a heavenly way to die [adrien...

By yvesdianxia

712 90 275

"bu krallıkta tek bir şeytan var, o da sensin." yue tapınağının baş rahibesi olan marinette, zindandan kaçan... More

giriş.
bir.
iki.
üç.
dört.
beş.
altı.

yedi.

101 9 45
By yvesdianxia

           Adrien birkaç metre ötesindeki ateşin ışığını yansıtan kılıcını bir kez daha sildi, ardından elindeki bezi sinirle yere attı. Üç gündür aynı yerde kamp yapmaya devam ediyorlardı, tek bir adım dahi ilerleyememişlerdi. Her ne kadar tüm askerleriyle birlikte bir an önce güney sınırına ulaşmak istese de, sarışın prensin elinden hiçbir şey gelmiyordu.


         Derin bir nefes aldı ve sakinleşmek istercesine gözlerini kapattı. Başarısız olan bu girişimin ardından bakışlarını ateşin yanında yatan kişiye çevirdi.


        Adrien küçüklüğünden beri asla kadınlarla aynı ortamda bulunmamıştı. Kendisi krallığın en önde gelen askeri akademisinde eğitim görmüş, günlerini kılıç savurarak ya da diplomasi öğrenerek geçirmişti. 


        Bu konuda yalnız değildi: Orduda bulunan diğer askerler de onunla aynı şartlarda büyümüştü. Keidan'da kadınların askere girmesi ya da devletin önde gelen kişileriyle iletişime geçmesi yasaktı.


         Babası ona büyürken hep "Kadınlar tehlikelidir," demişti. "Seni kandırmaları için konuşmalarına bile gerek yoktur. Parmaklarının küçük bir hareketi ya da dudaklarının hafif bir kıvrımı ile en güçlü kişileri etkileri altına alırlar."


        Adrien bundan pek emin değildi. Sonuçta; yerde yatan kız, kafası birkaç kez suya sokulduğu için hastalanmış, iki gündür düzenli olarak sayıklamak dışında tek kelime etmemişti. Bırakın güçlü olmayı, kendini savunacak hâli bile yoktu-


"Prens... Adrien?"


         Sarışın genç duyduğu ses üzerine yürümeyi bıraktı ve tekrar yerde yatan kıza baktı. Mavi gözler hafifçe aralanmış, kendisini izliyordu.


        Aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi kapattı ve yere diz çöktü, ardından kızın alnındaki ıslak bezi aldı. "Hâlâ sayıklıyor musun?" dedi alaylı bir sesle. "Yoksa sonunda uyanabildin mi?"


        Bir süre elindeki bezi sıkmakla uğraşmasına rağmen, sorusuna cevap alamadı. En sonunda merakla kafasını yana çevirdiğinde genç kızın hâlâ kendisini izlediğini fark etti.


         Askeri doktor onu muayene ettiğinde "Birkaç gün uyanamayabilir." diye uyarmıştı Adrien'ı. "Onu diğer askerlerle, yani erkeklerle bir tutamazsın. Soğuk yerde uyumak ve durmadan yolculuk yapmak zor gelmiş olabilir. Ateşi düşse bile, dinlenmesi gerekecek."


         Sarışın gencin ise bu kadar süre beklemeye niyeti yoktu. Bu kızın neden erkek kılığına girip kendilerini kandırdığını merak ediyordu. Bilgi çalmak için mi askere girmişti? Adrien'ı öldürmek mi istemişti? Savaşta onları zora sokacak bir şeyler mi planlıyordu? Tüm bu soruların cevabını en kısa sürede elde etmeye kararlıydı.


        "Yoksa benden daha fazla bilgi elde edip düşmana satmayı mı planlıyorsun?" dedi öfkeli bir gülümsemeyle.


         Doğrusu, genç adam herhangi bir cevap beklemiyordu. Genç kızın gerçekten uyandığından ve bunun da sayıklamalardan biri olmadığından emin bile değildi-


"Senden... bilgi elde etmek istemiyorum."


"Öyle mi? O zaman neden bir erkek kılığında orduya girdin?"


         Aralarında yine sessizlik oluşunca, Adrien genç kızın uzun saçlarına elini doladı ve hafifçe kendine doğru çekti. Mavi gözlerde oluşan acı dolu ifadeyi görünce konuşmasını sürdürdü. "Bir cevap versen iyi edersin, yoksa seni parçalara ayıracağım."


        "Bir iblisin... Yao Guai'nin peşindeyim." Genç kız kesik nefesler aldı ve acıyla gözlerini kapattı, ardından konuşmaya devam etti. "Buraya Feiyan'daki bir tapınaktan geldim. Krallığınıza giren bir iblisi yakalamam gerek."


        Sarışın prens kızın saçlarını bıraktı ve yüzünü buruşturdu. "Bu krallıkta tek bir şeytan var, o da sensin." dedi genç kızın duyabileceği bir sesle. "Demek yalnızca erkek kılığına girmedin, aynı zamanda Feiyan için çalışan bir casussun, öyle mi?"


"Feiyan için çalışmıyorum ben-"


"Uyuyan güzel sonunda kalktı mı?"


          Çadırın girişinde duran Nino, elindeki yemek dolu tepsileri yere bıraktı ve yerdeki iki gence yaklaştı. Her ne kadar hareketleri fazlasıyla sakin olsa da, gözlerinde çok ilginç bir bakış vardı. Marinette bu bakışa bir anlam veremese de, içindeki ses kendini koruması gerektiğini söylüyordu.


         Bu yüzden yattığı yerde yarım yamalak doğruldu ve zorlukla kendini geriye çekti. Hareket etmekte ve bakışlarını odaklamakta zorlanıyordu. Tüm vücudu büyük bir acıyla kıvranıyor, aldığı nefesler boğazını yakıyordu-


        "Nereye kaçıyorsun!? Arkanda ateş olduğunun farkında değil misin? Canlı canlı yanmak mı istiyorsun?"


        Duyduğu ses ile korku dolu bakışlarını Adrien'a çevirdi ve derin bir nefes aldı. Genç adam daha fazla hareket etmesini engellemek için onu kolundan yakalamıştı. Arkasındaki ateş ise genç kızın saçlarını tutmak ister gibiydi.


         Bu sırada Nino, aralarındaki mesafeyi kapattı ve yavaşça diz çöktü. "Neden onu engelliyorsun ki?" dedi her zamanki sakin ses tonuyla. "Bırak kendini yaksın, böylece aramızdaki casusa veda edebiliriz."


       Ardından belindeki bıçağı çıkardı ve Adrien'a uzattı. "Ya da, onun işini sen bitirebilirsin. Dışarıdayken konuşmanızı duydum. Feiyan'dan gelen bir casusu elimizde tutmamıza gerek olmadığını düşünüyorum. Bir an önce ondan kurtulup yola devam etmeliyiz."


Esmer gencin bakışları, hâlâ o anlamsız parıltısını koruyordu.


        Adrien önce kendisine uzatılan bıçağa, ardından kolunu tuttuğu kıza baktı. Mavi gözler, ateşin ışığında parlayan metale çevrilmişti. Sarışın prens, genç kızın korkuyla titrediğini hissedebiliyordu.


        Bu şaşırılacak bir şey değildi. Herkes, en güçlü insanlar ya da en duygusuz canlılar bile ölümden korkardı. Ancak genç kızın gözlerindeki şaşkınlık, bir casusla uyuşmuyordu.


        Yine de Adrien'ın şüphe duyma lüksü yoktu. Genç kız sınırı izinsiz geçerek ve erkek kılığında askere girerek zaten ölümü hak etmişti.


         Bu nedenle Nino'nun kendisine uzattığı bıçağı aldı ve parmakları arasında üç kere döndürdü. "Belki yalnızca basit bir şaka yapmışsındır diye... Ya da basit bir delisindir diye seni öldürmekten kendimi alıkoymuştum." dedi yalnızca genç kızın duyabileceği bir sesle. "Ancak bir casusun yaşamasına izin verip askerlerimi tehlikeye atamam."


        "Ben de..." Genç kız fısıldar gibi konuştu ve bakışlarını Adrien'a yöneltti. "Burada ölmeyi göze alamam. O iblisi yakalamak zorundayım."


         Ardından, boşta kalan eliyle zümrüt bilekliğini tuttu ve tüm gücüyle çekti. Mücevherleri bir arada tutan ipin sağlam olduğu söylenemezdi. Adrien ve Nino herhangi bir tepki veremeden bileklik parçalanmış, zümrütler yerle temas eder etmez yok olmuştu.


        Sarışın gencin yaşananlar hakkında en ufak bir fikri yoktu. Ancak, tereddüt etmeye devam ederse pişman olabileceğinden emindi. Bu nedenle elinde tuttuğu bıçağı gelişigüzel salladı ve genç kızın bileğinde oldukça derin bir kesik açtı-


Fakat anında kendi bileğinde hissettiği acı, bıçağı yere düşürmesine sebep oldu. 


         Gözleri herhangi bir saldırıya şahit olmamıştı. Bileğinde oluşan bu yaranın mantıklı hiçbir açıklaması yoktu. Kendi elindeki bıçakla bileğini yaralaması mümkün müydü?


         Bu sırada genç kız da acıyla bir çığlık atmış, hızla bileğini kapatmıştı. İki gencin de parmaklarının arasından kan sızıyor, kırmızı sıvı altlarındaki soğuk zemine damlıyordu.


İkisinin de gözünde, aynı korku dolu ifade vardı.


         Tüm bu olanları büyük bir şaşkınlıkla izleyen Nino, ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı. "Bunu..." dedi ilk defa şaşkınlıkla dolu olan sesiyle. "Sen yaptın, değil mi?"


         Genç kız bileğini daha da sıkı bir şekilde tuttu ve kafasını aşağı yukarı salladı. "Evet," dedi bakışlarını yerden ayırmaya cesaret edemeden. "Artık... Artık kaderlerimiz birbirine bağlı... sanırım."


Kader?


Bağlılık?


         Adrien tüm bu olanlara anlam vermekte zorlanıyordu. Hâlâ bileğindeki kesiğin nasıl oluştuğunu anlayamamıştı. Ayrıca, kaderlerin birbirine bağlı olması da ne demekti?


         Yüzünde hissettiği ıslaklık ile kana bulanan elini kaldırdı ve yanağına dokundu. Ağlıyor muydu? Neden ağlıyordu ki? Bileğindeki yaranın acısı dayanılmayacak seviyede değildi-


Bu sırada, karşısındaki genç kızın yüzünü gördü.


Turuncu ışıkta parlayan bir gözyaşı, yanağından aşağı süzülüyordu.


 ‿̩͙‿ ༺ ♰ ༻ ‿̩͙‿

aklımdakileri bu kadar berbat bir şekilde kelimelere döktüğüme inanamıyorum...


sanırım bir süredir wattpad'den uzak kaldığım için yazmakta zorlanıyorum. bu bölümü gerçekten beğenmedim, ve duygularımı yansıtmakta yetersizdim. sizlerden çok özür diliyorum. ilerideki bölümlerde kendimi geliştirmek ve daha güzel yazmak için çabalayacağım.<333


eğer neler olduğunu anlamadıysanız, lütfen endişelenmeyin. her şeyi açıklamaya devam edeceğim.


bolca su için!


sevgilerimle,

yves dianxia, 2023.

 ‿̩͙‿ ༺ ♰ ༻ ‿̩͙‿

Continue Reading

You'll Also Like

65.7K 3.2K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
29.5K 1.7K 16
Oynanılan her oyun er ya da geç bitmeye mahkumdur..
82.2K 11.2K 15
taehyung'un en yakın arkadaşına karşı duyguları vardı.
410K 37.5K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...