ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 187K 164K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini

6.3K 677 1.1K
By ozcelikdilaraa

Herkese hello!!!!!!!! Kaos geri döndü hanımmmm.

Aşklarım malum kitap oluyoruz bölüm atmadığımda sanmayın Rae ve Mara'dan uzağım. Kapakla falan uğraşıyorduk. Şimdi dosyamız son okumada. Çok çok çok az kaldı.

Sürekli gelen bir soruya buradan da açıklık getireyim. Aşklarım güncel olarak wattyden devam ediyorum yazmaya. Almak için durumu olmayan okurlarım için de kaldırmayı düşünmüyorum. Ama lütfen sizden ricam pdf olarak okumayın. Zaten wattyde kalacak. Minnoş kalbimi üzmeyin.

Sınırlar. 500 oy ve 1000 yorum aşklarımm. Bence arsız ölümlüler olarak geçersiniz.

Bölüm şarkımız Ruelle- Game of Survival

Bu bölüm kaç bölümdür bu zamanda debelenmemizin sebebi. Biraz uzun tuttum watty halini ama yaklaşık 8 bölüm süre bu geçmiş muhtemelen baskıda 2 ya da 3 bölüme düşecek. Ama wattyde orijinal haliyle kalmaya devam edecek merak etmeyin. Bu kısımlarda sıkılanlar olabilir kabul, biraz uzun anlattım sodlosjpd Ama artık eve dönüyoruz :) Troya bizi bekler!

Bölüm sonunda über bir spoiler var. Anlayanlar :)

Çok konuştum. Hadi Kaos kaçar. Sizi sonsuzluk kadar seviyorum.

Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini

Hayatım boyunca pek çok hata yapmıştım. Bazı hatalarım bana pişmanlık olarak geri dönmüş bazıları ise beni değiştirmişti. Artık gelin olarak yetiştirilen o genç kız değildim. Farklı bir kadındım. Savaşmış, büyümüş ve kaybetmiştim.

Önemli şeyler kazanmıştım. Kan dökmüştüm. Fakat ne olursa olsun artık yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyordum. Artık tek bir şeyi kaybetmekten başka hiçbir şey beni korkutamazdı.

Ailemi kaybetmek. Onu kaybetmek.

Korkum beni ayakta tutacak, bana savaşma gücü verecekti. Daha önce de olduğu gibi kanımın son damlasına kadar savaşmama yardım edecekti. Bu yüzde Yeraltı Dünyası'nda, Tartaros'a açılan kapının önünde beklerken korkmuyordum. Aksine heyecanlıydım. Parmaklarım beklentiyle elimdeki anahtarı tutuyor, nefesim heyecanla tekliyordu.

Bu kapının ardında ne olduğundan tam olarak emin değildim. Nefes alıp verdikçe yoğun bir yanık kokusu ciğerlerime sızıyor, bana tüm bunların gerçek olduğunu fısıldıyordu. Burası sonun başlangıcıydı, buradan ötede hiçbir şey yoktu. Yalnızca en korkunç suçları işleyen ruhların ve hapsedilen Titanların ebediyen hapsolduğu sonsuz acının merkeziydi. Buraya girerek lanetlenen ruhlardan geriye hiçbir şey kalmazdı. Onların ruhları Tartaros'un zamansızlığı tarafından yutulur, parçalara ayrılır ve boşluğa bırakılırdı.

Apollon'un kanatları hemen arkamda hışırdadı. "Koku," dediğinde onun da benim gibi havadaki yanık kokusunu alabildiğini anladım. "Hades onları içeride yakıyor mu?"

Rae güldüğünde uzanıp elini tuttum, parmakları benimkilerin etrafına dolandı. "Bunun cevabını önce sen öğrenmek ister misin?"

Apollon öne çıkarak kapıya yaklaştı. "Şaka yapıyorsa komik değil kardeşim. Eğer şaka değilse de buna pek gönüllü olduğumu söyleyemeyeceğim."

Devasa altın kapıyı saran parmaklıklara yaklaşarak daha yakından incelemek için öne doğru eğildim. Benden bir baş yukarıdaki anahtar deliği dışında tüm kapı bir hikâye anlatmak ister gibi süslenmişti. Sarmal figürler tüm yüzeyi sarmış, Tartorus'un ününü gösteren ince detaylarla şekillenmişti.

Her bir altın figür bir hikâyeyi şekillendiriyordu. En yukarıdaki bir adamın ölüm anını gösteren-kalbinde bir hançer vardı- kabartmanın hemen altında adamın bir kayıkta Yeraltı Dünya'sının nehirleri arasında aldığı yol tasvir edilmişti. Nehirden uzanan eller adamı yakalamak ister gibi bükülmüş, Kharon'un küreği aralarına dalmıştı.

Sonrası korkunç bir şekilde gerçekçiydi. Adamın şu an durduğum kapının önünde durması, kapının açılması ve iki yaratık tarafından kollarından tutularak sürüklenmesi...

Güçlükle yutkundum, Rae'nin eli bileğime çıktı. "Sen kötü biri değilsin," diye fısıldayarak bana güvence vermeye çalıştı. "Üstelik hala hayattasın, bu acı sadece ölüler için."

Kendime engel olamayarak güldüm. "Ama tanrılara inanmıyorum."

"İnanmıyordun. Şimdi inandığın bir tanrı var." Elimi kaldırıp az önce parmaklarının dokunduğu yerleri öptü. "Hazırsan kapıyı açmanın vakti geldi."

Hiç olmadığım kadar hazırdım. Artık kim olduğumu biliyordum. Neler yapabileceğimin farkındaydım. Korkmam ya da tereddüt etmem için hiçbir sebep yoktu. Bir daha asla hiçbir şeyin beni tereddütte bırakmasına izin vermeyecektim. Bir daha asla kendimde şüphe etmeyecektim.

Apollon da Rae de geri çekilirken kapının önünde tek başıma kaldım. Diğer elimi kaldırıp soğuk yüzeyine yaslarken anahtarı deliğe yerleştirdim. Anahtarı çevirmek düşündüğümden daha kolay oldu. Zorlanmadan, neredeyse hiç güç sarfetmeme gerek kalmadığından kendiliğinden dönerek açıldığını belli eden tok bir ses çıkarttı.

Derin bir nefes alıp kapıyı ittiğimde karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Kapının üzerindeki gördüğüm gibi iki yaratığın hiçliğin içinden fırlayıp bize saldırmasını beklesem de mutlak sessizlik dışında hiçbir şey yoktu.

Apollon'un kanadı omzuma dokunurken Rae'nin karanlığı ayak bileklerime dolandı. Kendi gücüm içimde çağlarken hiç düşünmeden karanlığın içine daldım.

Az önce beni rahatsız eden koku şimdi yerini çiçeksi bir kokuya bırakmıştı. Bu değişime neyin sebep olduğunu bilmesem de beni rahatlattığını söylemesem yalan söylemiş olurdum. Bedenimdeki tüm gerginlik dağılırken rahatlama beni ele geçirdi. Öyle ki sanki ruhum bedenimden ayrılmış, gereksiz tüm ağırlıkları geride bırakmış gibiydim.

Korku yoktu. Endişe yoktu. Yaşamanın getirdiği bütün sorumluluklar ve düşünceler aklımdan uçup giderken geride sadece hafifleme hissi kalmıştı. Bunu tanıyordum, daha önce, öldüğümde sahilde beklerken benzer bir hissin içime dolduğunu hissetmiştim. Bu, ölümün getirdiği rahatlamaydı. Bedenin sınırlamasından nihayet kurtulan ruhun mutluluğuydu. Dünyevi her şey geri kalırken sonsuza kadar yaşayacak tek şey olan ruhun nihayet her şeyin özünü kavradığı o andı.

Sonra ruhum yeniden bedenime döndü. Kemiklerimin hatta derimin ağırlığını bile yeniden hisseder oldum. Yaşadığım şokla birlikte ince ter damlaları alnımda birikti, saçlarım enseme yapıştı. Artık huzur yoktu, yerini mutlak bir ağırlığa bırakmıştı. Farkındalık bir girdap gibi zihnime doldu, görünmez elleri boğazıma yapıştı.

Çiçek kokusu bu sefer yerini rutubetin o ciğer yakıcı yoğunluğuna bırakmıştı. Gerçek buydu. Gerçek bazen kabullenilmesi korkunç bir ağırlıktan ibaretti.

Karanlığın içinde bir meşale yanarak etrafı aydınlattı. O zaman önümde uzanan dehlizin başında, Rae'yle birlikte dikildiğimizi gördüm. Duvarlardaki meşaleler teker teker yanarken onları adım sesleri ve karanlığın içine doğru koşan gölgeler takip etti. Ensemdeki tüm tüyler beni uyarmak ister gibi dikleşirken huzursuz edici bir kaşıntı hissi kolumdan yükseldi.

Rae'nin bedeni benimkiyle bütünleşti, aramızdan havanın bile geçmeyeceğine emin olana kadar beni kendine çekti. "Apollon nerede?" diye sordum.

Bana bir cevap vermeden önce dikkatli bir şekilde sonsuzluğa doğru uzanıyormuş gibi görünen koridora baktı. Belki de gerçekten öyleydi. Belki de gerçekten sonsuzluğa uzanıyordu. "Emin değilim," dediğinde sesindeki karmaşa beni telaşa düşürmeden önce bir kez daha elimi tuttu. "Devam edelim."

Devam etmekten başka bir şansımız olmadığı için beni bilinmezliğin içine yürütmesine izin verdim. Yürüdükçe koridorun her iki yanında uzanan lahitleri ve başlarında bekleyen karanlık gölgeleri gördüm. Doğru düzgün bir formları yoktu; havada, bedensiz karartılar halinde yükseliyorlardı. Bir suratları, kadın ya da erkek olduklarını anlayabileceğim kıvrımları yoktu. Yine de onların bir zamanlar insan olduğunu hissedebiliyordum.

Gölgelerin her biri biz geçerken bize doğru dönüyor fakat bulundukları yerden ayrılmıyordu. Rae büyük ihtimalle onların kim ya da daha doğrusu ne olduğunu biliyordu. Zihnimin içinde bunun cevabını ne kadar merak ettiğimi de biliyordu. Fakat bir şey söylemedi, sadece daha hızlı yürümem için dirseğimi tuttu.

Bilinmezliğin içinde ilerlemek en zor olanıydı. Bu yolun sonunun neye çıkacağını bilseydim belki de yürümek bana bu kadar zor gelmezdi. Sayamayacağım kadar çok lahdin ve başında bekleyen gölgenin yanından geçtik. Bazılarında iniltiye benzeyen, acı dolu seslerin yükseldiğini duysam da duymamazlıktan geldim. Korkunç bir kaybolmuşluk hissi yüreğime çöreklenirken Rae'nin yanımdaki bedenine ve sıcaklığına tutundum.

Etrafımızdaki hava ağırlaşırken koku da arttı. Şimdi rutubet yalnız duvarlara değil, üzerime de sinmişti.

En sonunda oldukça sıradan görünen, iki kanatlı ahşap bir kapı bizi karşıladığında Rae durdu. Kapı normal bir evde görebileceklerimiz gibiydi. Ne bir işlemesi vardı ne de içeride özel birinin olduğunu gösteren bir sembol. Kapının kolları birbirine eski bir iple bağlanmıştı. Yine de içten içe o kapının ardında tutulan şeyin buradaki en özel kişi olduğunu biliyordum.

Rae'nin parmakları benimkilere dolandı. "Seni neden seviyorum biliyor musun?" diye sorduğunda sorusu sessizliğin içinde yankılandı. Başımı yavaşça ondan yana çevirdiğimde kapının ardında yüzleşeceğimiz şeyin korkunçluğuna rağmen dudaklarında hafif bir gülümseme vardı. "Çünkü benim sadece evlendiğim kadın değil aynı zamanda da güvenebileceğim tek kişisin. Seni sadece ölümlü gözlerimin gördüğü en güzel kadın olduğun ya da gücünle beni sersemlettiğin için sevmiyorum, yanında arkama bakmama gerek duymadan savaşabileceğimi bildiğim için seviyorum."

Elini kaldırıp dudaklarıma götürdüm. Sözleri beni rahatlatırken içimde yanan cesareti güçlendirdi, bir aleve dönüşene kadar harladı. Biz buyduk; yan yana savaşan iki savaşçı ve birbirinin arkasını kollayan ortaklardık. O benim ailemdi.

Rae tüm bedenini benden yana çevirerek beni sıkıca kucakladı. "Bu yüzden Kronos'tan ya da başka bir Titan'dan korkmamıza gerek yok çünkü her şart ve koşulda arkamızı kollayacak birine sahip olduğumuzu biliyoruz."

İçimde yükselen enerjiyi kahkaha atarak dışarı çıkarttım. "Tanrılarla aramın pek iyi olmadığını biliyorsun. Kronos'u kızdırmamdan korkmuyor musun?"

Burnumun ucuna dokunup geri çekildi. "Umarım onu kızdırırsın Mara."

Rahatlayarak derin bir nefes aldım. Kapının kanatlarını bir arada tutan ipi çözerek ittim. Kapı sessizce açılırken toz ve duman suratıma çarptı, suratımı buruşturarak bir adım geri çekildiğimizde çoktan içeride olduğumuzu, ardımızdaki kapının da yitip gittiğini fark ettim.

Yoğun duman dağılırken içinde gizlediğini olağanüstü manzarayı açığa çıkarttı. Gösterişli bir sarayın içinde, siyah mermerden bir zeminde duruyorduk. Karşımızda uzanan manzara nefes kesiciydi. Sıra dağlarla biraz ötesinde sonsuzluğa açılan deniz dışında hiçbir şey yoktu. Ne bir ev ne de başka bir şey. Yüksek boylu ağaçlar ve onu kucaklayan doğa dışında hiçbir şey yoktu.

Saray daha çok bir tapınağa benziyordu. Yüksek boylu sütunlarının etrafı bütün dağları ve denizi görebilecek şekilde açık bırakılmıştı. Gerimizde biri boğazını temizlediğinde aramaya geldiğimiz kişinin orada olduğunu biliyordum.

Rae benden önce arkasını döndüğünde ağzından dökülen şaşkın ses merakımı artırdı, çenemi dikleştirerek arkamı döndüm. Küçük bir erkek çocuğu, meraklı gözlerle bizi izliyordu. Koyu renkli saçları alnına dağılmış, sarı gözleri doğrudan bize odaklanmıştı.

Bulmayı beklediğim şey kesinlikle küçük bir çocuk olmadığı için bocaladım. Burada bulmayı beklediğim korkunç görünümlü bir Titan'dı. Kendimi buna hazırlamıştım. Şimdiyse belki de yanlış kapıdan içeri girdiğimizi düşünüyordum.

Çocuk başını hafifçe yana yatırdı. "Merhaba?" Sesi her ne kadar yumuşak çıksa da sözleri söyleyiş şeklinde yoğun bir aksan vardı. Harfleri olması gerektiğinden çok daha baskın bir şekilde telaffuz ediyordu. "Evimde ne işiniz var?"

Sahiplenici tutumu gözlerimi kısmama sebep oldu. "Sen de kimsin?"

Çocuk güldü, altın rengi gözleri parladı. "Kim olmamı isterdin Tanrıların Ozanı?"

Bana doğru yürümeye başladığında bedeni de değişti; boyu uzadı, suratı olgunlaştı. Koyu renkli saçları şimdi omuzlarına dökülürken karşımda durduğunda benim yaşlarımda genç bir adam vardı. Suratındaki küstah gülümsemeye ve kendinden emin tavrına bakılacak olursa aradığım kişi tam olarak da oydu. "Kronos."

Hiçbir tepki vermedi fakat reddetmedi de. Sadece gözlerimin içine dikkatli bir şekilde baktı. Bakışları bir anda benden Rae'ye kayarken iç güdüsel olarak Rae'ye yaklaştım. Eğer ona bir zarar vermeye çalışırsa çok sevdiği oğlundan çaldığım şimşekleri üzerinde kullanırken bir an olsun tereddüt etmezdim.

Kronos bu küçük hareketimi yakalayarak tek kaşını havaya kaldırdı. "Bu tür bağlılıkların Tanrılar için ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkında değil misiniz?" diye sorarken gözleri birbirine değen ellerimizde yanıp sönen evlilik izimize kaydı. "Tanrıların nadiren evlenmesinin bir sebebi var."

Boğazımı temizledim. "Buraya bunun için gelmedik."

"Yeri gelmişken söylemek istedim." Tekrardan bana baktı, gözleri kısılarak yüzümde dolaştı. "Ben de Zeus da korkunç babalarız. Kocanın da bizim gibi kötü bir baba olmasından korkmuyor musun?" Bana bir adım daha yaklaştı. "Onun da öz oğlunu öldürmek istemeyeceğini nereden biliyorsun?"

Rae'nin bedeni gerildi. "Bana kim olmak istemeyeceğimi yeterince gösterdiniz," derken sesi kendinden bir an olsun şüphe duymadığını belli ediyordu. "Sizin gibi olsaydım Zeus'un yerinde ben oturuyor olurdum."

Kronos bir adım geri çekilirken göz kenarları kırıştı, orta yaşlı bir adama dönüştü. "Haklısın, eğer sen de baban kadar cesur olabilseydin çoktan hak ettiğin tahtı alırdın." Alayla güldü. "Bunun yerine burada, gücümü kopyalayabilsin diye karınla karşımda duruyorsun. Çok daha fazlasına sahip olabilirdin, her şeye sahip olabilirdin. Yeniden bir bütünsün, hepsinden güçlüsün. Hak ettiğini alman için seni durduran ne?"

Kronos'un ağzından dökülen her söz hem korkunç hem de haklıydı. Rae'nin asla onlar gibi olmayacağını biliyordum. Her şeyi geride bıraktığımızda, ailemizi tamamladığımızda onların aksine oğlunu seven bir baba olacağını biliyordum. Fakat hak ettiği tahtı alması gerektiği konusunda haklıydı. Bunu ben de istiyordum. Olympos'ta, her şeyi hükmü altına almış Rae'yi görebilmek için çoğu şeyi feda etmeye hazırdım.

Rae'ye döndüğümde ifadesiz bir şekilde Kronos'a baktığını gördüm. Üst dudağı gerilirken konuşmaya başlamadan önce dudaklarını ıslattı. "O tahtı isteseydim alırdım." Elimi bırakıp Kronos'a yaklaştı. "Alacağımı da biliyorsun. Kaç ihtimalde beni o tahtta otururken gördün Kronos? Buradayken bile gözlerin dünyaları ve ihtimalleri araştırmıyor mu? O tahtta oturduğumda ne olacağını gördün mü?"

Kronos Rae'ye bakarken ürperti hissi tüm bedenimi sardı. "Kıyım gördüm," derken bir an olsun beklemedi, sözlerini yumuşatmaya çalışmadı. "Karınla birlikte yapacağınız kıyımı gördüm. Size baş kaldıran, insanlara eziyet eden tanrıların kanlarıyla kendinize çekeceğiniz ziyafete katılmak isterdim."

"O halde neden o tahtta oturmak istemediğimi anlıyorsun. Tanrıların kanı yeterince döküldü, daha fazlasını dökmeye niyetim yok."

"Ama dökeceksin," diyerek karşı çıktı. Kronos ve Rae şimdi karşı karşıya duruyordu. Birbirlerine fiziksel olarak ne kadar benzediklerini o zaman fark ettim. Neredeyse aynı mermerden yontulmuş gibilerdi. "Düzenin getirisi bu Evrenin Tanrısı, sen istesen de istemesen de o kanı dökecek, Olympos'un buluttan merdivenlerini kanla sulayacaksın. Hiçbir hükümdarlık kan dökmeden ilan edilmez."

Rae sabrının taşmak üzere olduğunu belli edercesine ona bakarken karanlığı etrafına dolandı. Penelope'nin buraya inmeden önce güçlerimiz üzerindeki kısıtlamayı kaldırması rahatlatıcıydı. Eğer karşı karşı gelmeleri gerekirse Rae'nin kendisini savunacağını biliyordum. "Bir hükümdarlık ilan etmek niyetinde değilim."

Kronos elini omzuna koyduğunda Rae'nin arkasına geçtim. Ne olursa olsa orada kalacaktım. Kronos'un niyeti ona zarar vermekse önce beni geçmesi gerekiyordu. "Ama edeceksin. Sen etmesen de," derken gözleri Rae'nin omzunun üzerinden benimkileri buldu. "Karın ilan edecek. Seni zorla oturtması gerekse de o tahta oturtacak."

Bana gücünün sadece bir kısmını göstermişti ve bu Troya'ya, eve dönmemize yetmeyecekti. Yine de elimi havaya kaldırarak önce yaşlı bir kadının eline dönüşmesini ardından da yeniden eski hale dönmesini izledim.

Kronos, "Aferin," dediğinde elimi indirdim. "Zeki ve güçlü kadınları severim. Zeus bir kadın olsaydı belki de tahtımı ona isteyerek bırakırdım."

Fazla cesaretli davrandığım farkında olarak, "Bana eve dönmemiz için yardım edecek misin?" diye sordum. Yardım etmesi için hiçbir sebebi yoktu. Rae, onu buraya hapseden oğlunun oğluydu. Bizi şu anda sonsuz bir ızdırabın kollarına sürükleyebilecek gücü olduğundan şüphem yoktu.

Kronos Rae'nin omzundan elini çekerek yanına geçtiğinde şimdi yüz yüze duruyorduk. "Yardım edeceğim çünkü o tahtta oturmayı hak etmeyen oğlumun acı çekmesini istiyorum." Yeniden Rae'ye döndü. "Fakat size yardım etmeden önce bana Tanrıların yeminini vermeni istiyorum." Sözlerini bitirir bitirmez elinde süslü bir hançer belirdi. Bu yeminin ne olduğunu biliyordum çünkü az daha bu yüzden kolumu kaybedecektim. Tatsız hatıralar zihnime dolarken ürperdim.

Rae Kronos'un ona uzattığı hançere baktı. "Yardımın karşılığında ne istiyorsun?"

"Bence ne istediğimi biliyorsun."

Rae'nin günü geldiğinde o tahta geçmesini istiyordu. Rae'nin sesi zihnimde yankılandı. "Eğer bu yemini ona verirsem uzaklarda bir hayat süremeyiz Mara. Troya'da bile kalamayız. Olympos'ta, Tanrıların hüküm sürdüğü mutlaka evde kalmamız gerekir."

Ondan her şeyden uzaklaşmamızı istediğimi biliyordum fakat onun hayatta kalmasını da istiyordum. Zeus yaşadığı sürece istediğim hayata sahip olabileceğimize inanacak kadar aptal biri değildim. Zeus ne olursa olsun peşimizi bırakmayacaktı. Rae'nin bir bütün olarak, onun önündeki engel olmasına izin vermeyecekti.

Rae için tüm geleceğimden vazgeçebilirdim ki bunu yapmıştım da. O benim için nasıl öldüyse ben de onun için ölmüştüm. Birbirimiz için çoktan feda edebileceğimiz her şeyi feda etmişken sakin bir yaşamın ihtimali o kadar da önemli değildi.

O yanımda olduğu sürece hiçbir şey önemli değildi.

Düşüncelerimde ona seslendim. "Yap bunu. Sen yanımda olduğun sürece nerede olduğumuzun bir önemi yok."

Rae hançeri alırken sakinliğini korumayı başardı. Aslında dehşete kapıldığını, ne kadar büyük bir kararın eşiğinde olduğunu fark ettiğine emindim. Çığlık atmak istiyordum. Kederliydim ama bir yandan da heyecanlıydım. Nihayet hak ettiğini alma ihtimali vardı. Zeus'un korkunç düzeni olmadan belki ben de bundan zevk alırdım.

Rae elini kestikten sonra hançeri Kronos'a geri uzattı, Kronos gözlerini Rae'den ayırmadan avcunu kesti. "Kanım üstüne yemin ederim ki zamanı geldiğinde tahta geçerken şüphe etmeyeceğim. Yeminimi tutmazsam bu kan da bu el de benim değildir."

Açık yaraları birbirine değerken altın bir sarmal ellerinin etrafında dolanarak Rae'nin yeminini mühürledi. Rae'nin karanlığı bu yemini kabul etmek istemezmiş gibi etrafa dağılırken Kronos'un etrafını altın kum taneleri sardı.

Karanlık kumların içine dalarak onları birbirinden ayırırken kumlar karanlığın etrafını sardı. İkisinin gücü birbirine göz dağı verirken Kronos geri çekildi. "Zamanı geldiğinde," derken sesi karanlık bir zevkle canlanmıştı. "Oğlumu yanıma yolla. Cezasını benim yanımda çekmesini istiyorum."

Onun için neler planladığını sadece hayal edebilirdim. Zeus'un burada, babasının sonsuz gazabıyla karşı karşıya kaldığını düşünmek bile umut vericiydi. Onun olmadığı bir dünyayla ilgili her şey umut vericiydi. Bütün sorun onda olmayabilirdi fakat pek çok kötü şey yapmıştı ve hiçbirinin affedilecek bir yanı yoktu.

Rae elini geri çekerken yarası çoktan kapansa da omuzları verdiği yeminin ağırlığını hisseder gibi çökerken Kronos bana döndü. "Sıra sende Tanrıların Ozanı." Elini bana uzattığında ona güvenmek gerektiğini biliyordum. "Seninle biraz yürüyelim."

Elini tuttuğumda saray etrafımızda parçalanarak dağıldı. Ortam değişirken midem çalkalandı, gözlerim karardı. Az önce gördüğüm sıra dağların eteklerinde, yüzüm onlara dönük olarak bekliyordum. Kronos bir kez daha genç bir adama dönüşürken elimi bırakarak dağların önünden akan dereye ilerledi. "Eskiden her birimizin sonsuz olacağımıza inanırdık," diye konuşmaya başladığında sesi sertti. "Zeus insanları yaratıp onların dualarıyla güçlenene kadar aslında buna ihtiyacımız olduğundan haberimiz bile yoktu. Yaratılışımızdan gelen gücün bizim için yeterli olduğunu düşünmüştüm fakat yanılmışım."

Başımı kaldırıp ortadaki en yüksek dağa baktım. Bulutlar zirvesinde toplansa da onun ne kadar kudretli ve erişilemez olduğunu anlamam için sadece uzunluğu bile yeterliydi. Olympos'un eteklerinde durduğumu anlamamız için bunu yüksek sesle dillendirmesine gerek yoktu. "Zamanla ve ihtimallerle oynayabiliyorsan oğlunun seni devirmesine nasıl izin verdin?"

Bana döndüğünde kum taneleri ellerine dolmuş, oradan kollarına yükselmeye başlamıştı bile. "Tam olarak üç yüz altmış beş ihtimali değerlendirdim, hepsinde bana galip geldi. Bazen bir şeyi bilmen değiştirebileceğin anlamına gelmiyor." Gözlerini kıstı. "Şimdi o da bana dönüşecek. Kendi babasına dönüşmekten o kadar korktu ki farkında bile olmadan benim bir gölgem haline geldi. Kendimi savunmuyorum, savunulacak bir şey yapmadım. Düzen için gerekeni yaptım fakat onlar bunu anlamayacak kadar kibre kapılmışlardı."

Mide bulantım artarken yaptıklarından pişman olmadığını, gerekirse bir daha yapabileceğini anlayabiliyordum. "Kendi çocuklarını öldürmeye çalıştın."

Güldüğünde sesi kederle boğulmuştu. "Çünkü onların neye dönüşeceğini biliyordum. İçlerinden sadece Hades geri çekilmesi gerektiğinde bunu yapmayı bildi. Çünkü o zekiydi, onlarla taht kavgasına girişmektense çok daha fazlasına sahip olmayı tercih etti. Ölen herkes onun hükmüne girerken diğerleri yaşayanlarla idare etmek zorunda kaldı."

Hades'in zeki olduğunun her zaman farkındaydım. Başından beri bizim yanımızda olmasının bir sebebi vardı. Zamanında kendi elinin tersiyle ittiği her şeyin aslında hak etmeyen birine bıraktığının farkına varmıştı. O da o tahtta Rae'yi görmek istiyordu, o da Zeus'un hükümdarlığına son vermek istiyordu.

Kollarımı göğsümde birleştirirken Kronos'la aramıza mesafe koydum. "O zaman Zeus'un benden nefret ettiğini biliyor olman lazım. Bize neden yardım etmek istiyorsun? Sadece oğlundan intikam almak istediğin için yapmadığını biliyorum. Beni kandıramazsın."

Kendisine düşünmek için bile zaman tanımadan, "Çünkü dünyanın yıkımın eşiğinde olduğunu biliyorum," dedi. "Pandora dünyada, şehirleri gücüyle yakıp yıkarken onun arkasında kim olduğunu düşünüyorsun?"

Zeus. Elbette oydu. Elbette Troya'daki yenilgisinin bir karşılığı olacaktı. "Zeus neyi amaçlıyor?"

"Tek tanrı olmak istiyor. Pandora'yı da bu yüzden serbest bıraktı. Tanrıları teker teker avlayıp korudukları şehirleri düşürüyor. Daha önce de yaptı, ilk savaş sırasında ikizleri birbirinden ayırma sebebi de buydu. Ruhlarının bir yarısını öldürürken güçlerini de yarılamış oldu. Böylelikle kimsenin bir daha ona baş kaldırmaya cesaret edemeyeceğini düşündü. Ta ki..."

"Rae yeniden bir bütün olana kadar," diyerek onu tamamladım. "Diğerlerinin ona isyan edeceğini düşünüyor."

Kronos başını iki yana salladı. "İsyan edeceğini biliyor, Tanrıların Ozanı. Bu isyan ateşini de senin yakacağını biliyor." Serin bir rüzgâr etrafı kuşatırken Kronos'un kumları hafifçe dağıldı. "Onun için sadece isyanın ateşini değil tüm Olympos'u yakacağını biliyor."

Ne demek istediğini anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ben bir isyan başlatmak niyetinde değilim."

Bana doğru bir adım atınca yüzlerimizi aynı hizaya getirmek için başını eğdi. "Ama başlatacaksın. Er ya da geç onu destekleyenleri toplayacak ve tüm Olympos'a savaş açacaksın." Ondan uzaklaşma fırsatı bulamadan ellerimi kendi ellerinin arasına aldı. "Benim gücüm sana isyanı başlatmanda yardım edecek. Sen ve ben Mara, nihayet kaybolan dengeyi yeniden sağlayacağız."

Kumlar onun ellerinden benimkilere akarken tenim ısındı. Yoğun bir enerji açık avuçlarımdan sızarak kanıma karıştı, güç başımı döndürdü. Omurgamdaki baskıyı hissedebiliyordum. Oradaki birikim bana ne kadar kadim ve ham bir güçle karşı karşıya olduğumu işaret ediyordu. Bu bildiğim her şeyden, kopyaladığım her şeyden daha yoğundu. Ne Zeus'un şimşekleri ne de Rae'nin karanlığı; hiçbir güç başımı bu kadar döndürmemişti.

Zamanın kendisi tarafından fethedilirken tüm bedenim sürekli bir değişim içerisindeydi. Elim gençleşti sonra da yaşlandı. Yaşlılık izleri belirdi, damarlarım sağlıksız şekilde morardı. Sonra her şey eski haline döndü ama ben eski ben değildim.

Kronos beni serbest bıraktığında sendeledim. Omurgamdaki baskı hala devam ederken tenim yanmaya başlamıştı. Ellerimi geri atarak omurgama dokunmaya çalıştım fakat acı o noktaya dokunmama engel oldu.

Bacaklarım beni daha fazla taşıyamadı, yere çökerken kumlar da etrafıma dağıldı.

Kronos tepemde yükselirken elini bana uzatmıştı. "Sen ve ben Mara," diyerek bir kez daha tekrarladı. "Artık ikimiz de zamanın tüm sınırlamalarından muafız. Artık ikimiz de dünyalar yaratmaya muktediriz."

Güç ve acı beni sararken gözlerimi daha fazla açık tutamadım. Kendimden geçmeden önce son gördüğüm şeyse Kronos'un kum tanelerine benzeyen gözleriydi.

☽☽☽

Kendime geldiğimde ne kadar üşüdüğümü fark ederek gözlerimi açtım. Ahşap banyo teknesinde, çenemin altına kadar gelen suyun içinde etrafa baktım. Rae'nin mağara odasındaydım. Masa duvara dayanarak banyo teknesi için yer açmıştı.

Neler olduğunu hatırlamaya çalışarak gözlerimi bir kez daha yumdum. En son Kronos'la konuşuyordum. Bana gücünü vermişti fakat ondan sonrası bulanık bir hatıradan ibaretti. Rae'nin beni kucakladığını ve Yeraltı Dünyası'nın kapılarından geçirdiğini hatırlıyordum fakat daha fazlası yoktu.

"Ateşin vardı." Rae'nin sesi arkamdan, karanlığın gizlediği köşeden geldiğinde ona doğru dönmeye çalıştım fakat omurgamdaki acı bana engel oldu. Bu acıyı da hatırlıyordum. Kronos gönüllü olarak gücünü bana verdiği anda başlayan acı beni kendimden geçirmişti.

Rae banyo teknesine yaklaşarak yanımda dizlerinin üzerine çöktü. Islanarak omzuma dökülen saçlarımı geri atarak yavaşça boynumu kavradı. "Canım acıyor," diye fısıldadığımda suratındaki karanlık ifade beni hissettiğim acıdan daha çok tedirgin etti. "Neler oluyor?"

Rae ellerini suya daldırıp çıplak bedenimi kucaklarken boynuna tutundum. Sudan çıktığım anda üşümeye başlamıştım fakat onun sıcaklığı çok geçmeden beni sararak üzerimde kıyafetler varmış gibi korudu.

Beni daha önce odada olmayan aynanın önüne götürdüğünde bana bakışını gördüm. Çıplak bedenimi izleme şeklinde ilk defa arzu değil endişenin izleri vardı. Sular memelerimden bacaklarıma kayarken beni ayaklarımın üzerine bıraktı. Beni sırtımı görebileceğim şekilde hafifçe döndürdüğümde dudaklarım şaşkınlıkla açıldı.

Omurgamdaki yılan figürünün gözleri altın renkli bir hale gibi parlıyordu. Ona baktığımı fark ederek hareketlendiğinde korku içinde elimle ağzımı kapattım fakat hemen sonra yeniden hareketsizleşti.

Rae omzumu öptü. "Zamanın yılanı," diyerek açıkladı. "Ölüm ve Kronos gibi eski ilahlar iz bırakmayı sever."

Saçlarımı çekerek figüre daha yakından bakmaya çalıştım. Daha çok bir dövmeyi andırıyor, siyah gövdesi omurgam boyunca kıvrılıyordu. Gözleri o kadar parlaktı ki değerli taşlara benziyordu. "Ama bu kalıcı," diyerek fısıldadım. "Ölüm'ün bıraktığı iz gibi gitmeyecek."

Rae başını sallayarak beni onayladı. "Sana bahşettiği gücün ne kadar tehlikeli olabileceğini anlamanı istiyorum Mara." Beni yeniden kendine döndürdü. "Zeus eğer Kronos'un gücünü almayı başardığını öğrenirse seni yok etmek için bir an bile tereddüt etmeyecek. Ne olursa olsun bunu gizli tutmalısın."

Omuzlarına tutundum çünkü bacaklarım beni artık taşıyamıyordu. "Bana bir isyan başlatacağımı söyledi." Sözlerimin onu şaşırtmasını belki de dehşete düşürmesini beklediğim fakat öyle olmadı. Rae sözlerimi sakinlikle karşılarken bu sakinliği beni ürküttü. "Bunu zaten biliyordun. Bununla ilgili bir kehanet mi gördün?"

"Bunları eve döndüğümüzde konuşalım," dedikten sonra beni bir kez daha kucaklayarak masaya oturttu. Temiz kıyafetleri ben ona karşı çıkmadan üzerime giydirirken arkama geçerek saçlarımı ördü.

Kumaş omurgama değdiğinde irkildim. Yılanın olduğu yer o kadar hassastı ki acısı dişlerimi sıkmama sebep oldu. "Canım yanıyor."

Rae omzumun üzerinden eğilip bana baktı. "Bedenin ona alışmaya çalışıyor." Çenemi yavaşça öptükten sonra biraz geri çekilse de koyu renk gözlerindeki yıldızları görebileceğim kadar yakınımdaydı. "Eve döndüğümüzde bizi başka bir mücadelenin bekleyeceğini biliyorsun."

Biliyordum. Hades bizi buraya geride kalan her şeyi korumak için yollamıştı. Artık dönme vaktiydi. Ona ve Karr'a ne olduğunu bulmamız gerekiyordu. Yeterince vakit kaybetmiştik ve daha fazlasını kaybetme lüksümüz yoktu.

Onu yavaşça öptüğümde öpüşüme aynı yavaşlıkla karşılık verdi. Öpücüğün birbirimize karşı duyduğumuz arzuyla hiçbir ilgisi yoktu. Öpücüğümüz bizim güvencemizdi. Ne olursa olsun her şeyle birlikte başa çıkacağımızı mühürleyen bir sözdü.

Rae yanaklarımı tutup beni kendine çekse de öpücüğü derinleştirmeden benden ayrıldı. "Seni seviyorum arsız ölümlü."

Burnunun ucunu öptüm. "Artık o kadar da ölümlü sayılmam."

Gülümserken başını yana yatırıp dikkatle yüzümü inceledi. "Her ne olursa olsun benim için daima bana kafa tutan o arsız ölümlü olarak kalacaksın."

Beni masadan indirerek elimi tuttu, parmaklarımız birbirine dolanırken görünmez halkalarımız parladı. "Apollon nerede?" Onu Tartaros'un kapılarından içeri girdiğimizden beri görmemiştim.

Gülümsemesi genişledi. "Tartaros güneşin içeri girmesini istemediği için onu dışarıda bırakmış fakat bundan oldukça memnun. Tapınakta, eve dönmek için bizi bekliyor."

Nihayet eve dönmeye hazırdık. Troya'yı, bizim Troya'mızı tüm varlığımla özlemiştim. Orada bizi mutlak bir kaos beklese de eve dönmek istiyordum. Yeterince uzak kalmıştık.

Rae odadan çıkmadan hemen önce masadan bir parşömen alıp bana uzattı. "Bunu sana Persephone gönderdi." Parşömeni elime aldım fakat Rae kapıyı açıp üst kata çıkan merdivenleri tırmanmaya başlayınca onu açacak vakti bulamadım.

Merdivenlerin sonuna ulaştığımızda beklediğim gibi küçük saraya değil tapınağın içine ulaştık. Rae'nin karanlığı geri çekilirken Apollon bizi kollarını iki yana açarak karşıladı. "Uzun bir süre boyunca rahip olmanla dalga geçeceğimi biliyorsun, değil mi?"

Rae omzuna vurup onu geri itti. "Tartaros'un bile seni istememesi konusunda konuşmamıza ne dersin."

Tapınağın geniş merdivenlerinden inip suyun kenarına ulaştığımızda Rae omurgama dokundu, oradaki acı yerini karıncalanmaya bırakırken bunu başarabileceğimi biliyordum.

Suya girmeden hemen önce Persephone'nin verdiği parşömen aklıma geldi. "Bunu emniyette tutar mısın?" diye sorarken Rae'ye uzattım.

Apollon merakla, "O ne?" diye sorarken Rae omuz silkti. "Yine gizemli, garip çifti mi oynuyorsunuz?"

Rae, "Henüz ne yazdığını görmedik," derken bana döndü. İçini açmak için izin istediğini bilerek başımı salladım. Rae mührü kırdı ve parşömeni bana uzattı.

İçinde yazan ayini tanıdığımda kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Yeraltı Dünyası'nda Rae'yle bulduğumuz kanla beslenen yeni türün nasıl yaratılacağıyla ilgili parşömen ellerimin arasında duruyordu.

Apollon başını eğerek yazanları okudu. "Persephone bunu sana neden verdi?" diye sorduğunda Rae'yle kısa bir anlığına bakıştık.

Parşömeni tekrardan toparlayıp Rae'ye uzattım. "Tuhaf bir hediye zevki var," derken suya yöneldim. Bu açıklamanın onun için yeterli olmadığını bilsem de daha fazla üstelemeyeceğini de biliyordum.

Ayaklarım suya değer değmez omurgamdaki yılanın hareket ettiğini hissettim. Gümüş dumanım serbest kalarak suyun üzerine yayılırken içindeki küçük kum taneciklerini görebiliyordum.

Rae elimi tutarken Apollon da diğer yanıma geçti, elini bana uzattı. Bana uzattığı eli tutarken onların suyun derinliklerine doğru yönlendirdim.

Derin bir nefes alarak zamanın kumlarını çağırdım, bedenlerimiz su ve kumla çevrelenirken içimde büyüyen merakı bastırmaya çalıştım.

Kronos'un bahsettiği yeni dünyalar ve parşömendeki kanla beslenen türle ilgili bir geleceğin beni beklediğini, düşündüğüm kadar da uzak olmadığını hissedebiliyordum.

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
23.5K 845 71
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
8K 29 6
Selam ben Asya 26 Ekim 2008 doğumluyum. doğduğum günden beri bir yurtta kalıyorum, annemi ve babamı hep çok merak etmişimdir. Neden bıraktılar beni b...
808K 18.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...