NUMUNE ŞAHIS

By Fatma_Zehra446

6.9K 1.5K 284

Her şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için b... More

NUMUNE ŞAHIS-1
SEYYAR SATICI-2
KARANLIKTA AÇIK IŞIKLAR-3
FESLEĞENLER VE SİNEKLER-4
SAYGIN BİR BEY-5
KAYIP İLAN-6
İNŞAAT ÖNCESİ ÖDÜL MERASİMİ-7
İKİ SEÇENEK-8
KARMAŞIK İLAÇLAR- 9
KAZA SONRASI NORMALLİK-10
DÖNEN FENOMEN-11
VATOZ FELSEFESİ-12
İNCİR Mİ ADASI-13
ANTİKA MI PIRLANTA-14
KAĞIT KALİTESİ-15
ÇORAP SÖKÜĞÜ-16
MEMURA HAP-17
ÇİÇEK KAPISI-18
YÜKSEK VE KORKAK-19
İYİ ÇOCUK AMA KORKUT-20
KÖTÜ İZLER-21
MAHZENDE DENGESİZLİK-22
ŞAHIS AİLESİ-23
ALIŞMAK HEM DE ÇABUK-24
İMAMI KAÇIRMIŞLAR-25
BEKLENEN İHTİMAL-26
HESABI KAPATALIM-27
GELENLER-28
KANLI SİLAH-29
YEŞİL LAZER-30
VEDA ÖDÜLÜ-31
GEÇMİŞE YOLCULUK-32
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA
NUMUNE ŞAHIS - 2. KISIM
ZAMANE KORSANLARI - 1
DENİZANASI KUCAĞI- 2
KAPTANIN OYUNU- 3
GÜVERTEDE AKŞAM YEMEĞİ- 4
YILAN VE HAMSTER -6
DÜRBÜNLERE KAST - 7
GÖKYÜZÜNDEKİ KUBBE - 8
TAZE LİMON - 9
UZAYLI AYİNİ - 10
MANYETİK MAKARALAR - 11
ALTIN TOZLU ÇORBA -12
KİMYA SİHİRBAZI - 13
KİLİMLERE ÖZGÜRLÜK -14
KARANLIK ESARET -15
NUMUNE ORMANI - 16
İHANET KELEPÇESİ - 17

KONUM; ZAGAZİG- 5

67 15 5
By Fatma_Zehra446

Bir toprak parçasının üstünde bulunmak nimetine eriştiğimde benden mutlusu yoktu. Kendi semtimden hatta ülkemden uzaktaydım ama hala sallanıyormuşum hissini bana yaşatan gemiden inip, denizin tuzlu kokusundan uzaklaşmak bu kaçırılma işini daha katlanılır hale getiriyordu. Korkum da azalmıştı artık. Telefon, internet, insan ve kendime kurtuluş olarak gördüğüm herhangi bir yola ulaşmam daha kolaydı.

Gemiyi geride bıraktık ve lahitten ya da tekrar demir almaya hazırlanan adamlardan hiç söz etmeden eski bir araca binip yola çıktık. Çok fazla sorum vardı. Asaf'ın planını hala çözememiştim. Ne yapmaya çalıştıkları hakkında bir fikrim yoktu. Doğu'yla biraz daha vakit geçirebilsem çaldıkları mumyayı niye Mısır topraklarına geri getirdiklerini öğrenebilirdim.

"Nereye gidiyoruz?" Aracın camını indirirken rotamızı sordum. Hava epey sıcaktı. Esen rüzgarın beni rahatlatmasını umarken, klima olmadan serinleyemeyeceğimi anladım. Sıcak hava insanın yüzüne değip geçiyordu.

"Eve" dedi Doğu.

"Ev nerede?" Bir yerde durup soğuk bir içecek alamaz mıydık?

"Zagazig'de, giderdin mi merakını?" Araya karışan huysuz ses Asaf'ındı. Bahsettiği yeri daha önce duymamıştım. Bir şehir, belde, kasaba olabilirdi burası. Bahadır'ın gereksiz bilgilerini kınadığım için bu hale düşüyordum muhtemelen.

"Ne kadar sürer yolculuk?"

"Yaklaşık üç saat." Üç saat bu arabada, huysuz bir korsanla yolculuk yapmak epey sıkıcı olacaktı. Pencereden dışarıyı seyretmeye karar verdim ben de. Ne de olsa bahsettikleri kişiyle beni görüştürmeden saçımın teline bile zarar veremezlerdi. Ondan böyle rahattım. Ve eğer başka bir ülkedeysem, üç saat de olsa tadını çıkartabilirdim. Limandan uzaklaşıyorduk. Sırayla dizilmiş binalar, palmiyelerin altındaki banklarda oturup dinlenen insanlar, yaşam merkezine yaklaştıkça artan dükkanlar sadece bir süre seyredilebilirdi. Bu topraklara ayak basan herkesin görmeye heveslendiği piramitlere gitti aklım.

"Piramit görecek miyiz?" diye atıldım birden. Doğu oturduğu koltuğa yayılıp kafasını geriye attı.

"Seni turistik bir geziye çıkardığımızı sanmıyorum."

"Ben de böyle bir şeyi kastettiğimi hatırlamıyorum zaten." Kurtulursam, en çok bu küpeliyi bir daha görmeyeceğim için sevinecektim. Asaf az konuşuyordu ama Doğu kadar rahatsız etmiyordu beni. En azından dalga geçmiyordu.

"Merak ediyorum, Kız Kulesine kaç kez gittin?" Uzaktan görmüştüm yalnızca. "Galata kulesine çıktın mı?" Yanından geçmiştim, epey kalabalık bir günde yolum düşmüştü o semte. "Sorularımı cevapsız bırakmanın sebebi, ikisine de uğramamış olman değil mi? Kaç yıldır İstanbul'da yaşıyorsun peki?" Kollarımı bağlayıp sertçe arkama yaslandım. Varacağı sonucu anlamıştım ve bu ukala tavrından hiç hoşlanmıyordum. "Gelir gelmez piramitlere gitsen, kendi değerlerine haksızlık etmiş olmaz mısın?"

"Bir korsandan ders alacak değilim! Buraya piramitleri ziyaret etmek için, özel olarak gelmedim. Yaptığın karşılaştırma manasız." Sitemli cümlelerime karşın çizgi film karakterleri gibi uzunca güldü. Konuşma sesinden daha ince ve melodik bir tondaydı kahkahası. Bir daha duymak istediğimden emin değildim.

"Önce antika kaçakçısıydık, şimdi de korsan mı olduk?"

"Şimdi olmadınız ki, en başından beri öyleydiniz. Hem beni kaçırdınız hem mumyayı! Turizmci değilsiniz ya!"

"Bir hayalperestle yolculuk yapmamıştım epey vakittir. Duyuyorsun değil mi Asaf?" Bizim sıkıcı ve çekişmeli sohbetimize katılmaya hiç niyeti olmayan Asaf homurdandı ve tekrar yola odaklandı. Durumu analiz ettiğim için hayalperest konumuma düşmemi, Doğu'nun kompleks yapmasına bağladım. Suçluydu ve kendince olayları şakaya vurarak normal davranmaya çalışıyordu. Yine de uzun uzun şikayet edemiyordum çünkü kaçırılan birine göre epey konforlu bir yolculuktaydım. Elim kolum bağlı değildi en azından.

"Mumyayı ne yapacaksınız? Gemide bıraktınız ya." Beni biriyle görüşmeye götürüyorlardı ama Ramses'in gizemini hala çözememiştim. Doğu soruma diğerleri kadar hızlı cevap vermedi. Hiç öğrenemeyeceğimi zannettiğim kadar uzun bir süre geçtiğinde aradan, sanırım iki dakika, yanıtını hazırladı.

"Hükumete satacağız." Dönüp, şaşkın yüzüme baktı ve otuz iki dişiyle sırıttı. Gözlerinin çevresi kırıştı, siması ürkütücü geldi yüzüme. Bakışlarında çılgın bir derinlik vardı, korku filmlerindeki anlaşılmaz büyülü sözleri söyleyen karakterlere benziyordu. Ağzından çıkan cümlelerin tam aksini düşünüyordu sanki. Üstüne mor bir pelerin alsa, falcılar gibi olurdu. Uzun ve zayıf bedenini bir kürenin başında hayal ettiğimi duysa dilinden kurtulamazdım. Yanıma geldiği ve benimle sohbet ettiği sürece onu gözlemlemek için fırsatım olmuştu. Yine de tüm kabalığına rağmen Asaf'la oturmayı tercih ederdim.

"Önce çaldınız" dedim toparlanmaya çalışıp "şimdi de para karşılığında geri veriyorsunuz. Ramses'i çalmak başına silah dayayıp bir insanı rehin almaktan daha kolay sanırım."

"Güzel senaryo." Ağzının içinde bir şekeri yuvarlıyor gibi dilini oynattı. Her söylediğim hayal ya da senaryoysa madem, gerçek olan neydi? Doğru ya da yanlış demiyordu, sadece lafı geveliyordu. Söylediklerimden şüphe etmemi istiyor da olabilirdi. Böylece hiçbir zaman gerçeğe ulaşamaz ve bu korsanlara oyuncak olurdum. "Sana güzel bir teklifim var Numune. Bu eski ve kliması çalışmayan araçta konuşmak yerine, eve gidince röportajımıza devam edelim. Soğuk bir içecek eşliğinde, güzel bahçemizde sana merak ettiklerini anlatırım. Hayatımda ilk kez röportaj vereceğim ve inanır mısın çok heyecanlıyım."

"İnanmam için bir sebep var mı? Senin gibi biriyle değil röportaj yapmak, sohbet bile etmem normalde. O ev dediğiniz yer de neresiyse, gelmek istemiyorum. Bana her şeyi doğru düzgün anlatmadığınız sürece, dediğiniz hiçbir şeyi yapmayacağım!" Başka şansım varmış gibi konuşuyordum. Kararlı durmam onlar için bir şey ifade etmiyordu ama benim açımdan çok önemliydi. Zihnimi diri tutmam gerekiyordu. Bir tutsak gibi beni oradan oraya götürüyor olabilirlerdi fakat onlar öyle davranıyor diye, ruhumu tutsaklığa inandıracak değildim.

"Az önce bana hakaret ettin fark etmedim sanma. Aslında benim sinirlenmem gerekiyor ama sanırım çevre değişikliğinden kaynaklı olarak gerildin sen." Doğu'yla tartışmaya devam edecektim. Buna enerjim de vardı isteğim de. Eğer ön koltuğa çarpmasaydım.

"Yeter be susun!" Asaf'ın bağırması mı daha şiddetliydi, frene basışı mı bilemedim ama ikimiz de öne doğru yapıştık ve uzun süre konuşmaya korkar halde suçlu çocuklar gibi konuşmaya cesaret edemedik. "Doğu ağzından tek kelime çıksın, bak tek kelime duyayım, atarım seni arabadan!" Parmağını yanındaki küpeliden çekip arkaya döndü ve bana doğrulttu. "Sen de kapat çeneni, bir daha soru sorma! Sırf seni görecek biri var diye sabrediyorum. Ama beni zorlama, duydun mu?" Abisi tarafından azarlanan kardeş gibi sindim yerime. Bir yandan da azar sırasını savmış Doğu'ya ters ters bakıyordum. Onun gevezeliği yüzünden bu kadar uzamıştı sohbetimiz.

"Tamam abi, anlamıştır kız, dön önüne." Hala konuşacak cesareti bulduğu için Doğu'yu tebrik etmeliydim. Ben üstüme sinen baskı halini hala atamamıştım. Üstelik Asaf gözlerini gölgeleyecek kadar kaşlarını çatmış, bana zerre kadar tahammülü olmadığını hissettirirken kendimi özgüvenli hissetmem de pek mümkün değildi. Doğu'ya gösterdiğim fevri tavrı ona sergilemenin pek akıllıca olduğunu sanmıyordum. Söyleyeceklerimi, onu yakalatacağım güne saklamayı tercih ediyordum. Geç de olsa bir zafer elde edeceğime inancım, ayağım toprağa bastıktan sonra tamdı. Her yiğide başka yoğurt yedirmek lazımdı.

"Ne dedim ben sana? Bu araç durana kadar konuşmak yok."

"Zaten benim uykum var, uyurum ben." Araba sert bir hamleyle yeniden çalıştı. Doğu uyku için kendine bir pozisyon aramaya başladı. Kıpırdandı, ofladı pufladı. Asaf olsam, bu adamı yanımda bir saniye tutmazdım. Numune halimle bile kaçmak istediğim küpeli, insanın ömrünü tüketirdi. "Yemek yiyecek miyiz?"

"Sus..." Alt dudağını dişleyip arka arkaya vurmaya başladı Doğu'ya. "Sus!" Araba sağa sola savruldu biraz. Yol kalabalık değildi Allah'tan. Yine de can sağlığımız açısından araçtan inince kavgalarına devam etseler daha iyi olurdu. Asaf'a dur diyecektim ama konuşmamı yasaklamıştı. Zarar vermek için değil, hıncını atmak için koluna bacağına vuruyordu küpelinin. Sanki benim de hıncımı alıyordu. Kıs kıs güldüm hallerine. Birbirlerine düşmeleri işime gelirdi.

***

Yaklaşık beş dakikadır rengi soluk kırmızı örtüyle kaplanmış koltukta oturup, birinin yanıma gelmesini bekliyordum. Arkadaşının evine gitmiş, onun okuldan dönmesini sessizlik içinde bekleyen çocuklar gibiydim. Fıstık yeşili duvarın üstündeki eski tabloları, yapay çiçek demetini, kurumuş otları, tozlanmış vitrinin içindeki kristalleri, siyah beyaz fotoğrafları ve eriyecekmiş gibi duran halıyı seyredecek yeterli zamanım vardı. Kırmızı çiçek desenli, sütlü kahverengi perdenin ardından süzülen ikindi güneşi, odada havalanmış toz bulutunun dansını gözler önüne seriyordu.

Ya bu tek katlı, bahçe içindeki geleneksel eve hiç uğramıyorlardı ya da tozdan rahatsız olmuyorlardı. Gazetede zar zor toparladığım odam bile buradan daha iyiydi. Yine de kaçırılmış biri olarak, bir villaya getirilmeyi beklemiyordum. Caner'in beni kapattığı camı kırık odadan daha konforluydu. Çok daha sıcak ve bunaltıcıydı hatta. Bir türlü ortasını bulamıyorlardı. Kapının önünden gelen konuşmaları anlayamadığım için, üstümdeki sersemlikle seslice esnedim. Arapça bilmiyordum ve bu adamları dinleyip bir çıkarım yapmaya çalışmak, yol yorgunu halimle beni epey zorlardı.

"De ki gelin! Türk mü?" Boydan boya beyaza boyanmış ahşap kapı sertçe açıldı ve içeriye burada ne aradığını sorguladığım yaşlı bir kadın girdi. Onu da mı kaçırmışlardı? Ne gelininden söz ediyordu? Hafif kamburu olan, sert mizaçlı, sekseninde görünen teyze tam önümde durdu. Gayriihtiyari ayaklandım. Her şeyden bıkmış gibi görünen Asaf'a soru sormam imkansız gibiydi. Kadın beni tepeden tırnağa süzüp burnunu kırıştırdı. "Yok, bu olmaz." Hafif aksayarak yanıma geldi ve artık koktuğuna inandığım gömleğimi çekiştirdi. Ne yapmaya çalıştığını çözemiyordum ama kendimi bu bakışlardan kurtarmak için geriye çekildim.

"Teyze gel buraya, bırak kızı!"

"Eh! Onu bırak, buna bakma! Evde kaldın be!" Kadın, buraya getirişimi epey hayra yormuştu anlaşılan. Ne oluyor dercesine Asaf'a baktım. Cevap verme gereği duymadı. "Kokuyor bu kız." Ağır oluyordu ama. Yosun gibi koktuğumun farkındaydım ama özel bir durumum vardı. Kaşlarımı çatıp kadına diklendim.

"Bunlar tarafından kaçırılmış olmasaydım böyle kokmazdım." Şikayetime karşın yüzü yumuşadı. Kaçırılmaktan bahsediyordum, misafir edilmekten değil. Yaşına başına bakmadan, çeteye mi dahil olmuştu yoksa? Ağzından tak tak ses geldi. Dişlerini oynatmış olmalıydı. Kırışık çehresindeki ince dudaklarını hareket ettirdiğini fark etmek zordu. Asaf'a gülümsedi.

"Sen kız mı kaçırdın ya şakıy?" Son kelimesini anlayamadım. Harfi öyle içinden gelerek ve boğazdan çıkarttı ki, aynısını yapabilmek için mırıldandım. Sonra bana bakıp gözlerini kıstı. "Çirkin değil ama biraz suratsız gibi."

"Teyze beni bağlayıp gemiye attılar tabi surat..." Bir anda durdum. Bu gelin ve kız kaçırma muhabbetlerini, durumumuzu yanlış anladığından yapıyordu. Kendimi savunmak yerine ona olayın doğrusunu anlatmam lazımdı. Aksi halde saatlerce tartışsak, onun beni gördüğü konumdan ayrılamazdım. "Ben gazeteciyim teyzeciğim. Bu iki korsan..."

"Numune... Numune gel." Doğu sözümü bölüp hızla içeriye atıldı ve yanıma geldi. "Gel ben sana temiz kıyafetler vereyim." Kolumu tutmaya yeltendiğinde geriye çekildim. Bir adım arkamda duvar vardı zaten. Daha fazla gidecek yerim yoktu.

"Bırak kızı edepsiz!" Doğu ufak bir darbe yedi sırtına. Bu gün doymuş olmalıydı. Artık yanıma yaklaşamaz ve dokunamazdı şu dakikadan sonra. Teyze sadece bana değil, anlaşılan herkese aynı huysuz tutumunu sergiliyordu. Hakaret etmediği sürece doğu aksanıyla konuşması insana kendini yabancı hissettirmiyordu. Uzun, koyu gri bir elbisenin üstüne kahverengi, simli gibi gözüken bir yelek giymişti. Başında boğaz kısmını sıkıca bağladığı pembe renkli bir yazma vardı. Kaçırılma hikayemdeki en uyumsuz karakterlerden biriydi.

"Rahatsız olmasın diye teyzem..."

"Ben bilirim kim nerede rahat eder ya da etmez. Hadi, hadi çıkın." Kedi kovar gibi iki yana açtı ellerini. Bana zorbalık yapan iki adamın gıkı çıkmıyordu bu kadına. Yoksa beni görmek isteyen kişi bu kadın mıydı? Bunca yolu bir gelin bulma hayali yüzünden mi kat ettirmişti bana? Bu vahim durumun içine düşmek yerine, ıssız bir adada kayıp hafızamla karıncaların misafiri olmayı yeğlerdim.

"Çıkamayız teyze. Bu kızı misafir olarak getirmedik buraya. Akşama gitmemiz gereken bir yer var. Biz bahçedeyiz. Gerekli eşyaları ver, temizlensin." Kadın Asaf'ın programlanmış konuşmasına karşın homurdandı ama üstelemedi. Durum tepki verebilmem için fazla karışıktı. Bayıltılmıştım, elim kolum bağlanmıştı, ülke değiştirmiştim, ölümle tehdit edilmiştim, bir eve yaşlı bir kadının yanına getirilmiştim ve birazdan beni davet eden kişiyi bilmediğim halde akşam için hazırlanacaktım. Birinin beni karşısına alıp olan biteni tüm detaylarıyla anlatması gerekiyordu.

"Gel benimle." Anlamadığım birkaç kelime daha söyledi ve aksayan adımlarıyla kapıya yöneldi. Temiz olmaya her şeyden çok ihtiyacım vardı şu anda. Kalıplaşmaya başlayan saçlarımı başımın üstünde hayal etmek bile tiksinmeme sebep oluyordu. Kadının peşine düştüm. Geniş ve beton zeminli koridora çıktık. Eski bir köy evindeydim sanki. Çalı süpürgeye, duvarda asılan eleğe, geniş divana tek tek baktım. Mısır'da olduğumuzu bilmesem, Anadolu'da bir köye gelmişim zannederdim.

"Numune" Asaf seslenince durdum. Bağırmıyor ya da sert davranmıyordu. Yine de ona karşı mesafeli durmaya gayretliydim çünkü her an sinirlenip dengesiz davranışlar sergileyebilirdi. "Kapının önündeyiz. Kaçmaya çalışma. Odaların pencerelerine yaklaşma, arka tarafı da kontrol ediyoruz. Bizi zor durumda bırakma." Sizin zor durumda olmanızı düşünen de kim!

"Bu halde nereye kaçabilirim? Bırakın da biraz nefes alayım." Asaf üstelemedi, onun da yorgun olduğu aşikardı. İnsanlar başlarını suyun altına koyduğu zaman, düşünceleri de su gibi akıp gider. Yeni bir plan yapmak, telefonumu ve kameramı kurtarmak, kimliğime ulaşmak, en önemlisi biraz dinlenebilmek için suyun düşüncelerime nüfuz etmesine ihtiyacım vardı. Teyze aynı hırçınlığıyla evi boşalttı. Nereden bulduğunu bilemesem de yaşıma uygun kıyafetler getirip kucağıma koydu. Benim için uzun ve fazla siyahlardı ama başka seçeneğim olmadığından, hiç itiraz etmeden sahiplendim verdiklerini. 

***

Eskimiş ve zımparaya dönmüş havluyu saçlarıma dokundurdum. Bu havada uzun uzun uğraşmasam da ıslak kalmazlardı zaten. Yine salondaydım. Ev sessizdi. Rahatlatıcı bir duş sonrası ağırlığı vardı üzerimde. Daha canlı ve dinamik olurum diye düşünüyordum oysa. Fakat tutsak olduğumun bilincinde olmasam, uzun yolculuk sonrası köye gelmişim de dinleniyormuşum zannederdim. Olduğum yere uzanmamak için zor tutuyordum kendimi. Gözlerim kıpkırmızıydı. Bunda uykusuzluğun yanı sıra, duş için verilen ve daha önce hiç kullanmadığım mentollü şampuanın da etkisi vardı. 

İkindi vaktinde olmalıydık. Akşam güneşi tüm kızıllığıyla içeriye süzülüyordu. Duvarlarda gereksiz onca şey asılıydı ama saat yoktu. Adını bilmediğim otlardan zamanı öğrenmem mümkün değildi. Asaf ve Doğu'dan ses çıkmıyordu. Kapının önünde duracaklarını söylemişlerdi. Teyze de mutfakta yemek yapıyordu. Hoş ama epey baharatlı bir şeyler yiyeceğimize emindim. Koku öyle yoğundu ki bir kaç dakika sonra üstüm başım kokmaya başlardı. Paçalarımı ve kollarımı sıvamıştım, belindeki ipi sıkıca bağladığım siyah eşofmanı ancak böyle giyebilirdim zaten. Sahibi her kimse, benden uzundu.

Gözlerimi ovuşturup yerimden kalktım. Teyzenin yanına gitmek üzere odadan çıktım. Akşama gideceğimiz yeri merak ediyordum. Ev ortamında olduğumuz için fazla tedirgin değildim. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan birine göre fazla rahat gözüküyordum. Bu telaş edip beni kurtaracak detayları gözden kaçırmaktan daha iyiydi. Bu adamların amaçlarını hala bilmiyordum. Birbiriyle çelişen hareketlerini takip etmek de yorucuydu. Hazır burada yoklarken, aklına geleni söyleyen teyzeden bir şeyler öğrenmeliydim. Sonra da kadının meşguliyetinden faydalanıp, eğer çantayı eve koydularsa, arayıp şahsi eşyalarıma ulaşmalıydım. Omuzlarıma baskı yapan uykudan silkinip, bu yaşlı kadının tuşlu telefonunu da ele geçirmem gerekiyordu. Bilmediğim tek bir şey vardı; Asaf'ın kapalı kapıdan içeriye gireceği saat.

Mutfağın kapısına gelip maydanozları doğrayan kadına baktım. Ocağın üstünde iki tencere altı yanık vaziyette duruyordu. Küçük karelerden oluşan mermer tezgahın mavi çiçek desenleri yer yer çatlamıştı. Ufak bir buzdolabı, ahşap masanın üstünde duran davlumbaz fırın ve eskilerden kalma bir sebzelikten başka bir eşya yoktu. Duvarlardaki otlar ve çerçeveler mutfakta da vardı ama. Gözüme keçiboynuzu bile ilişmişti. Bu kadar çok otla ne yapıyorlardı? İstanbul'daki Numune, bu kadının hikayesini dinlemek için can atardı. Mısır'daki Numune'nin şimdilik özgürlüğüne kavuşması gerekiyordu.

"Ya Allah! Korkuttun be kız!" Ben dalmış etrafı seyrederken, kadın kabaca bağırınca kendime geldim. İçeriye geçip misafir çocuğu gibi sırtımı ve ellerimi duvara yasladım. Çatık kaşlarıyla bir bana bir de elindeki maydanoz bulaşmış bıçağa bakıyordu. "Ne o, beni pusuya mı düşürecektin? Çok yaklaşma, babam bıçak dansının efendisiydi." Aklına gelene ve söyleyiş tarzına gülmemek için kendimi zor tuttum. Bu kadına saldırınca ne geçecekti elime? Bir kelime mırıldandı sonra "makir" dedi belki, anlayamadım.

"Niye saldırayım ki sana?"  Soruma karşın omuz silkti biri varmış gibi kapıya bakarken. 

"Bizimkine saldırıp bayıltmışsın." Demek ufak çaplı savunmamı aralarında konuşmuşlardı. Bu olay teyzeyi tedirgin ettiyse, biraz üstüne gidersem istediğim bilgileri alabilirdim ondan. Ağır ağır yanına yaklaşıp parmağımı tezgahta dolaştırdım. Yemek gerçekten güzel kokuyordu.

"Evet, yaşandı öyle bir olay. Bana hangi silahla saldırılıyorsa onunla karşılık veriyorum." İkimiz de aynı anda bıçağa baktık. Kadın keskin aleti ocağın yanına gelişigüzel atıp cesur durmaya çalıştı. 

"Salata da bitmişti zaten" dedi huysuzca. 

"Ne yani, her şey normalmiş gibi yemek mi yiyeceğiz bir de?" 

"Ne yapacağız? Ölelim mi açlıktan? Uzun yoldan geldiniz, uzun yola gidiyorsunuz. Yemezsen..." Parmağını halıya uzattı "sürünürsün." Yavaş yavaş kıvama geliyordu.

"Uzun yoldan kastın nedir?" Gözlerini kısıp, ellerini beline koydu. Gençliğinde biraz hoyrat biri olduğu izlenimine kapılıyordum bu tavırları karşısında. 

"Demiştim sana kurnaz, boşuna değildi." Demiş miydi? Belki arkamdan. Ya da yüzüme karşı Arapça kelimeler mırıldanırken. "Bunca yıldır yanımdalar, ben bile bilmem gittikleri yeri. Vardır her kabile başında bir reis. Gizli tutar kendini." Aksanlı konuşuyor olmasa, beyit okuyor zannederdim. Fiillerin yerini cümle içinde değiştiriyordu. 

"Yani reislerinin yanına götürecekler beni?" Bana kurnaz demesini önemseyecek değildim o an. Hatta kurnaz olmam gerekiyordu. Kadın tahta çekmeceyi açıp, bana cevap vermek yerine avucuna kaşık çatal doldurmaya başladı. 

"Hadi, hadi yardım et." Kocaman kadına iş yaptırıyordum, anlık bir gafletle utanıp tezgahın üstündeki dolaplardan birine elimi attım. Tabakları bulmaktı maksadım. "Soldakinde tabaklar." Direktife uyup solumda kalan tahta dolabı açtım ve önüme çıkan emaye tabakları indirdim. Porselen tabak yoktu, bunlarla yiyorlardı herhalde. "Bahçeye kuracağız sofrayı. El an koy şu masaya." Yine dediğini yaptım ve masaya bıraktım.

"Niye şimdi götürmüyoruz?" 

"Asaf kapıyı açmazsa nasıl çıkarız dışarı?" Anlayış kıtlığı çekiyormuşum gibi yüzünü buruşturarak baktı bana. Ama hak etmiştim. Ne diye kaçırıldığım evde misafirlikteymiş gibi davranıp, şu huysuz kadına acıdıysam! Neyse ki ortam gerginleşmeden dış kapıdan kilit sesi duyuldu. Bu tutsak hal ruhumu sıkıyordu. Teyzeyi beklemeden mutfaktan çıktım. Hol kapı açılınca günün son ışıklarıyla bir nebze de olsa aydınlandı. Geniş kapıyı sonuna kadar açıp, eğilerek önüne koyduğu küçük takoz parçasıyla sabitleyen adama dikkatlice bakma gereği duydum.

Asaf olamazdı değil mi? Saçını sakalını kesmiş, yüzü gözü açılmıştı. Yine açık renk kıyafetler vardı üzerinde. Ama korsan gibi gözükmüyordu şimdi. Ayaklanıp yanıma yaklaştıkça emin olmak ister gibi tekrar tekrar baktım yüzüne. Öyle ki halimi garipseyip, tedirgin bir şekilde tebessüm ettiğini bile görmüştüm. Ona söylemezdim belki ama bu haliyle hiç de belalı birine benzemiyordu. Bilakis, başıma bir bela gelse yardım bile isterdim bu adamdan. Ama kitapları kapağına, insanları da dış görünüşüne göre yargılamamak gerektiği su götürmez bir gerçekti. Bulunduğum konum da buna bir delildi. 

"Daha bakacak mısın?" 

"Hayranlığımdan bakmıyorum herhalde" dedim ters bir şekilde. Sonra omuzlarımı dikleştirdim şaşkınlığımdan sıyrılıp. Gözlerimi yüzünden hiç çekmemeye kararlıydım ama. Bu yüz bana lazımdı. Bu yüz... Sanki daha önce gördüğüm birine aitti. Nerede, nasıl hatırlamıyorum. Muhakkak benzetiyordum. Kameramın olmadığı yerde hafızam devreye girecekti. Kaşını, daima bir şeyler düşündüğünü belli eden bakışlarını, sakalları kesilince pek de şişman olmadığı ortaya çıkan yanaklarını, geniş alnını bir robot resim çizen memura iyice anlatabilmem gerekiyordu.

"Öyle bir şey demedim zaten." O da huysuzlandı tepkime karşın. 

"Ne zaman gideceğiz?" Parka gitmeye sabırsızlanan çocuktan farklarımı saymak lazımdı şurada.

"Gitmeyeceğiz."

"Nasıl yani?"

"Bu gün gitmeyeceğiz, görüşeceğin kişi yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Bir kaç gün misafirsin burada." Sakin olmak için gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Ellerimi sertçe saçlarıma götürdüm fakat çekiştirmeye kıyamadım. 

"Bir kaç gün burada kalamam. Kurtulamayacak mıyım ben sizden?"

"Hayranlığımdan yanımda tutmuyorum seni herhalde!" İmasına yüzümü ekşittim.

"O zaman bırak beni."

"Zaten bırakacaktım ama sen kendini ifşa ettin. Artık iş benden çıktı. Sabırlı ve sessiz oldukça bu evin içinde elin kolun bağlı olmadan durabilirsin." 

"Hıh, sanki lütuf! Ben kendimi nasıl ifşa edebilirim ki, hiçbir şeyden haberim yoktu. Hem kime ifşa olduğumu bile bilmiyorum." Sabırsızca yerinde kıpırdandı.

"Rahat durmadığın için mürettebat raporunda adın geçti ve bizimkiler seni görmek istedi. Kimin nesiymişsin bir de onlar sorgulamak istiyor." 

"Sizinkiler kim? Tam olarak ne yaptığınızı bana anlatsana sen!" Konuya kendini kaptırıp cevap vermesini beklemek hataydı. Aklını mutfaktaydı belli ki. Bana öylesine, mesafeli bir bakış attı.

"Uzun hikaye Numune Şahıs ve biz çok acıktık." Oysa hikayeleri ne çok severdim. Yine sorularımı cevapsız bıraktı. Berber dükkanı gibi kokuyordu. Yanımdan geçip mutfağa gitti. Teyzeyle konuştuklarını duydum, tek kelimesini anlayamadım. Batıp giden güneş ışıklarının bahçedeki bodur ağaçların yapraklarına veda etmesini seyrettim.

Continue Reading

You'll Also Like

5M 235K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
4M 248K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
7.9M 396K 77
Bordo Bereli cesur bir askerin ve başarılı bir doktorun hikâyesi... ''Halide sana deli gibi aşık!'' En yakın arkadaşım, sevdiğim adama sırrımızı söy...
66.6K 2.8K 35
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...