Dört Duvar

By beeyzz

333K 39K 15.3K

Vurdu ve Aşk'tan tanıdığımız Çeşmiahu Tümer'in hikayesidir. More

Giriş
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm

20. Bölüm

11.3K 1.3K 536
By beeyzz

merhabalaarr, öncelikle herkesin bayramı mübarek olsun. nice güzel bayramlar diliyorum sevdiklerinizle ve benimle:') ❤️

gecikmeli de olsa biz geldik! kitabın en uzun, en güzel bölümü oldu bence. umarım beğenirsiniz. yorumlarınızı ve yıldızlarınızı esirgemeyin...


Koca bir hafta geçmişti.

Ailesinin ilgisini kaybeden Ahu, iyileştiğini kabullendi ama bazı geceler hissettiği ağrılar yüzünden istirahate devam etti. Son birkaç gündür o da yok denecek kadar azalmıştı artık. Kaşındaki dikişleri de dün aldırmış, perte çıkan milyonluk arabasından küçük bir çizgi hatıra kalmıştı ona. Her gördüğünde ağlayası geliyordu.

Duş aldıktan sonra hazırlandı. Rahat bir şeyler giymek istiyordu, düşünceli bir şekilde dolabını izlemeye başladı. Siyah tayt, bol kesim beyaz tişört ve koşu ayakkabılarında karar kılmıştı. Saçları biraz nemli kalacak şekilde kurutup, mandal tokayla gelişi güzel bir topuz yaptı. Derin bir nefes alarak aynadan yansımasına baktığında, görüntüsünden memnun bir şekilde odasından çıktı.

"Ooo, günaydın Ahu Hanım. Uzun zamandır kahvaltıda göremiyorduk sizi, gelin lütfen, masamızı şereflendirin."

"Of baba," dedi genç kız, sandalyenin ucuna doğru yerleşirken. "Sabah sabah canın nasıl istiyor böyle konuşmayı, şaşırıyorum enerjine."

"Ne yapayım, iki suratsız kadınla yaşıyorum. Pozitif olmak zorundayım."

Canan Hanım, gözleri kapalı bir şekilde kahvaltısını yaparken, birini açarak Ragıp Bey'e baktı. "Uykumu alamadım, ondan böyleyim. Of ya, Pazartesi sendromu yaşayan insanlar için oryantasyon eğitimi verilmeli bence. Adapte olamıyorum, iki günde çalıştığımı unutuyorum resmen."

"Bugünde itibaren ben de katılıyorum o kervana."

"Ne?!" Canan Hanım'ın iki gözü de açılmıştı. "Anlamadım?"

"Bakırcılar'ın emlak danışmanı aradı geçen hafta. Bir iş teklif etti bana."

Ragıp Bey'in kaşları şüpheyle çatıldı. Bunun üstüne Ahu ona öyle bir bakmıştı ki, omuz silkerek açıklama gereği duydu. "Yanlış anlama, evin projesi yarım kaldı ya, o yüzden garipsedim teklifini."

"Durumu izah ettiğini düşünüyorum. Teklife de gelirsek, biraz şans doğrusu. Gayrimenkul şirketinde çalışan bütün iç mimarların hali hazırda ilgilendiği bir taslak varmış. Bu yüzden bahsi geçen ev için danışmanlık desteği sağlama konusunda sıkıntı yaşamışlar. Aklına gelmişim."

"Harika! Sahibi kim acaba?"

"Yurt dışında yaşadığını söyledi, pek bir bilgim yok, detayları bugün konuşacağız."

"Umarım nişanlı değildir," dedi, Ragıp Bey bıyık altından gülerek.

Çeşmiahu, babasının söylediğini duymazdan gelerek tabağına biraz peynir, salatalık ve simit aldı. "Evi bana bıraktı. İstediğim her şeyi yapabilirmişim."

"Canına susamış galiba. Seni tanımadığı o kadar belli ki... Düşünsene Ragıp, adam merdivenleri inmek istiyor ama Ahu kaydırak yapmış!" Canan Hanım, kendi yaptığı esprisiyle gülmekten kırılırken, kahkahası Ragıp Bey'e de bulaşmıştı. Yaklaşık bir dakika boyunca buna güldüler. Ahu onları boş bakışlarla izliyordu. "Tamam, tamam, şaka," derken, yaşlarla dolan gözlerini siliyordu kadın.

"Benden bahsetmiş, merak etme. Daha doğrusu bizden. Bu yüzden gözü kapalı güveniyor olmalı."

"Ohh hayır, neden söylemiş pis dolandırıcı emlakçı? Beğenmezse yandığımızın resmidir. Bana bak, kaydırak fikrini unutuyorsun hemen!"

"Ersin Bey tanıdığım en dürüst emlakçılardan biridir, anne."

"Hayatında kaç tane emlakçı tanımış olabilirsin ki?"

Ahu simidi ağzında tıktı ve ayaklandı. "Doydum ben," dedi. Canan Hanım, yüzüne susam geliyormuş gibi eliyle kendisini korurken, tekrar gülmeye başlamıştı. "Beni neden bu evde istiyorsunuz artık çok iyi anlıyorum ben! Stres topunuzum sizin, değil mi?"

"İbrahim seni bekliyor. Pelin ve Ömer çiçek göndermeyi unuttuğu için ufak bir jest yapmak istemişler. Bundan sonra sen nereye, o oraya." Ragıp Bey çayından bir yudum aldıktan sonra aklına bir şey gelmiş gibi işaret parmağını kaldırdı. "Ayrıca evet, iyi ki hayatımızdasın."

"Umarım bugün işten başınızı kaldıramazsınız!"

"Bana bak cadaloz, o sözünü geri al! Ahhhuuu, buraya geeel!"

Ahu gıcık bir gülümsemeyle, merdivenin topuzuna astığı çantasını aldı ve hızlı bir şekilde evden çıktı. Kapının önünde siyah BMW'nin önünde bekleyen İbrahim'i görünce gülümsedi. "Günaydın İbrahim."

"Günaydın Çeşmiahu Hanım, geçmiş olsun, nasılsınız?"

"Teşekkürler. Yollarda sürünmeyeceğim için çok iyiyim."

"Buyurun lütfen."

Çeşmiahu, İbrahim'den önce kapıya uzandı ve bir daha böyle bir şey yapmamasını istercesine gözlerini kısarak yüzüne baktı. Mesajı alan İbrahim küçük bir tebessümle şoför koltuğuna yöneldi. "Nereye gidiyoruz?"

"Arnavutköy'e. Konumu atıyorum hemen."

"Tamamdır."

Genç kız arkasına yaslanıp, arabayı sürmemenin verdiği rahatlık ile yolu izlemeye başladı. Bir süre sonra gözlerine boş bir ifade oturmuştu, bakışları hala dışarıda olsa da; hiçbir görüntü net değildi, dünyaya buzlu bir camın ardından bakıyordu sanki. Düşünceli, biraz da gergindi. Yeni başlangıçlar, onu her zaman huzursuz hissettirirdi. Tek temennisi, ona gelen bu ikinci şansı iyi değerlendirmek ve başarılı olmaktı. Aynı hayal kırıklığını bir daha yaşamak istemiyordu.

Ah, Arhan.

İtiraf etmesi gerekirse, eve gittiğini düşündüğü her an; bir yerde, bir şekilde önüne çıkıveriyordu hayali. O resmi duruşu, Mona Lisa ifadesi ve renk vermeyen bakışları, ilk günkü gibi gözünün önünde canlandı. İçinde onun olmadığı bir maceraya atılsa da, iz bırakmıştı aklında. Biliyordu Çeşmiahu, anılar peşinden gelecekti ve herhangi bir detay Arhan'ı çağrıştırmasa bile, bir şekilde onu hatırlayacaktı.

"-... Hanım?" dedi, İbrahim. Sesi uzaktan geliyor gibiydi. Ahu, düşüncelerinden sıyrılıp baktığında, dikiz aynasından göz göze gelmişti onunla. "Telefonunuz çalıyor."

"Aa, duymadım," derken, telaşla çantasından çıkardı ve ekrana baktı. Gördüğü yabancı numarayla kararsız bir şekilde yanağının içini dişledi. Merakına yenik düşerek, aramayı cevaplamıştı. "Alo?"

"Çeşmiahu, merhaba." Genç kız, duyduğu erkek sesini anımsamaya çalışırken, cevap vermedi. "Ben Boğaç," dedi, genç adam.

"Boğaç?" diye tekrar etti, şaşkın bir şekilde.

"Numaranı bulmak çok zor oldu gerçekten. Neden bu kadar ulaşılmazsın?"

"Ulaşılmamak için, başka neden olabilir?"

"Hah hah. Yine formundasın."

"Teşekkürler."

"Son bir haftadır Ecrin ile görüştün mü hiç?" dedi, lafı hiç dolandırmadan.

"Hayır, basın açıklamasından sonra hiç konuşmadık. Bir şey mi oldu?"

"Bir şey oldu diyemem ama bir şey olmadığını da söyleyemem. Telefonlarımı açmıyor, mesajlarıma cevap vermiyor. Ailesiyle tartıştığını düşünüyorum. O akşam, onu görmek için evine geleceğimi söylediğimde, artık orada yaşamıyorum, dedi."

Çeşmiahu'nun dudakları düz bir çizgi gibiydi, yüzü düştü. "Bir arkadaşında kalıyor olabilir mi?"

"Hiç kimsenin haberi yok," diye mırıldandı, umutsuz bir sesle.

"Anlıyorum," dediğinde, arabanın yavaşladığını fark etti Ahu. Hafifçe cama doğru eğildi ve bir yalının önünde durduklarını gördü. "Şu an bir işim var. Bittiği gibi arayacağım onu. Haberleşiriz, olur mu?"

"Tamam, görüşürüz."

Vedalaşıp, telefonu kapattıktan sonra heyecanlı bir şekilde İbrahim'e dönmüştü. "Burası mı?"

"Evet, konum bu yalıyı gösteriyor."

"Hım..." Bakışları etrafta gezinirken, bahçeden Ersin Bey'in çıktığını gördü. "Ah evet, kesinlikle burası. İbrahim, işim ne kadar sürer bilmiyorum, açıkçası seni rehin almak da istemiyorum."

"Sorun yok Çeşmiahu Hanım, ben buralarda olacağım. İşiniz bitince ararsınız beni."

"Harika. Görüşürüz."

"İyi günler."

Genç kız arabadan inerken, Ersin Bey elleri cebinde, yalının önündeki yüksek demirli kapının önünde gülümsüyordu ona. "Merhaba Ersin Bey!"

"Merhaba Çeşmiahu Hanım," dedi, elini uzattıktan sonra. "Görüşmeyeli uzun zaman oldu, nasılsınız?"

"Aman ne uzun... Sizi yeğenimden çok görüyorum."

"Ben de aynı şeyi bugün çocuklarımı okula bırakırken düşündüm."

"Şu asansörde bana ve Arhan'a kilitlemeye çalıştığınız çocuklarınız mı?" diye sordu, ukala bir gülümsemeyle.

"Çocuk bakmak zor zanaat Çeşmiahu Hanım, yaparken bir değil, iki değil, en az on kere düşünün. Ama, seviyorum kerataları, yalan yok." Ersin Bey derin bir nefes aldı ve ellerini çırptı. "Neyse. Yeni bir serüvene hazır mısınız?"

"Pek değil."

"Hiç stres yapmayın, bu evin sahibi Ecrin Hanım değil," derken, mimikleri, sevmediği bir insanı görmüş gibiydi. Ahu, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı ve dikkatini dağıtmak için sokağı incelemeye başladı. Dizi dizi sıralanan; ahşaptan, mini balkonlu olduğunu tahmin ettiği, ince işçilikle süslü, pastel tonlarındaki yalılar inanılmaz gözüküyordu. "Çok iyi değil mi?" diye sordu, Ersin Bey. Ne düşündüğünü biliyor gibi konuşmuştu.

"Evet, buram buram tarih kokuyor."

"Bu muhitten ev almak imkânsıza yakın bir şeydir. Sahipleri batmadıkça satmaz. O yüzden ben buraya batan geminin malları sokağı diyorum."

Çeşmiahu'nun bakışları, önünde durdukları beyaz yalıya çevrilmişti. "Peki, burası?"

"Hayırsız evlat sorunsalı, paylaşamayınca gelen parayı bölüşmek istediler. Çok kısa bir süre önce satışa çıkarıldı ama portföyümüzün göz bebeği olmayı başardı. Düşünün, o kadar özel bir yalı ki, satılık olduğuna dair bir tabela bile asmadık. Sadece özel müşterilerimizle paylaşıyorduk."

"Siz gerçekten çok iyi bir emlak danışmanısınız. Şu an bu yalıyı satın almak istiyorum," dedi Ahu, gülerken.

"Dram yaratmayın, Tümerler vergi rekortmeni ailelerden biri olmasa inanacağım size."

"Vallahi bir MTV ödemem olacaktı, onda da araba perte çıktı. Anlayacağınız Tümerler'in dilencisiyim ben." Genç kız, Ersin Bey'in açtığı kapıdan bahçeye doğru yürümeye başladı. Geniş bir alan karşılamıştı onu. Bakımsızdı, öyle ki; bastığı toprak kupkuru olduğu için ayaklarının altında un ufak oluyordu. "Yeni sahibi kim?"

"Kendisi bu süreç bitene kadar isminin gizli tutulmasını istiyor. Dediğim gibi, şu an yurt dışında zaten."

"Anladım," dedi, arnavut kaldırımdan yapılan yolu takip etmeye başladığında. "Denize sıfır sanırım, öyle değil mi?"

"Evet, küçük bir iskelesi var. Kuzey cephesi boğaza bakıyor."

"Harika..." diyebildi Ahu, nutku tutulmuş gibiydi. Işıl ışıl parlıyordu deniz. Yalıya o kadar yakındı ve bu o kadar hoşuna gitmişti ki, istemsizce burada yaşadığını, her sabah bu manzaraya karşı uyandığını hayal etti. Bir süre hiçbir şey yapmadan ve konuşmadan, öylece durup, İstanbul'u izledi. Birçok kıta, ülke gezmişti ama hiçbir yer, bu şehir gibi doyurmamıştı ruhunu. "İçeri bakalım mı?" dedi, derin bir nefes aldıktan sonra.

"Tabi. Bir dakika, anahtarı... Hah, buldum." Ersin Bey kapıyı kendine çekerek açarken, güldü. "Bilirsiniz, kapı perileri her evin farklı açılması için çalışır."

Çeşmiahu o kadar heyecanlanmıştı ki, Ersin Bey'e cevap bile veremedi. Küçük bir çocuk gibi olduğu yerde sallanıyor, içeri girmek için can atıyordu. Aralanan kapıyı sabırsızca eliyle itip ilk adımını bastığında, nereye bakacağını şaşırmıştı. Mini bir giriş karşılıyordu onları. Salon ve merdivenler bütünle birleşse de; büyük oda, hol sayesinde varlığını korumuştu. Sağına doğru yürüdü yavaşça. Yüksek, geniş pencereler güneşi olabildiğince içeri alıyor, bu sayede sıcaklığı kolayca hissediliyordu. "Çok güzel," dedi genç kız, kendi kendine.

"50 yıl önce orijinaline uygun şekilde betonarme olarak yeniden inşa edildi. Güzel bir tripleks ama zamandan geri kaldığını düşünüyorum. Baksanıza parkelere. Benim çocukluğumda vardı bunlar."

"Masif. Hem de üçgen şeklinde. Ben de uzun zamandır görmüyordum. Her ne kadar demode gözükse de, çok dayanıklı ve geri dönüştürebilir bir malzemedir. Zımparalama, inceltme gibi işlemleri de kolay kaldırır. Biraz cila istiyor, o kadar. Hoşuma gitti doğrusu. Güzel duruyor."

"Olaya çok duygusal bakıyorsunuz bence."

"Ersin Bey..." Ahu gülümseyerek, adama baktı yandan. "Evlerin de ruhu vardır."

"Vay arkadaş ya, keşke benim ruhumu da böyle düşünselerdi. Buyurun, devam edelim gezmeye."

"Kaç metrekare?"

"300. 5+2. 200 metrekare bahçesi var, dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama küçük bir müştemilata da sahip."

Beraber merdivenlerden aşağı indiler. İki yönlü koridor, iki kişinin yan yana geçeceği kadar geniş ve kısa mesafeliydi. Zemin katta iki oda bulunuyordu. Ahu, bunlardan bir tanesinin çamaşır odası olarak kullanılabileceğini düşündü. Küçük tip bodrum penceresi vardı, bu sebeple birisinin kalması için uygun değildi. Diğeri ise, oldukça ferah ve konforlu gözüküyordu. Eğer evin sahibinin yatılı bir çalışanı varsa; onun için güzel bir yaşam alanı oluşturulabilirdi. "Hala kendimi yeteri kadar bilgi sahibi hissetmiyorum. Beyefendinin ismini söylemeden, hayatı hakkında bilgi verebilir misiniz? Ben yaşamayacağım ne de olsa, illaki istediği bir şeyler vardır, öyle değil mi?"

"Tabi," dedi Ersin Bey, Ahu'nun arkasından merdivenleri çıkarken. Yumruğunu dişlerine dayadı ve dua edercesine tavana baktıktan sonra konuşmaya devam etti: "Kendisi yurt dışında yaşıyor."

Ahu, giriş kata ulaştıklarında, hız kaybetmeden bir üst kata çıkmaya başladı. Gerisinde kalan Ersin Bey ile basamakların ortasında göz göze gelmişlerdi. "Bildiğim tek şey bu zaten," diye mırıldandı, aksi bir sesle.

"Eee..." Ersin Bey, genç kıza yetişmek için hızla merdivenlere yöneldi. "Siz sorun, ben söyleyeyim. Böylece daha net ve sonuç odaklı oluruz," dedi. Bu şekilde, gereğinden fazla bilgi vermenin önüne geçeceğini düşünmüştü. Fazla bilgi, fazla yalan demekti. Arhan, bunu istemediğini söylemişti.

"Evli mi?"

"Hayır ama düşünüyormuş."

"Taliplerini de bekliyor mu?" dedi Ahu, gülerek.

Ersin Bey ağız dolusu bir kahkaha attı. İnanılmaz gergindi. Bu yüzden birisi onu gıdıklıyormuş gibi gülmeyi sürdürdü. "Çok komiksiniz Çeşmiahu Hanım yaa!"

"Kendine ait bir çalışma alanı olmasını istiyor mu?"

"Evet," dedi, bir saniye bile düşünmeden. Bir önceki evin çalışma odasında, Arhan'ın ilgili bir şekilde odayı gezdiğini hatırlamıştı. "İstiyor."

İkinci kat, giriş katının kopyası gibiydi. Aradaki tek fark, mutfağı kaplayan alan; burada iki oda olarak değerlendirilmişti. "Bir salon daha çok saçma olur diye düşünüyorum. Yani, evlendiğinde, en fazla kaç çocuk sahibi olabilir ki?"

"Valla hevesli gibi ama..."

"Anlamadım?"

"Şey yani, bir aile kurmaya hevesli sanki, öyle bir enerji aldım kendisinden."

"Salona duvar örersek, özel alan ayrımını sağlarız. Alın size büyük bir çalışma odası. Hem manzaraya bakar, hem de çalışır."

"Bence çok iyi fikir. Çocuklar için ne düşündünüz bu arada?"

"Hangi çocuklar?"

"E yapacaklar ya, o çocuklar için."

"Bu katta üç oda var. Biri yatak, diğeri misafir, kalanı da çocuk odası olur diye düşündüm. Sığmazlarsa taşınırlar, ne yapalım? Ay biz niye çocukları konuşuyoruz ki, adam daha evli bile değil!"

"Olsun biz bütün detayları konuşalım ki, kendisine her şeyi eksiksiz iletebileyim."

"Haklısınız," derken, yatak odasına girmişti. O kadar çok pencere vardı ki, genç kız kendini teşhir olmuş gibi hissediyordu. Garip ama aynı zamanda hoş bir histi doğrusu. "Ay... Manzaraya bakın, bayılacağım şimdi! Off, burada uyuyup uyanmak nasıl güzel oluyordur, kim bilir..."

Ersin Bey, burnunu kaşıyormuş gibi davranarak gülümsemesini gizlemeyi başarmıştı. "Mutfağa ve kış bahçesine bakmadık daha. Oralara da bayılacaksınız. Hatta, ay burada yemek yapmak ne güzel oluyordur, derseniz şaşırmam."

"Yemek yapmak nerede olursanız olun, güzel değildir Ersin Bey," dedi Ahu, odadan çıkarken. Adamın onu takip ettiğini bildiği için konuşmaya devam etmişti. "Açıkçası bir proje tasarlarken de üstünde çalışmayı en sevmediğim yer mutfaktır. Kullanışlı bir tasarım yapmak çok zor."

"Halledersiniz siz, çok takmayın kafaya."

Beraber mutfağa girdiler. Oldukça genişti, bu yüzden her alan dolapla değerlendirilmişti. Ahu bundan nefret ediyordu. Yine de kötü gözüktüğünü söyleyemezdi. Beyaz lake kapaklar, alanı oldukça ferah ve aydınlık gösteriyordu. Ortada ada tezgâh vardı. Ankastrenin orada olması hoşuna gitmemişti. Yapacağı ilk düzenleme, tezgâhın bir masa işlevi görmesini sağlamak olacaktı. "Fena değil."

"Neyi beğenmediniz?"

"Kadınlar çok fazla mutfak eşyası alıyor. Buna gerek olmadığını düşünüyorum. Yok, günlük yemek takımları, yok misafir için... Misafirler bizim kullandıklarımızla yemek yiyemez mi? Ya da biz neden misafirler için alınan takımları kullanmıyoruz? Her şeyin en iyisini biz hak ediyoruz, el âlem değil. Bu düşünceyle hareket edersek, inanın bana bu kadar dolaba gerek kalmaz."

"Bir daha söyler misiniz, ses kaydı alıp eşime göndereceğim."

Ahu keyifli bir kahkaha attı. "Hayır tabii ki, linç edilmek istemiyorum. Türk gelenek ve göreneklerini reddettiğim algısı oluşabilir ama dediğim gibi, bir evde yaşayacaksak; her şey bizim için olmalı."

"Haklısınız bence."

"Kış bahçesi de çok güzelmiş. Basit dokunuşlar gerekiyor sadece."

"Sevindim. O halde ölçüleri alalım. Bu arada beyefendi, gerekli teknik ekip desteğini size sağlayacağını söyledi."

"Ohh... İçim rahatladı. Hatırlarsanız, Arhan Bey de böyle çalışmak istemişti..." diye mırıldandı, anlamsız bir hüzünle.

"O da işerdi gibi bir şey oldu bu."

Ahu ters ters Ersin Bey'e baktı. "Ne alaka ya?"

"Şaka yaptım, sakin olun. Biz sizinle aynı asansörde ölüm kalım savaşı verdik, samimiyetinize inanarak bazen böyle takılıyorum ama rahatsız oluyorsanız-..."

"Ay hayır, Ersin Bey! Ben sizi çok seviyorum. Sadece o evin hikâyesinin böyle bittiğini hatırlamak sinirlenmeme sebep oluyor, o kadar."

"Ben de sizi çok seviyorum!"

"Yaa gerçekten mi?!"

"Öğlen molamı sizinle harcayacak kadar değil ama." Birden ciddileşti Ersin Bey. Ahu, maskesinin düşüşüne ve gerçek yüzünü göstermesine anbean şahit olduğu için dehşete kapılmıştı. "Ölçüleri alın, çıkalım artık."

"Tabi... Hemen," dedi, çantasını kenara bırakıp.

Yaklaşık bir saatin sonunda, gerekli notlar ve ölçüler alınmış bir şekilde evden çıktılar. Ersin Bey ile vedalaşıp, onu bekleyen İbrahim'e doğru yürürken, Ecrin geldi aklına. Koltuğa yerleştiğinde, sabırlı bir şekilde telefonu açmasını bekliyordu. Kaç defa aradı sayamadı ama nihayetinde kazanan Ahu olmuştu. "Ecrin?" diye seslendi, temkinli bir şekilde.

"Çeşmiahu?"

"Neredesin sen, Allah aşkına? Boğaç aradı beni, ulaşamamış sana. Evi mi terk ettin?"

"Evet... Basın açıklamasından sonra eve geldim, kavga ettik babamla. Bana, ben ve param olmadan bir hiçsin dedi, ben de nakit param dışında her şeyi bırakıp, evi terk ettim. Çeşmiahu!" dedi, ağlamaklı bir sesle. "Ben gerçekten babam ve parası olmadan bir hiçmişim!"

"Sakin ol lütfen, neredesin şu an?"

"Taksim'de bir pansiyonda kalıyorum. Param anca buraya yetti. Off, çok kötü! Herkes seks yapıyor bu binada! Dün kapımı kilitlemeyi unutmuşum, bir çift öpüşerek içeri girdi! Sonra adam bana dedi ki, üçleyelim mi? Ay ağlayacağım ya! Parası neyse veririm diyor bir de, adi herif!"

"Konum at, hemen geliyorum. Eşyalarını da topla, olur mu? Vakit kaybetmeden çıkalım oradan."

"Bütün arkadaşlarım aradı... Nadiren görüştüklerim bile... Ama açmadım. Senin dışında... Seni açtım. Biliyordum çünkü, beni sormak için arardın beni. Olanları öğrenmek için değil..."

"Ecrin..." Gözlerini yumdu genç kız. İçi sevgiyle yumuşamıştı. "Evet, iyi olduğunu bilmek istedim. Geç aradığım için üzgünüm, ben de iyi şeyler yaşamadım. Neyse, bunları yüz yüze konuşuruz, olur mu?"

"Tamam, atıyorum konumu."

🗝

İbrahim yavaşça durduğunda, binaya yandan bir bakış atmıştı. "Size eşlik etmemi ister misiniz Çeşmiahu Hanım? Bu sokak ve bina, pek tekin gelmedi bana."

"Sorun yok, hemen gelirim," dedi Ahu, arabadan inerken. Pansiyon, Taksim'in arka ve köhne sokaklarından birindeydi. Öğle saatlerindeki sakinliği, gece hayatının aktif olduğunu gösteriyordu. Hızlı bir şekilde önündeki üç basamağı çıkıp, ağır kapıyı açtı. Girişte küçük, yüksek bir masa vardı. Çeşmiahu yavaş ve sessiz adımlarla oraya doğru yaklaştı. "Kimse yok mu?"

Sürpriz bir yumurtadan çıkmış gibi ayağı fırlayan adam, Ahu'nun çığlık atmasına, adamın da çığlık yüzünden bağırmasına sebep olmuştu. "Abla sakin ol yaa!"

"Saklanmışsın, ben ne yapayım, görünce korktum!"

"Oturuyordum! Sen de sessiz gelmeseydin!"

"Pardon!" dedi, aksi bir ifadeyle. "Neyse. Ecrin Öztürk'ün oda numarasını öğrenebilir miyim?"

"O kim, abla?"

"Kimlikle işlem yapmıyor musunuz siz, ne demek o kim?"

"Yok valla. Parasını veren on kişi bile girebilir bir odaya. Siz hayırdır? Akşama parti falan mı var?"

"Terbiyesiz! Kızı alıp çıkacağım. Bir hafta önce gelmiş. Güzel, uzun boylu, siyah gözlü-..."

Adam inleyerek, Çeşmiahu'nun sözünü kesti. "Offf, 105'te kalıyor. Aşığım ona. Hiç pas vermiyor ama. Kapısını açamadık bir türlü, ne kadar istiyor çözemedim de."

"Şu erkekler ne zaman bir kadının istemiyorum dediği zaman, gerçekten istemediğini idrak edecek acaba?" diye söylenerek, merdivenleri çıkmaya başladı. "Hayır, naz yapıyoruz falan sanıyorlar herhalde... Erkofobim tuttu resmen!" dediğinde, birkaç kapı ilerisindeki odadan bir adam çıkmıştı. Bıyıklı, parlak kumaşlı takım elbisesi ile korkunç gözüküyordu. Üstelik, alıcı bir gözle Ahu'yu süzmeye başlamıştı. "Hayırdır beyefendi, birine mi benzettiniz?!"

"Yooh, estağğfurullah. Böyle eşsiz güzelliği heç kimseye benzetemem."

Ahu ağlamaklı bir ifadeyle solundaki kapıya baktı. 105 numaralı olduğunu görünce, gözlerini adamdan ayırmadan çalmaya başladı. "Ecriiin, Ecrin beniiim... Ecrin aç çabuk... İbrahim'e sesleneceğim galiba... İbbbraaa-..."

Kilidin sesi duyuldu. Kapı açılır açılmaz, Ecrin Ahu'yu içeri çekmişti. "İyi misin?"

"Sanırım! Sen?" dedi, ona sıkı sıkı sarılırken.

"Az önce bir örümcek yakaladım!" Ecrin geri çekilip, ters çevirdiği bardağın içinde duran küçük siyah örümceği göstermişti genç kıza. "Hayatımda ilk defa bir örümcek ile bu kadar yakınlaştık!"

"Çabuk hazırlan, çıkalım buradan."

"Nereye gideceğiz ki?"

"Bize geleceksin Ecrin, seni burada bırakamam. Resepsiyondaki adam âşık olmuş sana. Fazla parayla tavlamak gibi saçma bir düşünce içinde."

"Ne?" Ecrin sahte bir öğürme ile ağzını kapattı. "İğrenç!"

"Toparladın mı valizini?"

"Küçük bir çantayla çıktım evden. Ona da dokunmaya kıyamadım, bu pansiyonun aylık gelirinden daha fazla olduğunu düşünüyorum. Baksana, yatağımın üstünde duruyor."

Ahu bir eliyle çantayı, diğeriyle de Ecrin'i tuttu. "Koşarak çıkacağız, arkana bakma tamam mı?"

"Niye ki?" Kapıyı açıp koşmaya başladıklarında, Ecrin tiz bir çığlık atmıştı. "Gördüm onu! Çok korkunç!"

Merdivenleri indiler. Resepsiyondaki adam onları bekliyordu. "Ecrin Hanım, gitmeseniz olmaz mı?"

"Kes çeneni, pis sapık! Beni parayla satın alamazsın!"

Arabanın kenarında bekleyen İbrahim, Ahu ve Ecrin'i görünce hızlı bir şekilde kapıyı açtı. Ahu önce çantayı, sonra Ecrin'i tıktı içeri. "Çabuk olalım," dediğinde, istemsizce binaya bakmıştı. Resepsiyondaki adam ve bıyıklı sapık onları izliyordu.

"Binin Çeşmiahu Hanım!"

Ahu binince, şoför koltuğuna geçip hızlı bir şekilde arabayı çalıştıran İbrahim, birkaç saniye içinde sokaktan çıkmıştı. Herkes rahat bir nefes aldı.

"Az önce olanlara inanamıyorum..."

"Ben de," dedi Ahu, hala titriyordu. İbrahim'e baktı endişeyle. "Bundan kimseye bahsetmiyorsun, İbrahim!"

"Ben yalan konuşmam. Sorarlarsa söylerim, Çeşmiahu Hanım."

"Kimse sana bugün Ahu Taksim'de korkunç bir pansiyona girdi mi, diye sormaz!"

"Doğru diyorsunuz."

Ecrin, mahcup bir ifadeyle Ahu'ya döndü. "Özür dilerim."

"Özür dilenecek bir şey yok, lütfen. Ahh, keşke seni daha önce aramak aklıma gelseydi! Bir trafik kazası geçirdim, günlerdir evde istirahat ediyordum, aklımın ucundan geçmedin desem kırılmazsın değil mi?"

"Nee?! Ne zaman?"

Ahu gözlerini kaçırdı. "Basın açıklamasını yaptığınız gün."

"Çok geçmiş olsun! Şu an nasılsın, daha iyisin değil mi?"

"Araba perte çıktı ama gördüğün gibi ben yaşıyorum."

"Kaşın..."

"Dikiş atıldı."

"Üzgünüm." Derin bir nefes aldı genç kız. "Ayrıca kırılmadım. Biz o güne kadar düşman gibiydik Ahu."

"O güne kadar..." Çeşmiahu gülümsedi. "Şimdi bize gideceğiz. Annemle konuşuruz, nasıl bir yol izleyeceğimiz konusunda bize yardımcı olur."

"Off çok çirkinim ama baksana saçlarıma! Günlerdir yıkamıyorum. Tokan var mı?"

Bir an olsun düşünmeden saçındaki tokayı çıkarıp, Ecrin'e uzattı Ahu. Son bir haftada yaşadıkları ve bulunduğu ortam, onu bir hayli yıpratmış gözüküyordu. İyi bir duşun ve uykunun ona iyi geleceğini düşündü. "Aç mısın?"

"Hayır, teşekkür ederim." Genç kız, saçlarını topladıktan sonra istemsizce kendini kontrol etmişti. "Kıyafetlerim de çok temiz değil ama..."

"Bunları düşünme, annemin dikkatini çekmez bile. Lütfen rahat ol."

"Peki, öyle diyorsan..."

Kısa bir sessizlik oldu. Çok uzun sürmemişti, Çeşmiahu'nun telefonu çalmaya başladı. Ekrana baktığında, Alex'in aradığını gördü. Bıkkın bir ifadeyle gözlerini devirdi. Evde istirahat ettiği günlerin birinde aramıştı ve görüşmek istediğini söylemişti. Ahu da başından savmak için kaza geçirdiğini anlatmıştı ama bu aksine, Alex'in üstüne düşmesine sebep oldu. Neredeyse her gün arıyordu onu. "Bunu cevaplamam gerekiyor," dedi. "Efendim?"

"Ahu, selam! Nasıl oldu, daha iyi sen?"

"Selam. Bugün daha iyiyim Alex, teşekkür ederim."

"Evde misin, seni görmek istiyor."

"Dışarıdayım, bir proje teklifi aldım da. Onun ile ilgili detayları görüşmeye çıktım."

"Ah, tebrikler! Bunu kutlayalım mı?"

"Bilmiyorum Alex, açıkçası..."

"Lütfen Ahu! Günlerdir buradayım ve bir kere bile görüşmedi biz. Anlıyorum, kaza geçirdi ama artık iyisin. İstanbul'un gece hayatı çok güzel diyordu!"

"Evet, hala öyle olduğunu düşünüyorum."

"Eskiden böyle değildi sen," dedi, hüzünle. "Biz her şey yapardı. Düşünmezdi. Öyle öğretti bana."

Çeşmiahu derin bir nefes aldı. Geldiğinden beri bir kere bile dışarı çıkmamıştı, evler arasında mekik dokuyordu sanki. Doğrusu bu döngü onu yormuştu, biraz eğlenmeye ihtiyacı vardı. "Akşam haberleşiriz, olur mu?"

"Tamam, bekliyor ben! See you later."

Telefonu kapattığında, Ecrin'in bakışlarını üstünde hissetti. Söylememe seçeneği olsa da konuşmayı tercih etmişti. "Amerika'dan arkadaşım. Bir proje için İstanbul'a geldi. Görüşmek istiyor."

"Aaa, ne kadar güzel! Çıksana, sana da iyi gelir."

"Bana açılıp, öptüğü günden beri uzak durmaya çalışıyorum," dedi, alçak bir sesle. "Duygularının karşılıksız olduğunu söylediğimde, olgunlukla karşıladı ve arkadaş kalmamızı istedi ama hala umut beslediğini düşünüyorum."

"Sanmıyorum. Yabancılar bizim gibi bir öpücükte takılı kalmıyor. Olmazsa, olmamış gibi devam edebilirler. Large insanlar yani."

"Olabilir, haklısın."

"Beni düşünme lütfen, sadece bir süreliğine misafirinizim. Hayatının olağan akışına devam et."

Çeşmiahu bakışlarını yola çevirirken, başını salladı. Hayatın olağan akışı. Bunu uzun zamandır yapmıyordu. Bu gece ona iyi gelebilirdi.

🗝

Hazır sayılırdı.

Gümüş rengindeki halka küpelerini taktı ve kendini boydan görebilmek için hafifçe geri çekildi. Ayna, bütün güzelliğini alabildiğince gözler önüne sererken, gülümsemişti. Beyaz kaşkorse bir elbise vardı üstünde. Vücudunu sarıyordu ve omuzlarını tutan ince askıları çok zarif duruyordu. Kararsız kalsa da, beyaz spor ayakkabıları yerine ince bantlı siyah terliklerini tercih etmişti. Ayak bileğine taktığı halhalın ters döndüğünü fark etti, eğilip düzelttikten sonra ceketini ve çantasını alarak odasından çıktı. Hemen sağda, iki oda uzağındaki Ecrin'i görmeye karar verdi.

"Gelebilirsiniz!"

Ahu kapıyı açtığında, Ecrin'in yatakta oturur vaziyette durduğunu gördü. Duş almıştı, temiz kıyafetler giymişti ve iyi gözüküyordu. "Ben çıkıyorum Ecrin, hala kararını değiştirebilirsin, geç değil."

"Çok güzel olmuşsun!" Gülümseyerek hafifçe cıkladı. "Ama gelmeyeceğim. Biraz dinlenmek istiyorum."

"Teşekkürler," derken, sırıttı Çeşmiahu. "Peki, ben yine de oraya gittiğimizde konumu sana atacağım. İbrahim burada, ben taksiyle geçerim. Eğer gelmek istersen hazırlanır, ona söylersin, anlaştık mı?"

"Tamam, iyi eğlenceler."

"Görüşürüz!" Ahu kapıyı kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. Akşamüstü geldiklerinde, Canan Hanım ve tesadüf ki, Ragıp Bey de evdeydi. Şaşırsalar da, Ecrin'i sıcak bir şekilde karşılamışlardı. Biraz konuştular, ardından da Canan Hanım, Seval Hanım'ın numarasını istedi. Ecrin ilk başta buna karşı çıktı; kendisinden haber almayı hak etmediklerini, yaşananların sorumlusunun ailesi olduğunu söyledi. Canan Hanım bunun üstüne, 'Sus kız!' diyerek onu azarladı ve ailesinin bunu bilmesi gerektiğini izah etti. Haber alamadıkları kızlarının, herkesin yakından tanıdığı bir ailenin evinde olması, onu saklamaları kulağa pek de hoş gelmiyordu. Düşününce, lafı ikiletmeden numarayı verdi genç kız. Kısa, öz bir konuşma geçmişti iki kadın arasında. Canan Hanım, Ecrin'in güvende olduğunu, sadece biraz zamana ihtiyaç duyduğunu söylemişti Seval Hanım'a.

"Çıkıyor musun?"

"Evet anne. Babam nerede?"

"Biraz dinleneceğini söyledi. Ecrin ile konuştun mu?"

"Hı hı. Gelmek istemedi ama ne olur ne olmaz, fikri değişir diye taksiyle geçiyorum ben."

"İyi yapmışsın, bize söylemeye çekinebilir." Canan Hanım, baştan aşağı kızını süzmüştü. "Alex ile mi buluşacaktın?"

"Evet."

"Dikkat et."

"E yani, nasıl bile isteye aksini yapabilirim?"

"Ay kelime oyunu yapma bana! Git hadi."

"Öptüm!"

Çeşmiahu evden çıktı ve kapıda onu bekleyen taksiye bindi. Uzun zamandır Türkiye'de olmadığı için gece hayatına hâkim değildi, mekânların popülerlikleri haftadan haftaya bile değişiklik gösterirken; eskiden takıldığı yerlere gitme konusunda ufak çaplı bir tereddüt yaşamıştı. Kendini ev sahibi gibi gördüğü ve mahcup olmak istemediği için, İdil ve Belgin'den yardım aldı. Bu konu hakkında başarılı bir sunum yapacak bilgiye sahip ikili, genç kızı Beyoğlu'na yönlendirmişti.

Taksiden indikten sonra yürüdüğü kısa mesafenin sonunda, eğlence mekânlarının bulunduğu geniş ve uzun sokağa girmişti. İsim tabelasını gördüğü gibi girişteki güvenliğin sert bakışları altında, bir tünel gibi tasarlanan koridoru geçti. Sesi yükselmeye başlayan şarkının, Madonna'nın Back That Up To The Beat'i olduğunu duyunca ağlamaklı bir gülüşle kalabalığa karıştı. Bir süre insanların arasında dolaştıktan sonra bara baktı. Alex bir taburede oturuyor, etrafı izliyordu. Saçma bir şekilde, onlarca insanın içinde genç kızı gördü. Gülümseyerek el salladı ve ayağa kalktı.

Ahu derin bir nefes alıp yaklaştığında, Alex yıllardır görmüyormuş gibi sarıldı ona. Öyle ki, Çeşmiahu ayaklarının yerden kesildiğini hissetmişti. Şaşkın bir şekilde havadaki elleri, düşmemek için omuzlarını bulurken, dengesini sağladığı gibi geri çekildi. "Merhaba," dedi, usulca.

"Merhaba! Çok iyi gözüküyorsun!"

"Teşekkürler." Bakışlarını önündeki bardağa çevirdi. "Erken başlamışsın."

"Biliyor, biz her zaman bira içebilir. Zaten... Su gibi bu! Çok köpük, hiç güzel değil!" derken, midesi bulanmış gibi yüzünü ekşitti. "İçtiğim marka burada yok!"

"Başka şeyler deneyebilirsin."

"Öyle yapacağım. Sen ne alırsın?"

Genç kız kararsız bakışlarla shakerda kokteyl hazırlayan barmeni izlemeye başladı. İşi bitince tatlı bir tebessümle ona doğru eğilmişti. "Bir tane cosmopolitan alabilir miyim?"

"Tabi, hemen geliyor."

Alex gülerken, sırtını bara dönüp, dirseklerini de bankonun üstüne doğru koydu. "Ohh, duygulandım! Ne kadar Sex and the City izlerdik, hatırlıyor değil mi?"

"Evet, güzel günlerdi," dedi Ahu, buruk bir sesle. Neyi özlediğini bilmiyordu ama o günlere dönmeye ihtiyacı vardı. Sanırım kaçmak, kalmaktan daha kolay olduğu için böyle hissediyordu.

"Keşke Amerika'da olsan..."

"Ben hiçbir zaman bir yerde olmam Alex, unuttun mu?" derken, şımarık bir gülümsemeyle göz kırpmıştı Çeşmiahu. "Şaka bir yana, son birkaç ayda çok fazla şey değişti. Ben de kendimi tanıyamıyorum."

"Sanırım bundan sonra hep burada kalacak sen?"

"Öyle gözüküyor." Tezgâhın diğer ucundan kayarak ona gelen martini bardağını son anda yakaladı. Büyük bir yudum aldıktan sonra sertçe yutkunmuştu. "İstanbul'u seviyorum."

"Evet, güzel şehir. Ben de sevdi. Yemekleri harika, dün arkadaşlarla kürü fasülye yedik, mükemmeldi!"

"Eminim kürüdür," dedi Ahu, ağız dolusu bir kahkaha atarken.

"Ben senin aksanınla dalga geçti mi hiç?!"

"A-aa, tamam şaka yaptım yaa!" Derin bir nefes aldı Çeşmiahu. Bakışlarını kalabalığa çevirdi ve renkli ışıkların altında müziğin ritmine kapılmış insanları izlemeye başladı. Eğlenmek bulaşıcı bir şeydi. Bir süre sonra oturduğu yerde çalan şarkıları mırıldanmaya başlamış, bankonun üstündeki elinin parmaklarını kıpırdatarak küçük devinimlerle ortama eşlik ediyordu.

Alex'in gölgesinin soluna doğru düştüğünü fark edince, irkilerek geri çekildi Ahu. Burun buruna gelmeleri, onu birkaç yıl önce yaşanan o geceye götürmüştü. Hemen bardağını alacakmış gibi sağa doğru dönerek tezgâha uzandı. "Ben lavaboya gidiyor. Onu söyleyecektim."

"Çarpışıyorduk az kalsın," dedi genç kız, gülerek. İkinci cosmosunu bitirmişti bu esnada. "Tamamdır, ben buradayım."

Genç adam bozulmuştu. Bocaladığı mimiklerinden belli oluyordu. Ahu'nun o gecede takılı kalması ve en ufak bir yakınlaşmada mesafesini koruması onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Güçlükle gülümsese de, sırtını döndüğü an dudaklarını birbirine bastırarak kalabalığa karıştı.

Rahat bir nefes alan Çeşmiahu, üçüncü cosmosunu istedi.

Müzik, su gibi akan içkilerden farksızdı. Biri bedene, diğeri de tene dokunuyordu. Ahu üçüncü bardağı hızla içtiğinde, garip bir his sarmıştı bedenini. Çiftlerin daha samimi bir şekilde dans ettiği şarkının enerjisine yorsa da, istemsizce etrafına baktı.

Bir sürü insan vardı, birçok ışık... Ama Arhan her şeyden, herkesten sıyrılmış gibi; orada, birkaç adım uzağında duruyor, genç kızı izliyordu. İnanılmaz güzeldi Ahu. Mini beyaz elbisesi vücudunu sarmış, kıvrımlarını hoş bir şekilde ortaya çıkarmıştı. Her şey saatlerce süren bir hazırlığın sonucu gibi gözükse de, genç adam biliyordu; özenilmeyen bir zarafeti vardı Ahu'nun. Kalbini acıtan o hisse rağmen, derin bir nefes alarak bara doğru yaklaştı.

Bu esnada göz göze geldiler.

Çeşmiahu, dördüncü bardağın yanı başına bırakıldığını fark etse de yapabildiği tek şey, Arhan'ın ona gelmesini izlemek olmuştu. Koyu gri takımının içinde, buraya o kadar ayrıydı ki... Bundan zevk aldı genç kız. Sabit tutmaya çalıştığı mimikleriyle duruşunu dikleştirirken, bir haftada oldukça değiştiğini görmüştü. Saçları, onu tanıdığı ilk günden ve en son gördüğünden daha uzundu, çok güzel duruyordu. Parmakları kıpırdandığında, istediği şeyin o tutamları okşamak olduğunu biliyordu. Telaşla yumruk yaparken, gülümsemeye çalıştı.

"Merhaba, Ahu."

"Merhaba, Arhan." Şaşkın bir şekilde omuz silkti. "Sanırım bugün oldukça yoğundun ve biraz kafa dağıtmak istedin?"

Genç adam, hayır dercesine çenesini kaldırırken, tatlı bir tebessüm vardı yüzünde. "Evet, yoğundum ama kafa dağıtmaya gelmedim," dedi, ardından bakışları yarım kalan biranın önündeki tabureye kaymıştı. Dolu olduğunu bile bile, "Oturabilir miyim?" diye sordu. Oldukça kibar, centilmence bir davranış gibi gözükse de, bakışları aksi bir cevabı kabul etmeyecek gibi keskindi.

"Tabi." Çeşmiahu huzursuzca kıpırdanmıştı. Sebebi ne içtiği, ne de dinlediği müzik değildi. Arhan'dı. Karşısındaki taburede oturmuş, inanılmaz bir rahatlıkla genç kıza bakıyordu. Önündeki bardağa çevirdi gözlerini. "Neden geldin?"

Yüzüne bakmasa da içine işleyecek bakışlarını, gülümseyen dudaklarını hayal edebiliyordu Ahu. Nitekim yanılmamıştı. Arhan dirseğini bar tezgâhına koydu ve hafifçe eğildi. "Sen nereye gitsen, ben daha önce oradayım."

"Ahh?!" Alex'in şaşkın sesi, aralarındaki bir nefeslik mesafenin, özlemle alınan soluklar kadar açılmasına sebep olmuştu. "Merhaba, siz, Ardhan-...?"

"Arhan Bakırcı," dedi, genç adam. Boş bakışlarla Alex'i izliyordu. Arhan öyle bir sahiplenmişti ki yerini, yanlarına sonradan gelen Alex'miş gibi davranıyordu. Çeşmiahu bile kendini kötü hissetti. "Merhaba."

Alex, İngilizce konuştu. "Güzel bir tesadüf, diyebilir miyiz?"

"Diyebiliriz," diye mırıldandı, Arhan.

"Ama orası benim yerimdi."

Arhan hafifçe sağa döndü ve bira bardağını alıp, Alex'e uzattı. Gördüğü yakınlaşmadan sonra onu öldürselerdi, bir daha Ahu'nun o kadar yakınına gelmesine izin vermezdi. Geri çekildiğini, üstelik huzursuz olduğunu görmüştü genç kızın. Geçmişleri konusunda hala bir belirsizlik olsa da, Ahu için Alex'in orada, geçmişte kaldığının farkındaydı.

Çeşmiahu şaşkın bir şekilde gözünün önünde, havada bekleyen bardağa bakakaldı. Arhan'ı görmenin şokunu üstünden atamadan, Arhan ona ikinci şoku yaşatmıştı. Evet, bu bir tesadüf değildi; kasıtlı bir şekilde geldiğinin farkındaydı, bunu biliyordu. Açıkçası burada olduğunu nasıl bildiğinin de bir önemi yoktu. Ailesindeki herkesin garip ve illegal takip yöntemleri vardı, buna alışkındı. Fakat bu tavırları... Onu korkutuyordu. "Alayım ben onu," dedi, sakin bir şekilde.

Alex sağdaki tabureye geçti. Bu esnada barmen hareketliliği görmüş olacak ki, usulca önünde içecek olmadığını fark ettiği Arhan'a yaklaştı. "Ne alırsınız?"

"Su."

"Su?"

"Evet, su."

"Dümdüz su?"

"Evet, dümdüz su."

"Buzlu, buzsuz?"

Arhan'ın kaşları çatıldı. "Dümdüz su demiştik, az önce."

"Hemen geliyor."

Ahu gülmemek için aklına kötü şeyler getirirken, bardağını eline aldı. "Su içmek için çok gürültülü bir yerdesin, Arhan."

Genç adam gelen şişeyi açtı ve büyük bir yudum aldı. Birkaç saniye boyunca ağzında tutup yutarken, bir yere odaklanmıştı gözleri. Çeşmiahu bakışlarını takip ettiğinde, onlara doğru gelen birisini gördü. Yaklaştıkça ne kadar yakışıklı olduğu netleşmişti Çağatay'ın. Burçin Hanım'ınki gibi maviydi gözleri, gür kahverengi saçlarını ve uzun boyunu da Faysal Bey'den almıştı. "Merhaba," dedi, ortaya doğru. Sonra Arhan'a döndü. Hafifçe gülümserken, gözleri Ahu'ya kaymıştı. "Merhaba, ben Çaça!"

"Tümerler'den," diye mırıldandı, Arhan. Sesi gergindi. "Ahu Tümer."

Çağatay boğazını temizlemişti istemsizce. "Merhaba ben Çağatay. Arhan Abi'mle kuzeniz."

"Ah, Faysal Bey'in oğlu musun?!" Ahu şaşkın bir şekilde Arhan'a baktı. "Ne kadar çok benziyor! Şimdi fark ediyorum..."

"Sonum benzemesin," dedi Çağatay alçak bir sesle. Ardından hemen boğazını temizledi. "Eee, bir kutlama falan mı var? Seni böyle yerlerde görmeye hiç alışkın değilim, abi."

"Keşke ben de senin için aynı şeyi söyleyebilseydim, Çaça."

Alex tekrar etti: "Ça-ça?"

Çağatay, varlığını yeni fark etmiş gibi Alex'e baktı. Bu kim ya, dercesine kaşlarını çattıktan sonra tekrar Arhan ve Ahu'ya dönmüştü. "Aradılar geldim, ne yapayım. Locadayız, isterseniz eşlik edebilirsiniz."

Üçü aynı anda, bir sürü garsonun olduğu, aynı anda iki şampanyanın patladığı ve uzun maytapların aydınlattığı özel bölüme dehşet içinde bakakalmıştı. Aynı anda, "Hayır," dediler.

"Peki, iyi eğlenceler size."

Arhan gülümsedi. "Görüşürüz."

Genç kız, Çağatay'ın gidişini izlerken istemsizce sordu: "Beraber mi yaşıyorsunuz?"

"Evet."

Bir cosmo daha ayrılmıştı masadan. Ahu boş bardağı kaldırdı ve barmen birkaç dakika sonra beşincisini de getirdi. "Teşekkürler."

"Kaçıncısını içiyorsun?" dedi Arhan, temkinli bir sesle.

"Beş olacak."

Alex güldü. "Hala eskisi gibi hızlı içiyorsun ve yanında ben varım!" Aklına bir şey gelmiş gibi dirseğiyle genç kızı dürttü. "Hatırlıyor musun, sarhoş olduğun bir gece seni evine getirmiştim. Yatağına yatırmaya çalışırken, yere düşmüştün!"

"Çok komikmiş," diyen Arhan'ın yüzünde eğlendiğine dair en ufak bir emare yoktu. Aksine midesi bulanmış gibi bakıyordu Alex'e.

"Orada olsaydın gülmekten kırılırdın dostum!" dedi, coşkulu İngilizce'siyle.

"Ne zaman dost olduk bilmiyorum ama emin ol, gülmekten kırılmazdım."

Bu esnada Çeşmiahu beşinci cosmosunu da bitirmişti.

Altıyı istedi. Altıncı da bitti.

Yediyi rica etti, dili dönerken. Onu da birkaç yudumda içti.

Arhan hiçbir şekilde müdahale etmedi, az veya yavaş içmesi için uyarmadı. Yanında olduğu için bir sorun teşkil etmediğini düşünüyordu, onu Alex'in eline bırakmayacaktı. Bir daha asla.

"Aaaaa!" dedi, Ahu heyecanlı bir şekilde. Duyduğu şarkı çığlık atmasına sebep olmuştu. "Kenan Doğulu! Shake It Up çalıyor! Arhan, duyuyor musun?"

Arhan suyunu bitirmek üzereyken başını salladı. Ahu gülümseyerek ayaklanmaya yeltendi ama şiddetli bir baş dönmesi seyretti, genç adam onu düşmek üzereyken yakalamıştı. "Tuttum seni," dedi, kollarını canını acıtmadan kavrarken. "İyi misin?"

"İyiyim sanıyordum ama sanırım..." Gözlerini yumdu genç kız. "Biraz kötü hissetmeye başladım."

Alex de farklı değildi. Bardağındaki biraya baktı şaşkın bir şekilde. Su gibi olduğunu söylemişti, değil mi? Sözünü geri alıyordu. "Ben de," dedi, dalgın bir sesle. "Sanırım kalksak iyi olacak."

"Evet," diye mırıldandı Ahu, tekrar oturduktan sonra. Birkaç kez yutkundu ve kendini iyi hissetmiş olacak ki barmene baktı. Yüz ifadesi onu ele vermese de, küçük bir çocuk gibi parmağını kaldırarak dikkat çekmeye çalışınca, Arhan gülmüştü. "Bize iki taksi çağırabilir misiniz?"

"Kapıdaki güvenlikle konuşun, size yardımcı olacaktır."

"O mu?! O çok sert bakıyor herkese!"

"Şahsen, hiç şirin bir güvenlik görmedim."

Arhan hafifçe doğruldu. "Ben size eşlik ederim, Ahu. Hadi."

"Alex, Alex, duydun mu, Arhan bize eşlik edecekmiş! Hem o daha az sert bakıyor! Hadi kalkalım."

Hesabı hallettikten sonra ayaklandılar. Ahu sağa sola gidiyor, yerçekimsiz bir alanda yürüyormuş gibi adımlarını büyük ve temkinli bir şekilde atıyordu. Genç adam hafifçe koluna dokundu. "İyi misin?"

"Hiiiçbir sorun yok, yürüyorum ben..."

Arhan buna inanmasa da başını sallayarak önüne döndü. Bir gözü Çeşmiahu'daydı, reflekslerine güveniyordu, onu yalpaladığı anda tutacaktı. Nitekim, onları yönlendirdiği çıkışa giderken; basamakları görmeyen Ahu, boşluğa doğru bir adım attı ve Arhan onu son anda belinden yakaladı. "Hiçbir sorun yokmuş gerçekten," dedi, huzursuz bir tınıyla.

Ahu, belindeki ellerin ve başını yasladığı omzun tadını çıkardı kısa bir süre. Eğer güven bir koku olsaydı, bu Arhan'ın kokusu olurdu, diye düşündü istemsizce. Derin bir nefes aldığında, gözlerini aralamıştı. "Çok karanlık burası. Fark edemedim."

"Sana eşlik etmeme izin ver."

"Taksiye kadar."

"Tamam, taksiye kadar."

Genç kız, Arhan'ın kendisini yönlendirmesine izin verdi. Hafifçe yaslanmıştı bedenine. Sol kolu, sırtından beline doğru iniyor, onu sıkı sıkı tutuyordu. Başına buyruk birisi olsa da, genç adamın onda oluşturduğu bu hâkimiyet hissi çok hoşuna gitmişti.

Soğuk hava yüzüne çarptığında, irkildi Ahu. Önlerinden giden Alex kollarını birbirine bağlarken, elinin altında titreyen Ahu'ya baktı Arhan. Ceketinin sağ kolunu sıyırıp, o koluyla genç kızı tuttu ve solunu da çıkartarak, Ahu'nun omuzlarına bıraktı ceketini. "Gerek yoktu. Benimki taksi gelene kadar idare ederdi."

"Olsun, kalsın üstünde," derken, güvenliğe döndü Arhan. "Bize taksi çağırabilir misiniz?"

"Tabi Arhan Bey."

Çok geçmeden sokağın başında bir taksi belirmişti. Kaldırıma yaklaştığında, Alex sabırsız bir şekilde kenara doğru yanaştı. Durduğu gibi binerken, Ahu'nun da gelmesi için kapıyı açık bırakmıştı. Dengesiz adımlarla peşi sıra gitmeye yeltenen genç kızı, Arhan tuttu. Kapıyı kapattı ve elini çevirerek, açması için bakışlarıyla camı gösterdi şoföre.

"Buyurun?"

"Beyefendiyi istediği yere bırakın," dedi, yüklü bir miktarda para verirken.

Bu esnada Alex de camı açmıştı. "Ahu? Gelmiyor sen?"

"O benimle geliyor, iyi geceler sana," diyen Arhan, bagaja doğru arka arkaya iki kere vurmuştu, taksinin bekleme yapmamasını istiyordu bu hareketiyle. "Araba bir alt sokakta," dedi, olağan bir sesle.

Ahu, taksiyi en son gördüğü dönemece bakakalmıştı. "Ben Alex ile gidecektim..."

"Seni ben bırakacağım."

"Bana taksi çağır!"

"Terliklerinin topukları çok yüksek, yürüyebilecek misin?" diye sordu Arhan, onu duymuyor gibiydi. "Ya da burada bekle, arabayı alıp geliyorum hemen."

"Arhan, duyuyor musun beni? Gerek yok böyle bir şeye!"

"Çeşmiahu!" dedi genç adam, dişlerinin arasından.

Ahu tatlı tatlı gülse de, gözleri şeytani bir öfkeyle parlıyordu. Ona Çeşmiahu dediği dikkatinden kaçmamıştı. Böyle hitap ettiği zamanlar garip bir hırs ve hınç içinde oluyordu Arhan. "Efendim Rafet Arhan?" dedi, aynı şekilde.

"Yanına gelmeden önce tesadüfen şahit oldum," derken, kesik bir nefes almıştı genç adam. "Sana bir şey söylemek için eğildiğinde, bu yakınlaşmadan rahatsız oldun. Onun yanında huzursuzsun ve kendini güvende hissetmediğini düşünüyorum. Bu yüzden Alex ile beraber gitmeni istemedim. Şimdi taksiye binmeni de istemiyorum, alkollüsün ve çok geç oldu. İzin ver, seni ben bırakayım, yoksa senden haber alana kadar aklımı oynatabilirim."

"Bak... ben-..." diye mırıldandı, çaresiz bir girişimdi söylemek istedikleri.

"Şu an önemli olan bu değil, önceliğim sensin. Hadi, lütfen."

Genç kız usulca başını salladı. Arhan rahat bir nefes alırken, tekrar onu kendine doğru yasladı ve eli belinde, bir alt sokağa indiler. Kurşuni renkteki Maserati o kadar inanılmaz gözüküyordu ki, Ahu bir an hayal ürünü olduğunu düşünmüştü. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra gerçek olduğuna kanaat getirince, güldü. "Tekerlemede ilk çıkan bu oldu sanırım," diye takıldı, genç adama.

"Niye, beğenmedin mi?"

"Şu ses tonuna bak, sana hakaret etmişim gibi alındın resmen! Hahahahaha! Senin gibi bir adamın böyle bir takıntısı olması çok enteresan."

"Takıntı değil de, hobi demeyi tercih ederim. Kafanı eğ bakalım, aman dikkat... yavaşça..." diyerek, direktif verdi Ahu'ya. Ardından, eğilip kemerine uzanırken; o güzel kokusunu almamak için hızlı bir şekilde tokayı kilide taktı. Kapıyı kapatıp, kaputun önünden geçerken, genç kızı izliyordu. Ahu'nun bakışlarının da onun üstünde olduğunu görünce, güçlükle yutkunmuştu.

"Hobi mi?" Çeşmiahu, bu konuyu konuşmak istiyor gibiydi. "Lütfen kendini kandırma."

Arhan yamuk bir gülüşle arabayı çalıştırdı ve hemen klimayı açtı. "En azından pul koleksiyonum yok, iyi tarafından bak."

"Garip fantezilerin olduğunu düşünüyorum," dedi birden, Ahu. Bunu söylediğinde kendi ağzına vurmak istemişti. Arhan'ı korkutacağını düşünerek, elinin ayasıyla usulca dudaklarını örttü. "Yani... Lüks arabalar gibi... Pahalı... şeyler gibi... kalem! Kalemler gibi."

"Kalem, ha?" Sokaktan çıkıp, trafiğe karıştı genç adam. Çok iyi bir sürücüydü. Araba asfaltta kayıyordu adeta. Şerit değiştirirken o kadar kontrollü ve kusursuz hareketlerle yapıyordu ki bunu, Ahu direksiyonu kavrayan parmaklarından gözünü alamamıştı. "Fena fikir değilmiş."

"Ben çok uzun bir süre gittiğim bütün mekânların ıslak mendillerini biriktirdim. Yüzlerce ıslak mendilim vardı, inanabiliyor musun?" dedi, heyecanla. Sonra hüzünle dudakları büküldü. "Ama kaybettim. Ben çok fazla eşya kaybederim, biliyor musun?"

"Biraz dağınık olduğun için kaybediyor olabilirsin," diye mırıldandı Arhan, iltifat eder gibi.

Kısa bir sessizlik oldu. Sarhoş ve bıcır bıcır konuşan Ahu için oldukça uzundu ama. Arhan kaşla göz arasında, genç kıza baktı. Ahu da onu izliyordu. Rengi atmıştı ve hiç iyi gözükmüyordu. O can alıcı cümleyi söyleyiverdi birden: "Midem bulanıyor."

Arhan dehşete kapılmıştı. "Kusacak mısın?"

"Sanırım. Nefes alamıyorum, klimayı kapatır mısın?" derken, camı araladı Ahu. Omuzlarını sallayarak, Arhan'ın ceketini attı üstünden. Kendi ceketinden de kurtulmaya yeltendi ama sarsılmak midesini harekete geçirdiği için vazgeçti.

"Hemen sağa çekiyorum."

"Çabuk ol!" dedi, boğuk bir sesle.

"Ceketimi ağzına doğru tut Ahu, arabanın içine kusma da, ne yaparsan yap." Arhan telaşla dörtlüleri yaktı ve kendini sağ şeride attı. Ani manevraları yüzünden arkasından korna çalanları umursamadan keskin bir frenle arabayı durdu. Genç kız kendini dışarı attığında, Arhan da fırlamıştı peşinden.

Otobanın kenarındaki bariyerlere doğru eğilen Ahu, ellerini dizlerine dayadı. Gözleri yaşarmıştı. "Korkuyorum..." dedi, titreyen sesiyle.

Arhan bir elini genç kızın sırtına koyarken, diğer eliyle de kolunu tuttu. "Neden korkuyorsun?"

"Hiç kusmadım... Korkuyorum ben... Hiç yaşamadım bunu."

"Sorun yok, yanındayım."

Ahu başını kaldırdı ve Arhan'ın yüzüne baktı. Bakışları o kadar savunmasızdı ki, konu artık kusmak değildi sanki. "Korkuyorum," dedi, bir kez daha.

Genç adam bunu fark ettiğinde, hafifçe Ahu'nun yüzüne doğru eğildi. Kızarmış gözlerinin kaygılarından öpmek istedi onu. "Ben yanındayım," diye mırıldandı, bir sır verir gibi.

"Hiç kusmadım... Bu nasıl bir his bilmiyorum... İyi mi, kötü mü?"

Yumuşak bir gülümsemeyle, Ahu'nun çehresini kapatan saçlarını kulağının arkasına doğru aldı Arhan. "Yanında birisi varsa, o kadar da kötü değil. Bana güveniyor musun?"

"Güveniyorum," dedi, bir an bile tereddüt etmeden.

"Bir elim hep üstünde olacak Ahu. Üzüldüğünde, korktuğunda, mutlu olduğunda ve hatta miden bulandığında... Hiç bırakmayacağım seni. Korkuyor musun? Haklısın, ben de korkuyorum. Hayatı yaşamak gibi seninle olmak. Ben de bu hissi bilmiyorum, o yüzden huzursuzum, temkinliyim." Tuttuğu kolun buz gibi olduğunu fark edince, sıvazlayarak konuşmasına devam etti Arhan. "Yine de engel olamıyorum işte. Bir şekilde sende buluyorum kendimi."

Genç kız başını salladı yavaşça. Gözlerinden inci tanesi gibi birkaç damla yaş süzülmüştü. Arhan onları görmeye dayanamıyormuş gibi yanaklarına doğru inmeden sildi. "Korkuyorum," derken, içini çekerek derin bir nefes aldı.

"Ben yanındayım."

"Kusarsam bile mi?"

"Evet. Rahatlamaya çalış," dediğinde, avcunun içi bunu ister gibi sırtında bir aşağı bir yukarı gelgitler yapıyordu.

Çeşmiahu konuşmak üzereyken, midesinin yangısına daha fazla karşı koyamamıştı. Arhan onu sıkı sıkı tuttu bu esnada. Yüzüne gelen saçlarını, kolunu tuttuğu eliyle bir toka işlevi görmesi için birleştirirken sabırla bekledi. "Tamam, bitti," diye mırıldandı, küçük bir çocuk gibi.

Arhan doğrulmasına yardımcı olduktan sonra onu kaputun ucuna oturttu. "Arabada su olması lazım. Bekle, bakayım. Ağzını çalkalarsın."

Ahu başını sallarken, kendini çok mahcup ve pis hissediyordu. Dudaklarını dişleyip, ağlamasını bastırmaya çalışsa da başarılı olamadı. Arhan şişeyi açtıktan sonra ona uzattığında ağlamaya başlamıştı. "Kustum ben!"

"Niye ağlıyorsun şimdi, ne var bunda?"

"İğrenç bir şey bu! Nasıl soğukkanlı olabiliyorsun?" O anlar aklına gelince duraksamıştı Ahu. "Soğukkanlı değildin. Soğukkanlı değildin ki! Arabaya kusacağımı düşündüğünde kafayı yedin resmen. Kendini en kötü ihtimale hazırladığın için sakin kalmayı başardın, öyle değil mi?"

"Biraz," dedi, geçiştirmek istercesine. "Su al bakalım ağzına, çalkala şurada." Ahu şişeden büyük bir yudum aldı ve doğrulmaya yeltendi. Düşecek gibi olunca Arhan onu tuttu, kenara doğru tükürdü. "Daha iyi misin? Hava almak ister misin?"

"Çok üşüyorum."

"Arabaya geçelim o zaman." Arhan, kapı açık kaldığı için çok büyük bir uğraş sarf etmeden Ahu'nun koltuğa oturmasına yardımcı olmuştu. Ardından kendi de yerine geçti ve genç kıza döndü. "Kötü hissettiğin zaman söyle, tamam mı?"

"Tamam, söylerim."

"Şimdi seni eve..."

Ahu ılımlı bir şekilde başını sallayacakken, onu eve Arhan'ın getireceğini fark etti ve bağırdı: "Olmaz! Olmaz!" dedi, telaşla. Hem alkollüydü, hem de onunlaydı. İşin hoşuna gitmeyen bir diğer tarafı da, Ecrin onlarda kalıyordu. Bu etkileşimin bir anlamı olmadığını bilse de, düşüncesi genç kızı rahatsız etmişti. Yanlış anlaşılmaktan çok korkuyordu. "Bu halde gidemem eve."

"Peki, nereye bırakayım seni?"

"Belgin... Off hayır, abim de o evde yaşıyor! İdil desem... Sinan Abi'min travması var, eve geç ve alkollü girmem onun psikolojisini alt üst edebilir. Ata ve Derin ikilisi... Bilmiyorum, yeni evliler, rahatsız etmek istemiyorum. Dur, Rümeysa'yı arayacağım."

"O kim?"

"Pelin ve Ömer çiftimizin evinde çalışıyor." Ahu telefonunu çıkarıp, ekranı yüzüne doğru tuttu. "Yaaa! Okumuyor bu beni! Ne zaman ihtiyacım olsa böyle yapıyor. Ama açmak istemediğimde de, bir gözümü gördüğü gibi şakkk, hemen arayüz!"

"Şifreni gir istersen."

"Neden açılmıyor, şu an yüzüm çok mu çirkin?"

Arhan dönüp baktığında, Ahu'nun telefonu ters tuttuğunu ve yüzünü arka tarafa okutmaya çalıştığını gördü. Kahkaha atmamak için yanağının içini dişlemişti. "Bir dakika. Ben tutayım istersen," derken, ona yardımcı oldu. "Al bakalım."

"Aaa! Teeeşşkür ederim! Şimdi Rümiş'i arayalım. Evet, kişiler. R'ye gidelim. Ev diyor. Bastım. Başladı." Arhan arabayı çalıştırmaya yeltenmişti ki, telefonu çaldı. Cebinden çıkarıp baktığında, ekranda Ahu'nun ismini görmüştü. "Off açmıyor! Açsana Rüüümmm!"

"Ahu, beni arıyorsun."

"Ne?" Şaşkın bir şekilde Arhan'ın telefonuna eğildi genç kız. "Yuh! Gerçekten de bu benim ismim!"

"İstersen ben arayayım, ben konuşayım kendisiyle?"

"Sen ara, ben konuşurum."

Arhan telefonu aldı ve tekrar kişilere girdi. Rehberde o kadar az kayıtlı numara vardı ki, içi anlamlandıramadığı bir hisle burkulmuştu. Oysaki Ahu tanıdığı en neşeli, en sempatik ve en arkadaş canlısı kadındı. Çevresinde böyle az insan olması ona çok garip gelmişti. Bir tercih olabilir miydi? Belki. Yine de içinden bir ses, bahsettiği korkularından kaynaklandığını söylüyordu ona. "Arıyor," dediğinde, Ahu'ya baktı. Uyuyordu. "Ahu?" diye seslendi, yumuşak bir sesle.

Ahu boğuluyormuş gibi soluk soluğa doğruldu. "N'olduu?"

"Rümeysa'yı arıyorum."

"Uyumuşum. Alayım telefonu. Alo? Rümeysa, ne yapıyorsun? Allah Allah, nasıl uyuyorsun? Ben uyanığım. Niye mi? Tavuklar erken uyur çünkü. Yoo, kaç ki? NEEE, ÜÇ MÜ?! Tamam, dur, ben alkollüyüm, biraz da sarhoş. Eve gidemem. Belgin ve İdil'de de kalamam. Ata bir seçenek bile değil. Sizinkiler uyuyor mu? Yoklar mı, neredeler? Bodrum mu? Niye alt katta kalıyorlar? Haaaa, Muğla'daki Bodrum! Tamam, geliyorum ben. Baay, selam söyle!"

Arhan ciddiyetini korumaya çalışsa da, başarılı olamamıştı. Bodrum mevzusunu duyduğu gibi yola bakarak gülmeye başlarken, Ahu telefonu kapattı. "Nereye gidiyoruz?"

"Florya. Rümeysa konum atacak şimdi, sana iletirim. Beni biliyorsun, yol tarif etme konusunda çok iyi değilim. Ah, attı bile. Bu kız çok hızlı."

Arhan konuma baktıktan sonra telefonu tutucuya sabitledi. "Tamamdır."

"Çok yolumuz var mı?"

"Biraz."

"Tamam, ben dışarıyı izleyeceğim."

"İzle bakalım."

"Bakalım neler varmış? Bina. Bina. Bina. Bina. Bina. Bina. Bina. Bina. Bina. Bina."

Arhan hiçbir şey demedi, kızmadı veya susması için uyarmadı onu. Sesini duymaya bayılıyordu çünkü. Neden sonra, gördüğü her şeyi söylemeyi bıraktı Ahu. Dönüp baktığında, uyuduğunu görmüştü genç adam. Gülümsedi. Kucağındaki ceketini aldı ve üstüne doğru koydu.

🗝

Konumdaki adres, Florya'da korunaklı ve seçkin bir siteyi gösteriyordu. Arhan, bariyerin sağındaki güvenlik kulübesine yaklaştığında, orta yaşlı bir adam başını küçük camından dışarı çıkarmıştı. Durumu izah edeceği esnada, içeriden haber verdiklerini söyleyerek, geçmeleri için bariyerin kolunu kaldırdı.

Birkaç villa geçtikten sonra ışıkların yandığı ev dikkatini çekti. İstemsizce yavaşladı ve telefonuna baktı. Doğru evin önünde durduğuna emin olduğu an, evin kapısı da açılmıştı. Otuzlarının başlarında olduğunu tahmin ettiği, kıvırcık saçlı bir kız bekliyordu eşikte.

Arhan arabadan indi. "Rümeysa Hanım?"

"Evet, benim. Siz de Arhan Bakırcı'sınız!"

Genç adam kibarca gülümseyerek, doğrular gibi başını eğmişti. "Ahu uyuyor şu an."

"Hım... Ben taşıyamam valla. Nasıl ağırdır o şimdi."

"Ben alırım, sorun yok. Sizin için bir sıkıntı olmayacaksa tabi?" derken, evin müsaitlik durumunu kastediyordu Arhan.

"Ben ve Ayşe Abla dışında evde kimse yok. Pelin Hanım'ın yeni sezon defilesi var, maaile toplaşıp Bodrum'a gittiler. Maaile dediğime bakmayın, üç kişiler. Aslında Ata da burada yaşıyordu ama çok şükür kendi yuvasını kurdu."

"Anlıyorum. Ben Ahu'yu alayım en iyisi." Kapıyı yavaşça açmıştı. O kadar telaşsız, dikkatli bir şekilde kucakladı ki onu, hiçbir şey hissetmediğine emindi. Kısa bir yürüyüşün ardından eve girdiler ve merdivenleri çıktı Arhan. Odaya bırakmadan önce, son kez Ahu'nun yüzüne bakmak istedi. Başı omzuna doğru düşmüş, bir eli gömleğinde, diğeri de karnının üstünde duruyordu. Aldığı soluklar düzenliydi, sıcaklığını teninde hissedebiliyordu genç adam. Gerçek olduğuna inanmakta güçlük çektiği bir andı. Kirpikleri nasıl gülümsetebilirdi onu?

"Sağdaki oda, Arhan Bey," dedi, Rümeysa. Sırtı dönük olsa da, farkındaydı; başı eğik olan genç adam, Ahu'yu izliyordu. Bu onu gülümsetti ve göbek atmak istedi. "Siz yatırın, ben de giymesi için rahat bir şeyler bulup geleyim."

"Tabi."

Rümeysa koridordan dönerken, Arhan da odaya girmişti. İçerisi oldukça geniş, ferahtı. Sade bir tarzda döşenmişti, misafir için kullanılıyor olmalıydı. Dikkatli adımlarla yatağa yaklaştığında, aklına Alex'in anlattığı nahoş anı gelmişti. Yerine daha güzelini eklemek ister gibi özenle, yavaşça bıraktı onu yatağa. Doğrulup, dizini geri çekeceği sırada bir çift kahverengi göz ile çakıştı bakışları. Sersem gibi olsa da ateş gibi parlıyordu Ahu'nun irisleri. O kadar beklenmedikti ki, Arhan ne söyleyeceğini bilememişti. "Ahu," diyebildi, sessizce.

"Efendim?"

"Kendinde misin?"

Genç kız yamuk bir gülümsemeyle başını hafifçe sağa yatırdı. "Evet."

"Her şeyi hatırlayacaksın, değil mi?"

"Kesinlikle hatırlayacağım Arhan," dediğinde, içgüdüsel bir şekilde kuruyan dudaklarını ıslatmıştı.

"Seni öpeceğim ve bunu asla unutma, olur mu?"

Bu hissedilen bir şey olsa da, açık bir şekilde dile getirmesi Çeşmiahu'nun nefesini kesmişti. Usulca başını salladı. Arhan dizini çekmek yerine, daha sağlam bir şekilde orada tutmaya devam etti ve hafifçe eğildi. Bir süre dudaklarının yakınlığının tadını çıkardı, ardından da küçük bir buse kondurdu genç kızın gülümsemesine. O kadar tatlı ve nahifti ki, Ahu içini çekmişti.

Bu öpücüğü asla unutmayacaktı.


ahh... ah... kaça para ulann bir Rafet Arhan Bakırcı??!!!

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 46K 14
Hansa Kozcu &Fatih Haznedar 🌹 BERDEL/AŞİRET KURGUSUDUR YALNIZ BİLDİĞİNİZ BERDEL HİKAYELERİNDEN DEĞİLDİR. ŞİDDET VE ZORLAMA TARZI ŞEYLER YOK [Başlama...
147K 7.4K 31
Aşkın barut kokan hâli... UYARI! → İncelemekte olduğunuz kitap 16 yaş ve üzeri için uygundur. Olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içermektedir. →...
148K 8.3K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
706K 26.9K 88
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...