Dört Duvar

By beeyzz

333K 39K 15.3K

Vurdu ve Aşk'tan tanıdığımız Çeşmiahu Tümer'in hikayesidir. More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm

22. Bölüm

8.6K 1.1K 317
By beeyzz

yorumlarınızı böyle bekliyorum:')


Vapurun motoru durmuştu bu esnada. Hafif bir sallantı oldu.

"Gelmişiz," dedi Ahu, omzunun arkasından iskeleye doğru bakarken.

"Biraz bekleyelim istersen. Çıkışa yığılmanın bir anlamı yok bence, nasılsa ineceğiz."

"Haklısın. Titanic değil ne de olsa, batmıyoruz." Gergindi, bu yüzden gözleri kan çanağına dönene kadar ağladığı filmle bile dalga geçebilirdi. "Bu arada Titanic günümüzde yapılmış olsaydı, seferine ilk bilet alanlardan biri ben olurdum."

Arhan doğrulmuştu. "Ona ne şüphe. Hatta orkestrayla beraber yolcuları sakinleştirmeye çalışır, istek parça falan alırdın."

"Ama ben çok panik bir insanımdır, orkestra ile beraber bunu yapabilir miydim emin değilim."

"Aynı zamanda da bir o kadar fedakâr olduğunu düşünüyorum, yanılıyor muyum yoksa?"

Genç kız gülümsedi. "Sanırım öyleyim. Yapılacak bir şey yoksa güzel bir şarkı dinleyerek batabilirdim." Ayağa kalktı ve kalabalığın azaldığını gördü. "Peki sen? Bilet alır mıydın?"

Arhan yediklerinin poşetini alıp, hemen birkaç adım uzaklarındaki çöpe attıktan sonra arkasına baktığında, Ahu'nun peşinden geldiğini gördü. Eliyle önden geçmesi için merdivenleri gösterirken, kararsız bir şekilde şişen yanaklarındaki nefesini birkaç seferde bıraktı. "Hiç sanmıyorum."

Ahu, genç adam görmese de sırıtıyordu. "Canın çok tatlı diye yorumladım."

"Hayır hayır, kesinlikle alakası yok. Sen maceracı bir insansın, keşfetmeyi seversin; ben ise sadece tutkularımın peşindeyim. Ayrıca canım tatlı olsaydı, sanırım birçok hobimden vazgeçmem gerekirdi."

Kurulan platformu gören genç kız istemsizce yavaşladı, Arhan bunu fark etmese de ondan önce davranarak geçti ve yine Ahu'ya yardımcı oldu. İkisi de konuşmadan ve böylesine uyumlu bir şekilde hareket ettiklerini fark edince, birbirlerine kaçamak bakışlar atmıştı.

"Hobilerin neler?" dedi, alçak bir ses ile. O anın etkisinden kurtulmak istediği her halinden belli oluyordu. Hızlı ve telaşlı bir şekilde konuşmaya devam etti: "Dur tahmin edeyim, karma dövüş sanatları mı?"

"Dövüşmeyi hiç sevmem. Kavgalardan haz almıyorum. Tabi bu dala gönül verenlere saygım var fakat dediğim gibi benlik değil. İlgi alanım daha çok arabalar."

"İnan bana hiç şaşırmadım! Off-road mı?"

"Severim. Aynı zamanda federasyon sürücü lisansım var."

Ahu'nun yürürken kaşları çatıldı, Arhan'a baktı. "Ne lisansı?"

"Ralli."

"Sen şaka yapıyorsun?!" dedi, saf bir şaşkınlıkla. "Pilot musun?!"

Arhan, bu ihtimali genç kıza düşündürdüğü için kendiyle gurur duymuştu. Mütevazı bir kahkahayla çenesini kaldırırken, o seviyede olsa da bunu dillendirmeye gerek duymadı. "Sporcu değilim. Dediğim gibi, sadece bir hobi benim için."

"Hım... Anladım," derken, pis pis sırıtıyordu. Söyleyeceği her neyse ciddiye alınmaması gerektiğinin en büyük belirtisiydi bu. "Günlük hayatında sorun yaşadığın insanlara pistte görüşelim diyorsun o zaman? Ah tabi, kapılacak bir kız varsa uğruna yarış da yapılır, değil mi?"

"Aslında en başında amacım bir otomobili gerçekten en iyi şekilde kullanmayı öğrenmekti. Tabi zamanla hızın getirdiği o adrenalin ve kontrol hissi çok hoşuma gitmeye başladı." Arhan bir detaya değinmek ister gibi işaret parmağını aralarındaki boşlukta salladı ve ekledi: "Bu arada, gerekirse evet; senin için yarışırdım."

Ahu eliyle yüzünü yellerken, bunun sebebinin hava olmadığının farkındaydı. Evet, güneş tepelerindeydi, sıcaklık otuza dayanmıştı fakat her şeyi dayanılmaz hale getiren ve harareti yükselten, Arhan'ın çok normalmiş gibi söylediği şeylerdi. "Çok iddialısın," dedi, ağlamaklı bir tebessümle.

"Senin için her şeyi yaparım Ahu," diye mırıldandı, genç adam. Başını kaldırdığında kararlı bakışları ve kendinden emin duruşu afallatmıştı onu. "Yapacağım da." Sonra, yumuşadı kaşlarının arasındaki o sert çizgiler. Genç kızın yüzündeki tedirginliği görmüş olacak ki, ansızın gülümsedi. "Buna bisiklet kiralamakla başlıyorum," dedi. "Bloglarda çok tavsiye ediliyordu. Eğlenceli olabilir, ne düşünüyorsun?"

"Süper! Nereden kiralayacağız?"

Arhan etrafına baktı, kısa sürede o kadar araştırma yapmıştı ki, her yeri biliyor gibiydi. "Çarşıya doğru gideceğiz." Yukarıya doğru ilerlediler, çok yürümeden küçük bir saat kulesinin ortada olduğu ve birçok yol ayrımına sahip çarşıya varmışlardı. Hemen bir üst sokakta, lokantanın yanındaki küçük dükkâna doğru yaklaşan genç adamı, şaşkın bir şekilde takip ediyordu Ahu. "İşte geldik."

"Buraya daha önce gelmediğine emin misin Arhan?"

"Sadece çok fazla araştırdım. Garantici bir insanım, her şeyi bilme imkânım varsa; bunu yapmak isterim," derken, dükkânın önünde bisikletlerle uğraşan adama selam vermişti. Ahu için sepetli olmak üzere iki bisikleti hazırlayan adamı izlerlerken, Arhan hafifçe kulağına eğildi. "Burası için iyi olduğu gibi kötü yorumlar da vardı ama ücret konusunda cömert olursak, sıkıntı yaşayacağımızı düşünmüyorum."

"Çok kırıcı..."

"Sistem böyle, üzgünüm."

Adam bu esnada onlara seslenmişti. "Bisikletler hazır abi."

Arhan bir de kendi kontrol etmek istedi. Özellikle Ahu'nun kullanacağı bisikletin frenlerini ve tekerlerini tekrar gözden geçirdikten sonra yapılacak ödemenin katbekat fazlasını vermişti. Renkli bisikleti ona teslim ederken, "Sormadım ama kullanmayı bildiğini düşünüyorum," dedi.

"Amsterdam'ı nasıl gezebilirdim ki?" dedi, heyecanla seleye otururken. Hemen yanındaki genç adamın da bisiklete binmesini bekledi. "Nereye gidiyoruz?"

"Yukarı doğru çıkalım. Biraz turlarız."

"Lütfen yavaş sür olur mu, araba değil, insan gücü sonuçta. Ben ve bacaklarım da çok güçlü sayılmayız."

Arhan sırıttı. "Arkandayım, merak etme."

Pedalları çevirmeye başladıklarında, çarşının tatsız kalabalığından uzaklaştılar. Yol boyunca, büyüleyici güzellikteki yalılarla dolu sokaklardan geçtiler. Adanın çam ormanlarıyla kaplı tepelerinde oksijene doyum olmuyordu fakat bisiklet kullanırken, özellikle de eğilimli bir güzergâh takip ediliyorsa; nefes alabilmek pek mümkün değildi. Ahu bu yüzden birçok kez soluklanmak istedi, bol bol su içti. Ufaktan acıkmaya da başlamıştı. Yine de eski, büyük ahşap bina ilgisini çekti. "Burası neresi?"

"Rum Yetimhanesi," dedi, genç adam. Bisikletleri istemsizce yavaşlarken, merak uyandıran çevresini izlediler bir süre. "Otel olarak yapılmış fakat işletilmesine müsaade edilmediği için yetimhane olarak hizmet vermiş."

"Çok ürkütücü gözüküyor."

"Hakkında birçok hikâye var."

"Hayır, sakın söyleme! Ben başımı yastığa koyduğu gibi uyuyan bir insanım, travma istemiyorum."

"Peki, sustum."

Ahu tekrar pedalları çevirmeye başladı. "Arhaaan..." dedi, bir sağa bir sola sürerek. "Ben çok acıktım. Bir şeyler atıştırsak mı?"

"Yanlış hatırlamıyorsam, street wiev'ı kullanırken; yokuşun aşağısında hediyelik eşyaların satıldığı bir alan, büfe gibi bir yer görmüştüm. İnelim, bakarız."

"Tamam, son gücümle gidiyorum ben," derken, biraz arayı açmıştı genç kız.

"Yavaş sür Ahu!" diye seslendi Arhan, arkasından. "Bak çok tehlikeli yollar! Kime diyorum, duyuyor musun beni?"

"Aaa! Sal beni yaa!"

"Nasıl yapabilirim bunu? Sağını solunu karıştırıyorsun sen!"

Ahu tatlı tatlı gülerken, içi içine sığmıyordu. "Sağını solunu karıştıran kız ve yer yön duygusu güçlü olan erkek..." diye mırıldandı, kendi kendine. "Çok güzel. Artık sağıma bakmama gerek yok." Arhan birden yanında belirmişti, irkildi ve gidonları sıkı sıkı tuttu. "Ne yapıyorsun ya, korktum!"

"Yavaşla dedim, yokuş aşağı ineceksin. Bisikletin kendi hızı yeterli. Pedal çevirmene gerek yok."

"Biliyoruz herhalde! Oldu mu?" derken, ayaklarını boşlukta sallıyordu.

"Dikkatli ol, lütfen."

"Arhan..." dedi, inanmazcasına. Kızmaya başlamıştı.

"Korkuyorum," diye itiraf etti, genç adam. "Arabayla yaptığın kazadan sonra senin kontrolünde olan araçlar beni tedirgin ediyor. Zarar görmeni istemiyorum."

"İnanmıyorum, bunu gerçekten söyledin mi bana? Çok kötüsün! Ne var yani dikkatim dağıldıysa?"

"Özür dilerim ama sağlığın benim için her şeyden daha önce geliyor."

"İnsanlar neden karşısındakinin ruh sağlığını önemsemiyor? Bir insanın fizyolojik olarak sağlıklı gözükmesi, gerçekten iyi olduğu anlamına mı gelir? Kolumun kırılmasını kalbimin kırılmasına yeğlerim," dedi, yavaşça frene dokunurken. "Kırık iyileşir, kemik kaynar. Ama kalp kendini yenileyemez." Usulca gülümsemişti. Ondan saklanan şeyi biliyor gibi kurduğu cümleler, genç adamın beyninde uğulduyordu. "Hiçbir şeyi de unutmaz, Arhan."

"Haklısın," diyebildi, alçak bir sesle. "Ben... Bazen çok yüzeysel düşünüyorum." Ahu, 'bazen?' kelimesini tekrar edince düzeltti: "Tamam, çoğunlukla."

"Şaka yapıyorum!" dedi, neşeyle. "Sen tanıdığım en düşünceli erkeklerden birisin."

"Biriyim demek." Arhan çok büyük bir başarı elde etmiş gibi vurgulamıştı bunu. "Çok mutlu oldum, tanıdığın en düşünceli erkeklerden biri olduğum için. Kaçıncı sıradayım bu arada?"

"Bilmiyorum, iki veya üç olabilir."

"Alex'i geçtim mi peki?" dedi, huysuz bir tınıyla. Bu esnada bisikleti durdurup, park ayağını indirmişti. Ahu yanına doğru geldiğinde, dikkatli bir şekilde onu izlemeye başladı. Akşamüstü güneşinin kızıl yansıması üstünde, mümkünmüş gibi her zamankinden daha çok parlıyordu sanki. Kızaran yanakları ve rüzgârın hırpaladığı dalgalı saçlarıyla bir yaz rüyası gibiydi.

"Alex mi?" Genç kız şaşkın bir şekilde tekrar etmişti ismini. "İyi birisidir fakat düşünceli olmadığını deneyimledim," deyiverdi birden. Arhan'ın meraklı bakışlarını görünce huzursuz bir şekilde yutkunmuştu. "Ben... Böyle şeyleri konuşmayı anlamsız buluyorum."

"Ben de. Geçmişin beni ilgilendirmez, sorgulamak haddim değil. Fakat sormak istiyorum, geçmişinde kalan birisiyse; nasıl bugününde, seninle beraber olabiliyor?"

"Alex benim sevgilim değil ki! Hiçbir zaman da olmadı. Sadece..." Ofladı, tatsız detayları anlatmak istemiyordu. "Dediğim gibi, konuşmak anlamsız. Benim için bir arkadaş, ötesi de olamaz, bu yeterli bir açıklama sanırım."

Arhan konuşmaya yeltendiğinde, çenesinde inanılmaz bir baskı hissetti. O an anladı dişlerini sıktığını. Dudaklarını birbirine bastırarak uyguladığı kuvveti azaltırken, söylemek istediklerini de yutmuştu. Bunları konuşmanın şu anda doğru olmadığını düşünüyordu. Böyle bir günü mahvetmeyecekti, üstelik aptal da değildi; öfkesine yenik düşüp, Ahu'yla zıtlaşmayacaktı. "Anlıyorum. Daha uygun bir zamanda konuşuruz."

Ahu rahat bir nefes aldı. "Teşekkür ederim."

"Hemen bir şeyler yemek ister misin?"

"Önce hediyelik eşyalara bakalım mı?"

"Olur," derken, Ahu çoktan stantlara yürümeye başlamıştı. Elleri cebinde onu takip eden Arhan, bir süre boyunca hiçbir şey demeden küçük bir çocuk gibi genç kızın arkasında dikildi. Magnetleri, anahtarlıkları, rüzgâr çanlarını ve çeşitli takıları ilgiyle inceleyen Ahu'nun heyecanı çok güzeldi. Arhan o an orada çok alakasız gözükse de, onları gören herkes birbirlerine görünmez bir iple bağlı olduğunu anlayabilirdi.

"Ay çok güzel her şey! Biraz magnet alacağım. Seçmeme yardım eder misin?"

"Tabi."

Eline aldığı her magneti, vereceği kişilerle özdeşleştiren Ahu mutluydu. Büyüsüne kapılmak işten bile değildi, çok geçmeden Arhan da ona eşlik etmeye başlamış, çok önemli bir şeymiş gibi hediyelik eşya seçiyorlardı. "Bak bu da çok güzel. Size alabilir miyim? Yani sana? Pardon, önce şunu sorayım: hayatında kaç kere buzdolabının kapağını açtın?"

"Birkaç kere açtığımı çok net hatırlıyorum," dedi genç adam, düşünceli bir şekilde. "Ama bu magnetten sonra sık sık gidip açacağım, buna eminim."

"Ben de aynısından kendime alıyorum. Buzdolabını günde kaç kere açtığımı söylemek istemiyorum ama." Ellerindeki bütün hediyelik eşyaları standın arkasındaki kadına uzatmıştı. "Hediye paketine koyabilir misiniz?"

"Tabi, biraz bekleteceğim ama."

"Sorun değil, bir şeyler bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlamam bile," dedi, gülümseyerek. Ardından hemen tekrar tezgâhlara odaklanmıştı. Bu esnada bir köşede kalmış renkli ip bilekler dikkatini çekti. "Bunların bir anlamı var mı?" diye sordu, hepsine tek tek dokunurken.

"Hıhı," dedi kadın, paketlerle uğraşırken. "Neye ihtiyacınız var?"

"Anlamadım?"

"Hayatta neye ihtiyacınız var? Bunlar şans bilekleri diye geçiyor, o yüzden soruyorum."

"Ah..." Ahu istemsizce Arhan'ı aramıştı. Ondan biraz uzakta, garip bir şekilde pür dikkat başka bir tezgâhı inceliyordu. "Ben... Sanırım..."

"Aşk?" Kadının güldüğünü duyunca, ona döndü ve manidar yüz ifadesinden, Arhan'a attığı kaçamak bakışları yakaladığını fark etti. "Bence ihtiyacınız yok."

"Pekiştirilmesinde fayda var. Aşk hangi renk?"

"Kırmızı olan."

"İki tane de bileklik alıyorum, paketlemenize gerek yok. Takarız şuracıkta."

"Tabi, alabilirsiniz."

Ahu bilekliklerle uğraşırken saçlarında bir kıpırtı hissetmişti. Arı veya böcek olduğu düşüncesiyle karıştırmaya yeltendiğinde, eline takılan şey ile panik olmuş bir şekilde arkasına döndü. Arhan'la burun buruna gelmişti. "Ay!" dedi, korku ve şaşkınlıkla. Sonra papatya tacını görünce birden gülüverdi. "Benim mi bu?"

"Adanın simgesi olduğunu söyledi satış yapan kadın. Düşündüm ki, bugüne özel bir anı kalmalı sana."

"Çok teşekkür ederim, çok hoş."

"Bir saniye, saçlarına karışmadan takayım."

"Tamam," derken, kıpırdamadan hatta nefes almadan bekliyordu genç kız. Arhan'ın ciddi ifadesini izlemek çok eğlenceli ve hoştu. Onu çalışırken veya bir şeyle uğraşırken izlemekten asla bıkmayacağını düşündü. Güneş gözlüğünün arkasındaki bakışlarının memnuniyetle yumuşadığını görünce taca dokunmuştu. "Oldu mu?"

"Evet, çok güzel oldu."

"Teşekkür ederim. Ben de sana bir şey aldım. Takar mısın bilmiyorum ama takmasan bile bugüne özel bir anı olarak sende kalmasını isterim," dedi, onun gibi.

"Seve seve takarım," diyerek, bileğini kaldırdı Arhan. Heyecanlanınca ince motor becerileri üç yaşa düşen Ahu, titreyen elleriyle uzun uğraşlar sonucunda bağlamıştı bilekliği. "Çok güzelmiş. Teşekkürler."

"Patron imajını çizecekse, şirkete giderken çıkarabilirsin. Görmediğim zaman bozulmayacağıma söz veriyorum."

"Çizsin, sorun değil. Dur, seninkini de bağlayalım."

"Hım... Peki o zaman, öyle olsun." Çeşmiahu da uzattı bileğini. Arhan daha kontrollüydü fakat çok estetik bir düğüm attığı söylenemezdi, sırıtarak birbirine karışan iplere baktı.

"Paketler hazır," diye seslendi, stanttaki kadın.

Ödemeyi yapan Ahu poşetleri kaptığı gibi soluğu karşıdaki büfede almıştı. Menüye bakmadan patso dediği ve özel isteklerini sıraladığı an, Arhan için çok farklı bir deneyim olmuştu. Daha da komiği, bu bana çok gelecek, ister misin dediği ekmeği çok rahat bir şekilde yemesiydi. Genç adam kendisini doyurmamasını söylediğinde, doymadım ki diyerek kendisiyle çelişse de; umurunda değildi. Ahu'yu her an, her haliyle sevmekten asla bıkmayacaktı.

Tekrar yola koyulduklarında; çarşıya inmeleri, yukarı çıkmalarından daha kısa sürmüştü. Bisikletleri teslim ettikten sonra yürüyerek turlamaya devam ettiler. Çeşmiahu soğuk bir şeyler istiyordu, bu yüzden gözleri dondurmacıların üstündeydi. Bunu Arhan'a teklif ettiğinde, önce gitmeleri gerektiği bir yer olduğunu, dönüşte mutlaka yiyeceklerinin sözünü verdi ona.

"Gezmeyi atladığımız yerler varmış gibi hissediyorum."

Arhan başını salladı. "Evet, öyle. Not aldığım çok şey vardı fakat sadece birkaçını yapabildik. Ayrıyeten bir gün daha gelsek, gelinir anlayacağın."

"Yok yok. Çok yordu beni burası. İnanılmaz kalabalık ve İstanbul'a göre daha çok nemli sanki. Bayılacağım şimdi."

"Oturmak ister misin?"

"İyiyim ya, yürüyelim."

Genç adam şaşkın şaşkın güldü. "Karar ver."

"Yürüyelim lütfen. Yürümeyi seviyorum," derken, ayağı zamanla aşınan Arnavut kaldırımının aralarında oluşan boşluğa takılmıştı. Son anda Arhan onu tuttu, o da Arhan'a tutundu. "Hala seviyorum," diye dalga geçti başına gelenle. Atlattığı düşme tehlikesinden sonra tahmin ettiği gibi genç adam onu bırakamamıştı. Canına minnetti, bu yakınlığın tadını çıkardı. Çok geçmeden, girdikleri sokakta büyük beyaz bir bina gözüktü. Kırmızı panjurları ve göz alıcı mimarisiyle ben buradayım diyordu adeta. "Harika..." diyebildi, Ahu.

"Buyursunlar," dedi Arhan, genç kızı etkileyen kendisiymiş gibi keyiflenmişti.

İçeri girdiler. Ahu, küçük bir çocuk gibi kendi ekseninde dönerken, etrafı inceliyordu. "Art Nouveau. Çok zarif. Geçtiğimiz kapı sanki bizi başka bir zamana getirdi, kendimi 1920'lerde gibi hissediyorum. Çok nostaljik. Karo döşemelere bak. Kırmızı perdeler. Lobisi... Ah şu kuyruklu piyano! Burası harika!"

"Mesleki deformasyon sanırım. Burası bana Agatha Christie'nin romanlarını anımsattı sadece," derken, Çeşmiahu'ya göre daha sakin karşılamıştı Splendid Palas'ı. Yine de genç kızın heyecanına ortak oldu, uzun bir süre etrafı gezdiler. Birçok şey orijinalliğini koruduğu için kapı kolu bile çok narindi, Ahu hiçbir şeye dokunmadan büyülenmiş gibi dolaştı her yeri. Bahçedeki şık masalardan birisine oturduklarında, hala gözden kaçırdığı bir şey varmış gibi dört bir yanı kolaçan ediyordu. "Bu ezberleme telaşının sebebi nedir? İstediğin zaman tekrar gelebiliriz."

"Bilmiyorum, çok etkilendim. Off Arhan, bu çok güzel bir sürpriz oldu, teşekkür ederim. Beni üniversite anılarıma götürdün. O zamanlar da bu tarz yapıları gezmeyi çok severdim. Hala da seviyorum ama böyle nadide örnekler bulmak her zaman kolay olmuyor."

"Açıkçası buraya gelmek, yedek planımdı. Yemeklerini beğeneceğini düşündüğüm bir yer vardı fakat adanın diğer ucunda kalıyor. Başka zaman gideriz artık. Hem... Ruhunun doymasını izlemek de çok keyifliymiş doğrusu."

Ahu'nun içi erimişti. "Tabi, olur," dedi, hevesle. Bu esnada sohbetin bitmesini bekliyormuş gibi gelen garson, misafirleriyle nazik bir şekilde ilgilendi. Soğuk mezelerin ağırlıkta olduğu, ızgaranın eşlik ettiği bir ada yemeğinde karar kıldılar.

"Şarap alır mısınız?"

Arhan, Ahu'ya baktı. "Ben kullanmayacağım, sen ister misin?"

"Hayır, ben de almayayım. Teşekkürler," derken, garsonun birkaç adım uzaklaşmasını zor beklemişti. "Alkolle pek aran yok sanırım."

"Nadiren tüketiyorum. Vücudumdan kolayca atamadığımı hissediyorum çünkü. Beni çok yavaşlatıyor, odaklanma sorunu yaşıyorum. Ancak hafta sonları, o da çalışmayacaksam tabi."

"Hayatının iş üstüne kurulu olması çok sinir bozucu."

Genç adam güldü, sevecendi ama buruk bir tebessüm bırakmıştı ardında. "Bu yeni bir şey değil."

"Peki üniversiteyi nerede okudun?"

"Fransa'da, HEC Paris'te. İşletme mezunuyum."

"Okul bittikten sonra hemen Türkiye'ye mi döndün?"

"Hayır, bir süre de MBA için Amerika'da kaldıktan sonra dönüş yaptım."

"Tam bir görev adamı olmuşsun..."

"Biraz öyle gözüküyor ama süreç benim için çok keyifliydi. İlgi duyduğum alanlar üzerine eğitim aldım. Bu konuda şanslı olduğumuzu düşünüyorum," derken, Çeşmiahu'yu konuşturmak istiyor gibiydi.

"Evet! Ben çocukken de çok severdim dekorasyonla uğraşmayı. Oyuncak evim vardı, saatlerce kalkmazdım başından. Odamın da her gün altını üstüne getirirdim. Hep bir farklılık, yenilik peşindeydim."

"Öyle mi?" Arhan'ın hayalinde küçük, uzun saçlı ve güleç bir çocuk belirmişti. "Bu kadar hevesli olup, mesleğinden uzak kalabilmeyi nasıl başardın?"

"Bilmiyorum... Nedense benim için herhangi bir şeyden uzak kalmak, ona yakın olmaktan daha kolay geliyor. Ama bunu aşmaya başladığımı hissediyorum. Arnavutköy'deki o ev bana çok iyi gelecek. Şimdiden kafamda bir sürü şey dönüyor, çizim yaparken aklıma başka bir şey geliyor ve o işi yarım bırakıp, diğer çizime başlıyorum. Hevesim çok tanıdık, senin evin için de böyle çalışmıştım."

Arhan gözlerini kaçırmamak için kırpmadı. "Evet, hatırlıyorum."

"Çok farklı bir havası var, görsen bana hak verirdin. İçeri girdiğim an dedim ki, tamam burası. Denize o kadar yakın ki... Nefes aldığımı hissettim."

Genç adam küçük bir gülümseme ile Ahu'yu dinlerken, iki garson gelmişti. Açtıkları servisleri ve gelen tabakları izlemeye başlayan genç kızın dikkat dağınıklığından istifade ederek, temkinli bakışlarını kaçırmadan üstünde tuttu.

"Afiyet olsun efendim."

"Çok teşekkürler," dedi, Çeşmiahu diliyle dudaklarını ıslatırken. "Harika gözüküyor her şey. Acıkmışım."

Bir süre lezzetli yemekler ve ada hakkında konuştular. Uzun, keyifli bir akşamdı. İlk defa baş başa olmanın yanı sıra, birbirlerini tanımak adına da güzel bir başlangıç yapmışlardı. Uzun cümlelerin içindeki küçük ipuçları, bir konu hakkında konuşurken ki mimikler ve gülümsemeler bir insanı anlayabilmenin en basit yollarıydı.

Peçeteyi bırakıp, bileğindeki saate bakan Arhan kısa bir an duraksamıştı. "Kalkalım mı?"

"Olur," dediğinde, aklına gelen şeyi de sormak istedi Çeşmiahu. "Son vapur kaçta acaba?"

"Artık o vapur yok."

"Ne?" Şok olmuştu. "Ne demek yok?"

"Çok ama çok yüksek bir ihtimalle gitmiş olabilir."

"Yaa..."

"Ne yaa," dedi, onun gibi uzatarak. "Ben de anlamadım vaktin nasıl geçtiğini."

"E ne yapacağız?"

"Mecburen yüzeceğiz." Genç kız, ağız dolusu bir kahkaha atmıştı. Arhan onun gülüşüyle mest olmuş bir şekilde yüzüne bakakaldı. Dudaklarından çıkmak için can atan iki kelimeyi yutkunarak geri göndermişti kalbine. "Tekneyi çağırırım, öyle döneriz. Tamam mı?"

"Bu bir komplo değildir umarım," dedi, şüpheli bir şekilde.

"Arabam şu an Bostancı'da, bir otoparkta. İnan bana sana yapsam, kendime yapamam bunu."

"Harika bir savunmaydı, inanıyorum sana."

"Bir dakika, kısa bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor, sonra kalkarız."

Başını sallayan Ahu, yalnız başına kalınca saatlerdir çantasından çıkarmadığı telefonunu hatırlamıştı. Eline aldığı gibi hızlı bir şekilde galeride gezindi. Verdikleri kısa molaların arasında çektiği fotoğrafları ve videoları uygun bir anda incelemek için can atıyordu. Ardından bildirimlerini kontrol etti. Alex'in mesajını daha sonra cevaplamak için es geçerken, Ecrin'e yazmıştı.

Ekranın üstünden bakışları Arhan'a doğru kaydı. Dirseklerini masaya koymuş, gözleri Ahu'ya odaklanmış bir şekilde telefonla konuşuyordu. İzlendiğini görmek, nefesini kesmişti genç kızın. O kadar renk vermiyordu ki Arhan'ın gözleri, Ahu binlerce şey düşündü o esnada.

"Tamam, görüşürüz."

"Ne oldu?" diye sorarken, sesi cılızdı.

"Sorun yok, tekne bir saate burada olur. Dondurma yemek ve iskeleye gitmek için yeterince vaktimiz var."

"Harika. Lavaboya gidebilir miyim? Kendimi çok dağılmış hissediyorum."

"Tamamdır, dışarıda buluşuruz."

Çantasını da alıp giden Ahu, önce hesabı ödedi; ardından da lavaboya girip işlerini haletti. Kapının önünde Arhan ile buluştuklarında, onun kötü bakışlarından yaptığı jestin hoşuna gitmediğini anlamıştı. "Ne oldu yaa?" dedi, şaşkın şaşkın. "Hep erkekler mi ödeyecek?"

"Hayır da beklemiyordum, biraz kötü hissettirdi."

"Üzülme Rafet Arhan Bakırcı, bir sonraki buluşmada da sen ödersin."

"Teşekkür ederim," dedi, mahcup bir şekilde genç adam. Kötü hissetmekle beraber, bu durumun biraz garip olduğunu da düşünmüştü. Hesap ödemek erkeklere kodlanmış bir özellik gibiydi, üstelik karşısındaki insanlar bundan her zaman memnun olduğu için kadınların rahatsızlık duymadığını sanıyordu. Çeşmiahu sayesinde yine bir tabuyu yıkmıştı.

İskeleye doğru yürüdüler, ünlü dondurmacı çok uzakta değildi. Onu diğer yerlerden farklı kılan, nostaljik havasını kaybetmeden hala el arabasıyla satış yapmasıydı. Çoğunlukla durduğu kulübün önündeki kalabalık fazlaydı, sabırla beklerken birbirinden alakasız ve bağımsız birçok şey üzerinde konuştular. Nihayetinde sıra geldiğinde, Ahu üst üste birkaç top dondurmanın olduğu, Pisa Kulesi'ni andıran eğimli külahı almıştı. Heyecanla yaladığında, inlememek için zor tuttu kendini. "Offf! Harika bu!" O kadar hoşuna gitmişti ki, ısırarak yemeye başladı. Tepkilerini görmek için Arhan'a baktığında, iki top vanilyalı dondurma aldığını görmek moralini bozmuştu. "Ne bu şimdi?"

"Zevkler ve renkler tartışılmaz, öyle değil mi?"

"Çok yaşlı bir seçim."

"Seninki de çok çocuksu geldi bana."

"Ne var canım şeftali, kaymak, bal badem ve çikolatalı aldıysam?"

"Ben aromaları karıştırmayı çok sevmem ama sana saygı duyuyorum."

"Ben sana duymuyorum. Benimkinin tadına bakmak ister misin?" dediğinde, cümlesi kulağa o kadar garip ve yanlış anlaşılmaya açık gelmişti ki, kıpkırmızı oldu. Nitekim Arhan'ın bakışları da öyle anladığını gösteriyordu. "Dondurmama yani. Külahtaki dondurmama."

"Yok," dedi genç adam, sesi zor çıkmıştı sanki. "Teşekkür ederim."

"Sen bilirsin, sen kaybettin."

Kendi kendine şarkılar mırıldanarak yürüyüp, dondurmasını yiyen Ahu, Arhan'dan kopmuş gibiydi. Bunu bugün birkaç defa yaşadıklarını fark ettiğinde, sebebinin ne olduğunu düşündü genç adam. Özgür ruhu, yalnızlığı benimsemesi büyük bir etkendi. Bu yüzden beraber olmanın ve ortak kararlar vermenin her zaman kolay olmayacağını hissediyordu. Ne kadar ılımlı, anlayışlı ve kibar davransa da; kimi zaman istekleri konusunda herkes gibi biraz bencildi Arhan. Tek ümidi ve çabası, bu zıtlığın aralarını bozmaması olacaktı. "Ahu," diye seslendi, orada olduğunu hatırlatmak ister gibi.

"Ay pardon, kaptırmışım kendimi. Of dondurmam bitti zaten."

"İstersen tekrar alabiliriz?"

"Yok, o da fazla gelir. Hem tadı damağımda kalsın, daha lezzetli olur."

"Ah Ahu..." diye mırıldandı, küçük bir çocuğu sever gibi.

"Biliyorum, çok saçma ama gerçekten öyle oluyor." Etrafına bakındı, dudaklarını bükmüştü. "Gidiyor muyuz şimdi?"

"Tekne birazdan iskelede olur."

"Çok güzeldi her şey. Teşekkür ederim."

"Ben teşekkür ederim bana eşlik ettiğin için. Seninle gezmek çok keyifli, çok eğlenceli."

"Gerçekten mi?"

Arhan gülümsedi. "Gerçekten," derken, bakışları Ahu'nun arkasına doğru kaymıştı. "Tekne geldi. Hadi, geçelim."

Beyaz tekne çok büyük değildi fakat İstanbul turu yapmak isteyen küçük bir arkadaş grubu için idealdi. L şeklindeki koltuğun önünde bir masa vardı, cam kapıyla ayrılan kokpiti ile özel alanın mahremiyeti sağlanıyordu. Çok hoş ve samimiydi her şey.

"Merhaba Arhan Bey." Orta yaşlı kaptan, Ahu'yu da selamladı. "Hoş geldiniz."

"Hoş buldum."

"Hemen çıkalım mı efendim?"

"Evet, Pendik Marina'ya geçelim. Orada demirleriz."

Ahu resmen kıvranmaya başlamıştı aklına gelen fikir ile. "Aslında..." dediğinde, kaptan ve Arhan ona döndü. "Şey..."

"Bir dakika," diyerek, kaptandan müsaade isteyen Arhan; onun kokpite geçmesini sağladı. "Ne oldu?"

"Arnavutköy'e gidelim mi?"

"Arnavutköy mü? Neden?"

"Sana bahsetmiştim ya, ev Arnavutköy'de."

Arhan bunu zaten çok iyi biliyordu. "Evet, doğru, unutmuşum."

"Senin de görmeni istiyorum, yapmayı hayal ettiğim her şeyi sana da anlatmak istiyorum."

"Tabi. Çok iyi bir fikir. Gidelim." Sırtını döndüğü an yüzüne gergin bir ifadenin hâkim olduğu genç adam, kaptana Arnavutköy'e gideceklerini söyledi. Evi bildiği için Ahu'nun şüphelenmeyeceği şekilde üstünkörü tarif etti ona. Kokpitten çıktığında, güçlükle gülümsemişti. "Yolumuz biraz uzun ama."

"Sorun değil, yol çok güzel."

Tekne kalkarken ve süratle denizin üstünde giderken bir süre konuşmadılar, sessizce güneşin son demlerini izlediler.

"Üşüyor musun? İstersen içeri geçebiliriz."

"Yo hayır, sadece biraz uykum geldi."

"Uzanabilirsin?" Ahu bu teklifi beklediği için hemen ayaklarını uzattı. L koltuğun kısa tarafındaydı, bu yüzden bacakları dışarıda kaldı, biraz karnına doğru çekti ama bu sefer de çok konforlu olmamıştı. Kendi kendine homurdanırken, Arhan'a döndü. Bilmiş bir gülümseme vardı dudaklarında, biliyordu çünkü. Genç kız eninde sonunda ona doğru yanaşacaktı. Biraz toparlandı ve yanındaki boşluğa eliyle birkaç kez vurarak Ahu'yu çağırdı. "Gel hadi."

Beklenmeyen teklifi de reddetmeyen genç kız, Arhan'ın yanına doğru geldi. Ona taraf durarak uyuklayamayacağını bildiği için sırtını dönerken, bacaklarını toplamıştı. Bir süre kolu yanağının altında motorun altında köpüren denizi izledi. Çok geçmeden günün yorgunluğu ve denizin etkisiyle gözlerini yummuştu. Düzene giren nefes alış verişinin farkına varan Arhan, sağındaki şalı aldı ve Ahu'nun üstüne doğru örttü. Üşümüş olacak ki, sıcaklığa ihtiyaç duyan genç kız; pozisyonunu bozmadan sırtını iyice Arhan'a doğru dayamıştı. İçgüdüsel bir hareketti ama o kadar güzeldi ki, genç adam gözlerini yumdu. Burnundaki saçlarının kokusunu, göğsünde hissettiği ve kendisininkine karışan solukların tadını çıkardı bir süre.

İstanbul trafiğinden ve kalabalığından izole yaptıkları yolculukta, bütün sahilleri uzaktan takip etti teknenin rotası. Akşam karanlığının çöktüğü denize ışıklandırmaların yansıması düşüyordu, küçük cam kırıkları varmış gibi parlıyordu dalgalar.

Motorun yavaşladığını fark eden Ahu, gözlerini açtığında eve yakın olduklarını fark etti. Telaşla doğrulurken, beraberinde Arhan da irkilerek kıpırdanmıştı. "Özür dilerim," dedi, mahmur gözlerine bakarken. Boynundan yükselen kokusunu küçük küçük nefesler alarak istemsizce içine çekti. "Uyuduğunu düşünemedim."

"Dalmışım," diyerek, elinin ayasını gözüne bastırdı Arhan. "Neredeyiz? Yaklaştık mı?"

"Evet, sahili takip edeceğiz. Beyaz bir tripleks, küçük iskelesi var." Arhan, devam etmesi için kaptana başıyla ona verirken, bir süre daha lüks ve tarihi yapıları izlediler. Ahu habersiz olsa da, genç adam gördüğü eve dikkat kesilmişti. "Şurası," dedi, eliyle göstererek.

Kaptanın bir gözü onlardaydı, bu yüzden vakit kaybetmeden hızını arttırarak beyaz evin iskelesine doğru yaklaştı. Tamamen durduklarında ikisi de ayağa kalktı. Arhan inanılmaz gergindi, omuzları bile kaskatı olmuştu. Hiç konuşmadan tekneden indi ve Ahu'ya yardımcı oldu. Eve yürürlerken, çıt çıkmıyordu aralarından.

"Anahtarı çantamdaydı, bir dakika. Hah, buldum." Arhan tereddütlü bir şekilde anahtar yuvasına bakıyordu. Açarken Ahu'nun zorlanmamasını umdu. "Kapısı biraz sıkıntılı ama. Ersin Bey kapı perileri olduğunu söyledi bana, her evin farklı açılması için çalışıyorlarmış. Çok komik birisi."

"İyi anlaşabildiğinize sevindim. Ersin Bey ile tanışalı çok uzun zaman olmadı ama bende kendisinden oldukça memnunum."

"İyi anlaşmak mı? Arkadaş olacağız yakında. Buyurun Arhan Bey," dedi, kapıyı güçbela açtıktan sonra. "Bir dakika, elektrik düğmelerini bulmam gerekiyor."

Sağda, dememek için kendini zor tuttu genç adam. "Dikkat et," diye uyarmakla yetindi.

"Buldum," derken, birkaç düğmeye daha basarak bütün katın aydınlanmasını sağladı Çeşmiahu. "Ta-daam! Nasıl? Lütfen gez, ben de bu esnada sana fikirlerimi anlatmak istiyorum."

Arhan elleri cebinde yürürken, Ahu arkasındaydı. Heyecanla kıpırdanan parmaklarını birbirine değdiriyor, bir yorum bekliyordu. "Çok samimi, sıcak bir aile yuvası gibi," diyebildi, alçak bir sesle.

"Evet, kesinlikle! Bunu bozmak istemiyorum. Renkler değişmeyecek mesela. Çünkü bir odayı ısıtan şey, duvarlarındaki sıcak tonlardır. Parkeler de çok hoşuma gitti ama zamandan geri kaldığı kaçınılmaz bir gerçek."

"Haklısın." Bocaladığını gösteren şaşkın bir tebessümle omuz silkti genç adam. "Kusura bakma, bilgi sahibi olduğum bir konu değil. Bu yüzden detaylı yorum yapamıyorum."

"Anlıyorum, sorun değil." Kıkırdadı Ahu, içi içine sığmıyordu. "Yine de düşüncelerin ve fikirlerin benim için önemli. Hadi gel mutfağa geçelim." Önden koşarak gitmişti neredeyse. "Çok fazla dolap var, ben çok eşya sevmediğim gibi çok saklama alanı da sevmiyorum. Ankastre orada değil, şurada olacak. Kış bahçesini gördün mü?"

"Evet, bayağı büyükmüş."

"Bahçe kötü durumda. İyi bir peyzaj çalışması gerekiyor. Havuz fikri kulağa nasıl geliyor?"

"Güzel olabilir."

"Ersin Bey'e sorayım, evin sahibi onaylarsa; kabataslak bir hesap çıkarttırırım. Acaba bu ev için ne kadar bütçe ayırdı? Yetki verdiği için kendimi sınırsız hissediyorum, algılarım bozuldu."

"Böyle bir evi alabiliyorsa, bu ev kadar da bir bütçe ayırdığını düşünüyorum."

"O kadar çok mu pahalı?"

"Bu muhitten ev almak kolaydır, tabi satan kişiyi bulursan." Arhan, kendinden emin gibi konuşuyordu çünkü bizzat yaşamıştı bunu. Sahipler istekli olsa da gönülsüz davranır, evi olabildiğince yüksek fiyata satardı fakat Bakırcılar'ın karşısında hiç kimsenin işi yokuşa sürme şansı yoktur. Genç adam en yüksek teklifi yapmış, evi de satın almıştı. "Genelde kuşaktan kuşağa miras kalıyor, o yüzden çok kıymetlidir."

"Evet, Ersin Bey biraz bahsetti." Ahu kendi kendine güldü. "Yukarı çıkalım mı?"

"Tabi."

Beraber üst kata çıktılar. Genç kız yapmak istediği değişikleri anlattıktan sonra odaları göstermeye başlamıştı Arhan'a. "Burası çocuk odası olacak."

"Çocuk odası mı?"

"Evin sahibi aile kurmaya hevesliymiş sanırım."

Arhan gülümsedi ama içi sıkılıyordu. "Anladım."

"Yatak odasını da göstereceğim. Harika bir manzarası var." Karşıdaki kapıyı araladı. Pencere sayısı fazla olduğu için odanın aydınlatmalarını açmaya ihtiyaç duymamıştı. Birçok detay net bir şekilde seçiliyordu. "Baksana... Ev suyun üstünde duruyor sanki."

Ahu ilk defa görüyormuş gibi camın önünde durup, karşı yakadaki hayatın küçük izlerini bulmaya çalıştı. Bu esnada Arhan da birkaç adım arkasındaydı. Boğazı düğüm düğüm, ne söyleyeceğini bilemiyordu. "Evet, çok güzelmiş."

"Çok güzel," diye mırıldandı, genç kız. Döndü ve Arhan'ın yüzüne baktı. "Beğenmene sevindim. İyi yorumlar almak hoşuma gidiyor, eve daha çok tutunuyorum, daha çok hevesleniyorum."

"Ahu..." Genç adam derin bir nefes aldı. "Bak..."

Kısa bir sessizlik oldu aralarında. Odaya düşen ışıklar, yüzlerini değil; ruhlarını aydınlatmaya başlamıştı birden. Sıkıntılı ve bunalım içindeki ruh hali, yerini beklenti, sık ve kesik alınan soluklara bıraktı.

"Efendim?"

Arhan söyleyeceklerini toparlamak için kısa bir an odada göz gezdirdi. Girdiği bu işten, Ahu'yu yaralamadan çıkabilir miydi? Bu evde gerçekten onlar yaşayabilir miydi? İhtimallere tutunmaya o kadar ihtiyacı vardı ki, her karışında onu hayal etti. Özellikle, yağlı bir tablonun hala asılı olduğu duvarda. İstanbul'un renklerini barındıran, Kız Kulesi'nin siluetlerini taşıyan detayları ilgisini çekmişti. Ahu'yla güzelleşen İstanbul'u, hem denizsiz hem de Ahu'suz nefes alamadığı hayatını düşündü.

Tekrar genç kıza döndüğünde, duvar ve onun arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyor gibiydi. Gözlerini kısarken, söylemesi gereken gerçeği boş verdi ve yapmak istediğini söyledi: "Seni bu duvara yaslasam ve öpsem?"

"N..e?" İlk defa kekelediği için kendine kızan Ahu, tekrar konuşmaya yeltendi. "E...ne?" diyebildi, başarısız bir girişim ile.

"Seni bu duvara yaslasam ve öpsem?"

Bir cevap almasına veya tekrar sormasına gerek kalmamıştı. Konuşulmuş gibi, anlaşmışlar gibi aynı anda dudakları birbirini buldu. Telaşlı, hararetli dokunuşlar Ahu'nun nefesini keserken, Arhan onu kucakladığı ve istediği gibi o duvara yasladı. Bırakmak istedi ama elleri ondan bağımsız bir şekilde hareket ediyor, tam aksine Ahu'nun bütün teninde geziniyordu. Sarhoşluk gibi bir histi, genç kız defalarca Arhan'ın ismini mırıldandı. Omuzlarında duran ve ona sıkı sıkı tutunan parmaklarıyla, ölecekmiş gibi; can havliyle gömleğinin açıkta bıraktığı tenine dokundu. Dengesini sağladığını geç fark ettiği elleri yüzünden, bir an düşer gibi olduğunda, Arhan onu tutmuş, Ahu da bacaklarını neredeyse birbirine kenetlemişti.

O esnada çarpmanın etkisiyle çerçeveyi güçlükle tutan paslı çivi yerinden çıktı.

Küçük cam parçaları tuzla buz oldu.


ne bölümdü ama... 


Continue Reading

You'll Also Like

147K 7.4K 31
Aşkın barut kokan hâli... UYARI! → İncelemekte olduğunuz kitap 16 yaş ve üzeri için uygundur. Olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içermektedir. →...
1.7M 46K 14
Hansa Kozcu &Fatih Haznedar 🌹 BERDEL/AŞİRET KURGUSUDUR YALNIZ BİLDİĞİNİZ BERDEL HİKAYELERİNDEN DEĞİLDİR. ŞİDDET VE ZORLAMA TARZI ŞEYLER YOK [Başlama...
Atlas By m

Romance

37.4K 3.4K 19
Bir mantık evliliği hikayesi.
169K 5K 24
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...