KIZIL GECE +18

Galing kay DuruMavii

3.8M 310K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... Higit pa

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
57. BÖLÜM; "Tutsak"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

58. BÖLÜM: "Dönüş"

23.6K 3.2K 2K
Galing kay DuruMavii

Selam.

Emily Watson~ La Ve En Rose

Duman~ Yürekten


Keyifle okuyun.

🖤

Karmaşa.

Bir el kafamın içine uzandı ve beynimi uzay boşluğuna fırlattı.

Sorular, şaşkınlıklar, nidalar; hepsi çift taraflı ve puslu bir aynanın ardında kaldı. Bedenim yalnız değildi ama fırlatıldığım boşlukta düşüncelerimle bir başımaydım.

Hatırlanmayacak olma düşüncesi...

Nasıl bir his olduğunu biliyordum. Kendi zamanıma döndüğümde birkez daha canımı acıtmayacağını biliyordum. Sadece nasıl olacağını bilmiyordum.

Derin bir nefes alarak şoktan kurtuldum, ruhumu Dora'nın kulübesine geri döndürdüm. "Nasıl olacak? Beni hatırlamazlarsa yaptıklarımı nasıl hatırlayacaklar?"

Mirel ve Perla kaşlarını çatarak bana döndüler. "Burada değil misin? Biz de dakikalardır bunu soruyoruz?"

Yaşadığım şok hali onları duymama izin vermemişti ancak görünen o ki henüz tatmin edici bir cevap alabilen kimse yoktu. "Dora," dedim merakla. "Nasıl olacak?"

"Söylediğim gibi... Bilemiyorum. İlla bir tahmin yürütmemi isterseniz..." Parmaklarını çenesine götürdü. Kuru göğsü derin bir nefesle doldu. "Tüm olanların, değişenlerin kendiliğinden olması imkansız... Bunları birinin yapmış olması gerek...Bana sorarsan varlığını bilecekler ancak kim olduğunu bilmeyecekler..."

Sessizlik. Dora'nın ortaya bıraktığı ihtimal, sessizce her birimizin zihninde kendine bir yer bulmaya çalışırken, soracak başka bir sorum daha vardı.

"Dora, burada işim bittiğinine göre geri dönmeliyim. Bana yol gösterebilir misin?"

Eli masanın altına uzandı. Büyükannesinin defterini çıkarırken, "Bu kez verecek bir cevabım var." dedi. Dudaklarıyla sessizce sayarak sayfaları çevirdi. Aradığı sayfayı bulduktan sonra işaret parmağını yazıların üzerine sabitledi ve gözlerini kapattı. Bu bir süre devam etti. Bir noktada Biran'ın mavilerine çarpan bakışlarımı geri almak istedim ama nedense başaramadım. Öylece durup bana bakarken, öylece durup ona baktım. Boktan bir durumdu. Buradan gitmek için can atıyordum ve o bunu izliyordu.

"Buraya nasıl geldiğini hatırlıyor musun?"

Unutmam mümkün değildi; ne ilkini ne de sonuncusunu... "Evet. Her iki seferde de aynı vakfın içinde bilincimi kaybettim."

"Detayları anlat."

Detaylar korkutucuydu. "Her yer sallanıyordu. Dışarı çıkmak mümkün değildi. Duman vardı... Çok fazla duman. Yangın kısa süre içinde her yer-"

"Yangın!" dedi aradığını bulmuş gibi. "Yangın..." Gözlerini yeniden kapattı ve parmakları sayfanın üzerinde yeniden kıpırdadı. Sonra fısıldadı. "Ateşten geldin, sudan geri döneceksin."

"Ateşten geldin, sudan geri döneceksin."

Bunlar Dora'nın son sözleriydi.

Çünkü içimden bir ses Dora'yı da bu zamanda son görüşüm olduğunu söylüyordu.

*

Vedalardan haz etmezdim. Belki de bu yüzden evren sesimi duymuştu ve aileme hiç veda edememiştim. Ancak şimdi, Biran ve bizimkilerle birlikte Molekon Köyü'nün ince, kıvrımlı, uzun, yemyeşil ve berrak deresinin kenarında otururken, veda vaktinin geldiğini, bu kez kaçamayacağımı biliyordum.

"Dora'nın su, diye bahsettiği şeyin bu dere olmadığını biliyorsunuz, değil mi?"

"Biliyoruz, Mirel." dedi Mestan. "Burada olmamızın sebebi başka."

"Evet. Sebebini biliyorum." Açık mavi ve genç gözlerini üzerime çevirdi Mirel. "Ne yapacağınızı bilmiyorum."

Dudaklarım hareketlenmek üzereyken, Biran'ın sesini duydum. "Kızıl Göl. Dora'nın bahsettiği yer orası olmalı."

İstemsizce gülümsedim. "...ve siyah çakıl taşları."

Bana baktı. Bilmiyordu ama nereden bildiğimi sormadı. "Onları sevmiş miydin?"

"Siyah çakıl taşlarını mı?" Başımı salladım. "Hı hı... Biliyor musun? Henüz kızıl gölü görmeden siyah çakıl taşıyla tanışmıştım."

"Vay canına." dedi Efraim. "Bu kız Safornikon hakkında bizden daha fazla şey biliyor gibi..."

"Bildiği çok şey olduğu aşikar." dedi Mestan. "Belki bir kısmını bizimle paylaşmak üzere."

Perla heyecanla, "Evet!" dedi bağdaş kurup oturduğu yerden. "Bizimle paylaş, şeyden önce..." Sesi inceldi. "Şeyden..."

"Elbette." Kafaya takmaması için küçük Perla'nın dizini sıvazladım. "Vedalaşmadan önce ne sormak istersiniz?"

"Gerçekten onunla birlikte mi olacağız?" Mirel, başıyla Mestan'ı işaret etti. Mestan, onun cesaretine şaşırdı.

"Evet. Buna an be an şahit oldum. Kırgınlıklarınıza, duvarlarınıza... Sonra o duvarları nasıl yıktığınıza... Kader sizi bir arada tutmaya devam edecek. Kadere ve sözlerime güvenin."

Efraim boğazını temizledi. Ne anlama geldiğini biliyordum. Açıkça soramıyordu. Çünkü Biran buradaydı.

"Başta direneceksin ama sonra..." Perla'nın dudaklarında bastırmaya çalıştığı bir tebessüm vardı. "Sonra teslim olacaksın. Kolay olacak, diyemem. Karşı çıkanlar olacak." dedim Biran'ı kastederek. "Ama sonra herkes yanınızda olacak. Herkes..."

Biran'ın huysuzca homurdandığını duydum. Diğer erkekler de kızlar gibi bağdaş kurmuştu ama liderin ayakları oturduğu yerde yere basıyordu ve iç bilekleri dizlerinin üzerinde duruyordu. Sonra "Ya diğerleri..." diye sordu, ciddi bir bakışla.

"Temur Alizen ölecek, Leydi Diana ile aynı gün. Leydiye ve ağabeyi Lord Steven'a asla güvenmeyin. Lordun niyeti Temur ile aynı. Sade-"

"Detay verme." diyerek böldü lider. "Ne yapacağımızı söyleme. Atacağımız adımları karıştırırsın. Unutma, kader döngüsüne müdahale etmeyeceğiz."

Haklıydı. Yine de... "Eğer beni unutmayacak olsaydınız, size başka şeyler söylerdim."

"Olsun." Perla omzunu silkti. Tam bir kız çocuğuydu. "Yine de söyle sen."

Biran'a baktığımda, onun da bunu beklediğin gördüm. "Öncelikle Efraim ve Mirel'e, ormanda buldukları sarışın kıza iyi davranmalarını söylerdim. Üç büyüklere olacakları anlatan bir mektup yazar, çıkacağım mahkemede bana inanmalarını sağlardım. Efraim'e, Biran'dan o kadar da korkmaması gerektiğini söylerdim." Kızlarla birlikte gülümsedik. "...ve sana." Sevdiğim adamın genç haline baktım. "Bana karşı daha nazik olmanı söyledim. Bana koşulsuzca inanmanı ve hayatımın en zor anlarında yanımda olmanı söylerdim."

"Sana..." İrislerine yer etmeye çalışan pişmanlığı görebiliyordum. "Çok mu kötü davrandım?"

"Sadece acı çekiyordun ve yine çekeceksin."

"Kendim olarak." dedi. "Hiçbir büyünün etkisinde kalmadan. Senin sayende."

Suratıma kendini beğenmiş bir ifade kondurmaya çalıştım. "Mütevazı olamayacağım, lider. İyiliklerimi unutacak olman çok acı..."

Şimşek çaktı. Yeryüzüne bolca ışık enjekte eden kuvvetli bir şimşekti. Zamanın kulağımıza fıdıldamak istediği bir şeyler vardı...

Biran ile birbirimize baktık ve aynı anda ayaklandık. Üzerimde kilitlenen dört çift buruk bakışa gülümseyerek baktım. "Tüm bunları söyleyerek hata ettiğimi biliyorum. Belki nasılsa olacak, deyip elinizi çabuk tutacaksınız; kaderde aksamalar ve değişenler olacak. Zaten kısalan ömrüm belki daha da tükenecek ama size güveniyorum çocuklar... Doğru olan zaten zamanını beklemek. Siz bir de benim için zamanını bekleyin ki bana kalan ömürde oğluma ve..." Başımı Biran'a çevirdim ama gözlerimi kaldırıp ona bakamadım. "...kocama doyayım. Anlaştık mı?"

"Seni tehlikeye atacak en ufak adım atmayız. Ama Dora'nın sözlerini hatırla. Unutacaksınız, dedi. Seni unutursak sözlerini de unuturuz. Dolayısıyla kimse gelecekte kiminle olacağını bilemez ve sen de tehlikeden kurtulursun."

Efraim, "Bu sadece bir ihtimal Mestan" dedi. "Belki de Rozelin'in sözleri, kimin söylediğini bilemediğimiz sözler olarak kafamızın içinde döner durur."

"İhtimalleri bir kenara bırakın."Avuçlarımı birbirine kenetledim. "Sadece kalbinizi dinleyin. Doğru yolu bulacaksınız." Tenimi ıslatmaya başlayan yağmura başımı gökyüzüne doğru kaldırarak karşılık verdim. Tenimde hissettiğim damlacıklar beni uğurlamak üzere buradaydı. "Son görüşmemizde vedalaşmadık ama bu kez vedalaşacağız. Çünkü o zaman sizi yeniden göreceğimi biliyordum." Perla'yı ellerinden tutup ayağa kaldırdım. "Şimdiyse şu genç hallerinizi son görüşüm olacak."

Perla'ya sarıldım. "Şimdikinden çok daha güzel olacaksın." diye fısıldadım.

Mirel'e sarıldım. Ona gördüğüm en güçlü kadının kendisi olduğunu söyledim. Cevabı gecikmedi. "Sanırım aynısını ben de senin için düşünüyorum ve gelecekte de düşüneceğim."

Mestan'a sarıldım. Sırtımı sevecenlikle sıvazlayarak, "Seni gelecekte de sevmiştim, değil mi?" diye sordu.

"Elbette. Beni sevmeniz kaçınılmazdı."

Efraim'e sarıldım. "Dediğimi duydun mu? Her zaman nazik bir çocuk ol, yoksa elimden çekeceğin var."

Başımın üzerine sesli bir öpücük bıraktı. "Sen yine de bana insaflı davran. Sonuçta nasıl iyi kalpli, centilmen ve mükemmel biri olduğumu artık biliyorsun."

Geri çekilirken burnunu sıkıp bıraktım. "Şapşal, ilk tanıştığımız zaman dönmeyeceğim ki..." Devamında söyleyeceklerim içimi buruklaştırdı. "Alaz'ın üç yaşında olduğu zaman döneceğim."

"Öyle ya..." İdrak ettiği gerçek onu da hüzünlendirdi. "Umarım gittiğinde bizi bir arada bulabilirsin."

Ona, söylediğinin imkansız olduğunu söyleyemedim. O ve Perla değil ama Mirel ve Mestan'ı geri döndüğümde ne yazık ki zindanda bulacaktım. Üstelik, geçen üç yılın üzerine neredeyse bir o kadar daha cezaları kalmış olacaktı.

"Bir arada olacağız koca adam." Yumruklarımızı sıkıp birbiriyle tokuşturduk. "Umarım geri döndüğümde..." Perla ve ona sevgiyle baktım. "Evlenmiş olursunuz."

Biran'ın boğazını temizleme sesi kulaklarımıza ulaştı. "Gidelim, hava kararıyor."

Burnumun yandığını hissettim. Hadi ama! Ağlamak gibi bir niyetim yoktu. "Kendinize iyi bakın." Elimi kaldırıp, hafifçe salladım. "Beni unutmayın, diyeceğim ama sanırım bu çok da mümkün olmayacak." Alaycılıkla gülümseyip arkamı döndüğüm an gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü. Hızla geri döndüm ve kollarımı açtım. "Gelin burada!"

Sadece birkaç saniye içinde sevdiğim tüm insanlar kollarımın arasındaydı. Mümkün olduğunca sıkıca sarıldık. "Şimdi gidip daha yetişkin hallerinize sıkıca sarılacağım." Bu sondu. Geri giden adımlarla onlardan uzaklaştım.

Genç dostlarımı arkamda bırakarak, genç sevgilimle birlikte beni kendi zamanıma ulaştıracak çıkışa doğru yol aldım.

*

Yıllar öncesinin Safornikon'unu, mistik kızıl havasını ve kasvetli yollarını izlerken, taş zeminin üzerinde kayıp giden tekerleklerin giderek hızlanan sesi ve rüzgarın tutarsız uğultusunu dinliyordum. O, yanımdaydı. Aslında değildi. Ona bakarken zorlanıyordum ama bir daha göremeyeceğim bu çocuksu gençliğine doyasıya bakmak istiyordum. Benim kaçamak bakışlarımın aksine, araba kullanmasına rağmen bulduğu her boşlukta çekintisizce bana bakıyordu. Biliyordum; unutacağını bilerek, unutmamak için her detayı aklında tutabilmek için...

"Bundan sonra ne yapacaksın?"

Başımı çevirdiğimde, yüzündeki ifadenin ağır ağır tükendiğini gördüm. Tüm ifadeler onu terk etti. Artık kimse üzgün olduğunu söyleyemezdi; mutlu, kırgın, kızgın olduğunu söyleyemezdi.

Çünkü ona ölen Melina'yı ve kaybettiği bebeğini hatırlatmıştım. Her nasıl olduysa bunu bir süre için unuttuğuna ve henüz hatırladığına şahit olurken, buna sebep olduğum için pişmanlık duyuyordum.

"Bana geri dönmenizi bekleyeceğim."

Kapalı dudaklarım kıvrılmaya çalıştı. "Kimseyi hırpama, en çok da kendini..."

"Fazla şey istiyorsun sarışın."

Sarışın. Hangi zamanda olursak olalım bu kelimeyi onun dudaklarından duymak kalbimi eritmeye yetecekti.

"Beni dinlemeli-"

Yanımızdan hızla geçen aracın içindeki sima sözüklerimi alt üst etti. Steven! Bu oydu.

"Nereye gidiyordu!" Telaşla arka cama dönüp, boşuna olduğunu bile bile görmeye çalıştım.

"Kimden bahsediyorsun?"

"Steven Alte'den? Az önce giden oydu."

Bakışlarını dikiz aynasına dikti ama Steven'ın kullandığı araç çoktan gözden kaybolmuştu. "O olduğuna emin misin?"

"Evet."

"Garip."

"Garip olan ne?"

"Onu bölgemde daha önce görmedim. Üstelik lordlar araç değil at kullanır."

Sözlerinin aklıma üşüştürdüğü ihtimal içimi ürpertti. "Yoksa..."

"Yoksa?" Araba yavaşladı, durdu.

"Biran," Elimi direksiyondaki elinin üzerine koyduğumda, ifadesi ona geri döndü; şaşkınlık... "Steven'ı takip eder misin? Nedenini sorma. Bunu benim için yapar mısın, onu söyle."

Baktı, baktı ve baktı. Sonra eli elimin altından kayıp gitti. Çünkü tam sol çevirdiği direksiyon bizi Steven'ın peşine takmıştı. Çok geçmeden aracı yeniden görüş açımıza girdi. Hala oldukça süratliydi ama herhangi bir aracı Biran'Dan daha iyi kullanan biri görmemiştim. Öyle ki lordun aracını yakaladığımız andan itibaren gözden kaybetmemiş olmamıza rağmen varlığımızı fark etmemişti.

Biraz sonra Lovangos'daydık. Kraliçelik ünvanımı aldığım bu eyaleti iyi biliyordum. Burada elime iki kişinin kanı bulaşmıştı. Unutmam imkansızdı.

"Eyaletin doğusuna gidiyor. Orada ormanlık alandan başka bir şey yok." dedi ve takip etmeye devam etti. Ben söylemeden bırakmayacaktı.

"Devam et."

Yolculuğumuz Lovangos'un doğusunda, ormanlık alanda devam etti. Ancak bir noktada ağaçlar, arasından bir ağacın geçemeyeceği kadar sıklaştı. Biran, lordun duracağını önceden kestirerek, kör bir noktaya aracı bıraktı. Her ikimiz de sessizce araçtan inerken, Steven yolun kenarında durduğu aracından inip, seri adımlarla ormana dalmıştı.

"Biran, gelmek istemezsen anlarım ama onu takip-"

Kolumda tutuşunu hissettim. Takip eden ikinci saniye hızlanan adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum. "Senin tanıdığın herif yalnız gitmene izin verir miydi bilmem ama benimle mümkün değil."

Bacaklarıma çarpan sert çalılıkların içinde adımlarım karışırken, "O da vermezdi." dedim. "İyi herifti."

Steven'a yaklaşınca işaret parmağını dudaklarına dokundurarak sessiz olmamı işaret etti. Attığımız birkaç adımdan sonra sessiz olmamız yetmedi; Steven'a tehlike arz edecek kadar yaklaşmıştık. Artık nefes alışverişlerimize kadar kontral etmeliydik.

Steven eğildi, karşılıklı alçak ağaçların dallarının birbirine karıştırarak oluşturduğu yeşil tünelden geçti. Birkaç dakika bekledik. Ardından o tüneli geride bıraktığımızda, karşımıza çıkan köhne bir külübeydi ve artık göremediğimiz Steven o kulübenin içindeydi. Biran kulübeyi arkadan dolaşacağımızı işaret etti. Başımı iki yana salladım ve kulübeyi iki yandan sarmayı işaret ettim. Kabul edeceğe benzemiyordu. Bunu bildiğimden tutuşundan kurtuldum ve eğilerek kulübenin diğer tarafından döndüm. Dört duvardan ikisini döndüğüm halde içeriyi görebileceğim bir pencereye rastlayamadım. Üçüncü duvarda karşıdan gelen Biran ile buluştuk. Bana kızgın gözlerle bakıp, bu kez daha sıkı bir tutuşla kolumu yakaladı. Bana kızacak vakti olmadı, çünkü önünde durduğumuz duvarda küçük de olsa bir pencere vardı. O penceren birlikte baktığımızda, Steven'ın tahmin ettiğimiz gibi içeride olduğunu gördük. Yanında yaşlıca bir adam vardı. O adamın ilk kez görüyordum ama bir büyücü olduğu, önündeki kaynayan kazandan, kapalı gözlerinden ve fısıldayan dudaklarından açıkça belliydi.

"Burada olmamızın bizi ilgilendiren bir tarafı olduğunu sanmıyorum."

Kazanın yanında boş bir sedye vardı. O sedye birini varlığıyla dolacaktı; masum bir kızın...

"Biran, Temur'un bana yaptığını yapıyorlar." Endişeli bakışlarımı ona çevirdim. "Bir kızı esir etmeye hazırlanıyorlar."

Camın ardındaki Lord Steven'a çevrilen bakışlarında öfke vardı. "Engel olmak mı istiyorsun?"

"Nasıl yapacağım? Seni fark etmeleri tüm kaderi değiştirir. Steven ile düşman olamazsın. En azından şimdi."

"Engel olmak kaderi değiştirir mi?"

"Şey...." dedim alelacele. "Yani.... Sanmıyorum."

Kollarımdan kavradı. "Rozelin, değiştirir mi, değiştirmez mi?"

Tanrım! Bilmiyordum. Hızlıca düşünmeye çalışmam aklıma bin tane ihtimal getiriyordu. Steven tarafından yalnızca birkez köşeye sıkıştırılmıştım. O da Zehra yüzündendi. Zehra olmazsa saldırı da olmazdı. Evet! Mantıklı olan buydu. "Değiştirmez!" dedim gürültülü bir fısıltıyla. "Değiştirmez Biran. Her ne yapacaksan yap!"

Düşündü. Sonra ceketinin iç cebinden küçük bir içki şişesi çıkardı. Ne yapacağını ilk anda anladım. Amacı kulübeyi ateşe vermekti. O şekilde Steven ve büyücüyü içeriden çıkarıp, yapacakları büyüye engel olacaktı ve tüm hazırlıklarını yakıp kül edecekti.

Bunu yalnızca ben istediğim için yapacaktı.

"B-biran..." Susmamı işaret etti. Beni peşi sıra çekiştirdi. En yakın köşeye ulaştığımızda şişeyi elinden kaptım. "Bu işte birlikteyiz, lider." Fısıltıma kalkan sol kaşım eşlik etti. "Ateşi sen mi yakacaksın? O halde benzini ben dökeceğim."

Bakışlarımı yüzünden ayırmadan, şişeyi eğdim ve bir miktar alkolü ilk köşeye boca ettim.

Bakışlarını yüzümden ayırmadan çakmağı çıkardı ve ilk köşeyi ateşe verdi.

"Ona kadar say." Çakmağın ateşinin yansıması gözbebeklerine intikal etti. Ateş, onun gözlerinde hep vardı ve hep var olacaktı. "Onuncu saniyede dördüncü köşede buluşacağız."

Başımı usulca indirip kaldırırken, "Bir." dedim.

İki ayrı yöne ayrıldık.

İki.

Kulübenin ikinci köşesini alkole buladım.

Üç.

Dört

Külübenin üçüncü köşesini alkole buladım.

Beş.

Altı.

Kulübenin son köşesini alkole buladım.

Yedi.

Sekiz.

Dokuz.

Bulışma noktasındaydım. Görüş açıma giren Biran son köşeyi de ateşe verdi ve soluğu yanımda aldı.

Birbirimize baktık ve aynı anda söyledik. "On."

Elimi uzattım. Tuttu. Cayır cayır yanan kulübeyi arkamızda bıraktık ve birlikte ağaçtan tünelden geçtik. Ağaç dalları ve asi çalılar bedenimize çarparken koştuk. Daha hızlı koştuk.

Arabaya ulaşıp, derhal Lavongos'un köhne ormanından ayrılırken kimse konuşmamıştı. Az önce bir suç işlenmişti ve o suçu işleyenler biz değildik. O suçu işleyen, suça kurban gitmiş kişilerdi. Bunu bilerek sustuk.

Ta ki... Uzun zamandan sonra kızıl göl ve siyah çakıl taşlarını yeniden görünceye kadar...

Gördüğüm daha fazla şey vardı; Biran gölün kenarına küçük bir çadır kurmuştu. Çadırın hemen önünde ufak bir masa ve iki de tahta oturak vardı.

Ona döndüğümde, kızıl bir çarşaf gibi görünen göl arkamda kaldı. "Buna şaşıracağımı mı düşünüyorsun?" Başımı iki yana salladım. "Buraya ikimiz için büyük bir yemek masası kurduracaksın ve..."

Yaklaştı. Esmer ve ilk tanıştığımız halinden daha az hatlara sahip olan yüzünde keder ve umut vardı. "... ve?"

Başım göle doğru döndü. "Benim için dalıp göldibi meyvesi çıkaracaksın."

Göl kan kırmızı rengiyle ölüm, devinimsizliğiyle huzur intibası veriyordu. Yüzeyinde bizi hayal ettim; gelecekte, tam buradaki halimizi...

"Sen..." Çenemde hissettiğim parmaklarımı başımı ondan tarafa çevirdi. Bakışları bir an için karnıma düştüğünde, ne söylemek istediğini anlamıştım.

"Evet, hamileydim ve canım istemişti. Sen de benim için getirdin. Birçok şeyi..."

Hava etrafımızda an be an kararırken, toy bakışlarında pişmanlık sezdim. "Sana iyi davranmadığımı sanıyordum."

Yarım bir gülüş uğradı dudaklarıma. "Uzun sürmedi."

"Sana hemen..." Boğazını temizledi. "Hemen?"

"Hemen değil. Eğer sorduğun buysa... Birbirimize aşık olmamız uzun bir zaman aldı."

Eli sakallarına gitti; bu görüntüyü seviyordum. "Acıktın mı?"

"Hı hı..."

"Çadıra yiyecek bir şeyler bırakmalarını söylemiştim."

Yanından ayrılıp çadıra doğru yürüdüm. İçeride neredeyse birkaç günlük yiyecek vardı. "Ne zaman hazırlandı burası?"

"Bugün. Dora'nın yanından çıktıktan sonra anons ettim."

Çadıra girdim. Kısa sürede birkaç çeşit yemekten oluşan iki tabak hazırladım. Masada bizim için servis açarken, Biran çadır ipinin bağlı olduğu kazığın yanına bırakılmış siyah çantayı aldığını gördüm. İçinde ne olduğunu biliyordu. Fermuarı açtı ve büyük bir şişe içki çıkardı. Elini yeniden çantaya soktu ama bu kez aradığını bulamadı. Homurdanarak çantayı ayağının dibine attı.

"Şişeden içeriz."

"Ne?"

Başımla elindeki şişeyi işaret ettim. "Şişeden içeriz, diyorum. Kadeh şart değil."

Şişeyle birlikte yaklaştı ve iki sandalyeden birine oturdu. "Alkolik misin?"

Omuz silktim. "Yalnızca elimdekiyle yetinmeyi biliyorum."

"Öyle olsa buraya gelmezdin."Çatalı eline aldı ve önündeki yemeğe dokundurdu. "Dora, buraya bir şeyleri değiştirmek için geldiğini söylemişti."

Karşısına oturdum anca çataldan önce önündeki şişeyi kavradım, başıma diktim ve kayda değer büyük bir yudum aldım. "Bunun yetinmemekle bir alakası yok. İçime dokunan bir şeyler vardı ve bu doğrudan seninle ilgiliydi." Şişeyi masaya bıraktım. Ellerimi ikimizin görebileceği seviyeye kadar kaldırdım. Avuçlarımı kapattım ve aniden açtı. "Puf! Sonunda işte buradaydım."

Bir yudum daha alacakken, şişe parmaklarımın arasından kayıp gitti. "Yavaş. Bu senin dünyandaki içkilere benzemiyor."

Şişeyi ondan geri aldım. "Senin dünyandakilerle daha önce tanışmıştım." Şişeyi başıma diktim. Vay canına! Bu seferki yudum daha büyüktü. "Karışma. Burada son saatlerim. Gevşemem gerektiğinin farkında olmalısın."

Başka bir şey söylemedi. Yedik ve içtik. Hava, binlerce insanın kanıyla beslenmiş kadar koyu bir kızıldı. Gölün üzerinde isminin ne olduğunu bilmediğim ışıklı böcekler uçuşuyordu. Çocuk olsaydım onların peşinden koşacağımı biliyordum. Çocuk değildim, anneydim ve oğlumun o böceklerin peşinden koşmasını izlemek istiyordum. O görüntü gözümün önünde canlanırken, gülümsemeye çalıştım ama dudaklarımdan çıkan lanet bir hıçkırıktı.

"Siktir! Hıçkırık tutmaktan nefret ediyorum."

Biran, yarıyı çoktan geçtiğimiz şişeden bir yudum daha aldı. Sağlam içiyordu ve bakışları bile kaymamıştı. Onun ezelden beri kuvvetli bir bünyesi olduğunu anladım.

"Sakın kusayım, deme. Kusmuk kokusundan nefret ederim." Eliyle çadırın arkasını işaret etti. "Eğer kusacaksan, bunu orada yap."

Tebessüm ettim. Hayır, bu sesli ve berbat bir kahkahaydı. "Biliyor musun Biran, gelecekte üzerine kusacağım ve bir kısmı da..."İşaret parmağımı kaldırdım ve suratının önüne daire çizdim. "O kendini beğenmiş suratına sıçrayacak."

Yüzünde sahibi bir ikrah ifadesi belirdi. "...ve yine de sana aşık oluyorum, öyle mi?"

Neden bu soru yüzümdeki gülümsemeyi silmişti. Hayır, sarhoş değildi. Sadece gevşemiştim; oldukça gevşemiştim. Dirseğimi masaya koydum, yanağım yumruğumun üzerindeydi. Ona daha yakındım. "Bana aşık olman kaçınılmazdı, lider. Tıpkı sana aşık olmamın kaçınılmaz olduğu gi-"

Sözümü bölen bir başka sözcük değildi. Sözümü bölen dudaklarıydı.

Ona karşılık verirken bir an bile düşünmedim. İçki kokan dudaklarıyla dudaklarımı sıkıca kavradı ve benimle uzun uzadıya öpüştü. Yerinden kalktığı saniye kucağındaydım. Bizi neredeyse çadırın içine fırlattı. Üzerime düşmesi acı vermişti ama dudaklarının verdiği haz diğer tüm duyguları bertaraf edecek kadar kuvvetliydi.

Düşünmedik. Konuşmadık. Acı çekmedik ve gülümsemedik.

Biran'ın üzerimdeki kıyafetleri çıkarması birkaç saniyesini aldı. Dudaklarımızı birbirinden koparmadan düğmelerini açtım. Parmaklarım titriyordu; ruhum titriyordu. Çıplak ve cam kesikleriyle dolu ayaklarımla, ince bir ipin üzerinde yürüyordum. Elleri gerdanımda, göğsümde, kalçalarımda dolaşırken, kalbim hızla çarpıyordu. Gömleğini genüş ve şişkin omuzlarından sıyırıp çıkardım. Her şeyini çıkardım. Çıplak sırtında gezinen parmaklarım, orada rastlamaya alışık olduğu yara izlerini bulamamıştı.Teni... Pürüzsüz ve sertti. Dudakları bir çılgınlık yapmak için aşağı inerken bukleleri avuçlarımın içinde dans ediyordu. Dudakları, dili ve parmaklarının yumuşak olmak baskısı atacağım çığlıkları zihnime hapsediyordu. Hapsoluyordum. Onu kendime çektim ve başımı yerden ayırıp dudaklarına yapıştım. Tırnaklarım zehirli bir mızrak gibi tenine saplanırken, bacaklarım beline dolandı ve buluştuk. Dakikalarca, saatlerce; sabaha kadar hiç durmadan buluştuk.

Günün ilk ışıkları uyuyan çadırın ince kumaşından sızıp, yüzüstü yatak Biran'ın bronz omuzlarına vururken, cenin pozisyonundaydım ve yönüm ona dönüktü. Hiç uyumamıştım. Yapılacak daha iyi şeylerim vardı; Biran'ı izlemek gibi... O ise bedenindeki tüm teri bedenime hapsederek, neredeyse o koca cüssesini devirecek bir yorgunlukla uyuyakalmıştı.

Sonra... dalgaların sesini duydum.

Küçük bir göl dalgalanamazdı.

Biliyordum, bu bir çağrıydı.

Sessizce üzerimi giyindim. Biran hala uyuyordu ve nefes alışverişleri hala çok sessizdi. Şakağında duran buklesini kulağının arkasına alırken, gözümden akan damlanın saçlarının arasında kendine yer bulmasına izin verdim.

"Bebeğimiz bize geri dönecek, biliyorum." Eğildim ve şakağına bir veda busesi bıraktım. "Şimdi ben de size geri döneceğim. Umarım oğluna sıkıca sarılmışsındır. Çünkü uzunca bir süre onu kollarımdan bırakmayı düşünmüyorum." Saçlarını kokladım, ensesini ve yastığın üzerinde durak ellerini... "Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorum. Hoşçakal sevgili lider..."

Biran'ı orada bırakıp çadırdan çıktığımda, gölün ortasında dev bir hortumla dalgalandığını gördüm. Garip; ürkütücü; karanlık bir manzaraydı. Göğün bağrında süzülen bulutlara baktım; öfkeli görünüyorlardı. Beni yutmak için can atan o hortuma doğru yürüdüm. Bedenim kızıl gölün soğuk suyuyla ıslanırken, gürüldeyen gök yağmurlarını özgür bıraktı.

Zaman, ruhumu bir başka zamana fırlatmak üzere kıskıvrak yakalamıştı

Ruhum, ait olduğu zamana kavuşmak için kıvranıyordu.

Benliğimle zamanın duvarlarını tırmalıyordum.

Ben, Rozelin Nuh;

Biran'dan ayrılarak, Biran'a kavuşmaya gidiyordum.

🖤

Geri dönüşe hazır mıyız!!!

Özlediğimiz zamanlar geliyor. Heyecanlıyım.

Neler okumak istersiniz?

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

324K 4.3K 24
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
32.8K 433 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
19.1M 489K 65
"Geçmişin izleri yüzünden sevgiye ve aşka inanmayan bir adamla en büyük hayali gerçek bir aşk yaşamak olan genç bir kızın,sırlarla dolu hikâyesi.'' M...
1.1M 69.3K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...