YARALI HAYALLER (+18)

By ElisyaRoyal

6.3M 273K 236K

Nüket Kozcu, kendi halinde üvey annesinin yaptıklarından hoşnutsuz bir üniversite öğrencisidir. Bir gece bara... More

YARALI HAYALLER / GİRİŞ
YH • 1 | KARŞILAŞMA
YH • 2 | DÜŞÜŞ
YH • 3 | UFAKLIK
YH • 4 | KÜTÜPHANE
YH • 5 | BENİMLE YAN
YH • 6 |CEHENNEMİN ANA KAPISI
YH • 7 | UNUTMANIN KOZASI
YH • 8 | BEBEK
YH • 9 | TAKIM ELBİSELİ PİSLİK
YH • 10 | SARHOŞLUĞU DİLERKEN
YH • 11 | TUTKUNUN RENGİ
YH • 12 | KARMAŞIK DUYGULAR
YH • 13 | RUHU YAKAN KELİMELER
YH • 14 | FİLM GECESİ
YH • 15 | PLATONİK VAKA
YH • 16 | KIRIK KALP
YH • 17 | GÜL VE ŞARAP
YH • 18 | HODRİ MEYDAN
YH • 19 | ÖPÜCÜK
YH • 20 | KADER AĞLARI
YH • 21 | GÖLGELER
YH • 22 | UYANAN TUTKU
YH • 23 | HİÇ KİMSE
YH • 24 | YALANIN GÖLGESİ
YH • 25 | DUYGULARIN ÇIĞLIĞI
YH • 26 | SAHTE MASAL
YH • 27 | İLK ÖPÜCÜK
YH • 28 | KIRMIZI
YH • 29 | PARAMPARÇA
YH • 30 | CAMDAN KALP
YH • 31 | MEDCEZİR
YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ
YH • 33 | GÜL KEFENİ
YH • 34 | YILDIZIN NABZI
YH • 35 | RUH İKİZİ
YH • 36 | İSİMSİZ KADINLAR
YH • 37 | HAYALLER VE UMUTLAR DEVRİLİRKEN
YH • 38 | 00.00'DA GELEN ZEHİRLİ KADEHLER
YH • 39 | GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
YH • 40 | GÜZEL GEÇMİŞE ÇEKİLEN PERDE
YH • 41 | UĞULTULAR
YH • 42 | ALABORA
YH • 43 | HATA
YH • 44 | ANILAR MUMYALAŞSA
YH • 45 | GÖĞÜSTE TAŞINAN BOMBOŞ KALP
YH • 46 | "BAŞROL"
YH • 47 "DÜŞ ÖLÜMÜ"
YH • 48 | YANSIMALAR
YH • 49 | SIRTLAN
YH • 51 | YARALI YILDIZ
YH • 52 | PANDORA
YH • 53 | TEK BİR GECE

YH • 50 | YÜZLEŞİLEN KARANLIK

69K 4.7K 3K
By ElisyaRoyal

🍷Selam Ölüm Perileri, biz geldik.

🍷Önce yıldıza bir tık atıp daha sonra okumaya başlayın. ❤

🍷Bölüm bol oylu, bol yorumlu olsun!

🍷Sizi seviyorum!

🍷Keyifli okumalar

🍷Beni instagramdan takip edin, elisyaroyal

🍷Savaş Akduman için kadeh

🍷Nüket Kozcu için Kırmızı Gül


Nüket & Işıl

Aren & Savaş

Burak & Sibel


Ve yine bizimkiler

Bölüm İçinde Dinlemeniz Gereken Şarkıları:

Mark Eliyahu & Cem Adrian | Derinlerde

Yalın • Ki Sen

50 BÖLÜM | YÜZLEŞİLEN KARANLIK

Savaş Akduman'dan...

Ölüm.

Ardından yaralı hayaller, umutsuz anlar, yarım insanlar bırakıp içinde binbir türlü, çeşit çeşit acılar barındıran küçücük bir kelimenin adıydı ölüm.

Hayır, Nüket ve ben şu an bir sonun içinde olamazdık, sonumuz böyle gelmiş olamaz. Sadece yarım bırakılan bir hikayedeki bitiş duygusuyla sonlanmalıydık, ölümle değil. Onun ölümüyle hiç değil.

Öleceğini düşünmemiştim. Kuru bir toprağı çamurlaştıracak kadar çok fazla kan vardı, bu kan bana çok geciktiğimi anlatıyordu.

Kollarımın arasındaydı. Güzel yüzünü okşamak istedim, yapamadım. Ellerime bulaşan kan, bedenimin altında zehir gibi biriken iğrenç huzursuzluğu kamçılıyordu. Nüket'e bakarken, birbirine tezat olan iki düşünce birleşip yan yana geldi usulca; 'senin hayatına neden girdim, seni neden terk ettim?' Bu iki sorunun arasına sıkışıp kaldım. Düşünceler, sorular insanın içini kazabiliyormuş bunu o an anlayabildim.

Bal rengini giyinmiş güzel gözleri durgun bir su gibiydi, suyun altındaki çakıl taşları gibi bakışlarının altındaki hisleri açıktaydı, korunmasızdı. Son zamanlarda benimle savaşan gözlerde şimdi sakin ve ağrılarla sarmalanmış bir acının resmi var. Bedeni titriyordu, aynı anda sıcaklığı soğuyordu. Gözlerinin ışığı sönüyordu, doğum günü gecesine benzeyen bir andı, ancak aynı anda farklıydı da.

Bana dokunmak için yükselen kanlı eline bir anlığına kilitlendiysem de Beren'in içeri dönüp yarı yolda yakalamasıyla sonlandı, fakat Nüket'in ağzından çıkan bir nefeste içerlemesi vardı. Sonrasındaysa Beren'in özürlerini taşıyan gözyaşları içinde derin hıçkırıklarının arasına karışan sözcüklerdi.

Zihnim, yüzünü, görünüşünü her şeyi en küçük detayına varana kadar zaptetti. Buna olan bitenler, verdiği tepkiler ve sözleri de dahildi.


Ambulansın gelmesi çok da sürmedi ya da belki sürmüştür bilmiyorum. Zihnim zaman kavramını geride bırakmıştı. Kollarımdan alınmasınaysa neredeyse itiraz edecektim, sanki tanımadığım bu soğukkanlı insanlar hakkettiği muameleyi göstermeyecek, onu ölümün ellerinden koparıp almayacaklardı. Bana mantığımı kaybettiren öyle bir andı. Neyseki herhangi bir delilik yapmadan ve onlara saçma sözler söylemeden hemen önce kendimi frenleyebilmeyi başarmıştım.

Gelecekte benim yüzümden büyük acılar çekmesin diye bıraktığım kıza en büyük acıyı yaşatan adamdım ben.

Yerimden sersemce kalkarken gözüme onun olduğunu bildiğim saç tokası ilişti, bunu tanıyordum. Bana geldiği sıralarda birkaç defa saçlarında gördüğüm olmuştu. Bu tokayı sevmiş olmalı, onun bir şeyleri sevmesi çok kolaydı. Tokayı alıp cebime attım ve geç kalmış duygusuna kapılarak aceleyle kalktım.

Sersemlemiştim.

Tamamen sersemlemiştim.

Sanki ruhumun üzerindeki bedenim yoktu, ayaklarım yere basmıyordu; Nüket'i acele götüren insanların ardından giderken sanki havada süzülüyordum. Sedye boş karanlık sokakta park edilmiş ambulans arabasına götürülürken tekerlekleri güm güm kafama işliyordu, sonunda ambulansa yerleştirildi.

Ambulans kapılarından geçmek isterken bir ambulans görevlisi tarafından sertçe durduruldum. "Kimsiniz?" diye sordu, bu karşılaştığım en saçma soruydu. Bendim işte, bu soru neden önemliydi? "Yaralının nesi oluyorsunuz?"

Bu soru beni afallattı. Öylece bakakaldım kadına. Sertleşen cümle boğazımda takılı kalırken, gözüm ani bir hızla ambulans doktorunun ilgilendiği Nüket'e kaydı. Ona oksijen maskesi takıyordu. Nüket'in nesi oluyordum? Başka bir sersemleme anında, "Ben... Hiç," diye fısıldadım. "Hiçbir şeyi."

Beren öne atıldı. "Ben onun arkadaşıyım," dedi, kesik kesik ağlıyordu. Yüzündeki yaşları silmeye ve sakin olmaya çalıştı. "Ben de sizinle gelebilir miyim? Lütfen. Arkadaşımın yanında olmak istiyorum."

"Yakın akraba dışında kimseyi almıyoruz."

Ve ambulansa geçip kapıyı içerden sertçe kapattığında gecenin karanlığı içime doldu. Ambulans sirenlerinden yayılan mavi ışıklar karanlığın içini boyarken, yüksek perdeden sesi sokakta çınlayıp zihnimde yankılandı.

Resmiyette hiçbir şeyi değildim ancak gizli olsa bile bizim önemli bağımız var, öyle hissediyorum. Bizi birbirimize bağlayan her neyse, adı yoksa da varlığı orada bir yerde duruyordu. Durduğu yer Nüket'in ve benim aramızdaydı. Sonra Nüket'in başta adımız olmalı diye direttiği anlar geldi aklıma. Ne çok ısrar edip, ne çok diretmişti bana. Sırf bir adımız yok diye mi ben onun yanında duramıyorum ve basit bir ambulans kapısı rahatça aramıza girebiliyor?

Bir süre giden ambulansın ardından öylece hareketsiz kaldım, sonra, "Abi," dedi Beren ağlayarak. "Peşlerinden gitmeliyiz."

"Bunlar nereye gidiyor?" diye sordum, biri boğazımı sıkıyordu sanki. Sesim zayıfladı. "Hangi hastaneye?"

"Burak abinin çalıştığı hastaneyi aradım, ordan geldiler," dedi. "Neyseki ambulans yakınlardaymış."

"Tamam gidelim," dedim ama her ikimiz de arkamızı döndüğümüz o an, "Konuşabilir miyiz?" diye soran iki sorgu memuruyla karşılaştık. Soru Beren'eydi. "Size birkaç sorumuz olacak."

Karanlığa boyanmış bulutların arasından kendini gösteren ay ışığı, biraz olsun boş sokağı aydınlatırken, sanki birisi boğazımı sıkıyordu. Boğazımdaki yumru büyüyordu, kravatımı sertçe gevşettim. Omuzlarımdaki yumruklarımdaki ve yüzümdeki gerginliğini atmak için derin bir nefes alıp ellerimi açıp kapattım. Bir an ambulans aracını orada bulacakmışım gibi gelmişti ama yoktu ve hatta gözden tamamen kaybolmuştu.

Sorgu memuru bende ne görüyordu emin değilim ama, "Siz iyi misiniz, Savaş Bey," diye sordu. Polis sirenlerinin ışıkları bana ambulansın içindeki Nüket'i gösteriyordu. "Biraz gergin gibisiniz."

"İyiyim," dedim sabırsızca. "Sadece sizin burdan gitmemize müsade etmenizi bekliyorum."

"Şimdi olması şart mı?" diye sordu Beren, yanağındaki yaşları sildi. "Daha sonra da devam edebiliriz, öyle değil mi?"

Kolumu Beren'in omzuna yerleştirdim. "Kız kardeşim henüz olayları atlatamadı, üstelik yakın arkadaşı vuruldu. Sorularınıza yanıt verecek psikolojide değil."

Beren'in halini tekrar bakıp, "Peki," dedi polis memuru. Günün tüm stresi sesine bir aldırmazlık yüklemiş gibiydi. "Daha sonra sözlü ve yazılı ifade için karakola uğrayın, en geç yarın."

Arabaya yerleştik. Arabada sanki sonsuza dek sürecek büyük bir sessizlik hâkimdi. O kadar dağılmıştım ki motoru çalıştırmak saniyelerimi aldı, emniyet kemerini ancak araçtan gelen uyarı sesiyle taktım. Sanki her şey, her yer hafızamdan silinmişti. Ana caddeye çıktığımda havada savruluyor gibi hâlâ olanları anlayamıyordum ve mantığım olanları kabul etmekte hâlâ zorlanıyordu.

Bu noktaya kadar bugün olan biten şeyleri düşündüm.

Nüket beni aradığı anda ve sesi ansızın kesildiğinde endişeden deliye dönmüştüm. Ağırlaşan nefesini, kesilen kelimelerini ve elinden kayıp düşen telefonun zeminde yankılanmasını telefonumun öbür tarafında duymuştum. Polisleri arayıp Nüket'in adını verdiği mekâna gitsek de orda değillerdi ve onlara dair hiçbir iz yoktu. Aklıma o an tek gelen düşünceyse, kendisinin bir şeyler bildiğinden emin olduğum Kutay'ın bunlarla ilgisinin olabileceğiydi.

Kutay da buradaydı, bu semtte yaşıyordu.

Olayların onunla bir bağlantısı olmalıydı.

Öyleydi de. Evine gittiğimde Beren'in ve Başak'ın da evine geldiklerini itiraf etmesi uzun sürmemişti.

Kutay başta zorluk çıkarıp onun o gırtlağını deşmek istememe neden olsa da, kızların başının belada olduğunu duyunca yardım etmeye ikna olmuştu. Ve bir şey daha tabii. O kendisine gelen Başak'ın sonunda gelip edindiği bilgiyi bana vereceğini sanıyordu. Pek itiraf etmek istemiyor olsa da Başak'ı benim ona gönderdiğimi düşünmüştü. Ya tabii. Sanki böyle bir şeyi yaparmışım gibi. Bu en son tercih edeceğim şey bile olmaz.

Başak.

Tüm kötü şeylerin altından çıkan ve şans verildiği taktirde, herkesi yiyip yutmaktan zevk alan Başak.

Geçmişte bana yaptığı hiçbir şey bugünki kadar canımı sıkmamış, öfkelendirmemişti. Ondan bir kez bile nefret etmemiştim ama ilk defa bugün ondan nefret ettim.

Benim hayatımı karıştırması bir şey değil, Nüket'in hayatını karıştırması her şeydi. Ve bu karıştırmaktan çok öteye gitmişti.

Nüket'e dokunmuştu. Hakkını verememiş olsam da, belki bu hayatta benim başıma gelmiş en iyi şeye farkına varmadan zarar vermişti. Farkında olsaydı, yapacağı şeyi tahmin bile edemezdim.

Aptal Kutay'ın bana bir şey anlatmayıp her şeyi en olmadık kişiye yumurtlaması beni feci sinirlendiriyordu. Herkes neden böyle aptaldı? Kutay şu Sırtlan denilen adamdan bahsedip kızları tutabileceği mekânları bir arkadaşını araya koyarak öğrenmişti. Bu da birkaç mekâna gitmemizi gerektirdiği için zaman kaybına neden olmuştu. Sabit bir adrese ulaşamadığımız için onu çok geç bulmuştum, çok geç kalmıştım.

Bir kurşun güzel tenini yarıp geçecek kadar geç.

Kanı yanında birikinti oluşturacak kadar geç.

Nüket aramızda olan biten şeye rağmen bana güvenmeyi seçip de beni aramışken, ben yine de ona yetişemedim. Bana tekrar güvenmesi çok zor olmuştur. Oysaki son âna dek beni beklediğinden emindim, işte bunu bilmek boğazımdaki yumruyu iki kat birden büyütüyordu. Evet. Belki bir adımız yoktu ancak emin olduğum keskin şeyler vardı.

Parmaklarım beyazlayana dek direksiyonu sıktım, gözlerim akıp giden yoldaydı ama sanki arabam bile benim gibi sarhoştu ve beynim kafamın içinden çekip gitmek ister gibiydi. "Bunlar nasıl oldu, Beren?" diye sorabildim sonunda, sesim kuruydu.

Öfkelenmek, bağırmak çağırmak istedim ama tek hissettiğim göğsümü delip geçen bir kurşun varmış gibi bir acıydı. Sanki omuzlarımın üstünde içindekilere birlikte bütünbir dünyayı taşıyormuşum gibi büyük ağırlık vardı; sesim, hesap sorma isteği bu ağırlığın altında eziliyordu.

Hesap sormam gerekiyordu.

Herkese.

Buna neden olan herkese ama üzerimdeki yük artarak katlanıyor, durmaksızın da büyüyordu.

Beren'in bakışlarını üzerimde hissettim. "Biz...," Duraksadı. "Bilgisayarı bulmak istiyorduk."

Tepem attı. "Size mi kalmıştı?" Sesim buz gibiydi. "Kim istedi bunu sizden, burnunuzu sokmanızı kim bekledi sizden?"

"Hatalıydık biliyorum ama böyle olacağını kestiremedik, abi."

"Elbette kestiremezsiniz," diye kızmaya başladım. "Sizin suçlu insanlarla ne işiniz var? Üç kişiydiniz, üç kişi," diye bağırdım. "Tekiniz bile mi bunun aptalca bir fikir olduğunu fark etmedi?"

Nüket'in böyle saçma bir şekilde sanki bile bile ölüme doğru gittiğini düşünmek beni delirtiyordu.

Kravatımı biraz daha gevşettim, yetmedi. Bir şey, belki bir duygu beni köşe bucak sıkıştırıyordu, daha önce hissetmediğim türdendi bu. Kravatımı tamamen çıkardım ve arka koltuğa fırlattım, beyaz gömleğimin baştan üç düğmesini teker teker ama öfkeli dokunuşlarla açtım.

Beren'e baktım. "O aşağılık adamlardan birisi şirketi, babamı aramış. Seni yüklü bir miktar karşılığında ona satmak istemişler," dediğimde, sesimdeki tüylerini diken diken eden sert suçlayıcılık Beren'in gözlerindeki suçluluk ifadesini hızla katılaştırıp büyüttü. "Babamın annemin ne hâlde olduğunu ve her ikisinin de senin için endişeden nasıl deliye döndüklerini biliyor musun sen?"

Beren, "Böyle olsun istemedim," dediğinde gözlerindeki yaşlar bakışlarını bulanık bir göle çevirmişti. "Sadece yardımcı olmaya çalışıyorduk."

"Tabii ya, yardım. Yardımızın tüm etkileri hız kesmeden devam ediyor bir baksana," diye kızdım. "Nüket vuruldu, Beren." Bunu yüksek sesle söylemek, bende buz etkisi yaptı. Durmak istememiştim ama durdum. Boğazımdaki yumru sertçe büyüdü, endişe hızla öfkeyle yer değiştirdi. "Yaşam savaşı veriyor, orda neler oluyor bilmiyoruz bile."

Beren hıçkırdı.

Birçok şeyi öngörebilirim, ne olacağını az çok kestirebilir, hemen hemen bilebilirim. Ancak şu an ilk defa ne bilip bilmediğimi bilmiyorum. En çok da bilememek beni delirtiyor.

Bilinmezlik korkunçtu.

"Ailesine..." O an Nüket'in babasına kızgın olsa da, her şeye rağmen ona ne kadar düşkün olduğunu, sevdiğini anımsadım. "Nüket'in babasına ne diyeceğiz şimdi?" diye kızmayı sürdürdüm. "Hastaneden yeni çıktı sayılır adam, belki tam iyileşmemiştir bile." Beren'e kızgın bir bakış attım. "Nasıl kızının vurulduğu haberini vereceğiz?"

"Bilmiyorum," diye ağladı. "Ben ona zarar gelsin ister miyim hiç?"

"Ama geldi," diye üsteledim. "Senin başına da daha korkunç şeyler gelebilirdi. Kendi kendinizi pervasızca bu tür bir durumun içine sokmanızı anlamıyorum, inan aklım almıyor. Üstelik daha olay Nüket'in silahla vurulmasına nasıl gelmiş olabilir onu bile bilmiyoruz."

Beren yanıt vermedi.

"Başak nerde belli değil, bu da başka bir sorun," diye devam ettim. "Ama kredin şu andan itibaren bitti Beren; bir daha asla Başak'la görüşmeyeceksin, yakınına bile yanaşmayacaksın."

Başı hayretle bana döndü. "Bu nerden çıktı şimdi?" diye sordu, hâlâ ağlıyordu. "Sırası mı?"

"Evet, tam sırası," dedim öfke içinde. "Başak'ın aklına uydun, kendini ve Nüket'i tehlikeye attın."

"Abi, o da böyle olsun iste..."

"Kes şunu, onu savunmayacaksın," dedim, sesimde kendimin bile bilmediği, bugüne dek kullanmaya gerek görmediğim bir öfke yatıyordu. "Bu hiçbir şekilde tartışmaya açık bir konu değil. Konu kapandı, Beren."

"Beni dinle..."

"Başak'ı zarara uğrayana dek kendine bu kadar yakınlaştırdığın için sana yeterince öfkeliyim." Telefonu ön konsoldan aldım. "Konuşup da beni daha fazla sinirlendirme. Şimdi sessiz ol, babamı arayacağım. Onları durumdan haberdar etmem gerekiyor. İkisi de ölmüştür meraktan ve Nüket'in babası da var tabii."

Babamı aradım. Olan biteni anlatıp onlara hastaneye gelmesini, Nüket'in vurulduğu haberini de babasına vermesini söyledim.

Sessizlik arabamın içini ve aramızdaki tüm boş kalan mesafeyi ele geçirse de kafamın içi doluydu. O andan itibaren sadece yola odaklanmaya, Nüket'e yetişmeye çalıştım.

Ve Nüket Kozcu'nun ilk defa elimi kolumu bağlayıp, beni böyle savunmasız bıraktığını hissettim.

🍷

Hastaneye geldiğimizde. Beren önden içeri gitti, bense sonra uğraşmak istemiyorsam arabayı park yerine çekmeliydim. Neyseki ilk defa kader benden yanaydı. Üzerimdeki sersemlikten biraz olsun kurtulabildiğimi düşündüğümde hastaneye girdim, girişteki danışmadan ameliyatına başlanıldığını öğrenmiştim.

Ameliyathanenin önünde gittim ancak orda Beren'i göremedim ya da herhangi birini. Kapılar kilitliydi.

Sırtımı soğuk duvara yasladım. Kafamın içi bomboştu, aynı zamanda düşüncelerle de doluydu. Karışık bakışlarımı kendi bulanık yansımamı gösterebilen zemine diktim.

Nüket'in içime işleyen son bakışını içimden atamıyordum. Baktığım her yerde o bakış vardı, bakışı zihnimi paramparça ediyordu.

Her şeyi ayakta karşılayabilecek biriyken hayatımda ilk kez ayakta durmak ağır geldi bana. Beyaz koridorda yere doğru her şeyi yitiren bir adam gibi usul usul kaydım. Yere oturdum, orta öylece oturabilirdim. Saatler boyunca.

Başımı kaldırdım, duvardaki saatin küçük tik taklarının biri akrebe diğeri yelkovana sarılarak büyüyor, saatin içinden uzanan akrep ve yelkovan beynime saplanıyordu. Saat gece yarısını gösteriyordu. Ellerime, giysilerime bulaşan kanın varlığını ancak o zaman idrak edebildim ve çok daha başka bir sersemleme anına yakalandım. Uzun uzun avuçlarımdaki kurumuş kana baktım. Daha önce hissetmeme gerek olmayan bir korku tüm benliğimi ele geçirmeye başladı; korku bıçak gibi içimi parçalara ayırıyordu.

Ve o an Tanrı'ın onu sonsuza dek benden çekip alabileceği düşüncesi elimi kolumu bağlayıp savunmasız bıraktı beni. Her yeri kuşatan zamanın bedelini ödeyen insanlar olsa bile, hayatın değişmez kuralına göre hesabını tutan Tanrı'ydı.

Ona bir şey olursa... Ne yapardım? Daha önce hiç onun olmadığı dünyayı düşünmek zorunda kalmamıştım. Şehrin bir tarafında yaşadığını, nefes aldığını bilmek başka bir şey, bedeninin cansız olduğunu artık nefes almadığını bilmekse daha başka bir şeydi. Nüket'le ilişkimizi bitirirken bana cesaret verip kararlı olmamın ardındaki asıl şeyin bu olduğunu fark ettim. Onun bir yerlerde nefes alıp verdiğini, bir yerlerde yaşamaya devam edeceğini bilmek.

Omzumda bir el hissedene dek yanıma birinin geldiğini hissetmemiştim, sanki tüm duyularımı her saniye ağır ama daha çok kaybediyorum. Başım bir an yukarı kalktı, gelen kişi Burak'tı. Omzumu sıktı. "Sen iyi misin, Savaş?"

Başımı indirdim. Yüzüne bakmadım, bakışlarım zeminde durmaya devam ediyordu. "Değilim, hiç iyi değilim. Zaten bu önemli de değil, burada iyi olması gereken kişi Nüket."

Burak yanıma oturdu. Bu bir an bana eski üniversite yıllarımızı anımsatmıştı, nerede oturuduğumuzu umursamadığımız öylece uçup giden o uçarı yılları.

Hiçbiri yıkıldığımız için değildi.

Nüket Kozcu benim karşıma çıkana kadar hayat benim için satranç oyunundan başka bir şey değildi. Ve bu düşünce yine beni en başa döndürüp Nüket'in sesini getirdi. 'Sen satranç oyuncusu gibisin Savaş,' demişti bana, o kırgındı bense içerlemiş. 'Hedefi değil, hedefe giden yolu seviyorsun."

Nüket'in eşsiz sesinin ritmi bu cümleleri kendi ölçüsüne uydurarak kafamın içinde sürekli tekrar etmeye başladı.

Yokluğumda Barış'la çıktığı için içerlediğim bir anda, beni çözmesinin rahatsız ve aynı ölçüde beni huzursuz ettiğini hatırlıyorum. O zaman haklıydı, ancak şimdilerde oyun olarak gördüğüm hayatımda son zamanlar her şey değişmişti. Satranç parçalanmıştı, taşlar dağılmıştı. Hayatımın tüm dengesi altüst olmuştu ve değişmişti; bu da mutlak surette değişimi kabullenmek yerine hata yapmama neden olmuştu.

Nüket'le birlikteyken oralarda bir yerlerde bir şeyler kesin olarak sessizce ve benim kontrolümden uzak bir şekilde değişmişti ancak değişenin ne olduğunu bilmiyorum. Ve böylece olaylar yeni ve fazla vahim bir hâl almıştı...

"İçin biraz olsun rahatlayacaksa emaliyata hastanenin en başarılı ameliyat ekibi girdi, ellerinden gelenin en iyisini yapacaklardır."

Bu yeterli değildi, yine de hiç yoktan iyiydi.

"Yapsalar iyi olur," dedim, sesim duygusuz çıktı. İçime işleyen kanının kokusunu ve o görüntüsü tekrar gözümün önüne geldi. "Bugün bir hataya daha tahammülüm yok."

Sessizlik oldu. Sabırsızlanıyordum, sabrım taştıkça zaman daha yavaş akıyordu. Bu da gittikçe öfkelenmeme neden oluyordu. Yine de sağduyumu kaybetmedim.

Yüzümü sıvazladım. "Genel durumu hakkında ne diyorlar?"

Derin bir nefes aldı. "Buraya geldiğinde durumu kritikti, çok kan kaybetmiş, Savaş," dedi, içimi yakarak. "Şimdilik sadece saatler sürecek bir ameliyat olacağını biliyorum."

Yeni bir sessizlik.

"Beren nerde?"

"Kötü görünüyordu, yaşadıkları onu epey korkutmuş. Sibel onunla ilgilenmek için odasına götürdü," dedi. "Tabii bu arada olanları ondan öğrendim, Başak nerde şimdi?"

"Bilmiyorum, polisler onun alıkonulduğunu düşünüyor. En son aramayı sürdürecekleri konusunda bilgi verdiler," dedim, Başak şu an öfkemi tetikliyordu. "Onu umursamam gerekiyor mu bilmiyorum bile."

"Nasıl böyle aptalca davranıp kızları da hiç düşünmeden peşinden sürükler, gerçekten aklım almıyor."

"Başak işte...," diye mırıldandım. "Kötü ve hırslı niyetlerinin kokusunu şimdi bile hâlâ alabiliyorum." Gözlerimin içi öfkeyle doldu. "Bugün şirkete geldi, bilgisayar konusuna dahil olmak istediğini ve bana yardım etme talebinde bulundu. Kabul etmedim tabii."

"O da soluğu Beren'in yanında aldı, yine," dedi benim açıklamama ihtiyaç duymayan bir kuşkusuzlukla. "Doğal olarak Nüket de işe dahil oldu yani."

"Giderken bir şeyler yapacağını düşündüm tabii ama onu umursamadım." Durdum bir an, gözlerimde apaçık duran hiddetin sıcak varlığını duyumsadım. "Ve kızlarla birlikte hareket edeceğini onları da yaptığı şeye bulaştıracağı ihtimalini düşünmedim."

"Kendini suçlama, Savaş. Yaşanacakları bilemezdin," dedi teselli veren bir sesle. "Kimse bilemezdi."

"Çok öfkeliyim gerçekten," dedim. "Neden geri döndüğünü bile anlamıyorum, açıkça hayatımdan defolup gitmesini de söyledim. Ona karşı en ufak bir ilgim kalmadığını da biliyor ama bilmezden gelip diretiyor."

Burak güldü, ters ters ona baktım. "Kusura bakma, bir an sinirim bozuldu."

Sonra karşıdan gelen endişeli annemi ve kaygılı görünen babamın gelişini gördüm. Ayağa kalktım. Nüket'in ailesinden önce gelmeleri iyi olmuştu, onlarla konuşan kişi ben olmak istemiyordum. Babamın bu işi üstleneceğini biliyordum.

Annem beni görünce, "Aman Allah'ım! Bu kan..." diye endişelendi. Gözleri dolarken üzerimi kontrol etmeye başlamıştı. "Savaş bu hâlin ne? Yaralı mısın sen, oğlum?"

"Hayır anne, sakin ol," dedim, ellerini tuttum. "Ben iyiyim, bu kan bana ait değil."

Annemin şefkâtli elleri bir an üzerimde donup kaldı. "Ben..." Sesi kısıldı, yaşlarla parlayan kahverengi gözlerinin bebeği titreşti. "Nüket'in vurulduğunu duydum," dedi ve dehşete düşmüş bir fısıltıyla, "Kan ona mı ait?" diye sordu.

"Evet," dedim içerleyen bir sesle.

Annem aniden yığılacak gibi oldu. Ben onu tutarken, babam, "İclal," diye atıldı.

"İyi misin, anne?"

"Evet, evet iyiyim," dedi ama öyle nefes nefeseydi ki endişelendi. "Sadece bir an elim ayağım boşaldı."

Titreyen elini tuttum, "Tamam şöyle otur hadi," diyerek onu oturağa yönlendirdim. "Sakinleş, tamam mı?"

"Nüket şimdi nasıl?"

"Bilmiyorum anne, ameliyatta henüz."

"Peki ama Beren, o nerelerde?" Etrafına kaygıyla bakındı, sonra evhamlı bakışını bana suçlayıcı bir ifadeyle yöneltti. "Kızıma bir şey oldu da bana mı söylemiyorsunuz yoksa Savaş?"

"Elbette hayır anne, yaşadıklarının onu korkutması dışında gayet iyi durumda," diye açıkladım. "Sibel'in odasında şimdi."

Sesi tıkanmış gibi, "Babanla ona bakalım," dedi, çok endişeliydi, onu kendi gözleriyle görmediği sürece sözlerim asla onu tatmin etmeyecekti. "Beren'i sağ salim görmeden rahat edemem ben."

Başımı tamam anlamında ağırca sallarken Beren'in Sibel'le birlikte koridorun sonunda belirdiklerini gördüm. "Buna gerek kalmadı, bak geliyor kızın, işte orda."

Annem onu görür görmez ayağa kalktı, Beren'de annemi gördüğü anda hızlandı ve koşarak ona sıkıca sarıldı. "Anne..." diyerek ağlamaya başladı.

Annem ona sarılırken, "Kızım, sen benim yüreğime mi indireceksin?" diye kızdı, sesi ızdırapla doluydu, annem de onun gibiydi; onun siyah saçlarını okşarken ağlamaya da başlamıştı. "Korkudan delirecektim, size bir şey oldu diye aklım çıktı. Babanla nasıl geldik buraya haberin var mı?"

"Ben de çok korktum, anne," diye karşılık verirken annemden ayrılıp babama sarıldı. "Baba... özür dilerim."

Babamın gözlerine baktım, Beren'e bir kez bile kızdığını hatırlamam ancak aşmaması gereken keskin çizgiyi sınırsızca aştığını o da kabul etmek zorundaydı artık ve belki şu an değilse de daha sonra Beren'in bu tehlikeli davranışının bir sonucu olduğunu beklemeden göstermesi gerekiyordu ona.

Ve onların Beren'e sıkıca sarılmasında bir şey daha olduğunu ve o şeyi yıllar önce unuttuğumu fark ettim.

Krizler aile bireylerini ya birbirine daha sıkı kenetler veya birbirinden çok uzaklaştırırdı.

Ben, Beren'in aksine ilk kriz deneyimimde onların bile haberi olmadan ailemden gizli dürtülerle uzaklaşmıştım. Aileme inancım kalmamıştı. Oysa şimdi, karşımda durmuş birbirine kenetleniyorlardı.

Babam da sarıldı. "Senin suçlu insanların içinde ne işin var, kızım?" diye sitem etti diğer yandan. "Boyundan büyük işlere niye kalkıştın sen?"

"Özür dilerim, özür dilerim," diye ağladı Beren. "Böyle olacağını bilemezdim, çok pişmanım baba."

Birden koridordaki havanın ne kadar kötü, ve durgun olduğunu fark ettiğimde Nüket'in ailesi de sonunda gelmişti. Havaya karışan antiseptik kokusu ortamı daha boğucu hâle getiriyordu.

Daha sonra Nüket'in babası koridora girdi. Acele adımlarla yaklaştı "Kızıma ne oldu?" diye isyan edercesine sordu. Gözleri dolu doluydu. "Benim kızıma ne oldu?"

Babam, "Yavuz, sakin ol," diye teselli etmeye çalıştı. Bu bir işe yaramıyordu elbette. "Ameliyatta şimdi."

Karısı, "Evet Yavuz, kendine dikkat etmen gerekiyor," diye uyardı. Ece diğer kolunu tutuyordu. "Gel, şöyle otur."

Yavuz, kimseyi dinleyeceğe benzemiyordu tabii. Kendini babamın elinden sıyırdı "Ne işi vardı kızımın öyle suçlu ve tehlikeli insanlarla," dedi, öfkeli bakışları Beren'e yöneldi. Tüm öfkesiyle haykırdı. "Kızımı neden götürdün oraya?"

Beren, "Özür dilerim, Yavuz amca," diye hıçkırdı. "Gitmememiz gerekiyordu ama.."

"Özrün benim kızıma yapılanı unutturmaz, geçirmez, onun şimdi içerde yaşam savaşı verdiğini değiştirmez!" diye bağırdı. Ben ve babam, Beren adına suçlu bir sessizliğe gömülürken, annem çaresizce Beren'in yanında, bir babanın öfkesine karşı ona destek olmaya çalışıyordu ama bu ateşten onu tamamen koruyamazdı. "Eğer benim kızıma bir şey olursa... Hepiniz, buna sebep olan herkes hesap verecek!"

Gözlerim bu sözlerle sertçe kapandı. Tam da buna yakın bir şey olacağından endişe duyuyordum. Bu Nüket'in ailesiyle, benim ailemin arasına girecek soğuk savaşın en net görseliydi. Adam açıkça, işi tamamen yargıya dek taşıyacağını beyan ediyordu.

Aradan yarım saat geçti. Sessizlik çığ gibi hız kesmeden büyüyordu. Kimse birbirini teselli etmeye çabalayarak konuşmuyordu ama ortamda son derece tehlikeli ve fazla gergin bir atmosfer vardı. Suçlu olmadığın bir ameliyathanenin kapısında beklemekle, suçlu olduğun ameliyathane kapısı önünde beklemek bir değildi. İkisinin acısı farklıydı, ama suçu çok başkaydı.

Yavuz Kozcu yıkılmış gibi görünüyorsa da artık daha sakin bir hâli vardı. Başını bir an yerden kaldırdı, ilk defa o zaman göz göze geldik. Sonra üzerime dikkatle baktı. "Bu kan senin mi?" diye sordu ama şimdiden duyacağı şey için sesi titriyordu. "Sana mı ait?"

Başımı hayır anlamında salladım. "Değil."

"Kızım," dedi harap olmuş bir sesle. "Onun mu?"

Sözlü olarak bir cevap vermedim, sözlerle yapılan kabullenme bana da ağır geliyor. Sadece evet dercesine başımı salladım.

"Benim kızım," diye başladı, baştakinden daha da çok titreyen sesiyle. Çenesi titredi, dişleri birbirine sertçe çarptı. "Kandan hiç hoşlanmaz, midesi bulanır hemen onun."

Sonra dolan gözleriyle başını sessizce eğip yine kendi derdinin ağır katmanlarına gömüldü. Çenesinden akıp yere damlayan gözyaşını görmüştüm.

Annem iyice yanıma yaklaştı. "Savaş," diye fısıldadı. "Gidip elini yüzünü yıka, kendine çeki düzen ver. Hiç değilse şu giysilerden ve ellerindeki kandan kurtul."

Kaşlarımı çattım. Ne sebeple olursa olsun bir yere gitmek ve burdan bir anlığına olsa bile ayrılmak istemiyorum. "Hayır," dedim, sesim sertti.

Annem sert tepkime şaşırır gibi olduysa da, "Nüket'in babası, üzerine bulaşmış kanın kendi kızına ait olduğunu her başını kaldırdığında görsün mü yani?" diye uyardı beni. "Seni kanlar içinde görmesi daha çok tedirgin ediyor adamı." Sonra başını yavaş yavaş salladı. "Aslında hepimizi tedirgin ediyor."

"Ama..."

Derin bir nefes alıp, "Oğlum," diye sözümü kesti, elini koluma yerleştirip teselli ediyor gibi ağırca sıktı. "Herkes çok endişeli ama hepimizden daha fazla anlayışlı olunması gereken kişi Nüket'in babası, dolaylı olsa da bizim de kabahatimiz ve ihmalimiz var. Bu kadarını ona borçluyuz, hepimiz."

Nüket'in babasına baktım, sanki ruhuyla bedeni arasında sıkışmış kalmış gibiydi. Gözleri artık bende değildi, sanki orada kızını görüyormuş gibi yere sabitlenmişti.

Bakışlarımı anneme çevirdim, başımı ağır ağır salladım. "Tamam, haklısın anne. Ben olanlardan dolayı biraz fazla etkilendim galiba, mantıksız davranıyorum," diye kabullendim, yaslandığım duvardan geri çekildim. "Şunları halledip dönerim ama herhangi bir haber çıkarsa, her ne olursa bana mutlaka haber ver."

Koridor boyu ilerledim yakınlarda lavaboya dair hiçbir şey yoktu, cam kapılardan geçip diğer koridordaki köşeden dönmüştüm ki asansörden çıkan Aren'i gördüm. "Savaş, olanları Burak'tan duydum. Nüket nasıl, ne durumda? İyi olacak mı?"

"Bilmiyoruz Aren. Ameliyatta. Biz de haber bekliyoruz hâlâ," dedim, haber kelimesi boğazıma saplanıp kaldı. Bana baktı. "Sen nereye gidiyordun?"

"Üzerimdekilerden kurtulmaya ve elimi yüzümü yıkamaya."

"Tamam, ben Hakan Amcalara bakayım."

Neredeyse iki saat olmuştu, herkes yorgun ve bitkindi. Üstelik doktorun verdiği bilgiye göre ameliyat beş saate kadar uzayabilirdi. "Dönüşte ben alırım diye düşünüyordum ama madem sen buradasın, onlara kahve alıp götürsen çok iyi olur," dedim. "Hepsi de stresli, bitkin ve yorgunlar."

"Merak etme, git kendine bak sen," dedi Aren, omzuma hafif ama keyifsiz sayılan bir yumruk indirdi. "Burayı ben hallederim."

Asansör kapıları yeniden açıldı, içinden çıkan Nüket ve Beren'in endişe içindeki arkadaşı Işıl'dı. Hemen Nüket'i sordu.

"Nüket nasıl?"

Aren'e söylediğim aynı şeyleri bundan artık usansam da ona da tekrar ettim.

Işıl yere düşen başını birdenbire sayılan bir hızla bana kaldırdı. "Sen hangi yüzle burda ne yapıyorsun?" diye saldırıya geçtiğinde direkt, bu tavrına doğal olarak hiç hazırlıklı değildim; neye uğradığımı şaşırdım. Yanımda duran arkadaşım da benim benim gibi şaşırmış durumdaydı.

Kızın bu ani tepkisi, içinde bulunduğum şu durumda biraz bile önemli olmamalıydı ama gözlerindeki bir şey birdenbire beni önemli olduğu konusunda ikna etmişti.

"Anlamadım?" dedim sertçe.

"İlişkinizi inkâr etmeyeceksen anlatayım o zaman," dedi, gözlerinde gizlemeye gerek görmediği öfkesi düşmanca parlıyordu. "Sizi, aranızdaki ilişkiyi biliyorum."

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Neden inkâr edeyim?" diye sordum, sesim kuru çıkmıştı. "Sadece sana anlatmasını şaşırtıcı buldum."

"Evet," dedi düşmanca. "Nüket kendisini nasıl kırdığını anlattı bana ve bu sadece saatler önceydi."

Nüket'in beni, özellikle de aramızdaki ilişki tarzını herhangi birine anlatmaya cesaret edebileceği hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Bu pek Nüket'in tercih edeceği türden bir seçenek değildi. Belki onun yerinde başka bir kız olsaydı bu kadar bile gizli kalmayı istemez, çoktan açığa çıkmak isterdi ama Nüket ilişkimizi gizli tutmaya benden daha hevesli ve pek çok açıdan da daha kararlı olmuştu.

Bense gizlilikten sıkılmıştım, o kadar ki sonlara doğru pes eder durumdaydım.

"Onu istediğin gibi kullanıp ne olacağını bile umursamadan kenara attın sonra."

"Ee? Ne dememi bekliyorsun?" diye soru yönelttiğimde ona bir şey açıklamak gibi bir derdim yoktu, neden olması gereksin ki zaten? "Hesap sorma isteğini anlayabilirim ama sen de şunu anlamalısın, yaşadığımız her şey Nüket'le benim aramda. Hiç hesap sorma gibi bir hakkın yok bana, sen aksini düşünsen de ilişkimiz seni ilgilendirmiyor."

Son sözlerim tok ve bu işe karışmamasını anlatan biçimde baskındı.

"Bu yüzden çok rahatsın ya," diye çıkıştı, sesindeki meydan okuma sinirimi bozdu. "İğrenç ve kirli ilişkine Nüket'i bir şekilde ikna edip aranızdaki bu şeyin gizli kalması konusunda onu ikna ettin. Böylece bu iş olup bittiğinde kimse sana hesap soramaz olacaktı. Hatta Nüket'in kendisi bile hesap soramazdı."

Çenemdeki bir kasın attığını duyumsadım. "Bana bak-"

"Hayır, sen bana bak," dedi öfkeyle. "Eğer Nüket'in babası kızına ne yaptığını bilseydi sence hâlâ onun yanında böyle rahat rahat konuşacak, dolaşacak durabilecek miydin? Hem de bu kabahat ve suçuna rağmen şu umarsız yüzünle?"

Dişlerimi sıktım, buna söyleyecek sözüm yoktu. Nüket'in yaşamı için endişe verici hislerimin yanında, yavaş yavaş yaklaşan ve içimi ani kaplayan suçluluğa hazırlıklı değildim. Bunları şimdi düşünmek zorunda mıydım? Şimdi. Nüket yaşam mücadelesi verirken ama şu kız, karşıma geçip bunları derhal, şimdi düşünmemi istiyordu benden.

Sırlarımız ve gizlerimiz. Bizleri diğerlerinin gözünde iyi imajlarla koruyan, istediğimiz sürece etrafta endişesizce sorgulanmadan gezinmemizi sağlayan saydam kabuklardı. Herkesinki vardı, benimki buydu sadece.

"Dahası," diye devam etti. Ne, dahası da mı vardı? "Beren ve ailen. Onlar da senin nasıl biri olduğunu bilmiyor, belli ki kendini gizlemeyi iyi başarıyorsun."

"Uğur Böceği, kenara çekil," diyerek söze karıştı Aren. Lakap tuhaftı, zaten insanlara lakap takmak konusunda gerçekten berbat olmuştu. Eh, Nüket'e de on dokuz diyordu. "Hem büyüklerin işine karışmasana kızım sen, büyüklerin meselesi bu."

Işıl ona döndü. "Bana Uğur Böceği demeyi bırak," diye uyardı, bütün öfkesini şimdi ona doğrultmuştu. "Büyüklermiş, sizin bu yaptığınıza büyüklük taslamak denir. Hatta içten pazarlık. Hem sana neki bundan? Ayrıca karışırsam ne yaparsın, yine iğrenç tişörtlerini mı gösterirsin bana?' Aren'in tişörtünü örten gömleğine kaydı ela gözleri. "Seni uyarıyorum, bu kez sökmez."

"Tişörtlerim hakkında düzgün konuş tatlım, onların içinde felsefe var," diye saçmaladı Aren. İşin garibi buna sahiden inanmıştır, kuşkusuz her zaman. "Üstelik nerde nasıl giyineceğimi iyi bilirim ben, bir hastanede öyle giyinilmemesini herkes bilir." Konu mu yoksa bu ikisi mi daha sinir bozucuydu şu an karar veremiyorum. "Tişörtümde bir şey yok. Tamamen sade. O yüzden şansına küs."

"Bu konuşma bizi bir yere götürmeyecek," diye araya girdim. Beynim karıncalanıyor. "Ben gidiyorum."

Küçük amazon Işıl yeniden dikkatini bana vermekte zorlanmadı. "Kaçmak istiyorsun tabii. Düşünmeden arkanı dön, git, hatta koşa koşa kaç," diye kızdı. "Ama şunu hiç unutma Savaş Akduman." Beni aşağılayan küçümseyen sert bakışlarla süzüp rahatsız etti. "Bu kusursuz takım elbisenin ve şu iş adamı görünüşünün altında nasıl çürümüş şeyler olduğunu görebiliyorum."

Bakışları... sanki bir an gerçekten dedidiği gibi bende ne olduğunu görebilirmiş gibiydi ancak bu doğru olamazdı. Kim görmüştü ki bu kız görecekti? Çürümüş olarak sözünü ettiği şey ancak Nüket'in anlattıklarından yola çıkarak basit duygular olabilirdi. Diğer yandan karşıma geçip hesap sorabilme cesaretini nerden aldığını anlamıyorum.

Dişlerimi sıktım. "Bu küstah cesareti nasıl ve nerden alıyorsun bilmiyorum, fakat artık Kendine gelsen iyi olur," diye uyardım onu, bakışım kesinleşti. "Ben rahatça karşısına geçip düşünmeden, gelişigüzel şekilde bu sözleri sarf edip hesap sorabileceğin o kişi değilim. Haddini bil."

Işıl başını salladı. "Doğru, sen sıradan biri değilsin. Seninle konuşurken insanların en az iki defa düşünmesi gerekiyor, değil mi?" diye alay etti. Sözlerim onu hiç etkilemedi, onu sindirmedi de. "Cesaretimi nerden mi alıyorum? Arkadaşımın hissettiği acıdan alıyorum. Fark etmemiş ya da görememiş olabilirsin tabii ama Nüket sandığın kadar da sıradan biri değildir. Sıra dışı harika bir kızdır o. Nüket'e ne yaptığını, ondan neyi aldığını biliyor musun?" Benden bir cevap beklermiş gibi birkaç saniye durdu. Onu susturmak hiç değilse arkamı dönmek ve çekip gitmek istedim ancak cevabı merak ediyordum, duymam gerekiyordu. "Elbette bilmiyorsun." Başını umutsuzca salladı. "Bütün karanlığınla Nüket'in hayatına girip acımadan onun ışığını söndürdün sen!"

Son sözler deprem gibi geldi, üzerime dev bir bina gibi çökerken göğsümde sarsıldı. Bakışlarım sözlerin anlamında donup öyle kaldı, beni yerimden kıpırdayamaz hâle getirdi. Nüket'i ilk gördüğüm an, onunla geçirdiğim zaman, Nüket'i hayatımdan çıkardığım an... hepsi hızla, çok hızlı bir şekilde sadece birkaç saniye gibi kısacık bir zaman dilimi içinde gözlerimin önünden geçti. İlk kez tanıştığım o kızı yavaş yavaş öldürmüştüm ben.

Gözlerinde azalan ışık, dudaklarından eksilen gülücük, hareketlerinden ayrılan tez canlılık...

Zaman içinde hepsi başka bir şeyle yer değiştirmişti, buna ona ben yapmıştım.

Gözlerine hüznü, dudaklarına üzgün ve yarım gülümsemeleri, hareketlerine durgunluk getirmiştim ben...

Nüket'e yapmak istediğim bu değildi, ama geldiğimiz noktada olan buydu.

Parmaklarım beyazlayana, bileklerimden kan çekilene dek sert, çok sert biçimde yumruğumu sıktım. Şu an içerde yaşam mücadelesi vermesine neden olan katili ellerimle boğmak istiyordum ama şimdi görüyorum ki Nüket'in iki katili vardı.

Diğeri bendim.

Bu kızın gerçeklerle beni ezmeye hevesli, son derece hırslı olduğunu görebiliyorum ama yeterince berbat hissetmeme neden olmuştu ve bu kadarı bana yeterliydi. Onun bitmek bilmeyen can sıkıcı sözlerini daha fazla dinlememe gerek yoktu. Bu yüzden Aren'e aramızda her zaman yaptığımız türden gözümle birkaç saniye süren bir işaret verdim, Aren merak etme dercesine durumu hızlı kaptığını belirten hafif bir baş işaretiyle karşıladı isteğimi.

Aren aramıza girip, "Bu kadar yeter uğur böceği," dediği anda beklemeden, onlara arkamı dönüp hızla uzaklaştım ordan ama ilerlemeye devam etsem de bir his beni paçamdan tutup oraya mıhlıyordu sanki.

Işıl, "Çekil önümden, aptal barmen," diye kızıp azarladığını duydum, eğer yapabilse arkadaşımı da beni de ezip geçerdi. "Ona söyleyeceklerim bitmedi daha."

Aren, "Bu hafta sarı uğur böcekleriyle ilgili ilginç bir belgesel izledim," dedi, Işıl'ın artık Aren'i geçmesi mümkün bile değildi. "Uğur böcekleri arasında en zehirli tür onlarmış, şu hâline bir bakınca neden öyle olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Hiç belli etmeyip, sevimli dursan da amma zehirliymişsin."

Onlar tartışırken asansöre yaklaştım ama sanırım geç gelecekti ve benim burda kalıp beklemeye niyetim yok. Kravatsız yakamı çekiştirdim, sanki hastanenin şu duvarları üzerime yıkılıyordu. Merdivenleri yöneldim, Aren ve Işıl'ın sesi yankılara devam etse de bir süre sonra sesleri tamamen silindi.

Bir yerlerden akşam haberlerinin uğursuz sesi geliyor, hastanenin içinde köşe bucak yankılanıyordu, öfkeyle yürümeye devam ettim.

Soğuk ameliyathanenin önünden ayrılırken niyetim Burak'ı bulup bana kıyafet vermesi ve odasında bir duş alabilmekti ama o Işıl denen kızın hiç düşünmeden yüzüme sert vurduğu söz tokatları beni içten derin bir hasara uğratmıştı. Hastaneye sığamıyor, içimi daha önce farkında olmadığım hisler tırmalıyordu. Zemin kata geldiğimde giriş kapısında bir an durdum. Dışarda sağanak yağmur vardı. Umursamadım. Kapıyı ittim. Ben yavaşça hastane kapısından çıkarken yağmura yakalanan birkaç kişi hızla içeri kaçıyordu.


Düşüncelerimin beni serbest bıraktığı bir an öyle boşluğu izledim, boşluğu dolduran yağmurun farkına varabildiğimde merdiven basamaklarından indim. Düşünceler daha şiddetli, daha çeşitli döndü kafamın içine. Yağmurun altındayken Nüket'in yağmurlu havaları sevmesinin aksine böyle sağanak yağmurlara tutulup ıslanmayı sevmediğini, çiseleyen yağmuru ise sevdiğini ve ancak böylesi ince yağmurla ıslanmayı sevdiğini anımsadım. 

Tüm karanlığımla Nüket'in hayatına girmek mi?

Daha önce kimse bana karanlık olduğumu ima etmemişti. İnsanların bende gördükleri ilk şey kendimle taşıdığım karanlık yönüm olmazdı, aslında bu son şey bile olmazdı. Kibir, egoist ve genelde bunların türevleri olurdu. Belki bu nedenle daha önce kendi karanlığımla yüzleşmeme gerek olmadığı kadar, buna hiç ihtiyaç da duymamıştım. Şimdiyse gereğinden fazla karmakarışık hissediyorum.

İçimdeki boşluk hissi hastane kaldırımına oturttu beni, ruh halim hava durumu kadar buna uygun. Zemine çakılan yağmurların sertliği geçmişin içine girmeye zorluyordu zihnimi. Nüket'i gerçekten kaybedeceğim düşüncesi altüst ediyordu.

Cebimden Nüket'in tokasını çıkardım. Parmaklarımın arasında çevirmeye başladım.

Birdenbire başımdan aşağı hızla dökülen iri yağmur kesintiye uğradı, elbette yağmur yağmayı sürdürüyordu. Şemsiyesini açıp da tepemde dikilen Burak'tı.

"Hasta olmaya mı karar verdin sen?" diye sordu, sesinin tonunda doktorlara yakışır bir azar vardı. "Sırılsıklam olmuşsun, ne yaptığını sanıyorsun burda Savaş?"

"Yalnız kalmak istiyordum, hastane beni çok bunalttı," diye açıkladım. "Sen neden buradasın?"

"Aren..." diye duraksadı. "Sana bakmamı söyledi. Nüket'in arkadaşının canını biraz sıktığını da söyledi tabii."

Sessizlik oldu, bir süre ne o ne ben tek bir kelime bile konuşmadık. Sessizliği sağnak yağmayı sürdüren yağmur dolduruyordu.

Gözlerimi karşıdan ayırmadan, "Bir haber var mı?" diye sordum. "Ya da bir gelişme."

"Aynı, sorduğundan bu yana hiçbir gelişme yok." Burak'ın bakışları üzerimdeydi, bunu hissedebiliyorum. "Ameliyatı devam ediyor, herkes bitmesini bekliyor."

"Nüket'in toplanıp da evi terk etmesinin üstesinden gelebilirim," dedim, içimdeki yangını boşaltmak ister gibi nefesimi dışa vurdum. "Ama toplanıp da öbür dünyaya gitmesinin üstesinden gelemem."

"Dağılmış görünüyorsun, seni en son ne zaman böyle gördüğümü hatırlamıyorum."

"Sadece Nüket'in ameliyattan sağsalim çıkmasını bekliyorum."

"Çıkınca ne olacak?"

"Ne biçim bir soru bu?"

"Yapma Savaş," dedi. "Ben senin en yakın arkadaşınım, bu kızın sana ne yaptığını görebiliyorum."

"Öyle mi?" diye sordum alaycı bir sesle. "En son benim ona yanlış yaptığımla ilgili şeyler duymuştum senden ve Nüket'i ne olursa olsun mutlaka bırakmamı söyledin. Ne oluyor şimdi bu? Sırf yağmurun altında duruyorum diye fikrin arkadaşça değişti mi yani?"

"Nüket'le ayrıldığınızdan beri durumuna bakıyordum da, belki de benimkisi erken sarf edilmiş sözlerdi. Sonunuzun nereye gittiğini bildiğimi idda etmekle küstahlık ettiğimi itiraf edeceğim sanırım."

"Senin fikrin değişse bile ne fark eder ki?" diye kızdım, kızgınlığım kendimeydi. "Ben hâlâ aynı Savaş Akduman'ım, hâlâ içimde hiçbir işe yaramayan bir kalp taşıyorum."

"Bu doğru değil Savaş," dedi. "Tamamen değiştiğini söyleyecek kadar saf olamam ama belli ölçüde değiştini söyleyebilirim."

"O belli ölçü hiçbir işime yaramaz, Nüket bunu asla görmez. Israrla görmüyor da zaten."

Sessizleşti, sözlerimdeki anlamı ancak bulmuş olmalıydı ki, "Nüket'i hayatında istiyorsun sen?" diye hayret etti.

Sanırım bu arzum kendi başına bile olsa ilginç gelmişti ona.

"İstiyorum tabii," diye itiraf ettim. "Ona geri dönmek istiyorum, ama ona ne verebilirim bilmiyorum." Nüket ayrı kaldığımız her gün tuhaf ve ilginç bir dirimsellikle hep yeniden başlıyor, yeni baştan güçleniyordu içimde. "İstediği şeyleri ben veremiyorum, vermek istediklerimi o kabul etmez. Geri dönüşler bir şey vermek için olur, vermiyorsam nasıl geri dönerim. Hangi yüzle? İşte bu yüzden kafamın içinde saçma bir döngüdeyim. İlk kez ne yapacağımı bilmiyorum, ya da belki sadece Nüket'le ne yapacağımı bilmiyorum ben."

Sessizlik oldu. Burak hiçbir şey demediği için biraz daha devam etmemi istediğini anladım.

Sorular kanıma zehir gibi sızmıştı. "Ben neden böyle oldum, Burak?" diye sordum. "Kendimi gerçekten anlayamıyorum artık. Başak'ı her şeye, özellikle onun kendisine rağmen bile çok istemiştim ama bittiği an bitmişti, sanki zaten hiç başlamamış gibi. Hayatımdan herhangi bir eşyayı çıkarmak gibiydi, ertesi gün hatırlama zahmetine katlanmam gerekmemişti. Nüket'e gelince durum karmakarışık bir hâl alıyor, birlikte olamayacağımızı bilmenin ötesinde onun hayatımdan çıkışıyla düşünmediğim tek bir gün olmadı."

Yağmurun yağışı azaldığı için taneleri nispeten iğne inceliğine dek küçülmüştü. Burak cebinden sigara paketini çıkardı, çakmağıyla iki dal çıkarıp ikisini yaktı ve diğerini bana uzattı. Aldığım sigaraya baktım. Aptal bir sigarada bile Nüket'i bulabiliyordum.

"Kaçtığın ne varsa hepsi Nüket'teydi ve kaçtığın şeylerin hiçbiri Başak'ta yoktu. Bu yüzden Başak'a sınırsızca anlayış gösterip ona sıkıca sarılırken, Nüket'i karşı karşıya kaldığın ilk durumda yıldırım hızıyla hayatından çıkardın."

Bu bir bakıma doğruydu ama Nüket'i de en az kendim kadar düşündüm o gece. Nüket öyle ya da böyle bu işi bitirecekti ama yine de bazen, o gece ben daha anlayışlı olsam veya Nüket bana karşı daha iyimser olsa ve o şekilde devam etsek neler olurdu diye düşündüğüm de oluyordu. Birlikte yapabilir miydik? Ben onun istediği gibi biri olmaya çalışıp sadece arada onu sevdiğimi falan söylemem gerekirdi ama... Ah, hayır. Bu benim için tam bir ikiyüzlülük olurdu. Bir süre sonra buna asla katlanamazdım.

"Kabul etmelisin ki kötü ve tamamen bencil niyetlerle Başak'ı hayatına aldın, ona hiçbir zaman haketmediği ilgiyi verdin. Bir yüzük ve yaptıklarına karşı sonsuz anlayış sunup yıllar sonra neden geri döndü diye merak mı ediyorsun gerçekten? Çünkü insanlar yıllar geçse de ilgi gördükleri yere hep geri dönerler, Savaş."

"Bu saçmalık..."

"Ne saçma mı geliyor? Bununla ilgili binleri aşan vaka biliyorum Savaş. İnsanın aklını çelip geçmişten gelen biriyle çirkin ilişkilere dahi başlayan sayısız insan var. İnsanların geneli bunu dillendirmekte zorluk çekse de olay sadece bundan ibaret. Bir zamanlar sevdikleri ilgi."

"Öyle olsa bile, kendimde herhangi bir hata göremiyorum," dedim, hemen önümdeki su birikintisine yansıyan görüntüme baktım su rüzgârın etkisiyle dalgalanıyordu. "Her şey zaten olup bitmişti."

"Geçmişte yapılan her seçimin sonucuda aynı şekilde yıllar sonra kişiye dönebilir. Ve insanın payına her zaman bir işin başında yaptığı niyetinin parçası düşer. Ve Nüket'e yaptığın da buydu, onu da bencil niyetlerle hayatına soktun."

Yine sessizlik oldu, sözleri beynimde fırtına gibi esiyordu.

"Fakat belki," diye duraksadı bir an. Ağırca iç çekti. "Onun senin için gerçek bir hediye olduğunu görememiş olabilirsin."

"Hediye mi?" diye fısıldadım. "O nasıl bir hediye olabilir ki? Hediyeler verilir, oysa Nüket'i ben kendim kazandım."

"Bence öyleydi," diye diretti Burak kararlı bir tavırla. "Titizlikle saklanan bir hediyeydi ve tabii ki sen yine onunla başka ne yapılır bilemediğin için işe en yanlış noktadan başladın."

Haklıydı. İlişkimize yataktan başlamıştım. Çünkü o zamanlar aramızdaki şey ordan başlamıştı zaten. Ben sadece o günlerde tutkudan başka anlam çıkaramadığım bu işin devam edebilmesi için gereken şartları ayarlamıştım. O mekânda karşılaşıp ordan başlamamış olsaydık, Nüket hiçbir zaman hayatımda olmayacaktı. Bunu biliyorum.

Şakaklarımı ovaladım.

Her şey neden gözüme böyle karmakarışık görünüyor?

"Belki de doğru adımları atmanın zamanı gelmiştir."

"Doğru adımları atsam bile mükemmel olmaz."

"Başlangıçta bir şeylerin illa ki mükemmel olması gerekmez. Önce bir şeylere başla, yapabileceğini göster ona ve tabii kendine. Sonra onu mükemelleştirebilirsin."

Yağmur tamamen dindiğinde, rüzgârın uğultusu sokakların arasından yükseldi.

Başımı hayır anlamında salladım. "Bunu yapamam, biliyorsun," dedim. "Nüket de yapmaz."

"Bunu bilemezsin, Savaş," diye ısrar etti. "Ona kendini hiç anlatmadın, kendinle ilgili tek bir şans bile vermedin."

"O aşk istiyor."

"Ve zaten onu bulmadı mı?"

Ona şaşkınca baktım, sözleri kulaklarımı çınlattı. "Karşılık bulduğu bir aşk istiyor."

Omuz silkti. "Mahkeme koridorları birbirine delice âşık olduğunu söyleyip de sonra birbirinden ayrılmayı kollayan kişilere dönüşen âşıklarla dolu."

"Sen ne demeye çalışıyorsun?"

"Bak Savaş." Bana döndü, derin bir nefes aldı sonra içlice verdi. Dikkatimi tamamen ona vermemi istediğini anlamıştım. "Nüket'in yaşındaki pek çok insan aslında öyle olduğunu idda etseler bile aşkla ne yapılacağını bilmezler," dedi. "Onların rehberi gerçekle hiç ilgisi olmayan aşk filmleri, aşk dizileri ve aşk kitaplarıdır."

"Benim zekâmı küçümseme, elbette o kadarını ben de biliyorum," dedim, sesim sabırsızlıkla çalkalandı. "Yani sonuç olarak ne?"

"Seni kim küçümseye cüret edebilir ki?" Alaycı sözlerine karşı ters ters baktım. "Tamam, tamam, kızma." Sessizce gülse de hemen ciddileşti. "Yani sonuç olarak başka türde adanmışlıkların olabileceğini de ona anlatabilirsin. Bu gerçekten sizin hikayenizse, onu yıldız gibi parlatmak sizin elinizde."

Umutsuzca iç çektim. Sözleri içime is gibi işleyen kasveti geçiremese de sözleri sis gibi zihnime yayılıp beni gerçeklerimden uzaklaştırarak uyuşturacak kadar cazipti. Sadece ‹evet kesinlikle öyle yapmalıyım› demem yeterliydi ancak içimde, benden daha güçlü bir şey beni tutuyordu.

Düşünmem gerekiyordu. Şu psikolojide, şu durumda verebileceğim kararlardan birisi değildi bu. Nüket'in kollarımın arasındaki kanlı görüntüsü hâlâ zihnimde adım adım dolaşıyordu. Kanının kokusu burnumun ucundaydı. Önce Nüket iyi olmalı, önce Nüket'in gözlerini açtığını görebilmeliydim.

Ayağa kalktım. "Nüket ameliyattan çıkar çıkmaz önce benimle görüştür onu," diye konuştum, sesimde kararlılık vardı.

Bana hayre ederek baktı. "Ameliyattan çıkmadan, şimdiden onu görme planı mı yapıyorsun?"

"Ben... çıkacağını ümit ediyorum, başka ihtimali düşünemem," dedim ve göklere baktım. Yıldızlar yağmurun ardından daha parlak görünüyordu. "Tanrı bunu biliyor, bunu o ayarlamalı."

"Ailesinin hakkını neden sana vermem gereksin ki?" diye söylendi ters ters Burak. "Ayrıca o benim hastam değil, böyle bir kararı ben alamam."

"Prosedürleri bir kenara bırakalım," dedim. "Her ikimiz de yapabileceğini biliyoruz."

"Nüket senin hiçbir şeyin değil, bunu artık kabullensen daha mantıklı olur."

Bile isteye üzerime geliyordu, amacı beni sıkıştırmaktı. Biliyordum bunu.

"Ailesinin hakkı olduğunu biliyorum ama onu herkesten önce görmem gerekiyor, Burak. Ailesi onu her zaman görebilir ama ben ya geç ya da başkalarının yanında girip Nüket'i görebilirim ancak."

"Savaş..."

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum ama dur, yapma," diye uyardım onu. "Bunu şimdi yapma bana, onu görmem ne olursa olsun görmem gerekiyor."

Başını salladı. "Ayarlamaya çalışırım, umarım artık hem Nüket, hem kendin için kayda değer bir şey yaparsın."

"Sağ ol," dedim minnet hissiyle. "Bunu gerçekten unutmayacağım."

"İstersen unut," dedi, yüzüme bakarak. "Biz arkadaşız, Savaş."

Sessizlik oldu.

"Haydi, odama gidelim hasta olmadan sıcak bir duş al."

"Umarım yedekte kıyafetin vardır," dedim girişe doğru yürümeye başladığımızda.

"Takım elbisem yok ama seni idare edecek kıyafetlerim kesinlikle var."

🍷

Soyunup duşun altına girdim. Avuçlarım soğuk fayansa yaslandığında, hayatımın belirsiz bir durumun içine çekildiği gibi bir hisse kapılmıştım. Sanki her şey, ben de dahil olmak üzere durgunlaşmıştı. Kendi yaşamıma anlam katan şeylerin bütünü, hatta inandıklarımı, güvendiğim her şeyi kaybediyormuşum gibi hissediyordum.

Bana ne oluyordu?

Bu bir ilkti ve kesinlikle çok korkutucuydu.

Kendimden taviz vermemiştim, hep aynı kalacağımı düşünüyordum ama şimdi bu duşun altında korktuğum şeylerin başıma gelmekte olduğunu fark ediyordum. Hayır. Belki bu yoğun his Nüket'in kanlar içindeki görüntüsünü gördüğüm andan başlamış, ancak şimdi keskinleşip kesinleşmişti.

Banyodan çıkıp Burak'ın bana verdiği kot pantolon, tişört ve kapüşonludan oluşan kıyafetleri üzerime geçirdim. Bir anlık bir tereddütle ellerimi yavaşça kaldırıp avuç içlerime baktım, artık kan yoktu ama sanki bir an yine görecektim.

Birdenbire, "Hayatım," diyen bir sesle irkildim.

Sibel'in sesiydi bu.

Burak'ın ofisinden içeri açılan odadaydım, Sibel elinde iki kahveyle odanın kapısının önünde durdu. Üzerinde doktor önlüğü vardı. "Sen burda mıydın?" diye sordu, sanki zaten gördüğü ben değilmişim gibi. "Burak nerde?"

"Bir arkadaşıyla kafeteryada kahve içmek için aşağı indi," dedim. Elindeki kahveleri işaret ederek ekledim. "Kaçırdın kocanı."

"Madem öyle, diğerini belki sen içmek istersin," dedi ve cevabımı beklemeden ofiste ilerledi. Odadan çıktım, Burak'ın masasının önündeki sandalyeye oturdu.

Bende onu takip ederek karşısındaki diğer sandalyeye geçtim, aramızda bir ofis orta sehpası bulunuyordu. Sehpanın üzerindeki bana ayrılan kahveyi alıp yudumladım.

"İyi misin?" diye sordu birden.

Ona kızgınca baktım, içimde hâlâ ona karşı eskiden kalma bir kızgınlık vardı. "Seni biraz üzeceğim ama evet, iyiyim," dedim. "Her şeye rağmen."

Kahvesini sehpaya bıraktı. "Bana haksızlık ediyorsun, Savaş," diye savunmaya geçti. "Senin kötü olmanı asla istemem ben, yani sonuçta benim de arkadaşımsın sen."

"Ebru'nun olayından beri benim arkadaşım olmayı bıraktın, değilsin," dedim kesinlikle. "Sanırım o olaydan bu yana, iyi olmamamı bekliyordun zaten."

"Nüket'e olanlardan dolayı çok üzgünüm Savaş, o iyi bir kız ve sırf sen kötü ol diye Nüket'in şu anki durumundan zevk alacak kadar insanlığımı yitirmedim ben."

"Aman ne hoş."

"Nüket'i yönlendirdiğimi düşünerek bana kızıyorsun ama..."

"Lütfen Sibel, senin karşında çocuk yok," dedim yüzüne öfkeyle bakarak. "Elbette Nüket'in anlamayacağı türden onu gizli gizli yönlendirdin ve hakkın bile yokken, ilişkimize burnunu soktun."

"İster inan, ister inanma," dedi. "Ama ben bunu yaparken arkadaşımın intikam hırsı adına değil, senin ellerinde mahvolmasını istemediğim Nüket adına yaptım."

"Ben onu... " Aniden durakladım, burdan sonra ne denilirdi ki? Ne diyecektim? Ona bunu yapmam mı?"

"Bak, sustun kaldın işte. Sen de gayet iyi biliyorsun Savaş, seninle çıkılan yollar öyle güllük gülistanlık olmaz," dediğinde içimde bir şey ona karşı gelmek istedi. "İnsanlara böyleymiş gibi kendini gösterebilirsin ama sen gerçekte zehirli bir cennet gibisin. Öyle veya böyle, sonunda cehenneme dönüşen acımasız bir kişiliğin."

"Ne?" diye şaşırdım. "Sence ben bu kadar kötü biri miyim? Hiç mi iyi yanım yok?"

Gözlerini kaçırdı. "Bilmiyorum, Burak senin hep kötü biri olmadığında ısrar edip durur ama ben seni gerçekten çözemiyorum."

Kahveyi sehpaya bıraktım. "Gördün mü?" diye sordum ifadesiz bir sesle. "Hiç benim arkadaşım olmadın sen."

Sandalyeden kalktım, ofisin açık kapısına ilerledim. Burak kapıdaydı. Bizi duymuştu ki gözlerinde kusura bakma diyen bir ifade oluşmuştu.

Sibel, "Merak ediyorum da," diye seslendi arkamdan, dönmek istemesem de döndüm Sibel'e. Ne söyleyeceğini gerçekten merak ediyordum. "Nüket ve Ebru... her ikisi de bazı özellikleriyle hemen hemen birbirine benziyor. Neden senin peşinden o kadar koşturmasına rağmen Ebru değil de, senin için hiçbir şey yapmayan Nüket?"

Burak, "Sibel yeter," diye kızdı içeri girip. "Bunların hepsi geçmişte kaldı. Niye her defasında bu meseleyi açıyorsun?"

"Karın hiçbir fırsatı kaçırmıyor gerçekten, azmine hayran olmalısın çünkü ben bile bazen olmaya çok yaklaşıyorum."

Sibel öfkeyle gözlerini diğer tarafa çevirdi. "Geç dalganı."

"Soruna gelince evet, sen böyle deyince fark ettim. Birbirlerine hemen hemen çok benzer yönleri var ama garip ve belirsiz bir nedenden dolayı Nüket ondan çok farklı."

🍷

Ameliyat katına çıktığımda annemi ve Başak'ı asansörün yanında tartışırken gördüm, onu görür görmez yüz hatlarım sertleşti.

"Başak," diye seslendim. 

Başak arkasını döndü. "Savaş," diyerek koşar adımlarla yaklaşıp bana sarıldı. 

Annem öfkeyle, "Oğluma sarılma," diye kızdı, biran gelip onu üzerimden koparıp alacak gibi olsa da yerinden kıpırdamadı. "Bu kez o bile seni bu işten kurtaramaz." 

Boynuma sıkıca dolanan kollarını gevşetip kendimden uzaklaştırdım. Birden şaşırır gibi olduysa da itiraz etmeden bir adım uzaklaştı. 

"Neredeydin sen?" diye sordum, diğer yandan üzerini kontrol eden gözlerle baktım. Gayet iyiydi, hiçbir şeyi yoktu. 

"Olanları öğrendim, ben çok üzgünüm." 

Soğuk bir sesle, "Üzgün olmaktan daha iyisini yapabilirsin," dedim, ona aldırmadan sorumu yineledim. "Nerdeydin bu saate kadar Başak? Polisler mi buldu seni?" 

"Şey… hayır," dedi. "Ben… bir yerde zorla tutuluyordum ama son anda kaçmayı başardım ordan." 

"Nasıl?" 

"Şey…" Soruma şaşırmıştı. "Birdenbire oldu tabii, onların dalgınlığından istifade ettim. Sırtlan denilen o adam beni öyle çok korkuttu ki. Ben… çok korktum Savaş." 

Ağlayarak bana sarıldı. "Çok korktum ben, Savaş," diye yineledi. 

Düşüncelerim daha netti. Birden gözüm boşluğa daldı. Kesinlikle yalan söylüyordu bana. Bundan emindim ama neden yalan söylüyordu?

Annem, "Böyle devam et, kendini gözyaşı eşliğinde acındır da erkekler ah ne zavallı diyebilsin tabii," diye homurdandı. Öfkeyle bana bakıp, "Onun sana sarılmasına izin mi vereceksin gerçekten?" diye kızdı. 

Kollarını yine gevşetmeye çalıştım ama bu kez sarılmasını daha sıklaştırdı. "Savaş, beni bırakma lütfen." Kendini hiç böyle bırakmazdı, onu neyin korkuttuğunu merak ediyordum. "Yalvarıyorum, sana ihtiyacım var." 

"Başak," dedim dişlerimi sıkarak. "Geri çekil." 

Çekilmedi. "Hayır, hayır."

"Bırak oğlumu, çocuklarımdan uzak dur artık," dedi, Başak'ı boynumdan kopardı. 

Başak, "Üzgünüm," diye fısıldadı. 

"Sana bu işe karışmamanı söylemiştim," dedim. "Nüket senin yüzünden vuruldu, kız kardeşim mahvolmuş durumda. Onları nasıl bir tehlikeye attın farkında mısın?" 

Yanaklarını sildi. Yutkundu. Daha sakindi. "Olanlar için kusura bakmayın ama onları buna zorlamadım ben." Sesi netti. "Bu işin tehlikeli olacağının farkındaydım, kızlardan benimle gelmesini hiç istemedim hatta son ana kadar geri dönmeleri ve bu işi bana bırakmaları için onlara baskı bile yaptım." 

Kaşlarımı çattım, dişlerimi sıktım. "Bundan emin misin?" 

"Elbette, nerden bilebilirdim ki maceraya düşkün olacaklarını. Nüket'e olanların sorumluluğu bana ait değil. Başına ne geldiyse hepsini kendi yaptı." 

Beren'in Nüket'in başında tekrarladığı özürleri hatırladım, dediği gibi olsaydı Beren neden Nüket'ten suçluca özür dileyecekti ki? 

"Gerçekten sözlerine öylece güveneceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun," dediğimde, gözlerinde sadece bir saniye süren bir panik dalgası görür gibi oldum. "Beren ve tabii Nüket'le konuşmadan sözlerin benim için bir anlam ifade etmiyor. Ve dua et, Nüket'e bir şey olmasın. Eğer yaptığın bu yanlışın bedelini hayatıyla öderse, senin de bir şeyler ödemen gerekecek." 

Başak bir şeyler diyecekken, annem söze karışıp, "Oğlumu duydun," dedi. "Bir daha asla çocuklarıma yaklaşmanı istemiyorum; ne Beren'e, ne de Savaş'a." 

Başak hayal kırıklığıyla bana baktı. "Bir şey demeyecek misin, Savaş?" 

"Zamanında senin yüzünden anneme çok şey söyledim zaten. Git burdan Başak." 

Anneme yaklaştım. Kolumu gerginlikten kaskatı olan omzuna koydum. "Gidelim anne." 

Kapıdan geçtik. Annem gergin bir sesle, "Bak Savaş, bir kez daha beni çiğneyip bu kadını hayatına sokarsan eğer…" diye başladı ama onu keserek, "Öyle bir şey olmayacak anne, endişe etmeyi bırak," diye teselli ettim. 

Durdu. "Bilmiyorum, aklını karıştırır diye aklım çıkıyor," dedi. "Sen… o hayatından çıktığından beri kimseyle birlikte olmadın Savaş." 

Şaşkınca ona baktım. "Bunun Başak'la ilgisi yoktu anne." İçten içe demek durumu onunla bağdaştırmıştı. "Ben öyle olmasını istemiştim."

"Ona aşıktın," dedi, sanki bunu dilinin ucunda zehir varmış gibi söylemişti. 

Başının kenarını öptüm. "Ona âşık değilim, hiç olmadım."  

"Ne?" diye sordu şaşkınca. "O hâlde niye ısrarla onunla evlenmek istedin? Dahası onun için beni kırdın?" 

"Başka zaman konuşuruz bunları anne." 

Ameliyathanenin önündeki saatler ağırdı ama sonunda geçmişti. Sabah olduğu an doktor sonunda ameliyatın başarılı olduğu müjdesini verdi. Sessizliğin ele geçirdiği koridoru dudaklardan fırlayan şükürlerin sözleri doldurdu. 

Doktor yoğun bakım ünitesine alındığını ailesinin onun görmesine izin vereceğini ancak sabah dokuz gibi görebileceklerini söyledi. 

Saatime baktım. 05.30

Beş dakika sonra Burak yanıma gelip sessizce haber verdi. "Yarım saat sonra uyandırılacak, benimle gel sen."

🍷

Yoğun bakım odasına girdim. İçerde hâlâ onunla ilgilenmekte olan bir hemşire vardı. Tabureyi yatağa yakınlaştırdım ve oturup onun narin görünen bedenini izlemeye ve beklemeye başladım. Solgun görünüyordu ama ender rastlanabilecek sarı kızıl rengi saçları son derece canlıydı, çok güzeldi. 

Nüket'i kaybedebileceğim korkusundan, yeniden bulduğum düşüncesine geçişim öyle hızlı ve öyle keskindi ki, ona sadece bakıp izlemenin bile beni parçalayan sert bir yoğunluğu vardı.


Yine de bakmak yetmedi, ihtiyaç duyulan varlığını hissetmek istedim ve hareketsiz elini ellerimin arasına aldım. Sıcak değildi ama ılıktı. Parmaklarımın arasındaki tenini hissetmek beni iyi sersemletti. Yaşadığına bir ispat arama hâlime engel olamadım ve gözlerimi kalp ritmini gösteren sesli kalp elektrosuna yönelttim. Belki de o ana dek, yeryüzünde bundan daha güzel bir ses işittiğim olmamıştı hiç ya da bu sesin bana bu derece olağanüstü gelebildiği hissi belki garip ama gerçekti. 


Gerçek. 

Yaşıyordu. 

Sonunda güzel gözleri açıldı, gözlerim bal rengi gözlere değebildiğinde hâlâ kendine gelmeye çalışıyordu. Bal rengi gözlerinin etrafını saran ince, kızıl damarlar saatler önceki umutsuzluğumu anımsatıyor olsa da açılan gözlerin verdiği umut başkaydı. 

"Savaş," dediği anda, adımı yeniden onun  hoş sesinden duymak çok özeldi; sesi akıp giden güzel bir şelale gibiydi. Sonra şaşkın birine dönüşmeme neden olarak yavaşça gülümsedi. Bana gülümsedi. "Geldin mi?"

Gülümseyen bu görüntüsü kafamın içini bir anda altüst edip karıştırdı. Gülümsemeyeli çok uzun zaman olmuştu, yani bana. Haklı olarak onu ne zaman görsem yüzü düşerdi hemen. Bir daha gülümsemesini bana hiç göstermez sanıyordum. Bu Nüket'ti, onu ilk tanıdığım zamanlara ait olan Nüket Kozcu. Hayatını altüst etmeden hemen önceki o Nüket. 

Eskisi gibi olabilmesi mümkün müydü? 

Hangi seçenekte bu mümkün olurdu? 

Yeniden benimle mi, sonsuza dek bensiz mi?

"Geldim," dedim temkinli sayılan bir tonda. Olağan dışı bu hâli saatlerdir boğazımda biriken yumruyu asit gibi yakıyordu. "Ve sen her şeye karşın, her şeye rağmen bana gülümsüyor musun gerçekten?" 

Karşılaşma anımızın böyle gerçekleşiyor olmasını beklemiyordum. İşin özü, bütün olan bitenden sonra olaylar böylesi kolay biçimde gerçekleşmez. Hayalci değildim, gerçekçiydim. Beni bu şekilde yumuşak karşılamasının hiçbir yolu yoktu, yine de yattığı yerden bana gülümseyebiliyordu. 

Hemşire, "Hâlâ narkozun etkisinde, bazen böyle olur," dedi gülümseyerek serumunu kontrol ederken. "Etkisinden çıkmaları pek kolay olamayabiliyor."

"Elbette," diye mırıldandım umutsuzca. "Başka ne olacaktı ki?" 

Bu kendine geldiği anda tüm her şeye kaldığımız yerden devam edeceğimiz anlamına geliyordu. Hayır. Nüket kaldığı yerden devam edecekti, benim için kalınan noktada devam edip orda kalmak diye bir şey söz konusu edilemezdi artık. 

"Alkolden bile daha kötü," diye devam etti hemşire. "Ameliyat sonrasında olayları, hayalleri ve gerçekleri birbirine karıştırma veya geçmişte oldukları sanrısına kapılma, sırlarını ve üzüntülerini ortaya serme gibi birçok reaksiyon gösterebiliyorlar."

Nüket hemşireye bakıp, "Biliyor musun?" diye kıkırdadı önce, sonra işaret parmağını dudaklarına götürüp," Şşş, sakın kimseye söyleme, bu büyük bir sır," diye devam etti muzipçe. "Savaş ve ben yatıyoruz." 

Bir an neredeyse gülecektim, neredeyse. 

Dudaklarımı birbirine bastırdım Sözleriyle hemşireyi şoke etmişti. Zaten bu sözlerin ardından Nüket'in hemşiresi odadan çıkıp bizi yalnız bıraktı. Sanırım son ana dek yalnızca biz ikimizin olduğu bu özel anları kullanmak istediğimi ve muhtemelen bu sırra ortak olmaması gerektiğini anlamıştı.

"İnanılmazsın gerçekten, Ölüm Perisi," dedim. "Yattığın yerden yine ortalığı karıştırmayı başarıyorsun, o baban olmadığı için şanslısın." Durdum. "Ya da şanslıyız."

Nüket'in yüzünde aksi hiçbir değişiklik olmadı ama birden kalkmaya çalıştı. O an yerimden kalkıp, "Dur bakalım," dedim, omuzlarından kalkmak istediği yatağa bastırarak. "Nereye böyle?" 

"Biz babamla şehir dışına çıkacağız ya bugün, sana demiştim," dedi, neden söz ettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu, yine de buna bozulmuş gibi suratı asıldı. "Babam burda olduğumu bilmiyor, öğrenirse kızar." 

Yatıştırıcı olduğunu umduğum bir tonda, "Biraz daha zamanımız var," dedim, zihni geçmişteydi, bizim olan geçmişimizdeydi. Belki bir şekilde kendini evimde sanıyordu. "Şimdi sakin ol ve biraz bekle lütfen, olur mu?" 

Bekle, geçecek. Geçmişten şimdiye döneceksin. 

"Öyle mi, iyi o zaman," dedi, göz kapakları yarıya düşmüştü, kalkmak için didinmedi.  Tabureye geçtim. Bende ne gördüğünden emin değildim, gözlerini dikip uzun uzun baktı bana. Dudakları ani gülümsemesiyle gül gibi renklendi ve bana elini uzattı. O an sanki eli beni çağırıyordu, hipnoz olmuş bir havada sorgusuz sualsiz ben de ona elimi uzattım, ortada bir yerlerde parmaklarımız yavaşça birleştiğinde gözlerimiz de birleşti. 

"Bir rüya gördüm, Savaş," dedi, pürüzlerle kaplanmış yorgun ve yavaş sesiyle. "Uzun bir rüyaydı bu, çok uzun." 

Baştaki elimin avucunun içini yanağına yerleştirdim, yüzünü okşadım ve bu hissi çok özlediğimi fark ettim. Baş parmağım ezbere bildiği elmacık kemiğinin üstündeki çizgide gezindiğinde gözlerini kapatıverdi. 

Gözlerimi yüzünden ayırmadım. "Öyle mi? Ne gördün peki?" 

Gözleri açıldı. "Seni," dediğinde kulaklarım çınlamayla sarsıldı. "Seni seviyorum diye bana kızıyordun." 

Yüzündeki elimin hareketi anında dondu. Olanlar için, ona anlayışsız davrandığım için pişmandım tabii ancak hissetmekten kaçınamadığım diğer bir şeyse kuşkusuz kendisinden sıyrılmamın mümkün olmadığı suçluluk hissiydi. Yine de başka bir şeyler daha vardı, Nüket tarafından koşulsuzca sevilme duygusu göğsümde kabardı. İlk defa midem bu sözlere karşı bulanır gibi çalkalanmadı, özünde zihnim sarsılmadı. Sanırım beni sevmesini kabullenebilirim. 

"İnsan sevildiğini öğrendi diye kızar mı hiç?" diye sordu çatlayan sesiyle, kafası karışmış gibi bakıyordu bana. "Âşık olmak, sevmek kaybedilen bir oyun olur mu?" 

Saçını okşadım. "Şimdi bunları düşünme," dedim, yüzüne yaklaştım. "Dinlenmelisin." 

Başını kabullenerek salladı. Göz kapakları ağırlaşıyordu. Gözüme bileğinin iç kısmına işlenen kırmızı gül dövmesi ilişti ve hemen gülün çevresini oval çevreleyen adım. Bir an ona dokunacakken Nüket'in sesi beni engelledi. 

"Seni özledim." Bunu öyle yorgun ve bitkin bir sesle söylemişti ki sanki beni özlemek onu yoruyordu. "Çok özledim."

"Biliyorum güzelim," diye fısıldadım, güzel yanağını hafifçe okşadım. "Ben de seni çok özledim." 

Yine gülümsedi, onu gülümsetmek basitti. Onda hep bir farklılık vardı, benim için hep farklı olduğunu da elbette biliyordum tabii ama kafamı kurcalayan başka bir şey var. Bunu şu an yapmam etik değildi ama her zaman seçtiğim yol etik olmak zorunda da değildi. Yine de geçmişte umursamadığım  şeyi özellikle şimdi bilmeliydim, kaçırdığım şey veya şeyler her neyse mutlaka bulup onu öğrenmeliydim. 

Geçmişi bugünki kadar tutkuyla mikroskop altına yatırmayı istememiştim hiç.

Nüket'in kendisini bana neden koşulsuzca verdiğini bilmeliyim. 

Gözleri yorgunca kapanmıştı, derin bir uykuya dalmadan önce, "Nüket," dedim gözleri açılmadı. "Nüket." Gözleri ağırca açıldı. Yanağını temkinlice okşarken ona biraz daha yaklaştım. "Neden?" Bir anlık duraksadım. "Neden yatak arkadaşlığı teklifimi kabul ettin?"

Bir an soruyu anlamamış gibi alnının tam ortasında çizgi belirdi, düzeltmek istedim onu. Gözlerini zorlukla kırpıştırdı, hissettiği yorgunluktan mı yoksa kafası karıştığı için mi bu hareketi yapmıştı emin olamadım. 

"Bilmiyor musun?" diye sordu. 

Kafam karıştı. Başımı salladım. "Hayır." 

"Seni sevdiğim için." Gözlerim gözlerinde dondu, sanki uyanıkken gördüğüm bir düş gibiydi. "Senin de beni sevmeni istedim." 

Sözler ani olduğu kadar keskin de gelmişti. Bu his de ne böyle? Öylesine ani, öylesine çılgın bir biçimde üzerime geliyordu ki içimi büküyordu. 

Kalbimin yerini ağrı almıştı, göğsümün kenarında çarpan kalbim değil ağrıydı. 

İşte benim başından beri kaçırdığım şeyi kalbini örtmeye kalkışmadan çırılçıplak bir kalple söylemişti. Cevap beni şaşırtmalıydı belki de ama şaşırtmadı. Onun gibi bir kız başka hangi nedene bağlı olarak kendini hiç istemediği bir şeyin içine sokar ve risk alırdı ki? Sevmişti bu yüzden beni kendine en yakın tutacağı durumu seçip aslında bu şekilde bana teslim olmuştu. 

Nüket sessiz de olsa benim için mücadele etmişti. O kadar küstahdım ki gerçeği asla anlayamadım. Ancak şimdi anlayabildiğim bu gerçek beni hırpalıyordu. 

Gururu incinse de, gururunu hiçe saymıştı. Onu hayatımdan çıkardığım gece neden onun da aynı anda beni sildiğini daha iyi anlıyordum şimdi. 

"Sen sessizce beni bekliyordun aslında," dedim, boğazımın orta yerinde tuhaf bir şeyler düğümlenmişti. "Birbirimizi tanımak için yatak hiç iyi bir yol değildi galiba, öyle değil mi?" 

Nüket'in bal gözlerinde yaramaz ışıklar oynaştı, dudaklarını büzdü. "Imm ama zevkliydi."

Cevabına burukça gülümsedim. Endişeler, korkular, önemsemeler, öncelikler, değerler ve yargılar… bunlar olmadığında ne kadar farklı ve bambaşka biri gibi görünüyordu. Nüket'in bu gizlenmiş yanına geçmeyi çok istemiştim ama asla başaramamıştım. 

Kendi etik değerleri, tüm yargıları, ahlâk anlayışı ilişkimizin içinde onunlaydı, doğal olarak da aramızdaydı. 

Ben de onun yaptığı gibi yapıp duruma hiç aldırmadan Nüket'e teslim olabilir miydim? 

"Nüket." Dudağının kenarına dudaklarımı bastırdım, Nüket refleks gösterip gözlerini kapattı. Birkaç saniye ılık teninde öylece kalıp bekledim, sıcaklığı bütün bedenime hızla yayılıyordu. "Nüket, eğer birine âşık olabilseydim o kesinlikle sen olurdun." 

Nüket, avucunu yanağıma yerleştirdi ve baş parmağı yüzümü okşadı. Başımı eğip ince bileğine öpücük bıraktım.


"Ben seni seviyorum, Savaş." 

Elimi başına yerleştirdim, baş parmağım alnını hafifçe okşarken rüyamı anımsadım. "Eğer çocuğum olmasına karar verseydim annesi sen olurdun." 

Kızgınca baktı. "Ben olmayacak mıyım?"

Kendime karşı koyamadım, Nüket'e yakın olmaya ihtiyacım vardı. Üzerine eğilmeye başladım. Dudaklarımız yavaşça birleşti. Dudaklarımın basıncına anında karşılık verdi. 

Bu birinin dudaklarını şehvetle öpmediğim ilk seferdi. 

Ve bunun Nüket'le olması hiç de  şaşırtıcı değildi, aksine olması gerekenmiş gibiydi. 

Dudaklarımı onun sıcak ama solgun hatta yorgun görünen dudaklarından yavaşça ayırdım. 

Alnımı alnına bastırdım. "Şimdi uyu güzel Nüket," diye fısıldadım, tekrar öptüm. "İyi dinlen." 

Yanağını, burnunun ucunu öptüm. 

"Çünkü güzel sevgilim," dedim, kendimden emin bir sesle, artık ne istediğimi bilyorum. "Gerçekliğe uyandığında kendisiyle mücadele etmen gereken bir Savaş Akduman bulacaksın." 

İşte olmuştu, Nüket Kozcu'ya teslim oluyordum…

🥀

🥀 Yazar, ELİSYA ROYAL

🥀 Yıldıza basmayı unutmayın.

🥀 Beni şuralardan takip edin:

🥀 İnstagram, elisyaroyal

🥀 Twitter, ElisyaRoyal

🥀 TikTok, elisyaroyall

Continue Reading

You'll Also Like

25.4M 904K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
2.5M 79.9K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
657K 35.2K 68
Başına gelen talihsiz olaydan sonra seks kulüplerini, alkolü ve uyuşturucuyu bırakmış olan Avşar Hancızade'nin hayatı, gecenin bir vakti kolunda kurş...
426K 18.9K 25
(Yetişkin okurlar için uygundur.) Cinsel terapist olan bir adam ve cinsellikle ilgili korkuları olan bir kadın. ⚜️ Okan tuttuğu elimin üstünü okşadı...