KIZIL GECE +18

By DuruMavii

3.8M 311K 185K

Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediğ... More

KIZIL GECE
1.BÖLÜM : "Arayış"
2. BÖLÜM: "Safir Mavisi"
3. BÖLÜM: "Kehanet"
4. BÖLÜM: "Kızıl Esaret"
5. BÖLÜM: "Zincire Vurulan Ruh"
6.BÖLÜM: "Kaderdeki Zelzele"
7. BÖLÜM: "Büyü"
8. BÖLÜM: "Üç Büyükler Ve Ateş Sahası"
9. BÖLÜM: "Yargısız İnfaz"
10. BÖLÜM: "Geçmeyen Geçmiş"
11. BÖLÜM: "Sahipsiz Ruhlar Mezarlığ
12. BÖLÜM: "Ceza Muhakemesi"
13. BÖLÜM: "Gece Kraliçesi"
14. BÖLÜM: "İtirazlar"
15. BÖLÜM: "Kurbanlar"
16. BÖLÜM: "Efsunkar"
17. BÖLÜM: "Vecalar"
18. BÖLÜM: "Bilinmezin Bilineni"
19.BÖLÜM: "Kimpras'ın Soluğu"
20. BÖLÜM: "Kayıp Parçalar"
21. BÖLÜM: "Kırık Geceden Kaçış"
22. BÖLÜM: "Zamanın Pençesi"
23. BÖLÜM: "İzsiz Suretler"
24. BÖLÜM: "Sessizlik Alfabesi"
25. BÖLÜM: "Tehlikenin Surları"
26. BÖLÜM: "Zihnin Ölümcül Duvarları"
27. BÖLÜM: "Kızılın Kıvılcımı"
28. Bölüm: "Ruhların Savaşları"
29. BÖLÜM: "Gecenin İntiharı"
30/ Birinci Kitap Finali: "Kırık Dökük Nefesler"
31. BÖLÜM:"Ruhun Sancısı"
32. BÖLÜM: "Kızıl Göl Ve Siyah Çakıltaşı"
33. BÖLÜM: "Kabuk Tutmayan Yaralar"
34. BÖLÜM: "Sarmaşıklar"
35. BÖLÜM: "Dokunuş ve Doğuş"
Kızıl Gece 1 Kapak!
36. BÖLÜM: "Bağlılık Yemini"
37. BÖLÜM: "Zaman Tutulması"
38. BÖLÜM: "Karmaşa"
39. BÖLÜM: "Uçan Balonlar"
40. BÖLÜM: "Aşk ve Geçit"
41. BÖLÜM: "Kraliçe'nin Perileri"
42. BÖLÜM: "Zamansız Döngü"
43. BÖLÜM: "Bir Tutam Sarı Saç"
44. BÖLÜM: "Pembe Küpeler"
45. BÖLÜM: "Alaz"
46. BÖLÜM: "Bebek Kokusu"
47. BÖLÜM: "Tuzak"
48. BÖLÜM: "Kavuşma Ve Ölüm"
49. BÖLÜM: "Bağ"
50/ İkinci Kitap Finali: "Yol Ayrımı"
Kitaplarımız
Kızıl Gece 2 Kapak!
51.BÖLÜM; "İki Dünya Arasında"
52. Bölüm; "Zamanın Kuytusu"
53. BÖLÜM; "Döngü"
54. BÖLÜM; "Ruha Dönüş"
55. BÖLÜM; "Labirent"
56. BÖLÜM; "Cam Kırıkları"
58. BÖLÜM: "Dönüş"
59. BÖLÜM: "Geleceğe Dönüş"
60. BÖLÜM: "Anne"
61. BÖLÜM; "Kapıyı Aralamak..."
62. BÖLÜM: "Yeniden Merhaba"
63. BÖLÜM; "Her Şeye Rağmen..."
64. BÖLÜM: "Dün Ve Bugün"
65. BÖLÜM; "Ruhların Tuzakları"
66. BÖLÜM; "Birkez Daha..."
67. BÖLÜM: "Kan Ve Kurşun"
68. BÖLÜM: "Acı Mucize"
69. BÖLÜM; "Tutkuyla Dans"
70/Üçüncü Kitap Finali; "Sanrılar ve Sancılar"
Kızıl Gece Şarkı Ve Kapak🖤
71. BÖLÜM: "Başka Bir Evren"
72. BÖLÜM; "Seni Buldum"
73. BÖLÜM; " Kayboldum Bebeğim"
74. BÖLÜM; "Küreyi Arayanlar"
75. BÖLÜM; "Geçiş Kapısı"
76. BÖLÜM: Safornikon'a Açılan Kapı"
18 yaş üstü okurlarımın dikkatine!
77. BÖLÜM; "Ayrı Dünyalar"
Dertleşebilir miyiz?
78. BÖLÜM; "Efsunlu Yağmurlar"

57. BÖLÜM; "Tutsak"

21.2K 2.9K 1.2K
By DuruMavii

Selam.

Mor ve Ötesi~ Bir Derdim Var

Madrigal~ Başka Bir Evrende

Keyifle okuyun.

🖤

Ruhum Melina'nın yanına koştu; boğazına sarıldı ve onu yerden yere vururken, ne yazık ki bedenim olduğu yerde kalmaya devam etti.

Tüm hücrelerimin öfkeyle dolup taştığını hissettim.

Siktir! Tuzağa düşmüştüm.

Karşımda, zafer dolu gülümsemesini bastırmaya çalışan o tehlikeli kadın beni tuza düşürmüştü.

"Seni adi sürtük!!" dediğim an sinsi gülümsemesi dudaklarında buzdan bir ayna gibi çatlayarak yok oldu. "Sen bencil, kötü, düşüncesiz kadının tekisin." İşaret parmağım karnını gösterirken bağırıyordum. "Onu asla haketmiyorsun. Sırf kendini düşündüğün için benim bebeğime zarar veriyorsun!"

Üç büyüklerin emriyle koluma yapışan muhafızlar beni azılı bir katilmişim gibi sıkıca tuttuğunda, Milena küçük ve alaycı adımlarla yanıma geldi. "Hasta olan sensin. Bebeğimi bebeğin sanıyorsun. Tıpkı kocamı kocan sandığın gibi..." Üç büyüklere baktı, bir eli karnındayken onlar için reverans yaptı. "Görüyorsunuz ya saygıdeğer üç büyükler, bu kaçak kadın neredeyse aileme zarar vermek üzereydi."

İhtiyarlardan biri, üç metrelik boyu ve uzun değneğiyle içeri girdi. Bana bakan gözlerinde müthiş bir önyargı vardı. "Her şeyden evvel bir Gece Kraliçe'sine hakaret ettiği için cezalandırılacak."

"Hakaret etmedim." Bu kez sakindim. Söylediklerim içimden geçenlerin binde biriydi. "Her kelimesi doğruydu. Bana istediğinizi yapabilirsiniz. Aslında... Bana ne yapacağınız umrumda bile değil." Başımlar Melina'yı işaret ettim. "Bebeği kurtarın. O kadın sizin söylemenize rağmen hasta olduğuna inanmıyor. Bebeği içinde tutarak ona zarar verme-"

"Bu kadar yeter!" İçeri giren ikinci ihtiyar çok daha öfkeliydi. Onların gözünde izinsiz bir şekilde bölge değiştiren ve bir soyluya zarar veren öylesine bir kadındım. Ne söylediğimin önemi yoktu; derhal cezalandırılmam gerekiyordu.

Safornikon da bazı gerçekler hiç değişmiyordu.

"Ne yazık ki mucize bebek çoktan annesinin illetine bulaştı. Doğsa bile kurtulmasının imkanı yok."

Melina, bunu ilk kez duymuşçasına sarsıldı. İrilen gözleri kapının henüz içeri girmemiş olan ihtiyara çevrilirken, eli karnından düşerek uzaklaştı. "Bu... Bu gerçek miydi?"

"Sen aptal mısın Melina?" Başı yeniden bana çevrildi. Gözlerindeki üzüntünün nefrete dönüşmesi uzun sürmedi. "Böyle bir şeyin yalanı mı olur?"

"Sen kes sesini!" diye bağırırken gözlerinden ateş çıkıyordu. "Hepsi senin yüzünden! Ben..." Sesi titredi. Göz bebekleri gibi... "Ben senin yüzünden hasta oldum. Bebeğimi senin yüzünden kaybedeceğim." Ağzımı açmama zaman vermeden kaldırdığı kolu benden tarafa uzandı. "O yaptı efendim! Bana hastalığı o taşıdı! Eğer ben öleceksem, o da ölmeli. Hem de benden daha önce!"

Önce elleri sonra da bacakları titremeye başladı. Birkaç saniye içinde bilincini yitirerek yere düştü ve tüm bedeni titremeye başladı. Kalbim korkuyla kasılırken, karnına dokunmak, bebeğime varlığımı hissettirmek istedim ama muhafızların elinden kurtulmam mümkün olmadı. Mümkün olan başka bir şey vardı.

"Size yalvarıyorum." Hala muhafızların ellerindeyken, bedenimi dizlerimin üzerine bıraktım. "Size yalvarıyorum efendim. Çok üzgünüm, yemin ederim çok üzgünüm. O ölecek ve eğer siz yardım etmezseniz bebeği de öldürecek. Ne olur..." Dolan gözlerimin ardında birer siluet gibi kaldılar. "Ne olur bebeğimi ondan alın ve babasına teslim edin. O ne yapacağını biliyor."

İhtiyar bastonunu hiddetle yere çarptı. "Ölü bir bebeğe babası ne yapabilir!"

"Bilmediğiniz şeyler var..." Acıyla içimi çektim. Hizmetliler Melina'yı bez bir sedyeye koyup uzaklaştırırken, bebeğimin nasıl olduğunu düşünmek içimi boğuyordu. "Yemin ederim doğruyu söylüyorum. Bebek yaşayabilir... Yalnızca ona şans vermeniz gerekiyor."

İçlerinden biri bile bir şey söylemedi. Bana yine inanmıyorlardı ve en acısı da bu seferdi. Muhafızlara beni götürmelerni işaret ettikleri an bedenimdeki tüm kanın beynime sıçradığını hissettim. "Siz siktiğimin bunakları beni artık dinleyecek mi!"

Üçünün gözleri birden açılarak üzerime çevrildi. Bir hışımla muhafızların elinden kurtulup karşılarına dikildiğimde, gözlerim yaşlı, ruhum yaralı, bedenim öfke doluydu. "İstediğiniz mucize, diye bahsettiğiniz bir bebeği öldürmek mi? İnancınız bunu mu gerektiriyor? Sözlerime nasıl ihtimal vermezsiniz!

Gözlerine baktığım ihtiyar geri çekildi, değneğini bana uzattı ve bağırdı. "Forna hesit yeleva!"

Dizlerimdeki güç bir anda kayboldu. Kendimi yerde bulduğum an çarptığım başımın acısıyla inledim ancak beni terkeden bilincim o acının uzun sürmesine izin vermedi.

*

Bu anı daha önce yaşamıştım.

Daha önce de ellerim bağlanmıştı.

Daha önce de çığlıklarım kimse tarafından duyulmamıştı.
Ah!

Daha önce de yeraltı mahzenine hapsedilmiştim.

Burası, Kara Kule Şatosu nun hemen arka bahçesinde yer alan bir yer altı mahzeniydi. Basıktı ve buram buram kürlü taş kokuyordu. İçinde bulunduğum dar mağaranın orta yerinde yer alan yüksek taş zeminin üzerine boylu boyunca yatırılmıştım. Ayaklarım da tıpkı ellerim gibi taştan uzanan demir kazıklara bağlanmıştı. Ayak ucumda dar ve karanlık bir koridor vardı.

O koridorda yankılanan adım sesini duyabiliyordum. Giderek daha fazla yaklaşıyordu. Kime ait olduğunu biliyordum.

Tutsak yumruklarımı sıktım. "Brekta!" Ayak ucumda durdu. Ona bakmadım. Bakışlarım, başımın metrelerce üzerindeki parmaklık ve parmaklıkların ardındaki karlarla bezenmiş bodur sedir ağaçlarındaydı. "Sakın tek kelime etme. Sakın o elindeki şeyi bana yaklaştırma." Bakmasam da biliyordum; elinde sapı uzun bir demirden bir tas vardı. Tastan yükselen kırmızı dumanlar şimdiden burnumun dibinde bitmişti. Bir an için kendimi kaybederek kahkaha attım. "Daha önce de burada bulunmuştum. Bir dakika... Sanırım daha sonra, demeliyim. Yalnız o zaman beni bir yatağa bağlamıştınız. Şimdiyse rahatsız bir taş parçasının üzerindeyim. Sanırım o zaman kraliçelik namıma hürmet ediyordunuz. Şimdiyse öylesine biriyim, değil mi?"

Daha fazla yaklaşıp o sevimsiz yüzünü görüş açıma sokmayı başardı. "Bir kaçık olduğunu söylediklerinde inanmamıştım."

"Asıl kaçık olan sensin." dediğimde duraksadı. Elindeki tasa baktım. O tasa tekme atıp kendimi yakmıştım. Bu kez onu durdurmak için daha akıllıca bir yöntemim vardı. "O elindeki yere bırakıp beni çöz."

Tahmin ettiğim gibi beni ciddiye almadı. Gözlerini kapattı ve beni kötü bir büyünün! etkisinden kurtarmak için başka bir büyü yapmaya hazırlandı.

"Tek kelime edersen, Lidern Biran'ı büyülediğini üç büyüklere söylerim."

Gözlerini, yanan bir ampulün hızıyla açtı. "Ne saçmalıyo-"

"Saçmalamadığımı biliyorsun. Lidere aşk büyüsü yaptın. Bu senin fikrin değildi ama yapan sendin. Başına gelebilecekleri tahmin edebiliyor musun?"

Kasılan dudaklarını birbirine bastırdı. Sol gözünün seyirdiğini gördüm ama aklına her ne geldiyse çok kısa sürdü. "Sana kim inanacak? Büyü yapılmış bir kaçık olduğunu düşündükleri için buradasın. Söyleyeceğin hiçbir şey ciddiye alınmayacak."

"Doğru." dedim, keyifli görünmeye çalışarak. "Bana kimse inanamaz ama inanacakları biri var." Devam etmek için kaşlarının çatılmasını bekledim. Bekleyişim uzun sürmedi. "Lider Biran, kendisi bana fazlasıyla inanıyor. Hatta biraz daha fazlası... Burada olduğumu duyduğunda çılgına dönecek."

Dudakları şaşkınlıkla aralandı ama tek seda duyulmadı. Onu istediğim gibi köşeye sıkıştırmayı başarmıştım. Şimdi sıra son darbeyi indirmekteydi. "Ellerimi çöz, hemen beni özgür bırak."

"B-ben..."

"Üç büyüklere kaçtığımı söylersin. Eğer dediğimi yaparsan susacağım, seni zan altında bırakacak hiçbir şey yapmam. Ama yapmazsan... İşte o zaman başına çok şey gelir. Dışarıda, bana bir şey olduğu takdirde bildiğim her şeyi üç büyüklere ulaştıracak biri var. Sözlerimi ciddiye alsan iyi edersin." Kaşlarımı kaldırıp, sesimi yükselttim. "Aksi halde yükseldiğin heyet büyücülüğü mertebesinden öyle sert düşersin ki kırıntın kalmaz."

Bir dakika sonra başımı yer altı mahzeninden dışarı uzattım.

Dört basamak daha çıktığımda, tamamen dışarıdaydım. Her yanı karla kaplı koca bahçenin bir köşesindeydim. Üzerimde çarşafa benzeyen beyaz, bol bir elbise giydirilmişti. Bu yüzden titremeye başlamam uzun sürmedi. Pürüzsüz karda çıplak ayaklarımın izlerini bırakarak yürüdüm. Rotam yoktu. Önceliğim yakalanmayacak kadar uzaklaşmaktı. Öyle de yaptım. Karlı bölgeyi ardımda bırakmam yaklaşık bir saatimi almıştı. Burnumu, parmak uçlarımı ancak en çok da tabanlarımı hissetmiyordum. Karnımın sol alt yanını ağrılı bir zonklama yokluyordu. Pes etme şansım yoktu. Bir köşede bayılıp kalma şansım yoktu. Bir an önce Biran'ı bulmalıydım. Bebeğimin vakti azalıyordu. Bir yaprak gibi titrediğim halde beni hala ayakta tutan da bu düşünceydi.

Beni Molekon Köyü'ne ulaştıracak yolu bulduğumda, bacaklarım fazladan bir adım gitmeme müsade etmedi. Dizlerimin üzerine düştüm. Kızıl hava koyuydu; ulaşılmak üzere olunan gece mi yoksa baha mıydı? Şanslı olduğum tek nokta hemen arkamda sırtımı yaslayabileceğim bir ağacın olmasıydı. Bedenimi tamamen o ağaca emanet ettim. Bakışlarım, hareket ettiremediğim ayak parmaklarımdaki kurumuş kanda donup kalırken, sıktığım avucum toprakla doldu. Tartamadığım bir zamanın sonunda giderek kararan gözlerimin önünde bir araç durdu. Araçtan uzanan kara postallar toprak zeminle buluştu; başımı kaldırıp, postalların sahibini görebilecek kadar bile gücüm yoktu.

Sahibi yanıma geldi. Kim olduğunu anlamam için artık yüzüne bakmama gerek yoktu; kokusu bana kim olduğunu söylemişti. Önümde diz çöktü. Gözlerimin önünde yoğun bir sis perdesi vardı ama yüzündeki endişeyi ilk seferde seçebilmiştim. İri avucu yüzümü kapladı. Saatler sonra ilk kez sıcaklığı hissettim.

"Rozelin..."

Gayret ettim ve göğsümü son kez derin bir nefesle doldurabildim. Karşımdaki varlığının gerçek miydi? Hayal mi görüyordum? "Biran..." Verdiğim soğuk nefes sıcak nefesine karışırken, "Bebeğimize yardım et." diye mırıldandım. "Ona yardım et." Zaman aleyhimize işliyordu. Geçen her saniye düşmanımızdı. "O-onu kurt-"

Karanlık. Derin ve kimsesiz bir karanlık.

*

Kalbim, zamanın kanlı parmaklarının arasındaydı. Kaderim ise, tekeri patlamış bir kamyonun içinde yokuş aşağı son sürat gidiyordu. Bir adım sonrasını kestiremiyordum; belki de bir adım sonrası yoktu.

Hapsolduğum karanlıktan kurtulmak için kapalı gözlerime söz geçirmeye çalışırken, çok yakınımdan gelen tanıdık sesler vardı.

"Kendine geliyor."

"Evet Perla, onun için temiz kıyafet getirdin mi?"

Mirel'in sorusuna karşılık "Evet." diye fısıldadı Perla. "Melina ile bedenleri aynı. Ona yine Melina'nın kıyafetlerinden birini getirdim."

Gözüm o kadar hızlı açıldı ki kirpiklerim bir kırbaç gibi göz kapağıma vurdu. "Ne!" Yattığım yerden birdenbire doğrulmam başımın dönmesine sebep oldu. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordum öfkeyle. "Bana onun kıyafetlerini mi giydirdin? Hem de defalarca!"

Perla, elindeki pembe elbiseyi arkasına gizledikten sonra başını önüne eğdi. "Üzgünüm ama benim kıyafetlerimin boyu, Mirel'inkilerin de bedeni sana olmazdı. Geriye tek bir seçenek kalıyordu..."

Avucumu alnıma çarpıp hazmetmeye çalıştım. Son yaptıklarından sonra o kadının adını duymak zihnimde şimşek etkisi yaratıyordu.

"Efraim ve Mestan'ın kıyafetlerini bile giyerim." dedim kısık bir sesle. "Ama onunkileri giymem."

"Pekala. Efraim ve Mestan ağabeyimin kıyafetleri burada değil ama istersen ağabeyiminkilerden ayarlayabilirim."

İçimdeki burkulma hissi öfkemi silip süpürdü. "Olur."

Perla, elindeki pembe elbiseyle birlikte çıktığında, Mirel eliyle kalkmamı işaret etti. "Gel, temizlenmen gerekiyor." Üzerime baktım. Çamur içindeydim. "Nasıl bu kadar kirlendin."

Omuz silkip ayaklandım. Misafir evinin banyosu benim için hazırlanmıştı. Su sıcacıktı ve aromalı temizleyiciler vardı. Ne yazık ki uzun uzadıya hiç birinin tadını çıkaracak durumda değildim. Temizlenmem yetecek bir vaktin sonunda banyodan ayrıldım. Yatağın üzerinde, Biran'a ait siyah bir eşofman altı ve koyu mor bir kazak duruyordu. İç çamaşırları da onun bedenine temas edenlerdendi. Hepsini giydiğimde, pantolonun va kazağın paçasını kıvırmak zorunda kalsam da daha iyi hissediyordum. Şimdi sırada üzerimdeki kıyafetlerin sahibini görmek vardı.

"O nerede?"

Perla, kapının ağzında dikilmeyi bırakıp içeri girdi. Onu Mirel takip etti. "Nerede olduğunu gelince kendi söylese daha iyi olur."

Şüphelenmeme gereken bir şeyler olduğunu hissetmiştim. "Mirel, bana Biran'ın nerede olduğunu söyle."

Otururken dudaklarını büküp bıraktı. "Benden daha inatçısını ilk kez görüyorum."

Gülümsemeye çalıştım. "Bunu senden ilk kez duymuyorum."

Avuçlarını mavi pantolonuna sürterken gözleri de oradaydı. "Temur Alizen'in kaçak yollarla bölgeye girdiği duyumunu aldı, hemen sonra da çıktı. Şu an nerede ya da ne yapıyor olduğunu bilmiyorum."

"Yapması gereken onu üç büyüklere şikayet etmek." dedi liderin küçük kız kardeşi. "Ama onu bulup cezasını kendi elleriyle de vermek isteyebilir ki bu tam ağabeyimlik bir davranış olur. Aslında haksız da sayılmaz. O kötü adam Melina'ya zarar vermeyi aklına koymuş, asla vazgeçmiyor."

Perla haklıydı; Temur bir an önce bebeğime ulaşmak istiyordu. Bunun tek bir açıklaması vardı!

"Beni Biran'a götürün!"

Ben heyecanla ayağa fırladım ama Mirel sakince ellerini göğsünde bağlayıp, mavi bakışlarını camdan dışarı uzattı. "Buna gerek kalmadı."

Bakışlarımı geriye çevirdiğimde, arabasının bulunduğumuz misafir evinin önünde durduğunu gördüm. Araçtan inen varlığı, perdenin arkasından beyaz bir siluet olarak görünüyordu. Doğrudan buraya gelen adımları ise kalbime yersiz bir heyecan bahşetmişti.

"Bizi yalnız bırakır mısınız?" dememi takip eden ikinci saniye dış kapı açıldı ve varlığından evvel sesi kulaklarıma ulaştı. "Bizi yalnız bırakın."

Mirel ve Perla benim ricami, liderlerinin ise emrini yerine getirerek dışarı çıktı. Sonra kızıl bölgenin yegane lideri odanın kapısında belirdi. Onu her görüşüm aynı acı hissi barındırıyordu; karşımda, elimi uzatsam da dokunamayacağım bir hayaletti. Buradaydı ama değildi. Vardı ama aynı zamanda yoktu işte...

"Biran..."Attığım birkaç adım beni ona en azından bedenen yakınlaştırdı. Baştan aşağı siyahlar içindeydi. Yüzünde yorgun ve ihtiyatlı bir ifade vardı. Bukleleri birbirine karışmıştı, gözlerinin altında, bir süredir uyumadığını ele veren siyah halkalar vardı; uzun bir süredir...

"Seni bekledim." İçeri doğru bir adım attı. İkinci adımına sözleri eşlik etti. "Lanet şatonun önünde seni bekledim. Gelmedin."

Eğilmek isteyen başımı dik tuttum. "Gelemedim. Nedenini-"

"Biliyorum." Sesi sakin, tınısı fırtınalıydı. "Seni almak için geldiğimde geç kalmıştım."

Yutkundum. "Sorun değil. Kurtuldum işte."

Başını bir kez salladı. "Kurtuldun."

"Temur'u buldun mu?"

"Hayır."

"Bulman gerekiyor."

"Biliyorum."

Bulunca ne yapacağını sormak istedim ama buna cesaretim yoktu. Alacağım cevaptan korkuyordum. Gözlerime bakıp, bebeğimizi kurtarmak için yapması gereken şeyi yapmayacağını söylemesinden korkuyordum.

"Biran... Temur'un yeniden demek için burada. Vazgeçmemesinin bir sebebi var." Başımı hızlıca salladım. Biliyordum. Emindim. "Bebeğimizi alması için zaman tükeniyor. Bunu o da biliyor. Duymuş olmalı. Eğer... Eğer Temur bebeğimizden umudu keserse, her şey bitecek." Sesim titredi. İçim titredi. "Her şey..."

Başını eğdi. Avuçları bol birer yumruktu. Teninden süzülen çaresizliğin kokusunu alabiliyordum, yakıcıydı. Ona söylemek istediğim birçok şey vardı. Her biri için susmak zorundaydım. Oysa kendime sakladığım tüm kelimeler birer cam kırığına dönüşüp boğazıma saplanıyordu, canımı yakıyordu. "Yapacağım." Başını usulca kaldırdı. Safir mavilerinin etrafını ateşten bir kırmızı çevrelemişti. Burun kanatları daha geniş, elmacık kemikleri daha keskindi. Alnının ortasındaki çizgiye baktım; daha belirgindi. "Melina'yı Temur'a vereceğim."

Gözlerim bir anda doldu. Ruhumda bir anda umut meşaleleri yanmaya başladı. Meleklerin tebessümleri, beyaz pelerinlerini savurarak dans edişleri sadece tek bir anda benimleydi. Göğüs kafesimi parçalayıp karşımdaki adama ulaşmak isteyen sonsuz bir minnet vardı. Dudaklarım birbirine vurup durdu. Ona, yapacağı fedakarlık için sonsuza kadar teşekkür edebilirdim.

Son bir adım attım. Parmak uçlarımda yükselirken, kalkan kollarımı boynuna dolayıp göğüslerimizi birbirine armağan ettim. Başımı boynuna gömdüm. Ona sessizce karşılıksız sarılırken, belimi saran kolları ağlarken gülümsememi istedi.

"Alaz..." dedi, kısık ve boğuk bir sesle. "Pisliğin teki olduğumu düşünecek."

Hayır hayır..." Parmaklarımın dış boğumuyla ensesini okşadım. "Bu fedakarlığını büyüyünce ona anlatacağım."

"Bir katil olarak görecek."

"Hayır!" Başını ellerimin arasına alıp biraz geri çekildiğimde, burunlarımız birbirine temas etmek üzereydi ve gözleri kapalı görünecek kadar aşağı bakıyordu. "Sana hayran olacak."

"Ya ben? Benim kendimden nefret etmeme nasıl engel olacaksın?"

Dudaklarımı burnuna dokundu, onu özlem ve minnetle öptüm. "Kader hiç değişmiyor. Seni yıllar boyu çektiğin bir acıdan kurtarırken, başka bir acıya itiyorum."

Belimden uzaklaşan elleri yüzümde kanakladı. Kendi zamanımızda değildik ama birbirimize dokunuyorduk. "Sen bir annenin yapması gerekeni yapıyorsun. Bunun için asla kendine kızmayacaksın. Ne şimdi ne de başka bir zamanda..."

Dudaklarımdaki gözyaşlarımı emdim. "Yaparsan yaparım."

Başımı tutan elleri daha hissedilir hale geldi. Başım avuçlarının arasında sıkışıp kalmıştı ama tek bir saniyesinden bile vazgeçmezdim."Ben seninle nasıl baş ediyordum?"

Gülümsedim. "Bir yolunu buluyordun." Baş parmağım yorgun göz altlarında dolaştı. "Bizim için hep bir yolunu buldun."

Duyulan ani frenin acı sesi kulaklarımızı tırmalarken birbirimizden ayrıldık. Biranseri adımlarla önden ilerledi. Peşinden giderken bu zamanda asla kuru kalmayan yüzümü, Biran'a ait kazağın kollarıyla silmeye çalıştım.

Gelen Mestan'dı. Aracından indi ama olduğu yerde kaldı. Yüzünde sıkışmış bir ifade vardı. Başını eğmek ve dik tutmak arasında bir yerde zorluyordu. Liderinin adımları karşısında durduğunda başını daha fazla ona itaat etmedi ve düştü.

"Melina... Lider, üzgünüm."

Biran'ın arkasındaydım, yüzünü göremiyordum ama avuçlarının bu kez sıkı bşrer yumruk olduğunu görebiliyordum. "Öldü mü?"

"Komaya girdi." Göğsü sıkıntılı bir nefesle şişip kaldı. "Üç büyükler bir daha uyanmayacağını söyledi. Kalbi atmayı bıraktığında, onu bebeğiyle birlikte bir törenle..."

Çığlık atmak istiyordum ama dudaklarımı dişleyerek kendime mani oldum. Biran'ın yapması gerekiyordu. Yapacaktı.

"Melina'yı şatodan alacağız. Onu..." Yutkunuşunun sesini duydum; uzun ve sertti. "Onu Kimpras Ormanı'na bırakacağız."

Mestan başı yerden kalktı. "Ne?"

Yumruklarını öyle sıktı ki her ikisi de mosmos kesildi. "Onu Temur'a vereceğiz."

"Neden?" diye sordu Mestan. "Neden!"
Fısıltım, yaralı sesine karıştı. "Bebeğim yaşasın, diye."

*

Mevtin silik tebessümleri bizimleydi.

Ölümün karanlık ve ürpertici çanlarını yalnızca biz duyuyorduk.

Kızıl ormanın bir köşesinde; hıçkırarak ağlayan Perla, donuk bakışlarından sessiz yaşlar döken Mirel, buz kesen Efraim ve Mestan ile ölü karısını kollarıda taşıyan liderin arkasından yürüyorduk.

Kızıl yapraklara hükmeden rüzgara kafa tutmaya çalışan dalların kırılma sesleri içimizdeki kırılmalara eşlik ediyordu.

Biran, kalın gövdeli, bodur bir ağacın altında durdu. Kollarındaki kadınla vedalaşmasının vakti gelmişti. Boğazımdaki düğümle birlikte arkamı döndüm, başımı bir ağacın gövdesine yasladım ve bunun bir an önce son bulmasını dilerken, Biran yanımdan neredeyse ışık hızıyla geçip ormanın derinliklerinde kayboldu. Geriye baktığımda, ağacın altında yatan Melina'nın yanında Mirel vardı. Onun elini tutmuştu, bir şeyler fısıldıyordu. Sonra aynısını Efraim ve Mestan yaptı. Melina'nın başına birer veda öpücüğü bıraktılar. Sıra Perla'ya gediğinde, dizlerinin üzerine çöktü, eğildi ve Melina'nın göğsüne başını koydu.

"Böyle olmamalıydı Melina. Neden böyle oldu ki?"Acıyla gözlerini kapattı. "Umarım gittiğin yerde mutlu olursun. Umarım orada kollarına güzel bir bebek alırsın." Gözlerini açtı ve ağaçtan destek alarak ayağa kalkarken, "Her şeye rağmen iyi biriydin ve her şeye rağmen seni seviyorum." dedi. "Senin için dua edeceğim. Hoşçakal."

Perla gözyaşlarını silerek uzaklaşırken, Efraim ona eşlik ederek sırtını sıvazladı.

"Gidelim." dedi Mestan. "Temur iti yakınlarda."

Gitmek için harekete geçtiklerinde, "Durun." dedim. Beni dinlediler. "Benim de ona söyleyecek birkaç şeyim var." Perla ve Mirel'e baktım. "Sizin için bir mahsuru olur mu?"

İkisi de başlarını iki yana salladıklarında, onları geride bırakarak Melina'ya doğru ilerledim. Benim için zordu. İsmini ilk duyduğumda bunun olacağını asla tahmin edemezdim; Melina'ya son anlarında veda etmek! Bu düşünce çılgınlık olurdu. Şimdiyse, muhtemelen aklımda kalacağı son görüntüsüyle ayaklarımın dibinde duruyordu. Yavaşça yanına eğildim. Rüzgarın yüzüne döktüğü saçını kulağının arkasına iliştirirken, dokunduğum masum kadının beni nasıl ateşe atmaya çalıştığına inanamadım.

"Seni kurtarmayı denedim. Öyle düşünmüyordun ama hayatta kalabilmen için her şeyi yaptım. İstediğim bu değildi. İstediğim ölmen değildi. Ben yalnızca sevdiğim adamı, yıllarca daha fazla acı çekmesine sebep olacak o büyünün etkisinden kurtarmak istemiştim." Elimi karnına koyup, gözlerimi kapattım. "Bebeğim, hala buradasın, biliyorum. Sen çok, çok güçlüsün. Bunu kanıtladın." Dışarı çıkmak için gözkapaklarımı tekmeleyen yaşları özgür bıraktım. "Seni özledim. Kokunu, o minik ellerini özledim. Alaz... Seni beslerken gözlerini gözlerime dikmen çok özledim." Ellerim yavaşça ondan uzaklaşırken, "Annen gelecekte seni bekliyor olacak." diye fısıldadım. "Seni çok seviyorum."

Kurtarmak için ömrümden onlarca yıl feda ettiğim Melina'yı orada, yüzlerce yıllık kızıl ağaçların altında; Temur Alizen'in ellerine bıraktık...

*

Sessizlikle geçen geri dönüş yolunda telsizlerden biri liderden gelen bir mesajla cızırdadı. Mestan'dan beni Dora'ya getirmesini istiyordu ancak bir dakika sonra hep birlikte gelmemizi söyledi. Bu durum her birimizi şaşırtsa da kimse sesini çıkarmadı. Direksiyonları tam tur çevirdikten yaklaşık otuz dakika sonra Büyücü Dora2nın kulübesinin bulunduğu kurak arazideydik. Araçtan ilk inen ben oldum. Çünkü Dora'nın söyleyecek fazladan şeyleri olduğunu biliyordum. Aksi halde misafir evine ayağımıza kadar gelmezdi. O gün onu dinleyecek durumda değildim. Aslında şimdide değildim ancak Biran'ın çağırmasından anlıyordum ki buna mecburdum.

Kulübeden içeri girdiğimde Biran'ı bir köşeye yaslanır halde buldum. Dora iskemlesindeydi. Hislerim, aralarındaki konuşmanın bir süre önce bittiğini söylüyordu. Dora her ne söylediyse, Biran derin bir sessizliğe gömülmüştü.

"Sanırım bitti." Dora'yaklaştım, karşısında durduğumda başını kaldırıp görmeyen gözleriyle bana baktı. "Burada olmam için artık bir neden yok."

Başını salladı. "Yok."

"Çok yakında geri döneceğim."

"Elbette..." dedi, ihtiyar sesiyle.

"O halde neden buradayım?"

İçeri giren Perla, Mirel, Efraim ve Mestan'ı hissettiğinde, beyaz ve kırışık elleriyle iskemlesinin tutacaklarını kavradı. "Bilmen gereken bir şey var... Aslında hepinizin."

Oturdum. Çünkü söyleyeceklerinin hoşuma gitmeyeceğini biliyordum. "Söyle."

Dora'nın dudakları yeniden kıpırdadığında, zamanın ılık nefesini ensemde hissettim. Zaman; acılarımı, kızgınlarımı ve tüm yaşanmışlarımı kaburgalarından kucakladı.

"Geri döneceksin ve burada sebep olduğun her şey gelecekte var olacak..." Kaburgalar orta yerinden çatladı. Çatlaktan sızan ateş, yaşanmışlarda bir asla söndürülemeyecek koca bir yangın başlatmaya hazırlanıyordu. "Sen değil ama sana şahit olanlar, ait olmadığın bu zamandaki Rozelin'i hatırlamayacak. Hiçbir zaman..."

🖤

Yanlış anlaşılma olmasın; yalnızca geçmişteki Roz hatırlanmayacak. İnce detayları yeni bölümde okuyabilirsiniz.

Evet, Melina'ya veda ettik... Nasıl buldunuz bölümü?

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Yeni bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

19.1M 489K 65
"Geçmişin izleri yüzünden sevgiye ve aşka inanmayan bir adamla en büyük hayali gerçek bir aşk yaşamak olan genç bir kızın,sırlarla dolu hikâyesi.'' M...
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
83.4K 5.1K 14
"Katillerin aynı zamanda bu kadar espritüel oluklarını bilmiyordum," dedim, bir katil olduğunu tekrar yüzüne vurarak. Onun sinirlenmesini bekledim, a...
4.1M 115K 45
Bölümler düzenlenerek yüklenmektedir. * "Gölgene bile inanma. Karanlıkta seni yalnız bırakır." Karanlığın bile saklamakta aciz kaldığı şeyler vardır...