KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.6M 299K 182K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!

63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."

23K 2.6K 1K
By DuruMavii

Selam

Size Kızıl Gece ile ilgili muhteşem bir sürprizim var. Hayır, üçüncü kitap henüz çıkmıyor. Sürpriz, çok daha fazla içinizi ısıtacak bir şey. İnanılmaz heyecanlıyım. Çok yakında burada açıklayacağım.


Duman ~ Beni Yak

Mabel Matiz~ Sarışın

Keyifle okuyun.
🖤

🖤

“Onu gördüm. Ona yakından baktım ve dokundum. Teni pamuk gibiydi. Gözleri, konuşması… Ön süt dişinin hafif yamuk olduğunu ve çok tatlı göründüğünü biliyor muydun?”

Mirel ve Mestan’a ait evin arka tarafında bulunan kamelyada oturuyorduk. Gece aynı saatlerde eve dönmüştük ve o dakikadan beri buradaydık. Ne kadar geçtiğini bilmiyordum ama sabah olmak üzereydi. Serindi. Üzerimizde ince bir pikeyle Biran’ın kollarında uzanıyordum.

“Yaşıtlarına göre oldukça uzun. Neredeyse altı yaşında görünüyor. Üzerinde mavi bir gömlek vardı. Nasıl yakıştığını bir görmeliydin…”

Biran sessizlik içinde yalnızca beni dinlerken, uzunluğu iki santimi geçmeyen saçlarına dokundum. Onda özlediğim kalın ve parlak buklelerini oğlum da görmüştüm.

“Sana o kadar benziyordu ki sadece üç yaşında olmasına rağmen bir an karşımdakinin sen olduğunu sandım.” Burnum sızlıyordu ama gözlerimin dolmadığını biliyordum. Buna rağmen Biran baş parmağını gözün altına yerleştirdi ve oradaki hayali gözyaşlarını sildi. “Biran, onu çok özledim…”

Kaşları acı bir ifadeyle düşerken, alnını alnıma yasladı. “İste, şimdi getireyim bebeğimizi.” Göz kapakları usulca safir mavilerini örterken, dudaklarını alnıma bastırdı. “Üzülme, üzülmene dayanamıyorum. Bir şey söyle yapayım. Ne olursa…”

Avucumu sakallarına yasladım. Belki saçları değil ama çok sevdiğim sakalları hala buradaydı. “Şimdi değil. Bu çok acı ama beni tanımıyor, başka bir düzeni var. Onu düzeninden öylece koparamayız. Önce bana alışmalı…”

“Uzun süreceğini sanmıyorum.” Kolunu pikenin altından belime uzatıp beni kendine çekerken, burnu boynum boyunca kaydı. “Aslında seni paylaşmayı hiç istemiyorum ama…”

Daha aşağı inmeye hazırlanan elini tuttum ve uykusuzluktan şişen gözlerine baktım. Aynı durumda olduğumu biliyordum. “Neden biraz uyumuyoruz?”

“Uyumak mı?” Kesinlikle memnun olmamıştı. “Daha cazip bir teklifin yok mu?”

Gözlerimi kapatırken, gülümsedim. “Biran, nerede olduğumuzun farkında değil misin? Evimizde değiliz.”

“Ev…” Başımın üzerinden öptü ve başını koydu. “Hayır, bebeğim. Artık evimizdeyiz.”

*
Gözlerimi açtığımda kendimi evin içindeki koltuklardan birinde buldum. Tıkırtı seslerine başımı çevirdiğimde Mirel’in mutfakta bir şeyler hazırladığını gördüm. Üzerinde siyah geceliği vardı ve saçları kalemle gelişigüzel toplanmıştı. Yattığım yere doğrulurken, sesli bir şekilde boğazımı temizleyerek uyandırdığımı bildirdim.

Başını omzunun üzerinden bana çevirdi. Dudakları gülümseyip gülümsememek arasında gidip gelirken, “Günaydın.” dedi. “Biran ve Mestan çıktı. Az sonra geri dönerler. Acıktın mı?”

“Günaydın.” Eskisi gibi değildi ama en azından karşısında bir insan varmış gibi konuşuyordu. “Nereye gittiler?”

Başını tezgaha çevirip her ne doğruyorsa devam etti. “Geldiğinde öğreneceksin. Odama geçip duş al, yatağa senin için temiz kıyafetler bıraktım.”

Ayağa kalktım. Yönlendirdiği odaya ilerken kısa bir an için duraksayıp “Sağol.” dedim. Hafifçe başını salladı.Ona sarılmak istiyordum, tıpkı oğluma ve diğerlerine olduğu gibi… Ancak ne oğluma ne de diğerlerine henüz uzanamamıştım.

Sıcak ve kısa bir duşun ardından Mirel’in benim için bıraktığı dar kesim siyah kot pantolonu giydim. Üzerine aynı renk, dar bir bluz ve deri görünümlü bir ceket bırakmıştı. Benim için ayarladığı çamaşırlar bile simsiyahtı. Şaşırmamıştım çünkü Mirel’i farklı bir rengin içinde pek az görmüştüm. O kesinlikle koyu rengin kadınıydı. Saçlarımı kuruladıktan sonra ortadan ikiye ayırdım, taradım ve öylece bıraktım. Çok az uyumama rağmen fena görünmüyordum. Yine de kuruyan tenime Mirel’in kreminden bir miktar yedirdim. Odadan çıktığımda Biran karşımda duruyordu. Elinde ise büyük, pirinç bir anahtar vardı.

“Merhaba.”

Gözümü anahtardan ayırmadan karşılık verdim. “Merhaba. O elindeki nerenin anahtarı?”

Gülümsedi ve anahtarı tutan elini bana uzattı. “Kendin öğrenmeye ne dersin?”

Dış kapıdan içeri giren Mestan’dı. “Araba hazır, gidebilirsiniz.”

Biran’ın elini tuttum. “Sabırsızlanıyorum.”

Kapıdan çıkarken Mirel arkamızdan seslendi. “Akşam ziyaretinize geliriz. Tabii müsait olabilirsiniz.”

Mirel’in ne söylemeye çalıştığını bilmiyordum ama arabaya bindiğimizde geri dönmek yerine tepeye doğru ilerledik. Solumuz uçurum, önümüz ise seyrek ağaçlı bir ormandı. Bol çukurlu yollardan geçerken, sürekli sallanıyordum ve iki kez sormama rağmen Biran’dan nereye gittiğimizi öğrenememiştim.

“Tamam, buldum. Kesinlikle bir büyücüye gidiyoruz. Böyle bir yerde ancak büyücüler yaşar. Yoksa Dora buraya mı taşındı?”

Yalnızca gülümsedi. Ah, böyle zamanlarda kesinlikle çok sinir bozucu oluyordu. Birkaç dakika sonra “Öğrenmek istiyorsan önüne bakmalısın.” dedi. Neredeyse tüm yol boyu üzerinde tuttuğum bakışlarımı ön cama çevirdiğimde, karşımda uçurumun kenarına inşaa edilmiş bir taş ev buldum. Yaklaştıkça gözüme ilişen detaylar kesinlikle büyüleyiciydi. İrili ufaklı kirli beyaz taşlardan yapılma evin ahşap bir çatısı vardı. Dikenli çit içerisinde değildi ama çakıl taşlarıyla belirgin bir sınır çizilmişti ve sınırın içerisinde karşılıklı iki kulçuk külübesi bulunuyordu. Tıpkı orman evinde olduğu gibi…

“Orman evi…” Aklımdan geçenler dilime dökülülürken, heyecanla arabayı durduran Biran’a döndüm. “Yoksa burası!”

Gözleri bir saniye için kapanırken, başını bir kez indirip kaldırdı. “Evet sarışın, burası bizim evimiz.”

Kapıyı açıp neredeyse aşağı atladım. Ağzım bir karış açık eve koşarken, üzerine bastığım çakıl taşları birbiri ardına yerden sekiyordu. Seyrek ağaçlı ormanın temiz havası ve falezlere vuran dalgaların dinlendirici melodisine hayran kalmamak olanaksızdı. Kesinlikle bir kartpostala konu olacak kadar soğuk bir güzelliği vardı. Yüzümde koca bir gülümsemeyle evin kapısına ulaştım. “İçeriyi görmek istiyorum!”

Yanıma geldiğinde, sol elini siyah keten görünümlü pantolununun cebindeydi. Sakalları bugün daha uzundu ve hiç uyumamış olmasına rağmen onun da yüzünde zerre yorgunluk yoktu. “Mümkün olduğunca çabuk hazırlanması için uğraştım ama yüzünde bu gülümsemeyi göreceğimi bilseydim, insan üstü bir güç kullanırdım.”

Kulaklarıma dolan sesi bana hala inanılmaz geliyordu. Şu an burada olmam inanılmazdı! Her şeye, tüm kırıklıklara rağmen sevdiğim adamın yanındaydım. Beni kolluyordu ve en önemlisi bana inanıyordu. Tüm bunların yanında şimdi bir de bizim için yeni de bir ev kurmuştu.

“Teşekkür ederim, her şey için… Artık evimize girebilir miyiz?”

“Gireriz.” dedi ama baktığı yer evin kapısı değil çakılla çizilen sınırın dışıydı. “Daha önce yapmam gerekeni yapacağım.”

Soru sormama zaman tanımadı. İri adımlarıyla çakıl taşlarının bittiği noktaya ulaştı ve kollarını havaya kaldırdı. Artık ne yapacağını biliyordum.

“Ulu güçler ve üç büyükler! Kızıl Gölge! Kimpras’ın yegane sahibi buyuruyor. Varlığımı bulun ve etrafımı çevreleyin. “Sesi göğe meydan okurken, bulutlar hızla başının üzerinde toplanmak için birbiriyle yarışa girdi.” Avuçlarını göğe çevirdi ve tonlarca yük taşıyormuş gibi yukarı ittirdi. “Milekje!” Başının üzerindeki kızıl bulutlar yoğunlaştı. Şimdi hepsi birer kan bulutuna benziyordu. “Milekje!” Etrafını bir toz bulutu çevreledi ve ağır ağır dönmeye başladı. Bu görüntüyü daha önce de şahit olmama rağmen tüylerimin ürpermesine engel olmamıştım.Göğe hükmü yenilendi. “Milekje!”

Evrendeki tüm detaylar liderlerini korumak için el sıkıştı. Bulutların birbirine çarpan sesi ve ani başlayan rüzgar, bana bir yerlere tutunmam gerektiğini hatırlattı. Eğildim ve hortum başlamadan birkaç saniye önce kapı kupundan sıkıca tutundum.
Hortum tüm heybetiyle gözlerimin önündeki yerini aldığında, Biran’ın gizlenme sınırlarını zihninde belirlediğini biliyordum. Hortumun savurduğu rüzgar saçlarımı yüzüme boca ederken, toz tanecikleri yüzünden gözlerimi tam olarak açamıyordum.

Lider kollarını indirdi. Sis bulutu bir kalkan gibi evimizin etrafına indi.

Bulutlar dağıldı. Hortum hiç var olmamış gibi yok olup gitti.

Yönünü bana çeviren lider Biran Nuh, bizi bir sonraki emrine kadar evrenin tüm kötülüklerinden muaf tutmuştu.

“Şimdi girebiliriz.”  Uzattığı anahtarı aldım, yuvasına taktım. Çevirirken, içimde başka bir heyecan vardı. Evet, orman evi de zamanla evim olmuştu ama burası başkaydı. Burası yalnızca bizim için kurulmuştu.

Evimize yalnızca üç basamak çıktıktan sonra ulaşılabiliyordu. “Biran…” Sesimi titreten manzara gözlerimin önüne döküldüğünde kirpiklerimi kırpıştırdım. İçeri girdiğim andan itibaren tek bir odanın içindeydim; giriş, salon mutfak hepsi kare biçimindeki büyük odanın içindeydi. Taş duvarlara ahşap zemin eşlik ederken, orta yerde üç kalın kolon vardı. Kolonların ardında ahşap dolapları ağırlayan mutfağa yer verilmişti. Ön kısmında ise karşılıklı konumlandırılmış iki krem koltuk ve aralarına serilmiş aynı renk halı vardı. Dikdörtgen biçimindeki yemek masası kolonların arasında kalarak, oturma kısmı ve mutfağın ortasında bir bölme görevi görmüştü. Üzerinde tıpkı orman evinde olduğu gibi yan yana üç tane sarı ışıklı siyah sarkıt avizelerden asılmıştı. Tüm detaylar sade, şık ve bir parça da ilkel bir görüntü oluşturuyordu.

“Burası çok güzel.” İki koltuğun baş kısmında bulunan, boyları yaklaşık iki metrelik iri yapraklı bitkilere baktım. “Şey…” Tekrar ve hızlıca etrafıma baktım, tek bir kapı bile yoktu. “Biz nerede uyuyacağız?”

Yaklaşırken,  bıyıklarının altına gizlenmiş dudaklarında serseri bir tebessüm vardı. Yanımda durdu ve kolunu belime sardı. Çenemde hissettiğim elim başımı yavaşça yukarı kaldırırken “İşte, orada.” diye gösterdi.

Vay canına, dedim içimden. Vay canına!

Yatak odamız başımın tam üzerinde olduğunu asla tahmin edemezdim. Tavanın bir bölümü, bu iş için ayrılmıştı. Buradan bakınca yalnızca  yatağın uç kısmını görebiliyordum ama daha şimdiden bu fikre hayran olmuştum.

“Oraya nasıl çıkacağız?”

Yanımdan ayrıldı ve sol duvara doğru ilerledi. Varlığını henüz farkettiğim urgan ipi çektiğinde, tavandan örgü bir merdiven sarktı. Şaşkınlığıma karşı bana omzunun üzerinden bakıp göz kırptıktan sonra Burası.” dedi. “Benim dişi kulçuğumun tırmanmayı sevebileceğini düşündüm.”

“Demek dişi kulçuk…” Yüzüne bakmadan merdivenlere ilerledim ve ilk örgü basamağa ayağımı yasladım. “Pençelerini sorun etmeyeceksen dişi  kulçuğun peşinden gelmeye ne dersin?”

Merdivenleri tamamlayıp tavana ulaştığımda, beni beyaz çarşaflarla bezenmiş geniş bir yatak; iki kapılı ceviz dolap ve bir de boy aynası karşıladı. Boy aynasının hemen yanında mini bir bar vardı; üzerinde birkaç dolu şişe, iki kadeh ve biraz atıştırmalık… Ayakkabılarımı çıkarıp, yatağın ayağına serilen bol tüylü, simetrik beyaz halıya bastım. Bileklerime kadar içine hapsederken, tüyleri tabanlarımda kaşınma hissi yarattı. Pencereler alt kısımda kaldığı için burası gündüz olmasına rağmen hafifçe loştu. Tavan, Biran’ı eğilmek zorunda bırakacak kadar alçaktı ki peşimden geldiğinde, yatağın ucuna oturana kadar bir miktar eğilmek zorunda kalmıştı.

“Baştan dizayn edebilirsin.  Her şey istediğin gibi olur.”

Sözleri beni mutlu ediyordu. Aynı zamanda da köşeye sıkıştırıyordu. Nedenini bilmesem de ona kötülük yaptırmıştım. Benim yüzümden acı çekmiş, oğlumuzdan ayrı kalmıştı. “Ben… Bu kadarını hak ediyor muyum? Bilmiyorum.” dediğimde elini uzattı.

Elini tuttum. Onun bana uzanan elini her zaman tutardım.

Beni yatağa, yanına çekti. Gözlerinde, çektiği acının gölgesi vardı. Gür ve kıvrık kirpikleri o acının bekçisiydi. Safir mavileri yüzümde gezinirken, baş parmağının ucuyla artık gülümsemeyen dudağımın çukuruna dokundu. “Hak ettiğini düşündüğüm hiçbir şeyi veremedim henüz sana.”

“Biran, ben çok üzgünüm.” Yüzüne bakmak zordu. Ona duyduğum özlem, zoru başarmamı sağlıyordu. “Yaşananlar için, bebeğimiz için…” Saçların baktım, içim acıdı. “Saçların için… Onları da benim yüzümden kestin, değil mi?”

Tuttuğu elimi başının sol köşesine koyduğunda, parmaklarım usulca orada dolaştı. “Senin yüzünden, değil. Senin için. Yalnızca sen gör, diye. Bir tek sen dokun, diye…”

Elim usul usul boynuna kaydı, ensesine uzandı. Gömleğinin yakalarına aştı ve tenini buldu. Dudaklarımı, dudağının çukuruna bastırırken, “Seni özledim.” diye itiraf ettim. “Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok özledim lider.”

Belimdeki kolu harekete geçti, beni kendine çekerek aramızdaki tüm mesafeleri kovdu ve “Ben de.” dedi. “Ben de seni çok özledim, Rozelin Nuh.”

(Buradan sonrası yetişkin içerik. Tercih etmeyenler atlayarak okuyabilir.)

Dudaklarımız, kızıl bulutların çarpışması gibi sertçe birbirini bulduğunda, soluk soluğa ve tutkulu bir öpüşmenin ağına düştük. Ellerimiz kana susamış bir vampir misali birbirimizin tenini buldu; rastgele ve aceleyle birbirimize dokunurken, özlemle harmanlanan tutkunun zehirli bir sarmaşık gibi dört bir yanımızı sarmasına karşı koymadık. Biran beni kolaylıkla kaldırıp üzerine aldığında, bacaklarım beline dolandı ve aynı saniye kazağımı başımın üzerinden çekip aldı. Dudaklarım dudaklarının istilasındayken, parmaklarım beceriksiz hareketlerle gömleğinin düğmelerini açmaya koyuldu.

Rozelin,” Dudaklarımızı birbirinden koparırcasına ayırdı ama aslında hala temas halindeydiler. Nefes nefese, “Bebeğim..” dedi. “Teninde kaybolmayı özledim.”

Son düğmesini de açıp, gömleğinin geniş ve bronz omuzlarından sıyırırken, gözlerimi gözlerinden ayırmadım. “Kaybolalım.”

Benden beklediği buydu. Sırtımda beliren parmakları kopçamı çözdü. Askılarım omzumdan kayıp düşerken, engel olmadım.   Kendini ters çevirdi. Şimdi ben yatakta sırt üstü yatıyordum. O ise başımın iki yanında bastırdığı ellerinden destek alarak üzerimde duruyordu. Henüz temasımız yoktu, henüz… Bizi pantolonlarımızdan kurtardıktan sonra göğsünü göğsüme bastırdı ve dudaklarını yeniden benimkilerle buluşturdu.

Öptü, öptü,öptü. Başını biraz kaldırıp bana baktığında, kızaran gözlerini gördüm, taş kesilen göğsünü hissettim. Tenini çıldırtacak bir yavaşlıkta tenime sürttü. Dudakları tenimde bir belirip bir kaybolurken, tüm parmaklarımı sıktım ve kasıklarımdaki zonklamayla baş etmeye çalıştım. En sonunda üzerimizdeki son parçalar da bizi terk etti.  Ellerimi aldı, başımın üzerine götürdü, parmaklarını parmaklarımın arasından geçirirdi. Dudakları çenem boyunca dolaşmaya başladığında, sıklaşan nefesini tenime kazıyordu. Mırıldanıyordu, anlamıyordum ve onda anlayamadıklarımı dahi özlemiştim.

“Üç yıl.” dedi, acı çeker gibi. “Onca gün kokundan nasıl ayrı kaldım?” Kapanan gözlerim, yerinde tutamadığım başım ve hızlanan  kalp atışlarım beni savunmasız bıraktı. Göğsümün tam ortasına bastırdığı dudakları ise artık nefes almama izin vermedi. “Nasıl bir sabrı öğrettin sen bana?”

“Biran…” Gözlerimi açtım, nemliydiler. “Dayandım, diyemem.” Ellerim, çıplak sırtını sardı. Yüzünü göremiyordum. “Dayanamadım, tek bir gün bile dayanamadım.” Parmaklarımı etine sapladım. İnleyerek göğsümü dudaklarının arasına aldı, diğeri avucunun arasına hapsoldu, Daha keskin bir inilti benim dudaklarımdan döküldü. Belim aniden gerildi ve bacaklarım kaskatı kesildi. Dili ve dudaklarıyla tenime tutku dolu bir işkence bahşederken, bacaklarımı beline sarıp, beni teslim almasını an be an hissettim.

Kaybolmaya ihtiyacım vardı, koyboluyordum; onun teninde…

Bekledi. Yarım yamalak açtığım gözlerimin ardından boynunda şişen damlarları, o damarların üzerine süzülen ter damlacıklarını gördüm. Yutkundu. Sert bir yutkunuştu. Onu tamamen ve her şeyiyle hissetmek, karların üzerinde çırılçıplak yuvarlanırken, cayır cayır yanmakla eşdeğerdi. Bir cehennemden bir başkasına koşmaktı.

“Sarışın.” dedi, boğuk sesi koyu kırmızı bir arzunun gölgesinde kalmıştı. “Sarışınım…” Geri çekildi. Benimle yeniden çarpıştığında bacaklarım titremeye yüz tutan bacaklarımı ona daha sıkı sardım. Dudaklarını tekrar dudaklarıma hizaladı. Bu kez her köşesine minik öpücükler bıraktı. Yavaş ve çığırdan çıkaracak öpücükler…

“Biran…” dedim beklenti dolu, kısık sesimle. “Daha çok sen… Daha çok.”

Başımı kaldırabildiğim kadar kaldırıp ağzımı boynuna yasladım ve boynunun sert derisini iki dudağımın arasına hapsederek öptüm. Dudaklarından canını acıttığıma dair sert bir inildi döküldü ama onun verdiği tek karşılık istediğimdi, hızlanmak ve bizi birbirimizle daha hızlı buluşturmak… Başımı boynuna gömdüm, yüzüm teriyle ıslanırken nefes alamadım. Bacaklarımın arasındaki acı hazzı kucaklıyordu. Dünyam Biran ile dolup onun bize bahşettiği hareketlere şekilleniyordu. Parmak uçlarıma girip çıkan iğneler tüm bedenime akıl almaz sinyaller gönderiyor, tahammülüm moleküllere ayrılıyordu. Tavanın duvarları yakıcı sevişmemizin sesiyle sınanırken, dudaklarımdan dökülen iniltiler çığlıklara meyletmişti. Biran kesik bir nefes vererek kendini tamamen üzerime bıraktığında ellerim bedeninden kayıp gitti. Tüm kemiklerim aynı anda kırılmış kadar bitkin, ruhumdaki tüm çiçekler sulanmış kadar diri hissediyordum. Burnunu köprücük kemiğime gömdü. Nefesi düzene girene kadar orda kaldı. Başını kaldırmadan önce elleri yeniden ellerimi buldu. Bitmişti ama hala benimleydi. Onu tüm heybetiyle hissediyordum. Başını kaldırdı. Tutkunun hala tüm kusursuzluğuyla yüzüne olduğunu gördüm. Safir mavilerini usulca yüzümde gezdirdikten sonra bedenini üzerimde hareket ettirdi. Benden uzaklaşacağını sandım ama öyle olmadı. Bedeninin yalnızca sol yanını yatağın üzerine bırakarak beni tek hareketle çevirdi ve yüzüstü yatırdıktan sonra yeniden üzerime uzandı. Ah! Onu daha önce hiç hissetmediğim noktalarda hissetmek bedenime uçlarda bir his bırakmıştı.

“Biran!”

Saçlarımı sırtımdan nazikçe aldı ve sol omzuma bıraktı. Dudakları ise sağ omzuma eğilirken, elleri kalçalarıma uzandı, beni kendisi için hazırladı ve yeniden bedenlerimizi bir bütün kıldı. “Buradayım.” Çıkardığım nidayla birlikte başımı yatağa gömüp, yeniden ona alışmayı bekledim. “Uzunca bir süre burada kalacağım. Çünkü sana doyabilmenin başka bir yolu yok.”

Doyabilmek… Onu içimde her hissettiğimde, hem doyumu hem doyumsuzluğu aynı seviyede yaşadım. Nabız gibi en derinlerimde atışını; enseme boynuma ve kulağımın çevrsine bıraktığı minik ısırıklarını onu sımsıkı kavrayarak karşıladım ve zaten bana ait olan bu adamı daha fazla kendime ait kıldım.

Karanlığa uyandım. Ne zaman gece olduğunu bilmiyordum ama beyaz çarşafların arasında uyuyan adamın akıl sağlığıma kast edecek kadar güzel olduğunu biliyordum. Onu uyurken en son ne zaman izlediğimi düşünmek acı veriyordu ama şu an bunu yaşadığımı bilmek şansımın benimle olduğunu fısıldıyordu. Gerçekti, her ayrıntısıyla hemen yanımda duruyordu. Buradaydık ve biz bunu gerçekten yaşıyorduk. Oldukça yavaş bir şekilde ona doğru dönerek ellerimi başımın altına yerleştirdim ve izlemeye göğsünden başladım. Esmer, geniş ve tüylü göğsünde hala ter damlacıkları vardı. Boynunda da öyle… Yüzüstü uyuyordu ama bedeninin sadece bir kısmı yatakla temas halindeydi. Çarşaf, belirgin adonis kaslarının hemen altından başlayarak ancak kalçasının kapatabilmişti. Açıkta olan kaslı ve uzun bacaklarının biri düz uzanırken, diğerini hafifçe kırmıştı. Bakışlarım sırtına çıktığında
alt dudağımı dişledim; tırnak izlerim sırtı ve omuzlarının her yerindeydi! Henüz bunun utancını yaşarken, beni resmen bir utanç denizinin içine atacak başka bir detay fark ettim. Boynu! Boynunda öpücüklerimin pembe- mor izleri kalmıştı!

“Siktir!” Avucumu hızla ağzıma kapattım ama olan oldu. Safir mavileri tüm ışıltısıyla önüme serildiğinde yatağın içine gömülüp bir süre için kaybolmak istedim. Uykulu bakışları ağzıma kapanmış elime kaydığında, kaşlarından birini sorarcasına kaldırdı.

Elimi yavaşça ağzımdan çektiğimde bakışları bu kez dudaklarıma kaydı ve oradan ayrılmadı. İçten içe nedenini sorgularken, benim bakışlarım da onun dudaklarına takılıp
kaldı. Tanrım! Şişmiş ve kızarmıştı. Muhteşem görünüyordu! 

“Rozelin.” Beni müthiş bir hızla kendine çektiğinde uykuda yoğunlaşan kokusunu içime çektim. “Sen gördüğüm en güzel şeysin.” Dudakları dudaklarıma uzanırken, diliyle dudaklarımdan sızdı, ağzımın içinde gezinirken, artık ikimiz birden çarşafın altındaydık.

Bir sonraki uyanışımda hava aydınlanmak üzereydi ve Biran içimdeydi. Gülümsemeye çalıştım sızlayan dudaklarım bana izin vermedi. Hiç hareket etmemiş olmama rağmen gözleri açtı, dudaklarımızı buluşturdu ve hareket etmeye başladı. Ah, bedenim biraz dinlenmem için yalvarıyordu ama ondan ayrılmak istemiyordum. Tek bir saniye bile…

Güneş, kızıl ışıklarını üzerime salarak uykumu rahatsız ederken, kolumu uzattığım yerde hissettiğim boşluk gözlerimi açmama sebep oldu. Biran burada değildi. Uyku mahmuru gözlerimi ovuşturduktan sonra çarşafı göğsümün etrafından sardım ve ayaklandım. Korkuluktan aşağı baktığımda onu yine göremedim. Oysa yastığı hala sıcaktı. Belki de aşağı inip bizim için güzel bir kahvaltı hazırlasam iyi olacaktı. Yorgunluktan ölüyordum ve midem fena halde kazınıyordu. Hızlı bir duşun ardından Biran’ın eşofmanlarını giydim. Başıma havlulardan birini sardıktan sonra aşağı, mutfağa indim. Biran’ın bizim için yiyecek bir şeyle almaya gittiğini düşünmüştüm ama tıka basa yiyecekle dolu olan dolapları gördüğümde o şıkkı eledim. Sanırım daha başka bir iş için gitmişti. Basitçe bir şeyler hazırladıktan sonra suyu ısıtıcıya koydum. Aslında onun için bir şeyler pişirmek istiyordum ama bu konuda iyi sayılmazdım. Yine de denemekten zarar gelmezdi… Gözüm un torbasına takıldığında, üstesinden gelebileceğimi düşündüm. Hemen çukur bir kap bulup un, tuz, maya, sütün yerini tutabilecek sarı renkli sıvıyı karıştırdım. Elde ettiğim hamur elime yapışmayacak kıvama gelene kadar yoğurdum ve küçük parçalara böldüm. Isıtıcının üzerine yağ dolu bir tencere koyduktan sonra, hamurun arasına koyabileceğim her şeyden biraz koydum ve yuvarlak toplar haline getirdikten sonra kızartmaya başladım. Kısa sürede evin içine leziz kokular yayılmıştı ki dış kapı açıldı.

“Merhaba.”

Onu görmek için başımı kolunun soluna eğdim. Bedeninin yarısı içeri girmişti ama diğer yarısı halen kapının arkasındaydı. “Merhaba.”

Üzerimdeki kendisine ait olan eşofmanlara baktı, dudağının bir köşesi belli belirsiz kıvrıldı. Ona ait şeyleri taşımamı seviyordu. “Burası harika kokuyor. Misafirimiz şanslı.”

Unlu ellerimi yukarıda tutarken, “Misafirimiz mi?” diye sordum. “Bir misafirimiz mi var?”

“Evet.” Başını yanına aşağıya çevirdi ve göz kırptı. “Küçük bir misafirimiz var dedikten sonra eğildi. Yeniden doğrulduğunda kollarında Alaz duruyordu. Alaz!”

Olduğum yerde kalakalırken, Biran oğlumuzla birlikte içeri girip kapıyı kapattı. “Sence de nefis kokmuyor mu ufaklık?”

Alaz gözlerini kapalı tuttuğu süre boyunca derin bir nefes aldı. Açtığında iştahlı bir sesle “Evet!” dedi. “Evet baba. Çok acıktım.”

“O halde bir şeyler yiyelim.” Bana doğru gelmeye başladılar, heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi hissettim. Bu nasıl bir histi böyle? “Ama daha önce burada sana merhaba, demek isteyen biri var.”

Alaz beni gördü. Önce şaşırdı ama çok geçmeden gülümsemeye başladı. “Onu tanıyorum baba. Daha önce şatomuzun  bahçesinde ve toplantı alanında görmüştüm. Ama o zaman şimdiki kadar komik görünmüyordu.”

Kendimi biraz toparlayabildiğimde, onlara doğru birkaç adım atmayı başardım. “Söyle bakalım, neden komik görünüyorum?”

İşaret parmağını uzatıp burnuma dokunduğunda, neredeyse ağlayacaktım. “Burada ve yanağında un var. Ayrıca mutfak çok dağınık. Çalışırken bu kadar dağınık olmamalısın. Annen sana öğretmedi mi yoksa?”

Burukça gülümsedim. “Öyle mi? Peki… Sonraki sefer dikkat edeceğim.”

Biran, oğlumuzu yere bıraktıktan sonra “Hadi bakalım.” dedi. “Ellerini yıkayıp geri gel.” Alaz, babasının kendisine gösterdiği lavaboya koşarken, Biran’a döndüm. O andan itibaren beni kollarına aldı. “Sakin ol.” diye fısıldadı kulağıma. “Oğlumuz bizi ziyarete geldi. Bir yerden başlamalıydık, öyle değil mi?”

Dolmak isteyen gözlerime mani oldum. Ancak başımı sallayabildim.

“Başta yapamadım, dağılmıştım. Elimden geleni yaptım, Rozelin. Kendime geldiğim ilk an oğlumuzu sık sık gördüm. Yakın olmak için Alte’lere ait o evde yaşıyordum. Bu ziyaretlere alışık, son zamanlarda sık sık yanıma gelirdi. Yani her şey yolunda, sadece sakin ol ve içinden geldiği gibi davran.”

Tekrar başımı salladım. İçim içime sığmıyordu. Alaz’ın koşuşturan adımlar yaklaştığında “Neden ona sarılıyorsun baba?” diye sordu. “Rozelin ağlıyor mu? Üzülmüş mü?”

Sevinçle oğluma döndüm. “Adımı hatırlıyor musun?”

Bilmişlikle gülümsedi. “Hafızam güçlüdür hanımefendi.”

Yanaklarını sıkmak, boynundan koklamak, onu doyasıya sevmek istedim. Ayrı geçen zamanı düşünmek acıydı. O zamanlara inat onu koynumdan ayırmamak istedim.

“Öyle mi bilmiş beyefendi.” Gülümsemeye çalıştım. “Sanırım az önce acıktığını söyleyen sendin, değil mi?” Başını salladı. Kızardığını fark ettiğim hamurları bir tabağa alıp oğluma uzattım. “Bunları masaya götürür müsün?”

Alaz, önce babasına baktı. Gerekli onayı aldıktan sonra elimdeki tabağı aldı ve masaya götürdü. Kalanları Biran ile birlikte taşıdıktan sonra masadaki yerlerimizi aldık. Alaz, çatal ve bıçağını minik elleriyle kavradıktan sonra “Yiyebilir miyim?” diye sordu. Hareketli bir çocuk olmasına rağmen bir o kadar da nazikti.

Biran, cevabı bana bırakmak için sessizliğini korurken, “Elbette.” dedim. Elbette bebeğim…

Alaz, kızarmış hamurdan bir parça ısırdıktan sonra mavi gözlerini kocaman açtı ve iştahla çiğnemeye başladı. “Böyle bir şeyi ilk defa yiyorum!”

Gülümsedim. “Beğendin mi?”

“Evet, çok güzel. Siz mi yaptınız?”

“Evet, ben yaptım.” Ona doğru eğilip fısıltı ile “Sana bir sır vermemi ister misin?” diye sordum. Başını salladı. “İlk defa yaptım.”

“Gerçekten mi!”

“Gerçekten.” Koca lokmayı ağzına tıkıp çiğnemeye çalışması gördüğüm en sevimli görüntü olabilirdi. Ona bakmaya bile doyamıyordum. “Ama eğer istersen, her zaman yaparım.”

“İsterim.” dedi hiç düşünmeden. Sonra babasına baktı. “Baba, bir daha beni ne zaman alırsın? Beni aldığında artık hep buraya mı geleceğiz?”

“İstediğin zaman. Hatta istersen…”

Gerisini getirmemesi için Biran’ı bakışlarımla uyardım. Daha çok erkendi ama asıl neden bu değildi. Asıl neden, Alaz’dan olumsuz bir cevap alma ihtimaliydi. Umutla dolup taşmışken o yükün altından kalkamazdım.

“Sizin çocuğunuz var mı?” Bu soruyu beklemiyordum. Nasıl cevap vereceğimi bilemedim. “Eğer varsa eminim her gün bu kızartmalardan istiyordur.”

Dişlediğim alt dudağımı özgür bıraktım. “Var ama şu an benimle yaşamıyor. Yaşadığında, eğer isterse ona her gün hamur kızartabilirim.”

Çatalını boşalan tabağına bıraktı, tüm dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. “Çok şanslı bir çocuk.” Sonra gülümsemesi usulca azaldı. “Benim annem hiç ama hiç yemek yapmaz. Hep görevliler yapar. Onların yemeklerini de hiç sevmiyorum.”

Sözleri yine içime dokunmuştu. “Neden? Neden sevmiyorsun?”

“Hepsi tatsız tuzsun geliyor ama annem onların daha sağlıklı olduğunu söylüyor. Bir lider veliahtı olarak sağlığıma dikkat etmeliymişim.”

Hiçbir şey söyleyemedim. Ancak Alaz’ın bakışlarının kızartma tabağında olduğunu görünce tabağına biraz daha kızartmalardan ekledim. “Buradayken istediğin kadar yiyebilirsin ve istersen bu aramızda sır olarak kalır.”

Biraz düşündükten sonra babasına baktı. “Aslında… Babam da burada ve üç kişinin bildiği şeye sır diyemeyiz.” Kızartmaya çatalını sapladı. “Teklifinizi kabul ediyorum hanımefendi.”

Elimi uzatıp saçlarını okşarken, bakışlarını gözlerime dikti ama geri çekilmedi. Bundan cesaret alarak elimi yumuşacık yanağına götürdüm ve şefkatle sevdim. Onu kollarıma alacağım günü iple çekiyordum.

Ne yazık ki zaman su gibi akıp geçti ve oğlumun gitme vakti geldi. Babası kabanını giydirirken, gitmek için istekli görünmemesini kendime teselli edinmiştim. Birlikte dışarı çıktık ve çakıl taşlarının ötesindeki kasalı aracın yanına doğru yürüdük. Ulaştığımızda oğlum bana döndü.

“Her şey için teşekkür ederim.”

Eğildim ve ona sevgiyle gülümsedim. İçim ne kadar buruk olsa da… “Ben teşekkür ederim, geldiğin için… Yine gel, olur mu? Hep gel.”

“Gelirim. Belki sonraki gelişimde oğlunuzla da tanışırım.”

Omuz silktim. “Belki.”Avuçlarımı birbirine sürterken, “Alaz…” dedim çekinerek. “Sana sarılabilir miyim?”

Gözlerime kilitlenen gözlerini kırpıştırdı. Onu şaşırtmış mıydım? Muhtemelen üç yıllık hayatında ilk kez böyle bir soru alıyordu. Belki de vazgeçmeliydim, diye düşünürken “Evet.” dedi. Beni nasıl mutlu ettiğini henüz bilmiyordu. “Sarılabilirsiniz.”

Dudaklarımdan neredeyse ağlamaklı bir gülümseme taşarken, oğlumun küçük bedenini kollarımın arasına alarak ona sıkıca sarıldım. Aynı saniye ıslanan gözlerim Biran ile buluştu. Bize öyle bir bakışı var ki bunu tarif edecek herhangi bir kelime bilmiyordum. Bildiğim, oğlumun bebek konusunun hiç değişmediğiydi.

🖤

Güzeşte isimli kitabım Trendyol da sadece 45 tl. Kısa süreli bir indirimde bu, düşünenler kaçırmasın.

Ayrıca Kızıl Gece 1 ve 2. kitabı favoriye ekleyebilirsiniz. Flaş indirimler geliyor.

59. Bölümü yayınladığımda sitede bir sorun vardı ve bir kısmının oy verememişti. 59. bölümü kontrol edip oy verip vermediğine bakar mısınız rica etsem?

Kesitlerimiz artık Instagram kanalımdan geliyor. Bizimkiler🌸 isimli kanalı pofilimden bulabilirsiniz / _durumavii

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

13.8K 1.6K 90
Hayallerinize sınır koymayın ! Kendini yazarak anlatan, hayallerini artık zihnine sığdıramayarak satırlara döken yazarlarım için elimden geldiğince h...
144K 6.2K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
458K 2.2K 51
Wattpad'de beğendiğim 50 kitabı burada paylaşacağım. Okumak istediğiniz 50 mükemmel kitabı tavsiyelerim arasında bulup sizde okuyarak yararlanabilirs...
10.1M 338K 26
Ailesinin baskısından bunalıp evden kaçan kuzeninin yanına yerleşmeye başlayan Elis Aktaş gittiği şehrin kuralsız davranışlarına ayak uyduramamışken...