadece bir külotla mı yaşayacağım?"

Başı sola eğik durumdayken, jileti yüzünün sağ kısmında duraksattı ve yarı çıplak aksimin tüm detaylarını açıkça incelemeye başladı. "Benim için sorun yok."

"Edepsiz adamın tekisin."

Traş olmaya devam etti. "İnkar etmiyorum."

İşi bittiğinde, onu ilk gördüğüm haline benziyordu. Yüzünü kurularken, ona hayranlıkla baktım. "Saçların da uzadı mı tamamdır."

Gözleri parıldıyordu. "Bence böyle de gayet yakışıklıyım."

Elbette öylesin. "Hiç sanmıyorum. Saçlarını şu haliyle oğlan çocuklarına benziyorsun."

Kaşları çatıldı. Evet, istediğim buydu. "Demek oğlan çocuğu...."

Başımı sallayacaktım ama göğsümde hissettiğim baskıyla inledim. "Ah!"

"Bir daha söylesene."

Etim parmaklarının arasındayken ağzımı açmamam lehime olurdu ama benim adım Rozelin'di. "Mei bile senden daha olgun görü- Ah!"

Üzerime çullandı. Bizi yatağa düşürdü. Bana ceza verdiğini mi düşünüyordu? Öyle ise bu aldığım en tahrik edici cezaydı.

Havluyu göğsümün etrafından sarıp banyodan çıktım. Saçlarımdan akan sular omuzlarımı süslerken, benden otuz saniye önce sudan çıkan sevgilim yatağın üzerinde oturuyordu. Yatak başının sol kısmında bulunan küçük banyonun bir kapısı yoktu, duvarına yaslandım.

"Artık bana giyecek bir şeyler verecek misin? Yoksa açlıktan bayılacağım."

Ellerini yatağa bastırdı ve kaykılarak ağırlığını ellerine verdi. Üzerindeki boxer uzun bacaklarını ve ince belini gözler önüne seriyordu. Bakmamaya çalıştım. "Yiyeceği buraya da getirebilirim. Bana daha geçerli bir sebep söyle."

Yanına yürüdüm. Yatakta arkasına oturdum. Kollarımı belinden karnına uzatıp, yüzümün sol yanını sırtına yasladım. "Oğlumu özledim. Çok..."

Ellerimi tuttu. "Ben de..." Başını omzunun üzerine çevirdi. "Bu kez onu birkaç gün bizimle kalması için alacağım."

Heyecanla gözlerimi kapattım. "Sence bunu isteyecek mi?"

"Kesinlikle isteyecek." dedi. "Giderken üzgündü."

Başımı sırtından kaldırıp, bakışlarına karşılık verdim. "Ya Diana? O kabul edecek mi?"
Düşündü. Oğlumuzu almak için bir başkasına danışmak zorunda olmak çok can sıkıcıydı. "Ona sormak zorunda değiliz. En başından, oğlumu bir gün tamamen alacağımı söylemiştim, kabul etmişti."

"...ama ne olursa olsun oğlumuza o baktı ve haber vermeyi hak ediyor."

Başını sallayınca omzunu sıvazladım. "Haklısın. Ona haber ver. Senin yanında olduğumu biliyor mu?"

"Bunu bana soracak tavizi Diana'ya vermedim. Bana sorarsan tahmin ediyordur."

"Umarım sorun çıkarmaz."

Çenemi tuttu, bakışlarımızı yakınlaştırmak için başını eğdi ve o güven veren sesiyle, "Çıkaramaz." dedi. "Bebeğimiz yarın akşam kollarında olacak."

"Teşekkür ederim."

Dudağıma küçük ve baskın bir öpücük bıraktı. "Ben teşekkür ederim, bana geri geldiğin için..."

*

Kalbimin içinde koca bir dünya olduğunu onunla tanıştıktan sonra fark etmiştim. Onu kaybettiğimde sonsuz acıyı keşfetmiştim; ona yeniden kavuştuğumda yeniden doğduğumu...

Alaz, bir metrelik dev adamım! Biraz sonra ona kavuşacaktım. Üstelik bu gece onunla uyuyacağımı düşününce içimi bir türlü içime sığdıramıyordum!

"Kızarmalar hazır. Biraz daha aval aval etrafa bakmaya devam edersen yanacaklar."

Mirel'in uyarısıyla oğlum için yaptığım kızartmaları tabağa aldım ve pastanın son süslemelerini yapmaya başladım. Onun için hepimizin bir arada olacağı ufak bir ev partisi hazırlıyorduk. Aslında bu Alaz için özenle hazırladığımız bir hoşgeldindi.

"Balonlar nerede?" diye sordum telaşla. "Birazdan Alaz burada olacak ve balonlar yok."

Etrafımda ikinci turu atmaya hazırlanırken beni kolumdan yakaladı. "Sakin olur musun?" Sonra dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Sanırım bu halim hoşuna gitmişti. "Balonlar Efraim de, birazdan burada olurlar. Her halükarda Alaz'dan önce gelecekler. Unuttun mu? Onlar da sürprizin bir parçası."

"Unutmadım. Sade-" Saatlerdir hissettiğim bulantı aniden artınca öğürerek banyoya koştum. Yediklerimin tadı ağzımdaydı ve birkaç saniye içinde kusacağımı biliyordum. Klozetin yanına ulaştığımda kendimi dizlerimin üzerine bıraktım ve kusmaya başladım. Aynı anda Mirel arkamdan yaklaştı, dikkatle saçlarımı topladı ve sırtımı sıvazlamaya başladı.

"İyi misin?"

Derin derin nefeslenirken başımı sallamaya başladım. Tanrım! Midemde ne varsa çıkarmıştım. İçimde kocaman bir boşluk ile birlikte tüm gücümün çekildiğini hisediyordum.

"Sana su getirmenin ister misin?" diye sordu Mirel, saçlarımı ensemde tutmaya devam ederken. Bu, kusarken ilk kez saçlarımı toplayışı değildi.

"Aslında..." Başımı biraz kaldırabildiğimde yüzüne bakmayı başardım. "Banyo yapsam fena olmayacak. Sabah da kusmuştum."

Kaşlarını çattı. Aynı anda benim de kaşlarım çatıldı. Hayır... Aklımızdan geçen şey olamazdı. Buraya geleli daha on gün bile olmamıştı. Daha önemlisi Biran ile yakınlaşmamız daha kısa bir süre önce başlamıştı.

"Mirel, olamaz."

"Neden olmasın?" diye sordu şüpheyle. "Sabah da kusmuşsun. Ayrıca miden bulanıyor ve suratın da bembeyaz."

"Daha çok yeni... Yani..."

"Yani Biran ile yeni seviştin."

Açık sözlüğü beklendikti ama yine de afallatmıştı.

"Çıkar bunu aklından. Hamile falan değilim." Yerden kalkıp saçlarımı elinden kurtardım ve ona istediği cevabı verdim. "Birkaç günde hamile kalınmaz."

Çalkaladığım ağzımı kurularken, yüzünde anlam veremediğim bir hüzün vardı. "Haklısın birkaç günde hamile kalınmaz. Ama... Üç yılda kalınmalı, değil mi?"

Ne söylemek istediğini anladığımda, aynı hüzün benim de ifademe uğradı. "İstiyor musunuz?"

Başını salladı. "Uzun zamandır..."

"Henüz çok genç olduğunu söylemeyeceğim. Muhtemelen bunu herkes söylüyordur."

Burukça gülümsedi. "Evet, bu sözleri gereğinden fazla duyduk."

"Mirel," Daracık, sarı ve zayıf ışıklı banyoda bir yerlere yaslanarak ayakta durmuştuk. "Seni üzen henüz bebek sahibi olamamak değil." Onu tanıyordum. Çok iyi tanıyordum. "Bir bebek sahibi olmak için hanginizin aşkının yeterli gelmediğini bilmiyorsun. Mestan ile aranızdaki aşktan şüphe ediyorsun. Seni asıl üzen bu."

Bu bir soru değildi. Bu bir yargıydı. Onun gibi güçlü bir kadının gözlerini dolduran neden de doğruları açıkça yüzüne söylemiş olmamdı. Muhtemelen bir süredir doğrulardan kaçıyordu. Yine de bana kızmadığını biliyordum.

"Onu seviyorum ve beni sevdiğini biliyorum. Ama... Bir noktada hala bebek sahibi olamıyorsak birimizin aşkı..."

"Böyle düşünme. Kendine bunu yapma." Kollarından tuttum, sıkıca. "Zamanı var. Bebeğiniz geleceği zamanı bekliyor. Eğer bana biraz güveniyorsan, bu sözümü unutma."

Bana baktı. Sorumun cevabı oradaydı, gözlerinde; bana güveniyordu. Onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Aynı şekilde karşılık verdiğinde, uzunca bir süredir öyle kaldık. Dostumu özlemiştim.

"Sarılmak için daha uygun yerler biliyorum."

Bizi basan Mestan'dı. Yüzünde bariz bir şaşkınlıkla birbirimizi saran kollarımızı incelerken, "Biraz daha burada kalırsanız Efraim tüm kızartmaları bitirecek." dedi. "En son yanakları dolmuştu, boğulmak üzereydi."

"Efraim!" diye bağırarak kendimi banyodan dışarı attım. "Onlar oğlumun!"

Onu bulduğumda tam da Mestan'ın tarif ettiği haldeydi. Beni gördüğü an öksürmeye başladı. Ağzındakileri çıkarmamak için elini ağzına bastırıp çiğnemeye devam ederken koşup tabağı önünden aldım.

"Resmen yarısını yemişsin!"

Ancak bir dakika sonra güçlükle yutkunabildiğinde "Zaten çok da güzel değildi." dedi. "Yani... Bir laklava değil. Bu arada..." Yaklaştı, suratlarımızı birbirine hizalamak için eğilmek zorunda kaldı. "Laklava da yaptın mı?"

"Hayır, yapmadım. Ayrıca o laklava değil, baklava."

"Her ne ise işte." Gözü hala kızartmardaydı. "Sadece biraz acıkmıştım."

"Sana inanamıyorum, Efraim." Perla, koltuğun başına yaslanmış, eliyle karnını sıvazlarken kocasını izliyordu. "Evden çıkarken tüm mutfağı yememişsin gibi..."

Perla'ya gülümsedim. "Merhaba."

Belki eskisi gibi değil ama o da bana gülümsedi. "Merhaba." Yerinden kalkarken etrafına baktı. "Güzel ev."

"Öyle..." Onunla birlikte evde göz gezdirdim ama kısa süre sonra bakışlarımız yeniden buluştu. "Gelmenize sevindim."

Başını yavaşça indirip kaldırdıktan sonra Efraim'e seslendi. "Hayatım, balonlar arabada kaldı. Onları şişirir misin?"

Efraim hızlı adımlarla karısının yanına geldi. Yanağına sesli bir öpücük kondurduktan sonra "Hemen bebeğim." dedi ve evden çıktı.

Evet, balonların şişmesi gerekiyordu ama Perla'nın Efraim'i bu yüzden uzaklaştırmadığını biliyordum. Bu yüzden önce onun konuşmasını bekledim.

"Her şey... Tüm bu olanlar...." Ellerini iki yana açtı. "Bizi çok fazla incitti. Çok fazla... Sana karşı acımasız davrandığımı biliyorum ama elimden başka türlüsü gelmedi."

Onu dinledim. Kalpten dinledim. "Seni anlıyorum." Birkaç adımla yaklaştım ama hala aramızda sarılamıza izin vermeyecek kadar fazla mesafe vardı. "Sana kızmıyorum, hiç kızmadım. İnan bana."

Başını eğdi. Ufak boyuna tezat büyük karnıyla sevimli duruyordu ama yüzünde hala çektiği acıların ve özlemin izi vardı. "Kolay olmayacak. Yani... Eskisi gibi olmak."

Gülümsemeye çalıştım, buruktu. "Sorun değil."

"Gerçekten mi?"

Başımı sallarken,"Gerçekten," dedim. "Zaten arkadaş olmamız da çok kolay olmamıştı. Sanırım zorlukları seviyoruz."

"Sanırım..."

Efraim ve Mestan içeri ellerinde balonlarla girerken "Geliyorlar!" diye haber verdiler. İkisi de küçük birer erkek çocuğu gibi heyecanlıydılar. Mirel hızlı davranarak son dokunuşları da hallettiğinde masa eksiksiz olarak hazırdı. Soğuyan parmaklarımı birbiriyle buluşturup kapıya yaklaştım ve derin bir nefes aldım. Çok geçmeden kapı hafifçe tıklatıldı. Bunu yapan Alaz'dı.

Kapıyı açtım. Bebeğim, açık mavi gömleği, kahverengi keten pantolonu ve aynı renk pantolon askısıyla karşımda duruyordu. Başını yukarı kaldırıp safir mavisi gözleriyle bana bakarken, elinde tuttuğunu henüz fark ettiğim sarı renkli çiçeği bana uzattı.

"Merhaba, Roz."

Dizlerimin üzerine çöktüm. Çiçeği ondan alırken, "Merhaba," dedim kocaman gülümseyerek. "Bu, benim için mi?"

Kaşlarını kaldırdı ve başını salladı. "Evet. Rengi saçlarına benziyordu. Ben de onu sana getirmek istedim."

Elimi yanağına uzatırken bu kez tereddüt etmedim. Yumuşacık, bebeksi tenini şefkatle okşadım. "Sen, gerçek bir centilmensin. Çok teşekkür ederim."

Biraz utangaçlıkla minik ellerini birleştirdi. "Mutlu oldun mu?"

Bu çocuk beni ağlatmaya yemin mi etmişti? Hayır, ağlamak istemiyordum. "Çok mutlu oldum. İyi ki geldin Alaz. Biliyor musun? Şu sevdiğin kızartmalardan yaptım."

Duyar duymaz dudaklarını yalayıp hafifçe eğildi ve masayı görmeye çalıştı. "Aaa..." Bizimkileri görünce gülümsedi. "Onları tanıyorum."

"Elbette tanıyorsun. Hepimiz heyecanla seni bekliyorduk."

Biran, oğlumuzun hemen arkasındaydı ama bir adım atana kadar onu fark edememiştim. Ellerini Alaz'ın omuzlarına koyarak, "Küçük adam." dedi. "Sarılmaya Rozelin'den başlamaya ne dersin?"

Alaz geriye dönüp babasına baktı. Bana döndüğünde kollarını iki yana açmıştı. O kolların arasına girdim. Başımı kokusuna gömdüm ve minik oğlumu boynundan öptüm.

"Seni çok özledim, bebeğim." diye kıpırdadı dudaklarım. Duymadı ama yakında duyacaktı. Çok yakında korkmadan, bağırarak söyleyebilecektim hislerimi.

"Hey! Sizce de fazla duygusal bir giriş olmadı mı?" diyerek yanımıza kadar geldi Efraim. Sonra da yemek masasını gösterdi. "Hayır, yemekler soğuyor. Çocukcağız da açtır."

"Ulan Efraim." Biran elini kaldırıp bıkkınlığını işaret etti. "Ne adamsın be."

"Baba." Alaz kollarımdan çıkıp "Ulan ne demek?" diye sorunca gülmeye başladık. Hep birlikte...

Alaz, Perla ve Mirel'i de çok seviyordu ama kalan üç adamın sohbetine dahil olmaya da bayılıyordu. Kollarımın arasında normal bir çocuk olmasına rağmen erkek erkeğe sohbet ederken kesinlikle bir yetişkin gibi davranıyordu. Yine de son kalan kızarma için Efraim ile yarışırken ikisi de tam bir çocuktu.

"Siz de burada mı kalacaksınız?" diye sordu yemeğin sonuna doğru bizimkilere. "Ben bu gece burada babam ve Roz ile kalacağım."

Perla, Alaz'ın çenesinden tutarak burnunun ucuna minik bir öpücük kondurduktan sonra "Hayır tatlım." dedi. "Biz evimize gideceğiz ama istersen bir sonraki sefer sen bizi ziyaret edebilirsin."

Alaz ellerini çırparak "Olur!" dedi.

"Alaz." Ona oğlum, diye hitap edeceğim günleri iple çekiyordum. "Bana Roz, diyorsun. Bunu birinden duymuş olabilir misin?"

Düşündü. Sanırım çekindiği bir şeyler vardı.

"Oğlum." Alaz, kendisine seslenen babasına dikkatle baktım. "Bizimle her şeyi çekinmeden paylaşabilirsin. Burada gördüğün herkes senin dostun." Baba yumruğunu uzattı. "Anlaştık mı?

Oğlu yumruğunu babasınınkine çarptırdı. "Anlaştık." Yeniden bana döndüğünde "Mei," dedi. "Babam senden kimseye bahsetmememi istedi ama Mei'ye söyledim. Çünkü o benim dostum. Biliyor musun?Mei bana seni tanıdığını söyledi. Gençlerin hepsi sana Roz, diye hitap edermiş."

Mei... Onu ve diğer tüm gençleri çok özlemiştim. "Başka ne söyledi?"

"Seni çok özlediğini söyledi. Bir de... Senden kimseye bahsetmemem gerektiğini..."

"Mei doğruyu söylemiş." dedi Biran. "Bir süre daha Rozelin'den kimseye bahsetmeyeceğiz."

"Ama neden?"

Biran ile birbirimize baktık. Alaz'a verebilecek doğru düzgün bir cevabımız yoktu.

"Çünkü Rozelin'in sürpriz yapmak istediği insanlar var." Mestan'ın girişi bize derin bir nefes aldırdı. "Ama henüz burada değiller. Yakında gelecekler. Gelene kadar Rozelin'in döndüğünü söylememeliyiz. Anladın mı ufaklık?"

Mirel eliyle ağzını kapatarak "Yalan söylemekte Mestan gibi olun". diye mırıldandı; Mestan ise sadece durumu kurtarmak istediğini...

"Tamam." dedi benim anlayışlı bebeğim. "Sırrınızı tutacağım. Mei'ye söylediğim için beni bağışla Roz."

Uzandım ve küçük yüzünü ellerimin arasına aldım. "Sorun değil canımın içi."

"Canımın içi..."

Tekrar etmesindeki maksadı anlamamıştım. Kendimi tutamadığım için kendime kızdım. "Biliyor musun? Benim küçük bir kardeşim var ve ona hep canımın içi, derim. Şimdi sana söylemek de içimden geldi ama eğer istemezsen bir-"

"Söyle!" dedi istekle. "Hoşuma gitti."

"O değil de..." dedi Efraim, yine araya girerek. Alaz'ı tepeden tırnağa süzdükten sonra "Epey büyümüşsün." dedi. "Acaba pipin de büyüdü mü?"

Alaz başını Biran'a çevirdi. "Baba, pipi ne demek?"

Biran gözlerini kapattı, burnundan soluklandı. Gözünü açtı, yerinden kalktı. Efraim'in kazağını çaktırmadan ensesinden yakaladı ve onu yerinden kaldırıp kapıya doğru götürürken, "Dönüşte açıklayacağım, oğlum." dedi.

Akşam olduğunda Alaz, babasından kendisini uyutmasını istedi. Biran, bunu benim yapmamı teklif etti ama Alaz benden istemeden yapamazdım. Oğlum herkesi öptükten sonra odamıza çıkan merdivenlere yöneldi. O merdivenlerden oldukça hoşlandı. Hatta dört kere inip çıkarken kahkahalara boğuldu.

"Hadi baba!" Çıktığı merdivenleri geri indi. "Son bir kez daha çıkacağım."

"Peki." dedi Biran. "Çık ama bu son."

Biran... İyi ve sabırlı bir baba olmuştu. Onu oğlumuz ile ilgilenirken görmek beni çok mutlu etmişti. Bu yüzden onları izlerken sürekli gülümsüyordum.

Hep birlikte masayı topladıktan sonra ada tezgaha dizdiğim bardaklara içki doldurmaya başladım. O sırada Biran'ın sessizce merdivenleri inmesinden anladığım kadarıyla Alaz uyumuştu. Arkamdan yaklaştı ve ellerini karnıma dolayarak boynuma küçük bir öpücük bıraktı. "Uyurken bana senden çok hoşlandığını söyledi."

Başımı mutlulukla ona çevirdim. "Ben de ondan çok hoşlandım. Bu senin için sorun olur mu?"

Başını yukarı kaldırdı. Alt dudağını dişleyerek düşünüyormuş gibi yaptı. "Sanırım daha ileri gitmezseniz olmaz."

Kadehlerden ikisini alıp eline tutuşturdum ve iki tanesini de ben aldım. "Üzgünüm ama çok daha ileri gideceğiz, lider." Oturma alanına ilerleyip kadehleri sahiplerine ulaştırdık. Perla için bitkisel bir karışım hazırlamıştım. İlk yudumda tadını sevdi.

"Üzgünüm ama nahoş konulara giriş yapmamız gerekiyor." Mestan, oturduğu koltukta eğilerek, dirseklerini dizlerinin üzerine koydu ve parmaklarını birbiri içinden geçirdi. "Üç büyüklerce görevlendirilen muhafızlar, Hualp Koran'ın ordusu ve şimdi de Leydi Diana'nın muhafızları... Hepsi her taşın altında Rozelin'i arıyor." Biran'a baktı. "Gizlenme büyüsünün süresi dolduğunda tekrar koruma kalkanını indirmek için bir müddet beklemen gerekecek. Tehlikede olacaksınız. Bu işi bir an önce çözmemiz gerekiyor."

Haklıydı. Biran da ben de bunu biliyordum ama son günlerde birbirimiz dışında başka hiçbir konuya vakit ayıramamıştık.

"Düşüneceğim." Lider içkisinden büyük bir yudum aldı. "Şatodan bir bildiri aldım. Üç büyükler huzuruna çağırıyor."

"Neden bana söylemedin?" diye sordum sitemle. Beni esas endişelendiren, Biran'ın o şatodan hoşuna gitmeyecek sonuçlar alarak çıkma ihtimaliydi.
"Ben de yok saydım. Zaten üzerinden günler geçti."

"Lider!" Mirel'in sesi şaşkın ve endişeli çıkmıştı. "Nasıl görmezden gelirsin? Ortada da yoksun. Ya hakkında arama çıkarırlarsa?"

"Öyle bir şey olmayacak." Biran, söylediğinden emindi. "Bir bildiri de ben gönderdim, şehrin kuzeyine keşfe çıkacağıma dair..."

"Yine de emirlerini çiğnemen ihtiyarların hoşuna gitmemiştir. Dikkat çekmemelisin, Rozelin'in seninle olduğundan şüphelendikleri an takibe alınırsın."

Olumsuz konuşmak kimseyi mutlu etmiyordu ama durum ortadaydı. "Biran..." Tüm gözler üzerime çevrildi. Söyleyeceklerim yüzünden daha fazla gerildim. "Hualp'ten öğrenmemiz gereken asıl şeyi öğrenmedik. Ne ile savaşmamız gerektiğini bilmeden nasıl savaşacağız?"

"Üzgünüm ama Rozelin haklı." dedi Efraim. "Hualp'in onu ne ile tehdit ettiğini öğrenmeliyiz. Başka çaremiz yok."

Biran itiraz etmeden önce Mirel ayağa kalktı. "Dinle, bilmen gereken bir şey var. Yıllar önce Kimpras'dan Hualp'e bir küçük bir bölge vermiştin, hatırlıyor musun? Olaylardan sonra bölgeyi terk etmişti ama öğrendiğime göre, bölgede bulunan evini yıktırıp yeni ve daha büyük bir ev inşaa ettirmiş. O ev sayesinde artık Kimpras'a istediği zaman girip çıkabilecek. Yarın gece de orada bir davet verecekmiş."

"Bilerek yapıyor. İti herif." Arkasına yaslandı Biran. Sol ayak bileğini sağ dizine bırakıp, yerde gergin bir ritim tutmaya başladı. "Rozelin'in ona gideceğini düşünüyor."

"Ona istediğini verelim." dediğim an Biran'ın gözlerinde itirazlar fışkırdı. Oysa benim aklımdan geçenler başkaydı ve bakışlarımız Mirel ile buluştuğunda, aynı şeyi düşündüğümüzü anlamıştım. "Vermiş gibi yapalım."

"Ne demek bu?"

"Demek oluyor ki..." Mirel'in adımları etrafımızda dolaşmaya başladığında kafasından hesap kitap yapıyordu. "Oraya Rozelin'in kılığında gideceğim."

"Saçma." dedi Mestan. "Senin Rozelin olmadığını hemen anlar."

"Zaten istediğimiz de bu." dedi Mirel. "Anlaması..."

Biran'ın ifadesinden anladığını ve onaylamadığını anlayabiliyordum ama diğer iki erkek planımızı tam olarak kavrayamamıştı.

"Mirel, partiye bana benzeyebildiği kadar benzer şekilde gidecek. Hualp Koran hemen olmasa da mutlaka onun ben olmadığımı anlayacak ama anlayacağı bir şey daha olacak; bunun bir mesaj olduğu... Mirel, lordun dikkatini çekmeyi başardığında ona yerimi bildiğini ima edecek."

"...ve Hualp Koran da seni yanında hangi sebeple tutuyorsa, yeniden ona gitmen için o sebebi Mirel'e söyleyecek ki sana ulaştırsın..."

Mirel parmağını bir kez şıklattı. "İşte bu sevgilim."

Perla, "Akılıca." dedi ama huzursuzdu. "O adama güvenemiyorum. Hiç ummadığımız anda hiç ummadığımız şeyler yaptı. Ya sana zarar verirse Mirel?"

"Bana neden zarar versin ki? İstediği ben değilim." dedi çekinerek. Bu konuda çekindiği liderdi. "Ben onun gözünde yalnızca bir elçi olacağım. Yapabileceği en kötü şey sonrasında beni takip ettirmek olacak ki zaten bunu göz önünde bulundurarak bir süre Rozelin'i görmeyeceğim."

"Her ne kadar akıllıca da olsa benim içime sinmedi." diye konuştu Mestan. Ancak biliyordu ki Mirel bir şeyi kafasına koyduğu zaman yapardı. Bu yüzden ona engel olmaya kalkışmayacaktı.

"Ben göze alıyorum." Mirel beni yanıltmadı. "Yarın akşam o partiye gideceğim." Elini, Mestan'ın elinin üzerine koydu. "İçini rahatlatacak bir şey... Sen de benimle geliyorsun."

Biran'ın dudakları tehlikeyle kıvrılırken, arkasına yaslandı ve içkisinden son yudumu aldı. "İşte şimdi oldu."

*

Ruhuma enjekte edilen huzurun kaynağı oğlumdu. Belki yanında değil ama sadece onunla aynı çatı altında dahi uyanmak beni diğer tüm sabahlardan başka hissettirmişti.Saatler önce uyanmıştım ve kimbilir oğlumla uyandığımda nasıl hissedeceğim, diye düşünmekten alıkoyamamıştım kendimi. Biran, benim de yanlarında uyumamı teklif etmişti ama üzülerek reddetmek zorunda kalmıştım. Çünkü küçük de olsa Alaz da bir bireydi ve onayı olmadan onunla uyumazdım. Güneşin gökyüzünün görünen kısmına tamamen yerleşmesiyle yattığım koltuktan kalktım ve kolonların arasında kaldığı için bilmeyen birinin kolayca bulamayacağı banyoya gittim. Oradaki işlerimi hallettikten sonra bu kez mutfağa ilerledim. Oğlum ve kocam için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıktan sonra karşımda en azından karın doyurmaya yarayacak dolu bir masa vardı. Çok geçmeden ip merdivenin kıpırdadığını fark ettim. Görmek için başımı eğdim. İnen Alaz'dı.

"Günaydın Roz." Krem rengi pijamaları, dağılmış bukleli saçları ve uyku mahmuru gözlerle karşımda dururken, yanaklarını sıkmamak için kendimi tuttum.

"Günaydın tatlım. Sanırım sadece sen uyandın."

Gözlerini ovuştururken başını salladı. "Burnuma çok leziz kokular geldi."

Sanırım benim minik oğlum bu konuda Efraim'e çekmişti.

"İstersen dişlerini fırçaladıktan sonra baban uyanana kadar bir parça kızartma alabilirsin."

Garip bir şey söylemişim gibi gözlerini açtı. "Sadece dişlerimi fırçaladıktan sonra mı?"

"Evet."

"Henüz kimse masaya oturmamışken masadan bir şey yiyebilir miyim?"

"E-evet." Ona doğru eğilip, ellerimi dizlerime yerleştirdim. "Garip olan ne hayatım?"

"Şey... Bizim şatomozda pijamalarla masaya oturmak yasak. Herkes masaya oturmadan yemek de yasak. Çok aç olsak bile..."

Küçük yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Birlikte geçirmemiz gerekirken kaybettiğimiz tüm zamanlar canımı yakıyordu. "Burada daha rahat olabilirsin. Masaya oturmak ellerini yıkayıp dişlerini fırçalaman yeterli. Ayrıca... Eğer masa hazırsa, henüz herkes oturmadıysa ve sen açsan elbette önden bir şeyler atıştırabilirsin"

Kaşlarını kaldırarak, "Gerçekten mi?" diye sordu.

"Gerçekten. Hatta... Eğer yağış olmazsa bugün seninle deniz kenarında çıplak ayakla koşabiliriz. İster misin?"

Ellerini çırparak zıplamaya başladığı an dayanamadım ve kollarının altından yakalayıp kucağıma aldım. Yanağına kocaman bir öpücük bırakırken, şaşkın fakat mutlu görünüyordu.

"Ben kucağıma aldığım zaman artık büyüdüğünü söylememiş miydin?"

Hangi ara indiğini fark etmediğim Biran, omzunu indiği merdivenlere yaslamış, yüzünde gerçek olmayan bir kızgınlıkla bize bakıyordu. O ifadenin altında, hayranlık ve sonsuz sevgi vardı; sahici...

"Immm..." Oğlum, bir eli omzumdayken, diğerinin işaret parmağını dudaklarının arasına koydu. "Şey..."

"Bence açıklamaya yapmak zorunda değilsin Alaz."

"O zaman açıklama yapmamayı tercih ediyorum."

Alaz'ın boyundan büyük lafları annesi ve babasını gülümsetirken, birlikte masaya oturduk. Bu, üçümüzün bir arada yapacağı ilk kahvaltıydı. Sohbet ettiğimiz, gülümsediğimiz, bolca birbirimizin ağzına bir şeyler tıkıştırdığımız bir kahvaltı olmuştu. Sonrasında şanslıydı ki havada ne yağmur ne de rüzgar vardı. Çıplak ayaklarımızla denizin kenarında koştururken, kendimi büyüleyici bir rüyanın orta yerinde hissetmiştim ancak Biran'ın, denizin rengine meydan okuyan gözlerine baktığımda, yaşadığımız her şeyin gerçek olduğuna inanıyordum.

*

Saat gece yarısını geçmişti. Biran, bir süre önce oğlumuzu uyutmak için yukarı çıkmıştı. Yönünü kapıya çevirdiğim koltuğa oturmuş, çalacağı anı bekliyordum. Birazdan, bilmediğim tüm o kötülükleri yapmamın sebebini öğrenecektim. Hazır değildim. Çünkü çok muydum. Hazır değildi. Çünkü mutluluğumun bozulacak olmasından korkuyordum.

Biraz sonra merdiven kıpırdadı. Biran sessizce aşağı inmeye başladı. Zemine ayak bastığı an kapı çalındı, istemsizce ayağa kalktım. Biran, sakin kalmam için kapıya daha yakın olmasına rağmen yanıma geldi. Yüzümü ellerinin arasına aldı ve alnımdan öptü. Dudakları hiç kıpırdamasa da gözleri yanımda olduğunu söylüyordu. Bu yeterliydi.

Geri dönüp kapıyı açtığında, beklediğimiz gibi karşımızda Efraim ve Mestan vardı. Yüzlerindeki ifadeden, oturmam gerektiğini anladım. Birazdan fena halde canım yanacaktı. Hissediyordum.

"Konuşun."

Biran'ın emri iki adamın birbirine bakmasına sebep oldu. Efraim yutkundu. "Öğrendik." Konuşan Mestan oldu. "O, it oğlu..." Öfkeliydi, tüm kelimeleri birbirine karışmıştı. "Mirel'e demiş ki; eğer Rozelin geri dönmezse, kardeşini tekrar buraya getirirmiş. Eğer kardeşi birkez daha buraya gelirse, neler olacağını Rozelin'in iyi bilirmiş."

"Bilmiyorum!" Çığlığıyla ayağa dikildiğim saniye dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Alaz uyuyordu, içimde fırtınalar kopsa da dışıma vuramazdım. "Bilmiyorum." dedim, bu kez sessizce. "Benim yaşadıklarıma göre kardeşimi buraya getiren Temur Alizen'di. Hualp Koran, büyücüsü Bor'u hizmetimize vererek bize yardım etmişti. Bor sayesinde kardeşimizi evimize götürebilmiştim. Şimdi... Bunu yapanın Temur değil, Hualp olduğunu mu anlıyoruz?"

Efraim, düşünceli başını kaldırdı ve yüzüme baktı. "Aslında yaşananlar çok farklı değil. Sen Temur'un getirdiğini söylüyorsun. Çünkü senin yaşadığın zamanda Hualp seni tanımıyordu ve aşık değildi. Bu yüzden ailenden birini getirmeyi Temur akıl etti. Diğer tarafta bizim yaşadığımıza göre Hualp bir noktadan sonra ortaya çıktı ve sana aşık oldu." Bunu söylerken sesi titremişti. "Temur'un ölmeden önce Hualp ile sıkça görüştüğünü duymuştuk. Tüm ipuçlarını bir araya getirdiğimizde, Hualp'in Gülnur'u getirmesine Temur yardım etti, diyebiliriz."

Efraim'in söyledikleri doğru olabilirdi. Hatta tüm evrenin en doğru şeyi olabilirdi ama şu an önemli olan bu değildi. Önemli olan, kardeşimi getirenin Hualp olduğuydu. Önemli olan, bunu tekrar yapabileceğiydi! Üstelik bildiğimi söylediği ama bilmediğim, bir durum daha vardı...

"Bir şey daha söyledi."

Biran, Mestan'ı susturmaya çalıştı hızlı adımlarla yanlarına ulaşıp,karşılarında durdum. "Söyle."

"Biz de anlamadık ama söylediği şu..." Mestan, bakışlarımız arasındaki bağı kopararak başını yere eğdi. "Eğer bana geri dönmezse, bebek doğunca onu alırım ve sonsuza kadar yüzünü bile göremez."

🖤

Tahminleri buraya bırakabilirsiniz.

Sürpriz için birkaç güne kadar geri sayım açacağım!

Kızıl Gece 1 ve 2. kitabı Amazon sitesinden indirimli olarak temin edebilirsiniz.

Ayrıca 2 bölüm Kızıl Gece 2 bölüm Oyna Ya Da Öl, yazarak ilerliyorum. OyDo 10 bölüm oldu. E siz hala okumadınız mı?

Düzenli kesitler, sürprizler İnstagram da açtığım Bizimkiler 🌸 isimli kanalda. Hepinizi bekliyorum.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

334K 5K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
904K 20.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
ELIYS (+18) Galing kay Duru

Mystery / Thriller

169K 10.2K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
10.6M 259K 24
"Bu gece kapılarını iyi kilitle." Kalbim göğüs kafesimi delip geçecek derecede atarken kulaklarımda söyledikleri yankılanıyordu. Korkarak yutkundum...