DÜŞMAN OKULLAR

By DilaraKeskin2

17.8M 469K 199K

Ephesus Yayınları aracılığıyla raflarda yerini alan Düşman Okullar serisinin ilk bölümlerini buradan okuyabi... More

Bölüm 1: ''Yeni Kız''
Bölüm 2: ''Kuzey Erkekler Okulu''
Bölüm 3: ''Düşmanların Kaçamak Gecesi''
Bölüm 4: ''Ceza''
Bölüm 5: ''Beklenen Gün''
Bölüm 6: ''Rekabet Devam Ediyor''
Bölüm 7: ''Köpek Saldırısı''
Bölüm 8: ''Ruh''
Bölüm 9: Güzel Haberler
DÜŞMAN OKULLAR 2: YAPBOZ
Bölüm 1: Ne Olacak Şimdi?
Bölüm 2: ''Bir Karmaşa Buldu Bizi''
Bölüm 3: ''Grup İşi!''
Bölüm 4: ''Çözülmeye Başlayan Düğümler''
Bölüm 6: "Korku"
Bölüm 7: ''Huzur Kokan Ruh''
DÜŞMAN OKULLAR 3: SON DERS
BÖLÜM BİR
BÖLÜM İKİ
BÖLÜM ÜÇ

Bölüm 5: ''Bitmeyen Karmaşa''

268K 14.2K 3.6K
By DilaraKeskin2

Ve maç başladı.

Tırnağımı kemirirken Çağatay topu almış, kaleye doğru koşuyordu ki Baran'ın attığı çelme yüzünden yere yapıştı. Öfkeden deliren bakışlarını buradan bile hissediyordum. ''Fena gömdü,'' dedi Elif.

''Bir şey olmuş mudur?'' dedi Su. Çağatay onu duymuş gibi hemen yerinden kalktı ama Baran'a vurmadı. Onun yerine oyuna devam ettiler.

Top Fatih'in ayağındayken, Çağatay'ın topun tam zıt yönüne, Baran'a doğru koştuğunu gördüm. Yerde kayarak Baran'ın ayağına sertçe geçirmeye çalıştı ama Baran son anda yana kayıp, hasarı azaltmayı başardı. Yine de canı yanmış olmalıydı.

''Çağatay top o tarafta mı?'' diye bağırdı Arda.

Onlara bakmaktan Mete'yi gözümden kaçırdım. Top şimdi de Mete'deydi ve kaleye koşuyordu. Hemen yanında ise Burak belirmişti. Mete ona dirseğini geçirip, düşmesine neden oldu ve topu ağlara yolladı.

1-0!

Bizimkilerden alaycı bir ses yükselmiş, ama sevinç uzun sürmemişti. Onların kalesindeki çocuk, topu Burak'a yolladı. Bu sefer top Burak'taydı ve öfkeli görünüyordu. Takım arkadaşına pas verecekti ki, Arda birden belirip topu kapmayı başardı ve kaleden uzaklaştı. Ardından Çağatay'a pas verdi. Çağatay tam topu kaleye yollayacaktı ki, üstüne gelen Baran dikkatinin dağılmasına neden oldu. Topu bırakıp, Baran'a tekme atması ise neredeyse gülmeme neden olacaktı.

Mete Karahan

Yaklaşık yirmi dakikadır oynuyorduk ve durum 1-1'di. Tabii, iki tarafın da gol atmamasının nedeni birbirine saldırma isteğiydi. Burak'ı nerede görsem, ayağına bir tane geçiriyordum. O da bana aynısını yapıyordu ama öfkem beni bile aşacak kadar güçlüydü. Öfkem, acıyı bastırıyordu.

Karşı takımdan bir çocuk, topu bizim kaleye yolladı ama Bora hemen yakaladı. Ardından benim ayaklarıma gönderdi. Tüm gücümü kullanıp koşmaya başladım. Bir gol daha atmak istiyordum. Dikkatim tamamen kaleye odaklı olduğu için, Burak'ın attığı dirseği fark edemedim ve yeri öpmem bir oldu.

O an daha fazla dayanamayacağımı anladım. Asıl amaç kavga etmekti. Neden bunu dolaylı yollardan yapıyorduk?

Defne Çınar

Burak'ın Mete'ye attığı o dirsek, bardağı taşıran son damlaydı.

Mete öfkeyle yerden kalkıp, Burak'ın suratına bir yumruk yapıştırınca dudaklarımdan istemeden bir çığlık döküldü. Kuzey Erkeklerinin de işe karıştığını görmek bir an sevinmeme neden olsa da, ayırmak için değil de kavga etmek için daldıklarını görmek daha da çok endişelenmeme neden oldu.

Mete ve Burak yerde yuvarlanırken, Çağatay da Baran'la kapışıyordu. Bu çocuktan cidden nefret ediyordu. Öte yandan, Kuzey Erkeklerini ilk kez kavga ederken gördüğümü fark ettim. Aslında... Cidden çekici görünüyorlardı.

Burak, Mete'nin üstüne çıkmıştı ama yanlarına gidene kadar Mete yuvarlanıp, tepeden Burak'a yumruk atmaya başlamıştı. Mete'yi kollarından tutup çekmeye çalışsam da başarısız oluyordum. Sonunda başarısız olacağımı fark ettiğimde aralarına girmeye çalışırken bir yandan da ''Mete sakin ol!'' diye bağırıyordum. ''Öldüreceksin çocuğu!''

Ama o kendine gelecek gibi durmuyordu. Burak'ın yüzündeki kanı fark ettiğim zaman kat kat korktum.

Arkasından yaklaşıp tüm gücümle kollarımı boynuna dolarken, ''Lütfen,'' diye fısıldadım. ''Öleceğim korkudan. Yalvarırım dur artık.''

Dudaklarımdan bir hıçkırık dökülürken Mete hemen ayağa kalktı ve gözlerini gözlerime sabitledi. Burnundan akan kanı gördüğümde benim de canım acımıştı.

''Sakin ol,'' diye fısıldadım sonunda.

''Ulan çocuk!'' Bora'nın sesini duyduğumda başımı sola çevirdim. Bir çocuğun üstündeydi ve yumruk atıyordu ama o da dayak yemişti. ''Zaten acıkmışım! Bir de seninle mi uğraşacağım?''

Bakışlarımı tekrar Mete'ye çevirdiğimde burnundan akan kanı sildi. Burak'ın da kaşından ve burnundan kan geliyordu. Mete ayağa kalkıp Burak'ı tişörtünün yakasından kavrayıp yukarı kaldırdı.

''Bir daha,'' dedi normal ses tonuyla. ''Bir daha asla seni Defne'nin yanında görmeyeceğim.''

''Bu iş burada bitmedi,'' dedi Burak dişlerinin arasından.

Mete onu sertçe yere itince yemen öne atıldım ama o, Burak'a vurmadı. ''İşin benimle bitmedi ama Defne'yle bitti. Bunu aklına kazı!''

''Sana ne lan?'' diye bağırdı Burak. ''Sen kimsin de karışıyorsun?!''

''Karışıyorum lan, karışıyorum! Buna alış! Çünkü bu kız benim!''

Mete'nin söylediği şey, herkesin dikkatini çekmişti. Beni itiraf yükünden kurtarsa da, diğerlerinin bu şekilde öğrenmesi pek hoş olmamıştı.

''Pardon?'' dedi Bora çocuğu dövmeyi bırakıp.

''Defne bu ne diyor?'' dedi Su. Şaşırdığını ses tonundan bile anlamıştım.

''Bir dakika, şimdi siz...'' diyecek oldu Elif ama sorusunu tamamlamadı.

''Ne demen senin lan?'' dedi Çağatay gözleri kocaman açılmışken.

Mete sorulan soruları umursamadan, ''Bir daha asla,'' diye uyardı Burak'ı. ''Kendi iyiliğin için.''

''Çıkıyor musunuz yani?'' dedi Sıla.

''Kızlar sakin olun,'' dedi İrem. ''Defne zaten açıklayacaktı.''

''Sen de mi biliyordun yani?'' dedi Su. Sesi öfkeli gibi değil de, şaşırmış gibiydi.

''Okula gittiğimizde anlatacağım demiştim,'' dedim cılız sesimle.

''En iyisi şimdi gidin,'' dedi Arda, İrem'e. ''Tartışacağınız konular var sanırım.''

Bakışlarımı Mete'ye çevirdiğimde dudakları, güven vermek ister gibi hafifçe kıvrıldı. Ben de ona o şekilde baktıktan sonra kızların yanına ilerledim.

''Gençler biz de gidiyoruz,'' dedi Arda. ''Yorucu bir gün oldu.''

-----

Zıbarma Yeri 1'de, yatağımda bağdaş kurmuş bir şekilde otururken, hatalı bir çocuk gibi başımı önüme eğmiştim. Hava çoktan kararmış, uyuma vakti gelip çatmıştı. Aklıma bu gün olanlar geldikçe kalbim boğazımda atıyordu. Kızlar da yatağımda oturmuş, anlatacaklarımı dinliyorlardı.

''Tüm gerçekliğiyle anlat,'' dedi İrem sakince.

Birkaç saniye düşünüp, kafamda cümlelerimi toparladıktan sonra ''Nasıl ve ne zamandan beri olduğu hakkında pek bir fikrim yok. Şu an çıkmıyoruz zaten,'' diyebildim.

''Ne zamandan beri var bu durum?'' dedi Sıla.

''Bora'yla yemek yarışı yaptığınız geceden beri,'' dedim gerilerek.

Sıla, ''Ebenin örekesi!'' diye tepki gösterince, Su kızın ensesine bir tane yapıştırdı ve bu gergin olan ortamı biraz yumuşattı.

''Kızım ben sana 'Ebelere laf yok.' demedim mi?'' dedi Su. ''Her neyse, cidden bayağı zaman geçmiş.''

''Aslında o kadar değil be,'' dedi Elif. ''Sonuçta saatinde size yetiştiremezdi ya.''

''Ben dakikasında söylerim lan,'' dedi Su karşılık olarak. ''Hay dilimi eşek arısı soksun! Ben de arkadaşlarımın benden gizlisi saklısı olmaz, diyordum.''

''Öyle değil. Kuzey Erkeklerinden hangisini seviyorsunuz? Hangisine karşı sempati duyuyorsunuz? Hiçbirine. Sizin nefret ettiğiniz birinden hoşlanıyorum ve bunun ne kadar iğrenç bir durum olduğu hakkında hiçbir fikriniz yok,'' diyerek kendimi savundum. Bir an bakışları yumuşadı. O an, her şeyin İrem'in dediği gibi olduğunu fark ettim. Bana kimse Mete'yle aramda olanlar için kızmamıştı. Onlardan bir şey sakladığım için öfkeliydiler.

''Başta ben de öfkelenmiştim,'' dedi İrem. ''Ama sonradan düşününce anlayışla karşılıyorsunuz. Sürekli Kuzey Erkeklerini sevdirmeye çalışmıştı, hatırlasanıza.''

''Evet,'' dedi Sıla. ''Bir ara yanıma tavukla gelip bir şeyler söylüyordu ama çok hatırlamıyorum.''

''Çünkü dinlememiştin,'' dedim. ''Hayvan gibi tavuk yemekle meşguldün.''

''Doğru,'' diyerek onayladı. ''İrem'in dediği gibi, ben çok kızılacak bir durum olduğunu düşünmüyorum, hanımlar. Bu geri zekalı sadece bizi kaybetmekten korkmuş.''

''Şimdi bu koca yüreğimle seni affediyorum,'' dedi Su. ''Ama bir daha asla bizden bir şey saklama.'' Başımı onaylar gibi salladım.

''Yani sizin için sorun değil mi?'' dedim kaşlarımı kaldırıp.

''Onunla öpüşecek olan biz değiliz,'' diyerek güldü Elif. ''Sen Mete konusu için kimseyi kafana takma.''

''Sahi,'' dedi İrem öne atılıp. ''Seni öptü mü?''

Sonunda tüm detayları anlatabileceğim o anın geldiğinden artık tamamen emindim. Yüzümde, arkadaşlarımdan bir şey gizlemek zorunda olmamanın verdiği mutluluk yüzünden bir gülümseme oluştu. Başımı onaylar gibi salladım.

''Anlatsana?'' dedi Sıla hevesle.

''Kanka bir öpüşü var,'' diye daldım lafa. ''Sanki köpek su içiyor.''

''Belli zaten,'' dedi İrem dudaklarıma bakarken. ''Ben de diyorum bu çatlaklar nasıl düzeldi!''

İstemeden bir elimle dudaklarımı kapatıp kahkaha attım. İrem'in olgunluğu, sanırım bu konular açılıncaya kadardı.

Yaklaşık yarım saat benimle dalga geçtikten sonra sonunda uyumama izin vermişlerdi. Herkes yataklarına gittiğinde uyumadan önce Mete'ye mesaj attım.

Gönderilen: Mete

Mesaj: Sanırım artık resmi olarak sevgili olmamız için bir engel yok.

Hemen ardından aklıma Çetin'in de merak ettiği geldi ve ona da bir mesaj yazmak için telefonun ekranına dokundu parmaklarım.

Gönderilen: Çetin

Mesaj: Her şey düzeldi. Kızların haberi var ve bana kızmadılar. Umarım Mete de çok zor durumda değildir.

Ardından telefonumu şarja koyup yorganın içine girdim. Güneşli havanın ardından, soğuk bir haftayla karşılaşacaktık. Her şeyi iyiydi. Artık mutlu olacaktım. Babam hayatımdan def olmuş gitmişti. Annemle bağlarımız git gide kuvvetleniyordu. Mete ile aramız iyiydi. Kızlar onu öğrenmiş ve bana kızmamıştı.

Tüm yaşadığım üzüntüler bitmişti. Artık mutlu olacaktım.

---

''Koğuş kalk!''

Bu sabah o kadar uykum vardı ki, İrem'e sitem bile edememiştim. Fakat kızlardan ''Beş dakika daha!'' diye seslerin yükseldiğini duyabilmiştim.

''Kızlar hatırlatırım,'' diye bağırdı İrem. ''Bu gün Gizem Hanım'a sürpriz yapacaktık.''

Gözlerim istemeden aralandı. Doğru ya! Dün öğretmenler günüydü ama hafta sonu olduğundan bazılarımız okulda değildi. Bu yüzden bu gün kutlama yapmaya karar vermiştik. Büyük salonu balonlarla süsleyecek, aldığımız pastaları tüm kızlara dağıtacaktık. Doğum günü kutlar gibi olmuştu ama güzel bir şey ortaya çıkacaktı. Herkes elinden geldiği kadar bir şeyler koymuştu ortaya. Aslında sürpriz sadece Gizem Hanım için değildi ama genel olarak onun için heyecan yapmıştık. Bizim için en çok başını ağrıtan insan oydu.

Hızla yataktan kalkıp yorganı ayaklarım yardımıyla ittim ve gözlerimi ovuşturdum. Ardından diş fırçamı ve tarağımı alıp hızla banyoya doğru ilerledim. Fakat tuvaletin kapısına yaklaşık on adım varken, Sıla ile karşı karşıya geldik. Birden bire ortam gerildi. İkimizin de tuvalete ilk önce girmek istediğini fark ettim.

Birbirimize gözlerimizi kısmış bakarken, kapıya doğru küçük adımlar atıyorduk. Sonunda tüm gücümü kullanarak tuvaletin kapısına koştuğumda, o da koşmaya başladı ama tuvalete girmeyi başaran ben olmuştum.

Kapıyı kapatıp kilitlediğimde Sıla'nın kapıyı yumruklayıp, ''Yoluk! Seni yiyerek öldüreceğim!'' diye bağırışlarını duymazdan geldim.

Lavaboda işimi bitirdikten sonra, Sıla beni hızla itip, içeri girdi. Çişi öfkesini unutturacak kadar çok olmalıydı. Gülümsemeden edemedim.

Yatağımın yanındaki dolabın karşısına geçip ilk önce okul gömleğimi çıkardım ama kirlenmişti. Bu yüzden beyaz bir tişört ve okul eteğimi çıkardım. Gömleği sonra yıkardım.

Tişörtü üstüme geçirdikten sonra siyah çorabımı ve eteğimi altıma geçirdim. Ardından siyah botlarımı ve kapüşonlu hırkamı giydim.

Saçlarımı geriye atarken bakışlarım Elif'e çarptı. Yatağında oturmuş saçlarını taramakla meşguldü. Ellerimi ceplerime sokup yanına ilerledim.

''Selam,'' diyerek gülümsedim. Ardından yatağı gösterip, ''Oturabilir miyim?'' diye sordum. Başını onaylar gibi salladı.

''N'aber?'' dedi hafifçe gülümseyerek.

''Aslında ben de tam onu soracaktım,'' dedim. Bana anlamamış bakışlarla bakarken, ''Bir şeyler var sende,'' diyerek kendimi açıkladım.

''Ne gibi?'' diyerek hafifçe gülümsedi.

''İşte onu sen söyleyeceksin.''

''Sana öyle gelmiş, gayet iyiyim.''

''İnanmıyorum.''

''Bu senin sorunun,'' diyerek sert çıkışınca kaşlarımı şaşkınca kaldırdım. Mete bir yerde haklıydı. Ne zaman birine değer verip, onların iyiliğini düşünsem ve yardım etmeye çalışsam, terslenen ve üzülen ben oluyordum.

''Peki,'' dedim kırgınlıkla. ''Ne yaparsan yap.''

Tam kalkmış, arkamı dönmüşken, ''Defne,'' diye seslendi Elif. Bakışlarımı ona çevirdim. ''Özür dilerim, cidden. Sadece biraz moralim bozuk.''

Derin bir nefes verip tekrardan yerime oturdum ve bir şeyleri anlatmasını ister gibi baktım. ''Anlatabileceğim bir şey olsa, inan anlatıp kurtulmak isterim. Fakat maalesef değil.''

Başımı anladığımı gösterir gibi salladım. Zorlamanın çok mantığı yoktu.

''Peki, anlatmak istersen ben buradayım,'' dedikten sonra kalkıp yatağımın yanına gittim. Yatağımın altından çantamı aldıktan sonra, dolabımdaki iki defteri çantama attım. İhtiyacım olan diğer kitaplar sınıftaki dolabımdaydı.

Çantamı sırtıma takıp çıkışa doğru ilerledim. O sırada yanıma Su gelmişti.

"Bu gün çok güzel olacak. Gizem Hanıma da iyi gelir," dedi gülerek.

Başımı olumlu anlamda salladım. Hevesli gibi görünmek istiyordum ama aklım Elif'e takılmıştı. Umursamaz gibi duruyordum ama umursuyordum. Söz konusu arkadaşlarım olunca onları merak etmeden edemiyordum.

"İyi misin sen?" dedi Su kaşlarını çatıp. Sanki bende bir değişiklik olduğunu anlamıştı.

"Sorun yok ya," diyerek gülümsedim. "Aklım Elif'te kaldı sadece. Sanırım bir sorunu var."

Başını onaylar gibi sallarken, "Ben de bir şeyler olduğunu fark ettim," dedi. "Belki ailevi sorunları vardır. Sen de çok üsteleme. Her neyse, Mete ile konuştunuz mu?"

"Dünden beri konuşmadık. Mesaj attım ama dönmedi. Acaba o ne yaptı? Benim kadar tepki almış mıdır?" dedim merakla. Aslında dün aramak içimden gelmişti ama arkadaşlarıyla konuştuğunu düşünüp aramamıştım.

''Onlar erkek,'' dedi Su. ''Bu tarz şeyleri çok takmazlar, korkma.''

''Maşallah, sen de uzman gibi konuşuyorsun,'' diye mırıldandım gülerek.

''Uzman olmaya gerek yok ki,'' dedi Su. ''Yani bu tarz şeylerle çok ilgileneceklerini sanmam. Her neyse, sen benle gel de büyük salonu süsleyelim.''

''Dersten sonra da halledebiliriz.''

''Halledemezsiniz,'' dedi İrem birden yanımızda belirip. ''O salona 'Büyük' dememizin bir nedeni var, Defne. Her yeri süslemek uzun zaman alır.''

''O zaman her yeri süslemeyelim?'' diye bir öneride bulundum. ''Sadece göz önünde olan yerleri süsleriz biz de.''

''Ay bir kere işten kaçmayın,'' dedi İrem azarlar gibi. Nefesimi vermekle yetindim. Bu iş bize kitlenmişti ne yazık ki. Şimdi nasıl bir öneri yaparsak yapalım, kabul edilmeyecekti.

''Tamam tamam,'' dedi Su. ''Çok vaktimizi almadan bitiririz umarım.''

3 Saat Sonra

''O balonu çok fazla şişiriyorsun. Dikkat et patla-'' Fakat lafımı bitirmeden Su'yun şişirdiği balon patlayınca, Su tepki olarak yerinde zıpladı.

''Vallahi yeter ya,'' diye söylendi Su. Saatlerdir, beş dakikada bir bıktığını, hayattan bezdiğini söyleyip duruyordu. Bu, bir yerden sonra cidden sinir bozucu olmaya başlamıştı.

''Su bence de yeter,'' dedim elime bir balon alırken. ''Kurbanın olayım Su, sus artık.''

''Ben sussam yüreğim susmaz Defne.''

''Ay çenen sussun bana yeter!''

Bana cevap vermek yerine gözlerini devirip yeni bir balon almaya koyuldu. Neredeyse her yeri balonlarla süslemiştik. Aldığımız hediyeleri de büyük salonun ortasındaki sehpaya koymuştuk. O sehpanın yanında, yerde oturup balon şişiriyorduk. Hediye konusunda biraz ucuza kaçmak zorunda kalmıştık ama öğrenci insandık sonuçta! Buna şükretsinler, diye geçirdim içimden.

''Defne?'' Su'yun sesini duyduğumda kafamı kaldırıp ona baktım. ''Benim çıkışta bankaya uğramam gerekiyor. En sevdiğim kardeşim, beni idare eder, değil mi?''

''Eder herhalde, İrem'e sor,'' dedim sinsi sinsi sırıtarak.

''Ay İrem kimmiş senin yanında?'' dedi yanıma emekleyerek gelirken.

''Su, kime işin düşse en değerli kardeşin o oluveriyor vallahi.''

''Annem bu gün para yollayacaktı. Bankalar kapanmadan hemen gidip şeyi şey edeyim,'' dedi yalvaran ses tonuyla.

''Tamam tamam,'' dedim hafifçe gülerek. ''Sen o şeyi şey et, ben de şeyi şey ederim, hep birlikte şey ederiz.''

Ellerini birbirine vurduktan sonra, kollarını boynuma dolayıp ''Canım arkadaşım!'' diye gülümsedi.

Bu Sırada Kuzey Erkekler Okulu

Bora Kızılay

Herkes spor salonunda toplanmış, öğretmenler günü için yaptığımız küçük sürprizi sergiliyorduk. Kahkaha sesleri o kadar yüksek çıkıyordu ki, bir an bizi İtalya'dan duyabileceklerini düşündüm.

Tek bir kişi gülmüyordu, o da Çağatay'dı. Hoş, onun yerinde kim olsa üzgün olurdu ya, neyse.

Sarışınlara olan düşmanlığından dolayı onu en bilinmiş sarışınlardan Marilyn Monroe'nun kılığına sokmuştuk. Başta her ne kadar itiraz etse de, herkes ısrar edince aramızda kalacağı için kabul etmişti.

Şimdi ise The Seven Year İtch filminde, Marilyn Monroe'nun o eteğinin uçuştuğu meşhur sahneyi canlandırıyorduk. Fakat imkanlarımız biraz kısıtlı olduğundan, Çağatay'ın eteğini tuttuğum vantilatörle havalandırıyordum.

''Çağatay biraz cilveli ol yavrum,'' diye seslendi Mete bir eliyle gözünden gelen yaşı silerken.

Çağatay somurtmuş, uçuşan eteğini takmadan baston gibi dikiliyordu. Vantilatörün yerini değiştirmem, Çağatay'ın eteğinin daha çok uçuşmasına neden oldu. Çağatay cilveli bir tavırla olmasa da elbisesinin eteğini tutunca, ben dahil herkes gülmeye başladı.

''Bora sen ne görmek istiyorsun?'' diye bağırdı Çağatay. Saha çok kahkaha atılmasına neden olmuştu. ''Bana halleniyorsan söyle de bileyim!''

''Aslında her şey ilk kez futbol oynadığımız zaman başladı,'' dedim romantik bakışlar atarak. ''Topu kapman, o koşuşun, o topu o kaleye çakışın... O an dedim ki: 'Ne güzel çakıyor...' ''

"Çok romantikmiş cidden," dedi Arda sahte bir hayranlıkla.

Vanltilatörü biraz daha hareket ettirdim. Çağatay da bana söverken eteğini örtmeye çalışıyordu.

İrem Doğan

Öğretmenler orasına öyle bir dalmıştım ki, birden tüm gözler bana çevrilmişti. O şekilde girdiğim için biraz endişelenmiş olmalılardı. O an fark ettim, bunlara ne diyeceğimi hiç düşünmemiştim.

''İrem ne oldu?'' dedi Sevgi öğretmen.

''Hocam büyük salonda çok fena kavga oldu,'' dedim aklıma gelen ilk şeyi söyleyip. ''Baya büyük hem de. Hepiniz gelirseniz ancak ayırabiliriz.''

''Siz kavga etmezdiniz, ne oldu?'' dedi Münevver hoca yerinde kalkarken.

''Ben de bilmiyorum ki,'' diyerek geçiştirerek diğerlerinin de kalkmasını izledim. Hep birlikte koşar adımlarla büyük salona doğru ilerledik.

Sıla Yüksel

''Hocam koşun, Defne'nin kafası kopmuş!'' diyerek Gizem Hanımın odasına daldığımda, Gizem Hanım bilgisayarının başındaydı. Gözleri beni bulduğunda, onları hafifçe kıstı ve bir şey anlamamış gibi bakışlar attı.

Kabul, biraz saçma bir bahaneydi ama aklıma dikkat çekecek başka bir şey gelmemişti.

''Sıla ne diyorsun?'' dedi Gizem Hanım ben onun yanına koşarken.

''Yani kopmuş kadar olmuş hocam,'' dedim koluna girip çekiştirirken. ''Gelin neler olmuş bir bakalım.''

Gizem Hanım bir şey anlamamış gibi görünürken, onu sürüklememe izin veriyordu.

''Bir şeyler mi karıştırıyorsunuz?'' dedi kaşlarını çatıp.

''Hocam biz hiç öyle bir şey yapar mıyız?'' dediğimde bir kaşını kaldırıp gülmemek için kendini zor tutar gibi bir ifade belirdi suratında. ''Yani yaparız ama şimdi yapmıyoruz,'' diyerek bir düzeltme yaptım.

''Umarım dediğin gibi bir şey yoktur,'' dedi Gizem Hanım.

''Yok yok,'' dedim gülerek. ''Siz hiç merak etmeyin.''

Defne Çınar

Dersler bittiğinde, açıkçası biz de bitmiştik. Zil çalar çalmaz Su çantasını kapmış, ''Kanka sen şey edersin,'' diyerek büyük salondan çıkmıştı.

Ben ise tek başıma beklerken telefonumu kurcalamaya başladım. Birazdan öğretmenler doluşacak olmalıydı. Biraz heyecanlanmıştım.

İnternet'te gezerken bir arama geldiğini görmek kaşlarımı çatmama, arayan kişinin Mete olduğunu görmek ise heyecandan ölecek kıvama gelmeme neden oldu.

''Alo?'' diyerek telefonu kulağıma götürdüm ama, elimi yeşil tuşta kaydırmadığımı fark etmiştim.

"Ulan ben diyorum başkasının iç sesi olayım diye!" diyerek azarladı beni iç sesim. "Neden İrem'in iç sesi değilim ki!"

''Alo?'' dedim telefonu gerçekten açınca.

''N'aber?''

''İyiyim, sen?''

''Merak etseydin arardın,'' dedi ama ses tonundan bile güldüğünü hissedebiliyordum.

"Trip atan erkek yapmışlar, hiç olmamış."

"Sadece şaka yapıyorum."

''Akşam arayacaktım. Yani belki konuşuyorsunuzdur di-''

''Sorun etmediler,'' diyerek sözümü kesti. ''Bizimkiler, sizinkiler kadar anlayışsız değil. Baksana, bir şey soracaktım. Şu geçen babanın karşılaştığın çocuk var ya, hâlâ görüşüyor musunuz?'' Bu soruyu sorması beni çok şaşırttığından, ilk birkaç saniye ne diyeceğimi şaşırmıştım.

''Evet,'' dedim. ''O benim çocukluk arkadaşım. Elbette görüşüyoruz. Nereden çıktı?''

''Hiç,'' diyerek geçiştirdi. ''Ne kadar yakınsınız?''

Ve Su'yun bahsettiği o kutsal gün gelmişti... Kıskançlık. Söyledikleri zihnimde yankılandı: ''Bazıları avını ürkütmemek için yavaş yavaş yürüyor. İlk önce önemsiz sorular sorup, kıskandığını belli etmiyor. Başta önemsemiyorsun ama bu onlara arkadaş ilişkilerine karışma cesareti veriyor. Sonra iş kıyafete karışmaya kadar uzanıyor. Sonra sen de 'E sikerim ama!' diyerek isyan edip tekmeyi basıyorsun. Mutlu son...''

''Çok yakın değiliz, ama çok mesafeli de değiliz. Normal arkadaş işte.''

''Anlıyorum,'' dedi insanı tedirgin eden ses tonuyla. ''Neyse, bunu sonra konuşuruz.'' Tam o sırada, kapıdan gelen ayak seslerini duydum.

''Aslında sonra konuşsak iyi olur çünkü kızlarla öğretmenlere bir sürpriz hazırladık ve bizimkiler geliyor,'' dedim. Aslında uzun uzun konuşmak istediğimi, telefonu kapatmadan saniyeler önce fark etmiştim.

''Anlıyorum, görüşürüz.''

Telefonu kapattıktan sonra, önde Gizem Hanım, yanında diğer öğretmenlerle birlikte büyük salona daldılar. O sırada, hepimizin bağırarak aynı kelimeyi söyledik:

''Sürpriz!''

Su Erdem

Bankadaki rahatsız edici sandalyelerden birine oturmuş, sıramı beklerken içimde tarifi imkansız bir mutluluk vardı. Sonunda, hayat enerjim olan alışverişi yapmak için annem para yollamıştı. Ama ne acıdır ki, bu hafta sonunu beklemek zorundaydım.

Dışarıdaki bankamatik arızalı olduğundan paramı içeriden almak zorundaydım. Sıranın bana gelmesinde daha çok olduğunu düşünüp, telefonumu çıkarıp oyalandım biraz. Fakat biraz abartmışım ki, benim sıram gelmiş, hatta üç kişi bile alınmıştı.

Hemen oturduğum sandalyeden kalkıp, numarama en yakın olan masanın önüne geçtim. Genç bir çocuk olduğunu tahmin ettiğim birisi, masaya kollarını koymuş ve gişedeki kadınla bir şeyler konuşuyordu.

''Affedersiniz,'' dedim elimi çocuğun sırtına koyup. ''Benim sıram geçmiş de.''

Çocuk bana arkasını döner dönmez şansıma bir kez daha sövdüm. Tanıdığım için her gün yas tuttuğum, idam edilmesi için dilekçe yazmaya çabaladığım çocuk karşımdaydı.

Çağatay bana gözlerini kısıp baktıktan sonra, ''Sana boşuna 'aptal' demiyorum, sarışın. Daha kendi sırana bile sahip çıkamıyorsun.''

''Tamam işte,'' dedim hakaretlerine aldırmadan. ''Azıcık kibar ol da çekil şuradan.''

Sağ tarafına geçip, onu kolumla itmeye çalıştım ama yerinden bile oynamadı Allah'ın gorili.

''Evladım çekilsene şuradan,'' diyerek lafımı tekrarladım. Başımı sola çevirip, alttan bir bakış attığımda yüzündeki eğlenir ifadeyi görmek beni öfkelendirmişti. Biraz daha sert itmeye çalıştım ama yine yerinden oynamamıştı.

Biraz daha sert ittiğimde ise, bir adım geri atıp yere yapışmamı sağladı. Birkaç kişinin bana güldüğünü bile görmüştüm. Başımı yana çevirip sarışın düşmanına baktığımda ise, kahkaha atmaktan ölmek üzereydi.

Kızardığımdan emin olmuş bir şekilde kalkarken gişedeki kadının, ''Gençler başka yerde kavga edin,'' diye seslendiğini duydum.

Etrafıma baktığımda hâlâ birkaç kişinin güldüğünü görebiliyordum. İçlerinde yaşıtlarım bile vardı. İkide bir bu çocuk yüzünden kısmetim kapanıyordu.

Derin bir nefes alıp, daha fazla rezil olmak istemediğime karar verdim. Sol tarafından geçip gidecekken, sola doğru bir adım atıp yolumu kesmeye çalıştı ama elimin tersiyle göğsüne bir tane geçirip, önceki oturduğum sandalyeye oturdum.

Sürekli benle dalga geçilmesi sinirimi bozuyordu. Sırf sarışın olduğum için dakika başı ''aptal'' damgası yemekten çok sıkılmıştım. Arkadaşlarım söylüyordu ama onlar ciddi değildi. Bu çocuk, onu ne zaman görsem hakaret ediyordu. İşin kötüsü de, artık cidden kendimi aptal gibi görüyordum.

Bacak bacak üstüne atıp, kollarımı kavuşturmuş, öylesine boşluğa bakıyordum. Solumda oturan kız, sırası gelince kalkmıştı. Saatime baktım, mesainin bitmesine yaklaşık yarım saat kalmıştı. Derin bir nefes verip boşluğa bakmaya devam ettim. Çağatay da birazdan giderdi ve eminim, ondan sonra gelen kişi daha anlayışlı olurdu.

Beni sola bakmaya çeken neydi bilmiyorum ama sol tarafıma baktığımda, Çağatay'ın yanımdaki sandalyeye oturduğunu gördüm.

Tam çantamı alıp kalkacaktım ki, elimi kavrayıp aşağı çekmesi tekrar oturmama neden oldu. Arkama yaslanıp eski pozisyonumu aldım. O kadar kırılmıştım ki, paramı çekmek çok da önemli gelmiyordu.

''Öfkeli misin?'' diye sordu. Ona bakmadım. Hem insanları kırıp, hem telafi etmeye çalışıyor gibi görünmesi sinir bozucuydu.

''Hayır,'' dedim ama bakışımın bile tersini iddia ettiğinden emindim.

''Allah'ın bildiği kuldan saklanmaz Su,'' dedi yine dalga geçerek.

''Doğru söze ne denir? Ben de aptal olduğumu düşünmüyor değilim.''

''Bekle, cidden mi öfkelendin?'' Cevap vermek yerine derin bir nefes aldım. ''Sadece sinirini bozmaya ça-''

''Bak,'' dedim gözlerine bakıp. ''Senin ne yapmak istediğin umurumda değil, tıpkı hislerimin umurunda olmadığı gibi. Şimdi izin verirsen, gidip paramı almak istiyorum.'' Tavrım onu o kadar şaşırtmıştı ki, yüz ifadesi neredeyse gülümsememe neden olacaktı.

Bir süre ne diyeceğini kafasında tartıyor gibi bir hali vardı. Ardından, ''Ben hislerini önemsemeyen anlayışsız biri değilim,'' dedi sonunda. ''Ve... Bunu söylediğim için pişman olacağım ama bazen aslında aptal olmadığını düşünüyorum.''

Bir süre ciddi olup olmadığını sorgular gibi baktım suratına. Samimi görünmesi beni oldukça şaşırtmıştı.

''Bu yüzden mi dakika başı hakaret ediyorsun?'' dedim kaşlarımı kaldırarak.

''Sadece içimden sana hakaret etmek geçiyor.'' Gözlerimi devirdim. Bu çocuğun bana karşı bir iyi, bir kötü davraması sinirimi bozuyordu. Yerimden kalktığımda o da kalktı.

''Çağatay bence benimle daha az muhatap olsan daha mutlu olacağım. Cidden, sıkılmaya başlıyorum. Benden hoşlanmadığını biliyorum ama aşağılaman cidden sinirimi bozuyor. Nefretini diğer Güney Kızlarına göster.''

''Aslında sana göstermek daha iyi.'' Ardından gözleri hafifçe açıldı. ''Yani nefretimi.''

''Allah'ın ergeni!'' diye söylenirken bankadan çıkmak için adımlarımı kapıya çevirdim. Paramı daha sonra alabilirdim. Çağatay'ın peşimden geldiğini görmek cidden daha çok sinirlenmeme neden olmuştu. ''Çocuk bir defol git! Sinek gibi yapıştın!'' diyerek tepkimi gösterdim.

Tam o sırada, bankanın kapısından siyahlarla kaplı iki kişi içeri daldı. Yüzlerini göremiyordum, çünkü kar maskesiyle gizlemişlerdi. Hemen ardından o meşhur söz söylendi: ''Kimse kımıldamasın! Bu bir soygundur!''

''Ay sahi mi? Biz de güne geldiniz sanmıştık!'' diyerek dalga geçtim. Adamların yüzlerini görememiştim ama gözlerinden şaşırdıkları belli oluyordu.

''Su,'' dedi Çağatay diğerleri gibi ellerini kaldırırken. ''Bu ciddi bir durum.''

O an fark ettim, banka cidden soyguna uğruyordu! Allah'ım, sen yardım et...

''Sıçtık,'' diye mırıldandım ellerimi kaldırırken. Sanırım durumumuzu açıklayacak en iyi kelime buydu.

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 28.5K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
Eftalya By esmaa

Teen Fiction

430K 21.3K 24
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
769K 52.9K 34
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...