KIZIL GECE +18

Von DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... Mehr

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"

21.9K 2.5K 1.1K
Von DuruMavii

Selam.

Bölüme başlamadan önce size birkaç soru sormak istiyorum.

Kızıl Gece'yi kitap olarak raflarında bulunduran kaç kişiyiz?

Seri tamamlanınca bulundurmak isteyen kaç kişiyiz?

Eğer son soruya cevabınız evet ise sizden beklememenizi rica ediyorum. Çünkü bu enflasyonda bir serinin devam kitabının rahatça basılabilmesi için daha önceki kitapların iyi satıyor olması gerekli.

Hikayemiz kitapta daha detaylı olarak yer alıyor. (Düzenlemeler esnasında detaylandırıldı.) En uygun olarak Amazon sitesinden temin edebilirsiniz.

Sermest ~ Sen Söyle Kadın

Seni Dert Etmeler

Keyifle okuyun.

🖤

Zihnimi işgal eden düşünceler birbiriyle yarışırken, bakışlarım, bir zamanlar beni dostu olarak gören insanların üzerinde dolaşıyordu. Kötü ruhların kucakladığı kaderimin yeni bir şansa ihtiyacı vardı. Bana o şansı verecek olanlar ise her ne olursa olsun hala dostum olarak gördüklerimdi.

"Ne farkedecek?" Soruyu soran Perla'ydı. Gözlerinden okuyabiliyordum, en fazla onu hayal kırıklığına uğratmıştım. "Olan oldu." Bana baktı, çimen yeşili gözleri neredeyse dolmak üzereydi. "Giden gitti. Ne fark edecek?"

Titremeye yüz tutan dudaklarımı dizginleyip nasıl konuşacağımı düşünürken, Biran elimi tuttu ve birbirine kenetlediği ellerimizi masaya koydu. "Buradayız, birlikteyiz. O halde hala bitmeyen bir şey var, demektir."

"Bebeğim orada," diyebildim, içimi çekerek. "Diana'nın yanında ve ona..." Hayır, kurmak istediğim bu cümle yarım yamalak kalmalıydı. "Onu geri almalıyım."

"Oyuncak mı bu?" diye sordu Mirel. "İstediğin zaman ver. İstediğin zaman al. Hiç anne olmadım ama anneliğin böyle bir şey olduğunu sanmıyorum."

Biran'ın elimden ayrılan eli masaya sertçe indi. "Bir daha onun anneliğini sorgulamaya kalkma, sakın. Anlaşıldı mı?" İki saniye sonra daha baskın bir sesle tekrar sordu. "Anlaşıldı mı?"

Mirel, gözbebekleri titrerken "Anlaşıldı." dedi.

Kısa süreli sessizliği sesiyle ezen Mestan oldu. "Yapmak istiyorsan yap."

Efraim başıyla onayladı. "Yap, bize olanı ispat et."

Biran ile başımızı aynı anda birbirine çevirdik. Bakışlarından aldığım destek, beni en kötülerine meydan okumaya itmeye yeterdi. "Bırak o adamın yanına gitmeyi, aynı bölgede olmanızı bile istemiyorum ama..." Başını eminlikle salladı. "Yapmak istediğin her neyse gerekli imkanı sağlarım."

Ona duyduğum hayranlığın bakışlarıma yansıdığını biliyordum. "Teşekkür ederim."

"Hualp'in ne söylemesini bekliyorsun? Hangi tehdit ile sana tüm o kötülükleri yaptırmış olabilir ki?"

"Bunu öğrenmek için yanına gideceğim, Perla."

Bir süre bana baktı. Aklından geçenlerin beni incitecek şeyler olduğunu biliyordum. "Sonucu sabırsızlıkla bekleyeceğim. Bunu senin için değil, ağabeyim için yapacağım."

Başımı salladım. "Tekrar hatırlatma, olur mu? Çünkü unutmayacağım."
Ayağa kalktım. Niyetim gitmekti. En azından Efraim konuşa dek... "Bu bir plan."

"Ne?"

Soruma karşılık tekrar etti. "Bu bir plan." Sonra Mestan'a ve özellikle kızlara baktı. "Ortada bir plan varsa, taraflar hedef için uğraşır ve bir arada kalır. Birbirlerini görmek isteseler de istemeseler de..." Karısının sırtını şefkatle sıvazlarken, "Haksız mıyım tatlım?" diye sordu.

Perla hiç istemiyordu. Yine de başını salladı. "Haklısın."

"O halde işe Rozelin'in güvenliğini saklamakla başlamalıyız." Bunu duymayı beklemiyordum. En azından Mestan'dan... "Yani... Planı güvende tutmak için. Üç büyükler her yerde onu arıyor olmalı."

Biran, nazikçe kolumu kavradı ve yeniden yanına oturmamı sağladıktan sonra istediği almış olmanın verdiği memnuniyetle bizimkilere baktı. "İşte şimdi aynı dilden konuşmaya başladık."
Elini saçlarımın arasında hissetmeyi beklemiyordum. "Bebeğim, seninle de aynı dilden konuşmaya başlasak iyi olur. O itin bölgesine ayak basmanı istemiyorum.

"O halde onu buraya çekmenin bir yolunu bulalım."

"Buna gerek olacağını sanmıyorum, Mirel." Biran, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp elini geri aldı. "Rozelin'in Kimpras da görüldüğünü çoktan duyulmuştur. Eminim ki Hualp'in bir ayağı zaten buradadır."

"Mantıklı." dedi Efraim. "Sıkça üç büyükleri ziyaret ediyor olmalı. Sonuçta muhafızlar her yerde Rozelin'i arıyor ve bulunduğunda götürüleceği yer üç büyüklerin evi, yani şato."

"Bu doğru. Bu yüzden şatonun etrafına adamlarımı yerleştirdim. Tam da bu noktada bazı görevleriniz olacak." Efraim ve Mestan kollarını masaya koyup ciddiyetle liderlerine yaklaştı.

"Şatoya gittiği anı yakalamalıyız. Sağlam bir planla dönüş yolunda onu Kimpras Orma'nına çekeceğiz."

"...ve orada da Rozelin ile karşılaşacak."

Kardeşi tarafından tamamlanan sözleri başıyla onayladı. "Rozelin'i onun yanında sadece istediğimizi alana kadar tutacağız. İstediğimizi aldıktan sonra Hualp Rozelin'e bir daha yaklaşmayacak. "

"Bu nasıl olacak?" diye sordu Mestan. "Rozelin'i gördüğü an onu Mentro'ya götürmek isteyecek. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi yalnız gezmiyordur. Yanında onlarca muhafızla Rozelin'i alması zor olmayacaktır."

Duydukları, liderin şakağında kalın bir damarın şişerek kabarmasına neden oldu. "Benim bölgemden onu alması için beni öldürmesi bile yetmez." Kaşları öfkeyle gerildi. "Onu yalnız yakalayacağız, dedim. Muhafızlarıyla birlikte, demedim."

"Bunu nasıl yapacağız?"

Soruyu soran Efraim'e baktım ve "Ben yaparım." dedim. "Söylediğinize göre bana zaafı var. Eğer beni görürse, peşimden gelecektir."

Mirel "Mantıklı." dedi. "Ancak senin peşinden gelir."

Ettiği ima hoşuma gitmemişti. Buna rağmen Efraim de söylediği gibi hedefe ulaşması istenen plan için aynı safta olmalıydık. Bir de bana eskisi gibi bakmaları için... "Yapalım şu işi."

*

Erkekler bir süre önce çıkmıştı. Mirel ve Perla ile yalnızdım. Bir de Perla'nın henüz içinde yaşattığı minik bebeğiyle... Ortada görünmem güvenliğim açısından iyi olmayacağından lider tarafından burada kalmam rica edilmişti. Lideri kıramazdım. Bana güvenen ve beni hala seven tek kişi oydu.

"Ne olmasını bekliyorsun?"

Koltuklardan birinde otururken, Perla'nın bana yönelttiği soru buydu. Dakikalardır oturduğu yerden beni izlemeyi bu soruyla birlikte bırakmıştı. Artık yalnızca boşluğa bakıyordu.

"Bilmiyorum."

"Belki de ağabeyimi yeni bir hayal kırıklığının peşinden sürüklüyorsundur. Korkmuyor musun? Ya Hualp, sadece aranızdaki aşktan bahsederse..."

Bunu bilerek mi yapıyordu? Gözlerimi üzerine dikerken, bakışlarıma öfkenin yerleşmesine engel olmadım. "Öyle bir şey yok! Olamaz."

"Olamaz." diye yineledi. "Ama oldu. Hatırlamadığını söylüyorsun. Biz yaşadık. Gerçekti. Hatırlamıyorsan, doğru mu yoksa yalan mı olduğunu bilemezsin, değil mi?"

Sözleri bir tokat gibi yüzüme iniyordu ve Perla bunu görüyordu. Yavaşça yerimden kalktım, gidip yanına oturdum. Bu hareketim onu şaşırtsa da tepki vermedi. "Sana kızmıyorum, Perla. Çünkü seni tanıyorum. Eğer gerçekten canın yanmış olmasaydı, eğer gerçekten sevdiklerinin canı yanmış olmasaydı bana böyle davranmazdın. Çünkü bir zamanlar beni de seviyordun..."

Bir şey söylemedi. Konuşmak eylemini onun yerine gözleri yaptı. Kirpiklerini ardı ardına kırpıştırması, gözyaşlarını görmeme engel olmadı. Ona sarılmak istiyordum, eskisi gibi... Bunu yapamıyor olmak çok acıydı.

"Kıyafetin hazır." Mirel, elinde tuttuğu siyah, uzun, kapşonlu elbiseyi bana uzattı. "İçeride giyebilirsin."

Ayağa kalktım, elindeki kıyafeti aldıktan sonra "Sağol." dedim. Beni giyinmem için yönlendirdikleri oda, buraya ilk geldiğimde kaldığım odaydı. Giyinirken yavaş sayılırdım. Birazdan beni alacaklarını, Hualp'in karşısına çıkaracaklarını düşünüyordum. Tanrım... Ona ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Lord Hualp, hafızamda temiz ve iyi biriydi. Şimdiyse karşısına bir casus gibi çıkacak, hiç hatırlamadığım şekilde mahvettiğin hayatımı yoluna koyması için kayda değer bir şeyler söylemesini umacaktım.

Kapını tıklatılmasıyla odadan çıktığımda karşımda Mirel'i buldum. Soğuk bir sesle "Efraim geldi." dedi. "Seni bekliyor."

"Beni o mu götürecek?"

"Evet."

"Neden Biran değil?"

"Ben nereden bileyim. Kendisine sor."

Birden kendimi onun koluna yapışırken buldum. Ah, karakterimi oluşturan yapı taşları kesinlikle altta kalacak şekilde dizayn edilmemişti."Bana bak, ben bir şey sorduğumda ya doğru düzgün cevap ver ya da çeneni kapalı tut."

Kolunu tutumdan kurtarırken, kızgın görünmüyordu. Aksine, bana yüzümde bir şeyler arıyormuşcasına dikkatle baktı. "Sen gerçekten bir bok hatırlamıyorsun."

"Gerçekten mi? Bu kanıya nerden ulaştın?"

Karşısında olmama rağmen başıyla beni işaret etti. "Hatırlasan böyle kafa tutamazdın."

Keyifsiz bir biçimde gülümsedim. "Biz de hem suçlu hem güçlü, diye bir söz vardır. Yani yanılıyorsun."

Aynı gülümseme onun dolgun dudaklarında da döküldü. "Öyle ya da böyle, beni tanıyorsun. O halde iyi bir gözlemci olduğumu da biliyor olmalısın. Yerinde olsam beni hafife almazdım."

"Almıyorum," Yanından geçip giderken, "Hiç almadım." diye tamamladım. "Ama senin beni almışlığın vardı..."

Söylediği gibi gelen Efraim'di. Onun kullandığı arabaya bindim ve Mirel'in de önerdiği gibi merak ettiğimi ona sordum.

"Biran neden gelmedi?"

Direksiyonu Kimpras Ormanı'na çevirirken, "Bir plan yaptık." diye söze girdi. "Hualp için sahne bir kaza düzenleyeceğiz. O esnada muhafız bir süreliğine lordlarını kaybedecek. Sonra sen devreye gireceksin ve onu ormanın derinliklerine çekeceksin."

"Sorumun cevabını hala almadım."

Ciddiyetle araba kullanırken konuşmaya devam etti. "Tüm bu planda hepimize bazı görevler düştü."

Sorumun cevabını almıştım. "En tehlikeli görevi de Biran üstlendi. Öyle değil mi?"

Başını salladı. Birkaç dakika sonra ormana daha yakındık. Hualp'e söyleyeceklerimi kurgulamak istedim ama olmadı. Her şey spontane gerçekleşecekti ve görünen o ki bolca şansa ihtiyacım vardı.

"Seni burada bırakacağım." Bir zamanlar yaşadığımız orman evine giden patika yolun ortasında durdu. "Bir ağacın arkasına gizlen. Sana işaret verdiğimizde çık ve yola doğru yürü. Hualp'in seni gördüğüne emin olduğunda yüzünü ona göster ve ormana geri dön." Eliyle patika yolun sonunu işaret etti. "Orada dur. Her ne konuşacaksan bunu orada yap. Korkma, Biran, Mirel, Mestan ve adamlarımız etrafta olacak."

"Korkmuyorum. En azından kendim için..." dedim, net bir şekilde. "Efraim." Ona dönüp, minnetle baktım. "Sen Biran'a göz kulak ol. Kendini tehlikeye atacak bir şey yapmasına izin verme. Ben başımın çaresine bakarım."

"Ne garip..."

"Garip olan ne?"

Başını koltuğa yaslarken, kalın dudakları, inci gibi beyaz olan dişlerini gösterecek kadar kıvrıldı. "O da aynısı senin için söyledi."

Ağlamak istediğimi fark ettikten iki saniye sonra kendimi azarlamaya başladım. Hayır! Biran'ın da söylediği gibi o dişli kızı, sulu gözlü bir kızla takas edemezdim.

"Sen de dikkat et."

"Edeceğim." diyerek onayladım. "Uzun ve sağlıklı bir yaşam istiyorum. Tanışmak için sabırsızlandığım küçük bir kız var."

Kalbimde ılık bir his oluştu. "Demek bir kız... Nasıl öğrendiniz?"

"Evet, bir kız ve öğrenmenin bir yolu yok. Sadece öyle olduğunu hissediyorum."

"Umarım bir gün gözünüzde o küçük kızı sevebilecek kadar temize çıkabilirim."

Çekik gözlerindeki hüznü görebiliyordum. Onunla aramızda, hiç sözü edilmemiş bir kardeşlik bağı vardı. Görüyordum ki o bağ hasar alsa da hala sapasağlamdı. "Kendini temize çıkarmak mı istiyorsun? Al sana fırsat."

Bakışlarım orman yoluna uzanırken, kararlıydım. Eğer küçücük de olsa bir umut varsa onu sonuna kadar kullanacaktım. "Bana şans dile Efraim." Kapıyı açtım ve aşağı indim. "İhtiyacım olacak."

"Bol şans." dedi, sesi samimiydi.

Yaklaşık yirmi dakikadır tanıdık bir ağacın arkasında bekliyordum. Hava soğuk ve koyu kızıldı. Rüzgar, tenimizi ısıracak kadar sert; gökyüzü durumu vehametini anlamış gibi karamsardı. Soğuyan parmak uçlarımla, kapşonu başıma geçirdim ve etrafı kolaçan ettim. Sessizdi. Rüzgara rağmen, ağaçlar dallarını hareketsiz bir hizada tutmayı başarıyordu. Biraz sonra ani ve acı bir fren sesi duydum. Hemen ardında da bir şeyler gürültüyle yıkıldı. Evet, vakit gelmişti. Bir kez daha etrafı kontrol ettiğimde, Mirel'i gördüm. Tıpkı benim gibi siyahlar içindeydi ve harekete geçmemi işaret ediyordu. Derin bir nefes aldım. Hayır, aldığım nefes derin değil kesik kesik dökülmüştü. Tereddüt etmedim. Ölü yapraklarla bezenmiş kuru toprağı öpen eteğimi yukarı topladım ve yola doğru harekete geçtim. Adımlarım giderek daha fazla hızlanırken, bir patlama sesi adımlarımı olduğu yerde yalpalattı. En fazla beş metre öteden yükselen dumanlar yüreğime saniyeler içinde büyüyüp filizlenecek bir korku tohumu ekti. Koşmaya başladım. Koşarken sevgilimin adını bağırmamak için dudaklarımı ısırıyordum ama içimden avaz avaz Biran, diye haykırıyordum. Dumanlar, ciğerlerime dolacak kadar yaklaştığımda, karşımda berbat bir manzara buldum. Ters dönmüş bir araba, yan devrilmiş ve yanan başka bir araba; ters dönmüş arabanın bir kısmını altına alan koca bir ağaç...

Korku dolu nefesim göğüs kafesimde büyürken, canımı yakacak kadar açılan gözlerim etrafı taradı. Biran yoktu. Sonra iniltiler duydum. Birkaç adım daha atıp dikkatli baktığımda yaralı haldeki muhafızların ters dönmüş arabadan çıkmaya çalıştıklarını gördüm. Yan devrilmiş arabadan ise çıkmayı başaran biri vardı. Lord Hualp Koran...

Beklediğimden daha büyük bir kaza olmuştu. Biran'ı hala görememiştim. İşin tehlikeli kısmını üstlendiğini biliyordum ama nasıl olduğunu bilmiyordum. Onu aramak istedim. O an da Hualp ile bakışlarımız kesişti; bana düşen planın ilk kısmı kusursuz bir şekilde gerçekleşiyordu. Devamını getirmekten başka çarem de şansım da yoktu.

"Rozelin!" Hualp'in adımı haykırışı, onu çekmek istediğim ormanın derinliklerine ulaştı ve ağaçların arasında dağıldı. Bana doğru bir adım attığımda, araçtan çıkmaya çalışan muhafızlardan durması için uyarı aldı ama o dinlemedi. Büyülenmiş gibiydi. Dudaklarında artık daha sessiz olsa da ismim dönüp duruyordu. Bana iyice yaklaştığında yapmam gerekeni yaptım ve adımlarımı geriye doğru götürdüm. Geriye... Geriye ve daha fazla geriye... Sonunda arkamı dönüp daha hızlı hareket etmeye başladım. Peşimden geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordum.

Ulaştığım hedef yaşlı ve iri gövdeli bir ağacın altıydı. Durdum. Yavaşça geri döndüğümde Hualp Koran birkaç adım ötemde duruyordu. Alnından yara almıştı; akan kan şakağından aşağı yol alıyordu ve hiç durmadan kanıyordu. Düz ve siyah olan saçları gençliğinde olduğu gibi kısa değil, onu son hatırladığım halinde olduğu gibi boyun hizasındaydı, terliydi. Bana baktıkça, kalın kaşları, koyu gözlerinin üzerine giderek daha fazla devriliyordu. Bana, çok şey yaşamışız gibi bakıyordu.

"Geldin." dedi, şükredermiş gibi... "Sonunda sözünü tuttun."

Söz. Ona bir söz mü vermiştim?

"Buradasın..." Sesi hala aynı şükrü barındırıyordu. "Sen..." Bana gelmek için hareketlendi.

"Kal orda!" Çığlığım ve kaldırdığım elimle onu durdurmayı başardım. "Yaklaşma..." Hayır, hayır... Sakin olmalıydım. Bu şekilde ondan hiçbir şey öğrenemezdim. "Ben... Çok şaşkınım."

Kaşları bu kez gerildi. "Ben de. Ben de öyle. Ulu güçler adına... Gerçekten buradasın, hayatım."

Hayatım mı? Hayır, hayır lütfen... "Bana neden böyle hitap ediyorsun?"

Bir adım attı. Bu kez engel olmadım. "Rozelin?"

"Ne?"

Ellerini iki yana açtı. Bilekleri az önce yaptığı kazanın hatıraları olan sıyrıklarla doluydu. "Neden böyle davranıyorsun? Yoksa sana büyü yaptılar?

Tanrım! Neler söylüyordu? Onunla aramızda nasıl bir mesele dönmüştü böyle...

"E-evet..." Gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum. Vereceği en ufak anlama ihtiyacım vardı. "Bunu mu merak ediyorsun?"

Şimdi yüzüne alenen bir serzeniş oturdu. "Merak etmek mi? Rozelin, ben bunu dert ediyorum?" Bir adım daha attı. Hayır, daha fazla yaklaşmasını istemiyordum. "Beni seviyordun hayatım. Hatırlamıyor musun?"

Başım afallamayla omzuma eğilirken, "Bana... Bana hatırlatır mısın?" diye sordum. Her sözüm boşluğa atılan bir kurşun gibiydi. Karamboleydi.

"Bebeğim..." Hitabı kulaklarıma saplanıp kalırken, o hitabı ondan bir kez daha duymamak için kulaklarımı kapatmak istedim. Yapamadım. "Bana duyduğun aşkı nasıl unutursun?"

Bunu neden yaptım... Bunu neden yaptım!

"Hualp..." Daha fazla şey öğrenmeliydim. Daha fazlası gerekiyordu. Bu yüzden ikinci hamlemi yapmaya hazırlandım; ona öfkelendirmek. "Önemsizdi. İnan bana, çoktan unuttum..."

Peşpeşe attığı üç adımdan sonra ellerimi kollarımda hissettim. Öyle sıktı ki acıyla inledim. O ise buna aldırmadan beni kendine çekti ve kanlı kaşlarının altından bana baktı. "Bunu yapamazsın." Hızlı hızlı başını salladı. "Yapamayacağını biliyorsun!"

Kurtulmaya çalışmadım. "Neden!" diye bağırdım. "Neden yapamam, söylesene!"

Gözlerinin derinliklerinde nasıl bir tehdit barındırıyordu böyle? Hayır, karşımdaki adam benim tanıdığım Lord Hualp Koran değildi. O, bir başkasıydı. "Kardeşini kurtardığın için mi bu kadar rahatsın? Ha! Unuttuğun bir şey var bebeğim... Beni daha fazla çektiğinde alınlarımız birbirine çarptı. "Oğlun hala burada... Avucumun içinde..."

Kalbimin içinde bir bomba infilak etti. Hualp'in tutuşundan öyle sert bir şekilde kurtuldum ki geriye doğru sendeledi. Ancak yeri boylamasına ve kendinden geçmesine sebep olan sıradaki hamle benden değil, hemen ardında elinde sopayla beliren Biran'dan gelmişti. Ayaklarının dibinde baygın yatan Hualp'e iğrenerek baktıktan birkaç saniye sonra sopayı üzerine attı.

"Lider! Ne yaptın sen?" Mirel nefes nefese koşarak geldi ve liderin karşısına dikildi. "Siktir be! Tam konuşmaya başlamıştı!"

Bir ağacın arkasından Efraim çıktı. Avucu alnındaydı.

Başka bir ağacın ardından çıkan Mestan homurdanıyordu.

Plana uymayan, planı bizzat yapmış olan Biran'dı. "Kesin hayıflanmayı!" diye emretti onlara bakarak. "Görmediniz mi? Rozelin'e dokundu!"

"Ona zarar vermiyordu?" dedi Mirel. " Lanet olsun! Sadece otuz saniye daha bekleseydik..."

Biran işaret parmağını aşağını yere çevirerek sertçe Hualp'i gösterdi. "O itin karıma dokunmasına bir saniye bile müsade etmem!" Mestan ve Efraim'e öfkeyle baktı. "Bir kişi daha aksini söylerse lordun yanındaki yerini alır."

Kimse tek kelime daha etmedi. Oluşan sessizlik yalnızca hararetli nefeslerimize ev sahipliği ediyordu. Bir süre sonra yaklaşan muhafızların sesini duyduk. Sessizlik buraya kadardı.

"Lider! Geliyorlar." dedi Efraim, sesin geldiği yöne doğru ilerleyerek. "Hızlı düşünmek zorundayız. Lordu ne yapacağız?"

Biran'ın eli sakallarına gitti. Evet, bu hareketi hala onun düşündüğünü gösteriyordu. Sonunda "Lordu burda bırakalım." kararını verdi. "Başına darbe aldı. Muhtemelen buraya kadar geldiğini de Rozelin'i gördüğünü de tam olarak hatırlayamayacak. Kafayı yesin piç."

"Haklısın." Mestan, sevgilisinin elini tuttu. Önden gidip arabayı hazırlayalım. Liderden onay aldıktan sonra uzaklaştılar. Hemen sonra "Bizim de gitmemiz gerekiyor." dedi Efraim. O vakte kadar Biran'ın öfkeli bakışları Hualp'in üzerindeydi. Belki burada yalnız olsaydı onu...

Yanına gittim ve elini tuttum. Bakışlarını yakalayabildiğimde "Hadi." dedim "Gidelim buradan."

Bana baktı. Aynı anda bakışlarındaki öfke giderek berraklaştı ve duru bir suya dönüştü. Hala onu sakinleştirmeyi başarabiliyordum. Gülümsedim, gülümsedi. Beni kendine çekti ve yanan arabaları; Hualp Koran'ı ve peşimizdeki muhafızları geride bırakarak bizi oradan hızla uzaklaştırdı.

*
Döndüğümüz yer Perla ve Efraim'in bölge merkezindeki evi değildi. Hualp'e düzenlediğimiz saldırıyla işler iyiden iyiye çığrından çıkacağı için bu kez rotamızı başka bir yöne çevirmiştik; şehrin doğusundaki Mirel ve Mestan'ın evine... Tek katlı, bir kulübeyi andıran evlerinin bulunduğu bölgeyi tanıyordum. Burası Dora'nın kulübesine oldukça yakın, kurak arazinin bulunduğu kısımdı. Mestan ve Mirel'in soğuk kişiliklerine kıyasla böyle bir yer tercih etmelerine şaşırmamıştım. Şaşırdığım, beni evlerine itirazsız kabul etmeleriydi.

"Şunları için, fazlasıyla üşüdük."

Mirel, herkese birer sıcak içecek dağıtırken söyledi bunu. Bir süredir evinin salonundaki karşılıklı iki siyah koltuklarda oturmuş, kafalarımızı toplamaya çalışıyorduk. Bu süre zarfında evin büyük bir kısmını oluşturan salonu incelemiştim. Her yer ahşaptı. Salon mutfağın içindeydi ve salonun bir köşesinde yatak odasına açıldığını tahmin ettiğim tek bir kapı mevcuttu.

"Herkes kafasını topladıysa elimizdekileri analiz etmeye başlamalıyız." dedi Mestan. Diğerleri onayladı. Biran'ın gözleri boşlukta, eli sakalındaydı.

"Ne söyledi?" Perla bunu tereddütle sormuştu. Eve girdiğimizden beri bana bakmıyordu. "Anlatın artık."

Mirel, bakışlarıyla liderden onay aldıktan sonra "Bir sözden bahsetti." diyerek söze girdi. "Rozelin'in geri döndüğünde, kendisine gideceğine dair söz verdiğini söyledi."

Mestan, "Söylediği bir şey daha vardı." diye hatırlattı. "Kardeşini kurtulduğu için mi bu kadar rahatsın, dedi ve ekledi.  Ama unutma, oğlun avucumun içinde... Buradan ne anlayabiliriz?"

Mirel bana bakarken başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Çok şey anlarız. Ortada kardeşine ve oğluna dair bir tehdit var. Belki de o hasta herif Rozelin'in kendisine aşık olduğunu düşünüyor."

"Yani Rozelin onu daha önce sevmiyordu." dedi Efraim, istekli bir ses tonuyla. "Hiç sevmedi."

Biran'ın suskunluğu buraya kadardı. "Elbette sevmedi!" Birbirine kenetlediği parmaklarını masaya koyduğunda, omuzları giderek daha fazla genişledi. "Size en başından beri söylediğim buydu."

Mestan'ın bakışları eğildi. Bununla birlikte ensesinden topladığı açık renk düz saçlarından bir tutan bağındann kurtularak yüzüne düştü. "Evet, söyledin. Biz Rozelin ve Hualp'i gözlerimizle gördüğümüzde bile..."

"Hepsi bu kadar mı?" diye sordu Perla. Stresliydi. "Sevmiyorsa neden seviyormuş gibi göründü. Tehdit mi? Biran bölgedeki herkesten daha güçlü. Biran yerine Hualp'den mi korktu?"

Mirel cevap veremedi. Mestan da öyle... Biraz sonra cevap verebilen kocasıydı. "Ortada bir tehdit olduğu doğru ama ne olduğunu öğrenemedik. Öğrenmeye çok yakındık..."

Konuşulanları duyabiliyordum ancak benim kafamın içinde dönenler Hualp ile yaşadığımız son ana ait olanlardı. Düşündükçe anlam veremiyordum ve anlam veremedikçe daha fazla acı çekiyordum. "Kardeşim... Onunla ilgili ne hatırlıyorsunuz?"

"Küçük Gülnur..." Mirel, kardeşimin adını buruk bir gülümseme eşliğinde söyledi. "Tatlı bir çocuktu. Onunla yaşamaya neredeyse alışıyorduk. Sonra..."

"Sonra hastalandı. Bedeni evren değiştirmesini kaldıramadı." Mirel, beni başıyla onayladı. "Her şey kardeşim hastalandıktan sonra başladı, öyle mi? O kısımdan önce yaşananlar aynı. Hualp'in bana duyduğu hisler hariç..."

"Bu nasıl olabiliyor?" diye sordu Perla. "Senin hafızanda Hualp bambaşka biri, iyi biri. Biz ise sana olan iğrenç takıntısını ve sonra elde edişini biliyoruz!"

Düşündüm. İki farkı ilk öğrendiğimden beri deli gibi düşündüm ve sonra buldum. "Çünkü beni tanımıyordu."

"Ne?"

Her birinin merakla bakan gözlerinde sırayla baktım. "Buraya ilk geldiğimde, Hualp ile çok sonra tanıştık. O zaman hamileliğimin son zamanlarıydı... Evet, o zaman da garip bakıyordu ama sadece bu kadar. Zaten kısa bir süre sonra da Lena ile tanıştı. Sonra topraklarıma geri döndüm ve size gelmeye çalışırken kendimi geçmişte buldum. Hualp ile geçmişte tekrar tanıştığımda bana benden etkilendiğini söyledi. Geleceği değiştirmemek için ona,aşık olacağı kadının Lena olacağını söylemedim."

"Anlaşılan seni unutamamış ve sen Temur'un tuzağıyla ülkemize geldiğinde, ismini duyar duymaz seni bulmuş.

"Hayır, Mestan." Başım iki yana sallanıp dururken, zihnimde başka ihtimaller can buluyordu. "Geçmişteki Dora, gelecek zamana döndüğümüzde beni hatırlamayacağınızı söylemişti. Doğru söyledi. Hiçbiriniz benim Melina'nın zamanında var olduğumu hatırlamıyorsunuz, Hualp de öyle... Üstelik Biran, onun Lord Steven öldükten sonra ortaya çıktığını söyledi. Neden o zaman ortaya çıkıp peşime takıldı? Bana Hualp ile olan kısımları anlatın. Sanırım tek bilmediğim onlar ve bana yaptırdıkları..."

Mirel yeltendi ama Biran müsaade etmedi. "Hayır, bilmiyorsan öyle kal." Bana korumacı gözlerle baktı. "Tekini bile öğrenme. Lazım olmayacak."

Ona karşı koymak isteyen yanım bir süredir benimle değildi ve bu durum lideri fazlasıyla memnun ediyordu. "Beni kardeşimle tehdit etmiş ve siz Bor'u tanımıyorsunuz. Oysa tanımanız gerekirdi. O, Hualp'in büyücüsü. Kardeşimi kurtarmam için girmem gereken mağaraya beni o yönlendirmişti. Hepimiz tanıyorduk. Onu ziyaret etmiştik. "

Biran, bir süre yüzüme baktıktan sonra avucunu masaya indirdi. "Siktir! Adi herif, büyücüsünün kardeşine yardım etmesi karşılığında senden bir şeyler istemiş olmalı. O yüzden büyücüyü bizimle hiç tanıştırmadı." İşaret parmağı beni gösterdi. "O yüzden büyücüyü sadece sen tanıdın."

Gözlerim, burnum, kalbim yanmaya başlarken, "Oğlumdan bahsetti, oğlumuzdan." dedim. "Onun hala avucunda olduğunu söyledi."

Hüzünlü gözlerim, gözlerindeki hırsı misline katlarken," Korkma," dedi. "Alte Şato'su muhafızlarımla çevrili."

"Sen de bu yüzden mi Alte ailesine ait o evde kalıyordun? Alaz'a yakın olmak için mi?"

"Alaz'a yakın olmak için..."

Mestan ayağa kalktı. Adımları masanın etrafında gezinirken, şüpheli görünüyordu. "Bunu söyleyeceğim için üzgünüm ama söylemek zorundayım. Alaz'ı Leydi Diana'ya veren Rozelin'di." Biran'a özür diler gibi baktı. "Seni ikna etmek için sana yalvardı. Neden böyle bir şey istediği hakkında hiçbir neden sunamadı üstelik. Sen gözyaşlarına dayanamadın, kabul ettin." Yeniden yerine otururken, şüphe açık kahve gözlerine iyice yayılmıştı. "Ya oğlunu Diana'ya vermesini isteyen Hualp ise... ya Hualp'in Diana ile bir bağlantısı varsa..."

Bunu yaptığım için kendimden nefret ettim. Neden yaptığımı hiç bilsem de her duyduğumda ölesiye nefret ettim.

"Evet." Biran'ın ifadesinden, düşündüklerinin tam olarak Mestan'ın söyledikleri olduğunu anladım. Beni incitmemek için dile getirmediğini biliyordum. "Bu konuyu araştıracağız."

Efraim, Mestan ve Mirel aynı anda "Anlaşıldı." dedi.

Perla oturduğu koltukta rahatsızca kıpırdandığında Efraim ayağa kalktı ve onun da kalkmasına yardımcı oldu. "Bizim kız annesinin dinlenmesini istiyor."

Perla gözlerini devirdi. "Hala kız, diyorsun."

"Kız olacak." dedi Efraim bilmişlikle. "Bundan eminim, doğunca görürsün."

Şüphe uyandırmasın, diye Efraim aracını evin önünde bırakmıştı. Bu nedenle Mestan ayaklandı. "Sizi bırakayım."

Efraim çıkarken, "Bir sonraki toplantıya kadar kendinize iyi bakın." dedi ve bana göz kırptı.

Perla kısık sesle "Görüşürüz." derken bana kaçamak bir bakış attı.

Aynı dakikada Biran telsizden bir mesaj aldı. Dışarı çıkıp konuştuğu için ne olduğunu kimse duyamadı ama yanıma geri döndüğünde alnıma uzun bir öpücük bıraktı, çenemden tuttu, gözlerime baktı ve "Gitmem gerekiyor." dedi. "Hemen döneceğim."

Nereye gideceğini sormadım. İsteseydi söyleyeceğini biliyordum. Yalnızca ona gülümsedim. "Bekleyeceğim."

Mirel ile yalnız kalışımızın üzerinden ancak yarım saat geçmişti. Nedenini bilmiyordum ama sık sık saati kontrol ediyordu; pencereden dışarı bakıyor, amaçsızca geziniyor ve sesli nefesler veriyordu. Sonunda dayanamadı. Geldi ve karşıma oturdu. Elini, dalgalı kızıl saçlarının arasından geçirdi; iri, aı mavi gözleriyle bana dikkatle baktı. "Diana bugün anne ve çocukların olacağı bir toplantıya katılacak. Amaç çocukların bir arada vakit geçirmesi olduğu için onları bir gözetmenle yalnız bırakıyorlar." Derin bir nefes aldı. "Uzatmayacağım. Gözetmeni tanıyorum. Eğer istiyorsan, Alaz'ı görmeni, onunla konuşmanı sağlayabilirim."

Bir saniye bile beklemedim. Ayağa kalkmam ve kapıya koşmam sadece birkaç saniye içinde gerçekleşti. Mirel'in sürücü koltuğunda olduğu arabada yol alırken, ellerim titriyordu ve tek sebebi heyecandı. Tanrım! Oğlumu görecektim...

Lenoran'ın girişinde, gösterişli sayılabilecek bir şatonun önünde durduk. Mirel, şatonun sol kısmını işaret ederek "Çocuklar o tarafta." dedi. "Önden gideceğim. Sakın kapşonunu açma. Ben söyleyene kadar..."

"Tamam."

Mirel araçtan inmek için hamle yaptığında, koluna dokunarak onu durdurdum. Bana baktı. "Teşekkür ederim."

Yüzüme baktı. Sadece baktı. Sonra kapıyı açtı ve aşağı indi. Söylediğini yaparak kapşonumu kapattım, peşinden ilerledim. Mirel, girişteki muhafızlara davetli olduğunu ve benim de baş görevlisi olduğumu söyledi. İçeri girdikten sonra doğrudan sol tarafa ilerledik. Bir kadının hızlı adımlarla bize geldiğini görünce panikledim ama Mirel ile fısıldayarak konuşmaya başladığında, onun bahsettiği gözetmen olduğunu anladım. Mirel, geriye baktı, burada bekleyeceğini ve koridorun sonuna ilerlememi işaret etti. Heyecandan birbirine karışan adımlarla koridorun sonuna ilerlediğimde, önce çocukların sesini duydum. Cıvıl cıvıldı; içlerinden biri benim oğluma aitti ve onu gördüm. Diğer çocukların elini tutmuş, neşeli kahkahalar atarak dönüyordu. Kıvırcık saçları döndükçe yüzüne dökülüyor, bir genç gibi olgun bir tavırla onları geriye savuruyordu. Ne kadar geçtiğini bilmiyordum ama onu izlerken söyledikleri şarkı bitti, çocuklar etrafa dağıldı. O an da Alaz'ın bakışları bana takıldı. Kalakaldım. Ne yapmam gerektiğini kestiremedim. İlk düşünebildiğimde kapşonumu açmayı akıl ettim. Beni tamamen gördü, bununla birlikte küçük başını omzuna eğdi ve daha dikkatli baktı. Gülümsedim, yanıma geldi.

"Merhaba..." Mavi gözleriyle bana şaşkınca bakarken, onu korkutmamak için küçük adımlarla yanına ilerleyip, yüzlerinizi hizalamaya çalısırcasına eğildim. "Sanırım kayboldum."

Etrafına baktıktan sonra başını salladı. "Üzgünüm, hanımefendi."

Konuşması, sesi ve yaşına tezat ciddi ifadesi beni gülümsetirken, "Bana yardımcı olmak ister misin?" diye sordum.

Bir adım geri çekildi. "Hayır, annem yabancılarla konuşmama izin vermez."

Birkaç saniye içinde dolan gözlerimi ondan gizlemek için kirpiklerimi kırpıştırarak, dökülmek için can atan gözyaşlarımı defettim. "O zaman biz de tanışırız." Elimi oğluma uzattım. "Yeniden merhaba, adım Rozelin."

Açılan gözleriyle kendisine uzanan elime baktı. "Güzel isim." Biraz düşündü, sonunda bir karara varmış olacak ki küçük elini avucuma emanet ederek beni tüm evrenin en mutlu insanı yaptı. "Aileni tebrik ederim."

Dudaklarımı ısırarak gülümsedim.

O, yalnızca üç yaşında bir çocuktu ama diksiyonu neredeyse bir genç kadar iyiydi. Haberi olmadan onunla gurur duydum ve karşımdaki küçük adamın elini sıktım. "Senin ismin de çok güzel, Alaz. Ben de senin aileni tebrik ederim."

Birden suratını astı. İşte şimdi tam bir çocuktu. "İsmimi bana annem vermiş. Hayatta olsaydı tebrik edebilirdin ama şimdi edemezsin."

Yaşadığım şaşkınlık tuttuğum elini sıkmama, hatta onu kendime çekmeme sebep oldu. Ancak Alaz ne korktu ne de başka bir olumsuz tepki verdi. "Senin... Annen hayatta değil mi? Ama az önce annenin yabancılarla konuşmana izin vermeyeceğini söyledimiştin."

"Diana benim süt annem." dedi bilmişlikle. "Beni doğuran annem beni ona emanet etmiş ve uzaklara gitmiş. Bir daha dönmemiş. Herkes onun öldüğünü düşünüyor."

Bu kez engel olamadım. Gözümden bir damla yaş düşerken, hala elim elindeyken, tereddütle suratını okşadım. "Ya sen, küçüğüm? Sen de onlar gibi mi düşünüyorsun?"

Sorum, mavi gözlerine birer pus bıraktığında, kendimi öldürmek istedim. Ona üzmüştüm, bebeğimi üzmüştüm. "Üzülme, lütfen üzülme. Kötü bir soruydu, özür di-"

"Hayır hanımefendi. Onlar gibi düşünmüyorum. Annem yaşıyor. Bir gün beni almak için geri gelecek." Arkadaşlarının şarkı söylediğini duyduğumda başını onlara çevirdi ve yeniden bana baktı. "Oyuna geri dönmek istiyorum. Koridorun sonunda çıkış var. Kendinize iyi bakın."

Ellerimden uzaklaştığında, gözümde yaşlar, kalbimde ise koca bir umut parçası vardı. O umut parçası bana oğlumdan armağandı. Herkese, her şeye rağmen annesinin geri geleceğini biliyordu. Bilmediği, annesinin çoktan geldiğiydi...

🖤

Artık kesitler yalnızca Instagram da 'Bizimkiler' adlı kanalımızdan gelecek. Gelirseniz çok mutlu olurum.
Instagram/ _DuruMavii

Oyna Ya Da Öl kurgumuz 9 bölüme ulaştı! Lütfen okumak için bölüm biriktirmeyin. Çünkü her iki kurguma da sırayla ikişer bölüm yayınlayarak ilerleyeceğim. Ayrıca orada da değerli yorumlarınızla motivasyona ihtiyacım var. 🌸

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

301K 26.2K 47
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
13.9K 1.6K 90
Hayallerinize sınır koymayın ! Kendini yazarak anlatan, hayallerini artık zihnine sığdıramayarak satırlara döken yazarlarım için elimden geldiğince h...
SINIRSIZ Von Kristal

Jugendliteratur

80.6K 4.6K 26
Elis'in Kehanetteki konumu giderek yükselir ve kızımız hem Kehanetin hem de sahibi olan Mesih Dinçer'in gizemini çözmeye adım adım yaklaşmıştır. Art...