EKİP

By AzraIzguner

664K 50.5K 71.8K

Bir elin beş parmağı... Biri olmasa hepsi eksik, hepsi yarım. Ama eğer bir aradalarsa sırtlanabilirler yükünü... More

1.Bölüm : Giriş
2.Bölüm : İlk Vaka
3.Bölüm : Lanetli Oda
4.Bölüm : Şifre
5. Bölüm : USB
6. Bölüm : Deniz
7. Bölüm : Gizemli Numara
8. Bölüm : Uyku İlacı
9. Bölüm : Ahu
10. Bölüm : Kızlarım
11. Bölüm : Tekrar Görüşeceğiz
12. Bölüm : Acılar
13. Bölüm : Sevgili
14. Bölüm : İntihar
15. Bölüm : İntikam
16. Bölüm : Dokunma!
17. Bölüm : Gözyaşı
18. Bölüm : Sherlock
19. Bölüm : Vücut Sıcaklığı
20. Bölüm : Gece Kulübü
21. Bölüm : Kokun Sinsin Üzerime
22. Bölüm : Test
23. Bölüm: Kaptan Amerika'nın Kalkanı
24. Bölüm : Görev
25. Bölüm : Davetsiz Misafir
26. Bölüm : İhanetin Bedeli
27. Bölüm : Düşman
28. Bölüm : Karanlık
29. Bölüm : Çok...
30. Bölüm : Sana Geldim
31. Bölüm : Hiçbir Şeyim Değil
32. Bölüm : Tutuklu
33. Bölüm : Sorgu
34. Bölüm : Kalbimi Seninle Süsledim
35. Bölüm : Zehir
36. Bölüm : Bir Ceset Daha
37. Bölüm : Yeni Alarm
38. Bölüm : 22 Saat
39. Bölüm : Cinayet Aşamaları
40. Bölüm : Geç Kalınmış İtiraf
41. Bölüm : Zincir
42. Bölüm : Yılana Sarılmak
43. Bölüm : Fantastik İkili
44. Bölüm : Travma
45. Bölüm : Köprü
46. Bölüm : Maskenin Ardındakiler
47. Bölüm : İhtiyaç
48. Bölüm : İzler
49. Bölüm : Moloz Yığını
50. Bölüm : İki Küçük Çocuk
51. Bölüm : Ayazlar
52. Bölüm : Sakin
53. Bölüm : Kaplumbağa Terbiyecisi
54. Bölüm : Kana Boyanmış Bedenler
55. Bölüm : Yeşil
56. Bölüm : Gösteri Başlasın
57. Bölüm : Gösteri Bitti
58. Bölüm : Gökyüzü Herkesindir
59. Bölüm : Yaralar ve Yaralılar
60. Bölüm : Kestane
61. Bölüm : Çakmak
62. Bölüm : Bir Dizi İz
63. Bölüm : Parçalanan Sınırlar
64. Bölüm : Yüzleşme
65. Bölüm : Sığınak
66. Bölüm : Güneş
67. Bölüm : Geri Sayım
68. Bölüm : Daha Dün
69. Bölüm : Doz
70. Bölüm : Darmaduman
71. Bölüm : Üç Saniye
72. Bölüm : Kangren
73. Bölüm : Kırmızı Elma Cinayetleri
74. Bölüm : Soğuk Karmaşa
75. Bölüm : Rüyalar ve Gerçekler
76. Bölüm : Bozuk Ruh Hali
77. Bölüm : Yeni Bir Deri Ceket
78. Bölüm : Kaybedilenler ve Kazanılanlar
79. Bölüm : Sana Geldik
80. Bölüm : Birden Fazla Gökyüzü
81. Bölüm : Karar Almak
82. Bölüm : Ağaç Yaşken Eğilir
83. Bölüm : İki Yarım Bir Tam
85. Bölüm : Güneşi Söndürmek
86. Bölüm : Köprünün Sonu
FİNAL : Gökyüzü Mektupları
Son Söz

84. Bölüm : Işıklı Yol

2.1K 233 976
By AzraIzguner

Ateş Asaf

Kendimi bildim bileli çocuklara ayrı bir düşkünlüğüm vardır benim.

Büyüdüğüm evin getirisi olan anılar yüzünden bir çocuk sahibi olmaktan ölesiye korksam da sokakta her gördüğüm çocuğa gülümseyerek geldim bu yaşıma kadar.

Dört yaşındayken bir bebek verildi kollarımın arasına, ben büyürken onu da büyüttüm benimle birlikte. Bu yüzden de çok erken öğrendim bir çocuğun getirdiği sorumlulukları. Bir çocuğu sevmeyi, hayatının merkezine koymayı, onunla ağlamayı ve onunla gülmeyi, onunla büyümenin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum ben.

Baba olmayı bilmiyorum ama. Hayalini bile kuramadığım bu hisse kavuşmama, elimi sımsıkı tutan ve hiç bırakmayan o kadınla kurduğum aileye bir kişinin daha eklenmesine dakikalar kaldı.

Yalnızca on bir gün önce sırtımı yasladığım beyaz duvarın önündeyim yine. On bir gün önce de duydum bu çığlık seslerini, bu defa Didem'den. Savaş'ın omzuna elimi koyup yanına oturdum burada. İki kağıt bardak çay soğudu elimizde doğumhanenin önünde. Hayatımı kurtaran adamın hayatını kökünden değiştirecek oğlunun doğmasını beklerken de omuz omuzaydık onunla, tıpkı geçirdiğimiz ömrün yarısında olduğumuz gibi.

Sağlıklı bir erkek çocuğu doğdu iki haftadan az bir süre önce burada.

Bugün günlerden 13 Kasım, saat 04.12. Sağlıklı bir kız çocuğu dünyaya gelecek dakikalar içinde. Benim kızım. Bizim kızımız.

1.15'te Pelin'in koluma dokunmasıyla birlikte sıçrayarak uyandım yataktan. Son zamanlarımızda olduğumuzu bildiğim için uykum son derece hafifti. Rüzgar sesine bile gözlerimi aralayabilecek aşamadaydım. Uyandığımda ayılmam birkaç saniye bile sürmedi. Yüzündeki acı çeken ifade bir tokat etkisi yaratmıştı üzerimde.

"Sancılarımın sıklığı arttı." dediğinde alnı terliydi ve dişlerini sıkıyordu. "Arasındaki süre de azaldı." Konuşmakta bile zorlanıyor gibi görünüyordu. Elimi yatağa bastırarak doğrulduğumda ilk yaptığım alnına dudaklarımı bastırmak oldu.

Hazırlayıp başucuma koyduğum çantanın hâlâ orada olup olmadığını kontrol ettim. Elimin ayağımın birbirine karışmasını bekliyordum ama hiç tahmin etmediğim kadar soğukkanlıydım. Pelin'in telaşının aksine sakin olan bendim, böyle olmak zorundaydım. Zaten zor ve korktuğu bir süreçti doğum, benim hareketlerim de endişesini iyice arttırmamalıydı.

"Ambulansı arayacağım." dedim yanağını kavrayıp bana bakmasını sağladığımda. "Sen sakin ol, tamam mı? Üzerimizi değiştirip hastaneye gideceğiz."

"Canım acıyor." Ağlar gibi çıkmıştı sesi. "Normal mi bu kadarı? Yalancı sancılardan biri sandım ama geçmedi. Çok fazla ağrım var Ateş."

Onun içini rahatlatmam her şeyden daha önemliydi. Neredeyse doğumu evde yaptırabileceğim kadar bilgi sahibi olmuştum hamilelik hakkında. Akla gelebilecek her videoyu izlemiş, her siteye bakmış, her uzman görüşünü dinlemiştim. Sakinliğimin sebebi ne yapacağımı kafamda daha önce defalarca kez tekrarlamış olmamdan kaynaklanıyordu belki de.

Saçlarını geriye doğru tarayıp yanağını okşadım. "Normal bebeğim." dedim ikna olmasını dileyerek. "Bir sorun olmayacak. Ambulansı arayacağım, hazırlanıp çıkacağız. Problem yok tamam mı? Gerekirse ben seni sırtıma alırım, koşarak yetişiriz hastaneye."

Gülümsedi, dudaklarının kıvrımında acı olsa da gözlerinde bana duyduğu güveni gördüm. Sonrası benim için biraz bulanık. Üzerimdeki siyah eşofman takımını değiştirmek bile aklıma gelmemiş mesela. Sadece onu giydirmişim, bir tondan biraz hafif olan doğum çantasını yanıma almışım ve onu da merdivenlerden indirmişim. Pelin hareket etmekte biraz zorlanıyor ama bunu sorun etmemiş olmalıyım. Seyit Onbaşı'yla bir akrabalık bağım olabileceğini Savaş'ı sırtımda hastaneye taşıdığım gün görmüştük zaten.

Sonuç olarak, yaklaşık iki buçuk saattir buradayız. Her saniye bir işkence gibi geçiyor. Ambulanstayken elimi sımsıkı tutuyordu. Boştaki elimle Selim'i aradığımı hatırlıyorum hayal meyal. Önceliğim oydu çünkü Savaş'ın henüz iki haftayı doldurmayan bir oğlu vardı. Didem'i ve onu yalnız bırakıp benim yanımda olmasını isteyemezdim.

Ama kardeşlerim, her şeyi düşünmüşlerdi benden habersiz. Selim Didemlerin evine gitmiş, Savaş'ı göndermişti yanıma. En çok kimin desteğine ihtiyacım varsa onlar buradaydı. Cemre solumda, Savaş sağımda oturuyordu. Bir saniye bile bizi yalnız bırakmayan insanlara sahip olduğumuz için çok şanslıydık.

Savaş'ı gördüğümde hayatımın şoklarından birini yaşamıştım çünkü beklediğim Selim'di. Yanıma çöküp oturduğunda böyle bir günde yanımda olmayacaksa neden birlikte on beş yıl geçirdiğimizi sormuştu. Cevap beklemediği bir soruydu bu elbette ki. Başımı omzuna yaslarken gerginliğim terk etti bedenimi çünkü biliyordum, bu baş seneler sonra bile aynı omuza yaslanabiliyorsa onun yanımdaki varlığının anlamı güven demekti.

"Oğlun nasıl?" diye sordum ona sırf akmamaya yemin etmiş şu zaman biraz daha hızlı geçsin diye.

Taze baba Savaş, gülümsedi dudakları kulaklarına varana dek. Bir aile kurma hayalini bana ilk anlattığında lise sıralarındaydık, boş bir dersti. O günü hiç unutmadım çünkü o konuşup dururken ben hayallerine eşlik edemediğim için sadece gökyüzüne bakmıştım pencereden, ileride birden çok gökyüzüne sahip olacağımı bilmeden.

"İyi." dedi sesindeki eşi benzeri olmayan neşeyle. Cemre de gülümsedi yanımda. Ben ve o, Savaş'a çok fazla şey borçluyduk ve bugünleri ne kadar hak ettiğini, ne kadar hak ettiğimizi çok iyi biliyorduk. "Kızını bekliyor." diye devam etti Savaş. "Senin benim yanımda olduğun gibi tüm hayatı boyunca onun yanında olabilmek için."

Oğlu ve kızım birlikte büyüyeceklerdi.

Cemre ağlamaya başladı yanımda. "Sizi çok seviyorum." Duygu yükünü en derinimde hissediyor olsam da tüm gözyaşlarımı başka bir zamana saklıyordum. Bu yüzden kendimi tutmayı başarabiliyordum. "Hayal bile edemediğim bir anı yaşıyoruz. Biz kazandık, abilerim. Çok zor oldu ama yemin ederim oldu. Bu tüm savaşların zaferi, değil mi? Biz kazandık."

"Biz kazandık." dedi Savaş, benim üzerimden uzanıp Cemre'nın omzunu sıkarak. Kız kardeşimi kendi kardeşi sayması bile onu uğruna canımı verecek kadar sevmeme yeterliydi.

"Karım da kazansın artık." dedim içimde yer edinen heyecanı daha fazla bastıramayıp ayağa kalkarken. "Çok canı yanıyor mudur?" İleri geri yürümeye başladım ne yaptığımı bile bilmeden. "Delireceğim, ne kadar beklememiz gerekiyor daha? Didem hemen çıkmıştı."

"Oğlu da babası gibi tez canlıydı da ondan." diye takıldı Cemre bize dolu gözleriyle. "Senin kızın annesi gibi inatçı olacak demek ki."

Annesinin nazını az çekmemiştim, kızımınkini de seve seve çekerdim. Sorun bu değildi. Sorun süre uzadıkça Pelin'in canının daha fazla yandığını düşünmemdi. Bir an önce olsun ve bitsin istiyordum. Doğumhanenin sensörlü kapılarına en yakın duvara yasladım omzumu ve ayağımı yere vurup saymaya başladım içimden. Derin nefesler alıyor, bildiğim bütün duaları arka arkaya okuyordum.

Dakikalar geçti, bana göre asırlar. Doğumhanenin buzlu camlardan oluşan kapısının arkasından birinin adım seslerini duydum, sonra bir bebek sesi. Bebeğimin sesi. Bir kız çocuğunun ilk ağlayışı.

Son demek isterdim. Son ağlayışı. Babası onun gözüne bir damla yaş değmesin diye her şeyi yapacaktı kalan hayatında.

Ona henüz dokunmadım, onu henüz görmedim ama ona ait bir ses duydum. Kalbim, kalbiyle birlikte atmaya başladı işte o an. Otuz yaşını geçtim, çok şey gördüm geçirdim ama bir insanın buzlu bir cama bakarken böyle hissedebileceğini bilmiyordum. Bacaklarım titriyordu neredeyse. Onu bana verirlerse tutamayacağımdan korkup çekidüzen verdim kendime.

Doğumhanenin kapısı aralandı. Üzerinde pembe forması olan bir kadın, beyaz bir battaniyenin içinde bir bebeği tutuyordu sımsıkı. Bana baktı, bana yaklaştı. Cemre ve Savaş'ın da ayaklandığını hissettim ama umursamadım onları. Öyle rüya gibiydi ki kadının bir cümle kurmasını, onun benim kızım olduğunu söylemesini bekledim nefesimi tutup.

"Babasıyla tanışmak istiyormuş bu küçük hanım." dedi kadın, henüz yüzünü tam olarak göremediğim bebeğin başının altını destekleyerek. Adımı, kim olduğumu, kelimelerin ne anlam ifade ettiğini, ne yapmam gerektiğini, her şeyi unuttum onu kollarıma doğru uzattığı saniye.

Üç kilo üç yüz gramlık bir dünyayı tuttum kollarımın arasında. Başının altına elimi koydum, sırtımı duvara yasladım. Ayakta durabiliyor olmama şaşırdım. Alnına değmek üzere olan battaniyeyi parmaklarımla kenara ittiğimde kızımın, benim kızımın yüzünü gördüm.

Gözlerini açamıyordu, buruş buruştu alnı ve yanakları. Avucumdan bile küçüktü yüzü. Burnu minicikti, parmak ucum bile etmezdi. Saçları vardı. Az da değildi üstelik. Pelin'in hiç dinmeyen bulantılarına anlam verebiliyordum kızımın açık renk saç tellerine baktığımda. Bir süre sonra yüz hatlarını seçemedim çünkü görüntü bulanıklaşmaya başladı.

"Karım." dedim kızımın yüzünden ayıramazken gözlerimi. "Onu da görebilir miyim? Onu ne zaman göreceğim?"

"Sizi bir odaya alacağız." dedi kadın ve bir şeyler daha söyledi ama onu dinlemedim. Bir sedye tekerleği sesi engel oldu buna. Yeniden açıldı o buzlu camlı kapılar ve bu defa kendim için aldığım ilk nefesi gördüm kapıların ardında. İkincisi, kollarımdaydı.

Çok yorgun görünen Pelin mahvolmuş bir halde ağlıyordu. Ağlamaktan gözleri şişmişti ama yüzündeki ifadeden bu seferki gözyaşlarının acıdan değil mutluluktan olduğunu anlamıştım. "Ateş." dedi sedye yanıma yaklaşırken. Bir kızıma baktım, bir ona. Bir inanca göre hamilelikte en çok neye bakarsan ona benzermiş çocuğun, bu yüzden evi aynalarla doldurmuştum son aylarda. Sırf kızım annesine benzesin diye. Zihnimin bir oyunu muydu, öyle görmek istediğimden miydi bilmesem de andırıyordu sanki yüzü onun yüzünü.

"İyi misin?" diye sordum hayatta olmamın dört sebebinin arasındayken bedenim. Cemre, Savaş, Pelin ve kızımız.

Gözlerinin altlarını sildiğinde hâlâ nefes nefeseydi. Alnına avuç içini bastırdı ve anladım, her şeyin bittiğini söyledi kendine. Bizi izlemek için ayırdığı süre boyunca gözlerinde içimi aydınlatan ışıklar yandı. Sahip olduğu her şeye şükretti ve başını salladı beni onaylarcasına. "Her şey yolunda." dedi sonra, sesini duymam gerektiğini bildiği için. Sesi çatlaklarla doluydu. Çok yorgundu, saçları dağılmıştı, burnunu çekiyordu ama o masmavi gözleri öyle bir parlıyordu ki onun ışığı hepimizi aydınlatmaya yetiyordu, hep yetmişti.

"Sence bana benziyor mu Savaş abi?" diye sorduğunu duydum Cemre'nin arka planda. "Kız halaya çekermiş derler." Bu şakayı yapmaya çalışırken salya sümük ağlıyor olmasaydı onu ciddiye alabilirdik belki de.

Yüzümü kızımın yüzüne doğru eğdim ve kokusunu içime çektim derin derin. "Her şey yolunda." dedim geri çekilmeden Pelin'e bakarak. "Her şey en çok şimdi yolunda."

"Ben de kucağıma almak istiyorum." Başını yanımızdaki kadına çevirip yalvaran gözlerle baktı ona. "Biraz ben de tutabilir miyim?"

"Tabii Pelin Hanım, çok çabuk toparladınız." Acı eşiğinin neleri kaldırdığını bilmeden kurulan bu cümle hepimizi aynı şekilde gülümsetti. Bu cümlenin sahibi olan kadın da yorgun görünüyordu. Bu doğum kimse için kolay geçmemişti anlaşılan. "Babası izin verirse neden olmasın?"

Bir an babası diye bahsettiği kişinin ben olduğumu idrak edemedi zihnim. Savaş omzuma dokunduğunda anladım. "Ben." dedim Pelin'in yanına atarken adımlarımı. Kadın onun yattığı yerden doğrulmasına yardımcı olup sırtını yastıklarla destekledi. Pelin'e doğru eğildim ve kızımı ona verirken "Babasıyım." dedim bilinçsizce.

Gözlerimin içine bakıp gülümsediğinde kollarında kendisi kadar mükemmel bir varlığı taşıyordu. Dayanamayıp başının üzerinden öptüm karımı. Hayatımın merkezi bir sedyenin üzerinde, bir adım ötemdeydi. İkisine bakarken gözümden akmaya meyillenen yaşı hızlıca sildim.

Pelin'in gözlerindeki yaş henüz kurumamıştı. Annelik bir kadına bu kadar mı yakışırdı? Onu göğsüne doğru çekip mümkün olduğunca sarıldı kızımıza. Savaş omzuma dokundu, bu beni ayakta tutabilmek için yaptığı bir hamleydi. Cemre de bir adım gerimde, öne doğru eğilmiş inceliyordu yeğenini.

"Abi, çok güzel." Ona döndüm. Benim ilk bebeğime. Büyüttüğüm ilk kız çocuğuna, ilk göz ağrıma. "Abi, kaşık kadar suratı var. Çok güzel. Gerçek gibi gelmiyor." Dolu gözleriyle kolumu sıkıyordu yanı başımda.

"Hayırlı olsun." dedi Savaş da. "Biz artık kocaman bir aileyiz."

"Komacan." dedi Pelin burnunu çekerek. Ne dediğini bir o anladı bir de ben. Kızımızın burnuna dokundu, içi eriyip yok oldu.

Ona karşı bir şeyler hissetmeye başladığımı inkâr edemediğim ilk an, liseden arkadaşlarımla yaptığımız basketbol maçından birlikte döndüğümüz gündü. Gecesinde elektrikler kesilmişti. Karanlığın hatırlattıklarından hep korkmuştum, elimde olmayan bir şeydi ama o huzursuzluk hissi saniye saniye çoğalıp beni nefessiz bırakıyordu.

O gece yanımda Pelin vardı ve bir ışık kaynağı aramak için bile olsa ayrılmamıştı yanımdan. Ona kal demiştim, o da kalmıştı. O zamanlar bunun sonsuza uzanacak bir söz olduğunu ikimiz de bilmiyorduk ama Pelin her şeye rağmen o karanlık koridorda benimle birlikte yere oturmuş, elimi sımsıkı tutmuş ve o günden sonra hiç bırakmamıştı.

Bana ışıklı bir maket uçak hediye ettiğinde aramızdakileri reddetmekten vazgeçtiğimiz bir aşamadaydık. Beni seviyordu. Öyle çok seviyordu ki tüm sevilmemişliklerimi silebileceğine inanmıştım. Terk edilmekten korkan bir adamdım ve Pelin, bir kez olsun beni bu korkumla karşı karşıya getirmemişti. Aksine geçmişin açtığı yaraların hepsini sarmaya yemin etmiş ve korkularımın bir bir üzerini çizmişti.

Evlenme teklifini ettiğim yer, yine karanlık bir odaydı. Hatıralarımın izleri duvarlara kazılı, çocukluğumun hıçkırarak ağlayışlarına tanık olan o oda. Bir mum yanıyordu sadece. O beni bulduğunda aydınlanmaya başlayan hayatım gibi odanın içerisi de aydınlanmıştı sanki.

Işık, demiştim ona. Birden fazla kez. Karanlıktan korkan bir adamın ışığı olmayı kabul etmiş, bunu çok sevmişti. Beni çok sevmişti.

Bugün ben korkularından arınmış, kendini sadece ailesini korumaya adamış biriydim. Elimi bir el tutuyordu ve artık minicik bir el daha vardı aramızda. Hayatımı aydınlatan, beni ulaşabileceğim en eşsiz konuma getiren, babalık hissini içime aşılayan, tonlarca yük taşıdığım omuzlarımdaki tüm ağırlığı bir kenara atıp kendi küçük bedenine yer açan bir el.

"Işık." dedi Pelin, battaniyenin içinden onun beyaz eldivenli yumruğunu çıkarırken. "Aramıza hoş geldin güzel kızım."

🕯️

Pelin Arıkan Asaf

"Ane!"

Henüz ADK'yi yeni yeni çözmüşken artık yepyeni bir sözlükle daha karşı karşıyaydım: IDK.

Işık'ın dil kurumu.

"Ane, bak. Yaşıkık mı?"

Anne, bak. Yakışmış mı?

Ateş'in kollarının arasındaki kızım, hâlâ minicik bir şeydi. Üzerinde belinden aşağısı bol inen papatyalı bir elbise vardı. Güneş sarısı saçları babası tarafından taranıp iki kulak şeklinde toplanmıştı. Tokaları bulutluydu.

"Çok yakışmış bi'tanem." dedim Ateş tatlı tatlı konuşan kızını öpücüklere boğarken. Beni duymadı Işık çünkü ensesinden gıdıklanıyordu babası gibi. Ateş orayı öptükçe kahkahalarla gülüyordu küçük elleriyle omuzlarına vurmaya çalışırken.

Doğumdan sonraki ilk ay, benim için fazla ağrılı ve alışma sürecinde olduğum için de kelimenin tam anlamıyla korkunçtu. Işık çok fazla ağlayan bir bebek olduğundan Ateş'i de beni de kendine köle yapmıştı üç kiloluk haliyle. Çok sık emziriyordum özellikle ilk haftalar. Her anne gibi sütümün yetmediğini düşünüp evham yapıyor, Ateş'in beni sakinleştirmek zorunda kaldığı ağlama krizleri geçiriyordum özellikle geceleri ama hiçbir sorun yoktu, her şey yolundaydı.

Her şey, o doğduğu an yoluna girmişti.

Korktuğum gibi olmamıştı çünkü ailem beni bir saniye bile yalnız bırakmamıştı. Cemre sırf yeğeni için yurt dışındaki hayatını eliyle itmiş ve temelli olarak buraya yerleşmişti. Dede olacağını öğrendiği andan beri doğuma gün sayan Vural Arıkan ise yıllar önce terk ettiği bu şehre dönmüş, kendine bir ev satın almıştı yaşadığımız semtten.

Bu sayede ne bakıcıya ihtiyacım kalmıştı ne de işimden geri kalmıştım. Serap-Sedat Taşkıran çifti, Cemre, babam ya da Çetin'den biri mutlaka müsait oluyordu benim halletmem gereken işler olduğunda. Zaten ofisim eve çok uzak olmadığından gün içinde de gidip gelmem oldukça kolay oluyordu. Evet çok zor bir süreçti ama öyle ya da böyle anne olmayı başkomiserlik kimliğimin yanına adapte edebilmeyi başarabilmiştim.

Ateş Asaf mükemmel olmayı da aşmış, çok başka bir boyuta ulaşmıştı bu aylarda. Dinlenebileyim diye gece nöbetlerini devralıyor, hamilelik sürecinde bana vaat ettiği ne varsa her bir sorumluluğu tek tek üstleniyordu. Işık'ın ilk banyosunu da birlikte yaptırmıştık, altını alırken de yanımdaydı. Ben gece uyanıp onu emzirirken de ufacık bir sese gözlerini açıyor ve bizi uyanık gördüğünde doğrudan ayaklanıyor, Işık'ın karnı doyduğunda onu uyutan o oluyordu.

İlk ağlamaları, ilk kelimeleri, ilk adımları, düşüp kalktığı ve yeniden ağladığı videolarla doluydu artık galerim. Gülümsemeleri de vardı ama onlar en çok Ateş'in telefonundaydı. Çünkü Işık, en çok Ateş'e gülümsüyordu.

Hâlâ doğru düzgün anne diyemezken ilk kelimesinin baba olmasına ve bunu ilk söylediği andan itibaren ne zaman boş kalsa ba-ba-ba diye sayıklamasına da şaşırmamıştım bu yüzden.

Ateş'in dolu gözlerle bana bakıp duydun mu? dediği an aklımdan çıkmıyordu. "Ben kafamda kurmuyorum, değil mi? Kızım baba diyor benim."

Cevabı ben değil Işık vermişti. "Babababa ba ba."

Dünyayı önüne sermek istiyor gibi bakan babası, başını boynuna gömüp orada uzunca bir süre kokusunu içine çekmişti.

Hani baba olmak istemeyeceğini düşündüğüm için hamileliğimi bir türlü söyleyemediğim o adam vardı ya, bebeğini bir saniye kucağından indirmek istemediği için kucak bağımlısı yapmıştı daha ilk aylardan.

"Didi." dedi Işık hevesle koltukta oturan babama döndüğünde. "Eblisem yaşıkık mı?"

Vural Arıkan, hâlâ dede olduğu gerçeğini sindiremiyordu. Yıllarca ondan uzakta yaşamıştım. Şimdi her gün yüz yüze geliyorduk. İhtiyaç duyduğum bir anda pılını pırtını toplayıp başucumda bitmişti, aile işte tam da bu demekti.

"Çok yakışmış güzeller güzelim." Sesinin titrediğini fark edince gözlerimi hızla ona çevirdim. Yaşlanıyordu, heybetli duruşunu hiç kaybetmemişti ama alnındaki çizgilerin sayısı giderek artıyordu. Hâlâ Işık'ın Ateş'e olan hayranlığı kadar hayrandım ona ben. "Tokaların da ne kadar güzel olmuş böyle kuzum."

Işık utanarak gülümsedi. Sağ yanağında kocaman bir gamze vardı. İlk aylarda kopkoyu bir lacivert olan gözleri şimdi mavi ve yeşil arası bir renkti. Genelde giydiği kıyafete göre değişiyordu. Bu yüzden Ateş'le sürekli iddialaşıyorduk. O mavi olduğunu söylüyordu, ben yeşil. Kabul etmem gerekiyordu ki giderek maviye dönüyordu. Ateş kızımızın bana benzemesi için çok yürekten dua ediyor olmalıydı.

Ona doğru döndüğünde küçük elini Ateş'in yanağına koydu ve ona bakana kadar bekledi. Ateş yanağını çevirip Işık'ın avucunun içine bastırdı dudaklarını. "Baba, sen de yaşıkık mı?"

"Çok..." dedi, kollarının arasındaki manzaraya içi giderek bakarken. "Çok yaşıkık, babacığım. Sen zaten ne giyersen giy dünyanın en güzel kızısın hep."

Işık kafasını bana çevirdiğinde gözleri gözlerime değdi. Bir şey söylemek için çok heyecanlandığı zaman konuşmayı unutuyor, dudakları aralık kalıyordu. Ben ona gülümsediğimde ne söyleyeceğini hatırlamış olacak ki yeniden babasına döndü ve ellerini çırptı. "Kaymon şöfösü."

Ateş başını geriye doğru atıp kahkahalarla güldü bu duyduğuna. Kızıma ben öğretmiştim ama hiç söyletemediğim için ezberlediğini düşünmemiştim, bu yüzden ben de hazırlıksız yakalanmıştım. Babam da aynı şekilde gülüyordu.

"Ben miyim kaymon şöfösü?" diye sordu sırıtışını silemeden. Işık bilmiş bilmiş başını yukarı aşağı salladı ve kollarını daha sıkı sardı Ateş'in boynuna. "Kim öğretti sana bunu?"

"Ane."

"Ben de sana bir kelime öğretmiştim, onu da hatırlıyor musun?"

Yine hevesle başını aşağı yukarı salladı ve kendinden çok emin bir şekilde girdi söze. "Pamaye..." Durdu. Elini dudaklarının üzerine götürdü. "Payeme..." İncecik kaşlarını çattı. "Of!"

"Üzülme." dedim yanlarına adım adım yaklaşırken. "Babana çekmek senin suçun değildi bi'tanem."

Kelimeleri karıştırma genini babasından almıştı Işık. "Paramesyum." dedi Ateş ciddi bir şekilde. Babam kenardan lafa atladı. "Küçücük çocuğa öğretecek kelime mi bulamadın oğlum?"

"Dedi." dedi Işık dedesine. Canı ne isterse öyle sesleniyordu. Didi, dedi, dede ya da Vuyal. "Pamamesyum."

Bunu da ben ilk kez duyuyordum ve gözlerimin dolacak olmasını beklemiyordum. Annelik gerçekten de bambaşka bir duyguydu. Çocuğunuz tek hücreli bir canlının adını telaffuz ettiğinde ağlamaya başlayabilirdiniz. Bunda en büyük pay, bu kelimenin hayatımızdaki yerinden kaynaklanıyordu elbette ki.

"Duydun mu dedesi?" Ateş öğrettiği kelimeyle böbürlenmese olmazdı. "Benim kızımı hafife almamalısın. Benden iyi bir Türkçesi var onun."

"Orası kesin." diye takıldı babam ona. "Siz şimdi mi çıkıyorsunuz oğlum?"

Ve Ateş, her duyduğumda kalbimi sıvılaştıran o kelimeyi kullandı cevap verirken. "Evet baba."

Bu hiç gerçekleşmez sanıyordum. Onu tanıdığım, geçmişini bildiğim ve hatta yıllar geçse de aşılamayacak bir yüzleşmeye tanık olduğum için onun birini baba figürü olarak görmesi, babama baba demeye başlaması benim için çok beklenmedikti.

"Sanırım bugün benim izin günüm." dedi babam bu defa bana takılarak. Bizi hiç yalnız bırakmadığı için minnettar olduğum kadar kızım onun yanında büyüyebildiği için de minnettardım.

"Abimden haber var mı?" Kızım doğduğundan beri yalnızca bir kez gelebilmişti yanıma. Onda da henüz dört aylıktı Işık. Rahat rahat sevilebilecek gibi değildi ve abimi yabancıladığı için onun kucağına gittiğinde hep ağlıyordu. Işık o zamanlar bana bile ağlıyordu bazen, sadece Ateş'in kollarını istiyordu. Atakan Arıkan'la görüntülü konuşuyor olsak da özellikle Işık yeni yeni konuşmayı söktüğü zamandan beri her ekrana baktığında içi giden bir adam beliriyordu karşımda. Onu yeniden görmek ve bu defa doya doya sevebilmek için çok sabırsızlanıyordu.

"Bu ay gelemeyecek gibi duruyor şimdilik." dedi babam aklar düşmüş saçlarını karıştırarak. Akıp giden yıllar her şeyi değiştirmişti de onun karizmasını değiştirmeye yetmemişti. "Ben benim eve geçiyorum madem. İyi eğlenceler size."

"Teşekkür ederiz." Onu kapıya kadar geçirdim. "Görüşürüz yarın."

"Görüşürüz kızım."

En son miras kavgası yüzünden kardeşi tarafından kurban edilen bir abinin cinayet dosyasını kapatmıştık. Seri katillerle çalışmaya alışan bünyem bu tarz bir sebepten cinayet işlenmesini fazla sıradan bulmuştu. Ben daha çok ölmeden önce diğer tarafa adam toplayan, kurbanlarının onu görmediğini düşündüğü için ses tellerini kesip göz kapaklarını yapıştıran ya da ne bileyim sevgilisinden ayrılınca ona benzeyen ilk kadından öfkesini çıkarıp baş ucuna elma bırakan tarzda katillere alışıktım.

Kaç gün dinlenebileceğimiz konusunda fikrim yoktu ama bugünü bile kurtarsam kâr gözüyle bakıyordum artık. Son iki aydır hizmet veren, hayatımda içtiğim en güzel çorbaları pişiren bir mekânda toplanacaktık bugün cümbür cemaat.

Babam çıktıktan on dakika sonra biz de kapının önünde toplanmıştık. Ben çantamın içini bir kez daha kontrol ediyor, unuttuğum bir şey olmasın diye içimden sayım yapıyordum. Ateş de bu sırada önümde diz çökmüş, kırdığı dizinin üzerine Işık'ı oturtmuştu. Elinde bir çift ayakkabı tutuyordu.

"Baba." dedi gözlerini onun gözlerine dikerek. "I-ıh, baba."

Bu tatlı direniş, Ateş'in yelkenlerini suya indirmek için yeterliydi. Kafasını kaldırıp bana baktı bir şey söylemem için. "Hayır Ateş." dedim hangisinin daha çocuk olduğunu sorgularken. "Giymesi gerekiyor ayakkabılarını."

"Ama ane." dedi Işık, o duygu sömürüsü yaparken kullandığı bakışlarıyla. "Bu abıkalar kötü."

"Hiç de kötü değiller." dedi ikna etmek için Ateş. "Bu minik ayaklarını ısırmamı istemiyorsan ayakkabılarını giymen gerekiyor."

"I-ıh."

"O zaman evde durmamız gerekecek." Omuzlarını okşuyordu konuşurken. "Ayakkabılarını giymezsen gidemeyiz."

Işık onu dinlemiyordu sanırım. Bir anda iki elini de yukarı kaldırıp hevesle salladı. "Motoya bineyim." Ateş'in yüzünü tuttu yine. "Baba, senle motoya bineyim miy?"

"Arabayla gideceğiz." dedim kendi ayakkabılarımı giydikten sonra. "Sen de koltuğunda oturacaksın."

"Ama ane." Ve yine o bakışlar... "Ayaba kötü, motoy güsel."

"İşte benim kızım ya." dedi Ateş onun saçlarının arasına kocaman bir öpücük bırakırken. Ona ters ters baktığımda boğazını temizledi ve yeniden Işık'a döndü. "Sen biraz daha büyüdüğünde hiç araba kullanmayacağız, her yere motorla gideceğiz. Söz."

"Bana da?"

"Sana da alacağız tabii." Ateş iki arada bir derede o küçük ayakları bantlı beyaz ayakkabıların içine de sokmayı başarmıştı.

"Kaşkım da vay."

"Evet güzelim." dedi onu bir kere daha öperken. Beni bu kadar öpmüyordu. "Kaskın da var. Hadi şimdi anneni üzmeden arabaya binelim birlikte, döndüğümüzde istersen motorla gezeriz ikimiz tamam mı?" Ses tonundaki ikna edicilik yüzünden az daha ben de kafamı sallayacaktım.

Işık yere basıp elini bana doğru uzattı. "Sen üzülme." dedi elini tutmamı beklerken. "Ayabaya bineyim."

Bana kalsa ben de motorumla gitmek isterdim her yere ama üç kişiyken tehlikeli olacağından bunu tercih etmiyorduk.

Elini sımsıkı tuttuğumda bileğinin içindeki küçük doğum lekesine çarptı gözlerim. Bizim yanık izlerimizin kazılı olduğu noktada onun da çilek lekesi olarak adlandırılan, dikkatli bakılmadığında fark edilmeyen bir kızarıklık izi vardı.

"Üzülmedim." dedim. "Sen de acıkmadın mı? Bir an önce gidelim istiyorum sadece."

Işık, Ateş'in elini ve benim elimi daha sıkı tutup kendini havaya doğru kaldırarak ayaklarını yerden çekti. "Hehehe." diye güldü bir de üstüne. "Bunu yapmak çok güsel."

Ben Işık'a bakıp gülerken Ateş'in bana baktığının farkında değildim. Kızımız elimizi bırakıp açık kapıdan bahçeye çıktı ve çimenlerin önünde durup sokağa bakmaya başladı. Ateş de bana bir adım gelip aramızdaki mesafeyi kapattı bu sırada. Yanağımı sertçe öpüp elimi tuttu. "Bu kıyafetler de sana çok yaşıkık." dedi üzerimi göstererek. Mavi kot mavi gömlekle klasik bir Pelin Arıkan Asaf kombinin içindeydim. Bazen kasıtlı olarak bazen de yanlışlıkla IDK kelimelerini biz de kullanıyorduk aramızda. Bu seferki kasıtlıydı, gülmem için yapmıştı. Ben de güldüm.

Üçümüz beraber arabaya bindik ardından. Arka koltukta oturan Işık'ın eşlik etmekten en keyif aldığı şarkılardan biri Müslüm Gürses Affet'ti. Fazlasıyla arabesk bir çocuktu. Nedeni de onu uyutmaya çalışırken Ateş'in ninniler yerine şarkılar söylemesi, masallar yerine şiirler okumasıydı muhtemelen. Yine o şarkıyı açmamızı istedi. Yol bitene kadar Ateş'le birlikte Işık'ın bağırarak eşlik ettiği şarkılara gülmemeye çalıştık.

Otoparktan çıkarken Ateş kızımızı omuzlarına almıştı. Bir eliyle onun elini tutuyordu diğer eliyle benimkini. Işık'ın boşta kalan parmakları da babasının saçlarını kavramıştı. Birlikte denize bakan mekâna giden küçük yolu aştık ve adımlarımı durdurup tabelaya baktım.

Güneş Restoran

"İniy!" dedi Işık iki eliyle babasının saçlarını çekiştirerek. "Baba, iniy beni." Kocam abimi ne kadar sevmiyorsa kızım bir o kadar seviyordu. Ateş derin bir nefes aldı ve onu omzundan indirip elbisesini düzeltti yavaşça. Her bir saniyede belki bu yüzündeki gülümseme silinir diye beklemişti ama Işık aksine onun ellerini üzerinden ittirip ilk tahta basamağı atladı ve iskele şeklindeki girişten içeri koşturmaya başladı.

"Çeçin?" Ben Ateş'in saçlarını düzeltirken kapıdan geçen kızım kafasını bir sağa bir sola çeviriyordu. "Çeçeee? Ben geldiym." Tanıdık bir yüz gördüğünde masalarda elini kaldırıp salladı dikkat çekmek için. "Ouj." dedi Oğuz'a. "Çeçin yok muy?"

"Aa!" dedi Oğuz kollarını iki yana açarak. "Pelin Arıkan Asaf Başkomiser Hanımefendi'nin kızı Işık Asaf Hanımefendi gelmiş!"

Ateş benden uzaklaşıp birkaç adım öne atılarak Oğuz'u gözleriyle kontrol etti üzerinde silahı var mı diye. Bunu fark eden Oğuz kızımı kucaklamak için açtığı kollarını kapatıp kendini geriye çekti ama gülümsemeyi bırakmadı. "Az önce çıktı, şimdi gelir ama."

"Hım..." dedi Işık yüzünü buruşturarak. Sonra bana döndü ve konuşmayı duymamışım gibi "Çeçin yokmuş." dedi üzgün üzgün.

"Biliyorsunuz ki bugün servis dışıyız." dedi Oğuz bana dönerek. "Abim sizin masayı arka tarafa kurdurttu. Bahçeye geçin isterseniz."

"Bizimkiler gelmedi mi?" diye sordu Ateş benden önce davranıp. Burada olmaya benim için ve kız kardeşi için katlandığını biliyordum. Olabildiğince idare etmeye çalışıyordu ama yüzü şimdiden sirke satmaya başlamıştı. Oğuz kafasını iki yana sallayarak cevapladı sorusunu. "Baran'la Berna?" diye sordu bu defa ve dudakları iki yana kıvrıldı istemsizce. İşte bu bile beni kendine daha fazla aşık etmesine neden oluyordu. Onun çocuklara olan sevgisi sınırsızdı.

"Berna çatal kaşıkları diziyordu. Baran da abimle beraber depoda, iki dakikaya gelirler."

Bunu demesiyle birlikte kapının önündeki iskele şeklindeki girişten ayak sesleri duymamız bir oldu. Baran önde, Çetin arkasında yürüyordu ve arkalarından Güneş vurduğu için sadece siluetleri belli oluyordu. Denizin kokusunun bana veremediği huzuru bu ikisinin sadece karaltısı bile vermeye yetti. Baran'ın kucağında fırından yeni çıktığı kokusundan belli olan ekmekler duruyor, Çetin'se kollarında bir kasa domates taşıyordu.

Onun bugünlere gelebilmesi hep hak ettiği bir şeydi ve şimdi burada, kendi işlettiği bu mekanın içinde durmak bile beni öyle duygulandırıyordu ki tarif bile edemezdim. O hayattan uzaklaşabilmek için çok savaş vermişti, hâlâ tam anlamıyla sıyrılabilmiş değildi ve bu yüzden hâlâ savaş vermeye devam ediyordu ama bunu artık daha fazla inanarak yapıyordu. Kendine inanıyordu, bir ailesi olduğuna inanıyordu, hayallerinin gerçekleşen kısmına tutunup gerçekleşmeyen kısımları için çaba gösteriyordu. Ben de her adımında yanında olmaktan bir saniye bile pişmanlık duymuyordum.

Burası açılalı çok olmamıştı ama çeşit çeşit çorbalar ve deniz ürünleri menüleriyle kısa bir sürede müşteri toplamaya başlamıştı. Ben de buranın müdavimiydim işte.

Çetin domates kasasının üzerinden bana çevirdi gözlerini. Bu mekânın içinde her göz göze gelişimizde olduğu gibi uzun uzun bakıp gülümsedi ve kasayı tezgâhın arka tarafına bıraktı. Bu sırada Işık yumruk yaptığı ellerini heyecanla göğsüne doğru çekmiş, durduğu yerde küçük küçük zıplıyordu. Çetin onu girerken hiç fark etmemiş gibi bir sağa bir sola bir tavana bir dışarı doğru bakındı. Işık daha da heyecanlandı. Sonunda ikisinin gözleri kesiştiğinde ise "Ben geldiym Çeçin!" diyerek ona koşmaya başladı kızım.

Ateş beni aşıp bahçeye doğru adımladı. Bu ilişki onu hâlâ rahatsız ediyordu ama Çetin'i tanıdıkça ona güveni artmıştı. Bu yüzden de kızını ondan korumaya falan çalışmıyordu. Zaten kardeşini de bu adama kaptırmış olduğundan biraz, çok çok az kıskanıyordu sadece.

Çetin lacivert takım elbisesinin ceketini hızlıca çıkardı ve gömleğinin kollarını kıvırıp kendisini bekleyen Işık için diz çöktü. Işık küçük kollarını onun boynuna sımsıkı doladığında abim gözlerini sımsıkı kapattı ve ona kocaman sarıldı. "Çeçe." dedi kızım onun kucağına tırmanırken.

Çetin ondan telefonda duymaya alışkın olduğum, artık rutinimiz haline gelen cümleyi bu defa ona söyledi. "Özledin mi beni?"

"Çok ki!" dedi Işık onu boğmak ister gibi sarılarak. Herkese karşı bu kadar sıcakkanlı bir çocuk değildi aslında ama Çetin'e olan sevgisi çok ayrıydı. "Bak, eblisem yaşıkık mı?"

Çetin gözlerini irice açıp sonra hızlı hızlı kırpıştırırken gözü beni bile görmüyordu. Sadece kucağındaki çocuğun elbisesine bakıyordu. Onu bacaklarından kavrayıp ayağa kalktı ve elbisesini düzeltti. "Gördüğüm en güzel elbise bu!" dedi abartılı tepkileriyle. Oğuz kenarda dirseğini masaya, çenesini avucuna yaslamış gülümsüyordu. Çetin'in iyileşme sürecine, kendine yeni bir hayat kurma sürecine en yakından eşlik eden kişiydi ve gözleri eskisi gibi değil, ümitli ve mutlu bakıyordu onun da. "Sen de benim gördüğüm en güzel kız çocuğusun."

"Kıskanırım ama." diye bir ses geldi arkamdan. Bahçeye çıkan kapının eşiğinde Berna'yı gördüm. Aynı gülümseme onun yüzünde de vardı.

"Kıskanma." dedi Baran. Gözümün önünde büyümüşler gibi hatta en başından beri hayatımızdalarmış gibi hissediyordum. Baran üniversiteye devam ediyordu, kız kardeşiyle bir gün aynı hastanenin koridorlarında çalışmaksa en büyük hayaliydi. "Benim gördüğüm en güzel kız çocuğu hep sen kalacaksın."

"Yalancı." dedi Berna omuzlarını silkerek. Günden güne güzelleşen bir genç kıza dönmüştü o da. Eski korkak, ürkek, çekingen hallerinden eser kalmamış ve bambaşka biri olmuştu Çetin'in yanında. "Bir gün aile kurduğunda senin de fikirlerin değişir kesin."

"Ateş abi!" diye seslendi Baran bahçeye doğru. "Lütfen Berna'ya bir şey söyler misin abi? Sen kızın olunca Cemre yengemi sevmeyi bıraktın mı mesela? Olmayan kız çocuğum kıskanılıyor, yardım et abi."

"Cemre ablandan yenge diye bahsetmezsen sevinirim." dedi Ateş, bahçedeki geniş masanın kapıya en yakın sandalyesinde oturduğundan biraz geriye doğru yaslandığında görüş açımıza girmişti. "Ben artık yaşlı bir adamım oğlum, kalbim kaldırmaz bak böyle şeyleri benim."

Çetin kendi kendine güldü. Işık bu sırada onun gömleğinin yakalarıyla oynuyordu. Oğuz da ayaklanıp tezgahın arkasına geçmişti.

"Bir kaos çıkmadan biz de masaya geçelim." dedim kendimi en iyi hissettiğim ortamda değilmişim gibi. "Bizimkiler de gelirler herhalde."

"Cemre'yi Selim alacakmış geçerken." dedi Çetin gözlerini bana çevirerek. "Savaşlar da geliyorlar değil mi? Bak bir ton hazırlık yaptık patlamasın elimizde."

"Herkes gelecek ama elinde patlamaz sen merak etme." Ona doğru bir adım yaklaştım. "Gerekirse hepsini ben yerim çünkü." Işık'ı bırakmadan bir kolunu açarak bana da sarıldığında onun hayatına girdiğim için ne kadar şükrettiğini hissettim iç çekişinde. Bu benim en büyük mutluluklarımdan biriydi her şeye rağmen. Kollarımı bu kez Işık için açtım. "Şimdi anneciğim sen bana gel ki dayın işlerini halledebilsin."

Başını iki yana salladı huysuzca. "I-ıh."

"Yemeklerimizi pişirip hemen gelecek ama."

"I-ıh." Çetin'in yanağına birkaç kez yavaşça vurup kendisine bakmasını sağladı. "Söz veymiştin kaşk masalı için."

"Doğruuu..." Çetin elini alnına vurup bunu nasıl unuturum der gibi bir mimik yaptı. "Sana kask masalı anlatacaktım."

"E mutfak bizde o zaman abi." dedi Baran hemen kollarını sıvayarak. "Oğuz abiyle hallederiz, sıkıntı yok."

İş paylaşımı yapıldığında ben de yardımcı olmak istedim ama Oğuz yıllardır kullanmaktan bıkmadığı o uzun tamlamayla birlikte adımı söyleyip bahçeye gitmemi rica etti. Çetin ve Işık'ın peşinden ben de gitmek zorunda kalmış oldum böylelikle.

İlerleyen dakikalarda bize Cemre ve Selim de katıldı. Cemre kısa bir selam verdikten sonra Çetin'in yanına oturup Işık'la konuşmaya başladı. Selim de direkt benim yanıma çöküp nefes almadan söze girdi. "Ahu'yu da getirecektim aslında ama balık kokusu çok fena yapıyor onun midesini ya." Evet, Ahu hamileydi. Selim bizi o kadar kıskanmıştı ki bir çocuk da onun yapası gelmişti. Bize aynen böyle açıklamıştı baba olacağını. "Siz nasılsınız bu arada?"

"İyiyiz." Bilerek kısa tuttum çünkü yüzündeki ifadeden konuşmaya devam edeceğini anladım.

"Taşkıranlar gelmedi mi daha? Assolistler son gelirmiş tabii, niye şaşırıyorsam? Bu arada Ahu geçen gece ne istedi biliyor musun Pelin?"

"Biliyorum, böğürtlen." Nereden bildiğime şaşırdı uykusuzluktan şişmiş göz torbalarıyla. "Selim, aylardır görüşmüyormuşuz gibi davranmasana. Daha geçen gün birlikte sorguya girdik, çıkışta da anlattın ya bana işte."

Ateş bir elini yavaşça omzuma vurdu. "Üzerine gitme, taze baba o. Alışacaktır böyle şeylere."

Önce biz birlikte büyümüştük, şimdi de çocuklarımız birlikte büyüyorlardı. Ne zaman kalabalıklığımızı düşünsem çok şanslı hissediyordum. İki abiyle büyümüş biri olarak insanın doğar doğmaz oyun arkadaşı olmasının getirdiği avantajları biliyordum ve çocuklarımızın da geleceklerini hayal etmek bana hep aynı duygusallığı yaşatıyordu.

"Günlerden bir gün siyah kasklı kız binmiş motoruna, gitmeye başlamış kurdun yanına."

Bir süredir Selim'i dinlediğim için kulak veremediğim Çetin'in sesine odaklandığımda bana aşina olan masalı kızıma anlatıyor olduğunu anladım. Işık büyük bir dikkatle Çetin'e bakıyordu, elini ise Cemre'nin parmağına sarmıştı.

"İyi kalpli kurt." diyerek dikkatlerini üzerime çektim. "Yaşlandın diye detayları da mı unutmaya başladın? Siyah kasklı kız, iyi kalpli kurdun yanına gidiyormuş."

"Öyle anlattığım zaman bana gülmüştünüz hanımefendi." dedi Çetin.

Gülümsedim. "O zamanlar komikti, artık gerçek."

Hiçbir şey anlamayan Işık kendine takılacak başka bir yer bulmuştu. Çetin'e bakıp "Bana da." dedi ve ellerini çırptı. "Babam bana da motoy alacak." Sonra bu çok önemliymiş gibi Cemre'ye döndü ve elbisesinin yakışıp yakışmadığını bir de ona sordu.

Bu kız her sorduğu sorunun cevabını herkesten almak ve hep kendini tatmin edecek cevaplar bulmak zorundaydı. Sanırım mesleki deformasyonum sebebiyle sorgularda kullandığım tavır, genetik olarak biraz mutasyona uğrayıp kızıma aktarılmıştı. Bunu da Cemre bu şekilde açıklamıştı bize.

"Baban beni sevmiyor." dedi Çetin. Yüzünü buruşturdu Işık. "Cemye seviyoo." dedi hemen ikna edebilmek için. Çetin'in üzüldüğünü düşünmüştü. "Ane de, ben de çok."

Bir çocuktan beter şekilde omuzlarını silkti abim. "Ama baban sevmiyor. Söyle ona, o da sevsin beni."

Selim, Cemre ve ben kendi aramızda gülmeye başladığımızda eğlenmeyen tek kişi yanımda oturan adamdı. Gözlerini devirip başını başka tarafa doğru çevirdi ama Işık ona bakmasını söyledi. "Baba." dediği an, onun için dünyayı yakabilecek bir adamın bakışlarıyla karşılandı. "Çeçe'yi sev."

"Tamam kızım." dedi Ateş onu üzmeden. Çetin onu zor durumda bıraktığı için sırıtıyordu.

"Çok sev."

"Olur kızım."

Cemre döndüğünden beri Çetin'le ciddi bir ilişkileri vardı. Bildiğim kadarıyla her şey yolunda gidiyordu. Bir kez, sadece üçümüzün olduğu bir ortamda evlilik iması yapmıştım ve bana yaptıkları açıklamadan sonra bunun lafını bir daha hiç açmamıştım. Çetin'in soyadı, her ne kadar hayatını düzeltmeye çalışsa da hep lekeli kalacaktı ve buna Cemre'yi de dahil etmek istemiyordu. Cemre de evliliğin ona göre olmadığını, bir aileye sahip olmak için imzanın gerekmediğini düşündüğünü bana anlatmıştı. Birbirleriyle sık sık görüşüyorlardı, hatta çoğu zaman Cemre onun yanında kalıyordu. İkisi de memnundu hallerinden, ilişkilerini bu seviyede tutmaya kararlılardı.

"Bak seviyomuş ki!" dedi Işık. "Şimdi devam." Masala devam etmesini istiyordu, hatta emrediyordu. Çetin'in kafasını kaldırıp benimle göz göze gelmesi onun tavrını bana benzetmesinden kaynaklanıyordu.

"Siyah kasklı kız, kurdun en iyi arkadaşı olacakmış zaman geçtikçe ama masalın başında ikisi de bunu bilmiyormuş."

"Yani süpyiz."

"Hım hım... Büyük sürpriz olmuş herkese."

"En çok bana." diye mırıldandı Ateş yanımda. Elimi dizine bastırarak onu gözlerimle susturdum. Yakınıma yanaşıp yanağımı öptü ve bana sorun çıkarmama sözü verdi bunu yaparak.

Kızım Çetin'i pürdikkat dinlerken bir anda elini onun dudaklarına koyarak durdurdu ve sağa sola bakmaya başladı. Yaklaşan adım seslerini duymuştu. Savaş'ın sesini ben de duyuyordum az da olsa, sanırım Baran'la konuşuyordu.

Başımı kapıya doğru çevirdiğimde aşağı baktım ve onu gördüm. Işık Çetin için bizi, onun içinse Çetin'i yakardı. Kucağından zıplayıp aşağı indi ve ellerini açarak ona doğru koştu.

"Fefee!"

Siyah kot pantolonun üzerine annesi tarafından beyaz gömlek giydirilmiş, babası tarafındansa bizim hediyemiz olan deri ceketle kombini tamamlanmış Efe Taşkıran, küçük boyu ve büyük karizmasıyla kapının orada elleri cebinde dikiliyordı. Gözlerinde siyah bir güneş gözlüğü vardı. Saçları simsiyahtı ve güzelce şekillendirilmişti. İkisinin mükemmel bir karışımı olduğundan her gören onun Didem ve Savaş'ın çocuğu olduğunu anlayabilirdi.

Kızımın heyecanına tezat, gayet sakin bir sesle "Iji." dedi ona bakarak. Ellerini cebinden çıkarmadı. Işık onun hareket etmemesine aldırış etmeden kollarını kaldırıp ona sarılmaya çalıştı ve hemen geri çekildi.

"Hoş geldin Fefe!"

Evet, Ateş'in korktuğu başına gelmişti. Onun kızı, Savaş'ın oğluna deli divaneydi. Efe her ne kadar pas vermiyor gibi gözükse de Işık'ı çok seviyordu.

Doğduklarından beri yan yanalardı. Bizden bile yakın arkadaş olacaklarını şimdiden ön görebiliyorduk. İlk aylarda sürekli el ele uyumuşlardı. Efe, Işık'ın çıkardığı bebekçe sesleri duyduğunda ağlamayı kesiyordu ve Işık uykusunda kıpırdanırken eli Efe'yi bulursa aynı şekilde uyumaya devam ediyordu. İlk zamanlar yan yana yatırmıştık onları hep ve sonralarda ayrı yatırsak bile yine de ikisini yan yana uyurlarken bulmuştuk.

Efe gözlüklerini çıkarıp gömleğinin yakasına tutturmaya çalıştı. Bunu Didem'in öğrettiği öyle belliydi ki kendi kendime gülümsedim. Nihayet çocukların arkasında Savaş ve Didem de belirdi. Didem'in aile kombinini kendi hazırladığı anlaşılıyordu. Savaş'ı Efe'yle aynı şekilde giydirmişti ve kendisi de deri bir pantolonun üzerine beyaz gömlekle yanlarına uyum sağlamıştı yanlarına.

Efe bir iki kez daha deneyip gözlüğü oraya tutturamayınca sinirlenip annesine döndü, hiçbir şey söylemeden gözlüğü ona uzattı. Didem gülmemeye çalışarak yere eğilip gözlüğün bir sapını onun gömleğinin yakalarının arasına tutturdu ve yeniden ayağa kalktı. Efe tekrar Işık'a baktı. Göz kırpmaya çalışırken beceremedi. İki gözünü aynı anda kırptı. "Elbisen güzelmiş." dedi, babasından öğrendiği bir nezaketle.

Işık kendisi sormadan gelen bu cevap üzerine bir an ne yapacağını bilemedi. Gözlerini kaçırdı, gülerek başını eğdi. Sonra koşa koşa babasına doğru ilerledi ve onun bacaklarına gömdü kafasını utanarak.

Savaş sırıttı, Ateş somurttu ama öyle ya da böyle hepimiz güldük en sonunda ikisinin arasındaki bağa. Efe Taşkıran, büyümüş de küçülmüş gibi görünmesini sağlayan tavırlarıyla ağır ağır bize doğru yaklaştığında önce bana "Bakşomse," dedi ve elini alnına götürüp asker selamı verdi. Bu başkomiser demekti ve bu hareketi de ona babası öğretmişti. Aynı şekilde selam verdiğimde ciddiyetini sildi ve bu defa "Peliyn." dedi. "Naber ya?"

Yanaklarını ısırma isteğiyle dolup taşarken "İyidir." dedim aramızdaki diyaloğu bozmadan. Uzattığı yumruğuna yumruğumu vurdum hafifçe. "Senden naber?"

"İyiyik." Yönünü Selim'e çevirdi. Emin adımlarla ona yürüdü, hatta sonra koşturdu ve hızlıca kucağına çıktı. Selim bizim çocuklarımızla kendi geleceğine dair antrenman yaptığını söylüyordu. Dizlerinin dibinden hiç ayrılmayan bir amca ve aynı zamanda dayıydı da. Çocuklarımız kime ne diyeceğini şaşırıyorlardı bu yüzden o an akıllarına ne gelirse o şekilde hitap ediyorlardı ekibime. Selim'in yüzüne dikti Efe ela gözlerini. "Jija izleyelim mi?"

Ninja Kaplumbağalar çizgi filminin onların favorisi olmama gibi bir ihtimal vardıysa da Selim üstün çabalar sonucu bunu değiştirmiş, ikisini de kendi yoluna getirmeyi başarmıştı. Zaten onlarla aynı yaşta gibi olduğundan amca-dayılıktan ziyade bir arkadaşlık bağı kurabilmişti Işık ve Efe'yle.

Didem boş bir sandalyeyi çekip yorgun bir nefes vererek oraya yerleştiğinde Savaş da hemen yanına oturdu. "Biraz geciktik." diye de açıklama yaptı deri ceketini düzelttikten sonra. "Efe'yi arabadan inmeye ikna etmek zor oldu."

"Yine mi arabada kalmak istedin sen?" diye sordu Cemre sesini inceltip ona doğru eğilerek.

"Araba değil, Meysedes." dedi Efe, neredeyse sinirli bir sesle. Babası için ne kadar hassas bir konuysa onun için de öyleydi. "Beni bıyaksalar ben hep otururum da bıyakmıyolar ki hala ya."

İlk girdiği ortamları çok yabancılardı ama açıldı mı çenesini tutamazdık Efe'nin. Bu huyunun kime çektiğini söylememe gerek bile yoktu.

Kısa bir süre sonra masadaki tüm isimler tamamlanmıştı. Kendimi bir filmin son sahnesinde gibi hissediyordum. Uzun bir masada, ailemle keyifli bir yemek için çoluk çocuk toplanmıştık. Çetin çorbalarımızı servis ediyordu. Işık, babasına saçlarını düzelttiriyor ve Efe de Selim'in kucağında sessizce çizgi film izliyordu.

Cemre, servis yapan Çetin'e bakıp genişçe gülümsedi. Kırılan bir kalbi onarmak ne kadar mümkünse o kadar başarmıştı bunu yapmayı. Çetin geçmişten konuşmayı hiç sevmediği için ona yaşananları hatırlatmıyor, kapanmış gibi görünen yaraları deşmiyordum. Sadece mutluluklarına ortak oluyordum ve kimse bu durumdan şikayetçi değildi.

"Ahu neden gelmedi?" diye sordu Savaş, Selim'e.

"Kokulara karşı fazla hassas olduğu bir dönemdeyiz." Savaş ve Ateş aynı anlayışlı bakışlarla karşılık verdiler bu cümleye. Biz onlara çok fazla çektirmişiz gibiydi tavırları. Didem kaşlarını çatarak Savaş'a döndüğünde Savaş sırıtmayı bıraktı. "Geçen gün tıraş losyonumun kokusundan dolayı beni yanına yaklaştırmadı. Ne zor işmiş bu hamilelik ya."

"Ne sandın?" dedi Didem. Hemen arkasından Ateş girdi söze. "Katille boğuşup eve döndüğümde kan koktuğum için paşa paşa banyoya gitmek zorunda kalmıştım. Normal oğlum bunlar, sabret geçecek."

"Çok kötü bir gündü." Hâlâ her hatırladığımda aynı şekilde üzülüyordum. "Yüzü yara bere içindeyken yanına yaklaşamamıştım."

"Biz en çok sorunu gece aşermelerinde yaşamıştık." Çorbamdan bir kaşık alırken kulağım Savaş'taydı. "Günde yirmi dört saat var ama Didem'in canı hep saat üç buçukta, hiçbir yer açık değilken istiyordu bir şeyler."

Didem kollarını göğsünde bağladı. "Efe geceleri acıkan bir çocukmuş demek ki, benim suçum ne canım?" Adını duyan Efe, telefondan başını kaldırıp şöyle bir sağa sola baktı ve umursamayıp yeniden çizgi filmine döndü.

Işık'ın babasının kulağına yaklaştığını gördüm. Hareketlerini tanıyordum. Şu an mutsuzdu. Dudakları aşağı doğru bükülüydü. "Fefe özyememiş." dedi fısıldayarak. Benim dışımda kimsenin duyduğunu düşünmüyordum. Ateş bir an ne diyeceğini bilemeyip bana baktı ama Işık devam etti. "Ben şu tayafta oyayayım tek başıma."

"Tamam bakalım."

Işık aynı üzgünlükle sandalyeden indiğinde benim dışımda Çetin'in de gözleri onun üzerindeydi. Elini ceketinin cebine attığında Işık neyin geleceğini biliyordu. Masanın etrafından koşturup Çetin'in yanına vardı. "Kiçolata!"

"Babasının kızı." diye takıldı Savaş. Ateş buna sinir olmazdı, bu cümle onun en sevdiği cümlelerden biriydi.

"Beni ne kadar sevdiğini duymam lazım bunu sana vermem için."

Çetin'in isteğini kırmadı kızım. "Komacan!"

Bu sefer gülen bendim. "Kesinlikle babasının kızı."

"Efe'yle de paylaş eğer annesi izin verirse." dedi Çetin, Işık'a. Tane tane ve onunla göz teması kurmaya dikkat ederek konuşması çok hoşuma gidiyordu.

"Yidem teyze, Fefe de kiçolata yesin miy?"

"Yesin teyzem."

"Fefe, kiçolata ye mi?"

Efe'nin ilgisini çekebilmeyi nihayet başarmıştı. Bilmiş bir tavırla önünde akan çizgi filmi durdurdu. Selim'in kucağından indi ve Işık'ın yanına yürüdü. "İsteysen ben açayım."

Işık omuzlarını silkip yeniden utanarak gülümsedi. Paketi ona doğru uzatırken yanakları kızarmıştı. "Teşekküy edeyim."

"Resmen flörtleşiyorlar." diye fısıldadı Selim, onların duyamayacağı bir şekilde. Bu Berna'yla Baran'ın kendi aralarında gülüşmesine yol açarken Ateş'inse bakışlarının değişti. Selim dudaklarına bir fermuar çekip korkarak arkasına yaslandı.

Korkmalıydı. Işık Ateş'in dokunulmazıydı. Emindim, onu her şeyden çok seviyordu.

Çetin aynı cebin içinden bir çikolata daha çıkarıp Berna'ya uzattı. "Bu da benim kızıma ama yemekten sonra ye, tamam mı?"

Berna küçük bir kız değildi, Çetin ona tatlı tatlı sataşıyordu ve bizim önümüzde utandırmaya çalışıyordu ama bu numaralara kanmayacak kadar kurnazdı. Çikolatayı alıp "Abimle paylaşırım ben de." dedi Baran'a bakarak. Sonra bana baktı ve yeniden Çetin'e döndü. "Ama galiba senin kardeşin biraz kıskandı."

Ceketinin göğüs cebinden bir çikolata paketini daha çıkardı ama sadece uç kısmını gösterdi bana. "Tabii ki sana da var." dedi saçlarıma doğru elini uzatıp karıştırdıktan sonra. Bilerek Işık gibi somurtuyordum ben de bu sırada. Saçlarıma dokununca rolümü bozup güldüm. "Uslu uslu yemeğini yediğini görürsem alırsın ödülünü."

"Karıma benim yanımda yarış atı muamelesi yapmak istediğinden emin misin?" diye sordu Ateş, kaşlarını yukarı doğru kaldırarak. Çetin teslim oluyor gibi ellerini havaya kaldırıp geri çekildi. Bu yine en çok Baran'la Berna'yı güldürdü.

"Çok acıyorum sana lan bazen." dedi Savaş, Ateş'in omzunu sıkarak. "Sevmediğin ot burnunun dibinde biter derlerdi de inanmazdım. Hem kız kardeşini hem karını hem de kızını aynı adama kaptırdın. Bahtsız bedevi oldun iyice."

Çetin keyifle gülümserken Cemre kaşlarını çatarak abisinin sabır sınırlarını zorlayan diğer abisine dikti gözlerini. Korkmuş gibi yapıp geri çekilme sırası Savaş'taydı.

"Senin de sözde sevmediğin ot oğlunun en yakın arkadaşı oldu." Selim'i kastediyordu Ateş. "Ne yaparsın kardeşim, hayat bu işte."

"Bu mevzu dönüp dolaşıp nasıl bana dokunmuş olabilir?" dedi Selim elini göğsüne bastırarak. "Ben burada oturmuşum çorbamı içiyorum ya. Çok güzel olmuş bu arada, ellerinize sağlık. Bedava yiyip içebiliyor olmak beni çok mutlu ediyor. Teşekkürler Pelin, geleceğe yaptığın yatırımlar sayesinde bugün buradayız."

Çetin bu hayata sahip olamasa da onun yanında durmaya devam ediyor olurdum. Yanlıştı ama böyleydi. Bu yüzden geleceğe yatırım yaptığım söylenemezdi ama onun bu insana dönüşmek istediğini bildiğim için bunu en önden seyretmek benim için en güzel ödüldü.

Dikkatimi dağıtan olay, Işık'ın ağacın altında koşarken dizlerinin üzerine düşmesiydi. Çimenlere çıplak bacakları sürttüğü için yüzünü buruşturdu. Refleks olarak aynı anda Ateş'le ayağa kalkmak için hareketlensek de Efe bizden önce davranıp elindeki çikolatayı yere attı ve telaşla Işık'a koşup onun yanına diz çöktü.

Canı yanan Işık dolu gözleriyle ağlamaya başlamak üzereydi ki Efe'ye bakınca dudaklarını birbirine bastırıp ağlamamaya çalıştı. "İyisin mi?" diye sordu Efe, onu kaldırmak yerine yerde yanına yaklaşıp elini tutarak. "Koşaysan düşeysin Iji, dikkatli oy."

"Düştüm zaten."

Efe yüzünü buruşturup onun yukarı sıyrılan elbisesinin ucundan dizine baktı, ardından elbisesini düzeltti. "Annem kyem taşıyo. Sen dur, ben getiyim." Işık acısını kenara bırakıp duygu sömürüsüne geçerek yavaş yavaş kafasını salladı.

"Şaka mı bu çocuklar?" diye sessizce soran Cemre'ydi. "Ağızlarını yüzlerini yiyeceğim şimdi."

"İyi yetiştirilmiş çocuklar bambaşka oluyorlar." diye mırıldandı Baran kendi kendine.

"Bence bu çocuğun kendi özüyle alakalı." dedi Çetin anında. "Siz de beni kendinize hayran bırakacak kadar bambaşka çocuklardınız."

"Biz de iyi yetiştirildik abi." dedi Berna. "Bizi büyüten baba, kan bağımızın olduğu o adam değil ki. Sensin."

Çetin'in yüzüne yayılan gülümseme, gözlerinin hafif nemlenmesine neden oldu. Onların bir cümlesi bile yetiyordu onu duygulandırmaya. Kalbinde eskiden bu kadar yoktu sevginin yeri, bunu çocukları değiştirmişti.

Efe, annesinden krem almayı beklerken ona acele etmesini söyledi ve sanki görmemişiz gibi Ateş'e de bir açıklama yapmaya girişti. "Iji düştü ama iyi, sen meyak etme."

"Teşekkür ederim Efe." Yetişkin biriyle konuşuyor gibiydi sesi. "Sen onun yanındayken gözüm arkada kalmıyor benim." Samimiydi söylediklerinde ve aralarındaki bağı çok seviyordu. Tam da hayal ettiği gibiydi aslında her şey. Kendileri gibi çocuklarının da iyi anlaşmalarını istemişti hep. Efe arada Işık'a soğuk yapıyor olsa da onun başına bir şey geldiğinde az önceki örnekte de olduğu gibi ilk önce o koşuyordu.

"Kalmasın amca." dedi Efe, ona gülümseyerek. Ateş, Efe'nin sürekli telefon açtığı biriydi. Ne isterse bazen babasından bile önce ona söylüyordu. Çünkü o çocuklar a dese araba, b dese bebek alan bir adamdı. Onlara hiç kıyamıyor, ne isterlerse yapıyordu. "O bana emay..." Kafasını kaşıdı Efe. "Eyma..."

"Emanet mi amcam?"

"Emayet amca."

Annesinden aldığı kremle birlikte koşarak kızımın yanına döndü. Savaş bir anda Ateş'in omzuna başını yaslayıp "Oğlum lan." dedi tüm samimiyetiyle. "Hâlâ rüya gibi geliyor."

"Allah'ım." dedi bu sırada Baran. "Sen biliyorsun içimdekileri."

Onun bu hayalini duymak beni gülümsetti. Bir zamanlar tıp okuma hayalini dinlemiştim, şimdi gerçekleşmesini izliyordum. Günün birinde bu hayali gerçekleştiğinde de baş köşede yerim olacaktı, inancım tamdı. En mutlu olduğum şeylerin başında onun hayaller kuramayan bir çocukken Çetin sayesinde birden fazla hayale sahip bir gence dönüşmesi geliyordu.

"Allah'ım." dedi Berna da onun gibi. "Sen biliyorsun içimdekileri. Ben bu yaşta kardeş bekliyorum hâlâ, evet bu yaşta."

Bu bücürün iması Çetin ve Cemre'yeydi. Bizden çok daha sık görüyorlardı onların arasındaki ilişkiyi. Bu nedenle evlenip çocuk yapmalarını herkesten çok istiyorlardı.

"Yalnız aramızda kalp krizi geçirecek birileri olabilir Bernacığım." dedi Selim. "Bazı hayallerini içinde tut bence sen."

Ateş nasıl oldu bilmesem de sessiz kalmayı başardı. Çetin de daha fazla damarına basmamak için herhangi bir imada bulunmadı zaten. "Bana iki çocuk yetiyor." dedi ikisine bakarak. "Üçüncüsünde hiç gözüm yok inan."

Ateş, Savaş'ın saçlarına dokunarak onu omzundan ayırdıktan sonra bana doğru yaklaşıp kulağıma eğildi. "Bana bir çocuk yetmiyor." dedi, şu ortamda kullanmasını hiç istemediğim bir ses tonuyla. "İki, üç, dört, beş... Hepsinde gözüm var inan."

Elini bacağıma sarınca ben de bileğini tuttum ve "Sakin ol sevgilim." diye fısıldadım. "Çocuk ve kariyeri aynı anda yönetebilmeye yeni alıştım. Şimdilik böyle iyiyiz."

"Teklif var ısrar yok." dedi sırıtarak. Onu öpmeliydim. Bulduğum ilk fırsatta onu öpecektim.

İlgi yeniden yemeklere döndüğünde Çetin ana yemek için ayaklanmıştı ve Berna da tavuğun peşine takılan bir civciv gibi onu takip ediyordu. Ben de bu sırada Efe'nin Işık'ın dizine krem sürdükten sonra eğilip yaraya üflemesini izliyordum.

Önüme konulan tabağa odaklandım ikisini bir kenara bırakıp. Günlük hayatımda fazla deniz ürünü tüketen biri olmasam da bu restoranda bambaşka birine dönüşüyordum çünkü Çetin'in pişirdiği her şeyin kendine has bir tadı vardı. Bu konuda tamamen objektiftim. Balığından tutun salatasına kadar elinin değdiği her şeyi bir şekilde özel kılmayı başarıyordu.

Yemekler yendi, hava karardı, bahçenin ışıkları yandı. Her şeyin en başında yanımda bir Didem vardı, ilk adımı attığımda sadece onun eli omzumdaydı. Şimdi kafamı çevirdiğim her yerde hayatımda eşsiz yeri bulunan birine rastlıyordum. Koca bir masayı dolduracak kadar çoğalmıştık. Sohbet akıp giderken ara ara gözüm daldı bunları düşünüp durduğum için. Kendime günün birinde şanslı biri olduğumu söyleyeceğimi sanmazdım ama ben, bugün şanslı bir kadındım. Ailem benim en büyük şansımdı.

Evlere dağılmaya karar verdiğimiz saat gelip çattığında daha otururduk aslında ama Işık da Efe de huysuzlanmaya başlamıştı uykuları geldiği için. Işık Efe'yi bile bırakmış, Ateş'in omzuna kafasını yaslamıştı ve Efe de deri ceketini çıkarıp topaklamış, çimenlerin üzerine atmıştı. Başını da oraya yaslamış gökyüzüne bakıyordu.

"Yavaştan geçelim eve artık." dedi Didem, Savaş'ın koluna dokunarak. Selim az önce aramızdan ayrılmıştı çünkü Ahu'nun canı portakallı kek çekmişti. Gidip ona kek pişirmesi gerekmişti. Ateş de Işık'ı omzunda pışpışlarken bana bir göz işaretiyle gitmemiz gerektiğini anlattı.

Çantamı toparlarken Çetin masanın üzerinden elime uzandı. "Sen biraz daha kalamaz mısın?" diye sordu bana bakarak. Baran ve Berna sofrayı toparladıkları için ayaktalardı, Cemre onları eve götüreceğini söyledi. Çetin benimle her ne konuşacaksa bunun için ikimizin yalnız kalacağı bit ortam ayarlamıştı belli ki. "Seni ben bırakırım, uyarsa tabii sana da."

"Sorun yok." dedi Ateş benden erken davranıp. "Işık'ı ben uyuturum. Anahtarın var mı bebeğim?"

Bu bağı hâlâ tasdiklemiyor olsa da önüme engel koymayışını seviyordum. Doğrudan planı yapmış, düşünecek bir şey bırakmamıştı bana. "Sanırım almadım. Kapıya gelince seni ararım, Işık uyanmaz böylece."

"Tamamdır." Çantamı alıp koluna geçirdi ve Işık'ı daha fazla omzuna bastırdı. "Hadi anneye el sallayalım." dedi onun saçlarına dokunarak. "Biz de eve gidelim, çok uykumuz geldi çünkü. Değil mi babacığım?"

"Şürü şürü ane." dedi Işık mayışık bir sesle. En sevdiğim kelimelerinden biri buydu. Görüşürüz demeye bazen dili dönmüyordu. Kendi uydurduğu bir kalıbı kullanıyordu bu yüzden.

"Görüşürüz aşkım." dedim parmaklarımla bir öpücük gönderirken. Efe koşup Didem'in kucağına atladı. Onlarla da kısaca vedalaştım. Cemre, Baran ve Berna'yı Oğuz ile beraber Çetinlerin evine bırakacaktı. Muhtemelen kendisi de orada kalacaktı ama bunu abisinin yanında söylemek istememişti.

Baş başa kaldığımızda büyük masadan kalkıp sallanan salıncağa oturduk yan yana. Bahçedeki bu geniş salıncağı Çetin'le beraber burası henüz açılmadan önce satın almıştık. Mekan bile belli değilken bu salıncağı aldığımız için muhtemelen Çetin için bahçesinin en özel köşesi burasıydı. Ayakkabılarımı çimenlerin üzerine bırakıp bağdaş kurdum. Dizim bacağına çarptı yanlışlıkla, bu onu güldürdü.

Pantolonunun cebinden sigarasını ve yıllardır hiç değiştirmeden kullandığı kırmızı çakmağı çıkardı. Sigarayı dudaklarına yerleştirmeden önce "Rahat mısın?" diye sormuştu bir de bana alayla.

Başımı omzuna yasladım. "Şimdi rahatım."

Bu hareketim, sigarasını ateşlemeden geri çekmesine neden oldu. Kokusundan rahatsız olmamam için yakmaktan vazgeçti ve ters bir şekilde paketin içine geri koydu.

"Bir sorun mu var, abi?" Geride kalmamı istediyse diğerlerinin yanında anlatamayacağı bir mevzu olmalıydı. Belki de sadece dertleşelim istemişti, fark etmezdi. Burada yan yanayken her şey çok güzeldi.

"Sorun hep var, abim." dediğinde cümledeki olumsuzluğa rağmen son kullandığı kelime beni otuz iki diş gülümsetti. "Burayı açtık diye temizlenmedi ki hayatım. Geçmişteki lekelerin hep izi kalacak. Keşke kalmasa."

"Burayı açacağını bile düşünmüyordun." dedim ona daha fazla sokularak. Gece olduğu için biraz hava serinlemişti ve ona yaklaştıkça ısınıyordum. "Yanında sevdiğin kadın, diğer yanında aslanlar gibi iki çocuğun var. Ne onlar ne de ben lekelerle ilgilenmiyoruz, buna emin olabilirsin. Kocaman bir aileye sahipsin sen artık."

"Komacan." dedi beni düzelterek. IDK'ye o da bayılıyordu ama bu aslında ADK'ye ait bir kelimeydi.

"Yapabileceğim bir şey var mı senin için?"

"Henüz yok." dedi. "Ama olacak. Seninle konuşmak istediğim konu buydu. Hâlâ bir sürü bağlantım, elimin kolumun uzandığı bir sürü yer var ve uzun vadeli bir plana sahibim. Bunu seninle paylaşmanın zamanının geldiğini düşünüyorum."

"Ne planı?" Başımı omzundan kaldırdığımda çatık kaşlarımla yüzüne baktım. "Uzak duracaktın her şeyden. Ne planı yine?"

"Uzak duruyorum zaten ama bu zekâyı iyi şeylere yormanın vakti geldi de geçiyor Pelin." Elini şakağına vurdu iki kez. "Evet, bir restoran işletmeyi çok istedim yıllarca ama bu kafa hâlâ zehir gibi, kullanmamak kendime haksızlık etmek olur."

"Lafı dolandırman beni korkutmaya başladı." Yere bakıyordu, yüzüme bakana kadar bekledim gözlerinden ne hissettiğini anlayabilirim diye. Bana döndüğünde devam ettim. "Ne tilkiler dönüyor o kafanda yine?"

"Bu şehrin." dedi yavaşça. "Üç büyük uyuşturucu çetesi var." Kullandığı kelime, nefesimi tutma sebebimdi. "Ve ben bunların kökünü kazımak istiyorum."

"Dur." Gözlerimi kırpıştırdım. "Anlamıyorum. Ne yapacaksın?"

"Ben yapmayacağım." Sakin sakin konuşuyor olması bunu çok uzun zamandır düşündüğünün bir göstergesiydi. Öyle iki gün önce aklına gelen bir fikir değildi, üzerine ciddi zamanlar harcadığı belli oluyordu gözlerinden bile. "Polis yapacak. Sen yapacaksın. Yani... Senin sayende yapılacak. Ortak bir iş yürütmek gibi düşün. Sen ve ben, büyük vurgun yapacağız."

"Nasıl?" Hâlâ anlamıyordum. "Tanık korumaya mı alınmak istiyorsun? Bu sayede bize muhbirlik mi yapmak var aklında? Ben narkotik polisi değilim Çetin, cinayet büroda çalışıyorum. Nasıl yardım edeceğim sana?"

"Ne tanık koruması? Beni senin hayatını zehir eden biri olarak tanıyor tanıyanlar, kime neyi nasıl açıklayacağız?" Mantıklı sorusuna verilebilecek mantıklı cevaplarım vardı ama Çetin bunu bakışlarıyla bile reddetti. "Ben polisle işbirliği yapmam. Ben sadece seninle çalışırım."

"Uyuşturucu peşinde koşamayacağım kadar ceset dolu bir hayatım var."

"Uyuşturucunun içinde koşturanların da cesede dönüştüğü bir hayatları var." dedi bunun sorun olmayacağını anlatmak isteyerek. Bir şekilde olayın bana bağlanmasını sağlamayı kafaya koymuştu. "Ayrıca ortak operasyonlar da yürütülebilir, ne bileyim. Bu kısımları zamanı gelince sen halledersin."

"Bu nereden çıktı şimdi?" dedim gözlerinin içine bakarak. "Ne alaka durduk yere? Sen bu üç çeteyi nereden biliyorsun? Ne kadar biliyorsun?"

"Alakası şu..." Gereğinden fazla durakladığında cümlelerini toparlamaya çalıştığını görebiliyordum. "Benim bu hayatta çok pişmanlığım var ama bir tanesi, diğerleri gibi değil Pelin. O vicdan azabı beni hâlâ uyutmuyor bazı geceler. Bir şeyler yapmam lazım, anlıyor musun? Böyle olmayacak çünkü."

Refleksle koluma baktığımda gözümün önünde uzun zamandır hiç belirmeyen bir anı belirdi. Çetin'in bana yaklaştığı, kaçacak hiçbir yerimin olmadığı ve kolumda bir damar yolunun açılmasıyla biten bir anı. Sonraki günler bir bağımlı olmamak için en diplerde direniyordum ama bitmiyordu, kapımda bir kutu buluyordum onun gönderdiği. İçinden bir şırınga çıkıyordu. O günkü Çetin benimle alay ediyordu, bugünkü Çetin yaptıklarının pişmanlığı yüzünden uyuyamıyordu.

Bir şey söylemek istedim ama dudaklarımı birbirine bastırdım. Nefesimi düzene sokabilmem gerekiyordu.

"Küçük lokmalarla geçiremem bu yangını, yılanın başını ezmenin derdindeyim ben. Bir günde olmayacak, bir yıl da sürmeyecek. Belki son nefesime kadar bununla uğraşacağım ama yapacağım, yeminim olsun sana. Üç çete var bildiğim. Her küçük satıcı bir şekilde buralara bağlanıyor. Hâlâ her emrime koşacak adamlara sahibim. Hatta bahsettiğim çetelerde benimle daha önce işbirliği yapmak isteyenler bile olmuştu. Bundan sonra bütün kaynaklarımı buna haracayacağım, koydum kafaya."

"Böyle bir şeye bulaşırsan o dostlarından çok düşmanlar edinirsin, farkında mısın her şeyin?"

"Farkındayım her şeyin." dedi tek nefeste. "Düşmanlar edineyim, sorun değil. Asıl dostluklarım sorundu Pelin. Ben artık doğru bir şeyler yapayım istiyorum. Geçen gün adamlarımdan birinin erkek kardeşi vefat etti bu illet yüzünden. Hem de gencecikti biliyor musun? Aklına girdiler o çocuğun, zehirlediler önce düşüncelerini sonra bedenini. Baran gibi olabilirdi, okuyabilirdi. İmkanı yoktu ama konuşmuştuk abisiyle, ben karşılayacaktım. Söz vermiştim. Çocukla da konuştuk yüz yüze. O da hevesliydi. Kurtulmaya çalışıyordu, benim gibi kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu ama ona izin vermediler."

Derin bir yutkunuşun ardından sessizliğe gömüldük bir süre. Başımı gökyüzüne çevirdim, yıldızlara. "Başınız sağ olsun." Onu anlıyordum. İçindeki öfkeyi, sebeplerini, yapmak istediklerini. Yapabilirdi de. Bunu biliyordum. "Çok üzüldüm."

"Ben de." Bu defa o yasladı başını omzuma. Desteği oldum. "Onun için, onun gibiler için, geçmişimdeki Allah'ın belası leke için, senin için Pelin. Yapabileceklerim var. Elimi kolumu bağlayıp oturmayacağım. Gözlerimi kapatmayacağım. Bağlantılarımı kullanabilirim, içlerine muhbirler sızdırabilirim. Sana onları çökertme şansını verebilirim. Bir anda olmayacak bu, uzun sürecek ama ben hazırım."

"Sen, benimle iş birliği yapacaksın." dedim kesin bir dille. "Attığın her adımdan haberim olacak, bu konuda çok ciddiyim ve kesinlikle belanın içine sen bulaşmayacaksın. Hiçbir şekilde. Tek yaptığın benimle iletişimde kalmak olacak, anlıyor musun?"

"Ben organize edeceğim sadece." dedi. "Bir kontrol merkezinden ibaret olacağım, söz."

"Muhbirlerin kim bilmesem de zamanı geldiğinde içlerinden birkaçını polisle işbirliğine sokabiliriz. Seninkilerin çoğu belalı tipler, biliyorum. Yine de bu tarz işlerde ceza indirimleri uygulanabiliyor. Şu an kestiremiyorum nasıl olur ama sen eğer eminsen ben vakti geldiğinde üzerime düşeni yaparım."

"Yani sen şimdi ortaklık teklifimi kabul mu ediyorsun?"

"Sana çok güveniyorum." dedim. "Güvenimi boşa çıkarmayacağını biliyorum ve dediğin gibi, sen zeki bir adamsın. Böyle bir işe kalkışıyorsan ne yaptığını biliyorsundur."

"Biliyorum Pelin." Değil ben, tüm dünya gelsek vazgeçiremezdik onu bu düşüncesinden. İşin diğer tarafına baktığımda eğer gerçekten söylediğini yapmayı başarırsak şehrin sokaklarını ciddi oranda temizleyebilirdik. Bu öyle güzel bir ihtimaldi ki ben sonuna kadar vardım. "Desteğin benim için önemli. Sen bulaşmak istemiyorsan da başka yollardan bunu yaparım ama illegal şeylerden uzak duruyorum artık."

"Ben buradayım." dedim hiç düşünmeden. "Sen neredeysen ben oradayım. Bunun sözünü yıllar önce verdim sana bir mektupla."

Elini göğsüne yasladığında bunu neden yaptığını anlamadım. Gözlerini kapattı. "İyi ki." dedi. "Senin sayende. Senin için, karanlığıma tuttuğun ışık sayesinde. Daha iyi biriysem, en azından uğraşıyorsam olmayı bu bile en çok senin eserin." Umutla, sevgiyle, bir kız kardeşin bir abiye duyacağı hayranlıkla baktım ona. "Ve şimdi," dedi benim için sakladığı paketi çıkarttığında. "Çikolatanı yiyebilirsin."

"Seninle gurur duyuyorum Çetin." dedim, onun hiç beklemediği bir anda. Çikolata paketini elinden aldım, ambalajın köşeleriyle oynamaya başladım. Şaşkınca açılan gözleri bunu hak etmediğini söylemek ister gibi dolaşıyordu üzerimde. "Hayır, dinle. Kimse söylemedi belki sana, belki hâlâ içinde geçmeyen bir nefret var kendine karşı ama ben söyleyeceğim, ben seni ikna edene kadar bağıracağım gerekirse. Seninle yemin ederim çok gurur duyuyorum ve seni yemin ederim, tüm kalbimle çok seviyorum."

"Biliyorum." Abimin, bu kocaman adamın sesi titredi. Elini dizime bastırdı, bu ona yetmeyince omzumun üzerine doğru attı kolunu ve göğsüne yaslanmamı sağladı. "Pelin, sen bana inanmasaydın bunların hiçbiri, hiçbiri olmazdı. Sen olmasaydın hiçbir şeyim yoktu benim."

"Benim abim, öz abim, küçücük yaşımda şehit düşen abim sevdirdi bana çikolataları." dedim kalemi kalbime vererek. "Onu kaybettiğimde arkadaşları cenazesinde vermişti bana bir kalıp çikolata, gücümü toplamam için. Böyle derdi abim hep. Ben bu hikayeyi sana anlattığımda neden anlattığımı bile bilmiyordum. Arabanın torpido gözünden çıkan çikolatayı, aklıma doluşan anıları, o günü çok net hatırlıyorum. Gücümü toplayabilmem için bana çikolata alıyorsun o günden beri ama bilmiyorsun, gücüm sensin benim."

Gözlerim yeniden dolduğunda onunkiler de nemliydi. "Bunu Cemre ve Ateş'in Satürn'üne benzetiyorum." dedim sesim bile gülümserken. "Bir sembol, çok şey ifade ediyor ama sır. Sadece bize ait. Bize özel. Herkes yargıladı, herkes sorguladı, bazen sen bile yadırgadın sana olan bağımı. Güvenme bana dedin, kötü biriyim dedin, delirdiğimi düşündün ama ben bir karar verdim, belki senin bana o çikolatayı ilk verdiğin gün. Hiç de pişman olmadım o kararımdan. Hiç keşke dedirtmedin bana. Bilmiyorum, bugün karşıma geçip üç çeteyi bitirmek istediğinden bahsettin ya, yine iyi ki dedim. İyi ki sahibiz bu bağa. Geceleri lütfen rahat uyu, lütfen benim yüzümden sızlamasın o vicdanın. Çünkü sen olmasaydın da ben göremezdim bugünleri. Canımı ipin ucundan aldın sen benim, beni işkencelerin arasından çekip çıkarttın. Unutma bunu."

"Ama hâlâ beni affettiğini söyleyemiyorsun." Sesinin boynu bile büküktü, en derin yarasından bahsederken. "Ve biliyorum, eskiden inanmazdım ama artık inanıyorum. Sana bir gün bu cümleyi söyleteceğim."

"Bu kadar güzel cümle kurdum senin için ve sen benim söylemediklerime mi takıldın gerçekten?"

Durdu, kaşlarının arasındaki çukur derinleşti ve paketini yırttığım çikolatadan bir parça koparıp ağzına attı. Bu defa ben çattım kaşlarımı. O da bir şeyler söylesin diye yüzüne bakıyordum, bunun farkındaydı. Güldü, dudaklarını araladı, geri kapattı ve tekrar açtı.

"Eyvallah." dedi sadece.

İkimizin kahkahaları birbirine karışıp Güneş Restoran'ın bahçesine dağıldı.

☀️

Bu bölümün yeri, kalbimin bir köşesi olarak kalacak hep. Ne zaman içim daralsa, ne zaman bunalsam bir şekilde yolum Ekip satırlarına düşer. Bazen yazmak, bazen sadece okumak, bazen evimde hissetmek için ve seksen dört, iyileşme durağım olacak. Işıklı, aydınlık bir durak. Son durak.

Son üç, sevgili okurlarım. Geri sayımı resmi olarak başlatıyorum.

Işık Asaf ve Efe Taşkıran, ekibimizin yeni üyeleri. Önce üç, sonra bir arkadaşın katılmasıyla dört kişilik bir ekip ve Selim'le birlikte beş. Bir elin beş parmağı, bir yumruk. Artık daha fazlası, çok çok daha fazlası. Ne diyorduk? Kestane. Evet kestane. :')

"Hiç ışıksız uçak olur mu?" demişti uçağını kıran küçük çocuk Yağız, 60. bölümde ve eklemişti Ateş'in üzerindeyken gözleri. "Senin ışığın var mı?"

"Var tabii, olmaz mı?" demişti Ateş ve Pelin'i göstermişti bir eliyle. "Bak, orada oturuyor benim ışığım."

"Kibritsin, mumsun, ışıksın sen."
Bu da bölüm 65'e ait bir alıntı, yine Ateş'ten Pelin'e.

Analiz bir gemiyse, Ekip bir uçaktı başından beri ve Işıksız uçak olmaz. Karanlıktan korktuğu günleri geride bırakan Ateş Asaf için bir hediye, Işık. Benim, bizim geride bıraktıklarımız için de aslında.

Kiçolatalar verdim size ve bir de kalpler, komacan.

Söz verin, buraya her döndüğünüzde bir yorum bırakacaksınız bu paragrafa çünkü bu bölüm sığınak, bu bölüm aydınlık, burası farklı, burası ev. Anı defterimiz bu satırlar olsun.

Efe'nin Işık'a elinde kremle koşması, sizdiniz. Sizin yorumlarınız ve mesajlarınızdı. Hep hissettiniz, hep hissettim, iyi ki. Gurur duyuyorum bizimle.

"Ama bilmiyorsun, gücüm sensin benim."

Siz bilin, siz anlayın, siz hissedin.
Sarıldım hepinize.

🕯️

Continue Reading

You'll Also Like

75K 6.8K 31
0542****: Başında bi' rüyaydı 0542****: Sahiden zor bir kadındı 0542****: Ara sıra kaçışlarıyla 0542****: Büyüleyen bakışlarıyla 0542****: Kim kazan...
283K 11.6K 35
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
358K 19.8K 56
"Sakın, sakın Ala, aklının ucundan dâhi geçirme." Diye burnundan soludu. Sinirle bir adım attım. İşaret parmağımı doğrulttum. "Sakın Yüzbaşı, sakın o...
7.7K 324 28
"Ben bir katilim. Duygularım her insan gibi var. Ama ben canlı insanları sevmem. Ölü insanları severim." "Bu senin insan olduğun gerçeğini değiştirme...